ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:2003/2 (Değişik
İşler)
Karar Sayısı:2008/3
Karar Günü:8.1.2008
R.G.
Tarih-Sayı:03.06.2008-26895
İSTEMDE BULUNANLAR :
Kapatılan Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP) Genel Başkanı Mevlüt İlik
VEKİLİ : Av. Hasip
Kaplan
KARŞI TARAF :
Kamu Adına Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
I- İSTEMİN KONUSU
Kapatılan Özgürlük ve Demokrasi Partisi'nin Genel Başkanı
Mevlüt İlik vekili Av. Hasip Kaplan tarafından sunulan 7.3.2003 günlü dilekçe
ile, Anayasa Mahkemesi'nin 23.11.1993 gün ve 1993/1 Esas (Siyasî Parti
Kapatma), 1993/2 Karar sayılı Özgürlük ve Demokrasi Partisi'nin kapatılmasına
ilişkin olarak verdiği karara karşı yargılamanın yenilenmesi isteminin kabulü
ile, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan parti kapatma davasının reddine
karar verilmesi istemidir.
II- OLAY
Kapatılan Özgürlük ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı
vekili Av. Hasip Kaplan tarafından sunulan 7.3.2003 günlü dilekçe üzerine
Anayasa Mahkemesi, 18.3.2003 tarihinde yaptığı inceleme sonucunda, dilekçe ve
eklerinin Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 31. maddesi gereğince Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilerek bu konuda düşünce istenmesine karar
verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının görüşü alındıktan sonra
Anayasa Mahkemesi, Özgürlük ve Demokrasi Partisi'nin yargılamanın yenilenmesi
talebiyle ilgili olarak 2.3.2007 tarihli toplantıda, “Kapatılan Özgürlük ve
Demokrasi Partisi hakkındaki davanın 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi
uyarınca yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülmesi isteminin, aynı
Yasa'nın 318. maddesi uyarınca KABULE DEĞER OLDUĞUNA, Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA”, karar vermiştir. Aynı oturumda alınan kararlara
göre, 5271 sayılı Yasa'nın 319. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince, bir
diyecekleri varsa yedi gün içinde bildirmeleri için karar örneği istemde
bulunan vekili ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na tebliğ edilmiş; Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi'nin, 23885/94 sayılı başvurulara ilişkin 8 Aralık 1999
günlü kararının aslı ile Türkçe tercümesinin onaylı bir örneği Dışişleri
Bakanlığı'ndan istenmiştir.
İstemde bulunan vekili Av. Hasip Kaplan 4.4.2007 günlü
mazeret dilekçesinde, Cumhuriyet Başsavcılığının diyecekleriyle Dışişleri
Bakanlığından istenen karar çevirisi kendilerine tebliğ edildikten sonra
diyeceklerini bildirmek üzere makul bir süre verilmesi ve duruşma yapılarak
yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 13.3.2007 günlü
yazısında, “ÖZDEP'nin kapatılması istemiyle dava açıldığı tarihte var olan,
bugün de yoğunlaşarak sürdürdüğü şiddet eylemleri ile Ulusal sınırlarımız
içindeki bir bölgenin koparılması nihai hedefi için silahlı mücadele veren
etnik kökenli PKK'nın terör örgütü olduğu tüm ülkeler tarafından kabul
edilmiştir. Teröre cesaret verici her düşünce ve oluşumun ne ulusal ne de
uluslar arası hukuk düzeninde koruma görmeyeceği açıktır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 8.12.1999 günlü kararının
46 ncı paragrafında Mahkeme'nin ‘başta terörizm ile ilgili olmak üzere,
huzurunda bulunan davaların tarihçesini dikkate almakta olduğunu' belirtmesine
rağmen, kapatma davasının açıldığı tarihte var olup, halen dozu artarak devam
etmekte olan şiddet ve teröre zemin hazırlayan fikriyat ve manevi destek
anlamındaki yansımaları önemi oranında irdelenmemiş, hatta göz ardı edilmiş,
böylece eksik değerlendirme ile karara varılmıştır. Bu itibarla ÖZDEP'in
kapatılması radikal bir tedbir olmayıp, haklı, demokratik toplumda gerekli ve
orantılı tedbir olarak ortaya çıkmaktadır”
denilmek suretiyle ÖZDEP'nin kapatma kararının onanması görüşünde oldukları
belirtilmiştir.
III- İNCELEME
Yargılamanın yenilenmesi istemini içeren dilekçeler,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın istemle ilgili görüşleri, konuya ilişkin
rapor, ilgili Anayasa ve Yasa kuralları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
8.12.1999 günlü kararı ile diğer belgeler okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
Anayasa Mahkemesi'nin 23.11. 1993 gün ve E.1993/1 (Siyasî
Parti Kapatma), K.1993/2 sayılı kararının gerekçesinin ilgili bölümleri
şöyledir;
“ÖZDEP
Programında her ne kadar “kardeşlik” ve “birlik” sözcüklerini sık sık
kullanmaktaysa da bunu gerçek amacını gizlemek için yaptığı anlaşılmaktadır.
Davalı partinin programı vatandaşlar arasında kin, husumet ve ayrılık duyguları
yaratmaktadır. Zira Parti programı Türk Ulusunun bütünlüğünü ırka dayalı bir
görüşle Türk ve Kürt olarak ikiye ayırmayı öngörmektedir. Bu tür program
hükümlerinin ülke ve millet bütünlüğünü yıkmayı amaçladığı açıktır.
Demokratik
siyasal yaşamın vazgeçilmez ögesi olan siyasal partiler demokrasiye ters düşen,
demokrasiyle bağdaşmayan, demokrasiyi güçsüz ve etkisiz düşürecek, toplumsal
barışı yıkacak program düzenleyemez ve eylemlerde bulunamazlar. Hiçbir ayrılık
bulunmayan ulusun içinde azınlık oluşturarak ülkeyi bölmek, bu amaçla
tartışmalı etnik köken ayrımını kışkırtarak silahlı ayaklanmaya çağırmak,
ulusun bireylerini, bölge halklarını biribirine düşman edip kıydırmayı uygun
bulmak, bir öneri ve çözüm değil, devleti yıkmaya yönelik bir planın
uygulanması ve çözümsüzlüktür. Sorunlar yaratılarak çözüm üretilemez. Kimi
etnik grupları ulus yapısı içinden, çoğunluktan azınlığa indirmek toplumsal
barışı yıkar. Bu yolla azınlıklar körüklenecek, terörün şiddeti artırılacaktır.
Uluslararası norm, silahla, şiddetle hak arama yollarına kesinlikle kapalıdır.
ÖZDEP, Kürt kökenli yurttaşları asılsız ve dayanıksız sav ve suçlamalarla
kargaşa ve iç savaş çıkarmaya kışkırtmış, ayaklanma için demokratik hoşgörünün
sınırlarını zorlamıştır. Demokrasi, demokratik hak ve özgürlüklerden
yararlanarak yıkılamaz. Hakkı ve özgürlüğü kötüye kullanmaya engel olmak
devletin görevidir. Hele bir siyasal parti, şiddet ve terörü kışkırtarak gizli
bir amacı gerçekleştirmek istiyorsa, buna olanak verilemez. Partilerin de
yapamayacakları şeyler vardır ve bunların başında devletin varlığı, ülkenin ve
ulusun birliği gelir. Kendisini saldırılara karşı koruyan devleti içerden
yıkmak isteyen teröre hiç bir hukuk düzeni meşruiyet tanıyamaz. Teröre karışan
ve ona destek verip ondan destek alan bir siyasî partinin varlığını sürdürmesi
düşünülemez.
Davalı
Partinin programında Türk ve Kürt ulusları biçiminde bir ayırımın yapılması ve
Kürt halkının kendi kaderini belirleme hakkını özgür iradesiyle kullanması; bir
başka deyişle, ülkede yaşayan ve Kürt olarak ayırdıkları bir kısım yurttaşların
Türkiye Cumhuriyetinden kopmasının amaçlanması Siyasî Partiler Yasası'nın 78.
maddesinin (a) bendinde söz konusu olan “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğü” ilkesine açıkça aykırıdır.
Bu
konuda özenle üzerinde durulması gereken husus daha önce belirtildiği gibi bu
yöndeki yasal düzenlemelerin amacı ülkedeki etnik farklılıkların ve bunların
dil ve kültürlerinin yasaklanması değildir. Çeşitli etnik kökenlerden gelen
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, kendi dil ve kültürlerine sahiptirler. Ancak
bin yıldır birlikte yaşamış, dini, gelenek ve görenekleri aynı, birbirinden
ayrılması ve koparılması olanaksız ortak kültürleri ve yaşamları olan bir
topluluğu ırk temeline dayanan düşüncelerle ayrıma bağlı tutmak ve hepsini
kapsayan ortak ulusal kültürü ve kimliği yadsımak Siyasî Partiler Yasası'nın
78. ve 81. maddelerin (a) bendlerine aykırıdır. Yasaklanan, kültürel
farklılıkların ve zenginliğin belirtilmesi olmayıp, bunların Türkiye
Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak, ulus bütünlüğünün bozulması
ve buna bağlı olarak yeni bir devlet düzeninin kurulması amacıyla
kullanılmasıdır.
Programın,
partinin ulusal ve dinsel azınlıkların demokratik ve özgür bir ortamda kendi
dil ve kültürlerini geliştirmeleri için tüm olanakların sağlanacağı biçimindeki
düzenleme de ulusal azınlıkların varlıklarının kabul edildiklerini
göstermektedir. Yine programda yargılamada ve eğitimde ana dilin esas alınacağı
öngörülmektedir. Bunlar programdaki diğer düzenlemelerle birlikte ele
alındığında Siyasî Partiler Yasası'nın 81. maddesinin (b) bendinde yasaklanan,
Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek
veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak
ulus bütünlüğünün bozulması amacını gütme anlamını taşımaktadır. Bir başka
deyişle program, Türk dili veya kültürü dışındaki dil ve kültürleri korumak,
geliştirmek veya yaymak yoluyla bir bölüm vatandaşın farklı bir ulustan
oldukları, bir azınlığa mensup bulundukları ileri sürülerek azınlık ya da ayrı
bir ulus olmanın gerektirdiği haklardan yararlanmaları biçiminde bir düşünce
içermektedir.
Sonuç
olarak, ÖZDEP, Programındaki anlatımlarla, Türkiye'de hukuksal ve siyasal
yönden ırka dayalı bir Türk Ulusu kavramı ya da etnik kökene göre çoğunluk ve
azınlık kavramları olmamasına karşın, farklı etnik ve soy kökenlerinden gelen
bütün vatandaşların eşit haklarla yer aldığı Türk Ulusunu ırk esasına dayalı
olarak “Türk ve Kürt Ulusları” biçiminde ikiye bölmüş, ezilen bir halk olarak
nitelediği Kürtlere ayrı bir ulus olarak kendi kaderlerini tayin etme hakkını
verme amacına yönelik Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozucu
bir konuma düşmüş ve bu bağlamda yine bölücülüğe yönelik olarak yargılamanın ve
eğitimin ana dille yapılmasına da programında yer vermiştir. Böylece Siyasî
Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendi ve aynı Yasa'nın 81. maddesinin
(a) ve (b) bentlerine aykırı davranılmıştır.
…
Diyanet
İşleri Başkanlığı, dinsel bir örgüt değil, Anayasa'nın 136. maddesinde
öngörüldüğü üzere genel idare içinde yer almış yönetsel bir örgüt durumundadır.
Bu örgüte bağlı kişiler de 136. maddede sözü geçen özel yasa gereğince memur
niteliğinde sayılmışlardır.
Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın Anayasa'da yer alması ve görevlilerinin memur
sayılmasının, ülke koşullarıyla gereksinmelerinin doğurduğu bir zorunluluk
sonucu olduğunda kuşku yoktur. Anayasa'nın 136. maddesinin gerekçesinde
“Cumhuriyetin hemen başlangıcından itibaren, genel idare içinde yer alan
Diyanet İşleri Başkanlığının yine aynı statüye bağlı kalması yerinde
görülmüştür.”, 1961 Anayasası'nın aynı kuralı içeren 154. maddenin gerekçesinde
ise “Dinî inanç ve kanaat hürriyetini, temel hak ve hürriyetler arasında ilân
eden, ibadet ve dinî törenlerin serbestisini teminat altına alan Anayasa'da
sosyal bir müessese olarak dinin taşıdığı önem bakımından, Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın bugüne kadar olduğu gibi genel idare içinde yer alması tabiî ve
zarurî görülmüştür. Bu sebeple tasarının ek 2. maddesinde sevkedilen hüküm,
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın özel kanunundaki görevleri yerine getireceği
esasını muhafaza etmektedir.” denilmektedir.
Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın Anayasa'da yer alması hususu din hizmetleri denetiminin
Devletçe yürütülmesi, din işlerinde çalışacak kimselerin yetenekli olarak
yetiştirilmesi yoluyla dinî taassubun önlenmesi, ahlâkın ve dinin toplum için
manevî bir disiplin durumuna gelmesi ve böylece değişik dinlerdeki tüm
inananları ve inanmayanlarıyla Türk Ulusu'nun çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi
ana ereğinin gerçekleştirilmesi nedenleri yanında, çoğunluğun müslüman olduğu
ülkemizde, dinî gereksinimlerin karşılanabilmesi için din hizmetleri görecek
kişilerin, mabetlerin ve başka maddî gereksinimlerinin sağlanması, onarım ve
bakımları gibi konulara da katkısı olması nedenlerine dayanmaktadır. Devletin
her toplumsal kurumda olduğu gibi, toplumun dinî gereksinmelerine yardım
etmesinin Anayasa'da yer alan ve nitelikleri açıklanan lâiklik esaslarına aykırı
bir yanı bulunmadığı gibi Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Anayasa'da yer
almasının da yukarıda açıklanan nedenlere dayanması karşısında, lâiklik
ilkesine aykırı düştüğü kabûl edilemez. Yine bu nedenlerle Devletin bu alandaki
yardımı ve Diyanet İşleri Kuruluşu görevlilerinin memur sayılması, Devletin din
işlerini yürüttüğü anlamına gelmeyip, ülke koşullarının zorunlu kıldığı
durumlara uygun bir çözüm yolu bulmak amaç ve anlamını taşımaktadır. Kaldıki
Anayasa'nın 136. maddesinde Başkanlığın işleri, “lâiklik ilkesi
doğrultusunda...” belirlemesiyle uygunluk temelde vurgulanmıştır.
Bu
nedenlerle Anayasa'da genel idare içinde varlığı öngörülen Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın görevlerini ortadan kaldırmak ve bu yolla bu kurumun hukuksal
varlığına son vermek özellikle siyasî partiler yönünden 2820 sayılı Yasa'nın
89. maddesine aykırıdır.
… belirtilen nedenlerle Siyasî Partiler Yasası'nın
Dördüncü Kısmında yer alan hükümlerine aykırı davrandığı saptandığından aynı
Yasa'nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince kapatılması gerekir.” gerekçesiyle
Anayasa Mahkemesi,
“1- Özgürlük ve Demokrasi Partisi programının, Anayasa
ile Siyasî Partiler Yasası'na aykırı olduğuna ve 2820 sayılı Yasa'nın 101.
maddesinin (a) bendi gereğince davalı Parti'nin kapatılmasına,
2- Davalı Parti'nin tüm mallarının 2820 sayılı Yasa'nın
107. maddesi uyarınca Hazine'ye geçmesine, OYBİRLİĞİYLE” karar vermiştir.
Kapatılan Özgürlük ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı
Mevlüt İlik ÖZDEP'nin kapatılmasının İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya
Dair Avrupa Sözleşmesi'nin 9., 10., 11. ve 14. maddelerinin ihlal edildiği
iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna başvurmuşlardır.
Komisyon Mahkeme'den Sözleşme'nin 11. maddesinin ihlal
edilip edilmediğine ilişkin bir karar verilmesini talep etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 8.12.1999 günlü, 23885/94
sayılı kararla, Özgürlük ve Demokrasi Partisi'nin kapatılmasının Sözleşme'nin
11. maddesinin ihlali niteliğinde olduğuna, 9., 10. ve 14. maddelerin ihlaline
ilişkin ayrı bir incelemeye gerek olmadığına oybirliği ile karar vermiştir.
Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“37.
Mahkeme, kendi bağımsız rolüne ve başvurunun özel şartlarına rağmen, 11.
Maddenin de 10. Maddenin ışığında değerlendirilmesi gerektiğini tekrarlamıştır.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün korunması, Madde 11'de belirtilen toplantı yapma
ve dernek kurma özgürlüklerinin amaçlarından biridir. Bunlar özellikle
demokrasinin çoksesliliğinin ve düzgün işleyişinin sağlanması açısından siyasi
partilerin temel görevleri için geçerlidir.
Mahkeme
tarafından daha önce de bir çok kez belirtildiği üzere, çokseslilik olmaksızın
demokrasi olamaz. Bu nedenle, 10. Madde kapsamında belirtilen haliyle ifade
özgürlüğü 2. paragrafa tabi olarak, sadece lehte alınanlar veya zararsız veya
kayıtsız olanlar için değil, aynı zamanda kırıcı, şok ve rahatsız edici “bilgi”
ve fikirler” için de geçerlidir.
Faaliyetlerinin,
ifade özgürlüğünün topluca kullanımına ilişkin bir bölüm teşkil etmesi
nedeniyle siyasi partiler, Sözleşme'nin 10. Madde ve 11. Maddesinin korunmasını
isteme haklarına sahiptir (bkz., yukarıda anılan Türkiye Birleşik Komünist
Partisi ve Diğerleri Kararı, ss. 20-21, 42-43. Madde).
38.
Mevcut davada, ilk olarak Anayasa
Mahkemesinin 14 Temmuz 1993 tarihli ÖZDEP'i kapama kararında belirtilen
gerekçeler, Anayasa ve siyasi partilerin kuruluşuna ilişkin kanunun 78(a) ve
(81) (a) ve (b) bölümlerinin ihlal edilmesi suretiyle, Devletin bölünmez
bütünlüğüne ve ulusun birliğine zarar verme olarak gösterilmiştir. Anayasa
Mahkemesinin kanaatine göre program, Türkiye'de kendine özgü bir kültürü ve
dili olan ayrı bir Kürt halkının mevcut olduğu varsayımına dayanmıştır. Programda
Kürtler, demokratik hakları tamamen göz ardı edilen ezilen insanlar olarak
sunulmuştur. ÖZDEP, Kürtler için kendi kaderini tayin etme hakkını
istemiş “bağımsızlık savaşı” haklarını desteklemiştir. Görüşü terör örgütü ile
aynıdır ve kendi içinde bir isyana teşvik etmektedir. Bu da kapatılmayı haklı
kılmıştır.
Ayrıca,
Anayasa Mahkemesi, programında Hükümet'in Diyanet İşleri Başkanlığı'nın (dini
işlerin dini kurumların kendi kontrolü altında olması gerektiği gerekçesi ile)
kaldırılmasını savunarak, ÖZDEP'in laiklik ilkesini yıkmaya çalıştığını
düşünmüştür. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, siyasi partilerin kurulmasına
ilişkin Kanunun 89. bölümünün ihlal edildiğini kabul etmiştir.
39. Bu etkenlerin ışığı altında Mahkeme söz konusu
alıntıların içeriğini dikkate almalı ve ÖZDEP'in kapatılması için haklı
sebep teşkil edip etmediğini tespit etmelidir.
Birinci
hususa ilişkin olarak, Mahkeme araştırmasını yaparken birinci görevinin kendi
görüşlerini ilgili ulusal yetkililerin görüşlerinin yerine koymak değil, anılan
yetkililerin inisiyatifleri doğrultusunda verdikleri kararların 11. Madde
kapsamında incelenmesi olduğunu yinelemektedir. Bunu yaparken de, Mahkeme
özellikle ulusal yetkililerin kararlarını ilgili olayların kabul edilebilir
şekilde değerlendirmelere dayandırdığından emin olmalıdır (bkz., yukarıda
anılan Sosyalist Parti ve Diğerleri kararı, s. 1256, Madde 44).
40. ÖZDEP'in programının incelenmesi üzerine, Mahkeme
şiddet kullanımı, bir isyan veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik herhangi bir çağrı tespit edememiştir. Bu, Mahkeme'nin
kanaatine göre dikkat edilmesi gereken önemli bir husustur (bkz., 8 Temmuz 1999
tarihli Okçuoğlu – Türkiye Kararı, Raporlar 1999, s. …, madde 48). Bunun
aksine, program içinde önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik
kurallara uyulması gerektiği vurgulanmıştır. Diğer hususların yanı sıra, ÖZDEP'in
“genel seçim hakkına sahip şahıslar tarafından seçilen temsilcilerden oluşan
bir demokratik meclisin oluşturulmasını teklif etmekte” ve “Kürt sorununa Nihai
Helsinki Senedi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi gibi uluslararası sözleşmelere harfiyen riayet eden barışçı ve
demokratik bir çözümü savunduğunu” belirtmektedir (bkz. yukarıdaki 8.
paragraf).
Ancak
Hükümet, “ÖZDEP'in “ÖZDEP halkların bağımsızlık ve özgürlük için
verdiği haklı ve meşru mücadelede halkları desteklemektedir. Bu mücadelede
halkların yanındadır.” ifadesi ile silahlı mücadeleyi açıkça desteklediği”
kanaatindedir”
Mahkemenin
anılan ifadenin ÖZDEP'in belli siyasi taleplerde bulunduğunu düşünmesine
rağmen, anılan ifadede halkı şiddet kullanmaya, demokrasi kurallarını çiğnemeye
teşvik edecek herhangi bir husus tespit edememiştir. Bu açıdan ilgili bölüm,
Avrupa Konseyi'nin üye devletlerinde siyasi açıdan etkin olan diğer kurumların
programlarında bulunan bölümlerden ayırt eden herhangi bir husus
içermemektedir.
41. Anayasa Mahkemesi ayrıca ÖZDEP'i programında
“Kürtler ve Türkler” olmak üzere iki ulusun belirtilmesi ve Türk ulusunun
birliği ve Türk Devletinin toprak bütünlüğüne zarar verecek şekilde
azınlıkların mevcudiyetine ve bunların kendi kaderini tayin etme haklarına
gönderme yapma konusunda da eleştirmiştir.
Mahkeme,
söz konusu metinler birlikte ele alındıklarında, temelde - demokratik kurallar
çerçevesinde - “Türk ve Kürt halklarını kapsayan bir sosyal düzen” kurmak olan
bir siyasi projeyi amaçladığını belirtmektedir. Programın başka yerlerinde
“Özgürlük ve Demokrasi Partisi ülkenin kuruluşuna katılmış olan Kürt ve Türk
halklarının gönüllü birliği için kampanya başlatmaktadır” ibaresi
kullanılmıştır. ÖZDEP'in programında ayrıca “ulusal ve dini
azınlıkların” kendi kaderini tayin etme hakkına gönderme yaptığı doğrudur;
ancak bağlam içinde ele alındığında, bu kelimeler insanları Türkiye'den
ayrılmaya teşvik amacına değil, teklif edilen siyasi projenin Kürtlerin özgür
irade ile, demokratik şekilde ifade edilen izni ile desteklenmesinin
gerektiğinin vurgulanmasına yöneliktir.
Mahkeme,
anılan siyasi projenin Türkiye Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapıları ile uyumlu
olmamasının demokratik kuralları ihlal etmediği görüşündedir. Demokrasi
açısından herhangi bir zarara sebebiyet vermemesi kaydıyla, bir Devletin mevcut
düzenleme şeklini sorgulayanlar da dahil olmak üzere, çeşitli projelerin
önerilmesi ve görüşülmesi demokrasinin temel unsurlarındandır (bkz. yukarıda
anılan Sosyalist Parti ve Diğerleri kararı, s. 1257, Madde 47). Aynı husus, ÖZDEP'in
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kaldırılmasına ilişkin teklifleri için de
geçerlidir.
42. Söz konusu bölümlerin halkça benimsenenden daha farklı
bir siyasi tasarım içermediğini söylemek imkansızdır. Ancak, aksine işaret eden
başka bir somut eylem olmadığında, “ÖZDEP'in programının gerçekliğine
ilişkin şüphe duyulması için herhangi bir neden mevcut değildir. Bu nedenle, ÖZDEP
sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırılmıştır.
43. Mahkeme yukarıda anılan hususların ışığı altında, ÖZDEP'in
kapatılmasının demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığının bir başka
deyişle, bir “zorunlu sosyal gereksinimi” karşılayıp karşılamadığı veya
“amaçlanan meşru hedef ile orantılı” olup olmadığını tespit etmek durumundadır
(bkz. yukarıda anılan Sosyalist Parti ve Diğerleri kararı, s. 1258, Madde 49).
44. Demokrasinin düzgün şekilde işlemesine ilişkin siyasi
partilerin önemli rolü açısından (bkz. yukarıda anılan Türkiye Birleşik
Komünist Partisi ve Diğerleri kararı, s. 17, madde 25), siyasi partiler söz
konusu olduğunda, 11. Madde kapsamında belirtilen istisnalara harfiyen uyulması
gerekmektedir; anılan partilerin dernek kurma özgürlüğüne ilişkin sınırlamaları
sadece inandırıcı ve zorunlu nedenler haklı kılacaktır. 11. Maddenin 2. fıkrası
anlamında bir gerekliliğin mevcut olup olmadığının tespitinde Akit Devletler, sadece
sınırlı bir takdir marjına sahip olup, bu da bağımsız mahkemeler tarafından
verilenler de dahil olmak üzere, tabi olduğu kanun ve kararları kapsayan Avrupa
denetimi ile paralel gitmektedir (a.g.e. s. 22, Madde 46).
Ayrıca,
Mahkeme daha önceden demokrasinin başlıca özelliklerinden birinin, yıldırıcı
olanlar da dahil olmak üzere, bir ülkenin sorunlarının şiddete başvurulmaksızın
diyalog içinde çözümlenmesi için fırsat sağladığına karar vermiştir. Demokrasi
ifade özgürlüğü ile gelişmektedir. Bu açıdan, Devlet nüfusunun bir kısmının
durumunun alenen görüşülmesini istemesi ve demokratik kurallara uygun olarak
ilgili herkesi hoşnut edecek çözümleri bulmak üzere ulusun siyasi hayatına
katılmak istemesi nedeniyle bir siyasi grubun engellenmesi için herhangi bir
meşru sebep bulunmamaktadır (bkz. yukarıda anılan Sosyalist Parti ve Diğerleri
kararı, s. 1256, 45. madde).
45.
Mahkeme, mevcut davada söz konusu
müdahalenin radikal olduğuna işaret etmektedir: ÖZDEP derhal yürürlüğe
girmek üzere temelli kapatılmış, aktifleri tasfiye edilerek kanunen Hazineye
devredilmiş ve yöneticileri benzeri siyasi faaliyetlerden men edilmiştir.
Anılan sıkı önlemler ancak en ciddi davalarda uygulanabilecek türdendir.
46. Mahkeme ÖZDEP'in programındaki ilgili bölümlerin,
eleştiri ve talepleri dile getirmek suretiyle, bu açıdan demokrasi ilkeleri ve
kurallarına uygunluğun sorgulanmasını gerektirmediğine ilişkin görüşünü daha
önce bildirmiştir.
Mahkeme,
başta terörizm ile ilgili mücadele olmak üzere, huzurunda bulunan davaların
tarihçesini dikkate almaktadır (bkz. yukarıda belirtilen Türkiye Birleşik
Komünist Partisi ve Diğerleri Kararı, s. 27, Madde 59). Bu bağlamda Hükümet, ÖZDEP'in
Türkiye'de terörizmden kaynaklanan sorumlulukta pay sahibi olduğunu
belirtmiştir (bkz. yukarıdaki 35. paragraf). Ancak Hükümet, ÖZDEP'in
herhangi bir önemli faaliyet yapmak için çok kısıtlı bir zaman içinde anılan
durumun nasıl oluştuğunu açıklamakta başarısız olmuştur. Parti 19 Ekim 1992
tarihinde kurulmuş ve kapatılması için birinci başvuru 29 Ocak 1993 tarihinde
yapılmış ve ilk olarak 30 Nisan 1993 tarihinde kurucu üyelerinin kararı ile
kapatılmış ve sonrasında 14 Temmuz 1993 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından
kapatılmıştır. Olası herhangi bir tehlike olsa olsa ÖZDEP'in
programından kaynaklanacak olup, burada da Hükümet, demokrasi ve barışçıl
çözümlere olan bağlılıklarına rağmen ÖZDEP'in programındaki söz konusu
bölümlerin Türkiye'deki terörizmi körüklediğini ikna edici şekilde
açıklayamamıştır.
47. Yukarıda anılan bulgular açısından, ilgili bölümlerin
yazarının Sözleşme içinde bulunan hakları ve özgürlüklerin yok edilmesine
yönelik faaliyette bulunma veya eylemleri gerçekleştirmek üzere Sözleşme'ye
dayalı olarak hareket ettiğini belirten herhangi bir husus bulunmadığından 17.
Maddenin dikkate alınması gerekmemektedir. (bkz., ilgili değişiklikleri ile birlikte
yukarıda anılan Sosyalist Parti ve diğerleri kararı, s. 1259, Madde 53).
48. Sonuç olarak ÖZDEP'in kapatılması amaçlanan hedef
açısından orantısız olup, dolayısıyla bir demokratik toplumda gereksizdir. Bu
da Sözleşmenin 11. Maddesinin ihlal edildiği anlamını taşımaktadır.”
IV- İSTEMİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yer alan yargılanmanın
yenilenmesine ilişkin düzenleme, hükmün esasını değiştirecek nitelikteki
olguların hükmün kesinleşmesinden sonra ortaya çıkması durumunda, yeniden
yapılacak yargılama ile kesin hükmü ortadan kaldırabilen olağanüstü kanun
yollarından birisidir. Bu niteliğinin gereği olarak yasakoyucu yargılamanın
yenilenmesi usulünü 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. ila 323.
maddelerinde etraflı biçimde düzenlemiştir. Bu hükümlerden yargılamanın
yenilenmesi isteminin dört aşamada incelenip karara bağlanması gerektiği
anlaşılmaktadır. Bu aşamalar, yasada sayılan yargılama nedenlerinin ve bunların
dayandığı delilleri içeren istemin kabule değer olup olmadığının incelenip
karara bağlanması, istem kabule değer bulunduğu takdirde delillerin toplanması,
bu işlem tamamlandıktan sonra istemin esassız olup olmadığının karara
bağlanması, istem esassız olması noktasından reddedilmemiş ise yargılamanın
yenilenmesine ve duruşmanın açılmasına karar verilmesi şeklindedir.
Kanunun 311. maddesinde hükümlü lehine yargılamanın
yenilenmesi nedenleri sayılmış, maddenin (1) numaralı fıkrasının (f) bendinde “Ceza
hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme'nin veya
eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa
dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kesinleşmiş kararıyla tespit
edilmiş olması” haline bu nedenler arasında yer verilmiştir. Ayrıca,
yargılamanın yenilenmesinin Avrupa İnsan hakları Mahkemesi kararının
kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebileceği belirtilmiştir. Bu
düzenleme, anılan ihlal kararının başka bir nedene gerek olmaksızın yargılamanın
yenilenmesinin kabule değer olduğuna karar verilmesi için yeterli olduğunu
göstermektedir.
İstemin kabule değer olduğuna karar verilip Kanunun 319.
maddesi gereğince tarafların görüşleri tespit edildikten ve toplanması gereken
deliller varsa 320. madde hükümleri uyarınca toplanıldıktan sonra Kanunun 321.
maddesi gereğince bunların hükme etkisinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Kanunun 321. maddesinde, yargılamanın yenilenmesi
isteminde ileri sürülen iddiaların yeterli derecede doğrulanmaması veya
“duruşmada kullanılan ve hükmü etkileyen bir belgenin sahteliğinin
anlaşılması”; “yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü
etkileyecek biçimde hükümlü aleyhine kasıt veya ihmal ile gerçek dışı
tanıklıkta bulunduğunun veya oy verdiğinin anlaşılması”; “duruşmada sanığın
veya hükümlünün lehine ileri sürülen ve hükme etkili olan bir belgenin
sahteliğinin anlaşılması” hallerinde işin durumuna göre bunların önce verilmiş
olan hükme hiçbir etkisi olmadığı anlaşılırsa istemin “esassız olması nedeniyle
duruşma yapılmaksızın reddedileceği” öngörülmüştür.
Mahkememizin 2.3.2007 tarihli toplantısında, Özgürlük ve
Demokrasi Partisinin kapatılmasına ilişkin hükmün, İnsan Haklarının ve Ana
Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle
verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıyla saptandığı ileri
sürülerek yapılan yargılanmanın yenilenmesi isteminin, 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanununun 311. maddesinin (f) bendi kapsamında görülerek, aynı
Kanunun 318. maddesi uyarınca kabule değer olduğuna karar verilmişse de bu
husus yargılanmanın yenilenmesi için tek başına yeterli olmamakta, Ceza
Muhakemesi Kanunun 321. maddesinde yer alan kural gereğince, kabule değer
görülen istemin dayanağını oluşturan yargılanmanın yenilenmesi nedeninin (ihlal
nedeninin) doğruluğunun ve hükmün esasına etkili nitelikte olup olmadığının da
araştırılması, doğru ve hükmün esasına etkili olmadığının anlaşılması halinde
istemin esassızlık noktasından reddi, aksi halde duruşma açılarak ihlal nedeni
de dikkate alınmak suretiyle kesinleşen ilk hükmün yargılanmanın yenilenmesi
yoluyla yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Özgürlük ve Demokrasi
Partisinin kapatılmasına esas alınan olguları değerlendirerek, kapatma
kararının Sözleşme'nin 11. maddesindeki dernek kurma ve toplantı özgürlüğünün
ihlali niteliğinde olduğuna karar vermiş ve bu ihlal kararı yargılanmanın
yenilenmesi isteminin nedeni olarak ileri sürülmüştür.
Ceza Muhakemesi Kanunun 321. maddesi uyarınca
yargılanmanın yenilenmesi isteminin kabul edilebilmesi için ilk hükmün
verilmesinde esas alınan olgularla birlikte yeniden değerlendirilmesini
gerektirecek nitelikte maddi bir olgunun bulunduğunun hükmün kesinleşmesinden
sonra saptanması gerekir.
Söz konusu ihlal kararında ise yargılama sonrasında ortaya
çıkan ve kesin hükmün esasını etkileyecek nitelikte olan maddi bir olgunun
varlığına değil, kapatılmaya esas alınan mevcut olguların değerlendirilmesinde
hata yapıldığı düşüncesine dayanılmaktadır.
Ceza Muhakemesi Kanunu, mevcut olguların
değerlendirilmesinde hata yapılarak hüküm kurulmasını temyiz nedeni olarak
kabul etmekle birlikte yargılanmanın yenilenmesini gerektirecek bir neden
olarak görmemektedir.
Bu nedenle yargılanmanın yenilenmesi isteminin Ceza
Muhakemesi Kanunun 321.maddesi uyarınca esassızlık noktasından reddine karar
verilmesi gerekmiştir.
V- SONUÇ
Kapatılan Özgürlük ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı
Mevlüt İLİK vekili Av. Hasip KAPLAN'ın, Anayasa Mahkemesi'nin Özgürlük ve
Demokrasi Partisi'nin kapatılmasına ilişkin 23.11.1993 günlü, E. 1993/1 (Siyasi
Parti - Kapatma), K. 1993/2 sayılı kararına karşı yargılamanın yenilenmesi
istemini içeren 7.3.2003 günlü dilekçesi ve ekleri, konuya ilişkin rapor,
ilgili Anayasa ve yasa kuralları incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
1- Kapatılan Özgürlük ve Demokrasi Partisi hakkındaki
yargılamanın yenilenmesi isteminin, 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 321. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca, esassız
olması nedeniyle REDDİNE, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU ile
Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- Karar örneğinin istemde bulunan vekili ile Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'na tebliğine, OYBİRLİĞİYLE,
8.1.2008 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim
KILIÇ
|
Başkanvekili
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Sacit
ADALI
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Ahmet
AKYALÇIN
|
Üye
Mehmet
ERTEN
|
Üye
A.
Necmi ÖZLER
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Şevket
APALAK
|
Üye
Serruh
KALELİ
|
Üye
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Kapatılan Özgürlük ve Demokrasi Partisi, Genel Başkanı
Mevlüt İlik vekili Av. Hasip Kaplan tarafından sunulan verilen 23.10.2003 günlü
dilekçe ile ilgili olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının görüşü alındıktan
sonra 2.3.2007 günü verilen kararla, “Kapatılan Özgürlük ve Demokrasi
Partisi hakkındaki davanın 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 311. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi uyarınca
yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülmesi isteminin, aynı Yasa'nın 318.
maddesi uyarınca kabule değer olduğuna karar verilmiş ve ayrıca 5271
sayılı Yasa'nın 319. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince, bir diyecekleri
varsa yedi gün içinde bildirmeleri için karar örneğinin istemde bulunanlar
vekili ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na tebliğine, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin, 23885/94 sayılı başvuruya ilişkin 8.12.1999 günlü kararının
aslının ve Türkçe tercümesinin onaylı bir örneğinin Dışişleri Bakanlığı'ndan
istenmesine” karar verilmiştir. Tarafların diyeceklerini bildirmesinden ve
karar aslı ile tercümesinin gönderilmesinden sonra ise, ileri sürülen
iddiaların yeterince doğrulanamaması ve istemin dayanağını oluşturan
yargılamanın yenilenmesi nedeninin hükmün esasına etkili nitelikte olmaması
nedenleriyle esassızlık noktasından reddine oyçokluğuyla karar verilmiştir.
Özgürlük ve Demokrasi Partisinin kapatılması ile ilgili
sürece göz atıldığında gelişmelerin kısaca şu şekilde gerçekleştiği
görülmektedir:
Anayasa Mahkemesi'nin 23.11.1993 günlü, E:1993/1 ve
K:1993/2 (Siyasi Parti Kapatma) sayılı kararı ile, Özgürlük ve Demokrasi
Partisi'nin kapatılmasına oybirliği ile karar verilmiştir.
Özgürlük ve Demokrasi
Partisi ile Parti'nin Genel Başkanı Mevlüt İlik vekili Av. Hasip Kaplan
tarafından Özgürlük ve Demokrasi Partisi'nin kapatılmasının İnsan Hakları ve
Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi'nin 6/2., 9/1., 11/1., 11/2.,
14. ve 18. maddeleri ile 1 Numaralı Protokol'ün 1. ve 3. maddelerine aykırılığı
savları ile 7.1.1992 günü Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna başvurmuşlardır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Kurul'u da 8.12.1999
günlü, 23885/94 sayılı kararı ile, Özgürlük ve Demokrasi Partisi'nin
kapatılmasının Sözleşme'nin 11. maddesinin ihlali niteliğinde olduğuna
oybirliği ile karar vermiştir.
4.2.2003 günlü, 25014 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren 23.1.2003 tarih ve 4793 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun”un 3. maddesi ile 4.4.1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 327. maddesine 6. fıkra olarak, “Ceza
hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya
eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu halde, muhakemenin
iadesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren
bir yıl içinde istenebilir.” şeklinde bir kural eklenmiştir. Böylece, Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 327. maddesinde yapılan değişiklikle muhakemenin
iadesi sebeplerine bir yenisi daha eklenmiş bulunmaktadır. Bu fıkra ilgili
olarak Kanun Tasarısı'nın genel gerekçesinde şu ifadelere yer verilmiştir: “Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararı nedeniyle hükümlü lehine yargılamanın
yenilenmesine ilişkin hüküm getirilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6
ncı maddesine paralel olarak 4709 sayılı Kanunla Anayasanın 36 ncı maddesine
“adil yargılanma” hakkı eklenmiştir. Adil yargılanma hakkının bir uygulaması
olarak yargılamanın yenilenmesi nedenleri arasına Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesince Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin veya eki protokollerin ihlâli
nedeniyle verilen mahkûmiyet kararları da dahil edilmek suretiyle Sözleşme veya
eki protokollerin hükümlerinin iç hukuka yansıtılması sağlanmıştır.” 1412
sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 327. maddesinin 6. fıkrasındaki kural
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesinin birinci fıkrasının (f)
bendinde de aynen tekrarlanmıştır.
Kapatılan Özgürlük ve Demokrasi Partisi, Genel Başkanı
Mevlüt İlik vekili Av. Hasip Kaplan tarafından verilen 7.3.2003 günlü dilekçe
ile yargılamanın yenilenmesine ilişkin istemlerini Anayasa Mahkemesine
iletmişlerdir.
Konu AİHM kararlarının olağanüstü bir kanun yolu olarak
yargılamanın yenilenmesi nedeni sayılması nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanunu
açısından ve Anayasanın 90. maddesi ışığında AİHS kuralları ile AİHM
kararlarının bağlayıcılığı açısından ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Ceza Muhakemesi Kanunu Açısından
Türk hukukunda yargılamanın yenilenmesi kurumu 1412
sayılı Ceza Muhakemeleri Usul Kanununda olduğu gibi, 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nda da düzenlenmiş bulunmaktadır.
Yargılamanın yenilenmesi konusunda AİHM kararlarının
gözetilmesine ilişkin mevzuatımızdaki ilk düzenleme 4771 sayılı Kanunla Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda (HUMK)
yapılan düzenlemelerdir. Bu yasal düzenlemeler sonucunda yargılamanın
yenilenmesi sebeplerine bir yenisi eklenmiştir. Buna göre AİHM'nin ihlal kararları,
şartları mevcutsa, doğrudan doğruya yargılamanın yenilenmesi nedeni
sayılmıştır.
Bu düzenlemelerin yürürlüğü için ileri bir tarih
belirlenmiş olması nedeniyle daha uygulanma imkanı bulamadan bu defa 4793
sayılı Kanun'la aynı konuda yeni düzenlemeler getirilmiştir. 4793 sayılı
Kanun'la 4771 sayılı Kanun'da öngörülen başvuru yöntemi terk edilmekle
birlikte, espri aynen muhafaza edilmiştir. Artık AİHM'nin AİHS ve/veya eki
Protokollerin ihlal edildiğine karar verdiği bir kararı, hukuk ve ceza davaları
açısından başlı başına bir yargılamanın yenilenmesi sebebi sayılmaktadır.
Bu arada 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 4
Aralık 2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) daha önce
CMUK'nda benimsenen düzenlemeyi hemen hemen aynen muhafaza etmiştir.
Yargılamanın yenilenmesi talebinin kabule şayan olup
olmaması ile ilgili verilecek kararlar ile yapılacak usuli işlemlerin neler
olduğu CMUK'nun 335-341 maddelerinde ve CMK'nun 315-323 maddelerinde
düzenlenmiştir. Bir ceza yargılamasına ilişkin olarak ele alınan bu
düzenlemelere göre, Mahkeme yargılamanın yenilenmesi talebini esastan
incelemeyi kabul ederse delillerin toplanması aşamasına geçer (CMUK.m.
337/CMK.m.320). Bunun sonucuna göre elde edilen deliller evvelki hükme hiçbir
tesir etmiyorsa iade talebi esassız olması noktasında reddedilir, aksi halde
yeniden duruşma yapılmasına karar verilir (CMUK.m.338/CMK.m.321). Yeniden
yapılacak duruşma neticesinde mahkeme ya evvelki hükmü tasdik eder veya iptal
ile dâva hakkında yeni baştan hüküm verir (CMUK.m. 341-1/CMK.m.323-1).
Kanunun 321. maddesindeki düzenlemeye göre, yargılamanın
yenilenmesi isteminin kabule değer bulunmasından sonraki evrede mahkeme
tarafından yapılacak incelemeden sonra;
- Yargılamanın yenilenmesi isteminde ileri sürülen
iddiaların yeterli derecede doğrulanamaması veya 311 inci maddenin birinci
fıkrasının (a) ve (b) bentleri ile 314 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendinde yazılı hallerde işin durumuna göre bunların önce verilmiş olan hükme
hiçbir etkisi olmadığının saptanması halinde yargılamanın yenilenmesi istemi,
esassız olması nedeniyle duruşma yapılmaksızın reddedilecek, ya da,
- Yargılamanın yenilenmesine ve duruşmanın açılmasına
karar verilecektir.
311. maddenin (a) bendinde “Duruşmada kullanılan ve hükmü
etkileyen bir belgenin sahteliğinin anlaşılması; (b) bendinde “Yemin verilerek
dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek biçimde hükümlü
aleyhine kasıt veya ihmal ile gerçek dışı tanıklıkta bulunduğunun veya oy
verdiğinin anlaşılması”; 314. maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde ise
“Duruşmada sanığın veya hükümlünün lehine ileri sürülen ve hükme etkili olan
bir belgenin sahteliğinin anlaşılması” durumları düzenlenmektedir. Görüldüğü
gibi, belirtilen hususların eldeki işle ilgisi bulunmamaktadır.
Çoğunluk kararında iddiaların yeterice doğrulanamaması,
yargılama sonrasında ortaya çıkan ve kesin hükmün yeniden değerlendirilmesini
gerektirecek nitelikte maddi bir olgunun bulunmadığı istemin esassızlığı
nedeniyle reddine dayanak yapılmış ise de, CMK.'nun 311. maddesinin birinci
fıkrasının (f) bendinde düzenlenen yargılamanın yenilenmesi nedeni açısından
istemde ileri sürülen iddia ve maddi olgu bizatihi “AİHM'nin ihlal kararı”dır.
Bu iddianın doğrulanamaması gibi bir durum söz konusu edilemeyecektir. Öte
yandan, CMK.'nun 321. maddesinde, iddianın daha önce verilmiş olan hükme
etkisinin olup olmadığı yönündeki değerlendirme yalnızca “311 inci maddenin
birinci fıkrasının (a)(sahte belge) ve (b)(yalan tanıklık veya bilirkişilik)
bentleri ile 314 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) (sahte belge)bendinde
yazılı hâller” için öngörülmüş bulunmaktadır. CMK.'nun 321. maddesi, AİHM'nin
ihlal kararına dayalı yenileme nedeni açısından, ihlal kararının önceki hükmün
yeniden değerlendirilmesini gerektirecek nitelikte olmadığı şeklindeki bir
değerlendirmeyle istemin reddine karar verilmesine olanak sağlayacak bir
düzenleme içermemektedir.
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 33. maddesi gereğince siyasi parti kapatma
davalarında uygulanan Ceza Muhakemesi Kanunu'nun açık hükmü nedeniyle artık
AİHM'nin ihlal kararı yargılamanın yenilenmesi nedenidir. Bu nedenle, siyasi
parti kapatma kararları ile ilgili olarak gerçekleşen AİHM'nin ihlal kararına
dayalı yargılamanın yenilenmesi taleplerinin incelenmesi sırasında, istemin
kabule değer bulunmasından sonraki inceleme evresinde, belirtilen nedenlerle
yargılamanın yenilenmesi isteminin esassız olması nedeniyle reddine karar
verilmesi mümkün değildir. Aksi düşüncenin kabulü AİHM kararlarını başlıbaşına
bir ihlal nedeni olarak kabul eden yasakoyucunun iradesine aykırı olacağı gibi,
düzenlemeyi de anlamsız ve uygulanamaz hale getirecektir.
Çoğunluk gerekçesinde, ihlal kararının, yargılama
sonrasında ortaya çıkan ve kesin hükmün esasını etkileyecek nitelikte olan
maddi bir olgunun varlığına değil, mevcut olguların değerlendirilmesinde hata
yapıldığı düşüncesine dayanıldığı, Ceza Muhakemesi Kanununda “mevcut olguların
değerlendirilmesinde hata yapılarak hüküm kurulmasının yargılamanın
yenilenmesini gerektirecek bir neden olarak görülmediği” belirtilerek, bu
gerekçeyle istemin reddine karar verilmiştir. Ancak, yargılamanın yenilenmesi
kurumu, tam da yargılama sonucunda verilen ve kesinleşen kararlardaki adli
hataların düzeltilmesi amacıyla öngörülen olağanüstü bir kanun yoludur. Bu
kanun yolu bakımından CMK.231. maddesinde tek tek sayılmış olan sebeplerden
birine ilişkin önemli bir hatanın tesbit edilmiş olması gereklidir. Belirtilen
sebepler yeni delil ve olgular olarak adlandırılabilir. Kural olarak hukuki
hata(değerlendirme hatası)nın yargılamanın yenilenmesi nedeni sayılamayacağı
söylenebilirse de, AİHM'nin ihlal kararları maddede düzenlenen diğer yenileme
nedenlerinden ayrı değerlendirilmelidir. Eldeki işte söz konusu olduğu gibi
AİHM'nin ihlal kararının yenileme sebebi sayılması durumu ise hukuki hata
nedeniyle yargılamanın yenilenmesine olanak tanıyan istisnai bir düzenleme
olarak görülmelidir.
CMK. 311. maddesinde yapılan düzenlemenin eleştiriye açık
olduğu, AİHM'nin ihlal kararları ile diğer yargılamanın yenilenmesi nedenleri
bakımından aynı ortak kuralların uygulanmasının öngörülmesinin uygulamada
sıkıntılara neden olabileceği, AİHM'nin tüm ihlal kararlarının değil de belirli
türden aykırılıklara dayanan kararlarının yargılamanın yenilenmesi nedeni
sayılmasının daha doğru olacağı, AİHM'nin ihlale ilişkin tüm kararlarının
yargılamanın yenilenmesi nedeni sayılmasının ulusal yargı yetkisine, yargı
bağımsızlığı ilkesine aykırı olabileceği şeklinde değerlendirmeler yapılabilir
ise de, halen yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri karşısında bu
değerlendirmeler ancak olması gereken hukuk bakımından göz önünde tutulabilecek
argümanlar olmaktan ileriye geçemezler.
Yargılamanın yenilenmesi ile ilgili yürürlükte bulunan
düzenleme dikkate alındığında, Mahkemenin yargılamanın yenilenmesi istemini
kabul edilebilir bulması halinde, yargılamanın yenilenmesine ve duruşma
açılmasına karar vermesi gerekmektedir.
Anayasa'nın 90. Maddesi ve AİHS Açısından
AİHS başta temel insan hakları, kişi özgürlüğü, adil
yargılanma hakkı gibi Sözleşme ile garanti altına alınan hak ve özgürlüklerin
asgari standardını belirlemek üzere oluşturulan bir sistemdir. AİHS'nin 1.
maddesi ile Sözleşmeyi imzalayan taraf devletler, Sözleşme ile tanınan bu hak
ve özgürlükleri, kendi ülkelerinde sağlamak, güvence altına almak, korumak ve
iç hukukunu Sözleşme ile uyumlu hale getirmek yükümlülüğü altına girmişlerdir.
Ülkemiz AİHS'ni 4 Kasım 1950 tarihinde imzalamış ve 10 Mart 1954 tarihinde
onaylamıştır. Onay belgesinin 18 Mayıs 1954 tarihinde Avrupa Komisyonu Genel
Sekreterliğine tevdi edilmesi ile Türkiye Sözleşmeye taraf olmuştur. 21 Nisan 1987'de
(o zamanki Komisyona) bireysel başvuru hakkını ve 27 Eylül 1989 tarihinde de
Divanın (Mahkemenin) zorunlu yargı yetkisini tanımıştır.
AİHS'nin 46. maddesinde AİHM kararlarının bağlayıcı
olduğu açıkça ifade edilmiştir. AİHM yerel yargı organlarına göre bir üst
mahkeme niteliğinde olmadığından dolayı iç hukukta verilen kararları iptal
etmemekte, yapılan işlem ya da eylemin veya mahkeme kararının Sözleşmenin veya
ek protokollerin bir hükmünü ihlal edip etmediğini tespit etmekle
yetinmektedir. AİHM'nin ihlalin tespitine ilişkin kararından sonra, bu kararın
gereğinin nasıl yerine getirileceği taraf devlete kalmıştır.
AİHM'nin ihlale yönelik tespitinin iç hukukta kesinleşmiş
bir yargı kararına ilişkin olması halinde kesin hükmün bağlayıcılığı ilkesi
nedeniyle ihlalin etki ve sonuçlarının giderilmesi sınırlı bir şekilde olanaklı
olabilmektedir. İhlali ortadan kaldırmada en etkili yol olarak yargılamanın
yenilenmesi yolunun bu alanda uygulanması düşüncesi ileri sürülmüştür. Bu
düşünceyle başta İsviçre, Lüksemburg ve Norveç olmak üzere diğer Avrupa
ülkeleri Sözleşmeye aykırılığı AİHM kararı ile tespit edilen kesinleşmiş yargı
kararları bakımından yargılamanın yenilenmesi yolunu öngören düzenlemelere mevzuatlarında
yer vermişlerdir. Ülkemizde de aynı düşüncenin hayata geçirilmesi amacıyla önce
Eski Ceza Muhakemeleri Usul Kanununda değişiklikler yapılmış, sonrasında da
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda AİHM'nin ihlal kararları diğer yenileme
nedenlerinden farklı bir yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak açıkça
öngörülmüştür. Böylece iç hukuktaki yetkili ve görevli yargı kuruluşuna yeniden
yargılama yaparak kararını düzeltmesine olanak sağlanmış olmaktadır. Öte
yandan, böyle bir yolun açılmış olmasına rağmen, yargılama makamının bu şekilde
yapacağı yeniden yargılamada eski kararındaki sonuca varması da olanaklıdır. Bu
durumda ihlalin olumsuz etkilerinin yasal değişiklik, tazmin gibi diğer
yöntemlerle giderilmesi zorunluluğunu ortaya çıkaracaktır.
7 Mayıs 2004 günlü, 5170 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'la Anayasanın 90.
maddenin son fıkrasına eklenen kuralla “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel
hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda
farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası
andlaşma hükümlerinin esas alınacağı” açıkça düzenlenmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bir yönüyle Anayasa'nın
90. maddesi gereğince aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle
çıkabilecek uyuşmazlıklarda esas alınması zorunlu olan bir kanun hükmünde iken;
diğer yönüyle de, Anayasa'da düzenlenen temel hak ve hürriyetlerin kapsam ve
içeriklerinin belirlenmesi sırasında göz önünde tutulması gereken temel bir
belge niteliğindedir.
Özgürlük ve Demokrasi Partisinin kapatılmasına ilişkin
kararda gerekçenin dayandırıldığı 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun birçok
kuralının AİHS'ne aykırılığının AİHM'nin kararı ile tespitinin yanında,
Anayasa'da yapılan köklü değişikliklerden sonra Anayasa'ya da aykırı hale
geldikleri ileri sürülmektedir. Bu olgular ve Anayasa'nın 90. maddesindeki
değişiklik nedeniyle önceden verilen kararda dayanılan Kanun hükümlerinin AİHS
ve Anayasa karşısındaki durumlarının yeniden gözden geçirilmesinde zorunluluk
bulunmaktadır.
Parti kapatma davalarında CMK hükümlerinin uygulanması
ile bu davaların cezai karakteri, 4793 sayılı Kanun'la CMUK'nda yapılan ve
CMK'nda devam ettirilen düzenleme ile AİHM'nin Sözleşme veya eki Protokollerin
ihlal edildiğine dair kararının açıkça yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak
sayılması, Anayasanın 90. maddesine göre Sözleşme hükümlerine; Sözleşmenin 46.
maddesi gereği de AİHM kararlarına uyma zorunluluğu bir bütün olarak
değerlendirildiğinde, Anayasa Mahkemesi'nin siyasi parti kapatma davaları için
ihlâl kararları nedeniyle yargılamanın yenilenmesinin zorunlu olduğu sonucuna
varılmaktadır.
Türkiye, AİHM kararlarına dayalı olarak yargılamanın yenilenmesini
hukuk, ceza ve idari davaların hepsi bakımından tanıyan sayılı ülkelerden
birisidir. Düzenlemelerin yakın bir geçmişte yapılmış olması, kapsamının dar
tutulması nedenleriyle bu konudaki örnekler yeni yeni ortaya çıkmaktadır.
Geçirilen süreçte aynı zamanda ihlâl kararına götüren yasal düzenlemelerde de
değişiklik yapıldığından, yeniden görülecek davaların AİHM içtihatları ile
uyumlu olması beklenmektedir. Anayasanın 90/son maddesindeki yeni düzenlemenin
amacı da budur. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında da isabetle vurgulandığı
gibi, günümüzde insan, içinde yaşadığı ulusun bireyi olduğu kadar, aynı zamanda
insanlığın da bir üyesi durumuna gelmesi sayesinde artık insan hak ve
özgürlükleri yalnızca ulusal bir hukuk sorunu olmaktan çıkmış, evrensel bir
anlam ve içerik kazanmıştır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin siyasi parti
kapatma davalarında yargılamanın yenilenmesi sorununu çözerken AİHS ve AİHM
kural ve uygulamalarını gözden uzak tutmamalıdır. Zaten, AİHS'inde de, temel
hak ve hürriyetlerin AİHM marifetiyle korunması ikinci plandadır. Aslolan,
bunların iç hukukta teminat altına alınmış olması ve etkin bir şekilde
korunmasıdır. Anayasa Mahkemesinin kabule değer görerek incelemeye başladığı
yargılamanın yenilenmesi istemini, Anayasa ve yasalarda yapılan değişiklikleri
göz ardı ederek “esassız olması” gerekçesiyle reddetmiş olması temel hak ve
hürriyetlere sağlanan güvenceyi etkisizleştiren bir uygulamaya yol açacaktır.
Anayasa Mahkemesi'nin 23.11.1993 günlü, E:1993/1 ve
K:1993/2 (Siyasi Parti Kapatma) sayılı ÖZDEP'nin kapatılmasına ilişkin
kararında dayanılan temel gerekçe, Parti tüzük ve programında azınlık
yaratılarak milletin bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik beyan ve
açıklamaların bulunmasıdır. 4121 sayılı Anayasa Değişikliği Hakkında Kanun ile
yapılan değişikliklerden sonra, siyasi partilere yönelik yasaklar ve yasaklara
ilişkin temel normlar, Anayasa'da tüketici bir biçimde, “numerus clausus”
ilkesine uygun olarak düzenlenmiştir. Ayrıca ihtara uymama halinde siyasi partinin
kapatılmasını öngören kurallar yürürlükten kaldırılmıştır.
Yargılamanın yenilenmesi suretiyle AİHM'in ihlali tespite
yönelik kararının, AİHS hükümleri, Anayasa ve yasalarda temel hak ve hürriyetlerin
korunması bakımından asgari standardın sağlanması amacıyla yapılan olumlu
değişikliklerle ortaya çıkan anlayış farklılığı da gözetilerek verilen önceki
kararın tekrar değerlendirilmesine olanak sağlanması gerekirken, yasakoyucunun
AİHM'nin ihlal kararını başlıbaşına bir yargılamanın yenilenmesi nedeni sayan
iradesine aykırı bir yorumla istemin esassız olması nedeniyle reddine karar
verilmiştir.
Şüphesiz ki, yeniden yapılacak yargılamada Anayasa
Mahkemesinin AİHM'nin ihlal kararındaki tespitlere rağmen aynı sonuca ulaşması
da mümkün bulunmaktadır. Ancak, çoğunluğun görüşünde olduğu gibi, önceden
verilen kararın AİHM'nin kararı ile birlikte yeniden değerlendirilmesinin
önünün baştan tamamen kapatılması düzenlemeyi anlamsız hale getirecek bir
uygulama niteliğinde olacaktır. Bu yorumla AİHM'nin ihlal kararı ancak,
Parti'nin savunmasının alınmaması, dayanılan belgenin sahteliğinin ortaya
çıkması gibi neredeyse gerçekleşme ihtimali olmayan durumlarda yargılamanın
yenilenmesi nedeni olarak görülecek, eldeki işte olduğu gibi Sözleşmeye aykırı
yorum nedeniyle verilecek ihlal kararları hiçbir şekilde yargılamanın yenilenmesi
nedeni olarak görülmeyecektir ki, böyle bir yorumun amaca uygun bir yorum
olmadığı açıktır.
Açıklanan nedenlerle, kanunda öngörülen şekil ve esaslara
uygun olarak yapıldığı anlaşılan yargılamanın yenilenmesi isteminin; Anayasanın
90. maddesi gereğince mevzuatımızın bir parçası olan İnsan Haklarını ve Ana
Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin 1., 46. ve 53. maddelerindeki
düzenlemeler, siyasî parti kapatma davalarında CMUK/CMK hükümlerinin tatbik
edilmesi, bir ceza yaptırımı niteliğindeki parti kapatma ve buna bağlı diğer
müeyyidelerin ceza hükmü niteliğinde olması, 4793 ve 5271 sayılı Kanun'larda
“Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin
veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması”nın açık bir biçimde
yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmiş olması, eldeki işte
CMK.'nun 321. maddesinde belirtilen türden bir ret nedeninin bulunmaması
hususları birlikte değerlendirildiğinde, istemin kabulüne karar verilmesi
gerekirken, “esassız olması nedeniyle reddine” karar verilmiş olması nedeniyle
çoğunluk görüşüne katılmadık.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Üye
Sacit ADALI
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Kapatılan Özgürlük ve Demokrasi Partisi Hakkındaki
davanın, 4.12.2004 günlü 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (f) bendi uyarınca yargılamanın yenilenmesi yoluyla
tekrar görülmesi isteminin, aynı Yasa'nın 318. maddesi uyarınca kabule değer
olduğuna karar verilerek, taraflardan diyecekleri sorulmuş, ayrıca konuya
ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı ve tercümesi gibi kimi delillerin
toplanmasına karar verilmiştir. Böylece, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 33. maddesine göre, siyasi
parti kapatma davalarında uygulanan CMK'nun 319. ve 320. maddelerinin
gereğinin, söz konusu davaların özelliği de gözetildiğinde, yerine getirilmiş
olduğu sonucuna varılarak İstem'in, Yasa'nın 321. maddesi uyarınca
değerlendirilmesine geçilmiştir. Bu aşamada, ileri sürülen iddiaların yeterli
ölçüde doğrulanmadığı sonucuna ulaşılarak yargılamanın yenilenmesi isteminin,
“esassız olması” nedeniyle reddine oyçokluğuyla karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi tarafından 23.11.1993 gün ve E.1993/1
(Siyasî Parti Kapatma), K.1993/2 sayılı karar ile faaliyetlerinin Anayasa ve
2820 sayılı Siyasi Partiler Yasasına aykırı olduğuna ve aynı Yasa'nın 101.
maddesinin (b) bendi uyarınca kapatılmasına karar verilen Özgürlük ve Demokrasi
Partisi'nin, bu karara karşı İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine başvurusu üzerine
Mahkeme, 8.12.1999 günlü 23885/94 sayılı kararla ÖZDEP'in kapatılmasının
Sözleşme'nin 11. maddesinin ihlâli olduğuna karar vermiştir.
İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına
İlişkin Sözleşme'nin 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Yüksek
Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme'nin kesinleşmiş kararlarına
uymayı taahhüt ederler. Bu kararlarla saptanan ihlâlin giderilmesi, hiç
kuşkusuz taraf devletlere ait bir yükümlülüktür. Yasalar veya idari işlemlerle
giderilebilecek ihlâller konusunda devletlerin büyük zorluklarla
karşılaşmayacakları ileri sürülebilirse de; ihlâlin bir mahkeme kararından
kaynaklanması durumunda, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkeleri nedeniyle
yargı kararlarına müdahale edilememesi soruna farklı çözümler getirilmesini
zorunlu kılmaktadır. İhlâlin konusunu kesinleşmiş bir mahkeme kararı
oluşturduğunda, taraf devletlerin ihlâlin giderilmesi konusundaki
yükümlülüklerini yerine getirebilmelerinin bu kararın ancak bir mahkeme
kararıyla ortadan kaldırılmasıyla olanaklı hale gelebileceği açıktır. Nitekim,
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 19 Ocak 2000 tarihinde aldığı kararla “eski
hale getirme” konusunda tek yol olmasa bile en etkili çıkar yol olarak
yargılamanın yenilenmesine mevzuatta yer verilmesini tavsiye etmiştir.
4.12.2004 günlü 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda da bu yol benimsenerek
311. maddenin birinci fıkrasında, “hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi
nedenleri” arasında (f) bendi ile “ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana
Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eski protokollerin ihlâli suretiyle
verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması” hali de sayılmıştır.
Böylece Mahkeme'nin Sözleşme'nin ihlâl edildiğine ilişkin kararlarının konusunu
oluşturan ve kesinleşen hükümle sonuçlanmış bir davanın, hükümlü lehine olarak
yargılamanın yenilenmesi yoluyla Anayasa'da ve yasalarda yapılan değişiklikler
de gözetilerek tekrar görülmesine bu bağlamda sözleşme ihlâllerinin
giderilebilmesine olanak tanınmıştır.
Yenileme isteminin, CMK'nun 321. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında belirtilen yargılamanın yenilenmesi isteminde ileri sürülen
iddiaların yeterli derecede doğrulanmaması kapsamında değerlendirilerek esassız
olması nedeniyle reddi, 311. maddenin (1) numaralı fıkrasının (f) bendinin
özelliği ve getiriliş amacıyla bağdaşmamaktadır. Çünkü (f) bendi uyarınca
yenilenme istemi, fıkranın diğer bentlerinden farklı olarak bir iddiaya değil,
Sözleşme'nin ihlâl edildiğine ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir
tespitine dayandırılmaktadır. Bu nedenle (f) bendi yönünden, yargılanmanın
yenilenmesi isteminde ileri sürülen iddiaların doğrulanması gibi bir durum söz
konusu olamaz. Mahkeme'nin ihlâle ilişkin saptaması, bu konuda ileri sürülen
iddiaların yeterli derecede doğrulandığı yolunda önemli bir kanıt
oluşturmaktadır.
Öte yandan, 321. maddenin çoğunluk görüşü doğrultusunda
yorumlanması, öncelikle Anayasa'nın 90. maddesine eklenen “usulüne göre
yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle
çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas”
alınacağına ilişkin kuralın, yaşama geçirilmesini, bu bağlamda temel hakların
korunmasıyla ilgili çağdaş normların tartışılıp değerlendirilmesini de
engellemektedir. Oysa, yargılamanın yenilenmesi davasında, temel hak ve
özgürlük alanlarının genişletilmesine yönelik yasal düzenlemeler doğrultusunda
yeni ihlâller doğurmayacak farklı kararlar verilebileceği gibi Mahkeme'nin
önceki kararlarıyla aynı içerikte kararlar da verilebilir. Burada amaç, temel
hak ve özgürlüklerin korunması bakımından Avrupa Anayasa Hukukunun ortak
değerleri haline dönüşen Sözleşme normları ve bu normların yaşama geçirilmesini
sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarıyla uyum sağlayabilmektir.
Açıklanan nedenlerle yargılamanın yenilenmesine karar
verilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
|