ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:2011/1 (Değişik
İşler)
Karar Sayısı:2011/2
Karar Günü:17.3.2011
R.G.
Tarih-Sayı:09.07.2011-27989
BAŞVURUDA BULUNANLAR : Mardin eski Milletvekili Ahmet TÜRK ve Diyarbakır eski Milletvekili
Aysel TUĞLUK
VEKİLLERİ : Av.
Öztürk TÜRKDOĞAN
KARŞI TARAF : Kamu
adına Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
BAŞVURUNUN KONUSU : Anayasa
Mahkemesi'nin 11.12.2009 günlü, E:2007/1 (Siyasi Parti-Kapatma), K:2009/4
sayılı kararının sonuç kısmının 3 numaralı bendinin yargılamanın yenilenmesi
yoluyla ortadan kaldırılarak, Mardin eski milletvekili Ahmet TÜRK ile Diyarbakır
eski milletvekili Aysel TUĞLUK'un milletvekilliklerinin devamına karar
verilmesi istemidir.
I-
BAŞVURUNUN GEREKÇESİ
Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK vekili Av.Öztürk TÜRKDOĞAN
tarafından verilen 11.1.2011 tarihli başvuru dilekçesinin gerekçe bölümü
şöyledir:
“2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanunun 33. maddesinde siyasi parti kapatma davalarında ceza muhakemesi usul
kurallarının uygulanacağı belirtilmektedir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 311. maddesi ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunun 5. maddesinin 1. fıkrası ile 7. maddesi uyarınca
yargılamanın yenilenmesini talep etme zorunluluğu doğmuştur. TCK 5. maddesinin
1. fıkrası ile 7.maddesi göz önüne alındığında Anayasanın 84. maddesinin son
fıkrasının yürürlükten kaldırılması nedeniyle lehte olan düzenlemenin
müvekkillere uygulanması ve ceza sonucu doğuran milletvekilliği düşme kararının
geri alınarak ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Anayasanın 90. maddesi uyarınca Türkiye'nin onaylayarak
yürürlüğe koyduğu AİHS' ne Ek.1 Nolu Protokolün “serbest seçim hakkım”
düzenleyen 3 ncü maddesi uyarınca, Yüksek sözleşmeci taraf olan Türkiye
Cumhuriyetinin bunu taahhüt ettiği bilinmektedir.Bu nedenle daha önce Türkiye
hakkında AİHM tarafından DEP milletvekilleri davasında (Selim Sadak ve
Diğerleri/Türkiye davası (2544/94 Başvuru No) ihlal kararı verilmiştir.
Üyeliklerin düşmesine neden olan hükümler de yürürlükten kaldırıldığı ve görev
süresi de son bulmadığı için Anayasa Mahkemesi kararıyla düşürülen üyeliklerin
yeniden devamına karar verilmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararı, parti kapatma davalarında CMK
hükümlerinin uygulanması ve verilen üyelik düşme kararının “cezalandırıcı bir
işlem” olması nedeniyle ceza hukukunun evrensel kuralları gereği geçmişe şamil
olarak uygulanır.Ancak olayımızda talep konusu 12 eylül referandumu sonucu
anayasa değişikliğinin,sürmekte olan yasama dönemi nedeniyle ileriye yönelik
olarak uygulanması yönündedir.Bu nedenle anayasa mahkemesi kararlarının
kesinleştiği andan itibaren geri yürümeyeceği yönündeki hükmünün olayımızda
uygulanması söz konusu değildir.
Halkın özgür iradesi ile seçilen milletvekilleri bir yasama
dönemi boyunca “vekalet ve temsil” görevini üstlenmektedir. Anayasa
mahkemesinin önceki hükmünde düzenlenen üyelik düşme hükmü istisnai bir
durumdur. Bu hükmün kaldırılması ile yeni hüküm yürürlüğe girdiği andan
itibaren ileriye dönük olarak sürmekte olan yasama dönemi için uygulanması
gerekir.
Anayasa mahkemesi kararı kesinleştiği ve DTP kapatıldığı için
milletvekilleri AİHM 'ne hem tüzel kişi adına, hem kendi adlarına kişisel
başvuruda bulunmuşlardır. Üyelik düşme nedeniyle de sözleşmenin ihlali istemi
vardır. Benzer bir konu nedeniyle daha önceden HADEP'in kapatılması üzerine
yapılan başvuruda AİHM Türkiye ile ilgili yeni bir ihlal kararı vermiştir.
AİHM'in 14 Aralık 2010 tarihli HADEP ve Demir - Türkiye Davası'nda (28003/03
başvuru no) sözleşmeye ek 1 nolu protokolün 3. maddesine aykırılık tespit
edilmiş ve ihlal kararı verilmiştir.
Türkiye'de parti kapatma davaları demokrasimizin önündeki en
büyük engellerden birisidir. Kapatılan parti sayısıyla adeta partiler
mezarlığına dönüşen ülkemizde, 12 eylül darbe hukukunun şekillendirdiği siyasi
partiler yasası, seçim yasaları seçim barajları olduğu gibi durmaktadır.
Darbeden günümüze otuz yıl içinde halkın güvenine mazhar olmuş Ahmet Türk'ün
1994 ve 2009 yılında iki kez üyeliğinin düşmesine karar verilmiş, ancak darbe
mevzuatı değiştirilmemiştir.
Anayasa Mahkemesinin Türkiye Anayasa ve siyasi tarihinde
kapattığı 25. Parti Demokratik Toplum Partisidir. Toplumda bu partinin
kapatılmasına yönelik bir konsensüs bulunmadığı, aksine kapatılması durumunda
barış imkanının ortadan kalkacağı inancı çok güçlü olduğu halde, Anayasa
Mahkemesi partiyi kapatmıştır. Muhalefetin barışçı sesi olan iki önemli
siyasetçinin Milletvekilliği düşürülerek siyaset yapmaları yasaklanmıştır.
Partinin kapatılması gerek Türkiye kamuoyunda, gerekse uluslar arası kamuoyunda
çok yoğun tepkilerle karşılaşmıştır.
Anayasa bir ülkede geçerli en üst hukuk normudur. Bu niteliği
itibariyle yasalar, yönetmelikler ve diğer düzenlemelerin olduğu gibi, tüm
yargısal uygulamaların da meşruiyet kaynağıdır. Anayasaya aykırı hukuk normu
geçerli olamayacağı gibi, buna aykırı Mahkeme kararlarının
geçerli olması, etki ve sonuç doğurması da mümkün değildir. Anayasalar
meşruiyetin asli ve birincil dayanağı olduğundan dolayı, önceki bir yasal
düzenlemeye veya buna mukabil bir yargısal karara dayanılarak, yeni Anayasa
kuralının geçersiz ve etkisiz kılınması söz konusu olamaz. Anayasa, aksine
geçici ve istisnai bir hüküm öngörmediği sürece, yürürlüğe girdiği andan
itibaren, gerek hak ve özgürlük boyutuyla, gerekse statü itibariyle önceki
tasarrufları geçersiz kılıcı etki yaratır. Önceki hukuksal engeller hiç yokmuş
gibi hak ve özgürlük güvencesi yaratır, önceki hukuksal statüler veya statü engelleri,
hiç yokmuş gibi etki ve sonuç doğurur.
Bu süreçte doğrudan doğruya eski Anayasal kuralların öngördüğü
hak mahrumiyetleri baştan itibaren hükümsüzleşir, kendiliğinden ortadan kalkar.
Hukuksal yetkilerin kullanımını engelleyen statü kuralları, engelin ortadan
kalkmasıyla herhangi bir işleme gerek kalmaksızın kendiliğinden hükümsüz hale
gelirler. Hakkın ve yetkinin sahibi, durduğu/bıraktığı yerden hakkını ve
yetkisini kullanmaya devam eder.
Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan
genel seçimlerde “bağımsız milletvekili” olarak seçilmişlerdir. Halkın
kendilerini vekil tayin ettiği ve bu vekâletin bir yasama dönemi boyunca
geçerli olduğu açıktır. DTP Anayasa Mahkemesinin verdiği kapatma kararının
14.12.2009 tarihli Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte kapatılmıştır. Mahkeme,
Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk'ün söz ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden
olduğunu saptamıştır. Buna bağlı olarak Anayasanın 84. maddesinin mülga beşinci
fıkrasının gereği olarak milletvekillikleri sona ermiştir. Sona erme, Anayasa
Mahkemesi kararı gereği olmayıp, Anayasa kuralının bu karara bağladığı
kendiliğinden bir sonuç olarak gerçekleşmiştir. Mahkeme kararı inşai bir işlem
olmayıp bir saptamadır. Dolayısıyla tartışmanın konusu tamamlanmış ve icra
edilmiş bir yargısal işlem değil, bir Anayasal statüdür. İnşai irade “norm
iradesidir”. Anayasa kuralı bu saptamaya kendiliğinden bir sonuç bağlamış ve
milletvekilliğinin bu saptamanın Resmi Gazetede yayımlanmayla sona ereceğini
öngörmüştür.
Anayasa değişikliği, saptamaya otomatik sonuç bağlanması
kuralını ilga etmiş, Anayasa Mahkemesi hangi yönde karar verirse versin, bunun
halkın kendi vekiline verdiği vekâlet yetkisine halel getirmeyeceğini temel bir
siyasal tercih olarak ortaya koymuştur. Dolayısıyla Milletvekilliğinin
düşmesine yönelik işlem hukuksuz hale gelmiştir.
Anayasal düzenimizde siyasi partilerin kapatılması davası Ceza
Muhakemesi Kanunu hükümleri çerçevesinde yürütülür ve sonlandırılır. Anayasa
Mahkemesinin son kararlarından da anlaşılacağı üzere, bu davalar da tipik ceza
davaları niteliğinde olmasa dahi, sonuçları da dikkate alındığında, davanın
doğası elverdiği ölçüde tüm ceza güvencelerinin uygulanması zorunluluktur. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin de sonuçları cezalandırma olarak nitelendirdiği
dikkate alındığında, parti kapatma kararı ve buna bağlı olarak ortaya çıkmış
sonuçların cezalandırma ve temel hak müdahalesi niteliğinde olduğu açıktır.
Anayasa değişiklikleri ise bu cezai sonuçlardan birini ortadan kaldırmaktadır.
Hukuk devletinin ve Anayasanın 38. maddesinin bir gereği olarak, lehe olan
düzenlemenin geçmişe yönelik hüküm doğurması, sona ermiş statünün yeniden
ihdası, engellenmiş hakkın tanınması, sona erdirilmiş yetkinin yeniden geçerli
kılınması şarttır.
Anayasa Mahkemesinin kararı ile bu kararın otomatik anayasal
sonucunun ortadan kaldırılması işlemleri aynı yasama döneminde
gerçekleştirilmiştir. Yani vekâlet ilişkisi sona ermeden, hem Anayasayı ortaya
koyan hem de vekâlet ilişkisini üreten halk, Anayasayı değiştirmek suretiyle
vekâlet ilişkisine yönelik müdahaleyi gayri meşru ilan etmiştir. Dolayısıyla
vekâlet ilişkisi devam etmekte, buna yönelik statü ihlallerinin hukuksal
geçerliliği bulunmamaktadır. Yasama dönemi sona ermeden yapılan değişiklik bu
nedenle Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk'ün milletvekilliğinin devam etmesinin
hukuksal temelini yaratmış bulunmaktadır. Yasama dönemi sona erdikten sonra
yapılan değişikliklerin milletvekilliğini kendiliğinden eski haline irca etmesi
mümkün olmayacaktı.
Anayasanın 69. maddesinin sekizinci fıkrasının bir engel
oluşturması düşünülemez. Anayasa Mahkemesinin saptaması hukuki geçerliliğini
koruduğuna göre Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk'ün beş yıl boyunca bir siyasi
partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olmaması kabul edilse bile,
84. maddedeki açık tercih karşısında en azından bağımsız olarak
milletvekilliklerini devam etmesi engellenemez. Halkın vekâletinin bir siyasi
parti bünyesinde devam etmesi, vekâletin koşulu değildir.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa Mahkemesinin verdiği kapatma
davasının, Anayasanın 84. maddesinin mülga beşinci fıkrasından kaynaklanan
sonucu, Anayasa değişikliklerinin kabul edilmesinin ardından kendiliğinden
ortadan kalmış bulunmaktadır. Buna bağlı olarak Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk'ün
Milletvekilliğinin devam ettiğinin kabulü hukuksal ve demokratik bir zorunluluk
olarak ortaya çıkmaktadır.
Tüm bu gerekçeler dikkate alınarak yargılamanın yenilenmesi
talebimizin kabulü ile DTP'nin kapatılmasıyla ilgili kararın sonuç kısmının 3
no'lu bendinin ortadan kaldırılması (geri alınması) gerektiği kanaatindeyiz.
Anayasa Mahkemesi'nin Yargılamanın Yenilenmesi hakkındaki talebimizi uygun
görmemesi halinde AİHS'in 6. maddesi ile sözleşmeye ek 1 nolu protokolün 3.
maddesi yeniden ihlal edilmiş olacaktır.”
II- YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞININ GÖRÜŞÜ
Anayasa Mahkemesi 23.2.2011 tarihinde yaptığı inceleme
sonucunda, başvuruda bulunanlar vekilinin dilekçe ve ekinin onaylı bir
örneğinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 33. maddesi gereğince Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilerek bu konuda düşünce istenilmesine karar
verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 28.2.2011 tarih ve
112 sayılı yazısı ile ;
“5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesinde
yargılamanın yenilenmesi nedenlerinin sınırlı bir biçimde sayıldığı ve yasa (anayasa)
değişikliklerinin maddede belirtilen yargılamanın yenilenmesi sebepleri
arasında sayılmadığı,
Anayasa'nın 38. ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7.
maddelerinde öngörülen lehe yasanın uygulanması zorunluluğuna ilişkin ilkenin,
suç ve suç karşılığı ceza ve güvenlik tedbirleri ile yaptırıma bağlanan
eylemler yönünden geçerli olduğunu, siyasi parti kapatma davası ve kararının
suç nedeniyle yapılan bir yargılama ve uygulanan bir yaptırım niteliğinde
bulunmadığı,
Ayrıca, yasaların kural olarak yürürlüğe girdiği andan
itibaren ortaya çıkan fiil, ilişki ve durumlar için uygulanmasının icap etmesi,
aksinin amaçlanması halinde bunun yürürlüğe konulan yasada açıkça belirtilmesi
gerekmesine karşın, 07.05.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun'da Anayasa'nın 84.
maddesinin son fıkrasının yürürlükten kaldırılmasına ilişkin olarak belirtilen
genel kuraldan ayrılmayı gerektirecek istisnai bir hükme yer verilmediği,”
gerekçesiyle istemin reddine karar verilmesi talep ve
mütalaa olunmuştur.
III- BAŞVURUNUN İNCELENMESİ
Başvuru dilekçesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın
istemle ilgili görüşü, konuya ilişkin rapor, ilgili Anayasa ve Yasa kuralları
okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Anayasa Mahkemesi'nin 11.12.2009 günlü, E:2007/1 (Siyasi
Parti Kapatma), K:2009/4 sayılı kararıyla, Anayasa'nın 68. ve 69. maddeleri ile
2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 101. ve 103. maddeleri gereğince
Demokratik Toplum Partisinin kapatılmasına
ve “beyan ve eylemleriyle Parti'nin kapatılmasına neden olan
Mardin Milletvekili Ahmet TÜRK ve Diyarbakır Milletvekili Aysel TUĞLUK'un
milletvekilliklerinin, Anayasa'nın 84. maddesinin son fıkrası uyarınca
gerekçeli kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihte sona ermesine” karar verilmiş ve söz konusu karar 31.12.2009 günlü
Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.
Anayasa'nın 84. maddesinin “Partisinin temelli
kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu Anayasa Mahkemesinin temelli
kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilen milletvekilinin milletvekilliği,
bu kararın Resmi Gazetede gerekçeli olarak yayımlandığı tarihte sona erer.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bu kararın gereğini derhal yerine
getirip Genel Kurula bilgi sunar” yolundaki beşinci fıkrası, Anayasa
değişikliğini öngören 5982 sayılı Yasa'nın 9. maddesiyle yürürlükten
kaldırılmıştır.
Anayasa'nın 84. maddesinin beşinci fıkrasının yürürlükten
kalkması nedeniyle Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK vekilince, söz konusu kişilerin
milletvekilliklerinin sona ermesine ilişkin Anayasa Mahkemesi'nin 11.12.2009
günlü, E:2007/1 (Siyasi Parti-Kapatma), K:2009/4 sayılı kararının sonuç
kısmının 3 numaralı bendinin yargılamanın yenilenmesi yoluyla ortadan
kaldırılarak, milletvekilliklerinin devamına karar verilmesi istemiyle
başvuruda bulunulmuş ve başvuru dilekçesinde; siyasi parti kapatma davalarında
Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerinin uygulanması ve Anayasa Mahkemesi'nce
verilen milletvekilliğinin sona ermesi kararının cezalandırıcı bir işlem olması
nedeniyle Türk Ceza Kanununun 5. maddesinin birinci fıkrası ve 7. maddesi
uyarınca lehe olan Anayasa değişikliğinin müvekkillere ileriye dönük olarak
uygulanması gerektiği, milletvekilliklerinin sona ermesine ilişkin Anayasa
Mahkemesi kararının inşai bir işlem olmayıp bir tespitten ibaret olduğu,
Anayasa kuralı ile öngörülen hak mahrumiyetinin o kuralın değişmesiyle birlikte
herhangi bir işleme gerek kalmaksızın kendiliğinden hükümsüz hale geleceği,
milletvekili seçilinen yasama döneminin halen devam etmesi nedeniyle vekalet
ilişkisinin devam ettiğinin kabulünün gerektiği ileri sürülmüştür.
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 33. maddesinde, “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
tarafından açılan siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalar, Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde
incelenir ve karara bağlanır.” denilmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yer alan yargılamanın
yenilenmesine ilişkin düzenleme kural olarak, hükmün esasını değiştirecek
nitelikteki olguların hükmün kesinleşmesinden sonra ortaya çıkması durumunda,
yeniden yapılacak yargılama ile kesin hükmü ortadan kaldırabilen olağanüstü
kanun yollarından birisidir. Bu niteliğinin gereği olarak yasakoyucu
yargılamanın yenilenmesi usulünü 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311.
ila 323. maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlemiştir. Bu hükümlerden
yargılamanın yenilenmesi isteminin dört aşamada incelenip karara bağlanması gerektiği
anlaşılmaktadır. Bu aşamalar, yasada sayılan yargılama nedenlerinin ve bunların
dayandığı delilleri içeren istemin kabule değer olup olmadığının incelenip
karara bağlanması, istem kabule değer bulunduğu takdirde delillerin toplanması,
bu işlem tamamlandıktan sonra istemin esassız olup olmadığının karara
bağlanması, istem esassız olması noktasından reddedilmemiş ise yargılamanın
yenilenmesine ve duruşmanın açılmasına karar verilmesi şeklindedir.
Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri,
Yasa'nın 311. maddesinde şöyle sayılmıştır:
“(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda
yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar
görülür:
a) Duruşmada kullanılan ve hükmü etkileyen bir belgenin
sahteliği anlaşılırsa.
b) Yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya
bilirkişinin hükmü etkileyecek biçimde hükümlü aleyhine kasıt veya ihmal ile
gerçek dışı tanıklıkta bulunduğu veya oy verdiği anlaşılırsa.
c) Hükme katılmış olan hâkimlerden biri, hükümlünün neden
olduğu kusur dışında, aleyhine ceza kovuşturmasını veya bir ceza ile
mahkûmiyetini gerektirecek biçimde görevlerini yapmada kusur etmiş ise.
d) Ceza hükmü hukuk mahkemesinin bir hükmüne
dayandırılmış olup da bu hüküm kesinleşmiş diğer bir hüküm ile ortadan
kaldırılmış ise.
e) Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da
bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne
alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun
hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa.
f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri
Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin
ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl
içinde istenebilir.
(2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 4.2.2003
tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 4.2.2003
tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine
verilecek kararlar hakkında uygulanır.”
5271 sayılı Yasa'nın 319. maddesinin birinci fıkrasında
da “Yargılamanın yenilenmesi istemi, kanunda belirlenen şekilde yapılmamış
veya yargılamanın yenilenmesini gerektirecek yasal hiçbir neden gösterilmemiş
veya bunu doğrulayacak deliller açıklanmamış ise, bu istem kabule değere
görülmeyerek reddedilir” denilmiştir.
Başvuru dilekçesinde yargılamanın yenilenmesi istemine
gerekçe olarak başvurucuların milletvekilliklerinin sona ermesine neden olan
Anayasa kuralının yürürlükten kalkmış olması gösterilmekte ise de, yasalarda
meydana gelen değişiklikler 5271 sayılı Yasa'nın 311. maddesinde sayılan
yargılamanın yenilenmesi nedenleri arasında yer almamaktadır. Yargılamanın
yenilenmesi istemine gerekçe olarak gösterilen bu husus, Yasa'da sınırlı olarak
sayılan yargılamanın yenilenmesi nedenlerinden birine girmediğinden istemin
kabule değer görülmeyerek reddi gerekir.
Öte yandan, başvurucuların milletvekilliklerinin devamına
karar verilmesi istemi, yargılamanın yenilenmesi isteminden bağımsız olarak da
incelenmiştir.
Anayasa'nın 69. maddesinin dördüncü fıkrasında “Siyasi
partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının açacağı dava üzerine
Anayasa Mahkemesince kesin olarak karara bağlanır” denilmiş ve hangi
hallerde siyasi partilerin kapatılmasına karar verileceği de maddenin diğer
fıkralarında düzenlenmiştir. Anayasanın 149. maddesinin altıncı fıkrasında da “Anayasa
Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya
üzerinden inceler” hükmü yer almış ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un yukarıda anılan 33. maddesinde
de siyasi parti kapatma davalarında Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu'nun
uygulanacağı belirtilmiştir.
Ceza muhakemesi usul kurallarının ceza davalarında
uygulanmasının doğal olması ve bu durumun ayrıca belirtilmesine gerek
bulunmamasına karşın, siyasi parti kapatma davalarında Ceza Muhakemeleri Usul
Kanunu'nun uygulanacağının özellikle belirtilmesi, bu davaların ceza hukukunda
tanımlandığı biçimde bir ceza davası olmadığını ortaya koymaktadır. Siyasi
parti kapatma davalarının hukukun diğer alanlarına göre ceza hukukuna daha
yakın olduğu ileri sürülmekte ise de bu davalar, bütünüyle ceza hukuku
kuralları içerisinde değerlendirilmesine olanak bulunmayan kendine özgü
davalardır. Siyasi partilerin kapatılması yaptırımı, özgürlükçü, çoğulcu,
çağdaş demokrasilerin kendilerini koruyabilmeleri için öngörülmüş olup her
zaman ceza hukuku alanına giren bir kuralın ihlalinin sonucu değildir. Siyasi
partilere yasaklanan eylemlerin niteliği, bunların kapatılma sonucunu
doğurabilmesi için aranan koşullar ve uygulanan yaptırım türünün ceza
hukukundaki suç ve cezalardan farklılık göstermesi de bu davaların kendine özgü
niteliğini öne çıkarmaktadır.
Bir siyasi parti kapatma davası sonucunda siyasi partinin
kapatılmasının yanı sıra Anayasa'nın 84. maddesinin mülga beşinci fıkrasında
öngörüldüğü üzere partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep
olan kişilerin milletvekilliğinin sona ermesi de bir ceza davasında mahkemece
verilen ceza hükmü niteliğinde değildir.
Siyasi parti kapatma davalarının kendine özgü niteliği ve
bu davalarda verilen kararların da ceza hukuku kurallarına göre verilmiş
cezalar olmaması nedeniyle Türk Ceza Kanunu'nun “Suçun işlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri
farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur” şeklindeki
7. maddesinin üçüncü fıkrası ile “Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza
kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır”
şeklindeki 5. maddesi hükmünün siyasi parti kapatma davalarında verilen
kararlar yönünden uygulanabilmesine olanak bulunmamaktadır.
Beyan ve eylemleriyle mensubu olduğu partinin
kapatılmasına sebep olan milletvekillerinin milletvekilliğinin sona ermesi,
Anayasa'da yer alan bir kuralın uygulanması ve bir siyasi partinin kapatılması
kararının anayasal sonuçlarını göstermekten ibaret bulunmaktadır. Bir başka
deyişle, partisinin kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu Anayasa
Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilen
milletvekilinin milletvekilliğinin, bu kararın Resmi Gazetede gerekçeli olarak
yayımlandığı tarihte sona ermesi Anayasa kuralı gereğidir.
Başvuruda bulunan Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK'un
milletvekillikleri, Anayasa Mahkemesi'nin konuya ilişkin 11.12.2009 günlü,
E:2007/1 (Siyasi Parti Kapatma), K:2009/4 sayılı kararının Resmî Gazetede yayımlandığı
31.12.2009 tarihinde sona ermiştir. Anayasa'nın 84. maddesinin beşinci fıkrası
hükmü, ilgilinin milletvekilliğini yasama dönemi süresince askıya alan değil,
kararın Resmi Gazetede yayımlanmasıyla birlikte gerçekleşen ve tüm sonuçlarını
o an itibariyle doğuran bir hükümdür. Başvurucuların milletvekilliklerinin sona
ermesinden sonra, konuya ilişkin Anayasa kuralının yürürlükten kaldırılmış
olması, sona eren milletvekilliği statüsünün tekrar kazanılması sonucunu
doğurmaz.
Anayasa değişiklikleri kural olarak ileriye dönük hukuki
sonuçlar doğurmaktadır. Anayasa'nın 84. maddesinin beşinci fıkrası yürürlükten
kaldırılırken söz konusu değişikliğin, beyan ve eylemleriyle parti
kapatılmasına sebep olduğu için milletvekillikleri sona eren kişiler yönünden
de geçerli olduğu yolunda istisnai bir düzenlemeye de yer verilmemiştir.
Sonuç olarak, Anayasa'nın 84. maddesinde yapılan
değişiklik, başvurucuların milletvekilliklerinin sona ermesine neden olan
Anayasa Mahkemesi kararını geçersiz kılmamaktadır. Anayasa Mahkemesi kararı
geçerliğini koruduğu sürece, salt Anayasa'da meydana gelen değişiklik nedeniyle
başvurucuların milletvekilliği statüsünü tekrar kazanabilmelerine olanak
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, başvurunun reddi gerekir.
Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU,
Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ile Erdal TERCAN bu görüşe
katılmamıştır.
Mehmet ERTEN bu görüşe ek gerekçeyle katılmıştır.
IV-
SONUÇ
A- 7. 5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca,
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun
ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme'nin çalışıp
çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme'nin
çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah
OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI'nın, gerekçesi 2010/68 esas
sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B- Anayasa Mahkemesi'nin 11.12.2009 günlü, E.
2007/1(Siyasi Parti-Kapatma), K. 2009/4 sayılı kararın sonuç kısmının 3
numaralı bendinin yargılamanın yenilenmesi yoluyla ortadan kaldırılarak, Mardin
eski Milletvekili Ahmet TÜRK ve Diyarbakır eski Milletvekili Aysel TUĞLUK'un
milletvekilliklerinin devamına karar verilmesi istemini içeren Av. Öztürk
TÜRKDOĞAN'ın 11.1.2011 günlü dilekçesi ve ekleri, konuya ilişkin rapor, ilgili
Anayasa ve yasa kuralları incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
1- Başvurunun REDDİNE, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI
ile Erdal TERCAN'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- Karar örneğinin Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK vekili Av.
Öztürk TÜRKDOĞAN ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na tebliğine,
OYBİRLİĞİYLE,
17.3.2011 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim
KILIÇ
|
Başkanvekili
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Ahmet
AKYALÇIN
|
Üye
Mehmet
ERTEN
|
Üye
Fettah
OTO
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh
KALELİ
|
Üye
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
MUHALEFET ŞERHİ
Anayasa Mahkemesi'nin, E.2007/1 (Siyasi Parti Kapatma)
K.2009/4 sayılı ve 11.12.2009 tarihli kararı ile Kapatılan Demokratik Toplum
Partisi'nin milletvekilleri Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk, milletvekilliklerinin
Anayasa'nın 84. maddesinin son fıkrası uyarınca sona erdirilmesine karar
verildiğini, buna ilişkin gerekçeli kararın Resmi Gazete'de 31 Aralık 2009 günü
yayınlandığını ve kararın kesinleştiğini, 12.09.2010 günü yapılan halk oylaması
sonucunda Anayasa değişikliklerinin kabul edildiğini ve bu kapsamda 84.
maddenin son fıkrasının da yürürlükten kaldırıldığını, böylece siyasi partinin
kapatılmasına beyan ve eylemleri ile neden olduğu ileri sürülen
milletvekillerinin, milletvekilliklerinin düşürülmesi uygulamasının sona
erdiğini, yasama döneminin halen sürdüğünü belirterek, 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 5.
maddesi ile 7. maddesi uyarınca yargılamanın yenilenmesi yoluyla düşürülen
üyeliklerin yeniden devamına karar verilmesini talep etmişlerdir.
2949 sayılı Kanun'un 33. maddesinde siyasi parti kapatma
davalarında, Ceza Muhakemeleri Kanun'un uygulanacağı belirtilmiştir.
Öncelikle, düşürülen milletvekilliklerinin iadesi, Ceza Muhakemesi
Kanunu m. 311 vd. da düzenlenen yargılamanın yenilenmesi yoluyla talep
edilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu m. 311'de hükümlü lehine yargılamanın
yenilenmesi nedenleri tahdidi olarak sayılmıştır. Somut olayda belirtilen
durum, söz konusu maddede belirtilen nedenlerin hiç birisine uymadığından,
yargılamanın yenilenmesi talebini kabul etmek mümkün değildir. Esasen, talepte
bulunanlar, yargılamanın yenilenmesi yoluyla lehe olan kuralın uygulanması
talebinde bulunmaktadırlar. Lehe olan kuralın uygulanabilmesi için, esas olarak
ayrıca yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurulmasına gerek bulunmamaktadır. O
nedenle Anayasa'nın 84. maddesinin son fıkrasının kaldırılması nedeniyle ortaya
çıkan, lehe olan kural uygulamasının, yargılamanın yenilenmesi talebinden ayrı
olarak da değerlendirilmesi mümkün olmalıdır.
Talepte bulunanlar lehine, Türk Ceza Kanunu m. 7
gereğince lehe olan kuralın uygulama alanı bulup bulamayacağı hususunun
açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, daha önceki
kararlarında siyasi parti kapatma davalarını, bir ceza davası olarak kabul
ederken, 12.09.1995 tarih ve E.1995/4 (Değişik İşler), K.1995/5 sayılı
kararında, “Türk Ceza Yasasının 2. maddesinde (5237 s. Türk Ceza Kanunu m.
7) cürüm ya da kabahat sayılan bir eylem için öngörülen cezanın azaltılması
veya kaldırılması ile bu tür bir eylemin işlendiği zamanın yasası ile
işlendikten sonra yayımlanan yasanın kuralları birbirlerinden farklı ise lehe
olan yasanın uygulanıp yerine getirileceği öngörülmektedir. Yukarıda
değinildiği gibi, siyasi partilerin kapatılması davaları bir ceza davası, bu
davalara bakan Anayasa Mahkemesi de bu tür davalarda bir ceza mahkemesi
olmadığı gibi milletvekilliklerinin sona ermesine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararındaki
belirleme de bir ceza olmayıp siyasal partinin kapatılması kararının anayasal
sonuçlarını göstermekten ibarettir. Bu nedenle Türk Ceza Yasası'nın 2.
maddesinin uygulanması olanaksızdır. … Milletvekilliği sıfatının Anayasa gereği
sona ermesi, ceza niteliğinde olmayıp, anayasal bir belirlemedir.” görüşünü
kabul etmiştir. Aynı görüş, Anayasa Mahkemesi'nin 03.01.2002 tarihli E.2001/3
(Değ.İş) K.2002/1 sayılı kararında da belirtilmiş, “siyasi partilerin
kapatılmasına ilişkin davalar, bütünüyle ceza hukuku kuralları içinde
değerlendirilmesine olanak bulunmayan kendine özgü davalardır” nitelemesi
yapılmıştır. Buna göre, çoğunluk görüşü çerçevesinde, siyasi parti kapatma
davaları ve buna bağlı olarak milletvekilliğinin düşmesi, bir ceza davası ve
yaptırım olmadığından, ceza davaları için geçerli olan lehe olan kuralın
uygulanması da burada mümkün olmamaktadır. Keza, çoğunluk görüşüne göre,
milletvekilliği bir statüdür. Anayasa Mahkemesi kararı ile milletvekillerinin
eylemleriyle partinin odak halinde gelmesi nedeniyle kapatılmasına neden
olmaları ve buna bağlı olarak milletvekilliğinin Anayasa m. 84/son fıkra gereği
sona ermesinden dolayı, lehe olan kural uygulaması nedeniyle de sona eren statü
tekrar geri gelmez.
Lehe olan kuralın uygulanıp uygulanmayacağı yahut genel
olarak talep gereğince milletvekilliğinin iadesine karar verilebilmesi için
öncelikle, siyasi partilerin kapatılmasının ve milletvekilliğinin düşmesinin
hukuki niteliğinin tespit edilmesi gerekmektedir.
Doktrinde, “bir siyasi partinin temelli kapatılması
kararı, siyasi parti tüzel kişiliğinin sona erdirilmesi niteliğinde bir tespit
kararıdır. Temelli kapatma, siyasi partilerin eylemlerinin demokratik düzenin
güvenliği bakımından yarattığı tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla temel
hak ve özgürlüklere ciddi kısıtlamalar getiren ağır bir tedbir veya
yaptırımdır” denilmektedir; keza, milletvekilliğinin düşmesiyle ilişkili
olarak da “siyasi parti kurma, partide üye, yönetici ve denetici olma yasağı
ve milletvekilliğinin düşmesi, ceza değil, bir siyasi partinin üyeleri ile
milletvekilleri hakkında öngörülmüş geleceğe ilişkin özel tedbirler veya
yaptırımlardır” görüşü ifade
edilmiştir.
Siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davaların da bir
ceza davası değil, kendine özgü, sui generis dava olduğu kabul edilmektedir.
Buna göre, siyasi partilerin kapatılmasını gelecek için
kabul edilen, belirli bir ölçüde yaptırım niteliği de taşıyan anayasal bir
tedbir ve buna ilişkin davaları da, kendine özgü davalar olarak görmek
mümkündür. Keza, siyasi partinin kapatılmasına bağlı olarak milletvekilliğinin
düşmesini de geleceğe yönelik yaptırım niteliği taşıyan anayasal bir tedbir
olarak görmek mümkündür.
Siyasi partilerin kapatılmasıyla bağlantılı olarak
milletvekilliğinin düşmesini düzenleyen Anayasa'nın 84. maddesinin son fıkrası,
2010 değişikliği ile kaldırılmadan önce şu şekilde idi: “Partisinin temelli
kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu Anayasa Mahkemesinin temelli
kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilen milletvekilinin milletvekilliği,
bu kararın Resmi Gazetede gerekçeli olarak yayımlandığı tarihte sona erer.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bu kararın gereğini derhal yerine
getirip Genel Kurula bilgi sunar.”
Bu değişikliğin gerekçesi şu
şekilde açıklanmıştır: “Anayasanın 84 üncü maddesinin son fıkrası
yürürlükten kaldırılmaktadır. Söz konusu fıkra, partisinin kapatılmasına beyan
ve eylemleriyle sebep olan milletvekillerinin, milletvekilliğinin
düşürülmesiyle ilgilidir.
Milletvekilliği, seçmen iradesi
ile oluşan ve öznesi, seçilmiş kişi olan demokratik bir statüdür. Partinin
kapatılması, millet ile milletvekili arasında kurulu olan bağı sona erdiremez.
Kaldı ki milletvekilliği düşen kişi, ilk seçimlerde bağımsız milletvekili
olarak yeniden Meclise dönebilmektedir. Bu durum göz önüne alındığında,
milletvekilliğinin düşürülmesi yaptırımının bir mantığı kalmamaktadır.
Öte yandan bu yaptırım,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Nolu Protokolün 3 üncü maddesinde yer
verilen “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın
kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde... seçimler
yapmayı taahhüt ederler.” şeklindeki hükümle de bağdaşmamaktadır. Kaldı ki,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, konuyla ilgili olarak, ülkemiz hakkında
vermiş olduğu kararı da bu yöndedir.
Ayrıca milletvekilinin, bir
suç işlemesi durumunda dokunulmazlığının kaldırılması ve yargılanması yolu her
zaman açıktır. Maddeyle, seçme ve seçilme temel hakkının özünü yok eden ölçüsüz
bir yaptırım niteliğinde olan bu müessese, yürürlükten kaldırılmaktadır.”
Görüldüğü gibi, fıkranın
kaldırılma gerekçesinde de, partinin kapatılmasının, millet ile vekili arasında
kurulu olan bağı sona erdirmeyeceği, milletvekilliğinin düşürülmesi
yaptırımının bir mantığının kalmadığı açıkça belirtilmiş, bu yaptırımın, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'ne Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesindeki hükümle de
bağdaşmadığı kabul edilmiş, seçme ve seçilme hakkının özünü yok eden ölçüsüz
bir yaptırım niteliğinde olan bu müessesenin kaldırılması gerektiği
belirtilmiştir.
Gerek siyasi partilerin
kapatılması, gerekse milletvekilliğinin düşürülmesi, yukarıda belirtildiği
üzere, temel hak ve özgürlüklere önemli sınırlamalar getiren, bazen de hakkı
kullanılamaz hale getiren ağır tedbir veya yaptırım niteliği taşımaktadır.
Kişilerin temel hak ve özgürlüklerini önemli ölçüde sınırlayan bu gibi
tedbirler ile takip edilen amaç arasında bir ölçülülük, uygun bir dengenin bulunması
gereklidir. O nedenle, sözkonusu tedbirlerle yahut yaptırımlarla yasak
davranışların, ağırlıklarıyla orantılı olarak bir dengenin sağlanması hukuk
devleti ilkesinin bir gereğidir. Yukarıda, Anayasa m.84/ son fıkranın
kaldırılmasına ilişkin gerekçede, milletvekilliğinin düşürülmesi yaptırımının
orantısız ve ölçüsüz olduğu açıkça kabul edilmiş, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin de Ülkemiz hakkında bu yönde kararları olduğu vurgulanmıştır.
Şu halde, Anayasa'nın 84. maddesinin kaldırılması ve bu
kaldırmaya ilişkin gerekçe dikkate alındığında, seçme ve seçilme hakkına
aykırı, seçmen iradesini dikkate almayan, mantığı kalmamış bir yaptırımı devam
ettirmenin haklı bir yönü bulunmadığı gibi, milletvekilliğinin sona erdirilmesi
tedbirini devam ettirmenin hukuki yönü de bulunmamaktadır. Bizzat Anayasa ile,
daha önce toplumun geleceği için öngörülen yaptırım niteliğindeki tedbir, artık
ihtiyaç kalmadığına inanılarak yine Anayasa değişikliği ile kaldırıldığından,
bu yaptırımın devamını sağlayan herhangi bir hukuki dayanak ta kalmamıştır. O
nedenle, hukuki dayanaktan yoksun, bu tedbiri devam ettirmek Anayasa m. 2'de
düzenlenen hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Hukuki dayanağı kalmayan tedbir
yahut yaptırım nedeniyle, daha önce düşürülmüş milletvekilliği hakkını, yasama
süresi de henüz sona ermediğinden, kalan süre için iade etmek hukuk devleti
olmanın bir gereğidir.
Lehe olan kural uygulamasına ilişkin 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu m. 7, birinci fıkra şu şekildedir: “(1) İşlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza
verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna
göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında
güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri
hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar”.
Keza, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun “güvenlik
tedbirleri” başlığı altında düzenlenen “Belli hakları kullanmaktan yoksun
bırakılma” başlıklı 53. maddesinin 1/a fıkrası şu hükmü ihtiva etmektedir:
MADDE 53. - (1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı
hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;
a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin
üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya
Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan
kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve
hizmetlerde istihdam edilmekten, ….
Yoksun bırakılır.”
Görüldüğü gibi, işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına
mahkûmiyetin sonucu olarak güvenlik tedbiri kapsamında, Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeliğinden yoksun bırakılmak mümkündür. İşte bu şekilde, güvenlik
tedbiri olarak milletvekilliğinden yoksun bırakılma halinde, TCK m. 7, 1/a
gereğince sonradan lehe olan bir kural çıkarsa, bu şekilde hükmedilen güvenlik
tedbiri dahi, kanuni neticeleri ile birlikte kendiliğinden kalkmaktadır. Ceza
hukukunda kıyas kural olarak yapılamaz. Ancak yukarıda belirtildiği üzere,
milletvekilliğinin sona erdirilmesinde de, bir yaptırım niteliği bulunduğundan,
ceza hukukunun en temel ve evrensel ilkelerinden biri olan, lehe olan kuralın
uygulanması, burada da mümkün olmalıdır. Anayasa m. 84/son fıkranın yürürlükten
kaldırılması ile ortaya çıkan lehe durumdan, milletvekilleri Ahmet Türk ve
Aysel Tuğluk'unda yararlandırılması gereklidir.
Kaldı ki, doktrinde ileri sürüldüğü şekilde,
milletvekilliğinin sona erdirilmesi geleceğe yönelik bir tedbir olarak kabul
edilirse, tedbire karar verilmesini gerektiren şartlar sonradan değiştiği,
tedbire hükmedilmesini gerektiren kural sonradan ortadan kaldırılarak, artık
gelecek için o tedbire ihtiyaç duyulmadığı, milletvekilliğinin düşürülmesinde
gelecek için bir tehlike kalmadığı, o nedenle öngörülen tedbirin kaldırılması
ve yasama dönemi henüz sona ermediğinden, milletvekilliğinin kalan süre için
devam ettirilmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesi, siyasi parti kapatma davalarına ve bu
kapsamda milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin işlere ilk derece mahkemesi
olarak bakmaktadır. O nedenle, burada Mahkemenin yetkisi ve görevi, Anayasa'ya
uygunluk denetimi yapmak olmayıp, normal bir ilk derece mahkemesi gibi, konuya
ilişkin hukuk kurallarını uygulayıp esasa ilişkin bir karar vermektir. Anayasa
m. 84/son fıkranın yürürlükten kaldırılması ile birlikte, milletvekilliğinin
iade edilip edilemeyeceği konusunda, ortaya, olaya uygulanabilecek kuralın
belirlenmesi sorunu çıkmaktadır. Bu kapsamda, Anayasa m. 90/son fıkranın
uygulama alanı bulması ve Anayasa Mahkemesi'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini
ve konuya ilişkin Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesini uygulayarak, talepte
bulunanların, milletvekilliğinin iadesine karar vermesi gereklidir. Aksi
takdirde söz konusu sözleşmeye ve kabul edilen eki protokollere aykırı
davranılmış olunmaktadır.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, çoğunluk görüşüne
katılmıyoruz.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
KARŞIOY YAZISI
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca Demokratik Toplum
Partisi'nin kapatılması istemiyle Mahkememizde açılan davanın Anayasa ve Siyasî
Partiler Kanunu hükümlerine göre yapılan yargılaması sonunda, adı geçen
Parti'nin kapatılmasına ve beyan ve eylemleriyle Parti'nin kapatılmasına neden
olan Mardin Milletvekili Ahmet Türk ve Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk'un
milletvekilliklerinin, Anayasa'nın 84. maddesinin son fıkrası uyarınca
gerekçeli kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihte sona ermesine karar verilmiştir.
Karar, 31.12.2009 günü Resmi Gazete'de yayımlanmıştır.
Anayasa'da 5982 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikler
kapsamında, adı geçenlerin milletvekilliklerinin sona ermesinin dayanağı olan
84. madde, 12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonunda yürürlükten
kaldırılmıştır.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin
demokratik bir hukuk devleti olduğu; 6. maddesinde egemenliğin kayıtsız şatsız
Milletin olduğu, Türk Milleti'nin egemenliğini yetkili organlar eliyle
kullanacağı ve bunun hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye ve sınıfa
bırakılamayacağı; 7. maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye
Büyük Millet Meclisinin olduğu ve devredilemeyeceği belirtilmiştir.
Anayasa'nın 67. maddesinde “Vatandaşlar, kanunda
gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir
siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma … hakkına sahiptir” denilmiştir.
Anayasa'nın 76. maddesinde milletvekili seçilme yeterliliği, 77. maddesinde
Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçim dönemi, 84. maddesinde Milletvekilliğinin
düşmesi düzenlenmiştir. Bu hükümlere göre 4 yıl için seçilen bir
milletvekilinin Anayasa'da sayılan haller dışında sona erdirilmesine olanak
bulunmamaktadır.
Anayasa'nın çeşitli hükümlerine bir arada ve bütünlük
içinde bakıldığında, Anayasa koyucunun, Milli İradenin temsilcisi olarak
gördüğü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin heyet halinde görevinin aksamaksızın
devamına büyük önem atfettiği, bu nedenle milletvekili seçilenlerin ilke olarak
dönem sonuna kadar görevlerini sürdürmelerini öngördüğü anlaşılmaktadır.
Anayasa koyucu, milletvekilinin görevini sürdürmesine o denli önem vermiştir
ki, yasama dokunulmazlığını düzenleyen 83. maddede, Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün
yerine getirilmesinin üyelik sıfatının sona ermesine bırakılmasını öngörmüştür.
Anayasa'da yapılan değişiklikten sonra, adı geçen
milletvekilleri, zamanında Anayasa'ya uygun, ancak devam etmekte olan yasama
döneminin kalan kısmı yönünden Anayasal dayanak olmaksızın milletvekilliğini
kaybetmiş kişiler durumuna düşmüşlerdir. Anayasa değişikliğini yapan Millet
iradesinin, partisinin kapatılmasına neden olmayı, milletvekilliğinin düşmesi
nedeni saymama yönünde açık bir tercihi bulunduğu ortadadır. Bu durumda, her ne
kadar “sakıt olan şey avdet etmez” kuralının geçerli olacağı ileri
sürülebilirse de tali kurucu iktidar iradesi ve adı geçen milletvekillerinin
seçilmiş olduğu yasama döneminin de sona ermemiş olduğu gözetildiğinde, bu
milletvekillerinin tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisine dönebilmelerinin
demokrasi ve hakkaniyet gereği olduğu anlaşılmaktadır.
Her iki milletvekilinin hakkında verilen
milletvekilliğinin sona ermesi kararının yargılamanın iadesi yoluyla ortadan
kaldırılıp kaldırılamayacağına gelince:
Davada uygulanan 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 33. maddesinde “Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin
davalar, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle dosya
üzerinde incelenir ve karara bağlanır” denilmiştir. Kuralın amacının, maddi
gerçeği ortaya çıkarmayı amaçlayan Ceza Muhakemesi kural ve ilkelerinin parti
kapatma davalarında Parti lehine en yüksek güvenceyi sağlayacağı, bu nedenle
sanık için öngörülen her türlü güvencelerin ve ceza usul müesseselerinin parti
için de uygulanabilir olduğu ölçüde “mutatis mutandis” uygulanması
olduğu açıktır. Buna göre ceza yargılamasının örneğin otopsi, keşif, örgütlü
suçlar için öngörülen iletişimin kaydı vb. hükümleri siyasi partiler hakkında
uygulanmayacak, ancak yargılamanın yenilenmesi müessesesi “mutatis mutandis”
uygulanacaktır.
Yargılamanın yenilenmesi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 311. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin (1) numaralı fıkrasının (e)
bendinde, “Yeni olaylar veya deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına
veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın
beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile
mahkum edilmesini gerektirecek nitelikte olursa” yargılamanın yenileneceği
öngörülmüştür.
Bir ceza yargılamasının hükümlüsü hakkında getirilen bu
kuralın siyasi parti kapatma davalarında bire bir örtüşmesini beklemek esasen abestir.
Yapılması gereken, böyle bir kuralın ceza hukuku anlamında sanık/hükümlü
konumunda bulunmayan siyasi parti ve ona mensup milletvekilleri hakkında
uygulanmasına açıkça engel başka bir kuralın bulunup bulunmadığına bakmak ve
açıkça engel bir başka kural yoksa, bu kuralı uygulamaktır. Siyasi parti
kapatma davalarının ceza davası niteliğinde olup olmadığı yolundaki doktrinde
tartışmalı olan görüşlerden bir tanesine itibar ederek, olayın ceza yargılaması
olmadığı görüşünden hareketle ceza hukukunun sanık (olayda parti) lehine
hükümlerini uygulamaktan kaçınmak, evrensel yorum kurallarıyla bağdaşmaz.
Davanın niteliği ne olursa olsun, ceza yargılaması hükümlerinin uygulanmasını
öngören 2949 sayılı Kanun'un 33. maddesi açıktır. Açık bir yasa hükmünün mevcudiyetine
rağmen doktrinde ihtilaflı görüşlere ve yoruma dayanarak farklı bir sonuca
gidilemez.
Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılmasına ilişkin
kararın, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un milletvekilliklerinin sona ermesi
yönünden yargılamanın yenilenmesi müessesesinin esasları uygulanmak suretiyle
kaldırılması gerekirken istemin reddine karar verilmesine katılmıyorum.
|
|
|
|
Başkanvekili
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Anayasa Mahkemesi'nin 11.12.2009 günlü E:2007/1 (Siyasi
Parti Kapatma), E: 2009/4 sayılı kararıyla, Demokratik Toplum Partisi'nin
kapatılmasına; beyan ve eylemleriyle Parti'nin kapatılmasına neden olan Ahmet
TÜRK ve Aysel TUĞLUK'un milletvekilliklerinin Anayasa'nın 84. maddesinin son
fıkrası uyarınca gerekçeli kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihte sona
ermesine karar verilmiş, bu karar, 31.12.2009 günlü, 27449 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanarak TBMM Başkanlığı tarafından 5.1.2010 tarihli 43.
Birleşimde Genel Kurul'un bilgisine sunulmuştur.
12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylamasıyla kabul edilen
7.5.2010 günlü 5982 sayılı Anayasa değişikliği ile Anayasa'nın 84. maddesinin
son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK, Anayasa'da yapılan
değişiklikle milletvekilliklerinin düşmesine neden olan kuralın, yürürlükten
kaldırıldığını ileri sürerek TBMM Başkanlığına yaptıkları başvuru ile
milletvekilliklerinin devamına karar verilmesini istemişler, ancak talepleri
Başkanlık'ça yapılabilecek bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
Bunun üzerine aynı istemle Anayasa Mahkemesine başvurmuşlardır. Söz konusu
istemin karara bağlanabilmesi için öncelikle kapatılma davalarının hukuki
niteliğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda 1995 yılından itibaren
istikrar kazanan görüşlerini yansıtan Refah Partisi kararında da belirtildiği
gibi;
“… Anayasa'nın “Siyasi partilerin uyacakları esaslar”ı
belirleyen 69. maddesinin dördüncü fıkrasında, “Siyasi partilerin kapatılması,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi'nce
kesin olarak karara bağlanır” denilmiş, hangi hallerde siyasi partilerin
kapatılmasına karar verilebileceği de diğer fıkralarda ayrıntılı olarak
düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun'un, 4280 sayılı Yasa ile değiştirilen 33. maddesinde ise “Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı tarafından açılan siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalar,
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde
incelenir ve karara bağlanır” kuralına yer verilmiştir.
Bu düzenleme biçimi, yasa koyucunun siyasi partilerin
yasaya aykırı eylemlerinin kapatılma yaptırımına bağlanmasını ceza hukuku
ilkelerine daha yakın bulduğunu göstermektedir. Ancak, ceza davalarında, ceza
yargılamasına özgü kurallarının uygulanması doğal olduğuna göre, parti kapatma
davalarında özellikle aynı usulün uygulanacağının belirtilmesine gerek
duyulması, bu davaların geleneksel anlamda bir ceza davası olmadığını ortaya
koymaktadır. Bununla birlikte, yasaların yaptırım öngördüğü hallerde, konunun temel
hak ve özgürlüklerle yakın ilgisi nedeniyle yasak eylemlerin ve bunlara
uygulanacak yaptırımların yasalarla belirlenmesi gibi temel ilkelerin göz
önünde bulundurulması da Anayasal bir zorunluluktur.”
Öte yandan, öğreti ve içtihatlarda, hukuka aykırı
eylemleriyle sınırları Anayasa ile belirlenmiş demokratik düzen için açık ve
yakın tehlike oluşturan siyasi partilerin kapatılmalarının, demokrasinin devamı
ve kendisini koruyabilmesi için alınması zorunlu bir önlem olduğu kabul
edilmektedir.
Siyasi Parti Kapatma davalarının, Anayasa Mahkemesi
kararlarında, klasik bir ceza davası olarak nitelendirilmemesi, bu davalar
sonucunda verilen yasaklama kararlarının, bir yaptırım olduğu gerçeğini ortadan
kaldırmamaktadır. Bu nedenle 2949 sayılı Yasa gereği Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
uygulandığı Siyasi Parti Kapatma davalarında, ceza hukukunun genel ilkelerinin
dikkate alınmamasının hukuki bir dayanağı yoktur. Yasaların, özgürlük
alanlarını genişletici biçimde yorumlanmasının, demokratik yaşamın daha ileri
bir noktaya taşınmasını da sağlayacağı açıktır. Bu bağlamda, her yaptırımın
doğal olarak bir hak yoksunluğuna yol açtığı gözetilerek, lehe olan
değişikliklerin uygulanması gerekir.
Türk Ceza Kanunu'nun 7. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında, “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan
yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun
uygulanır ve infaz olunur” denilmektedir. “Lehe kanun uygulaması”, yalnız ceza
yasalarında değil hukukun genel ilkeleri arasında da yer alan evrensel bir
ilkedir. Ceza uygulamalarının temel hak ve özgürlüklerle olan yakın ilgisi, bu
ilkenin yaşamsal bir değer kazanmasına yol açmıştır.
5982 sayılı Yasa ile Anayasa'nın 84. maddesinin, Ahmet
TÜRK ve Aysel TUĞLUK'un milletvekilliklerinin sona erdirilmesine neden olan
beşinci fıkrası yürürlükten kaldırıldığından, lehe olan kanunun uygulanmasıyla
aynı yasama döneminin devamı süresince milletvekilliği sıfatını yeniden
kazanmalarına karar verilmesi gerekmektedir. Kapatma kararına bağlı olarak daha
önce kaybedilen milletvekilliği statüsünün, lehe olan kanunun yürürlüğe
girmesiyle kendiliğinden kazanılması olanaklı değilse de yargı kararıyla geri
verilmesine bir engel bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK'un lehe
kanun uygulamasından yararlandırılmaları yolundaki istemlerinin kabulü gerektiği
düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
EK GEREKÇE
İnfaz edilmiş kararların etkisiz kılınması, yargı
kararlarına ve yargı organlarına olan güven duygusunu sarsacak nitelikte olup,
bir hukuk devletinde böyle bir durumun geçerli olması düşünülemez. Bu husus,
mahkeme kararlarının “kesin hüküm” niteliği ile de bağdaşmamaktadır. Bilindiği
üzere “kesin hüküm”, hukuki bir ihtilafın yargı yerlerince kesin olarak karar
bağlanmasından sonra dava sonucunun taraflar bakımından bağlayıcı olması
anlamını taşımakta ve kesinleşmiş mahkeme kararına konu olan ihtilafın, bir
başka davaya konu edilerek yargı yerlerinde yeniden görülmesine engel
oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, yasalarda meydana gelen değişikliklerin,
aynı konuda daha önce yargı yerlerince verilen ve kesinleşerek infaz edilen
kararların etkisiz kılınması sonucuna yol açabileceğinin kabulü olanaklı
değildir. Aksi düşünce, kesin hükme ve bundan beklenen hukuki yarara bağlı
olarak hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturacaktır.
Belirtilen nedenlerle, Anayasanın 84. maddesinde yapılan
değişiklik, infaz edilerek başvurucuların milletvekilliklerinin sona ermesine
neden olan ve kesin hüküm niteliği taşıyan Anayasa Mahkemesi kararını etkisiz
kılacak nitelikte bulunmadığı gibi sona eren milletvekilliği statüsünün yeniden
kazanılması için yeterli olmadığından, başvurunun bu gerekçeyle de reddi
gerekmektedir.