ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1996/3 (Siyasî
Parti Kapatma)
Karar Sayısı:1997/3
Karar Günü:22.5.1997
R.G.
Tarih-Sayı:02.06.2000-24067
DAVACI : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
DAVALI : Demokratik Barış Hareketi Partisi
DAVANIN KONUSU: Demokratik Barış Hareketi Partisi'nin
programının, Anayasa'nın136. ve Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddelerine
aykırılığı savıyla, aynı Yasa'nın 101. maddesinin(a) bendi uyarınca
kapatılmasına karar verilmesi istemidir.
I- DAVA
YargıtayCumhuriyet Başsavcılığı'nın
kapatılma istemli kamu davasına ilişkin 25.10.1996 günlü, SP.88 Hz. 1996/307
sayılı İddianamesinde şöyle denilmektedir :
“I- Giriş
Demokratik Barış Hareketi Partisi
gerekli bildiri ve belgeleri 1.10.1996 tarihinde İçişleri Bakanlığına vermesiyle
Siyasî Partiler Yasası'nın 8. maddesine göre tüzelkişilik kazanmıştır. Kuruluş
bildiri ve eklerinin anılan Bakanlıkça Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesi
üzerine, Siyasî Partiler Yasası'nın 9. maddesinin yüklediği görev çerçevesinde
davalı partinin tüzük ve programıyla kurucularının hukuki durumlarının Anayasa
ve yasa hükümlerine uygun olup olmadığı öncelikle incelenmiş ve programda
aşağıda yazılı olan aykırılık tesbit edilmiştir.
II.
Konuyla
İlgili Yasal Düzenlemeler
1.
Anayasa
Hükmü
Madde 136.- Genel İdare içinde yer alan
Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasî görüş ve
düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç
edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.
B) Siyasî Partiler Yasası Hükümleri
Madde 9- Cumhuriyet Başsavcılığı kurulan
partilerin tüzük ve programlarının ve kurucuların hukukî durumlarının Anayasa
ve kanun hükümlerine uygunluğu ve belgelerinin tamam olup olmadığını,
kuruluşlarını takiben öncelikle ve ivedilikle inceler...
Madde 89- Siyasî Partiler, lâiklik
ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve
milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanununda gösterilen
görevleri yerine getirmek durumunda olan Diyanet İşleri Başkanlığının, genel
idare içinde yer almasına ilişkin Anayasanın 136 ncı maddesi hükmüne aykırı
amaç güdemezler.
Madde 101- Anayasa Mahkemesince bir
siyasî parti hakkında kapatma kararı;
a) Parti tüzüğünün veya programının
yahut partinin faaliyetlerini düzenleyen ve yetkili parti organları veya
mercilerince yürürlüğe konulmuş olan diğer parti mevzuatının bu Kanunun
dördüncü kısmında yer alan hükümlerine aykırı olması,
Hallerinde verilir.
III.
Dava
Konusu Parti Programı
Davaya esas olarak, davalı parti
programının inanç sorunları isimli bölümünün, (basılı programının 58. ve 59.
sayfalarında) ikinci paragrafında, « ... Biz, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bir
Devlet Kurumu olmaktan çıkartılmasından yanayız. Kurum inanç sahiplerine devir
edilmeli, Kurumda, hangi inanç grubunun, hangi temsil esasına göre var olacağı
ve mali bütçesinin nasıl düzenleneceği tümüyle bu kurumda yer almak isteyen
cemaat temsilcilerince belirlenmelidir... » biçiminde bir görüş yer almaktadır.
IV.
Kapatma
Nedenleri ve Değerlendirme
Siyasî Partiler Yasası'nın 89.
maddesindeki, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare içinde yer almasına
ilişkin Anayasa'nın 136. maddesine aykırı amaç gütme, Siyasî Partiler
Yasası'nın dördüncü kısmında yer alan hükümlere aykırılık oluşturduğundan, bu
durum bir partinin doğrudan doğruya kapatılmasını gerektirmektedir.
Bu nedenle, Anayasa'da genel idare
içinde varlığı öngörülen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın davalı parti programında
belirtildiği gibi, bir devlet kurumu olmaktan çıkartılması amacının güdülmesi
özellikle siyasî partiler yönünden 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın 89.
maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
V.
Sonuç
ve İstem
Davalı Demokratik Barış Hareketi
Partisi'nin yukarıda açıklanan nedenlerle parti programının söz konusu bölümü
Anayasa'nın 136. maddesi ile Siyasî Partiler Yasası'nın dördüncü kısmında yer
alan 89. maddesine aykırı nitelikte olduğundan, Demokratik Barış Hareketi
Partisi'nin Siyasî Partiler Yasası'nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince
kapatılmasına karar verilmesini arz ve talep ederim.”
II- DAVALI SİYASİ PARTİNİN ÖN SAVUNMASI
Demokratik Barış Hareketi Partisi'nin
tamamı dava dosyasında bulunan 16.12.1996 günlü ön savunmasının ilgili
bölümleri aynen şöyledir :
“Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Demokratik Barış Hareketi'nin
kapatılması için yapmış bulunduğu başvuru hakkında esas yönündeki
savunmalarımıza geçmeden önce, konu ile ilgili yasal mevzuatı ve usul
hükümlerinin tartışılmasında yarar görmekteyiz.
Usul Yönünden Ön Savunmamız:
Açılan bu dava, Anayasa'nın kendisinden
menkul ucube hükümleri ile, yargılanmayan dönemler, sorgulanmayan insanlar ve
kurumlar ile Anayasa'ya aykırılığı irdelenmeyecek ve Anayasa Mahkemesi'nin
gündemine getirilmeyecek yüzlerce temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan yasalar
için ayrıcalıklar getirmiştir.
Bugün ülkemizde 12 Eylül'ün meşruiyeti
tartışılır haldedir. Tüm siyasi partiler, kurum ve kuruluşlar, bu Anayasa'nın
ve bu dönemdeki yasaların gelişen dünyamızdaki demokrasi anlayışına ve
uluslararası sözleşmelere uymadığı artık tartışılamaz bir noktadadır. Kaldı ki
12 Eylül Hukukunu koyucular da kendi meşruluğunu kendi söylemek ve
yasalaştırmak gereğini duymuşlardır.
Demokrasilerde, caminin, üniversitenin,
adliyenin, orduevinin, meclisin, hükümetlerin yasalar ve anayasalar gereği
kapatılmaları olası değilse; gazetelerin, radyoların, siyasi partilerin,
demokratik kuruluşların da Anayasa'nın değişemiyecek 4. maddesi dışında yer
alan görüş, düşünce ve sergiledikleri dileklerinden dolayı kapatma yollarının
açık olmasını hiç de demokratik bulmadığımızı açıklamak ve vurgulamak isteriz.
Siyasi Partiler Yasası'nın 9. Maddesi :
Bilindiği gibi SPK'nın ilgili maddesi,
Cumhuriyet Başsavcılığı kurulan partilerin tüzük ve programlarının ve
kurucuların hukuki durumlarını Anayasa ve kanun hükümlerine uygunluğunu ve
belgelerinin tamam olup olmadığını, kuruluşlarını takiben öncelikle ve
ivedilikle inceler. Tespit ettiği noksanlıkların giderilmesini, lüzum göreceği
ek bilgi ve belgelerin gönderilmesini yazı ile ister ... gönderilmediği
taktirde, siyasi partilerin kapatılmasına dair hükümler uygulanır.
Bu hüküm kaynağını esas olarak
Anayasamızın 69/5 maddesince almaktadır. Buna göre; Cumhuriyet Başsavcılığı
siyasi parti program ve tüzüğünün yasalara ve Anayasa'ya aykırılığını öncelikle
ve ivedilikle incelemek ve aykırılıkların ilgilisince 30 gün içinde
tamamlanmasını istemek durumundadır. Bu istemin gereği yapılmadığı taktirde,
siyasi partinin kapatılması yönünde dava açmak yükümlülüğü altındadır.
Kanunun ilgili hükmü, sadece ve sadece
kuruluş için başvurusunu yapan siyasi partinin eksik belge ve bilgilerinin
tamamlandırılması olarak düşünülüp yorumlanamaz. Anayasa ve yasa, bu hükmü ile
ilgili siyasi partinin gerek program ve tüzük ve gerekse de kurucularının
hukuki durumlarının incelenmesini de esas almaktadır. Yasa, belge ve bilgi
eksikliği ile, programın yasalara ve Anayasa'ya aykırılık noktalarında bir
ayrım yapmadığı gibi herhangi birine de öncelik tanımamıştır.
Anayasamız, parlamenter demokratik
sistemin vazgeçilmez unsurlarından biri ve en önemlisi olarak siyasi partileri
saymaktadır. Buna göre de Anayasamızın ve yasalarımızın temel kabulü siyasi
partilerin kapatılması değil, onların, sistemin ana elemanı olarak yaşamasını
amaçladığı inancındayız.
Anayasa ve kanunun ilgili hükümleri
siyasi partileri kuruluş anında kapatma davası ile karşı karşıya bırakmamak
için vazedilmiş hükümlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığı'na verilmiş bulunan görev
ve yetki, bu kapsamda Anayasa'ya veya yasalara bir aykırılık var ise, öncelikle
ve ivedilikle 30 günlük süre içerisinde bunun giderilmesini amaçlamaktadır.
Aksi taktirde, yasa siyasi partileri nasıl kapatırım mantığı ile vazedilmiş
olur ki bu da Anayasa'nın temel kabulüne aykırıdır.
Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasa'nın ve
yasanın kendisine yüklemiş bulunduğu görevi eksik olarak yerine getirmiştir.
Kurucuların tüzük ve programdaki imza ve evrak eksikliğinin tamamlanması
yönünde bildirimde bulunmuş, ancak programın iddia konusu aykırılığın
giderilmesi yönünde bir bildirimde bulunmamıştır. Bu da Anayasa'ya ve Yasa'ya
aykırıdır.
Kaldı ki Anayasa'ya aykırılığı iddia
edilen Demokratik Barış Hareketi'nin programının ilgili bölümü SPK'nın 4.
kısmında sayılan aykırılıklara açıkça uymamaktadır. Tartışılmaya ihtiyacı
vardır. Demokratik Barış Hareketi için önemli olan Lâik Cumhuriyetin Korunmasıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili düşünce ikincildir. Bu husus esas
hakkındaki görüşlerimizde ayrıntılı olarak açıklanacaktır.
Anayasa'nın Geçici 15. Maddesi:
Yine bilindiği gibi, Anayasa'nın ilgili
hükmü 12 Eylül 1980 tarihinden ilk genel seçimler sonucu toplanacak TBMM'nin
Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde... bir yargı
merciine başvurulamaz.
Bu dönem içinde çıkarılan kanunlar,
kanun hükmünde kararnameler ile 2324 sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Kanun
uyarınca alınan karar ve tasarrufların Anayasa'ya aykırılığı iddia edilemez.
Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddesi
Anayasa'ya aykırıdır. Şöyleki;
Anayasamızın 68-69. maddeleri ve
bunlardan yola çıkarak 14. maddesi siyasî partilerin hangi eylem ve
düşüncelerden dolayı temelli kapatılacağını açıkça belirtmiştir. Bu hükümlere
göre;
Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve
milleti ile bölünmez bütünlüğüne,
İnsan haklarına,
Eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine,
Demokratik ve lâik Cumhuriyet,
ilkelerine,
Sınıf veya zümre diktatörlüğüne veya
herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı veya yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç
işlemeyi teşvik edemez.
Anayasa'ya göre yukarıda belirlenen
sınırlamalara aykırı davranan siyasî partiler hakkında uygulanacak hükümlerin
kanunla belirleneceği ve bu kanun hükümlerine göre de bu partilerin temelli
kapatılacağı açıktır... Bu hükümlerden herhangi biri Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın yapılanmasını eleştiren veya başka bir yapılanma şekli
önerilmesinin, o siyasi partinin temelli kapatılmasının gerekçesi olamayacağı
ortadadır. (Demokratik Barış Hareketi'nin Programında olduğu gibi)
Anayasamızın 2. bölümünde yürütme
başlığı altında Cumhurbaşkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Devlet
Denetleme Kurulu, Bakanlar Kurulu, Milli Savunma, yüksek öğrenim kurumları
sayılmış ve devamla İdare başlığı altında yüksek öğrenim kurumları ve üst
kuruluşları, Radyo ve televizyon kuruluşları ve kamuya ilişkin haber ajansları,
Atatürk Kültür ve Tarih Yüksek Kurumu, Kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşları, Diyanet İşleri Başkanlığı sayılmıştır. Bu bölümde sayılan kurum ve
kuruluşların yapısı ve düzenlenmeleri hakkında görüş bildirmek veya yeniden
yapılanmalarını savunmak yukarıda belirtilen esaslar dairesinde bir siyasi
partinin kapatılmasına gerekçe olmayacağını düşünmekteyiz. Anayasanın 68. ve
69. maddeleri ile 14. maddesinde belirtilen konular nazara alındığında, Siyasî
Partiler Yasası'nın 89. maddesinin düzenleniş şekli ve amacı Anayasa'mıza
açıkça aykırıdır.
Bu yasanın Anayasa'nın geçici 15.
maddesi itibari ile Anayasa'ya aykırılığının ileri sürülebileceği inancındayız.
Sayın Yüksek Mahkeme Üyelerinin
Anayasa'yı yaşayan canlı bir organizma olarak gördükleri, Yüksek Mahkeme
kararlarında, Anayasa'yı güncel olarak yorumladıkları Türkiye Kamuoyunun
bilgisi ve takdirleri dahilindedir.
Anayasa'ya aykırılığı ileri
sürülemeyeceği geçici 15. maddesi ile belirlenen Siyasî Partiler Yasası,
yürürlük tarihinden bu güne kadar bir çok kez değişiklik geçirmiştir. Yani, MGK
döneminde çıkartılan kanun olma niteliğini yitirmiştir. MGK döneminde yürürlüğe
konan orijinal biçime ve bütünlüğe sahip değildir. Ayrıca, 23 Temmuz 1995
tarihinde Anayasa'da yapılan değişiklikler, Siyasî Partiler Yasası'nda da bir
çok değişikliğin yapılması görevini, TBMM, önüne koymuş bulunmaktadır. Gerek
Anayasa'daki değişiklikler ve gerekse Siyasî Partiler Yasası'ndaki olan ve
olması Anayasa hükmü durumundaki değişiklikler, nazara alındığında bu Yasa'nın
geçici 15. madde korumasında düşünülemeyeceği görüş ve kanaatindeyiz.
Geçici 15. maddenin sürekli ve kalıcı
bir hüküm olmadığı tartışmasızdır. Anayasa Koyucu, bu konuyu kalıcı bir madde
gibi görse idi tıpkı Anayasa'nın 90/5 ve 148/1 vb. maddeleri gibi düzenlerdi.
Bu maddenin konu, muhatap ve zaman ögesi artık korumayı gerektirir olmaktan
çıkmıştır.
Tüm bu arz olunanlar itibari ile sayın
Yüksek Mahkeme, Siyasî Partiler Kanunu'nun, Anayasa'ya aykırı olduğu
noktasında inceleme yapacağı inancındayız.”
Uluslararası Sözleşmeler :
Anayasa'mızın 90. maddesi Uluslararası
andlaşmaları düzenlemiştir. Bu düzenleme itibari ile Avrupa İnsan Hakları
sözleşmesi iç hukukumuzda kanun hükmündedir. Bu sözleşme hükümlerine göre
düşünce açıklama ve örgütlenme özgürlüğü hüküm altına alınmış bulunmaktadır.
Demokratik Barış Hareketi, Lâik Cumhuriyetin Savunulmasının Vazgeçilmezi
Olarak Görmekte ve bunu koruma yollarından biri olarak Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın devlet yapısı dışına çıkarılmasını bir düşünce formu olarak
ileri sürmektedir. Tamamen bir düşünce açıklama olarak gördüğümüz bu konuda
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın bunu Lâikliğin ortadan kaldırılması olarak anlaması
ve bu yolda iddianame düzenlemesi hem söylediklerimizin ve açıkladıklarımızın
yanlış anlaşılması hem de düşünce özgürlüğüne aykırı bir tutum olarak
görmekteyiz.
İddianameye konu edilen husus tamamen
bir düşünce açıklamaktır. Bunun siyasî parti kapatma gerekçesi olarak gösterilmesi
mümkün değildir. Başsavcılığın bu bakış tarzı hem Anayasa'mıza hem de
uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Anayasa Mahkemesi kararları kesin olmakla,
iç hukuk yolları tükendiğinde AİHS'nin 25. maddesi uyarınca yapılacak bir
başvuruda, Türkiye Cumhuriyeti davalı duruma düşecek ve hukuki yaptırımları ile
karşı karşıya kalacaktır. Bu ise arzulamadığımız bir sonuçtur. Gerek Cumhuriyet
Başsavcılığının ve gerekse Yüksek Mahkemenin bunu nazara alacağı inancındayız.
Esas Hakkındaki Ön Savunmamız :
Cumhuriyet Başsavcılığı, Demokratik
Barış Hareketi'nin programının 58-59. sahifelerinde İnanç sorunları başlığı ile
yer alan bölümündeki Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devlet yapısı dışına
çıkarılması yönündeki düşünce ve temennimizi kapatma davasının konusu
yapmıştır. Biz, bu iddia karşısında Demokratik Barış Hareketi'nin gerek bu
konuda ve gerekse de Lâiklik ve Cumhuriyet konularında neler düşündüğünü
açıklamak durumundayız.
Lâiklik :
Bilinen belli başlı tüm sözlükler
lâikliği, din ile devlet ve yönetim işlerinin birbirinden ayrılması olarak
tanımlamaktadırlar.
Lâiklik kök kavram olarak eski
yunanlılarda Laikos,
Ortaçağda Latincede Laicus olarak
tanımlanmış, bu tanımlama ile, kiliseye mensup olmayan, herhangi dinsel bir
işlevi ve unvanı olmayan anlamında kullanılmıştır. Lâiklik kavramının içi esas
olarak daha sonraki dönemlerde doldurulmuştur.
Latinceye eş anlamlı olarak Fransızca
kültür kümesinde Secularie (Secular) olarak anılmış. İngilizcede ise Secularizm
olarak söylenegelmiştir. Bu tanımlama esas olarak bir siyasî ifade tarzıdır.
Latince Saecelum (Yüzyıl) teriminden türeyen Saecularis (Yüzyıla Ait Olma)
anlamına gelmektedir.
Bu köktanımlar esas alınarak lâiklik
şöyle tanımlanabilir :
Hayatı, Ruhani Kürede Yaşamak
İsteyenlerle, Dünyevi Kürede Yaşamak İsteyenler Arasındaki Alan Paylaşımıdır.
Bu şekilde tanımlanan lâiklik insanlık
evrimi itibari ile dinsel küre ile çatışarak gelişmiştir. Ortaçağa gelinceye
kadar insanlık kültürü dinsel kürenin belirleyiciliği altındadır. Ortaçağ
karanlığı kültür alanında, dünyevi küreyi özerk bir alan olarak inşaa etmeye
başlamıştır. Dünyevi kürenin, insan çabası ile genişletilebileceğinin farkına
varılması ile kapitalizmin gelişimi tarihi süreç olarak birbiri ile
çakışmaktadır. Çünkü birim başına üretkenliğin artışı sağlama ve belirsiz bir
tüketici kitlesi için üretim yapma gibi iki temel öge, Maddi Hayatın Genişletilebilir
ve Denetlenebilir şekilde insan iradesine bağlı olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Böylece, tanrının doğayı insanlara bahşettiği yönündeki temel kabul değişmeye
başlamıştır.
Batıda kilisenin toplumdaki bu üstün
konumuna ve sahip olduğu otoriteye karşı yürütülen mücadelenin sonunda, devlet
gücünü elinde tutanlar, belli bir din ve mezhebi tutmaktan vazgeçerek her türlü
inanca eşit muamele etmeye başlamışlardır. Bu evrimin sonunda devlet
kuruluşları ile dinsel kuruluşlar birbirinden ayrışmışlardır. Nihayet, hukuk
düzeni dinsel kurallardan tamamen arındırılmıştır. Bugün batı da lâiklik,
Devletin resmi bir dini olmaması, din hizmetlerinin bir kamu hizmeti olmaktan
çıkarılarak tamamen kiliseye bırakılması ve hukuk düzeninin dinsel kuralların etkisi
altında olmaması olarak anlaşılmakta ve uygulanmaktadır.
Türkiye'de Lâiklik :
Dinsel nitelikli Osmanlı devletinde
yalnız devlet hayatı değil, toplumsal hayatta din kurallarıyla çevrelenmişti.
Tanzimattan sonra başlayan gelişmeler hukuk ve eğitim alanında din dışı ya da
din ötesi unsurlarında benimsenmesini sağladı. Örneğin şeriye mahkemelerinin
yanı sıra nizamiye mahkemeleri, medreselerin yanı sıra lâik okulların açılması
gibi... Tanzimatla birlikte dinsel olanla dinsel olmayan unsurların birlikteliğinden
doğan ikilik yaratılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra
lâiklik ilkesinin temelleri atılmış, siyasal ve kamusal yaşamdaki bu ikileme
son verilmiştir. Devlet sisteminin lâikleştirilmesi yolunda ilk adım 1924
yılında, 1924 Anayasası ilk biçimiyle devletin dininin İslam olduğunu
bildirmesine karşın, Hilafet Kurumunun kaldırılmasıyla başlamıştır. Yine hukuk
ve eğitimde lâikleştirme girişimleri gerçekleştirilerek 1924 te Şeriye ve Evkaf
Vekaleti kaldırılmıştır. İkinci adım olarak hukuk ve eğitim alanlarında lâik
uygulamaya geçildi. (iktibas yoluyla yeni yasallaştırma eylemleri) 3 Mart 1924
te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu eğitimde lâikliği 1937 Anayasa
değişikliği ile “Devletin dininin din-i İslam” prensibi terk edilerek lâikliğin
bir temel Anayasa prensibi haline getirdi. 1963 Yılında Genel İdare içinde yer
alması öngörülen Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu.
Cumhuriyet döneminde lâiklik düşmanları
Atatürk döneminde gizlilik, sonrasında alenen faaliyette bulunup, lâikliği
dinsizlik olarak göstererek bu günkü muhalefet odakları haline geldiler. Sn.
Prof. Bülent Nuri ESEN 1950-60 dönemini tanımlarken kullandığı “Din, devlet
radyosunun mikrofonuna yan gelip yatmıştı. Din, iddia sahibiydi, bu yolda
vicdanları etkiliyordu. Devlet dinin emrine girmişti.” bu sözler ne yazık ki
günümüzde çok hafif kalmış, devleti yönetenler “Siyaset dinin emrinde” olduğunu
ilan etmişlerdir. Bu kadar vahim bir tabloda Cumhuriyet Başsavcılığı'nın
Demokratik, Lâik Cumhuriyetin savunucusu olan Demokratik Barış Hareketi'ni anti
lâik bularak dava açması son derece düşündürücüdür.
Demokratik Barış Hareketi'nin lâiklik
konusuna bakışından önce Diyanet İşleri Başkanlığı'nın mevcut hukuki yapısını
incelemekte fayda görüyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Hukuki
Yapısı :
Yüce Mahkeme'nin de takdir edeceği gibi,
Genel İdare içinde yer alması Anayasa'ca belirlenen bir kurumun, bu niteliği
sadece ve sadece Genel Bütçeden pay alması demek değildir. 11 Mayıs 1980
Tarihinde Yüce Mahkeme'nin 26 Nisan 1976 Tarih ve 1982 Sayılı Yasa'yı iptal
ettiğine dair kararı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Bu kanunun iptalinden
sonra yeni bir kanun hazırlanmamıştır. Danıştay Genel Kurulu'nun E.1971/72,
K.1971/36 sayılı ve 24.05.1971 günlü kararından da açıkça takdir edeceğiniz
gibi bir kanunun iptalinin, bizim hukuk sistemimizde, onun ortadan kaldırdığı
ya da değiştirdiği kanunun ya da bir hükmünün tekrar kendiliğinden yürürlüğe
girmesi sonucunu yaratmadığı kabul edilmektedir. Bu kanunun iptaliyle Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın örgütlenmesi ile ilgili düzenlemeler kanunla değil, kanun
hükmünde kararnamelerle yapılmaktadır. Yüce Mahkemenizin 1987/7 sayılı
kararında “TBMM tarafından Bakanlar Kuruluna Kanun Hükmünde Kararname çıkarma
yetkisinin ancak önemli, zorunlu ve ivedi durumlarda verilmesi, yasama
yetkisinin devri anlamına gelecek biçimde güncelleştirilip, sık sık bu yola
başvurulmaması Anayasakoyucunun amacına daha uygundur” denilmektedir. Bu
düzenlemelerin Diyanet İşleri Başkanlığı için sürekli olarak yapılması Anayasa
Mahkemesi'nin önüne geçmeye çalıştığı hukuk tekniği ile bağdaşmayan icraatın
bir parçasıdır. “Kanunla düzenlenmesi gereken alanlarda sürekli yürütme
işlemlerine gidilmesi hukukiliğin ötesinde, yetki gaspı boyutlarına varan bir
siyasi tavırdır. Gerekli düzenlemelerin kanunla yapılması yolunda adeta
kaçınılması, Anayasa yargısının denetiminden uzak bir alanın yaratılmaya
çalışıldığı intibaını uyandırıcı niteliktedir.”
Sayın Mahkeme'nin de taktir edeceği gibi
mevcut hali ile Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare içinde yer alması bu
durum nedeni (633 Sayılı Yasa kadük kalmıştır) ile tartışma konusu iken, bir
devlet kurumu niteliğinde olmadığı açıkça ortadadır. Devlet kurumlarının tüzel
kişilikleri vardır, iç işleyişleri ile ilgili yönetmelik çıkarma haklarına sahiptirler.
Oysa, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın tüzel kişiliği olmadığı gibi yönetmelik
çıkarma hakkı da yoktur. Danıştay ve Yargıtay'da bu kuruluş elemanlarını kamu
görevlisi saymamaktadır. Devlet kurumu olmayan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın,
bu duruma göre partinin programındaki devlet kurumu olmaktan çıkarılması dileği
SPK'na aykırı bir durumun da söz konusu olmadığını göstermektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Lâiklik :
Hukukî yönden ve klasik anlamda lâiklik,
din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamına gelmektedir. Bu gün dahi
bazı kimseler ve örgütlerin, dini kötüye kullanmak ve böylece din sömürüsünden
bir takım çıkarlar sağlamak eğiliminde oldukları bilinen bir gerçektir. Bu
nedenle Anayasa ve Yasakoyucuları bu alanı düzenlemişler ve kötüye kullanıma
set çekmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasaları ile kabul edilen lâiklik
ilkesi geçirilen tarihi tecrübelere, devrimlere, ulusun dini ve siyasi
özelliklerine ve yurdumuz koşullarına uygun bir anlam taşımaktadır. Şu hususu
açıkça belirtmek gerekir ki, Atatürk devrimlerinin hareket noktasında lâiklik
ilkesi yatar ve devrimlerin temel taşını bu ilke oluşturur (E.983/2, K.983/2
Anayasa Mahkemesi kararı).
Bizde Atatürk Devrimlerinin en
önemlilerinden olan ve hatta tüm devrimlerinin temelini teşkil eden lâiklik,
insanlarının çok büyük kısmı Müslüman olan ve asırlardır teokratik bir düzen
içinde yaşayan bir toplumda gerçekleştirilmiştir. İslam Dininin, Hristiyanlık
dininin aksine, bir inançlar sisteminden ibaret olmayıp, insanların tanrı ile
olan ilişkileri yanı sıra, birbirleri ve kamu gücünü elinde tutanlar ile olan
ilişkilerini de düzenleyen bir din olması; bir başka anlatımla toplumsal bir
işlevinin de bulunması karşısında, bizde Atatürk Laikliğinin amacı, İslam
Dinini toplumsal işlevinden soyutlamak, kişilerin iç dünyalarına, vicdanlarına
sokmak ve kişilerin iç dünyalarından dışa yansımalarını önlemek; kısaca İslam
Dinini kişiselleştirmek olmuştur. Bizdeki lâiklik de, batı lâikliği gibi, din
ve mezhep ayrımı yapmayan resmi bir dini bulunmayan, din kuralları ile
yönetilmeyen ve hukuk düzeni dinsel kurallardan tamamen arındırılmış olan bir
devlet düzenini öngörmüştür. Ancak batıdan farklı olarak bizde, devlet dinsel
hizmetlere uzak kalmamış; tam tersine din hizmetleri bir kamu hizmeti olarak
düzenlenmiş ve bu kamu hizmetlerinin yürütülmesi görevi de devlet teşkilatı
içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı'na verilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulması
bazı hukukçular tarafından eleştirilmiştir. “Diyanet İşleri Başkanlığı'na genel
idare içinde yer verilmesinin sebebi ve sonuçları ne denli yerinde ve doğru
görülürse görülsün, anılan Anayasa hükmünün, devletin ve özellikle idare
kuruluşunun lâiklik ilkesini zedelediği kabul edilmek gerekir. Lâikliğin
Türkiye Cumhuriyetinde ve Türk toplumu için, batı ülkelerinden ve
milletlerinden farklı ve kendine özgü bir anlamı ve kapsamı olabileceği savı,
bilimsel bir gerçeklik ve geçerlilik taşımaz” “Diyanet İşleri Başkanlığı sadece
Müslüman halkın dini konuları ve hizmetleri ile görevli olduğuna ve ilgilendiğine
göre, bunlarla öteki dinlere katılan yurttaşlar arasında bir takım eşitsizlik
ortaya çıkarmaktadır.”
Yüce Mahkemenin Anayasa'nın ruhuna ters
düşen bu Anayasa maddesi ile ilgili aykırılığı dikkate alamayacağını bilerek,
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın mevcut durumu ile lâikliği incelemek istiyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığı bu gün
kuruluşundaki amacın ötesine çıkarak sadece Müslümanlığın diyaneti değil,
Müslümanlık içindeki hanefi mezhebinin diyaneti haline gelmiştir. “Diyanet,
mezhep besleyici bir kurum olmaktan çıkıp, mezhep çekişmelerinin üstünde ve
ötesindeki dinin savunuculuğunu, koruyuculuğunu üstlenecektir... Diyanet, din
içindeki alt kimliklerin yani mezhep, meşrep ve tarikatların kabullerini icra
anlamında hizmetler üretmeyecektir. Bu hizmetler o kabullerin sahipleri
tarafından finanse edileceklerdir.” ... Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bu
yapısını artık ülkemizde yaşayan herkes bilmektedir. Diyanet İşleri
Başkanlığı'nı Siyasî Partiler Kanunu'nun 89. maddesinde belirtilen lâiklik
ilkesi doğrultusunda çalışmadığı, aksine lâiklik için bugünkü hali ile bir
tehlike oluşturduğu alenidir. Yüce Mahkemenin körü körüne kuralları
uygulamayacağına olan inancımız sonsuzdur. “Anayasa Mahkemesi körü körüne
kuralları uygulamaz. Anayasa'yı yorumlamaya yetkili tek organ olarak, ilerici
ve yapıcı yorumlarla onu güncel kılar. Bir anlamda Anayasa'yı yeniden yapar.”
...
Ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ve
dayandığı 633 sayılı Yasa'nın; İslam Dini Başkanlığı, İslam dininin korunması,
yayılması, savunması yasası veya İslam Dini sünni mezhebini Türkiye'de hakim
kılınması için yapılmış bir yasa haline geldiğini söylersek, hiç abartmamış
olacağız.
Diyanet İşleri Yasası'nda bulunan,
Müslüman vatandaşların milli ilkelere bağlılıklarını koruyucu inanç ve inanç
ayrılıklarının, istismarını önleyici tedbirler alınmasını sağlayıcı
amaçlarından tutunuz da; kurulan Hac İşleri Müdürlüğü ve yine illerde kurulan
il, ilçe müftülüklerinin görevlerini, Kur'an kurslarının açılışı, eğitim ve
öğretimleri, Mushafları inceleme kurulu ve görevleri, yine il ve ilçelerde
kurulan örgütleri sayarken, il ve ilçe müftüleri, müftü yardımcıları, vaiz,
imam, imam-hatip, Kur'an kursu öğreticisi, müezzin-kayyım, memur, kayyım ve
diğer görevleri açıklarken hepsinin İslam Dininin hizmetinde olduğu, Diyanet
İşlerine yapılan atamaların devlet bürokrasisinin uyduğu ve devlet
bürokrasisinde uygulanan sistem dahilinde olduğu, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
ve görevlerin hepsi İslam Dini, bilgi, kültürü koşulları içerisinde olacağını
saymıştır. Peki bu halde, devlet çarkı içerisinde ülkenin demokratik ve lâik
bir hukuk devleti ile açıklaması nasıl olacaktır.
633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
kuruluş ve görevleri adlı yasanın 1. maddesi “İslam Dininin inançları, ibadet
ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak
ve ibadet yerlerini yönetmek” olarak belirtilirken; bu ülke, bu yasa ile İslam
Dininin dışında bulunan yurttaşlarının din konularının çözümünü getirerek
halkın din sorunlarından doğan ihtiyacına cevap verebilecek midir' Bu boşluğu,
bu sıkıntıyı bu yasanın lâik çerçeveden değerlendirmesini yaparken, yaratılmış
çelişkiyi es geçebilecek miyiz'
Yukarıda açıkladığımız gibi; bünyesinde
kurulan fetva kurulları ile bu başkanlık, Osmanlı'nın şeyhülislam müessesesinin
yerini almıştır. Ve hatta fetva kurulları ile siyasetin içine girmiştir.
Başkanlık bugünkü hali ile, lâiklik
ilkesi ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi sağlamak amacı bir tarafa tamamen
Osmanlı'yı çağrışmaktadır.
“Din” kelimesi, İslam Ansiklopedisine göre; “Örf ve Adet”tir. Bu
ideoloji değildir.
Devletimizde bir çok din ve bu dinlerin
mezhep ve tarikatlarına mensup vatandaşlar vardır. Devlet hepsine aynı
mesafede olmalıdır.
Bugün, Diyanetin bütçesi, milli adı ile
andığımız Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçesini geçmiştir. Bu şekilde devlet,
dini eğitimi, milli eğitimin üzerinde tutmaktadır ve bu rejimin adına, lâik ve
demokratik cumhuriyet demektedir. Biz bu çelişkiyi kaldırmak istiyoruz.
Büyük Atatürk, lâiklik için şöyle diyor;
“Lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm
yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir. Din ve mezhep, hiçbir
zaman politika aleti olarak kullanılamaz. Kutsal ve tanrısal olan inanç ve
vicdanlarımızı her türlü çıkarlarla, tutkular alanı olan siyasetten kurtarmak
zorunluluktur. Biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya
hayattan almış bulunuyoruz.”
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kuruluş
amacı ile bu prensipler bağdaşabilir mi' Bu kanun, Anayasa'nın 136.
maddesindeki hükme uygun mudur'
... “Çok partili yaşama girdikten sonra
devletin temel niteliği olan lâikliğe aykırı, dolaylı ve dolaysız birçok
kanunlar çıkarılmıştır.” ...
Çok doğru bir teşhis bu. Diyanet İşleri
Başkanlığı konusunda, 1965 yılında Adalet Partisi zamanında, Anayasa'nın
yalnız 136. maddesindeki mücerret diyanet kelimesi, İslam dininin, Osmanlı'daki
gibi devlet eli ile yürütülmesi şeklinde yorumlanarak dikte ettirilmiş ve
ileride bu amacın bozulmaması için de Siyasi Partiler Kanunu‘na bu hüküm
konulmuştur. Başkanlığın bu şekilde kuruluşu ile lâiklik büyük bir yara
almıştır.
Bu Kanunun 1. maddesi uyarınca, Diyanet
İşleri Başkanlığı, Milli Eğitim başta olmak üzere diğer tüm bakanlıklar
üzerindeki bütçesini sırf İslam Dini ve özellikle Hanefi mezhebi için kullanmaktadır.
Hem de, Başbakan eli ile. Peki, bu başkanlığın diğer dinlerle ilgisi nedir'
Bırakın yardım etmeyi, hiç ilgilenmemektedir. Çünkü, Başkanlık yalnız İslam
Dini için kurulmuştur. Osmanlı'da, diğer dinlerle ilgilenmez idi.
Bu başkanlık, Türkiye'de tüm dinlerin,
mezhep ve tarikatların ibadetlerini devlete herhangi bir şekilde zarar vermesini
önlemek ve Avrupa'da olduğu gibi kabulleri şartı ile, vatandaşların alınacak
din vergilerinin, vatandaşların iradeleri yönünde bu dini kuruluşlara
verilmesi, gelirlerinin ve bütçesinin kontrol edilmesi gibi görevleri, muhtevi
bir nevi kontrol mekanizması olması gerektiği düşüncesindeyiz.
Burada en önemli husus, dinciliğe karşı
devleti korumaktır.
Oysa, Anayasa'ya aykırı tesis edilen
kanunla kurulan, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın mevcut yapısını korumak amacı
ile Siyasî Partiler Kanunu'na tamamen lâiklik, düşünce özgürlüğü ve demokrasi
ilkelerine aykırı 89. maddesi konularak, şeriata dokunulmazlık kazandırmış ve
dolaylı şekilde Devlete din kisvesi giydirilmiştir.
Bugün, bu kanunun aralığından bütün
tarikatlar devlete girmeye başlamış olup, devleti işgal etme gayreti
içindedirler.
Ülkede yirmi milyon kişinin alevi
inançlı olduğu söyleniyor. Ülkenin tüm ilk ve orta okullarında 12 Eylül
1980'den sonra din kültürü ve ahlâk bilgisi dersi zorunlu okutuluyor.
Bu okullarda okutulan din kültürünü ise
İslam Dininin bir görüşü olan sünni amaca ait oluyor. Yine 12 Eylül Paşaları
Türkiye'deki tüm alevi köylerine cami yaptırıyor, bu camilere sünni inançlı
imam atıyor. Bu faaliyetler bir inancın yok sayılması, adeta asimile anlamı
taşıyor.
Ülkenin yöneticileri yıllardır ülkemizde
var olan dini kesimlerin liderlerinden icazet almaktadırlar. Bu Lâik,
Demokratik Hukuk Devleti için kabul edilir değildir. Olamaz da.
Demokratik Barış Hareketi, Lâiklik ve
Yasalar :
Demokratik Barış Hareketi, çağdaş
hukuku, önce insana değer veren, insanı öne; en öne alan ve insanı eksen kılan
bir program ile çağdaş yargıyı getirmek, ulusal egemenliği, lâikliği, cumhuriyeti
ve demokrasiyi ülke insanını sadece yurttaş ve insan kimliği ile kabul eden ve
bunu yerleştirmek için çalışan, kurulmuş bir partidir. Kurulan diğer
partilerden ayrıcalıklı yönleri vardır;
Gerçekten herşeyin üstünde insanı temel
almak, Anayasa'yı devleti ve hükümeti insan ekseni üzerine kurmak istemektedir.
İnsan yaratıcılığına ve yeteneğine çok büyük değer vermektedir.
Lâiklik, partinin temeli olmuştur.
Demokrasi ve cumhuriyet partinin
vazgeçilmez ilkesidir.
Susanan barış partinin özlemidir.
Her türlü ırkçılığa karşıdır.
Demokratik Barış Hareketi, basın
özgürlüğünün ötesinde, yurttaşlara bilgilenme ve söz sahibi olma hakkını
savunmaktadır. Demokratik Barış Hareketi yurttaşları devletten, herşeyin,
toplumsal ve ekonomik sorunların, hesabını sormak ve öğrenmek konumuna
getirecektir. Parlamentoya işlerlik kazandıracak, kamu yetkililerini görevleri
dolayısıyla, engelsiz sorumlu tutacaktır.
Demokratik Barış Hareketi; inançlar
arasında eşitliği koyacak, din ve inanç üstünlüğü tanımayacak, ancak inanca
derin saygı duyacaktır.
Demokratik Barış Hareketi; bir mezhebin,
bir dinin, bir tarikatın partisi değildir. İnsanların partisidir. Bu koşullarda
hizmetini sürdürecek ve görevini yerine getirecektir.
Demokratik Barış Hareketi, yukarıda
açıkladığımız gibi, parti programında İnanç Sorunları bölümünde bulunan;
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devlet çarkı ve genel idare içerisinden
çıkarılmasından yana bir tavır sergilemiş ve bunu programına dilek olarak
koymuştur.
Dikkat edilmesini ricaediyoruz; programımız
dileğin ötesinde bir cümle getirmemiştir. Oysa Siyasî Partiler Yasası'nın 89.
maddesi ile Anayasa'nın 136. maddesinde belirtilen Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın genel idare içinde bulunmasına karşın “aykırı amaç
güdemezler”sözüdaha etkin ve daha belirginbir gayeyi hedefler. Bu bakımdan
Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddesiniihlal eden, çiğneyen, dışlayan bir
program getirmiş değiliz.
Anayasa Mahkemesi'nin olayı Anayasa'nın
68/4 maddesi dahilinde değerlendirme yaparak bu maddeye aykırılığın bulunup
bulunmadığının işlenmesini isteriz. Böylece Anayasa Mahkemesi'nin 89. maddeyi
ihmal metoduyla, inceleme dışı bırakabileceğini düşünürüz. ...
Demokrasi her konu ve sahada fikir
özgürlüğü içerisinde, çok çeşitli görüş ve düşüncelerin ortaya atıldığı ve
tartışıldığı rejimdir. Bu fikir zenginliği demokrasilerin temel düşüncesidir.
Bu ülkenin Anayasası ve yasaları, geride yüzyıla yakın bir zaman ve 3-4 nesil
geçmiş olmasına karşın, hala Osmanlı'nın ferman buyruğundan Vali-Paşa emrinden
bir türlü kurtaramamaktadır.
Anayasa Mahkemesi, bu ülkenin ve çağdaş
demokrasinin, güçlü ve son derece fonksiyonelbir kuruluşudur. Ancak uyguladığı
yasalar; oturduğu ortam, yaşadığı iklim ve bulunduğu topraklardan elbette
nasibini almış ve o ortamda yasalaşmıştır. Anayasa Mahkemesi ise buna rağmen,
ülke demokrasisini aşan çağdaş kararları ile kendi varlığını her dönemde ortaya
koymakta vehissettirmektedir. Önce, bu gerçeği bir bilim ahlakı içinde ortaya
koymak gereğini duyduğumuzu açıklamak istiyoruz.
Demokratik Barış Hareketi, programının
bir çok yerinde lâiklik ilkesinin ateşli bir savunucusu olmuştur. Yaşadığımız
zaman diliminde bu ilkeyi hararetle savunmak, gelecekte görünen karanlığı
önlemekiçin bir zorunluluk haline gelmiştir. Devrimlerin temel taşının bu ilke
olduğu yolundaki yüce mahkemenin tespitinin isabeti bir kez daha ortaya
çıkmıştır. Gerek Anayasa'nın 136. maddesindeki, gerek Siyasî Partiler
Kanunu'nun 89. maddesindeki ve gerekse Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
kuruluşundaki amaç bu doğrultudadır. Kanımızca 89. madde de getirilen yasaklama
lâiklik karşıtı partilerin kötü niyetli girişimlerine engel olmak amacıyla
koyulmuştur.
89. maddenin başındaki “Lâiklik ilkesi
doğrultusunda” sözcükleri de bu kanımızı pekiştirmektedir. Bu açıdan
baktığımızda arzulanan değişiklikler lâikliğin korunmasına yöneliktir. “Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın devletin genel yönetimi içerisinden çıkarılmasından
yanayız” diyerek, sadece dileğini ortaya koyan, bunu dileğin ötesinde bir
eyleme ve kesin bir hükme gitmeyen programımızdan dolayı, bir parti kapatma
davasına konu oluyorsa; hiçbir kanıt ve belge aranmasına gerek duyulmadan o
ülkenin demokrasisinde sıkıntı olduğunu hemen anlayabilirsiniz.
19 Ağustos 1990 tarihinde yayınlanan ...
Dergisinde ... Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili olarak “Ben şahsen
statükonun muhafazasına taraftarım. Zira zaman İslamın ve Müslümanların lehine
işlemektedir. Müslümanlar var güçleriyle yetenekli, üstün, müessir kadrolar
yetiştirmelidir. Gün gelecek hak yerini bulacaktır. Sünni İslamlıkta din ve
dünya ayrımı olmadığına göre mevcut modelin muhafazası en akıllı yoldur;
şerrin ehvenidir.” demiştir. Kanunun amacını gözden uzak tuttuğumuzda bu zat
yasaya “uygun” davranırken, Demokratik Barış Hareketi “kapatılmayı” hak
etmiştir. Yorumu Yüce Mahkemeye bırakıyoruz.
Sonuç :
Ülkemizde lâiklik ciddi tehlikedeyken,
ulusal egemenliğinin yerine Allah'ın egemenliğinin alma çalışmaları açıkça
gözler önünde yapılırken, şeriat nameleri meydanlardan gazete sütunlarına,
meclis kürsüsüne kadar gelmiş iken, şimdi lâikliği anıt gibi korumak isteyen bu
partinin, salt programında bulunan ve lâikliğin doğal gereği bir düşünce ve
dilek açıklama nedeniyle kapatılma davasına konu olması nedeniyle;
Öncelikle, Siyasî Partiler Yasası'nın 9.
maddesinde belirlenen ihtârâtın yapılmamış olması nedeni ile dosyanın
Cumhuriyet Başsavcılığı'na iadesine,
Siyasî Partiler Yasası'nın 89.
maddesinin Anayasa'ya aykırı olması nedeni ile Yasa'nın hükmünün iptaline,
Siyasî Partiler Yasası'nın Anayasa'nın
geçici 15. maddesinin himayesinde bulunduğu kabul edilir ise, davamıza
Türkiye'nin onayladığı Uluslararası Sözleşme Hükümleri çerçevesinde inceleme
yapılmasını,
Esas itibari ile de Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın isnat ettiği fiilin Demokratik Barış Hareketi'nin programında
yasada belirlenen saik dikkate alındığında suçun işlenmediği ve doğmadığının
belirlenmesi ile davanın reddine karar verilmesini,
Esas hakkındaki savunma, belge ve
verilen görüş bildirme hakkımızın saklı tutulmasını saygı ile arz ve talep
ederiz” denilmiş ve dava dosyasına konulan kimi belge ve bilgiler sunulmuştur.
III- YARGITAY CUMHURİYET
BAŞSAVCILIĞI'NIN ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın
24.12.1996 günlü SP.88. Hz. 1996/307 sayılı esas hakkındaki görüşü şöyledir :
“Demokratik Barış Hareketi Partisi hakkında 24.10.1996 tarihli
iddianamemizle açılan dava dolayısıyla davalı parti tarafından ön savunmada
ileri sürülen belli başlı konulara karşı, Yüksek Mahkemenizce istenilen esas
hakkındaki Cumhuriyet Başsavcılığımızın görüşleri şöyledir:
1.
Davanın
Siyasi Partiler Yasası'nın 9. maddesine aykırı olarak açıldığı iddiası;
Anılan Yasa'nın sistematiğine göre, 9.
maddenin, siyasî partilerin teşkilatlanması başlıklı ikinci kısmının, kuruluş
aşamasına ilişkin hükümleri içeren birinci bölümünde yer aldığı ve “Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın partilerin kuruluşunu denetlemesi” başlığını taşıdığı
görülmektedir. Bu madde hükmü uyarınca, Cumhuriyet Başsavcılığı, kurulan
partilerin tüzük ve programları ile kurucularının hukuki durumlarının
Anayasa'ya, yasa hükümlerine uygunluğunu ve ayrıca verilmesi gereken bilgi ve
belgelerin tamam olup olmadığını öncelikle ve ivedilikle inceler. Bunlarda
herhangi bir eksikliğin tesbit edilmesi halinde giderilmesini, ayrıca ek bilgi
ve belgeye lüzum görürse gönderilmesini ister. Eksikliğin belirli süre içinde
giderilmemesi ya da istenen ek bilgi ve belgelerin gönderilmemesi halinde,
siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin hükümler uygulanır. Bu hükümle
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın partileri denetleme görevinin içeriği ve sınırları
belirlenmiş olmaktadır. Şu halde, kurulan partilerin tüzük ve programlarının ve
kurucularının hukuksal durumlarının Anayasa ve yasa hükümlerine aykırı olması
ile verilmesi gerekli bilgi ve belgelerde eksiklikler tesbit edilmesi durumları
arasında fark gözetilmiş ve her biri ayrı hukuksal sonuçlara bağlanmış
olmaktadır. Yani, Cumhuriyet Başsavcılığı'nca tesbit edilen eksikliklerin
giderilmesi, lüzumu görülen ek bilgi ve belgelerin gönderilmesi yazıyla
istenmedikçe, bu nedenle siyasal partilerin kapatılmasına dair hükümlerin
uygulanmamasına başka deyişle, yazılı istemin dava açmanın ön koşulu
niteliğinde olmasına karşılık; kurulan partilerin tüzük ve programları ile
kurucularının hukuksal durumlarının Anayasa ve yasa hükümlerine aykırı
olmaları nedeniyle kapatılmaları için dava açılması, 104. madde hükmü dışında,
böyle bir ön koşulun varlığına bağlı tutulmamıştır.
Öte yandan; anılan maddedeki, Cumhuriyet
Başsavcılığı'na verilen, kuruluş aşamasında tesbit edilen eksikliklerin
giderilmesi ya da gerekli görülen ek bilgi ve belgelerin gönderilmesi için yazılı
istemde bulunma ödevinin, tüzük ve programlarının tamamen veya kısmen Siyasî
Partiler Yasası'nın dördüncü kısmındaki yasaklamalara aykırı olması halinde de
geçerli olduğu kabul edilecek olursa, bu koşul yerine getirilmedikçe 100. ve
101. maddelerdeki nedenlerle doğrudan kapatma davası açılması olanaksız hale
gelecektir ki, böyle bir sonucun Siyasî Partiler Yasası'nın kabul ettiği
esaslarla çeliştiğinde kuşku yoktur. Yüksek Mahkemenizin 25.10.1983 gün,
E.1983/2 (Parti Kapatma), K.1983/2 sayılı; 8.12.1988 gün, E.1988/2 (Siyasî
Parti Kapatma), K.1988/1 sayılı; 10.7.1992 gün, E.1991/2 (Siyasî Parti
Kapatma), K. 1992/1 sayılı; 23.11.1993 gün, E.1993/1 (Siyasî Parti Kapatma),
K.1993/2 sayılı kararları da bu yoldadır.
Bu durum karşısında, Cumhuriyet
Başsavcılığımızca davalı parti hakkında açılmış olan dava, Siyasî Partiler
Yasası'nın dördüncü kısmında yer alan 89. maddesine dayanmakta olup, 101.
maddenin (a) bendi gereğince kapatılması istenmekte olduğundan, davanın Siyasî
Partiler Yasası'nın 9. maddesi gereğince Cumhuriyet Başsavcılığımızca uyarı
yapılmadan açılmış olduğuna ilişkin davalı partinin savunması yerinde değildir.
2- Yargılamanın duruşmalı olarak
yapılması isteği;
Anayasa'nın, Anayasa Mahkemesi'nin
çalışma ve yargılama usullerini düzenleyen 149. maddesinin son fıkrasında,
Mahkemenin Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya
üzerinde inceleyeceği hükmü kabul edilmiştir. Aynı kural, Siyasî Partiler
Yasası'nın 98. maddesinin ilk fıkrasında kapatma davasından açıkça söz edilmek
suretiyle tekrarlanmış, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Yasa'nın 33. maddesinde de Anayasadaki hükme paralel olarak
siyasal partilerin kapatılmasına ilişkin davaların Ceza Muhakemeleri Usulü
Yasası hükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde incelenip karara
bağlanacağı esası getirilmiştir. Ancak, gerek Siyasî Partiler Yasası'nın,
gerekse 2949 sayılı Yasa'nın sözü edilen maddelerinde, Anayasa Mahkemesi'ne, gerek
görüldüğü durumlarda sözlü açıklamaları dinlemek için ilgilileri ve konu
hakkında bilgisi olanları çağırma yetkisi tanınmış bulunmaktadır.
Anayasa'nın 149. maddesinin son
fıkrasına son değişiklikle “ve siyasî partilerin temelli veya kapatılmasına ilişkin
davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasî
partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilinin savunmasını
dinler” hükmü eklenmiştir.
Öngörülen usulde, kapatma davalarında
Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası'nın uygulanacağı kabul edilmiş, ancak duruşma
yapılması öngörülmemiştir. Uygulanacak yöntem yönünden Ceza Muhakemeleri Usulü
Yasası'nın uygulanacağı kabul edilmiş, ancak duruşma yapılması, o yasada yer
alan her yargılama kuralının uygulanması anlamında olmayıp, «duruşma» dışında
davanın bünyesine uygunluk gösteren kuralların uygulanacağını belirtmek
amacıyladır. Birer özel yargılama hukuku hükmü niteliğinde olan ve kamu
düzenini ilgilendiren bu Anayasal ve yasal düzenleme karşısında, Yüksek
Mahkemenize ilgilileri dinleme yetkisini kullanma bakımından tanınmış olan
takdir hakkı ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ile kapatılması istenen siyasî
parti genel başkanı veya vekilini dinleme görevi dışında parti kapatma
davalarında duruşma açılması mümkün bulunmadığından, davalı partinin bu yöne
ilişkin isteğinin reddi gerekir.
3- Anayasa'nın geçici 15. maddesinin
davada uygulanmaması, Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddesinin iptali isteği;
Siyasî Partiler Yasası'nın tamamının ya
da kimi maddelerinin Anayasa'ya aykırı olduğunun ileri sürülmesine veya bu
hususun re'sen nazara alınmasına Anayasa'nın geçici 15. maddesinin son fıkrası
hükmü olanak vermediğinden, ön savunmada, öncelikle bu hükmün davada
uygulanmaması istenmektedir. Sözü edilen hükümde, maddenin birinci fıkrasında
belirtilen 12.9.1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin Başkanlık Divanı'nı oluşturuncaya kadar geçecek süreye
gönderme yapılarak, bu dönem içinde çıkarılan yasaların, yasa hükmünde
kararnamelerin ve 2324 sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Yasa uyarınca alınan
karar ve tasarrufların Anayasa'ya aykırılığının iddia edilemeyeceği
belirtilmiş ve böylece yetkili organca kaldırılıncaya veya değiştirilinceye
kadar Anayasa'ya uygunluk denetimi yoluyla bu hükümlerin tartışılmasının
önlenmesi biçiminde bir siyasal tercih ortaya konmuştur.
Yüksek Mahkemenizin 10.7.1992 gün,
E.1991/2 (Siyasî Parti Kapatma), K.1992/1 sayılı, 23.11.1993 gün, E.1993/1
(Siyasî Parti Kapatma), K.1993/2 sayılı kararlarında belirtildiği gibi;
yasaların yorumlanması ve uygulanmasında bir yasa kuralının ihmalinin söz
konusu olabilmesi için aynı konuyu düzenleyen ve birbiriyle çelişen bir Anayasa
ve yasa kuralının bulunması gerekir. Geçici 15. madde, Anayasa'nın bütünlüğü
içinde bir çelişkinin değil, bir ayrık durumun ifadesidir.
22.4.1983 günlü Siyasî Partiler Yasası,
12.9.1980 ile 6.11.1983 tarihinde yapılmış olan genel seçimden sonra Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı'nın oluşması arasındaki dönemde kabul
edilmiş olduğundan, geçici 15. maddenin son fıkrası hükmü kapsamında
bulunmaktadır. Böyle olunca, Anayasal koruma altına alınmış olan söz konusu
Yasa'nın 89. maddesinin Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülemez. Ancak, hiç kuşku
yok ki söz konusu kural, Anayasa'nın temel ilkeleri ve bu ilkelerin dayanağını
oluşturan hukukun ana kurallarıyla uyum gösterecek biçimde yorumlanmalıdır.
Öte yandan; yine Yüksek Mahkemenizin
yukarıda işaret olunan kararlarında ifade edildiği üzere, Siyasî Partiler
Yasası'nın getirdiği yasaklar Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinde yer alan
kapatma nedenlerinin somutlaştırılması olarak düşünülmelidir. Çünkü Anayasa'nın
69. maddesinin son fıkrasında, «siyasî partilerin kuruluş ve çalışmaları,
denetleme ve kapatılmaları... yukarıdaki esaslar çerçevesinde kanunla
düzenlenir.» denilmektedir. Siyasî Partiler Yasası'ndaki yasaklamaları kabul
etmekle Yasakoyucu da Anayasa'nın öngördüğü düzenlemeyi gerçekleştirmiştir.
Belirtilen nedenlerle, Siyasî Partiler
Yasası'nın 89. maddesinin iptali isteği yerinde bulunmamaktadır.
1.
Genel
Açıklamalar :
Anayasa kuralları incelendiğinde
Anayasakoyucunun siyasî partilere ilişkin bu konuya özel bir önem ve değer
vermiş olduğunu görmekteyiz.
Anayasa'nın 68. maddesinin ikinci
fıkrası hükmü siyasî partileri demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez ögeleri
saydıktan sonra üçüncü fıkrasında siyasî partilerin önceden izin almadan
kurulabileceği Anayasa ve yasa hükümleri içerisinde çalışmalarını
sürdürebilecekleri vurgulanmıştır.
Yüce Mahkemenizin 23.11.1993 gün,
E.1993/1 (Siyasî Parti Kapatma), K.1993/2 sayılı kararında değinildiği gibi;
“Siyasal partilerin kuruluş ve çalışmalarının özgürlük içinde
olması temel ilkedir. Siyasal partiler, belli siyasî düşünceler çerçevesinde
birleşen yurttaşların özgürce kurdukları ve özgürce katılıp ayrıldıkları
kuruluşlardır. Kamuoyunun oluşumunda önemli etkinliği olan siyasî partiler
yurttaşların istem ve özlemlerinin gerçekleşmesine çalışan ve siyasal
katılmaları somutlaştıran hukuksal yapılardır.
Demokrasinin simgesi sayılan, olmazsa
olmaz koşulu olarak nitelenen özgürlük ve hukuksallığın ulusal araçları
durumunda bulunan siyasî partilerin, devlet yönetimindeki etkinlikleri ve
ulusal istencin gerçekleşmesindeki rolleri nedeniyle, Anayasakoyucu, onları
öteki tüzel kişilerden farklı görerek, kurulmalarından başlayıp çalışmalarında
uyacakları esasları ve kapatılmalarında izlenecek yöntem ve kuralları özel
olarak belirlemekle kalmamış, Anayasa'nın 69. maddesinin son fıkrasında,
çalışma, denetleme ve kapatılmalarının Anayasa'da belirlenen ilkeler
çerçevesinde çıkarılacak bir yasayla düzenleneceğini öngörmüştür.
Anayasa'nın anılan buyurucu kuralı
uyarınca 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası çıkarılmış; siyasî partilerin
kuruluşlarından başlayarak çalışmaları, denetimleri, kapatılmaları konularında,
belirli bir sistem içerisinde, çok ayrıntılı kurallar getirmiştir. Getirilen
sistemde, Anayasa'da yer alan yasaklara uymayan siyasal partilerin Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nca izleneceği ve gerektiğinde kapatılmaları için
Anayasa Mahkemesi'nde dava açılacağı öngörülmüştür...”
Davalı Siyasî Parti, gerekli bildiri ve
belgelerin 1.10.1996 günü İçişleri Bakanlığı'na vermesiyle Siyasî Partiler
Yasası'nın 8. maddesine göre tüzel kişilik kazanmıştır. Kuruluş bildiri ve
eklerinin anılan Bakanlıkça Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesini takiben
Anayasa'nın 69. ve Siyasî Partiler Yasası'nın 9. maddelerinin yüklediği görev
çerçevesinde davalı partinin tüzük ve programlarıyla kurucularının hukukî
durumlarının Anayasa ve yasa hükümlerine uygun olup olmadığı öncelikle
incelenmiş ve programında ayrıntılarına aşağıda yer verilecek olan aykırılıklar
tesbit edilmiştir.
II- Konuyla ilgili yasal düzenlemelerin
tamamı ile davalı partinin programının konusuyla ilgili kısımlarına iddianamenin
(II) ve (III)no.lu bölümlerinde yer verilmiş olduğundan, tekrardan
kaçınmaamacıyla burada yeniden belirtilmemiş ve iddianamenin anılan bölümlerine
gönderme yapmakla yetinilmiştir.
III.
Kapatma
Nedenleri ve Değerlendirme
A) Kapatma Nedenleri
Genel açıklamalar bölümünde de
belirtildiği gibi, siyasal partilerin amaçları ve kapatılmalarına ilişkin
esaslar Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinde belirtilmiştir. 68. maddenin
dördüncü fıkrasında, siyasal partilerin tüzük ve programlarının devletin ülkesi
ve ulusuyla bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, ulus egemenliğine,
demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağı... sınıf ve zümre
egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi
amaçlayan parti kurulamayacağı kuralı getirilmiştir. 69. maddenin beşinci
fıkrasında ise; siyasî partilerin 68. maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine
aykırı tüzük ve programının bulunması halinde temelli kapatılacakları,
dokuzuncu fıkrasında da, siyasal partilerin yabancı devletlerden, uluslararası
kuruluşlardan, Türk uyruğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddî yardım
alamayacakları ve bu hükme aykırı hareket eden siyasal partinin temelli
kapatılacağı kabul edilmiştir.
Siyasal partilerin uymaları gereken
esasların Anayasa'da düzenlenmesi, faaliyetlerinin Anayasa veyasahükümlerine
uygunluğunun özel biçimde denetlenmesi, onların olağan derneklerden ayrı
tutulmaları ve demokratik hayatın vazgeçilmez ögeleri sayılmalarının
sonucudur.Ancak, siyasal partilerin yukarıda değinilen tanımı ve amaçları
onların faaliyetlerinde istedikleri gibi davranabileceklerini göstermez. Yüksek
Mahkemenizin 10.7.1992 gün, E.1991/2 (Siyasî Parti Kapatma), K.1992/1 sayılı
kararında da değinildiği gibi, “... siyasî partilerin baskı ve engellerden uzak
kalmasını sağlamaya yönelik kurulma ve çalışma özgürlüğü, Anayasa ve bu alanı
düzenleyen yasalarla sınırlıdır. Bu belirleme aynı zamanda demokratik hukuk
devleti olmanın da bir gereğidir...
“... Devletlerin (de) saldırı ve ondan doğacak tehlikelerden
kendi varlığını koruması, uluslararası hukuk düzeninde kabul edilmiş temel bir
haktır.
“Devletler Hukukunda, genellikle <<devletin varlığını
güçlendirerek sürdürmek bağımsızlığına ve geçerli yapısına yönelik
tehlikelerekarşı önlemler alıp uygulama>> yetkisi biçiminde tanımlanan
kendini koruma hakkı, insan hak ve özgürlüklerinden başlayarak demokratik
toplum düzenini bozucu, devletin ögelerini yıkıcı eylemleri karşılayacak her
türlü çabayı kapsar. ...Dayandığı temelleri korumak amacıyla hukuk içinde
aldığı önlemler nedeniyle bir devletin kusurlu bulunup suçlanması
düşünülemez...”
Siyasal partilerin kurulmalarına,
faaliyetlerine, denetlenmelerine, kapatılmalarına vs. ilişkin esasları
düzenleyen Siyasi Partiler Yasası, Anayasa'nın 68 ve 69. maddelerinde öngörülen
ilke ve esaslardan hareketle, siyasî partilerle ilgili yasaklar başlıklı
dördüncü kısmında, partilerin amaç ve faaliyetlerine uymak zorunda oldukları
hususları ayrıntılı olarak düzenlemiş ve bu ilke ve esaslara uymamanın
yaptırımını 101. maddenin (a), (b) ve (c) bentlerinde partinin kapatılması
olarak belirlemiştir.
Davanın konusuyla sınırlı kalmak üzere,
Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddesinin incelenmesi.
Siyasi Partiler Yasası'nın 89.
maddesiyle, siyasal partilerin, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasal
görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi
amaç edinerek özel yasasında gösterilen görevleri yerine getirmek durumunda
olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare içinde yer almasına ilişkin
Anayasa'nın 136. maddesi hükmüne aykırı amaç güdemeyecekleri kabul edilmiştir.
Madde gerekçesindeki açıklamaya göre, bu hükümle sağlanmak istenen, Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın genel idare içindeki yerine dokunulmasının önlenmesidir.
Bu hükmün dayanağı, metninde de belirtildiği gibi, Anayasa'nın 136. maddesidir.
136. maddeye göre, genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı,
lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasal görüş ve düşüncelerin dışında
kalarak ve ulusça dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel yasasında gösterilen
görevleri yerine getirecektir. Böylece, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel
idare içindeki yeri güvence altına alınmış olmaktadır. 136. madde, Diyanet
İşleri Başkanlığı'na, özel yasasıyla belirlenen görevleri yerine getirirken
gözetmesi gereken üç genel ilke göstermiştir ki bunlar «lâiklik ilkesi
doğrultusunda hareket etmek» , «bütün siyasal görüş ve düşüncelerin dışında
kalmak» ve «ulusça dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinmek»tir. Bu suretle,
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın özel görevlerini bu üç ilke doğrultusunda yerine
getirmesi sağlanmak istenmiştir.
Anayasa'nın 136. maddesi, 1961
Anayasası'nın 154. maddesinin bazı eklemelerle tekrarı niteliğindedir. Gerek
eski 154., gerekse 1982 Anayasası'nın 136. maddesi, Cumhuriyetin kurulmasından
itibaren genel idare içinde yer alan bu kuruluşun durumunu, toplumsal bir kurum
olarak dinin ifade ettiği önemi gözönünde tutarak aynen devam ettirme amacına
yöneliktir. Anayasa'nın 136. ve Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddelerinde
sözü edilen özel yasa 22.6.1965 tarihinde kabul edilen 633 sayılı «Diyanet
İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun»dur. Yasa'nın genel
gerekçesinde, hedef aldığı temel ilkeler arasında, Anayasa'nın lâiklik, din ve
vicdan özgürlüğü anlayışına uygun olarak genel idare içinde yer alan Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın görev ve yetkilerini belirlemenin bulunduğundan söz
edilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı Cumhuriyetin kuruluşunu takiben Evkaf
ve Şer'iye Vekaletinin kaldırılması sonucu 1924 yılında 429 sayılı Yasa'yla
kurulmuş, 1935 yılında 2820 sayılı Yasa'yla kuruluşun görev ve yetkileri
belirlenmiştir. Ancak, zaman içinde ortaya çıkan ihtiyaçları karşılama amacıyla
çeşitli hükümlerin eklenmesine rağmen, yine de Yasa'nın yetersiz kalması
yanında, güvenilir bilgilere sahip ve İslam dininin yüksek nitelikleriyle
orantılı din görevlilerinin yetiştirilmesi, diğer yandan din hizmetlerinin bir
düzen altına alınması gereği yasakoyucuyu bu konuda yeni bir düzenlemeye
gitmeye zorlamıştır. Yüksek Mahkemenizin 21.10.1971 gün, E.1970/53, K. 1971/76
sayılı kararında da belirtildiği üzere, “... Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
Anayasa'da yer almasının... birçok tarihi nedenlerin, gerçeklerin ve ülke
koşullarıyla gereksinmelerinin doğurduğu bir sonuç olduğunda kuşku yoktur.
Gerçekten, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
Anayasa'da yer alması nedenleri, Anayasamızda kabul edilen lâiklik düzen ve
esaslarından ve bir Anayasa hükmü olan 154. maddesindeki Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın kanununda gösterilen görevleri yerine getireceği
yolundakiibareden anlaşılmaktadır. Bunlara göre, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
Anayasa'da yer alması şu zorunluluk ve nedenlere dayanmaktadır;
“Dinin devletçe denetiminin yürütülmesi, din işlerinde çalışacak
kimselerin yetenekli olarak yetiştirilmesi yoluyla dini taassubun önlenmesi ve
dinin toplum için manevi bir disiplin olmasının sağlanması ve böylece Türk
Milletinin çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi, yücelmesi ana ereğinin
gerçekleştirilmesi gibi nedenlere dayandığı gibi, aynı zamanda toplumun
çoğunluğunun Müslüman bulunduğu ülkemizde dini ihtiyaçların karşılanabilmesi
için dini işleri görecek kişiler, mabet ve başka maddi ihtiyaçların sağlanması
ve bunların bakımı gibi konulara yardım etmek nedenlerine de dayanmaktadır...”
Şu halde, Anayasakoyucunun Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın Anayasa'da ve idare örgütü içinde yer almasını öngörürken
takip ettiği öncelikli amacın, bize özgü lâiklik anlayışı doğrultusunda, din
adamlarının yetenekli olarak yetiştirilmesi yoluyla, toplumsal bir kurum olan
dinin toplum yaşantısında bağnazlık oluşturarak toplumun huzurunu tehdit etmesi
sonucu kamu düzeninin bozulmasının önüne geçmek, ayrıca dinin toplum yaşantısı
içinde bir siyasal güç, odak oluşturarak siyasal iktidarı denetlemesini
engellemek olduğu anlaşılmaktadır. Bu şekilde, bireyler veya bireylerin
oluşturduğu «cemaat» adı verilen örgütlü topluluklar, dinsel işlerin
yürütülmesi, din adamlarının yetiştirilmesi, mabet ve sair ihtiyaçların
karşılanması alanlarından olduğu kadar, siyasal etniklik ve egemenlik kurma
olanaklarından da uzak tutulmuş olmakta, bireylerindinsel nitelikteki
ihtiyaçlarının sağlanması işlerinin, dağınıklık ve düzensizlikten uzakta,
organize ve disiplinli bir biçimde tek elden yürütülmesi gerçekleştirilmiş
bulunmaktadır.
B) Değerlendirme
Açıklanan Anayasal ve yasal hükümlerin
ışığı altında, davalı partinin programının değerlendirilmesinden şu sonuçlar
ortaya çıkmaktadır:
Davalı parti programının inanç sorunları
isimli bölümünün (basılı programın 58. ve 59. sayfalarında) ikinci
paragrafında, « ... Biz, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bir Devlet kurumu
olmaktan çıkarılmasından yanayız. Kurum inanç sahiplerine devredilmeli,
kurumda, hangi inanç grubunun, hangi temsil esasına göre var olacağı ve mali
bütçesinin nasıl düzenleneceği tümüyle bu kurumda yer almak isteyen cemaat
temsilcilerince belirlenmelidir... » biçiminde bir görüş yer almaktadır.
Programda Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
bir devlet kurumu olmaktan çıkarılıp dinin cemaatlere bırakılarak devletin din
işlerine karışmayacağının öngörülmesi, onun klasik laiklik anlayışının gereği
olarak örgütlenmesi, başka deyişle devletin dinsel fonksiyonlar ifa edememesi
anlamında algılanabilirse de, geleneksel olarak Cumhuriyet dönemi
Anayasalarımıza yansıyan lâiklik anlayışının birtakım zorunluluklardan kaynaklanan
kendine özgü niteliği karşısında, bu ilkeye aykırı biçimde, devletin din
işlerinde kamu yararını sağlama amacıyla sahip olduğu düzenleme yetki ve
görevinden yoksun kılınması sonucunu doğuracak böyle bir anlayışın, Anayasa'ya
uygun olduğunu söylemek mümkün değildir. Anayasa ibadet yerlerinin ve din
işleriyle uğraşan kişilerin özerk ve bağımsız olmalarını, devlet denetimi
dışında kalmalarını öngören bir din özgürlüğünü lâiklik ilkesine uygun kabul
etmemiştir. Parti programında kabul edildiği üzere, devletin din işlerine
karışmaması, dinin cemaatlere bırakılması halinde, devletin kamu düzenini
sağlama amacıyla ve inzibati düşüncelerle dini işlerin bir kesimine karışmasına
olanak veren ve hatta bunu gerekli kılan lâiklik ilkesi çiğnenmiş olacak,
Cumhuriyet, onun nitelikleri arasında sayılan ve değiştirilemeyeceği kabul
edilen lâiklik niteliğinden soyutlanmış olacaktır. Böyle bir sonucu doğuracak
amacın güdülmesi Siyasî Partiler Yasası'nın 78/a maddesiyle yasaklanmış
bulunmaktadır. Diğer taraftan; yine bu şekilde Anayasa'da ve Siyasî Partiler
Yasası'nda genel idare içinde varlığı öngörülen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
göreceği görevler ortadan kalkacağından kendisinin hukuksal varlığına da
ihtiyaç kalmayacak ve adı geçen örgüt genel idare içinden Anayasa'nın 136. ve
Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddesine aykırı olarak tasfiye edilmiş
olacaktır.
IV- Sonuç ve İstem
Yukarıda yasal dayanakları ve
gerekçeleriyle açıklandığı üzere, davalı partinin programının söz konusu bölümü
Anayasa'nın 136. maddesi ile Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddesine aykırı
nitelikte olduğundan, yerinde görülmeyen savunmaların reddiyle,
Davalı Demokratik Barış Hareketi
Partisi'nin Siyasî Partiler Yasası'nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince
kapatılmasına karar verilmesini arz ve talep ederim.”
IV- DAVALI SİYASİ PARTİNİN ESAS
HAKKINDAKİ SAVUNMASI
Demokratik Barış Hareketi Partisi'nin
31.1.1997 günlü esas hakkındaki savunmasının ilk bölümünde şöyle denilmektedir
:
“Usul Yönünden Savunmamız :
Siyasî Partiler Yasası 9. maddesi hükmü
uygulanmaksızın ön savunmamızda da belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi'nde
doğrudan doğruya dava açılması Yasaya aykırıdır.
Burada yapılması gereken parti
programındaki yasaya aykırılığı tesbit edilen hususların ilgili partiye bildirilmesi
ve yasalara aykırılıkların yürürlükteki hukuk kurallarına uygun hale
getirilmesini sağlamaktır. Çünkü, Anayasamızın 69. maddesi gereğince siyasî
partiler, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Kuruluşlarında ve tüzel
kişilik kazanmalarında serbesti geçerlidir. Program ve tüzüklerindeki yasalara
aykırılık tesbiti halinde, siyasî partinin kapatılması prosedürü başlatılmadan
önce eksiklik ve aykırılığın Cumhuriyet Başsavcılığı'nın ihtarı üzerine
giderilmesi esastır. Ayrıca, Anayasa da siyasî partilerin kapatılma sebepleri
tahdidi olarak sayılmıştır. Anayasa da sayılan bu sebeplere, Siyasî Partiler
Yasası yenilerini ekleyemez. Aksi takdirde temel hak ve hürriyetlerden biri
olan, siyasî parti kurma özgürlüğü açısından Anayasa tarafından sağlanmış olan
güvence anlamını yitirecektir.
Bu anlamda Anayasa'nın 68. maddesi ile
Siyasî Partiler Kanunu'nun 89. maddesi arasında bir uyumsuzluk söz konusudur.
Ön Savunmamıza karşılık olarak
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen esas hakkındaki görüşte, Yasada hiç
bir şekilde programın 104. madde hükmü dışında şarta bağlılık yazılmadığı, 9.
maddenin metninde ve gerekçesinde ısrarla yazılı istemin ön koşul olarak
nitelendirildiği halde, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2. sayfada da kabul
edildiği üzere 100 ve 101. maddelerdeki kapatma davasının açılmasının
engellendiği zannedilerek, 9. maddede var olan programa karşı düzeltme istemini
yok saymışlardır. Bu durumun Yasa'nın özü ile bağdaşması mümkün değildir.
Yüksek Mahkeme Üyesi Sayın Mustafa GÖNÜL
azlık oyu olarak aynen şu görüşleri ileri sürmektedir... “Görüldüğü gibi
Anayasa kuralına uyum içinde düzenlenen yasa kuralı uygulamanın gerektirdiği
açıklamalar yanında, Anayasa'nın öngördüğü “öncelikle ...” koşuluna “ivedilikle
...”yi de eklemiştir. Ayrıca saptanan eksikliklerin tamamlanması için yazılı
tebliğle başlayan 30 günlük süre getirilmiştir. Bu yolla ilgili parti, tüzüğünü
ya da programını, Anayasa ve yasa kurallarına uygun hale getirebilme hakkından
yoksun bırakılmamaktadır.
Yasakoyucu, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın kurulan bir partinin programını “öncelikle ve ivedilikle...”
yapacağıinceleme sonunda “... Anayasa ve kanun hükümlerine ...” uygun
olmadığını saptaması durumunda bunu bir “noksanlık” kabul ederek, 30 günlük
süre içinde Anayasa ve Yasa'ya uygun hale getirilmesini, böylece “...
noksanlıkların giderilmesini...” ilgili partiden yazıyla istemesini kapatma
istemi öncesinde “koşul-kural” olarak öngörmüştür. Maddenin 2. tümcesinde yer
alan Cumhuriyet Başsavcılığı'nın “tespit ettiği noksanlıkların giderilmesini,
... yazıyla ister.” biçimindeki kural, sadece Siyasî Partiler Yasası'nın 8.
maddesinde sözü edilen kuruluş evresine ilişkin bir takım basit belge ve
bilgileri değil, aynı zamanda partilerin tüzüklerinin, programlarının ve kurucularının
hukuksal durumlarını Anayasa ve yasa hükümlerine uygunluğunu da kapsamaktadır.
Yasakoyucu, bunlar arasında önem ve öncelik bakımından bir ayrıma gitmemiştir.
Yasa kuralında belirlenen süre içinde
Anayasa ve yasa kurallarına uygunluk sağlanmadığı ya da yazılı isteme yanıt
verilmediği takdirde, yine anılan 9. maddenin son tümcesi uyarınca “... siyasî
partilerin kapatılmasına dair hükümler uygulanır.
...
Bu gerekçenin ağırlık noktasını, Siyasî
Partiler Yasası'nın 9. maddesindeki “uyarı” koşulunun aynı Yasa'nın 100 ve 101.
maddelerindeki nedenlerle “kapatma davası açılmasına olanak vermemek” kuşkusu
oluşturmaktadır. Bunun sonucunda da davalı partiye programını, Anayasa ve yasa
kurallarına uygun hale getirebilme hakkı ve şansı tanımamaktadır.” Böylece
Anayasa'nın 68/2 maddesiyle “demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları
...” olarak nitelediği Siyasî Partiler, kapatılma durumuna getirilmektedir.
Yapıcı yorum yönteminden uzaklaşılmaktadır...”
Bu karşı oy yazısının son kısmında
belirtilen “yapıcı yorum yönteminden uzaklaşılması” sonucu Anayasa'nın 68.
maddesine aykırı olarak onlarca parti kapatılmış ve demokratik siyasî
hayatımıza büyük bir darbe vurulmuştur.
Ön savunmamızda belirttiğimiz Anayasa'ya
aykırılık iddiamız ve bu iddianın gündeme gelebilmesi için Anayasa'nın geçici
15. maddesi ile ilgili savunmamız hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı herhangi
bir yanıt ve iddiada bulunmamış, sadece ilgili maddeyi tekrarlamıştır. Bu
madde, Sayın Yüksek Mahkemenin daha önceki parti kapatma davalarında çeşitli
tartışmalara ve karşı görüşlere neden olmuştur. Anayasamız'daki son
değişikliklerden sonra, Milli Güvenlik Konseyi döneminde çıkarılan yasaların
artık geçici 15. maddenin koruması altında olamayacağı tartışması ortaya
çıkmıştır. Zira yapılan değişikliklerden sonra bizatihi Anayasa, geçici 15.
maddenin koruması dışına bırakılmıştır. Hal böyle olunca 12 Eylül sonrası
çıkarılmış bulunan Siyasî Partiler Yasası'nın bu maddenin koruması altında
olacağını düşünmek kanaatimizce hukuka uygun değildir.
Esas Yönünden Savunmamız :
Partimiz aleyhine açılan kapatma
davasında, Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kapatma sebebi olarak ileri sürdüğü
parti programındaki cümle dolayısıyla parti programının yorumu yapılırken
programımızdaki adı geçen cümle tek başına dikkate alınarak sonuca ulaşmak
doğru değildir.
Bilindiği gibi hukukta yorum yapılırken,
hüküm; ilk önce ilgili bulunduğu metnin tamamı, daha sonra hukuk düzeni
içerisindeki yeri dikkate alınarak gerçekleştirilir. Bu anlamda partimizin programının
tamamının ve özellikle programdaki inanç sorunları kısmının bir bütün olarak
değerlendirilmesi gerekir.
“Nitekim siyasî partilerin kapatılmasına karar verilmesinde belli
bir amacın varlığına delalet eden emare ve ifadelerin mevcudiyeti yeterli
olmayıp, bu belli amacın partinin genel tutum ve eylemleri ile doğrulanması
gerekir.”
Siyasî Partiler Kanunu'nda kapatma
nedeni olarak gösterilen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare dışına
çıkarılmasını önermek, Anayasa'nın koymuş olduğu siyasî partilerin yasaklanmasını
genişleten ve şekilsizleştiren bir düzenlemedir. Bir parti tek başına bu
nedenle Anayasa'da yasaklanan lâiklik karşıtı görüş ve eylem prensibine aykırı
düşmez. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Anayasa'ya aykırılık taşıyan somut bir
eylem ve bu eylemin lâiklik ilkesine aykırılık teşkil etmesinin kanıtlanması
halinde anlam kazanacaktır. Dolayısıyla lâiklik ilkesine aykırı bir amacı
olmayan bir partinin sadece ve sadece Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kamu kurumu
olmaktan çıkarılmasını savunduğu için kapatılması Anayasa'nın siyasî
partilerin kapatılmasını öngördüğü sisteme aykırı olur. Kısacası Anayasa'nın
136. maddesinin hükmünün amacının ne olduğu araştırılacak olursa, amacın
Anayasa'nın 2. maddesindeki Cumhuriyetin temel niteliklerinden olan (lâiklik)
prensibinin korunması olduğu anlaşılır. Partimiz programında inanç sorunları
başlığı altında ilk belirtilen husus partinin “devletin ve dinin birbirinden
ayrılması demek olan laikliği savunur” hükmüdür.
Partimizin laiklik ilkesini benimsediği
ve savunduğu tartışmasızdır. Bu ilkenin ülkemizdeki uygulanmasındaki bir aksaklığın,
yanlışlığın düzeltilmesini ve görüş olarak programında öngörmüştür.
Programımızda “Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bir devlet kurumu olmaktan
çıkarılmasından yanayız” denilmesi lâiklik ilkesinin devlet ve din
ilişkilerinin birbirinden ayrılmasının bir gereği olarak bir amacın değil, bir
görüşün belirtilmesidir. Nitekim, Cumhuriyet Başsavcılığı'nın dava dilekçesinin
3. paragrafının sonunda da bu hususun öngörülmüş olduğunu görüyoruz. Yukarıda
adı geçen cümlede bir amaç değil, bir görüş söz konusu olduğuna göre Partimizin
programındaki Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kamu kurumu olarak yer almasının
uygun bulunmadığı yönündeki görüş ve bunun programımızda açıklanması Siyasî
Partiler Yasası'nın 89. maddesindeki “amaç güdemezler” hükmüne aykırı olarak
yorumlamamak gerekir.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kuruluşu
başlangıçta Türkiye'de lâiklik prensibinin yerleşmesi açısından olumlu yorumlansa
bile daha ilk kurulduğu andan itibaren gerek doktrinde yazarlar tarafından,
gerekse politikacılar tarafından sürekli eleştirilmiştir ve eleştirilmeye devam
edilmektedir... Hatta, Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesinin ülkemizde
tam manasıyla gerçekleşmesi ve yerleşmesinin önünde bir engel olarak görülmeye
başlanmıştır. Devletin Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla Türkiye'de din
hizmetlerini bir kamu hizmeti olarak toplumun tamamını, tüm inanç gruplarını
içine alacak şekilde gerçekleştiremediği herkes tarafından kabul edilmektedir.
Örnek vermek gerekirse:
Diyanet İşleri Başkanlığı 1982 T.C.
Anayasası'nın 136. maddesinde, “Genel İdare içinde yer alan Diyanet İşleri
Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin
dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel
kanunda gösterilen görevleri yerine getirir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu
düzenlemede kurumun “lâiklik ilkesi doğrultusunda” çalışacağının belirtilmesi,
anayasakoyucunun devletin dine yaklaşımının salt bir kamu hizmeti olması
yolunda gösterdiği bir çaba olarak değerlendirilebilir.
Ancak bu lâiklik kavramı, 1965 tarihli
ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'da
görevlerinin belirlendiği 1. maddesiyle ihlâl edilmektedir; zira bu maddede
düzenlenmiş “ahlâk esaslarıyla ilgili işleri yürütmek” görevinin idarenin
işlevi içinde ne bir kamu hizmeti ne de kolluk görevi olarak hukuken yeri
yoktur. İdare içindeki bir kurumun teknik bir hizmet vermek amacının ötesinde,
bu şekilde bir işlevle donatılması kanımca devleti yurttaşları yönetebilmek
için yönlendirici bir ideolojik aygıt olarak gören anlayışın tipik ifadesidir.
Çağdaş demokratik bir topluma uygun olabilecek bir devlet modelinde ideolojik
propagandanın yeri tartışmalıdır; kanımca da olmamalı, İdare'nin işlevi kamu
hizmeti sunmak ve güvenlik, dirlik, esenlik, genel sağlıkla sınırlı kalmak
üzere kolluk görevini yerine getirmekle sınırlı kalmalıdır. Oysa genel idare
içinde yer almakta olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görevlerinin yukarda
kısaca belirtildiği üzere, bu çerçevenin ötesine taşacak şekilde düzenlenmiş
olduğu görülmektedir.
Bugün Diyanet İşleri reisliğinin devlet
teşkilatı içinde yer alması ve devletin bu teşkilat marifetiyle dini bir takım
faaliyetler ifa etmesi lâiklik esasıyla telif edilemez. Filhakika Müslümanların
ekseriyeti teşkil ettiği ve bu itibarla bunların ihtiyaçlarına cevap vermekte
devlet için bir vazife, bir amme hizmeti mahiyeti aldığı ileri sürülebilir.
Ancak bu ekseriyet, ekaliyetler gibi bu ihtiyaçlarına kendi teşkilat ve vasıtalarıyla
cevap verebilir. Devlet belki de bu teşkilata diğerleriyle beraber ve umumi
menfaatlere hadim cemiyetlere yaptığı tarzda bazı yardımlar yapabilir. Fakat
laik bir devlette idarenin din sahasında müspet faaliyetler icra etmesine sebep
ve lüzum yoktur. Diyanet İşleri reisliğinin idare teşkilatının içindeki yeri ve
rolü hukukî esaslardan ziyade siyasî mülahazalarla izah edilmek ve muvakkat ve
geçici tedbir saymak daha doğru olur. Aynı suretle tekkelerin kapatılması ve
bunların amme nizamını, maddî nizamı ihlâl etmeyecek bir şekilde ayinlerine
müsaade edilmemesi de gene siyasî esaslara müstenit ve geçici bir tedbir
sayılmak lazım gelir. Bu ancak inkılabın icap ettirdiği ve muayyen bir zaman ve
mekana mahsus fevkalade bir zabıta tedbiri mahiyetindedir.
Bugün Türkiye'deki içtimai şartlar
tamamıyla olgunlaşınca, hukuki esaslardan ziyade siyasî mülahazalarla ve
içtimai zaruretlerle kabul edilmiş yarı lâik Devlet sistemimizden tam lâik
devlet sistemine yani din işlerinin, devletten ayrılığı rejimine gitmenin en
makul ve en mantıki yol olacağı kanaatındadır. Öğretide bazılarına göre günümüz
koşulları devletin diyanet işlerinden tümüyle sıyrılarak dinsel
gereksinmelerinin sivil toplum içindeki yapılanmalarca karşılanmasına
bırakmasını gerektirmektedir.
Yukarıdaki görüşlerde açıklandığı gibi
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın merkezi teşkilat içerisinde yer alması toplumumuz
içerisinde bir hoşnutsuzluğa sebebiyet vermektedir. Bu durumun hukuk
kurallarına riayet ederek demokrasinin çizdiği sınırlar içinde düşünce ve
kanaat ve bunun açıklanması hürriyetinden de yararlanarak, kamuoyunun gündemine
getirmek siyasî partilerin asli fonksiyonlarındandır.
2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun
3. maddesinde de belirtildiği gibi belirli bir ülkede belirli bir siyasî program
üzerinde anlaşmış kimselerin halkın desteğini kazanıp seçimler yoluyla devlet
yönetimini ve yerel yönetimleri ele geçirerek iktidar olmak veya muhalefette bu
yönetimleri denetlemek veya etkilemek suretiyle Anayasa'ya ve kanunlara uygun
olarak program ve tüzüklerindeki öngörülen amaçları gerçekleştirmek için
kurdukları sürekli bir örgüttür. Bu tanımda siyasî partinin uyması gereken
normun Anayasa olduğu açıktır. Ayrıca bu husus Anayasa'nın bağlayıcılığı ve
üstünlüğünü öngören Anayasa'nın 11. maddesi hükmünün de bir gereğidir. Adı
geçen maddede kanunların Anayasa'ya aykırı olamayacağı hükmü de yer almaktadır.
Dolayısıyla siyasî partinin faaliyet alanını sınırlandıracak temel norm
Anayasa'dır. Anayasamız'ın 90. maddesi gereğince Türkiye'nin taraf olduğu Milletlerarası
Anlaşmalar kanun hükmündedir ve bunlar aleyhine Anayasa Mahkemesi'ne,
Anayasa'ya aykırılık iddiasıyla gidilemez. Bu hüküm ve Anayasa'nın başlangıç
kısmında Türkiye Cumhuriyeti'nin, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip
şerefli üyesi olduğu da belirtilmiştir. Netice itibariyle siyasî partilerin
uyması gereken prensipler Anayasa'yla birlikte uluslararası hukukun bu alanda
getirmiş olduğu kıstaslardır.
Ancak siyasî partiler münferiden hiçbir
uluslararası belgede düzenleme konusu olmamıştır. Bundan çıkan netice siyasî
partilerin uyması gereken prensiplerin bütün temel hak ve hürriyetlere ilişkin
genel hükümlerin olmasıdır. Öyleyse siyasî partiler sadece demokratik bir
ülkede demokratik düzeni yıkacak nitelikte, faaliyetlerde bulunamayacaklardır.
Uluslararası hukuk ve iç hukuk açısından demokratik düzen sadece ilgili ülkenin
mevzuatı nazarı dikkate alınarak tespit edilemez. Yani demokratik düzen
uluslararası hukukta demokratik kabul edilen ülkelerdeki demokrasiye ilişkin
ortak prensipler gereğince belirlenir. Hatta bu hususta ilgili devlet kendi
anayasal düzenini ve bu düzendeki hükümleri ileri sürerek milletlerarası
yükümlülüklerden kurtulamaz ve kendi sistemini demokratik olarak adlandırdığı
anda kabul edilmiş olan demokrasiye ilişkin temel prensiplerden farklı hükümler
kabul edemez. Bu husus Türkiye Cumhuriyeti'nin 22 Ocak 1987 tarih ve 87/11439
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca Avrupa Konseyi Komisyonu'na kişisel
başvuruyu kabul beyanındaki çekincesinde belirtilen “Bu beyanla komisyona
tanınan yetki bakımından sözleşmenin 8., 9., 10. ve 11. maddelerinin 2.
fıkralarında yer alan “demokratik bir toplum” kavramı, Türk Anayasası'nda yer
alan ilkelere ve özellikle Anayasa'nın Dibacesi ve 13. maddesine uygun olduğu
şekilde anlaşılmalıdır” hükmünü komisyon 5299/89, 15300/89 ve 15318/89 sayılı
kararıyla kabul etmemiştir. Çünkü demokratik bir toplum düzeni ilgili ülkenin
mevzuatına göre değil sözleşmede belirtilen hükümler çerçevesinde tespit ve
tayin edilir. Daha sonraki Türkiye'nin komisyona bireysel başvuruyu kabul
beyanlarını uzatan beyanlarda, bu çekince Türkiye tarafından kaldırılmıştır. Bu
durum bize göstermektedir ki Türk hukukuna demokratik toplumdan ne anlaşılması
gerektiği sorusuna cevap aranırken Anayasal ve yasal mevzuatımızla birlikte
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası anlaşmaların hükümlerini de gözönünde
tutmak gerekecektir ve Türkiye uluslararası hukuk açısından girmiş olduğu
yükümlülüklere riayet etmek zorundadır. Uluslararası hukuk da bir siyasî
partinin demokrasiyi kabul edip ancak bunun uygulanması sırasındaki ikincil
bir nokta hususunda farklı bir görüş beyan etmesi bu partinin yasaklanmasını
hiçbir suretle gerektirmemektedir. Atatürk'ün belirtmiş olduğu “muasır
medeniyet” seviyesini hedef almış Anayasası'na ve uluslararası hukuka aykırı
bir hükme dayanılarak partimizin programında açıkladığımız görüşten dolayı
partimizin kapatılması Türk demokrasisi açısından hukuken kabul edilemez bir
duruma sebebiyet verecektir. Ayrıca istenilmeyen bu halin gerçekleşmesi
halinde uluslararası camiada, Türkiye'de demokrasinin varlığı hususundaki
olumsuz düşüncelere bir yenisini ekleyecektir.
Bir siyasî partiyi bu anlamdaki bir
fonksiyonunu ifa etmesinden dolayı kapatmak siyasî partilerin kapatılması
olayının arkasındaki gerekçe ile bağdaşmaz. Zira siyasî partilerin
kapatılmasının kabulündeki görüş demokrasinin prensiplerinden olan “hürriyeti
yok etme hürriyetinin” olmamasıdır. Çünkü doktrinde de söylendiği gibi
hürriyeti sadece onu yok etmek için kullanmak isteyenler onun üzerinde bir hak
iddia edemezler.Her rejim gibi demokratik rejimde varlığına yöneltilecek
tehlikeler karşısındakendini koruma hakkına sahiptir.
Demokratik sistemin unsurlarından biri
de siyasal sistemin “lâik” olmasıdır. Ancak lâikliğin mutlak anlamda
kurumsallaşmasının yegane yolu Diyanet İşleri Başkanlığı şeklinde örgütlenme
değildir. Belirtilen bu hususun Siyasî Partiler Kanunu madde 89 ve bunun
Anayasa'ya aykırılığının ileri sürülmesini engelleyen Anayasa'nın geçici 15.
maddesinin demokratik liberal bir hukuk anlayışı içinde yorumlanması gerekir.
Bu yorum gereği bir siyasî partinin Siyasî Partiler Kanunu'nun 89. maddesine
aykırılık nedeni ile kapatılmasını haklı kılacak neden, Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın genel idare içerisinden çıkarılmasının istenmesi “anti lâik saik
ve amaçlarla” olması haliyle sınırlıdır. Bir başka deyişle Siyasî Partiler
Kanunu'nun Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare dışına çıkarılmasının bir
siyasî parti tarafından önerilmesi halinde kapatılacağı esasını içeren 89.
maddesinin lâiklik ilkesine aykırı bir amacı olmayan bir parti için, sırf
Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kamu kurumu olmaktan çıkarmayı savunduğu için
uygulanması, Anayasa'nın ruhuna ve felsefesine aykırıdır.
Bu arada açıklığa kavuşturulması gereken
bir diğer husus Anayasa Mahkemesi'nin lâikliği nasıl yorumladığıdır. Yüksek
Yargı organının içtihatlarına göre laiklik;
a- Dinin devlet işlerinde egemen ve
etkili olmaması esasının belirlenmesi,
2.
Dinin
bireyin manevi hayatına ilişkin olan dini inanç bölümünde aralarında ayrım
gözetilmeksizin sınırsız bir hürriyet tanımak sureti ile dinin anayasal güvence
altına alınması,
c- Dinin bireyin manevi hayatını aşarak
toplumsal hayatı etkileyen eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde kamu
düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla kabul edilmesi ve dinin
kötüye kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklanması,
d- Devlete kamu düzeninin ve haklarının
koruyucusu sıfatıyla dini hak ve hürriyetler üzerinde denetim yetkisi
tanınmasıdır.
Bu esaslara göre partimizin dava konusu
programındaki cümle, partinin bu konudaki ve ön savunmamızdaki belirttiği
görüşleri ile birlikte değerlendirildiği zaman Anayasamız'ca benimsenmiş olan
lâiklik prensibine aykırı olmadığı görülür. Partimizin programından anlaşıldığı
gibi Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kamu kurumu olma niteliğinden çıkarılması
yolu ile Anayasamız'da belirtilen lâiklik ilkesi daha iyi işletilecektir. Ve
bu alandaki kamu külfetleri karşısındaki eşitlik ilkesi ile kamu hizmetlerinden
eşitlik ilkesine göre yararlanma arasındaki oransızlık giderilecektir. O halde
partimiz açısından Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kamu kurumu niteliğinden
çıkarılması Siyasî Partiler Kanunu'nun 89. maddesi ile korunmak istenen amaca
aykırılık oluşturmamakta; bilakis lâiklik ilkesini, daha belirgin bir şekilde
korumaya ve kuvvetlendirmeye yönelik bir amaç taşımaktadır.
Konu ile ilgili bir diğer husus da
Anayasa'nın 136. maddesinin Anayasa'nın 4. maddesinde sayılan
değiştirilemeyecek olan hükümlerden biri olmadığıdır. Anayasa'nın 136.
maddesinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın lâiklik ilkesi doğrultusunda
görevlerini yerine getireceğinin belirtilmiş olması, bu kurumun bu günkü
hukukî statüsü ile lâiklik prensibinin olmazsa olmaz şeklinde
yorumlanamayacağıdır. Dolayısıyla Diyanet İşleri Bakanlığı'nın bu günkü
konumunun değiştirilerek bir genel idare kurumu olmaktan çıkarılması da
Anayasa'nın değiştirilemeyecek hükümlerinden olan laiklik ilkesinin
değiştirilmesi anlamına gelmez. Zira yukarıda doktrindeki görüşlerde
belirtildiği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare içerisinde yer
alması bizatihi lâiklik ilkesine aykırı bulunarak eleştirilmiştir. Üstelik
ülkemizdeki lâiklik prensibine örnek teşkil eden batı ülkelerindeki lâiklik
prensibinin uygulanmasında din hizmetleri kamu hizmeti olarak düzenlenmemiş ve
dinsel kuruluşlara bırakılmıştır. Öte yandan Anayasa'nın 4. maddesinde
değiştirilmeyeceği belirtilmiş olan Anayasa hükümleri dışındaki pek çok Anayasa
hükmü de Anayasa'nın 4. maddesinde sayılan Anayasa ilke ve hükümleri ile sıkı
sıkıya ilişkili olup, bu sıkı ilişkiye bakılarak Anayasa'nın değiştirilemeyecek
olan hükümlerinin kapsamlarını genişletmek mümkün değildir. Özetle, Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın merkezi teşkilat içinde bulunmasına ilişkin Anayasa'nın
136. maddesi değiştirilemeyecek hükümlerden değildir. Bir siyasal partiye
iktidara geldiğinde eğer Anayasa'yı değiştirebilme sayısına ulaşmış ise,
Anayasa'nın 4. maddesi hükmü dışındaki hükümlerini ve bu arada 136. maddeyi
değiştirebilme imkanını Anayasa'nın 175. maddesi ile tanıyıp bu imkanı
kullanmayı tüzüğünde belirtmeyi siyasî partinin kapatılması sebebi olarak
öngörmek ve yorumlamak bir çelişki olur.” denilmiştir.
Esas hakkındaki savunmanın bundan
sonraki bölümünde kimi bilim adamlarının görüşlerine de yer verilerek özetle,
ön savunmada ileri sürülen hususlar yinelenmiş, ayrıca Demokratik Barış
Hareketi Partisi'nin Demokratik ve Lâik cumhuriyeti savunduğu, bu anlamda
sahiplendiği tek mirasın Mustafa Kemal Atatürk'ün ve arkadaşlarının kurduğu
düşünce temeli olduğu, Türkiye Cumhuriyeti'nin devri miras olarak aldığı
Osmanlı İmparatorluğu'nun şeriatla yönetilen ehl-i sünnet ve'1 cemaat bir
toplum olduğu, İmparatorluğun gerilemesi ve çökmesinin temelinde çok milliliğe
ve çok dinililiğe “mezhep, inanç grupları vs.” karşı eşit davranılmamasının
yattığı Mustafa Kemal'e ve Kuva-yi Milliye'ye karşı olan şeriatçı dernek ve
oluşumların faaliyetlerine gerek Kurtuluş Savaşı döneminde gerekse sonradan
devam ettikleri, Cumhuriyet ve lâikliğin bu düşünce ve karşı çıkışlarla inşa olunduğu,
Kurtuluş Savaşı'nı yürüten ve başarıya ulaştıran kadroların Türkiye
Cumhuriyeti'nin birlik harcını oluşturan lâiklik ilkesini, çağın bir gereği ve
zorunluluğu olarak kabul ettikleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş şartları
içerisinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın “dinsel gericiliğin” denetim altına
alınması, “dinin siyasallaşmasının” önlenmesi ve toplumun tüm kesimlerinin
inanç ve ibadet hürriyetlerinin bir teminatı olarak kurulduğu, ancak bir süre
sonra, amaçlanan konumunun dışına çıkarak günümüzdeki yapısına kavuştuğu,
devasa bir kuruluş haline gelen Başkanlığın günümüzde tüm kadroları, kurumları
ve yayımları ile, toplumu yönlendirmeyi amaçladığı, açıkça bilime ve çağdaş
uygarlığa karşı faaliyet yürüttüğü, Türkiye'de var olan farklı inanç gruplarına
hizmet vermediği tartışmasız olan kurumun sadece sünni İslâm mezhebinin
propagandasını ve örgütlenmesini yaptığı bu tutumuyla da Anayasa'nın eşitlik
prensibine aykırı davrandığı, Kurum'un ülkemiz nüfusunun yaklaşık üçte birini
teşkil eden alevî inanca mensup olanlarla, farklı inanca sahip diğer
yurttaşlarımıza hiçbir biçimde hizmet vermediğinin açık olduğu, bu kurumun
yeniden örgütlenmesi gerektiğini, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın iptal edilmesi
olası Yasa'nın yerine çıkarılabilecek yeni bir Yasa'ya karşı tedbirini aldığı
ve Türkiye Diyanet Vakfı'nı kurduğu il ve ilçelerdeki şube yönetim kurulu
başkanlıklarını o il ve ilçelerin müftülerinin yaptığı ve Diyanet İşleri
Başkanlığı gibi çalıştığı, kimi bilim adamlarının bu vakfı ve genelde bu tür
vakıfların kurulmasını eleştirdikleri, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
faaliyetlerinin lâiklik ilkesine uymadığı, bu durumda başkanlığın din
işleriyle uğraşan kamu kurumu olduğunu söylemenin olanaklı olmadığı ileri
sürüldükten sonra şu görüşlere yer verilmiştir:
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin 18.
maddesi herkesin din ve vicdan özgürlüğüne hakkı olduğu, bu hakkın din ve inanç
değiştirme özgürlüğü, dinini ya da inancını tek başına ya da topluca, açık
veya özel olarak öğretme, öğrenme, uygulama, ibadet ve törenlerle açığa vurmayı
düzenlemektedir.
İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri
Korumaya Dair Sözleşme'nin 9. maddesi de düşünce, vicdan ve özgürlüğünü
düzenlemektedir. Anayasamız da bu uluslararası metinlere paralel olarak
düzenleme yapmıştır. Metinlerdeki bu hakkın belirlenen unsurlarının sınırı din
veya inancını açığa vurma özgürlüğü açısından getirilmiştir. Bu sınır kamu
güvenliği, kamu düzeninin korunması, genel ahlakın ve başkalarının haklarının
korunmasıdır.
Yukarıdaki temel hakkın güvencesi
lâikliktir. Devletin temel ilkesi olan “laiklik” devlet ve din işlerinin
ayrılığı, dinsel ve siyasal iktidarların karşılıklı bağımsızlığıdır. Bu tanım
yönünden devlet dine inanmak ya da inanmamak konusunu tamamen kişisel sorun
olarak görmek zorundadır.Lâik devlette iki temel unsur bulunur.
Devletin temel yapısı belirli bir dinin
inanç sistemine ve görüşlerine göre biçimlendirilmemelidir. Buna göre devletin
dini tanımaması, mali destekte bulunmaması gerekir.
Dinsel görüşler açısından ayrım
yapılmamalı ve kişisel inanç sistemleri devletin güvencesi altında
bulundurulmalıdır. Bu ilkeye göre ise devletin yurttaşlarının inanç hürriyetini
koruma altına alması ve her türlü saldırıya karşı korumasını içerir.
Bu ilkelerin hayata geçirilmesi
doğrultusunda hukuksal varlığını kazanmış bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı bu
görevleri yerine Cumhuriyet ve lâiklik karşıtı bir örgütlülüğe ulaşmıştır.
Biz Demokratik Barış Hareketi olarak
devletin bu kurumunun yeniden tartışılması, konumunun belirlenmesini
önermekteyiz. Programımızda hem düşünsel alanda hem de demokratik lâik
Cumhuriyeti savunan kamuoyunda Mustafa Kemal Atatürk'ün o günkü düşüncelerinin
aksine lâiklik karşıtı bir örgüt haline gelen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
tartışılması niteliğindedir.
Sonuç :
Demokratik Barış Hareketi kurulduğundan
bu güne dek lâikliğin en büyük savunucularından biri olmuştur. Programına
koyduğu “Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kamu kurumu olmaktan çıkarılması dileği”
Bu dilek, gün be gün karanlığa gömülen şer'i güçlerin palazlandığı Türkiye'mizin,
aydınlığa çıkması için atılan bir adımdır. Bizim kaygımız kişisel yasaklarımız
değil, ülkenin yasaklar ülkesi olmasıdır.
İnanıyoruz ki şu an yargılanan sadece ve
sadece Demokratik Barış Hareketi değildir.
Yargılanan Türkiye'nin 6366 Sayılı Yasa
ile onayladığı İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşme'de
yer alan düşünce, vicdan ve din özgürlüğüdür,
Yargılanan Helsinki Nihai Senedi'nde yer
alan insan hakları ve temel özgürlüklerdir,
Yargılanan Paris Şartı'nda yer alan
anlatım özgürlüğü, toplumun her kesimine karşı hoşgörü ve herkes için fırsat
eşitliğidir.
Ve nihayet yargılanan yarınımız ve
demokrasi anlayışımızdır.
Bizler tüm bu hak ve özgürlüklerin
sağlanması, lâik, demokratik Türkiye için çalıştık, çalışacağız. Bizler bu
ülkede kötü yasaların yanında iyi hakimlerin olduğuna inanıyoruz.
“Anayasa Mahkemesi körükörüne kuralları uygulamaz. Anayasayı
yorumlamaya yetkili tek organ olarak, ilerici ve yapıcı yorumlarla onu güncel
kılar. Bir anlamda Anayasa'yı yeniden yapar.”
Yüce Mahkeme'nin öncelikle Siyasî
Partiler Yasası'nın 9. maddesindeki ihtârâtın yapılmamış olması nedeni ile,
usul hükümleri yerine getirilmediğinden davayı reddetmesini,
Gerek Uluslararası Sözleşmeler
çerçevesinde, gerekse süregelen değişiklikler dikkate alındığında Anayasa'nın
geçici 15. maddesinin Siyasî Partiler Kanunu açısından “Anayasa Yargısı
denetiminden korunma”sı ortadan kalkmıştır. Bu nedenle Anayasa'ya aykırı hüküm
teşkil eden Siyasî Partiler Kanunu'nun 89. maddesinin iptalini,
Demokratik Barış Hareketi'nin programına
koyduğu “dileği” “lâiklik ilkesi”ne aykırılık teşkil etmediğinden ve Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın mevcut durumu nedeni ile “kamu kurumu niteliği” hatta
kurum olma niteliği olmadığından, Yasa'nın belirttiği işlevleri yerine
getirmemesi ve bu işlevleri devretmesi nedeniyle suçun işlenmediği ve
doğmadığından bahisle davanın reddini, saygılarımızla arz ve talep ederiz”
V- YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI'NIN
SÖZLÜ AÇIKLAMASI İLE DAVALI PARTİ TEMSİLCİSİNİN SÖZLÜ SAVUNMALARI
Anayasa Mahkemesinin Çalışma ve
Yargılama Usulü'nü belirleyen Anayasa'nın 149. maddesinin son fıkrası uyarınca,
25.2.1997 gününde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın sözlü açıklamasından
sonra, davalı siyasî parti temsilcisinin sözlü savunması dinlenilmiştir.
A- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın
Sözlü Açıklaması
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı sözlü
açıklamasında, dava ile ilgili esas hakkındaki görüşlerini ayrıntılı olarak
sunduklarını belirterek, Demokratik Barış Hareketi Partisi'nin programında
diyanet işlerine ilişkin olarak yer alan bölümün Siyasî Partiler Yasası'nın 89.
maddesine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüş ve Parti'nin kapatılmasını
istemiştir.
B- Davalı Parti Temsilcisinin Sözlü
Savunması
Demokratik Barış Hareketi Partisi Genel
Başkanı, sözlü savunmasında özetle, önceki, savunmalarını yinelemeyeceğini,
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kırk-elli yıl çok güzel çalıştığını, sonra
bugünkü duruma düştüğünü, kendilerinin Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devlet
dışında yer almasından yana olduklarını, bunun bir eylem değil, düşünce
olduğunu, Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddesinde “bir amaç güdemezler”
denildiğini, amacın ayrı, görüşün ayrı olduğunu, “yanayız” demenin parti
kapatma nedeni olmaması gerektiğini, uluslararası sözleşmelerin düşünce açıklanmasından
dolayı bir partinin kapatılmasına olur vermediğini ileri sürmüştür.
Parti Genel Başkanı Sözlü Savunmasından
sonra, kimi belge ve bilgileri ek olarak vermiştir.
VI- DEĞERLENDİRME
A- Ön Sorunlar Yönünden
1- Davanın Siyasî Partiler Yasası'nın 9.
Maddesine Aykırı Olarak Açılıp Açılmadığı Sorunu
Parti, savunmalarında davanın Siyasî
Partiler Yasası'nın 9. maddesine aykırı olarak açıldığını ileri sürmüştür.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise
esas hakkındaki görüşünde, özetle, 89. maddenin Siyasî Partiler Yasası'nın
Dördüncü Kısmında yer aldığını ve Dördüncü Kısımdaki yasaklara aykırı davranılması
durumunda ihtara gerek olmadan doğrudan kapatma davası açılabileceğini
bildirmiştir.
Siyasî Partiler Yasası'nın 9. maddesine
göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, partilerin, tüzük ve programları ile
kurucularının hukuksal durumlarının Anayasa'ya ve yasa hükümlerine uygunluğunu
ve ayrıca, verilmesi gerekli bilgi ve belgelerin tamam olup olmadığını
kuruluşlarından sonra öncelikle ve ivedilikle incelemek durumundadır.
Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı maddeye dayanarak saptadığı noksanlıkların
giderilmesini, gerekli göreceği ek bilgi ve belgelerin gönderilmesini yazı ile
isteyebilecektir. Bu isteğe uyulmamasının yaptırımı da, siyasi partilerin
kapatılmasına ilişkin hükümlerin uygulanmasıdır. Böylece, Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın partileri denetleme görevinin içeriği ve sınırı belirlenmiş
olmaktadır. Siyasi Partiler Yasası'nda, kurulan partilerin tüzük ve programları
ile kurucularının hukuksal durumlarıyla, her türlü eylemlerinin doğrudan
kapatma nedenleri yönünden Anayasa ve yasa hükümlerine aykırı olması ya da
bunlarda noksanlıklar saptanması durumları birbirinden ayrılmış ve değişik
hukuksal sonuçlara bağlanmıştır.
Cumhuriyet Başsavcılığı, davalı Parti
programındaki Diyanet İşleri Başkanlığı'yla ilgili bölümün, Anayasa'nın 136. ve
Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddelerine aykırılığı savıyla kapatılmasını
istemektedir.
89. madde, Siyasî Partiler Yasası'nın
Dördüncü Kısmı'nda yer almaktadır. Bu nedenle, Siyasî Partiler Yasası'nın 9.
maddesinde Cumhuriyet Başsavcılığı'na noksanlıkların giderilmesi ile ilgili
olarak tanınan yetkiyi, yukarıda belirtilen aykırılıkları da kapsayacak bir
duruma getirmek ve bu hususu bir dava koşulu olarak kabul etmek, siyasi
partilerin tüzük, program ve faaliyetlerinin Yasa'nın Dördüncü Kısmındaki
“Siyasi Partilerle ilgili Yasaklar”a aykırı olmaları durumunda, bu koşul yerine
getirilmeden, doğrudan 100. ve 101. maddelerdeki nedenlerle kapatma davası
açılmasına olanak vermemek anlamına gelir. Yasa'nın Dördüncü Kısmı'ndaki
yasaklara aykırılık gerekçesiyle Siyasî Partiler Yasası'nın 9. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca uyarı yapılmadan açılmış bulunan davada,
davalı Parti'nin itirazı yerinde görülmemiştir.
2- Siyasî Partiler Yasası'nın 89.
Maddesinin Anayasa'ya Aykırılığı Sorunu
Davalı Parti savunmalarında, Siyasî
Partiler Yasası'nın yürürlüğe girdiği tarihten bu güne kadar birçok kez
değişikliğe uğradığını, Millî Güvenlik Konseyi döneminde çıkartılmış yasa olma
niteliğini yitirdiğini, ayrıca Anayasa'nın kimi maddelerinde de değişiklik
yapıldığını, Anayasa'da ve yasada yapılan bu değişiklikler gözönünde
bulundurulduğunda, Yasa'nın 89. maddesinin Anayasa'nın Geçici 15. maddenin
koruması altında olduğunun kabul edilemeyeceğini ve Anayasa'ya aykırılığının
incelenebileceğini ileri sürmüştür.
Siyasî Partiler Yasası'nın 89.
maddesinin Anayasa'ya aykırılığını tartışmak Anayasa'nın geçici 15. maddesinin
açıklığı karşısında olanaksızdır. Anayasa'nın geçici 15. maddesinin son fıkrası
ile birinci fıkrası arasında, belirli bir dönemde çıkarılan yasaların
Anayasa'ya aykırılıklarının iddia edilememesi yönünden bir zaman ayrımı
yapılmamış, üçüncü fıkrada yer alan “bu dönem” sözcükleri birinci fıkrada
açıklanmıştır. Böylece, belirli bir dönemde çıkarılan yasalar için Anayasa'ya
aykırılık savında bulunulamayacağı öngörülmüştür. Geçici maddeler, uygulama
süreleriyle değil, geçici olarak düzenledikleri hukuksal ilişki ve kurumlarla
kendisi ve bağlı olduğu temel metinlerin içerikleri ve verdikleri anlam ile
değerlendirilmelidir. Geçici maddeler, değişik hukuksal düzenlemeler arasında
bağlantı kurar, kazanılmış hakların saklı tutulmasını ve uygulamanın geniş bir
zaman dilimine yayılmasını sağlar. Geçici maddelerin diğerlerinden farkı budur.
Hukuksal değer bakımından ise, geçici maddelerle diğerleri arasında bir
farklılık bulunmamaktadır. Geçici madde yasama organı tarafından yürürlükten
kaldırılıncaya kadar uygulanması zorunlu bir kuraldır. Kenar başlığının “geçici
madde” olması da bu sonucu etkilemez. Tersine görüşler yerinde olsaydı,
Anayasa'nın 177. maddesinde bu konuda bir açıklık olur ya da Anayasa'ya hiç
konulmazdı. Anayasa'da düzenlenen bir konunun Anayasa Mahkemesi'nce
uygulanmaması düşünülemez. Bu nedenle, Anayasa'nın geçici 15. maddesi, 22 Eylül
Harekâtı ve yönetimi süresince değil, madde yürürlükte kaldığı sürece 12 Eylül
1980'den ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin
Başkanlık divanı oluşturuluncaya (6 Aralık 1983) kadar yapılan düzenlemelere
karşı Anayasa yargısı yolunu kapattığından, bu dönem içinde çıkarılan 22.4.1983
günlü, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 89. maddesinin Anayasa'ya
aykırılığı savında bulunulamaz.
Güven DİNÇER, Lütfi F. TUNCEL ve Fulya
KANTARCIOĞLU bu görüşlere katılmamışlardır.
3- Uluslararası Sözleşmeler Karşısında
Siyasî Partiler Yasası'nın Kimi Kurallarının İhmali Sorunu
Davalı parti, savunmalarında,
uluslararası sözleşmelerin düşünce açıklanmasından dolayı bir partinin
kapatılmasına olur vermediğini, bu nedenle, Siyasî Partiler Yasası'nın ilgili
kuralları yerine iç hukukumuza göre yasa hükmünde olan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin uygulanması gerektiğini bildirmiştir.
Anayasa'nın 90. maddesinde “Usulüne göre
yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir” denilmektedir.
Buna göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kuralları da yasa hükmündedir.
Ancak, 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası davada Sözleşme'ye nazaran özel yasa
niteliğinde olduğundan uygulanma önceliğine sahiptir. Kaldı ki, Sözleşme siyasî
parti kapatma davalarında uygulanacak somut kuralları da içermemektedir.
Bu nedenlerle, davada Siyasî Partiler
Yasası hükümlerinin ihmal edilerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili kurallarının
doğrudan uygulanması olanağı bulunmamaktadır.
Güven DİNÇER bu gerekçeye katılmamıştır.
4- Yargılamanın Duruşmalı Yapılıp
Yapılmaması Sorunu
Davalı Parti ön savunmasında, davanın
duruşmalı olarak görülmesi isteminde bulunmuş; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
ise, esas hakkındaki görüşünde bu düşünceye katılmadığını ve istemin reddi
gerektiğini belirtmiştir.
Anayasa'nın 149. maddesinin son
fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında
kalan işleri dosya üzerinde inceler” denilmektedir. 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Yasa'nın 33. maddesinde de
Anayasa'daki hüküm doğrultusunda, “Siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin
davalar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle dosya
üzerinde incelenir ve karara bağlanır” kuralına yer verilmiştir. Aynı kural,
Siyasî Partiler Yasası'nın, 98. maddesinin ilk fıkrasında da, yinelenmiş, ancak
burada da, davanın duruşmalı görülmesi esası benimsenmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, siyasi parti
kapatma davalarında duruşma yapılması olanağı bulunmadığından davalı Parti'nin
bu konudaki istemi yerinde değildir.
Güven DİNÇER bu görüşe katılmamıştır.
B- Esas Yönünden
Çoğulculuğu ve katılımcılığı esas alan
kurallar ve kurumlar düzeni olan çağdaş demokrasilerde, bireysel iradeleri
birleştirip yönlendirerek onlara ağırlık kazandıran özgün kuruluşlara
gereksinim duyulmuştur. Bu kuruluşlar, dağınık siyasal görüşleri birleştirip
açıklık ve güç sağlayarak devlet hizmetlerini daha yararlı kılmak, hak ve
özgürlükleri güvenceye bağlayarak toplumsal barışı güçlendirmek, anayasal
ilkeler doğrultusunda kamuoyu oluşturarak yaşama aydınlık getirmek yönünden
vazgeçilmez öneme sahip olan siyasal partilerdir.
Anayasa'nın 68. maddesinin ikinci
fıkrasında, “Siyasî partiler demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez
unsurlarıdır” denildikten sonra üçüncü fıkrasında da “Siyasî partiler önceden
izin almadan kurulurlar ve Anayasa ve kanun hükümleri içerisinde faaliyetlerini
sürdürürler” kuralına yer verilerek, bu konuya özel bir önem verilmiştir.
Partilerin kuruluş ve çalışmalarında
özgür olmaları temel ilkedir. Partiler, belli siyasal düşünceler çevresinde
birleşen yurttaşların özgürce kurdukları ve özgürce katılıp ayrıldıkları
kuruluşlardır. Kamuoyunun oluşumunda önemli etkisi olan partiler, yurttaşların
istem ve özlemlerinin gerçekleşmesine çalışan ve siyasal katılımları
somutlaştıran hukuksal yapılardır.
Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olarak
görülen partilerin, devlet yönetimindeki etkinlikleri ve ulusal istencin
gerçekleşmesindeki rolleri nedeniyle, Anayasakoyucu, onları öteki
tüzelkişilerden farklı tutarak, kurulmalarını, çalışmalarında uyacakları
esasları ve kapatılmalarında izlenecek yöntem ve kuralları, özel olarak
belirlemekle kalmamış, Anayasa'nın 69. maddesinin son fıkrasında, çalışma,
denetleme ve kapatılmalarının Anayasa'da belirlenen ilkeler çerçevesinde
çıkarılacak bir yasayla düzenlenmesini öngörmüştür.
Bu madde esas alınarak çıkarılan 2820
sayılı Siyasî Partiler Yasası'nda, siyasî partilerin, kuruluşlarından
başlayarak, çalışmaları, denetimleri ve kapatılmaları konularında, ayrıntılı
kurallar getirilerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca izleneceği ve
durumlarında yasalara aykırılık görülenler hakkında, kapatma istemiyle dava
açılacağı belirtilmiştir.
Siyasal partilerin, demokratik siyasî
yaşamın vazgeçilmez öğeleri olmaları, devlet örgütü ve kamu hizmetleriyle yoğun
ilişki içinde bulunmaları, onların her istediklerini yapabilecekleri anlamına
gelmez. Siyasal partilerin baskı ve engellerden uzak kalmalarını sağlamaya
yönelik kurulma ve çalışma özgürlüğü, Anayasa ve bu alanı düzenleyen yasalarla
sınırlıdır. Bu belirleme aynı zamanda Anayasa'nın 2. maddesinde kurala bağlanan
demokratik hukuk devleti olmanın da bir gereğidir. Çünkü hukuk devleti her
şeyden önce hukukun üstünlüğünü tanıyan ve koruyan devlettir.
1- Yekta Güngör ÖZDEN, Mustafa BUMİN ve
Fulya KANTARCIOĞLU'nun Gerekçeleri
Anayasa'nın 68. maddesinin ikinci
fıkrasında, siyasî partilerin demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları
olduğu belirtildikten sonra dördüncü fıkrasında, “siyasî partilerin tüzük ve
programları ile eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine,
millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz;
sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir diktatörlüğü savunmayı ve
yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez” denilmiştir.
Siyasî partilerin uyacakları esasları
belirleyen 69. maddenin beşinci fıkrasında da, bir siyasî partinin tüzüğü veya
programının 68. maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde
temelli kapatma kararı verileceği kurala bağlanmıştır. Anayasa, siyasî
partilerin kapatılma nedenlerini tek tek saymış, yasakoyucuya, bunların dışında
düzenleme yapmaya elverişli bir yasama alanı bırakmamıştır. Bu durumda, siyasî
partilerin, 68. maddenin dördüncü fıkrasında sayılanlar dışında bir nedenle,
tüzük ve programlarının bu fıkraya aykırı olduğu gerekçesiyle kapatılmalarına
olanak yoktur. Devletin temel hukuk düzeninin kaynağı ve belirleyicisi olan
Anayasa'daki bu açıklık karşısında, Siyasi Partiler Yasası'nın farklı bir
düzenleme getiren 89. maddesine geçerlik tanımak, Anayasa kuralının uygulama
dışı bırakılması anlamına gelir. Oysa, sözkonusu Anayasa kuralı, 22.4.1983
günlü, 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'ndan sonra 23.7.1995'te yapılan
Anayasa değişikliği ile getirilmiştir. Yasakoyucunun bu değişikliğe koşut
olarak zaman geçirmeden Siyasi Partiler Yasası'ndaki uyumsuzlukları gidermesi
gerekirken, bunu gerçekleştirmemiş olması, aynı konuda ayrıntılı düzenleme
getiren ve Yasa'ya göre üst hukuk normu niteliğinde olan Anayasa kuralının,
uygulanmaması sonucunu doğurmaz. Bu, kısaca “Anayasanın bağlayıcılığı ve
üstünlüğü” ilkesi olarak tanımlanan ve Anayasa kuralının “Anayasa hükümleri,
yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve
kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz”
denilen Anayasa'nın 11. maddesinin de gereğidir.
Parti programının “inanç sorunları”
başlıklı bölümü, bir bütünlük içinde değerlendirildiğinde, lâiklik ilkesine
aykırılık içermediği, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bu ilkeyi gerçekleştirmek
amacıyla Devlet kurumu olmaktan çıkartılmasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Demokratik Barış
Hareketi Partisi'nin 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 101. maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca kapatılması isteminin reddi gerekir.
2- Güven DİNÇER'in Gerekçesi
Siyasi Partilere yönelik kurallar
Anayasa'nın “Siyasi Haklar ve Ödevler”le ilgili Dördüncü Bölümünde yer alan 68.
ve 69. Maddelerde düzenlenmiştir.
Siyasi partilerin düzenlediği 68.ve 69.
Maddeler, bu maddelerin Anayasa'da yer aldığı bölüm ve özellikle 68. Maddenin
ikinci fıkrasında yer alan (Siyasi Partiler demokratik siyasi hayatın
vazgeçilmez unsurlarıdır.) kuralı, siyasi partilerin Anayasa'da “Anayasal bir
kurum”olarak benimsendiğini ve düzenlediğini göstermektedir.
Anayasal müesseseler hakkında
uygulanacak yaptırımlar ancak anayasalarda düzenlenebilir ve yer alabilir.
Başka bir deyişle siyasi partilerin varlığı ve sona ermesi ile ilgili kurallar
“Anayasal alan” içindedir.
Anayasada kapatma nedeni olabilecek
temel kurallar Anayasanın 69. Maddesinin beşinci, altıncı ve dokuzuncu
fıkralarında düzenlenmiştir. Buna göre:
Bir Siyasi Partinin tüzüğü ve programı,
devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına
, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine millet egemenliğine , demokratik ve laik
Cumhuriyet ilkelerine aykırı olursa; sınıf veya zümre diktatörlüğüne veya
herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı veya yerleştirmeyi amaçlarsa o parti
temelli olarak kapatılır. Ayrıca, bir siyasi parti bu netlikteki fiillerin
işlediği bir odak haline gelirse kapatılır.
Bunların dışında siyasi partilerin,
uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel
kişilerden maddi yardım almaları da kapatılma sebebidir.
Siyasi Partilerin kapatılma nedenleri
Anayasanın 69 . maddesindeki kurallarla sınırlıdır. Ancak, bu kurallara
aykırılık siyasi partilerin kapatılmasına neden olur.
Siyasi partilerle ilgili olarak yapılan
ayrıntılı yasal düzenlemeye göre teşkilatlanma, mali yönetim ve diğer
konulardaki yasaklanmalarla ilgili olarak çeşitli yasaları ihlal ve ihmal eden
durumlar siyasi partilerin kapatılmasını değil bunlara başka müeyyideler
uygulanmasını gerektirir. Bir teşkilatlanma, yönetim ve muhasebe hatası veya
noksanı ile yasa kurallarını ihlali yüzünden bir siyasi parti kapatılamaz.
Çünkü siyasi parti kapatma nedenleri Anayasada , sayılarak belirlenmiştir. Bu
kapatma nedenlerine ek nedenler yasalarla ihdas edilemez.
Siyasi Partilerin kapatılmasıyla ilgili
olarak yasalarla yapılan ek düzenlemeler Anayasanın ilgili kuralları ile
çelişkili olduğu ve aykırılık doğurduğu takdirde Anayasa Mahkemesi, yerine göre
Anayasaya uygunluk denetimi yoluyla bu kuralları iptal ederek veya bu kuralları
ihmal ederek Anayasa Kurallarına göre hüküm tesis etmek zorundadır.
Olayda Siyasi Partiler Yasası'nda
bulunan Anayasaya aykırı bir düzenleme ile karşı karşıyayız. Yalnız Anayasa ile
düzenlenebilecek bir alana, Anayasanın 68. Ve 69. Maddelerine, adeta siyasi
partiler yasası ile ilaveler yapılmıştır. Siyasi Partiler Yasasının 89. Maddesi
ile konulan ve Diyanet İşleri Bakanlığının genel idarede yer almasına ilişkin
Anayasanın 136. Maddesi hükmüne aykırı amaç gütme yasağına dayanan Siyasi Parti
Kapatma müeyyidesinin olayda uygulanmayarak olayın yalnızca Anayasanın 68. Ve
69. Maddelerine göre çözümlenmesi gerekir. Demokratik Barış Harekatı Partisi
Anayasanın 68. Ve 69. Maddelerine aykırı bir davranışta bulunmamıştır.
Davalı parti hakkındaki kapatma
isteminin bu nedenlerle reddi gerekir.
3- Haşim KILIÇ ve Sacit ADALI'nın
Gerekçeleri
1995 yılında değiştirilen Anayasa'nın
69. maddesine göre, siyasî partilerin, kapatılma nedenleri,
- tüzük ve programlarının Anayasa'nın
68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı bulunması,
- 68. maddenin dördüncü fıkrasında
belirlenen kurallara aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmesi,
- Yabancı devletlerden, uluslararası
kuruluşlardan ve Türk uyruğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden yardım
alınması,
biçiminde belirlenmiştir.
Yasakoyucu'nun, bunlar dışında yeni
kapatma nedeni koyması Anayasa'ya aykırılık oluşturur.
1995 yılında yapılan Anayasa
değişikliğiyle oldukça daraltılan siyasî parti kapatılma nedenleri, 2820 sayılı
Siyasî Partiler Kanunu'nda geniş biçimde yer almaya devam etmektedir. Başka bir
deyişle, Anayasa'ya uygun değişiklik yapılmamıştır. Demokratik Barış Hareketi
Partisi'nin 2820 sayılı Yasa'nın 89. maddesine göre kapatılması
istenilmektedir. Bu maddede belirtilen kapatılma nedeni Anayasa'da
öngörülmemiştir. Ancak, bu madde Anayasa'nın geçici 15. maddesi kapsamında
olduğundan, Anayasa'ya aykırılık savında bulunma olanağı yoktur.
Anayasa'ya aykırılık savında
bulunulamayan böyle bir durumda, 2820 sayılı Yasa'nın 89. maddesi yerine Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin uygulanması gerekir. Çünkü, Anayasa'nın 90.
maddesine göre bu Sözleşme, uygulanması gereken kanun hükmündedir. Maddeye
göre, ulusal yasalarda değişiklik gerektiren anlaşmalar Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin onayını öngören bir yasayla uygun bulunduğundan, kanun hükmündeki
sözleşmeler için gerekli olan yasama organı iradesi de yerine getirilmiş olur.
Kaldı ki, uygulanması arzu edilmeyen Sözleşme kuralları için “çekince” de
konulabilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10.
ve 11. maddeleri siyasî partileri de kapsayan örgütlenme ve düşünceyi açıklama
özgürlüğünün sınırlarını belirtmektedir. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'nun ve
Divanının kararlarında da bu konuda somut görüşlere yer verilmiştir. Buna göre,
barışçı yolları amaç edinenlerin şiddete başvurmadan her ortamda düşüncelerini
örgütlü ya da örgütsüz ifade edebilmeleri “demokratik toplum düzeninin”
vazgeçilmez koşuludur. Bu düşünceler, hoşa gitmeyen ya da toplumu rahatsız eder
nitelikte olabilir, ama yine de bunları engelleyen sınırlamalar getirilemez.
Siyasî Partiler Yasası'nın 89.
maddesinde öngörülen parti kapatma nedeni, örgütlenme ve düşünceyi açıklama
özgürlüğünü kullanılamaz duruma getiren bir sınırlama içermektedir. Bu
sınırlama Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen “Temel hak ve hürriyetlerle
ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine
aykırı olamaz...” kuralına açıkça aykırıdır. Anayasa'nın 13. maddesinde hak ve
özgürlüklerin demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olarak
sınırlandırılamayacağının öngörülmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne
yapılan açık bir yollamadır. Başka bir anlatımla, Sözleşme'ye 13. madde
kapsamında anayasal bir düzey kazandırılmıştır. Sözleşme, demokratik
devletlerin hak ve özgürlük konusunda ortaklaşa saptadıkları referans normları
içermektedir. Bu nedenle, 13. madde ile demokratik toplum düzeninin gereklerine
yapılan yollama, Sözleşme'nin uygulanmasını zorunlu kılar. Ayrıca, birbiriyle
çelişen iki yasa arasında özel-genel ya da önceki-sonraki yasa ayrımları
yapılarak Anayasa'ya açıkça aykırı bir yasaya öncelik tanımak Anayasa'nın
üstünlüğü ilkesiyle de bağdaşmaz.
Bu nedenle, Anayasa'nın 13. maddesiyle
uyum içinde olan Sözleşme'nin 10. ve 11. maddeleri gereğince şiddete
başvurmadan bir düşünceyi açıklamaktan başka eylemi bulunmayan Demokratik Barış
Hareketi Partisi'nin kapatılması için yapılan başvurunun reddi gerekir.
Selçuk TÜZÜN, Ahmet Necdet SEZER, Yalçın
ACARGÜN, Ali HÜNER ile Lütfi F. TUNCEL davalı Parti'nin kapatılması gerektiği
görüşüyle davanın reddine ilişkin yukarıdaki gerekçelere katılmamışlardır.
VII- SONUÇ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın
25.10.1996 gün ve SP.88.Hz.1996/307 sayılı İddianamesi ile Programı, 2820
sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 89. maddesine aykırı görülerek aynı Yasa'nın
101. maddenin (a) bendi gereğince Demokratik Barış Hareketi Partisi hakkında
açılan kapatılma davasının REDDİNE, Selçuk TÜZÜN, Ahmet Necdet SEZER, Yalçın
ACARGÜN, Ali HÜNER ile Lütfi F. TUNCEL'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
22.5.1997 gününde karar verildi.
Başkan
Yekta Güngör ÖZDEN
|
Başkavekili
Güven DİNÇER
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet Necdet SEZER
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
Üye
Yalçın ACARGÜN
|
Üye
Mustafa BUMİN
|
Üye
Sacit ADALI
|
Üye
Ali HÜNER
|
Üye
Lütfi F. TUNCEL
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
|
|
|
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Çoğunluk görüşüne göre, 22.4.1983
tarihinde kabul edilen Siyasî Partiler Yasası, 12 Eylül 1980 tarihinden ilk
genel seçimler sonucu toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Başkanlık
Divanını oluşturduğu 6.12.1983 tarihine kadar geçen dönem içinde
çıkarıldığından bu Yasa kurallarının, belirtilen tarihten sonra değiştirilmiş
olmadıkça Anayasa'nın Geçici 15. maddesinin getirdiği sınırlama nedeniyle
Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülemez.
Demokratik Barış Hareketi Partisi'nin
kapatılmasına ilişkin davada, Siyasî Partiler Kanunu'nun uygulanması gereken
89. maddesinin daha sonra herhangi bir değişikliğe uğramaması nedeniyle
Anayasa'nın Geçici 15. maddesi kapsamında olduğu tartışmasız ise de, Yasa'nın
bu maddesinin dayanağını oluşturan Anayasa'nın 68. ve 69. maddeleri 23.7.1995
günlü, 4121 sayılı Yasa ile değiştirilmiştir. Geçici 15. madde ile belli
dönemde çıkarılan yasaların Anayasa'ya uygunluk denetiminin yasaklanmasının
1982 Anayasası'nın sonradan değişikliğe uğramayan kuralları ile sınırlı
tutulması gerekir. Tersine bir düşünce yasak kapsamındaki yasa kurallarına
Anayasa'nın üstünde bir yer vermek anlamına geleceğinden kabul edilemez.
Anayasa'da yapılan değişiklikle belli
bir konunun somut olarak düzenlenmesi durumunda buna aykırı yasa kuralının
ihmal edilerek doğrudan Anayasa'nın uygulanması Anayasa'nın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkesinin zorunlu sonucu ise de bu uygulamanın örtülü bir
Anayasa'ya uygunluk denetimi olduğu da açıktır. Çünkü burada yasa kuralı ile
Anayasa kuralı karşılaştırılmakta arada çelişki olduğu saptandığı için üstün
hukuk normu uygulanmaktadır. Oysa, Geçici 15. madde kapsamındaki yasaların,
1982 Anayasası'nın değiştirilen kurallarına uygunluğunun denetlenmesi
Anayasa'ya uygunluk denetiminin amacına da uygun olacaktır.
Açıklanan nedenlerle, Siyasî Partiler
Yasası'nın 89. maddesinin Geçici 15. madde kapsamında olması nedeniyle
Anayasa'ya uygunluk denetimine bağlı tutulamayacağı yolundaki çoğunluk görüşüne
katılmıyoruz.
Başkanvekili
Güven DİNÇER
|
Üye
Lütfi F. TUNCEL
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
KARŞIOY YAZISI
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın
25.10.1996 günlü, SP.88 Hz.1996/307 sayılı iddianamesiyle Parti programında,
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare içinde yer almasına ilişkin
Anayasa'nın 136. maddesi ile Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddesine aykırı
bir bölüm bulundurduğundan, davalı Demokratik Barış Hareketi Partisi'nin
SPY'nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince kapatılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez
unsurları olarak kabul edilen siyasi partilerin, Devlet yönetimindeki
etkinlikleri, ülkenin ve milletin isteklerinin gerçekleşmesindeki siyasi
rolleri nedeniyle Anayasakoyucu, siyasi partileri diğer tüzelkişilerden farklı
görerek kurulmalarında, çalışmalarında uyacakları esasları ve kapatılmalarında
izlenecek yöntem ve kuralları özel olarak belirlemiş ve Anayasa'nın 69.
maddesinin son fıkrasında da, siyasi partilerin, kuruluş ve çalışmalarının,
denetleme ve kapatılmalarının Anayasa'da belirlenen esaslar çerçevesinde yasa
ile düzenleneceği belirtilmiştir. Bu kural uyarınca, 2820 sayılı Siyasî
Partiler Yasası çıkarılmış; Partilerin kuruluşlarından başlayarak çalışmaları,
denetimleri ve kapatılmaları ile ilgili konularda, belirli bir sistem
içerisinde, geniş ve ayrıntılı kurallar getirilmiştir. Bu kurallar arasında,
siyasi partilerin Yargıtay C.Başsavcılığı'nca izleneceği, kuruluşlarında ve
çalışmalarında Yasa'ya aykırılık görülmesi halinde kapatılmaları için Anayasa
Mahkemesi'ne dava açılacağı öngörülmüştür.
Anayasa'nın 136. maddesinde, “Genel
İdare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda,
bütün siyasî görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve
bütünleşmeyi amaç edilenerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine
getirir” denilmektedir. Bu Anayasal kural, Siyasî Partiler Yasası'nın “Diyanet
İşleri Başkanlığının yerinin korunması” başlıklı 89. maddesinde yaptırıma
bağlanarak siyasi partilerin, Diyanet İşleri Başkanlığının, genel idare içinde
yer almasına ilişkin Anayasa'nın 136. maddesine aykırı amaç güdemeyecekleri
belirtilmiştir. Böylece Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili kurala hem
Anayasa'da hem de Siyasî Partiler Yasası'nda yer verilmiştir.
Davalı Parti Programının “İnanç
Sorunları” başlıklı bölümünde aynen “...Demokratik Barış Hareketi devletin ve
dinin birbirinden ayrılması demek olan laiklik anlayışını savunur. Ülkemizde,
bugüne kadar gerçek anlamda laisizm egemen kılınmamıştır. Demokratik Barış Hareketi,
devletin tüm din gruplarından eşit uzaklıkta durması için gerekli tüm
düzenlemeleri yapacaktır. Biz, Diyanet İşleri Başkanlığının bir devlet kurumu
olmaktan çıkartılmasından yanayız. Kurum inanç sahiplerine devir edilmeli,
Kurumda, hangi inanç gurubunun, hangi temsil esasına göre var olacağı ve mali
bütçesinin nasıl düzenleneceği tümüyle bu kurumda yer almak isteyen cemaat
temsilcilerince belirlenmelidir...” denilmektedir.
Siyasi Partilerin, demokratik siyasi
hayatın vazgeçilmez unsurları olmaları, Devlet örgütü ve kamu hizmetleriyle
yoğun ilişki içinde bulunmaları, onların her istediklerini yapabilecekleri veya
amaç edinebilecekleri anlamına gelmez. Siyasi Partilerin baskı ve engellerden
uzak kalmalarını sağlamaya yönelik kurulma, teşkilatlanma ve çalışma özgürlüğü,
Anayasa'nın ve bu alanı düzenleyen yasaların koyduğu ilkelerle sınırlıdır. Bu
belirleme ve sınırlamalar, Anayasa'nın 13., 68. ve 69. maddelerinde öngörülen
ilkelere dayanmakta olup 2. maddesinde kurala bağlanan demokratik hukuk devleti
olmanın da gereğidir.
Siyasî Partiler Yasası'nın 89.
maddesinde, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare içinde yer almasına
ilişkin Anayasa'nın 136. maddesine aykırı amaç gütme, parti kapatma nedeni
olarak kabul edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Anayasal konumunu
koruyan bu kuralda Kurumun, “laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş
ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç
edinerek” görev yapması zorunluluğu vurgulanmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, dinsel bir
örgüt olmayıp Anayasa'nın 136. maddesinde öngörüldüğü üzere genel idare içinde
yer alan yönetsel bir örgüt olup bu Kuruma bağlı kişiler de, özel yasası
gereğince memur niteliğinde sayılmışlardır. Bu Kurumun Anayasa'da yer alması ve
görevlilerinin memur sayılmasının, ülke koşullarının ve gereksinmelerinin
doğurduğu bir zorunluluk sonucu olduğunda kuşku yoktur. Anayasa'nın 136.
maddesinin gerekçesinde, “Cumhuriyetin hemen başlangıcından itibaren, genel
idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yine aynı statüye bağlı
kalması yerinde görülmüştür” denilmekte, 1961 Anayasası'nın aynı kuralı içeren
154. maddesinin gerekçesinde de, “Dinî inanç ve kanaat hürriyetini, temel hak
ve hürriyetler arasında ilân eden, ibadet ve dinî törenlerin serbestisini
teminat altına alan Anayasa'da sosyal bir müessese olarak dinin taşıdığı önem
bakımından, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bugüne kadar olduğu gibi genel idare
içinde yer alması tabîî ve zaruri görülmüştür. Bu sebeple tasarının ek 2.
maddesinde sevkedilen hüküm, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın özel kanunundaki
görevleri yerine getireceği esasını muhafaza etmektedir” denilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Anayasa'da
yer alması hususu, din hizmetleri denetiminin Devletçe yürütülmesi, din işlerinde
çalışacak kimselerin yetenekli ve bilgili olarak yetiştirilmesi yoluyla dinî
taassubun önlenmesi, ahlâkın ve dinin toplum için manevî bir disiplin durumuna
gelmesi ve böylece değişik dinlerdeki tüm inananları ve inanmayanlarıyla Türk
Ulusu'nun çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi amacının gerçekleştirilmesi
nedenleri yanında, çoğunluğun müslüman olduğu ülkemizde, dini gereksinimlerin
karşılanabilmesi için din hizmetleri görecek kişilerin, mabetlerin ve başkaca
maddi ihtiyaçların sağlanması, onarım ve bakımları gibi konulara da katkısı
olması nedenlerine dayanmaktadır. Devletin, her toplumsal kurumda olduğu gibi,
toplumun dini gereksinmelerine yardım etmesinin ve Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın Anayasa'da yer almasının lâiklik ilkesine aykırı bir yanı bulunmamaktadır.
Devletin bu alandaki yardımı ve Kurum görevlilerinin memur sayılması, Devletin
din işlerini yürüttüğü anlamına gelmeyip ülke koşullarının zorunlu kıldığı
durumlara uygun bir çözüm yolu bulmak amaç ve anlamını taşımaktadır. Esasen
Anayasa'nın 136. maddesinde, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, görevlerini
“lâiklik ilkesi doğrultusunda” yapacağı belirtilmektedir.
Böylece Anayasa'da genel idare içinde
varlığı öngörülen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görevlerini ortadan kaldırmak,
onu Devlet Kurumu olmaktan çıkarmak, bu Kurum'un hukuksal varlığına son vermek,
Kurum'un inanç sahiplerine veya dini gruplara bırakılmasını istemek ve bunları
programlarıyla amaçlamak, siyasî partiler yönünden 2820 sayılı Yasa'nın 89.
maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Bu nedenlerle, programının “inanç
sorunları” başlıklı bölümü Anayasa'nın 136. ve Siyasî Partiler Yasası'nın 89.
maddelerine aykırı bulunduğundan aynı Yasa'nın 101. maddesinin (a) bendi
gereğince davalı Demokratik Barış Hareketi Partisi'nin kapatılmasına karar verilmesi
gerekirken aksi yönde oluşan çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet Necdet SEZER
|
Üye
Ali HÜNER
|
Üye
Lütfi F. TUNCEL
|
KARŞIOY YAZISI
Davalı Parti programının inanç sorunları
isimli bölümünde “Biz Diyanet İşleri Başkanlığının bir devlet kurumu olmaktan
çıkarılmasından yanayız. Kurum inanç sahiplerine devredilmeli, kurumda hangi
inanç grubunun, hangi temsil esasına göre var olacağı ve malî bütçesinin nasıl
düzenleneceği tümüyle bu kurumda yer almayı isteyen cemaat temsilcilerince
belirlenmelidir” denilmektedir.
Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü
fıkrasına göre, “Siyasî partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, devletin
bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına,
eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik
Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya
herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç
işlenmesini teşvik edemez.”
Laiklik Cumhuriyetin değiştirilmesi
teklif dahi edilemeyecek temel niteliklerinden biridir. Bu ilkenin savunulup,
korunması Cumhuriyetin ilelebet yaşayabilmesi için “olmazsa olmaz”
koşullarından biridir. Bu nedenle, Anayasamız laikliğe aykırı tüzük ve programı
olan partilerin kapatılmasını buyurmaktadır. Anayasa'nın laiklik ilkesi din ve
mezhep ayrımı yapılmadan ulusça dayanışma ve bütünleşmeyi sağlayan temel
unsurlardan biridir. Bu nedenle, Anayasa'nın 136. maddesiyle Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın genel idare içinde yer alıp “laiklik ilkesi doğrultusunda bütün
siyasî görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve
bütünleşmeyi amaç edinerek özel kurumda gösterilen görevleri” yerine getireceği
öngörülmüştür.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
Anayasa'nın 136. maddesinde öngörülen,
- Genel idare içinde yer alması
- Laiklik ilkesi doğrultusunda çalışması
- Her türlü siyasî görüş ve düşüncelerin
dışında kalması
- Ulusça dayanışma ve bütünleşmeyi amaç
edinmesi ilkesine uygun olarak yapılanması ve çalışması gerekmektedir.
Uygulamada görülen ve görülebilecek olan kimi yanlışlıkların bu kurumun
cemaatlere teslim edilerek bütünleşme ve dayanışma yerine çekişme ve bölünme
yeri haline getirmek yerine görülen aksaklıklarını alınabilecek yasal ve idarî
önlemlerle giderilmesi gerekir. Cumhuriyetimizin kendine özgü kuralları ve
tarihi gerçekler gözardı edilerek bu kurumun Anayasa'nın öngördüğü laikliğin
sağlanması ve korunması için genel idare içinde yer alması zorunludur. Bu
nedenle, Siyasî Partiler Kanunu'nun 89. maddesi “Siyasî Partilerin, ... Diyanet
İşleri Başkanlığının, genel idare içinde yer almasına ilişkin Anayasanın 136
ncı maddesi hükmüne aykırı” hareket edemeyeceklerini, 101. maddesinde ise böyle
hareket eden partilerin kapatılması öngörülmüştür.
Açıklanan nedenlerle, Anayasa'nın 68.
maddesine ve 69. maddesine paralel ve amaca uygun bulunan Siyasî Partiler
Yasası'nın 89. ve 101. maddeleri gereğince davalı siyasî partinin kapatılmasına
karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle aksine oluşan çoğunluk kararına
karşıyım.