ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1996/2 (Siyasî
Parti Kapatma)
Karar Sayısı:1997/2
Karar Günü:18.2.1997
R.G.
Tarih-Sayı:18.07.1997-23053
DAVACI
: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
DAVALI
: Diriliş Partisi
DAVANIN
KONUSU : Diriliş Partisi'nin, aralıksız iki dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi
seçimlerine katılmadığı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yazılı
bildirimine karşın yasal süresi içerisinde kapanma kararı almadığı savıyla,
Siyasî Partiler Yasası'nın 105. maddesi gereğince kapatılmasına karar verilmesi
istemidir.
I-
DAVA
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kapatma istemli 3.7.1996 günlü, S.P.28 Hz. 1996/218
sayılı iddianamesi şöyledir :
"A-
Konuya İlişkin Yasal Düzenlemeler :
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın 77. maddesinin 1. fıkrasında, "Türkiye Büyük
Millet Meclisinin seçimleri beş yılda bir yapılır." hükmüne yer verilmiş,
2. fıkrasında, "Meclis, bu süre dolmadan seçimin yenilenmesine karar
verebileceği gibi, Anayasa'da belirtilen şartlar altında Cumhurbaşkanınca
verilecek karara göre de seçimler yenilenir.." hükmü getirilmiştir.
2820
sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 8/3. maddesi, "Siyasî partiler aşağıda
belirtilen bildiri ve belgeleri, İçişleri Bakanlığına verilmesiyle tüzelkişilik
kazanırlar."; 105. maddesi "Kuruldukları tarihten itibaren aralıksız
iki dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimlerine, katılmayan siyasî
partiye, ikinci genel seçimin yapıldığı tarihten itibaren bir ay içinde
Cumhuriyet Başsavcılığınca kapanma kararı alınması için yazılı tebligatta
bulunulur. Bu yazının tebliğinden itibaren üç ay içinde kapanma kararı
alınmadığı takdirde, Cumhuriyet Başsavcılığınca açılacak dava üzerine Anayasa
Mahkemesinin kararıyla o siyasî parti kapatılır." 107/1. maddesi, "Anayasa
Mahkemesi kararıyla kapatılan siyasî partinin bütün malları Hazineye
geçer." hükümlerini içermektedir.
B-
Olayın Gelişimi ve İstemin Gerekçesi
Davalı
siyasî parti, 26.3.1990 tarihinde, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanununun 8.
maddesinde belirtilen kuruluş bildiri ve belgelerini İçişleri Bakanlığına
vermek suretiyle tüzel kişilik kazanmıştır. Bu tarihten sonra, 20.10.1991
tarihinde 19. dönem, 24.12.1995 tarihinde de 20. dönem Milletvekili Genel
Seçimleri yapılmıştır.
Yüksek
Seçim Kurulunun 26.8.1991 gün, 157 sayılı ve 28.10.1995 gün, 329 sayılı
kararlarından anlaşıldığı üzere davalı Diriliş Partisi her iki Milletvekili
Genel Seçimine de katılmamıştır.
24.12.1995
günü 20. Dönem Milletvekili Genel Seçiminin yapılmasından ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanının oluşmasından sonra, davalı Diriliş Partisi
Genel Başkanlığına yazılan, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun 105. maddesi
hükmü gereğince, kapanma kararı alınması istemini içeren 31.1.1996 gün, SP.28
Muh.1996/44 sayılı yazımız 9.2.1996 tarihinde parti adına tebliği almaya
yetkili Genel Sekreter İsmail Kesim imzasına tebliğ edilmiştir. Yazımız üzerine
Parti Genel Başkanlığınca Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilen 24.4.1996 gün
ve 159 sayılı yanıt yazıda özetle; "İyiniyet ve gayretlerine rağmen teşkilat
sayısını yasada öngörülen miktara ulaştıramadıkları, partinin durumunun 105.
madde hükmü kapsamında olmadığı, Anayasa'da seçim döneminin beş yıl olarak
belirtildiği, partinin kuruluşundan itibaren on yıl geçmediği, ileri
sürülmüştür.
Bu
kez, Diriliş Partisi Genel Başkanlığına yazılan 9.5.1996 gün ve SP.28
Muh.1996/267 sayılı yazımızda; Siyasi Partiler Kanunu'nun 105. maddesinde yıl
olarak süre belirtilmediğini, kuruluşundan itibaren aralıksız iki dönem
Milletvekili Genel Seçimine katılmaması nedeniyle partileri yönünden 105.
maddede yazılı koşulların oluştuğuna değinilerek önceki yazımız gereğince
kapanma kararı alınması, aksi takdirde Anayasa Mahkemesine kapatma davası
açılacağı bildirilmiş, buna rağmen kapanma kararı alınmamış, Cumhuriyet
Başsavcılığımıza yazılan 17.6.1996 gün ve 162 sayılı yazı ile önceki
yazılardaki gerekçelere dayanılarak durumun yeniden değerlendirilmesi
istenmiştir.
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın 77. maddesi "Türkiye Büyük Millet Meclisinin
seçimleri beş yılda bir yapılır... Meclis, bu süre dolmadan seçimin
yenilenmesine karar verebileceği gibi, Anayasa'da belirtilen şartlar altında
Cumhurbaşkanınca verilecek karara göre de seçimler yenilenir..." hükmünü
içermektedir. 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 105. maddesi duraksamaya
yer vermeyecek biçimde açıktır. Maddede yıl olarak süre belirtil memiştir. Bu
madde hükmü kurulduğu tarihten itibaren aralıksız iki dönem Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Seçimlerine katılmayan siyasi partinin, 2820 sayılı Siyasi
Partiler Kanununun 3. maddesinde tanımlanan niteliğini, amaç ve işlevini
yitirdiği öngörülerek getirilmiştir. Bu konumdaki partiye kapanma kararı alması
olanağı tanınmıştır. Yasal süre içinde kapanma kararı alınmadığı takdirde
Cumhuriyet Başsavcılığınca açılacak dava üzerine Anayasa Mahkemesinin kararıyla
partinin kapatılacağı hükmü getirilmiştir.
Sonuç:
Yukarıda açıklanan nedenlerle; 26.3.1990 tarihinde kuruluş bildiri ve
belgelerini İçişleri Bakanlığına vererek tüzelkişilik kazanan davalı siyasî
parti, 20.10.1991 tarihinde yapılan 19. dönem, 24.12.1995 tarihinde yapılan 20.
dönem Milletvekili Genel Seçimlerine katılmadığı ve Cumhuriyet
Başsavcılığımızca, kapanma kararı alınması konusunda yapılan yazılı tebliğe
rağmen yasal süre içinde kapanma kararı almadığından 2820 sayılı Siyasi
Partiler Kanunu'nuın 105. maddesi gereğince kapatılmasına, 107. maddesi
gereğince bütün malların Hazineye devredilmesine karar verilmesini arz ve talep
ederim."
II-
DAVALI SİYASİ PARTİNİN ÖN SAVUNMASI
Diriliş
Partisi'nin, 12.8.1996 günlü ön savunmasında şöyle denilmektedir:
"26.3.1990
da kurulan partimiz, Siyasî Partiler Kanunu'nun 36. maddesinde seçime girebilme
koşulu kabul edilen sayıda il ve ilçede teşkilâtını tamamlama imkânını
bulamamış olduğundan, 1991 ve 1995 millevekili genel seçimlerine
katılamamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan aldığımız 31.1.1996 gün ve SP-28
Muh.1996/46 sayılı yazıda Siyasî Partiler Kanunu'nun 105. maddesi hükmü mesnet
gösterilerek, partimizi kapatmamız istenmiş, bu yapılmadığı takdirde
Mahkeme'nize kapatılma istemiyle dâva açılacağı belirtilmiştir.
Bu
isteğe karşılık, 24.4.1996 gün ve 159 sayılı yanıt yazımızda söz konusu madde
hükmünün, seçime katılabileceği Yüksek Seçim Kurulu'nca kabul ve ilân edildiği
halde, aralıksız iki dönem milletvekili genel seçimlerine kendi iradesiyle
katılmayan siyasî partiler için bir yaptırım içerdiği, iyi niyet ve her türlü
gayretine rağmen teşkilât sayısını öngörülen sayıya ulaştıramadığından Siyasî
Partiler Kanunu'nun 36. maddesi hükmü gereği, kendilerine seçime girme hakkı
verilmeyen, bu yüzden, arzu ve iradesi dışında seçime katılamayan siyasî
partileri kapsamadığı, ayrıca, süre hesabı bakımından da, partimizin
kuruluşundan itibaren "aralıksız iki dönem"i doldurmuş bulunmadığı,
salt iki seçimin yapılmış olmasının madde hükmünde sıralanan kapatma
koşullarının tümünün yerine gelmesi demek olmadığı şeklinde özetlenebilecek
olan görüşümüz, ayrıntılı biçimde ortaya konarak, partimizin durumunun bir daha
gözden geçirilmesi dileğinde bulunulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan
aldığımız 9.5.1996 gün ve SP-28 Muh. 1996/267 sayılı yanıt yazısında
"seçim döneminin beş yıldan az olabileceği, kurulduğu tarihten itibaren
aralıksız iki dönem TBMM genel seçimlerine katılmayan siyasî parti hakkında yıl
olarak süre aranmaksızın 2820 sayılı Yasa'nın 105. maddesinin uygulanması
gerekeceği" ileri sürülerek partinin kapatılması isteği yinelenmiştir.
Ancak, madde hükmünün açık ve seçik anlam ve kapsamının şüpheye yer
bırakmayacak şekilde tesbitinde anahtar sözcük olan "dönem" kavramı
üzerindeki düşünce ve görüşlerimiz yanıt bulamamış ve dolayısıyla bizce konu
aydınlığa kavuşamamıştır.
Kanımızca,
Siyasî Partiler Kanunu'nun 105. maddesindeki "aralıksız iki dönem"
ifadesi, Yasa maksadının özüne inildiğinde, bir süre ölçüsü olarak
belirlenmiştir. Seçimin erkene alınması, Anayasa'nın "dönem"in beş
yıl olduğuna dair hükmü değişmedikçe, Siyasî Partiler Kanunu'nun 105. maddesi
hükmüyle ilintilendirilebilecek bir husus olamayacaktır. Yasa, seçime katılma
hakkı olduğu halde, mazeretsiz, milletvekili genel seçimine katılmayan bir
partinin kapatılması için süre olarak belli yıl sayısı yerine, ilke olarak, iki
dönemlik bir süreyi önermiştir. Anayasa'da dönemin yıl sayısının
değiştirilebileceği gözönünde tutularak, belli bir yıl rakamı yerine, üstüste
iki dönem gibi makul bir süre yeterli bir zaman parçası olarak belirlenmiştir.
Bir yılda arka arkaya iki erken genel seçimin de yapılabileceği düşünülürse,
konumuz açısından, dönemle seçimin özdeşleştirilemeyeceği gerçeği ortaya çıkar.
Hukuk tesadüfe yer vermez. Hukukta yaptırım tesadüfe bırakılamaz. Bir parti bir
yılda kapatılırken bir diğer beş ve bir başkası, aynı sebeple on yılda
kapatılırsa, bu durumun adalet ilkesiyle bağdaştırılması mümkün olmaz.
Partimizin
durumuna gelince: hangi ölçüyle hesap edilirse edilsin, aralıksız iki dönemi
doldurmuş sayılması mümkün olmamaktadır. Yasa, "iki seçim" değil,
"iki dönem" tâbirini kullanmıştır. Seçim dönemleri, Cumhuriyet
Başsavcılığı'nca kabul edildiği gibi 1991 ve 1995 yılları değil, 1987-1991,
1991-1995 yılları aralarıdır. Partimiz 1990 yılında kurulmuş bulunduğuna göre,
1987-1991 dönemini süre hesabına katmamak hakkaniyet gereğidir. Madde hükmünde
geçen "ikinci seçim" ifadesi partimiz için, ancak bundan sonraki bir
seçim için geçerli olabilir. Ama, kuşkusuz, daha uygunu, bir partiye en az iki
dönem, 105. madde gerekçesinde de dendiği gibi, on yıllık bir zaman tanıma,
adaletli ve gerçekçi bir devlet tutum ve davranışı olacaktır. Esasen, iradesi
dışında seçime katılamayan partilerin madde hükmü kapsamında olmadığı
kanaatimiz yukarıda belirtilmiştir. 1991 seçiminden önceki hemen hemen bütün
seçimlerde, partilerin tümüne, seçime girme, dolayısıyla devletin medya
imkânlarından yararlanarak kendisini duyurma hakkı tanımışken, 1991 ve 1995
seçimlerinde bu şekilde bir olanak sağlanmamıştır.
Bilindiği
gibi, 1950'li, 60'lı, 70'li yı1larda, seçime katılma şartları bugünkü kadar
ağır olmadığı için, fiilen; şimdiki Siyasî Partiler Kanunu'nun yürürlüğe
girdiği 1983 yılından sonra da ,her seçimde çıkarılan özel kanunla, bütün
siyasî partilere seçime girme hakkı tanınmışken, partimizin kurulduğu 1990'dan
sonraki iki seçimde Yüce Mahkemenizin iptal etmesi üzerine yeniden düzenlenen
ve bizce yine de ihtiyacı karşılamayıp Anayasa'nın adalet ve eşitlik ilkelerine
aykırı bulunan 36. madde hükmü sebebiyle seçime katılamayışımız ileri sürülerek
partimizin kapatılması yoluna gidilmesi, gelişme sürecindeki toplumumuzun
sosyal şartlarına uymayan bir yaptırım olacak ve hatta ağır bir ceza niteliği
taşıyacaktır.
Diğer
taraftan, Siyasî Partiler Kanunu'nun 36. maddesi ile 105. maddesi arasında
doğrudan bağ kurmak için mantıkî biri zaruret bulunmamaktadır. 36. maddenin
teşkilât sayısı koşulu öncelikle yeni kurulan ve başka partilerden doğmamış
olan partiler için büyük ölçüde gelişmeyi önleyici, engelleyici bir özellik
taşımaktadır. Anayasa'da yapılan son değişiklikler doğrultusunda uyum yasaları
çıktığı takdirde, 36. maddedeki şartların hafifletileceği ve 105. maddenin
kapsamının açık seçik hale getirilerek, belki sadece kasıtla, kendi rıza ve
iradesiyle seçime katılmayanları cezalandıracak şekilde belirleneceğine şüphe
yoktur. Demokratik hayatta ve onun dayanağı olan mevzuatta bu olumlu gelişmeler
beklenirken, bu arada, partimizin, kapatılma gibi, telâfisi mümkün olmayan bir
kayba uğraması, ülkemizin bugünü kadar geleceğini de düşünen Yüce Mahkeme'nin
gözeteceği bir husus olduğuna inanmaktayız.
Gelişemeyen
bir parti "doğal" olarak kapanır ya da diğer partilerle birleşerek
ortadan kalkar. Bu, siyasi hayatımızda hep gözlenen gerçeklerdendir. Temelli
kapatılmış partiler dahi toplumumuz şartlarında hep yeniden doğdular.
Anayasa'nın toplumun vazgeçilmez kurumları olarak gördüğü siyasî partileri, bir
suç işlemedikleri durumda, şu veya bu sebeple kapama yoluna gitme, genellikle
istenen yararı sağlamayacaktır. Ülke bütünündeki illerin yarısında teşkilat
kuramamış bir siyasî program ve düşünceyi temsilden mahrum etme, ne gibi bir
ülke yararı sağlayabilir' Belki ülke yararı, daha çok fikir ve görüşün kendini
meşru zeminde ifade etmesine imkân veren siyasî partilerin varlığında saklıdır.
Öte
yandan, partimizin seçime katılabilecek kadar teşkilât kuramama sebepleri,
genellikle bilinen ve istendiğinde ayrıntıları ile açıklanabilecek hususlardır.
Seçime
katılma bilincimizin somut kanıtı ise, 4 Aralık 1994 milletvekili ara seçimine
katılma hakkı partimize de tanındığında, adaylarımızı derhal tesbit edip tüm
işlemleri tamamlamamız ve adaylarımızın Yüksek Seçim Kurulu'nca onaylanarak
Resmî Gazete'de ilân edilmiş olmasıdır.
Kanımızca,
parti kapama, hükmî şahıs idamı denebilecek kadar ağır bir cezadır. Şüphesiz
bunun için kasıt ve suç aranır. Seçime katılması için hiçbir engel bulunmadığı,
Yüksek Seçim Kurulu tarafından seçime girebileceği kabul ve ilân edildiği halde
üstüste iki dönem mezareti olmaksızın seçimlere katılmayarak parti olma nitelik
ve amacı özüne aykırı davranmış, toplumsal görevi kötüye kullanmış partiler,
söz konusu madde hükmünün öngördüğü bu cezayı haketmiş olabilirler. İmkânları
elverdiği halde kasıtlı teşkilât kurmayıp seçime katılmayan partiler de buna
dahildir. Fakat kasıtsız suç ve suçsuz ceza olamayacağından, bizce bütün iyi
niyet ve gayretine rağmen, teşkilat sayısını kanunca istenen miktara
ulaştıramamış, arzu edildiği kadar gelişememiş olduğu için seçime rıza ve
iradesi dışında katılamayan partileri aynı kategori olarak düşünmeyip, bu
kategori muamelesine tâbi tutmak hakkaniyet ölçüleriyle bağdaştırılması mümkün
bulunmayan bir tasarruf olacaktır.
Sonuç
olarak, partimizin durumu, ilkeler doğrultusunda ve pozitif hukuk çerçevesinde,
öncelikle esas bakımından, 105. Madde hükmü kapsamı dışında kalmaktadır.
Böyle
olmayıp kapsam içinde kalsaydı, bu kez de, madde hükmü, süre hesabı bakımından,
1990'da kurulmuş olan partimize uygulanamayacaktır. Çünkü: partimizin,
kuruluşundan sonra iki milletvekili genel seçiminin yapılmış olması,
"aralıksız iki dönem" geçirdiği anlamına gelmemektedir.
"Seçim", enstantane; "dönem", süreçtir. Sözkonusu 19. ve
20. dönemlerin birincisinden partimiz ancak 1.5 yıl yararlanabilmiştir. Anayasa
"dönem"i 5 yıllık bir süreç olarak kabul etmiştir. 105. madde
gerekçesinde de: "aralıksız iki dönem, yani on yıl" denilerek bu
nokta aydınlatılmıştır. Ceza veya en azından yaptırım niteliğindeki bir konuda,
önemi aşikâr olan süreyi, erken seçimleri bahane etmek suretiyle kısaltmak
mümkün değildir. Buna rağmen, erken seçimin "dönem"i kısalttığı
varsayılsa, kuruluşundan 24.12.1995 seçimine kadar 5 yıl geçirmiş bulunan
partimizi hiçbir suretle iki dönemi doldurmuş kabul etmek imkanı yoktur. İki
seçim yapılması "gerek şart", "iki dönem" geçirilmesi ise
"yeter şart"tır. Partiyi kapamak için, her iki şartın yerine gelmesi
gerekir. Yasa'nın kasdı sadece iki seçim olsaydı "dönem" sözcüğünü
kullanmaya gerek olmazdı. Ayrıca "Her ne suretle olursa olsun iki dönem
seçime katılmayan, gibi bir ifadesinin yer almaması da, 105. madde hükmüne
sınırsız bir kapsam vermemektedir.
Diğer
taraftan, Siyasî Partiler Kanunu'nun 36. maddesinin, seçime girebilmek için
şart koştuğu, kurulması gerekli teşkilât sayısı söz konusu madde hükmünün Yüce
Mahkemenizce Anayasa'ya aykırı bulunarak iptal edilmiş olması da gözönünde
tutulduğunda, özellikle, geçmiş partilerin devamı olmayıp, yani onlardan
doğmayıp tamamen yeni olan partilere, Anayasa'nın eşitlik ve adalet ilkelerine
ters düşen ağır bir mükellefiyet yüklemektedir. Bu sebeple bu mecburiyet ve
105. madde arasında doğrudan bağ kurmak için mantıkî bir zaruret
bulunmamaktadır. Buna dayanarak parti kapamanın da, demokrasi ruhunu ve
hakların özünü deler nitelikte olacağına kuşku yoktur.
Nitekim,
bu maddedeki teşkilât sayısı koşulunu daha da ağırlaştıran yasa değişikliği,
Mahkeme'nizin 22.5.1987 gün ve 1986/17 esas, 1987/11 karar sayılı kararıyla,
getirdiği sınırlamalar yüzünden, Anayasa'nın Başlangıç'ına, 2, 5, 13, 67, 68.
maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Bu karardaki gerekçeler, bugün
yürürlükte olan teşkilât koşulu için de geçerliliğini korumaktadır. Mahkemeniz
bu kararında, 36. maddedeki "büyük kongreyi yapmış olma",
"T.B.M.M.'de grubu bulunma" gibi koşulları Anayasa'ya uygun bulurken,
teşkilât koşulunu, aşağıya alınmış ifadelerden de anlaşılacağı üzere, açıkça
Anayasa'ya aykırı görmüştür:
"67.
maddenin ikinci fıkrasında belirlenen "serbest, eşit, gizli, tek dereceli,
genel oy, açık sayım ve döküm esasları" ile "yargı yönetim ve
denetimi" bu konudaki düzenlemede temel alınacak ilkelerdir. Bu ilkelerle
yasakoyucuya tanınan takdir hakkı, sınırlamanın çerçevesini çizmektedir."
"Seçme,
seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakkı kimi zaman Anayasakoyucu tarafından,
kimi zaman Anayasa'nın verdiği yetkiye dayanılarak yasama organı tarafından
belirlenen sınırlı haklardır. Düzenlemenin, yasakoyucunun takdiri dışında
bırakılan anayasal ilkeleri zedelememesi ve demokratik toplum düzeninin
esaslarına aykırı olmaması gerekir. Hakkın özüne dokunan düzenlemeler gerçek
anlamda bir seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırır. Seçime katılabilmeyi
salt örgütlenme gücüne bağlamak uygun değildir. Böyle bir düzenleme, özellikle
yeni kurulan siyasî partilerin seçimlere katılmasını önlemeye yönelik
düzenleme, oldukça ağır sonuçlar doğuracak koşulları taşımaktadır. Yeni kurulan
ve akçalı olanakları sınırlı olan bir partinin gösterilen il ve ilçe düzeyini
aşması çok güç, genelde olanaksızdır. Demokrasinin vazgeçilmez ögesinin bu
ölçüde sınırlanması, siyasi partilerle gerçekleşecek düzenin olabildiğince engellere
bağlı tutulması, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun
bulunmamaktadır."
"Bir
siyasî partinin seçimlere katılmasını güçlendirmek ya da engellemek seçilme
hakkının özüne zarar verir."
""Ülke
genelinde baraj" ve "seçim çevresi barajı" ile yeterince
sınırlama getirilmişken bunlara ek olarak seçime katılma koşullarını
ağırlaştırmak demokrasiye uygun düşmemektedir. Siyasî partilerin amaçlarına
ulaşabilmeleri için gerekli yeterli olanaklara sahip olmaları zorunludur.
Seçime katılmak temel hakkı ve ödevi olan siyasî partiye başlangıçta bu
olanaktan yoksun kılmak, seçimler dışında çaba göstermesini istemek olur ki,
bunun hukuksallığı tartışılır. Siyasî partiler gerçekten demokratik siyasî
yaşamın vazgeçilmez ögesi iseler, varlıklarını koruyup geliştirecekleri,
kuruluş nedenlerini doğrulayıcı en etkin araç olan seçimlere katılıp halkın
oluruna görüş, öneri ve eleştirilerini sunma olanakları engellenmemeli,
sınırlama amacı aşılmamalıdır.
"Başlangıç'ta
geçen "...hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk
düzeni..." sözcükleri, özgürlükçü demokratik düzenin gerekleriyle buna
uygun hukuk düzenini bir temel olarak vurgulamıştır. Anayasa'nın 176/1.
maddesine göre Anayasa metni içinde sayılan Başlangıç'ın öngördüğü düzen,
siyasî partilerin serbestçe oluşup demokratik yöntemler, uygun ölçüler ve
sınırlamalarla seçimlere katılabilmelerine olanak veren, aşırı ve hukuka aykırı
engellere geçerlik tanımayan bir yapıdır. Norm denetiminde özel kurallar varken
soyutlukla nitelendirilecek dolaylı hükümlere dayanmak gereksizse de,
Başlangıç'ın taşıdığı açıklık karşısında demokratik yaşamın vazgeçilmez ögesi
olan siyasî partilere getirilen "olağandışı" engelleri özgürlükçü
demokrasi gerekleriyle belirlenen hukuk düzenine uygun bulmak güçtür."
"Anayasa'nın
2. maddesinin "... hukuk devleti ..." olarak nitelediği bir yapıda
her şeyin bu çatı altında hukuka uygunluğunun aranması zorunludur. İncelenen
36. madde ile getirilen engeller siyasal katılımı olumsuz yönde
etkileyeceğinden bu durum hukuk devleti ilkesiyle de bağdaşmaz."
"Anayasa'nın
5. maddesine göre "... Cumhuriyet ve demokrasiyi korumak..." Devletin
temel amaç ve görevlerindendir. Cumhuriyet biçiminin herkese açık, herkes için
eşit ve serbest siyasî katılımla, bunun da siyasî partiler yoluyla gerçekleşeceği,
siyasî partilerin demokrasinin okulu ve oluşum aracı oldukları gözetilirse,
katılım engellerinin bu kavramları, özlenen yapıyı olumsuz yönde etkileyeceği
kuşkusuzdur."
Cumhuriyet
Başsavcılığı, iddia ve isteminde ısrar etmiş olduğundan, maddenin anlam ve
amacının açıklığa kavuşması için tarafımızdan Yüksek Seçim Kurulu'na
başvurulmuştur. Yüksek Seçim Kurulu verdiği kararda konunun görev alanı dışında
olduğunu saptamıştır. Bunun üzerine, bir yandan Cumhuriyet Başsavcılığı
yazısına yanıt verilirken, öte yandan, Yüce Mahkemenizi meşgul etmemek için,
daha önce bir çözüm bulunur umuduyla Siyasî Partiler Kanunu'nun 99. maddesi
hükmünün yorumuyla, kıyas yoluyla ve karşı kavramından (mefhum-u muhalifinden)
hareketle, Siyasî Partilerle İlgili Yasakları İnceleme Kurulu'na
başvurulmuştur. Ancak, Cumhuriyet Başsavcılığı'nın bildirimiyle, Yargıtay
Birinci Başkanlığı tarafından, konunun, görev alanı dışında olduğu gerekçesiyle
Siyasî Partilerle İlgili Yasakları İnceleme Kurulu'na götürülmediği
anlaşılmıştır.
Siyasî
Partiler Kanunu'nun 105. maddesinin, ilk kez uygulanarak bir partinin yaşamına
son verilmek istenmesi gibi bir sonuç doğuracağı da gözönünde tutulunca,
telafisi mümkün olmayan bir haksızlık ve mağduriyete meydan verilmemesi
bakımından, anlam ve kapsamca, doğru, tam ve kesin bir yoruma kavuşturulması
önem arzetmektedir.
Konuyla
ilgili, Siyasî Partiler Kanunu'nun 36. maddesi hükmünün Anayasa'ya aykırılığı
hakkında, Mahkemenizin kararıdan yukarıda bahsedilmiştir. Aynı şekilde 105.
maddede de, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda düşünülünce, açık ve seçik
olarak, Anayasa'ya aykırı bulunacaktır.
Esasen
elli yıllık çok partili dönemimizde, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'ndan
önce, mevzuatımızda, Anayasa'nın adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı bulunan bu
tür ağır seçime girme koşulları ve girmeyenler hakkında yaptırım
sınırlamalarına rastlanmamaktadır. Demokrasi ile yönetilen ülkelerin hukuk
düzenlerinde de bu nevi kısıtlamaların bulunduğuna dair bilgimiz yoktur.
Cumhuriyet
Başsavcılığı, İddianame'sinde, 105. madde için, "bu madde hükmü, kurulduğu
tarihten itibaren aralıksız iki dönem T.B.M.M. genel seçimlerine katılmayan
siyasî partinin, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 3. maddesinde
tanımlanan niteliğini, amaç ve işlevini yitirdiği öngörülerek getirilmiştir"
denmektedir. Oysa 3. maddeyle 105. madde arasında bu tür bir bağlantı kurmak
mümkün değildir. Sözkonusu 3. maddedeki "ülke çapında faaliyet göstermek
üzere teşkilatlanan" ifadesinde görüldüğü gibi teşkilatlanma ülke çapında
faaliyet gösterme amacına yöneliktir. Bugunün teknolojisi karşısında ülke
çapında faaliyet göstermek için her il ve ilçede örgüt kurmaya gerek yoktur.
Ülkenin bütün veya yarı il ve ilçesinde teşkilât kuramayan, fakat ülke çapında
faaliyet gösteren bir partinin niteliğini, amaç ve işlevini yitirdiği söyle
nebilir mi' Ülke çapında faaliyet göstermekle ülke çapında örgüt kurmak özdeş
değildir. Kanun'un tanım maddesindeki bu nüansa dikkat edildiğinde, bir
partiye, ülke bütününde teşkilat kuramama sebebiyle kapama gibi bir yaptırımın
uygulanmasının hukuk ilkeleri ve demokratik düzenle bağdaştırılamayacak bir
davranış olduğu apaçık ortaya çıkacaktır.
Bir
parti ya kasdı, yönelimi sebebiyle kapatılacaktır ya da durumunun tesbiti
amacıyla. 105. madde hükmüne bu subjektif ve objektif iki kriteri
uyguladığımızda, partimizin bu iki uygulamanın da dışında kaldığı
görülecektedir. Seçime katılmama gibi bir kasıt ve niyetimizin olmadığı,
yukarıda bahsedilen ara seçime katılmamızla görülmüştür. Durumumuz itibariyle
de, partimiz bütün kuruluşlarıyla işleyen ve tüm yasal görevlerini yerine
getiren bir parti olarak tanım maddesindeki niteliğini korumaktadır. Acze
düşmüş, dağılmış bir durumda değildir. Programıyla, çalışmalarıyla, geleceğe
dönük umuduyla özgün ve canlı bir partidir. Bu bakımdan gerek subjektif, gerek
objektif ölçülerle kapatılmasını gerektiren bir zorunluluk söz konusu değildir.
Amacımız,
büyük milletimizin geleceğine kendi çapımızda katkıda bulunmaya devam etmektir.
Anayasa'ya aykırı bulunan Siyasî Partiler Kanunu'nun 36. ve 105. maddelerinin
katı yorumuyla partimizin kapatılmasına meydan verilmemesini, partimizin doğal
ömrünü yaşamak üzere görevine devam etmesini, siz Yüce Mahkeme'nin
hakimlerinden beklemeyi bir görev ve hak sayarım."
III-
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞININ ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 9.9.1996 günlü, SP.28 HZ.1996/218 sayılı esas
hakkındaki görüşünde 3.7.1996 günlü, SP.28 HZ.1996/218 sayılı İddianamesindeki
hususlar aynen yinelenmiştir.
IV-
DAVALI SİYASİ PARTİNİN ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMASI
Diriliş
Partisi'nin 18.10.1996 günlü esas hakkındaki savunmasında :
"Cumhuriyet
Başsavcılığı, Partimizin kapatılması istemiyle Yüce Mahkemenize dâva açmış
bulunmaktadır. İstemin mesnedi olarak Siyasî Partiler Kanunu'nun 105. maddesi
hükmü gösterilmiştir.
Dâva
dosyasında mevcut Önsavunmamız ve eklerinde geniş bir surette açıkladığımız
üzere, bu madde hükmünün uygulanabilmesi için:
1-
Partinin kuruluşundan itibaren aralıksız iki dönemlik bir sürenin geçmesi
(gerek şart),
2-
Aralıksız iki dönemde yapılan T.B.M.M. seçimlerine partinin katılmaması (yeter
şart).
Bu
iki şart da, partimiz için yerine gelmediğinden, bu madde hükmünün partimize
uygulanamayacağı görüşündeyiz. Çünkü:
1-
Partimizin kurulduğu 1990 yılından son genel seçimin yapıldığı 24 Aralık 1995
tarihine kadar, iki dönemlik bir süre geçmemiştir. Anayasa'nın 77. maddesi
hükmüne göre dönem, 5 yıldır. Erken seçim yapılarak seçim süresinin
kısaltılmasının konumuzla hiç bir ilgisi yoktur. Yasa, rakam yerine belli bir zaman
parçası, süre ölçüsü olmak üzere, dönem ifadesiyle, makul bir sürenin (77.
madde değişmediğinden bugün için 10 yıllık sürenin) geçmesini şart koşmuştur.
Bu dolaylı yoldan bir süre tesbitidir. Ceza veya en azından kapatma gibi ağır
bir yaptırım niteliğindeki bir konuda önemi aşikâr olan süreyi, erken seçimleri
bahane ederek kısaltmak mümkün değildir. Terimlerin kullanıldığı yer ve amaca
göre anlamlandırılması ve yorumlanması bir mantık kuralıdır. Yasa
"aralıksız iki genel seçim" dememiş, "aralıksız iki dönem"
demiştir. Sanımızca, Cumhuriyet Başsavcılığı'nı ısrara yönelten, Siyasî
Partiler Kanunu'nun 105. maddesindeki "ikinci genel seçimin yapıldığı
tarihten itibaren bir ay" ibaresidir. Buradaki "ikinci genel
seçim" ifadesini, bizce, herhangi bir "ikinci seçim" olarak
değil, aralıksız iki dönemin geçmesinde hesaba katılacak "ikinci genel
seçim" olarak anlamak zarureti vardır. Bizce maddenin anlamı şudur: Eğer
on yıllık (iki dönem) süre dolmuş ve bu süre içinde en az iki genel seçim
olmuşsa, son seçimden bir ay sonra, (katılma hakkı olduğu halde, kendi irade ve
arzusuyla) seçimlere katılmayan partiye, Cumhuriyet Başsavcılığınca yazı
yazılarak kendini kapatması istenebilir. Yoksa aksi halde, bir partinin
kuruluşundan sonra bir yıl içinde dahi iki erken genel seçim olabilir. Bu
durumda o partiyi kapatmak mı gerekir' (Bu durum, 24 Aralık 1995 seçimlerinden
önce kurulup ta o seçime katılmayan partiler için de, önümüzdeki yıl bir erken
seçim olduğu ve o seçime de katılmadıkları takdirde, söz konusu olabilir.)
2-
Son iki erken genel seçime partimiz katılmamış değil, katılamamıştır. Yasanın
hükmü, kanımızca, seçime katılamayanlara değil, katılmayanlara yöneliktir.
Siyasî Partiler Kanunu'nun 36. maddesi, seçime girebilmek için, ülke genelinde
illerin yarısı ve o illerdeki ilçelerin üçte birinde teşkilât kurmuş olmayı ön
şart saymıştır. Yasalara göre, seçime girebilecek partileri Yüksek Seçim Kurulu
saptayacaktır. Kurul, 36. maddedeki seçime katılabilme şartlarına bakarak
seçime girebilecek partileri tesbit ve ilân etmektedir. Partimiz, teşkilât
sayısı bakımından eksik kalınca, 1991 ve 1995 erken genel seçimlerine Yüksek
Seçim Kurulu'nun kararıyla katılamamıştır. Bu sebeple, partimizi, kendi irade
ve ihtiyarıyla seçimlere girmemiş gibi düşünüp kapanmasını istemek hakkaniyete
aykırı olacaktır. "Her ne suretle olursa olsun seçimlere katılmamak"
gibi bir ifadenin madde metninde yer almaması da bizce görüşümüzü destekleyen
bir kanıttır.
Siyasî
Partiler Kanunu'nun 105. maddesi hükmü, görüşümüze göre, 36. madde hükmünün
öngördüğü sayıda teşkilât kurduğu ve Yüksek Seçim Kurulu'nca seçime girmesi
kabul ve ilân edildiği halde, aralıksız iki dönem seçime katılmayan siyasî
partiler için bir uyarı ve yaptırım niteliğinde olup siyasî partilere ömür
biçen bir hüküm değildir. Esasen, bu hüküm, iddia edildiği anlamda yani
belirlenen sayıda teşkilât kurmama sebebiyle kapatma anlamında olsaydı, bu
maddede değil, 36. maddede yer alırdı.
Kasden
teşkilât kurmadığımız ve bu sebeple seçime katılmadığımız da ileri sürülemez.
Böyle olumsuz bir niyet taşımadığımızın somut kanıtı, 1994 yılında yapılması
kararlaştırılan ara seçime bütün partilerin katılması hakkı ve imkânı
tanındığında, bir çok partinin katılmamasına karşın, partimizin hiç
duraksamadan hemen tüm işlemleri tamamlayarak, adaylarını tesbit ederek
katılmasıdır. Bu husus Yüksek Seçim Kurulu'nca da onaylanarak kabul ve Resmi
Gazete'de ilân edilmişse de bilindiği gibi o seçim yapılamamıştır.
Özetlenirse,
öncelikle, partimiz, kendi irade ve arzusu dışında katılamadığı, kanunî
gerekçelerle sokulmadığı seçimlerden dolayı sorumlu tutulamaz. Sonra, madde
hükmünün en katı, en lafzî, biçimsel yorumunda bile, süre hesabı bakımından da,
bu ağır yaptırıma müstehak olamaz (1990 da kurulan partimiz 1991 erken genel
seçiminin ait olduğu 1987-1991 döneminin ancak son kesiminde varolabilmiştir.
Eksik kalan bu dönemin hesaba katılmaması gerekir. Aralıksız iki dönemin tam ve
kesiksiz düşünülmesi, devletin yurttaş ve kurumlarına iyi bakış yöneltmesinin
en doğal sonucu olacaktır.)
Söz
konusu 36. madde hükmünün seçime girmek için aradığı koşullarla, 105. madde
hükmündeki ağır yaptırım, 1980 den önceki siyasî hayatımızı düzenleyen
yasalarda mevcut olmamış, ilk kez 1983 de 2820 sayılı Siyasî Partiler
Kanunu'nda yer almış bulunmakta ve şu anda da ilk kez dâva konusu olmaktadır.
Demokratik geleneğe sahip ülkelerde de 105. madde türü bir kısıtlamanın mevcut
olduğuna dair bir kayda rastlamadık. İnceleyebildiğimiz kadarıyla, seçime
girebilmek için belli sayıda teşkilât kurma ya da seçime katılmayan partileri
kapatma gibi bir hüküm bu ülkenin mevzuatında da bulunmamaktadır.
Esasen,
Siyasî Partiler Kanunu'nun gerek 105. maddesi ve gerekse 36. maddesi,
Anayasa'nın adalet ve eşitlik ilkelerine açıkça aykırıdır. Seçime katılmak için
kurulması istenen teşkilât sayısı şartı, son derece ağır bir şart olup, fiilen,
ancak ötedenberi var olan veya onlardan doğan partiler, seçime girme imkânına
erebilmektedir.Yüce Mahkemenizin bu madde hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olup
olmadığını bir karara bağlamasını istiyoruz. Konu, ancak bu şekilde açıklığa ve
çözüme kavuşacaktır. Zaten, Önsavunma'mızda da belirttiğimiz gibi, Mahkemeniz,
bu maddelerden birinin, 36. madde hükmünün Anayasa'ya aykırılığını, açık ve
seçik bir şekilde, bir kararında ortaya koymuş bulunmaktadır. Aynı şekilde,
105. maddenin durumunun da bu bakımdan aydınlanması zarureti aşikardır.
Partimizin
kurulduğu tarihten önceki bütün seçimlerde o seçime mahsus kanunlar
çıkartılarak bütün partilerin seçimlere katılması ve böylece kendilerini
duyurup tanıtmaları imkânları sağlanmıştır. Partimizin kurulduğu 1990 dan sonra
yapılan 1991 ve 1995 seçimlerinde bu imkândan mahrum kalınmıştır. Bu hususun da
Yüce Mahkemenizce göz önünde tutulacağına kuşkumuz yoktur.
Anarşi
ve terörün ülkemizde büyük tahribat yaptığı 1970 li yıllara tepki olarak doğmuş
psikolojik zeminde öngörülmüş bu 36. madde ve 105. madde tedbirleri, o günlerin
şartlarında belki mazur görülebilirdi. Ancak adeta sıkıyönetim önlemlerini
andıran bu tür hükümlerin her zaman için geçerli olduğunu söylemenin mümkün
olmadığı bugün görülebilmektedir. Asgari anlamda örgüt kurma ve katılma hakkı
olduğu halde seçime katılmayan partiye bir yaptırım uygulama düşünülebilir.
Ancak bu, 36. maddedeki gibi son derece ağır koşullar ve 105. maddedeki gibi
partiyi kapatma yaptırımı olamaz. Bu koşullar ve yaptırımlar, bir siyasî parti
nitelik, özellik ve işleviyle ilişkili ve bir kusur varsa ve ona bir ceza
biçiliyorsa fiiliyle orantılı değildir. Bu maddelerdeki hükümler, sanımızca 12
Eylül Hareketi ortamı ve psikolojisi içinde, ülkede istikrar sağlanması
amacıyla getirilmiş bir dizi fevkalâde önlemler arasında düşünülmüşlerdir. Bu
maddelerin konulmasında, "mevcut partiler yeterlidir; bunlara yenilerinin
eklenmesi yarar yerine zarar getirir" düşüncesi hâkimdir. "Yeni parti
kurulması tehlikelidir, yeni parti sorundur" şuuraltı düşüncesi. Oysa yeni
parti, bir tehlike, risk olduğu kadar, ülke için bir umuttur da, bir şanstır
da; bir sorun olduğu kadar, bir çözümdür de. "Mevcut partiler
yeterlidir" fikri insanlığın ilerlemesi ilkesine aykırı bir durağanlık
düşüncesidir. Her yeni gelen ne olursa olsun, insanlar ve toplumlar, gelecek
için bu denli kötümser ve karamsar olmamalıdırlar. Yoksa kendilerini içine
düştükleri kötü durumdan kurtaramazlar. Siyasî hayatımızda zaman zaman görülen
tıkanıklık ve kilitlenmeler de göstermektedir di, bu tür tıkanıklıkları ve
kilitlenmeleri aşmak için yeni partilerin kurulmasından ve onların devreye
girmesinden başka çare yoktur.
Yeni
parti, yeni düşünce demektir, yeni program demektir. Ülkenin yeni düşüncelere
ve yeni programlara her zaman için ihtiyacı vardır. Parti demek, sadece örgüt
demek değildir (nitekim 36. maddede de örgüt dışında başka şartlar da
sıralanmıştır). Siyasî Partiler Kanunu'nun 3. maddesindeki parti tanımında:
"ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilâtlanan" ifadesini aşırı
bir yorumla partiyi kitlesel örgütle özdeşleştirme şeklinde anlamlandırmak,
lider sultasına yol açan bir aşırılığa prim vermek olur.
Partide
örgütlenme lüzumludur. Ancak yeter bir organizasyonla, hele bugünkü teknoloji
de gözönünde tutulunca, ülke çapında faaliyet göstermek için, mutlaka, ülkenin
yarı il ve o illerin üçte bir ilçesinde örgüt kurma zarureti yoktur. Şüphesiz
her parti, her il ve ilçede örgüt sahibi olmak ve böylece kitlelere ulaşmak
ister. Fakat, bu bir finansman ve medya imkânı meselesidir. Bu imkânlara
kavuşmamış bir partiyi seçime sokmamak, sonra da "sen seçime
girmedin" denilerek o partiyi kapatmak, insan hakları, eşitlik ilkeleri,
demokratik düzen ve Anayasa'da zikredilen siyasî partilerin vazgeçilmezliği
ilkesiyle bağdaştırılamaz.
Partiler,
tarihî-sosyolojik şartlarda doğar ve ortadan kalkarlar. Onları, bir suç söz
konusu olmadığı sürece, kapamak, o parti eğilimlerini meşru zemin dışına itme
sonucunu doğurabilir.
Önsavunmamızda
ve eklerinde de belirtildiği üzere, Mahkemenizin, Siyasî Partiler Kanunu'nun
36. maddesiyle ilgili kararında bu konuya ışık tutan görüşler son derece
açıktır. O görüşlerden bazılarını aşağıya alıyoruz:
"Seçime
katılabilmeyi salt örgütlenme gücüne bağlamak uygun değildir. Böyle bir düzenleme,
özellikle yeni kurulan siyasî partilerin seçimlere katılmasını önlemeye yönelik
düzenleme, oldukça ağır sonuçlar doğuracak koşulları taşımaktadır. Yeni kurulan
ve akçalı olanakları sınırlı olan bir partinin gösterilen il ve ilçe düzeyini
aşması çok güç, genelde olanaksızdır. Demokrasinin vazgeçilmez ögesinin bu
ölçüde sınırlanması, siyasî partilerle gerçekleşecek düzenin olabildiğince
engellere bağlı tutulması, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun
bulunmamaktadır.". "Bir siyasî partinin seçimlere katılmasını
güçleştirmek ya da engellemek, seçilme hakkının özüne zarar verir.".
"Ülke genelinde baraj" ve "seçim çevresi barajı" ile
yeterince sınırlama getirilmişken bunlara ek olarak seçime katılma koşullarını
ağırlaştırmak demokrasiye uygun düşmemektedir. Siyasî partilerin amaçlarına
ulaşabilmeleri için gerekli, yeterli olanaklara sahip olmaları zorunludur.
Seçime katılmak temel hakkı ve ödevi olan siyasî partiyi başlangıçta bu
olanaktan yoksun kılmak, seçimler dışında çaba göstermesini istemek olur ki,
bunun hukuksallığı tartışılır.". "Demokratik yaşamın vazgeçilmez
ögesi olan siyasî partilere getirilen "olağandışı" engelleri
özgürlükçü demokrasi gerekleriyle belirlenen hukuk düzenine uygun bulmak
güçtür." "36. madde ile getirilen engeller siyasal katılımı olumsuz
yönde etkileyeceğinden bu durum hukuk devleti ilkesiyle de bağdaşmaz."
Hakikat,
çoğu kez nüanslarda gizlidir. Hukuk, bir açıdan nüansdır, nüanslara dikkat
demektir. Söz konusu 105. Madde'nin, nüansları ile ele alındığında, 1990'da
kurulmuş bir partinin 1995'de kapanmasını haklı kılacak hiçbir gerekçeyi
içermediği apaçık ortaya çıkacaktır.
Siyasî
hayatımızın sağlığı, parti sayısının azlığı ve çokluğuna değil, o partilerin
düşünce, bilim, ahlâk ve idealle yüklü olmasına bağlıdır. Bu sebeple, bir
partinin kapanmasıyla öbür partilerin daha güçlenip yararlı olacağı fikri,
aldatıcı bir fikirdir. Bir evin bazı lâmbalarını söndürmekle öbür lambalarını
daha parlak ışık saçar hale getiremeyiz. Çünkü: her ampulün belli bir gücü
vardır ve ancak o kadar yanar. Evi daha aydınlık hâle getirmek için lâmbaların
daha güçlü hâle getirilmesi gerekir. Tasarruf olsun için kütüphanenin lâmbasını
söndürürseniz, uzun vâdede, bütün odaların hizmetleri bundan olumsuz yönde
etkilenir. Yüce Mahkeme'nin doğruyu ve gerçeği olanca saflığıyla tespit edecek
kararı, inanıyoruz ki, toplumda yaygınlaştırılmak istenen bu tür önyargılara da
verilmiş öz bir yanıt olacaktır.
Yaşamak
hakkı en doğal haktır. Partimiz, inandığı ve güvendiği Yüce Mahkeme'nin âdil
hâkimlerinden, bu doğal hakkının korunmasını istiyor, bekliyor ve umuyor."
denilmiştir.
V-
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI'NIN SÖZLÜ AÇIKLAMASI İLE DAVALI SİYASİ PARTİ
TEMSİLCİSİNİN SÖZLÜ SAVUNMASININ DİNLENİLMESİ:
Anayasa'nın
149. maddesinin değişik son fıkrası uyarınca, 5.11.1996 günü Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı'ndan sonra, davalı siyasî parti temsilcisinin sözlü
savunması dinlenilmiştir.
A-
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, sözlü açıklamasında; hukukî durumda bir
değişiklik olmadığından, davalı partiyle ilgili 3.7.1996 günlü, 92/218 sayılı
İddianamesi ile 9.9.1996 günlü esas hakkındaki görüşlerini aynen
tekrarladıkları belirtilmiştir.
B-
Davalı Siyasî Parti Temsilcilerinin Sözlü Savunması
Diriliş
Partisi vekili, Parti Genel Başkanlığı'nca kendisine vekaletnamenin toplantı
gününde verildiğini beyan ederek daha kapsamlı bir savunma yapabilmeleri için
süre verilmesi isteminde bulunmuş, istem yerinde görülerek savunmanın
26.11.1996 gününde yapılması kararlaştırılmıştır.
Diriliş
Partisi adına 26.11.1996 gününde yapılan sözlü savunmada;
a-
Parti Genel Başkanı aynen :
"Devletin
temel taşı olan değerli hâkimler; Partimizin kapatılması istemiyle açılmış
bulunan dava, aslında, ülkemizin içinde bulunduğu bunalımı ifşa eden, benzerine
rastlanılması güç bir davadır. Çünkü, dünyanın hiçbir yerinde, bir parti,
seçime girmedi diye kapatılmaz. Hele hele seçime girme koşulları, yasayla son
derece ağırlaştırılarak, partilerin seçimlere girmelerinin zorlaştırıldığı
düşünülünce, seçime isteyerek katılmamak, parti olmanın doğasına aykırıdır. Bir
parti seçime katılmak istemiyorsa neden kurulur, 12 Eylül Hareketi psikolojisi
ortamında, siyasî iktikrar için öngörülmüş tedbirlerden biri de, Siyasî
Partiler Kanununun bu 105 inci maddesidir. Ancak, bugün, bu ve benzeri
maddelerin, tedbirlerin amacına ulaşamadığı, hükümetlerin koalisyonlarla
kurulmalarını engelleyemediği, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen
parti sayısının fazlalaştığı görülmektedir, yerine gelmemektedir bu öngörülen
amaç. Öte yandan, bu dönem düzenlemelerin anayasal kurumları da zaman zaman bir
ikilemle karşı karşıya bıraktığı da bir gerçektir.
Evet,
benzersiz bir davadır karşısında bulunduğunuz dava; çünkü; ortada bir suç yok,
illegal bir davranış söz konusu değil. Yasaların her istediği, Partimizce güç
yettiğince yerine getirilmiş ve buna özen gösterilmiştir. İşin özüne inilince,
dava, öbür partiler gibi olmayışımızdan, öbür partilere benzemeyişimizden
kaynaklanıyor. Öbür partiler, birbirlerine fazlaca benziyorlar; onlardan
birinin kapanması, bir yenisinin ya da yenilerinin doğmasına sebep oluyor;
hepsi birbirinden doğmuş oldukları için kitle sorunları yok. Bir parti
kurulduğunda kitlesiyle birlikte doğuyor, örgüt kurma sıkıntısı çekmiyorlar;
fikir sıkıntısı, sorunlara çözüm sıkıntısı çekiyorlar; ülke de, bu sıkıntının
bedelini oldukça pahalıya ödüyor. Biz ise fikir partisiyiz; bir düşünce akımından
doğduk, kitleyle birlikte doğmadık, başka partilerden bir kitle olmadık, geniş
örgüt imkânlarına kavuşamadık; işte bundan yargılanıyoruz.
Görünüşte
Siyasî Partiler Kanununun 105 inci maddesinden; ama, hakikatte 36 ncı
maddesinden yargılanıyoruz; seçime girilecek kadar örgüt kuramamış olmaktan...
Oysa, bu bir suç ve parti kapama sebebi olsaydı, hüküm 105 inci maddede değil,
örgüt kurma şartlarını belirleyen 36 nci maddede yer alırdı. Seçime girme
şartlarını 36 ncı madde belirtiyor, orada, eğer bunu kuramazsa şu kadar zaman
içinde bir parti kapanır derdi; ama, orada böyle bir hüküm yok.
Ülkenin
bugünü ve yarını için diğerlerinden farklı bir düşünce, görünüş, ideal ve
programa sahip olduğumuz için parti kurduk. Yani, Partimiz bizim kimliğimizdir;
düşünce, ruh ve ahlâk kimliğimizdir. Ülkeyi birkaç partiye hasredip,
yurttaşları bu partilerden birine girmeye mecbur ve mahkûm tutmayı, yurttaşlık
kişiliği, insan hakları, ülkenin ilerlemesi, bir yarışma içinde olan ülkeler
arasında geri kalmaması bakımından asla tasvip etmiyor, uygun bulmuyoruz.
Anonim kişilik devri kapanmıştır. Her kişiliğin, kendine uygun gördüğü bir
parti bulması en tabiî hakkıdır.
Partimizi
kurduk; böylece, yurttaşlık görevini yerine getirdik. Yalnız oy vermek gibi
pasif yurttaşlık göreviyle yetinmedik, atif yurttaşlık görevi aşamasına geçtik.
Parti kurmakla kitleye yük olmadık, kimseden para toplamadık; bizzat
katılanların kendi ayırdıkları paralarla kurulmuştur. Hazineye yük olmadık, bir
tek kuruş Hazineden bir yardım almış değiliz. Kimse, Partimizi bir çıkar için
kurduğumuzu ileri süremez. Devlet medyasından ve özel medyalardan bir yakınlık
görmediğimizden, bunu ün için yaptığımız da söylenemez. Kişisel olarak buradan
bir ün veya çıkar sağlamak ihtiyacında da değiliz. Çıkar için, ün için Partimizi
kurmuş olsaydık, hayal kırıklığına uğrar, bu kadar dayanamaz, çoktan kapanmış
olurduk; ama, görüldüğü gibi devam ediyoruz, kapanmayı bir ganimet bilmiyoruz;
müsaade buyurulursa, devam etmek istiyoruz.
Neden
gelişemedik; eğer, sorun buysa bunu açıklayabilirim. Popülizm yapmadık, ondan
gelişemedik; işte bir sebep bu. Kitleyle ilişkide bir derece popülizm bir
zarurettir; ama, yöntem olarak, hatta, tek yöntem olarak popülizmi seçmeyi
kabul etmemiz mümkün değildir; çünkü, bu yönde yapılan yarış, sonunda, siyaset
hizmetinin seviyesini sıfıra yaklaştırır. Halka gitmek, avamlaşmak, irtifa
kaybetmek değildir; siyaset hizmeti, biraz da halkın seviyesini yükseltmek
olmalıdır. Popülizmle elde edilecek yaşama hakkı, bize göre, Partimiz için arzı
edilecek bir hak değildir. Görüş önemlidir; ama, sadece o değil, bizce yöntem
de önemlidir. "Hedefe götüren her yöntem mubahtır" düşüncesinden çok
uzağız. Bize göre, ülke için taşıdığımız görüş yöntemimizi de belirlemektedir;
bu yöntem görüşümüzün ışığında bir yöntemdir, ona bağlı bir yöntemdir.
Duyguları sömürme yoluyla veya her ne surette olursa olsun, kalabalıkları
toplama gibi bir usulü benimsemiyoruz. Yöntemimiz, kitleleri uyuşturmak değil,
uyandırmaktır; kitleleri hipnotize etmek değil, en yüksek eleştiri yetisi içinde
bilinçlendirmektir. Yolumuz uzundur; ama, biz, bundan yılmış değiliz. Devlet,
buna yardımcı olmalıdır; yardımcı olmuyor veya olamıyorsa, umuyoruz ki, yasalar
içindeki bu ağır, sakin, fakat, güvenli ve hedefe vardırıcı yürüyüşümüze engel
olmaz.
Siz,
daha yükseği olmayan bir Mahkemenin üyeleri olan hâkimler; sizin, olayları,
sadece dar hukuk kalıpları içinde değerlendirmeyeceğinizden kuşkum yoktur.
Hukuk, genişliğiyle tüm toplumun ve uygarlığın her alanına bakışını uzatabilir,
yakın siyasî tarihimiz açısından, yeni bir çığır, fikir partisi çığırını
açtığımıza bakarak yasanın geniş yorumla ele alınmasını umuyorum. Yasa
maddesinin geniş yorumu lehimizedir. Yorumundan öte, maddenin tüm sistemde bir
konumu vardır; sistemle uyuşmak zorundadır her madde, sistemle çelişmemek
zorundadır.
Mahkemenizin
yapısı ve statüsü, malumunuz, yorumla birlikte yasa maddesinin konumuna bakmayı
icap ettirmektedir. Yasa maddesinin amacı, seçime teşviktir; yoksa partilere
ömür biçmek değildir. Partilerin ömrü için objektif kıstas şarttır. Bir yılda
iki erken seçim olsa, ona katılamayan partiyi kapatmak gibi bir sonuca da açık
bir yorumla, on yılda kapamak gibi bir yorum birlikte içeren bir madde açık
değildir. Kanunların açık, seçik, anlaşılır olması bir ilkedir. Partiler için
belirsizlik getiren subjektif bir yaptırım, Anayasa'ya göre sistemin
vazgeçilmez unsurları olan partiler için bir tehdit oluşturur. Demokles'in
kılıcı gibi asmak mümkün o zaman.
Yazılı
savunmalarımızda da belirttik; Siyasî Partiler Kanununun bu iki maddesi de,
Anayasanın "eşitlik, adalet, siyasî partilerin vazgeçilmezliği"
ilkelerine ters düşen ve seçme hakkının özüne dokunması bakımından insan
hakları ve hukuk devleti olma özelliğiyle çelişen muhtevasıyla, açık ve seçik
şekilde Anayasaya aykırıdır; 36 ncı madde ve 105 inci madde. 12 Eylül Hareketi
ortamı ve psikolojisi içinde, soyut norm denetimi açısından iptal davası
açılamamışsa, bugün, dava, somut norm denetimi bakımından Yüksek Mahkemenizin
önündedir, def-i olarak. Bu husustaki kararınızı öncelikme bekliyoruz.
Kamu
düzeni açısından pozitif hukuk normlarından bahsedilebilir; yani, kamu düzeni
öyle gerektiriyor denebilir; ancak, bir düzenin, uzun vadede, sadece pozitif
hukukla yaşayabileceği söylenemez. Kamu düzeni ve özgürlükler, pozitif hukuk ve
tabiî hukuk, altın oranında birliştirilebilirse, bir toplumda gerçek ve mutlu
bir düzen kurulmuş olur; altyapısı, özgürlükler olmalıdır, tabiî ki kamu düzeni
de bununla birlikte düşünülmelidir; ikisinden birinin düşünülmediği bir
toplumda mutlaka aksamalar olur. Nitekim, bunu yaşadık; özgürlükler adına
anarşi, terör doğuyor, diğer taraftan da bunları kısalım derken, bu sefer de
insan haklarının özüne dokunulma durumu doğuyor.
Kamu
düzenini bozacak hiçbir davranışımız, kamuya zarar veren bir durumumuz söz
konusu değildir ve olamaz. Çünkü, biz, toplumu, öz nefsimizden önde görüyoruz.
Belli bir sınıfa, kesime dayansaydık daha fazla gelişebilirdik. Örneğin, işçiye
esnafa ve benzerlerine; yani, herhangi birine ağırlık verseydik, seçime
girebilecek kadar teşkilat kurabilirdik; ama, biz ayrım yapmak istemedik.
Milleti bir bütün olarak düşündük ve önceliği aydına verdik. Aydınlar da
kitlesel olarak katılım yapmıyorlar bir partiye haklı olarak; tek tek kişiler
olarak katılıyorlar; bu yüzden yol uzamakta.
Yöntemimize
bir örnek vereyim: Kısıtlı imkânlarımızla yaptığımız meydan konuşmalarında,
biz, millet nedir, devlet nedir, ülkenin geleceği gibi konuları ele aldık;
medeniyet, millet ve devlet ilişkileri üzerinde durduk. Bursa'da, Sakarya'da,
Eskişehir'de, İstanbul'da meydanlarda, ayrıca konferans ve sohbet salonlarında
tüm sorunlarımızı inceledik, sorulara cevaplar verdik. Eğer, maddî imkânımız
elverseydi, bu konuşmaları tüm il ve ilçe meydanlarında yapar, kitleye uzun
vadeli fikir konularını, görüşlerimizi ulaştırırdık; ama, ülkede bu son
yıllarda esen popülizm rüzgarı, bizim bu çalışmalarımızı perdeledi, gözlerden
ırak tuttu.
Bu
arada nice partiler kuruldu ve battı; ama, Partimiz yaşadı. Partimizi yaşatmak
istiyoruz. Şimdi, denizde sessiz ve sedasız giden geminin bir mayına çarpmasını
andıran bu durumdan ancak siz koruyabilirsiniz Partimizi. Evet, tabirim mazur
görünüz; bu 36 ncı ve 105 inci maddeler, siyasî hukuk denizimizde, herhangi bir
parti gemisinin gelip çarpacağı, salıverilmiş mayınları gibi duruyorlar.
Parti,
sadece bir örgüt değil, bir ruhtur. Partileri ayakta tutan para ve örgüt değil,
ruhtur, fedakârlık ruhu, ülke için bir şeyler yapma idealidir. Bu ruhtan eser
kalmayan bir parti, geniş teşkilatına ve maddî imkânına rağmen çöker. Yakın
siyasî tarihimizde bu örnekler, bu yozlaşma örnekleri sıkça görülmüştür. Ülke
çapında faaliyet için, bugünkü teknolojiyle ülkenin tüm il ve ilçelerinde örgüt
kurmaya gerek yoktur; güçlü bir merkez her yere sesini duyurabilir. Biz
kurulmasın demiyoruz, tabiî ki çok kurulması bizim tercih ettiğimiz bir şeydir;
ama, kurulmadan da ülke çapında faaliyet mümkündür; tanım maddesinde belirtilen
ülke çapında faaliyet gösterme şartını biz böyle anlıyoruz. Yani, ülke çapında
faaliyet için, her il ve ilçede mutlaka teşkilat kurmak gerekmez; ülke çapında
faaliyet yapmak lazımdır. Bizim de Elazığ'da da şubemiz vardır. Antalya'da da
vardır; böyle bölgesel bir şey değildir. Türkiye'nin her tarafına dağılmış;
ama, henüz 36 ncı maddedeki şartı yerine getiremediğimiz için seçime girememiş
bulunuyoruz. Partiyi örgütle özdeşleştirmek doğru değildir; parti, özelliğiyle
partidir.
Ülkemiz
gelişmektedir. Anayasa değişiklikleri için uyum yasaları çıksa, Partimiz örgüt
kurma açısından da gelişme imkânına kavuşacaktır; çünkü, aydınların daha çok
katılma imkânı gelecektir, öğretim üyeleri, üniversite öğrencileri; yani,
aydınlara daha açık bir duruma gireceğiz. Ancak, uyum yasaları çıkmadığı için,
biz aydından gittiğimiz için o koşulları yerine getirememiş bulunduk. Seçime
katılmak mümkün olsa, sanılandan fazla oy alabileceğiz, çünkü, toplumda fikir
altyapımız vardır. Nitekim, 1994'te ara seçime bütün partilerin katılması hakkı
tanındığında, birçok eski ve yaygın örgütü olan partinin seçime katılmamasına
karşın, Partimiz duraksamaksızın katılma kararı vermiş, işlemleri tamamlamıştı.
Adaylarımız Resmî Gazete'de yayımlandı; ama, ne yazık ki, o seçim yapılamadı.
Partimiz, bundan böyle seçimlere katılma hakkını elde ederse, dikkat çekecek oy
potansiyeli olduğuna inancım vardır; çünkü, daha önceki bir fikir akımıdır ve o
akım toplumda altyapısını yapmıştır.
Bu
somut olay; yani, o 1994'teki seçime katılma olayı, bizim seçime girme niyet ve
azmimizi de ispat eder. 1991 ve 1995 seçimlerine katılmamışsak, bunda
ihtiyarımız yoktur; yasa gereği ve Yüksek Seçim Kurulu kararıyla katılamadık.
Kastımız yoktur, kasıtsız suç olmaz, suçsuz ceza olmaz; hele kapatma gibi en
ağır ceza...
Partimiz
bir dernek değildir. Dernekler Kanununda, bir dernek acze düşerse dağılmış
sayılır, o bakımdan kapanması olur. Parti de, eğer, böyle bir duruma gelirse,
Dernekler Kanunu belki uygulanabilir diye bunları söylüyorum. Partimiz, bir
dernek değildir, acze düşmemiştir; tüm yasal görevlerini yerine getirmektedir,
Yüksek Mahkemenizin onayını almıştır bütün malî işlemlerinde. Siyasî partidir,
doğası gereği dernek değildir, amacıyla, programıyla bugüne kadarki
yaşantısıyla ve geleceğe dönük niyet ve umutlarıyla bir siyasî partidir. Bir
dernek ne kadar örgüt kurarsa kursun, siyasî parti olamayacağı gibi, tüm ülkede
henüz teşkilat kurmamış bir partiye de dernek gözüyle bakılamaz. Siyasî
hayatımızın sağlığı için, öncelikle, robotlar gibi birbirine benzeyen partiler
görüntüsünden kurtulmamız lazımdır. Yeni partiler gereklidir, yeni partilere
alışmalıyız; yeni partiler de uzun vade de gelişeceklerdir, hazır kitle bulamadıkları
için.
Niçin
kapatılacak partimiz; ibret için mi'.. Hani, toplumda, geçmişte, tarihte öyle
örnekler vardır; şunu kapatırız ve bundan sonrakilere ibret olsun. Niçin
kapatılacak; ibret için mi'.. Nice ünlü ve büyük partinin akıbetinden ibret almayan
partiler bizim Partimizin kapanışından ibret mi alacaklardır'... Niçin
kapatılacak partimiz; yeniden kurmamız için hiçbir yasal engel olmadığına
göre... Daha önceki mevzuatımızda böyle bir hüküm yok, 105 inci madde gibi bir
hüküm; geçmişimizde ben bilmiyorum. batı ülkelerinde böyle bir yaptırım yok,
aradık bulamadık. İki dönemi doldurmuş değiliz -iki dönem deniyor- bir dönemin
sonuna doğru kurulduk. Biz, dönemi 1987-1991, 1991-1995 olarak anlıyoruz. Bizim
Partimiz 1990'da kuruldu. O dönemi hesaba katmamak gerekir, dönemin tam olması
gerekir. Birinci dönem eksik kalmıştır; bunu, yazılı metinlerde uzun uzun
açıkladık. Erken seçim için, dönemi, Türkiye Büyük Millet Meclisi kısaltabilir;
ama, bunun, Parti ömrü için bir zaman ölçüsü olarak tayin edilen aralıksız iki
dönem ifadesine uygulanması olanaksızdır. Sadece ve sadece seçim için
Anayasa'nın "dönem beş yıldır" ifadesini, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Anayasa'nın o maddesini değiştirmediği sürece, ancak seçim için, erken
seçim için kısaltabilir; ama, bir başka yerde bir partinin ömründe kullanılan
bu maddeyi de otomatikman erken seçimle bağlantı kurarak kısaltmak mümkün
değildir. Madde hükmünü dar anlamla yorumlamayalım; madde, iki genel seçim
dememiş, iki dönem demiştir; iki dönem içinde ifadesini dahi kullanmamıştır.
İki dönem içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerine katılmayan
dememiştir, iki dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerine katılmayan
demektedir. Seçimlere her ne surette olursa olsun katılmayan dememiştir, erken
seçim dahil dememiştir, ifadelerine madde metninde yer verilmemiştir,
terimlerin kullanılış amacına dikkat edilmesi bir yorum ilkesidir. Maddenin
gerekçesinde de on yıldan bahsedilmiştir; yani, on yıl içinde diyor. Bütün bu
yorum ve esaslar, konumlar sebebiyle, Partimizi kapatmak için yasal bir
dayanağın bulunmadığı ortaya çıkmaktadır.
Gelecekte,
ülkemize büyük yararları görülecek olan Partimiz, Diriliş Partisinin, yasaların
çağa ayak uydurmadaki gecikmelerinden doğan handikaplardan biri olan bu
handikabın da isabetli kararıyla tarihi yerini alacak olan siz değerli hâkimler
için ilerideki kuşakların "onlar, Türkiye'de hâkimler olduğunu ispat
ettiler" demelerini umarım. Saygılarımı sunuyorum." demiş ve yaptığı
konuşmayı içeren bir dilekçeyi de Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na sunmuştur.
b-
Diriliş Partisi Vekili de sözlü savunmasının ilgili bölümünde aynen :
"...
Diriliş
Partisinin kapatılması yönünde Cumhuriyet Başsavcılığınca Yüksek Mahkemenize
açılan davada, iddianamede, bu Partinin iki dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi
seçimlerine katılmadığı gerekçesiyle, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun
105 inci maddesinde gösterilen nedenden mütevellit kapatılması istenmektedir.
Siyasî Partiler Kanunu'nun 105 inci maddesi "kuruldukları tarihten
itibaren aralıksız iki dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimlerine
katılmayan siyasî parti" şeklinde bir ifade kullanmaktadır. Burada Sayın
Başsavcılığın dayandığı husus, burada geçen "aralıksız iki dönem"
kelimesiyle "iki genel seçim" terimlerinin eşanlamlı olarak
yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Kanaatimizce, bu iki cümle eşanlamlı değil,
farklı anlamlıdır; zira, iki genel seçim yapılması Anayasamızda belirtildiği
üzere Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçimleri yenileme kararı veya
Cumhurbaşkanına tanınan bir yetkinin kullanılmasından mütevellit erken genel
seçim veya Anayasanın terimiyle seçimlerin yenilenmesi işlemidir. Oysaki,
Siyasî Partiler Kanunu'nun 105 inci maddesinde kullanılan kelimede
"kuruldukları tarihten itibaren aralıksız iki dönem" denilmektedir.
Bu hususa şu açıdan dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer, 105 inci
maddedeki iki dönemden maksat, iki genel seçim olarak düşünülürse, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, Anayasa'nın kendisine verdiği hakkı kullanarak bir seçim
dönemini öne alması veya Anayasa'nın terimiyle yenilemesi halinde, yasama
organından bağımsız olarak kurulmuş bir siyasî partinin ömrünü uzatıp kısaltma
yetkisinin yasama yetkisine yasada belirtilmeyen halde tevdi edilmiş olurken,
bunun hukuki himaye görmeyeceği kanaatini taşıyorum.
Siyasî
Partiler Kanununun, Danışma Meclisi döneminde, Anayasa Komisyonundan gelen ilk
taslakta 105 inci maddede gösterilen hususlara ilişkin bir metin yoktur. Daha
sonra bu Siyasî Partiler Kanununa eklenmiştir ve çok kısa bir gerekçeyle
getirilmiştir. Gerekçede denmektedir ki "kurulduğu tarihten itibaren
teşkilatını tamamlayıp, iki dönem; yani 10 yıl süreyle genel seçimlere
katılmayan bir partinin siyasî hayatta kalıp faaliyet göstermesi, partilerden
bekleneni veremeyeceği ve tanım maddesine uygun düşmeyeceği düşünülerek, bu
durumda olan partilere önce tebligat yapılıp kapanma kararı alması, bu yola
gitmezse kapatılması için dava açılmasını temin maksadıyla 105 inci madde
düzenlenmiştir.
Kanaatimizce,
burada Başsavcılığın iddianamesinde bizim anlayamadığımız husus şudur ki;
gerekçede de belirtildiği üzere, bir kanun maddesi uygulanırken, mutlaka bunun
yorumuna gidilmesi gerekir. Yorum yöntemleri hususunda Yüce Mahkemenizin önünde
herhangi bir beyanda bulunmak istemiyorum; bunlar, benden ziyade sizlerin
yüksek malumlarıdır. Ancak, metindeki bir şüphe halinde, biz gerekçeye ve
Meclis görüşlerine gittiğimiz zaman,Meclis Başkanvekiliyle Anayasa Komisyonu
Başkanı arasında görüşme esnasında geçen konuşmalarda da bu sürenin iki dönem
ve çok net şekilde 10 yıl olduğu tebarüz ettirilmektedir.
Bu
bağlamda, bizim, 105 inci maddedeki iki dönem hususunu iki genel seçimle eş
anlamda anlamadığımızı ve bunun lehe yorumlanarak iddianamede gösterildiği
şekilde bu partinin kapatılmasının gerekmediği kanaatini taşıyoruz"
demiştir.
VI-
İNCELEME
A-
Ön Sorunlar
1-
Siyasî Partiler Yasası'nın 36. Maddesinin Anayasa'ya Aykırılığı Sorunu
Diriliş
Partisi'nin savunmalarında özetle:
2820
sayılı Yasa'nın 105. maddesinin, aynı Yasa'nın siyasî partilerin seçimlere
katılabilmesi koşullarını belirleyen 36. maddesinin yaptırımını gösteren bir
madde niteliğinde olduğu, bu maddede bir siyasî partinin seçime girebilmesi
için öngörülen, teşkilat sayısı ile ilgili kuralın Anayasa Mahkemesi'nin
22.5.1987 günlü, E. 1986/17, K. 1987/11 sayılı kararıyla iptal edildiği, iptal
kararındaki gerekçelerin Yasa'nın 105. maddesi için de geçerli olduğu, bu
nedenle öncelikle bu maddenin Anayasa'ya aykırılık savının incelenerek karara
bağlanması gerektiği ileri sürülmüş, savunmaların kimi bölümlerinde de
31.3.1987 gün ve 3420 sayılı Yasa'nın 4. maddesiyle değiştirilen 36. maddenin
de Anayasa'ya aykırılığı savında bulunulmuştur.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nca kapatma davası Siyasî Partiler Yasası'nın 105.
maddesine dayanılarak açılmıştır.
Siyasî
Partiler Yasası'nın 105. maddesi ile 36. maddesi ayrı konuları düzenlemektedir.
36. maddede, siyasî partilerin seçimlere katılabilme koşulları, 105. maddede
ise, kuruldukları tarihten itibaren aralıksız iki dönem Türkiye Büyük Millet
Meclisi seçimlerine katılmayan siyasî partiler hakkında kapatma davası
açılmasının koşulları belirlenmektedir. Bir siyasî parti, Yasa'nın 36.
maddesindeki koşulları yerine getirdiği halde, 105. madde koşullarını yerine
getirmediği için hakkında kapatma davası açılmış olabilir. Ayrıca Yasa'nın ne
36. maddesinde, ne de 105. maddesinde bu iki maddenin birbirleriyle bağlantılı
olduklarını belirleyen herhangi bir kural da bulunmamaktadır.
Anayasa'nın
152. maddesinin birinci fıkrası ile, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında 2949 sayılı Kanun'un 28. maddesinin birinci fıkrasının 2.
bendine göre; bir davaya bakmakta olan mahkemenin, uygulanacak bir kanun veya
kanun hükmünde kararnamenin hükümlerine ilişkin olarak taraflardan birinin
ileri sürdüğü aykırılık savının ciddî olduğu kanısına vararak Anayasa
Mahkemesi'ne başvurabilmesi, o kuralın bakılan davada uygulanabilmesi koşuluna
bağlıdır. Dolayısiyle siyasî parti kapatma davasına bakan Anayasa Mahkemesi'nin
de, Anayasa'ya aykırılık savını inceleyebilmesi için, öncelikle itiraz konusu
kuralın bakılmakta olan davada uygulanabilir nitelikte olması gerekir.
Bir
davada uygulanacak yasa kuralı, bakılmakta olan davayı yürütmeye, uyuşmazlığı
çözmeye, davayı sona erdirmeye veya kararın dayanağını oluşturmaya yarayacak
kuraldır.
Olayda
uygulanacak kural, Siyasî Partiler Yasası'nın siyasî partilerin seçimlere
katılabilmesi için gerekli teşkilat sayısıyla ilgili 36. maddesi değil,
seçimlere katılmama nedeniyle dava açılmasını düzenleyen 105. maddedir. Bu
nedenle 36. maddenin Anayasa'ya aykırılık savının incelenmesine olanak
bulunmamaktadır.
2-
Siyasî Partiler Yasası'nın 105. maddesinin Anayasa'ya Aykırılığı Sorunu
Davalı
Parti savunmalarında, Siyasî Partiler Yasası'nın 105. maddesinin de Anayasa'ya
aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
2820
sayılı Siyasî Partiler Yasası 22.4.1983 gününde kabul edilmiş olup, 105.
maddesinde de herhangi bir değişiklik yapılmamıştır.
Anayasa'nın
Geçici 15. maddesinde, 12-Eylül-1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu
toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Başkanlık Divanı oluşturuluncaya
(6-Aralık-1983) kadar geçen süre içerisinde çıkarılmış olan yasaların
Anayasa'ya aykırılığının ileri sürülemiyeceği kurala bağlanmıştır. Belirtilen
dönemde çıkarılmış bulunan, Siyasî Partiler Yasası'nın bu tarihten sonra
değişikliğe uğramayan kuralları için Anayasa'ya aykırılık savında bulunulamaz.
Bu
nedenle, Anayasa'nın Geçici 15. maddesinin kapsamında olan Siyasî Partiler
Yasası'nın 105. maddesinin Anayasa'ya aykırılığı savında bulunulamaz. İstemin
reddi gerekir.
B-
ESAS YÖNÜNDEN
1-
Genel Açıklama
Genel
ve eşit oy hakkı, çoğulcu, katılımcı kurallar ve kurumlar düzeni olan çağdaş
demokrasilerde yurttaşların devlet yönetimine katılmalarının temel koşuludur.
Demokrasilerde, bireysel iradeleri birleştirip yönlendirerek onlara ağırlık
kazandıran özgün kuruluşlara gereksinim duyulmuştur. Bu kuruluşlar, dağınık
siyasal tercihleri birleştirerek devlet hizmetlerini daha yararlı kılmak, hak
ve özgürlükleri güvenceye bağlayarak toplumsal barışı güçlendirmek, anayasal
ilkeler doğrultusunda kamuoyu oluşturarak ulusal yaşama daha çok aydınlık
getirmek yönünden vazgeçilmez öneme sahip olan siyasal partilerdir.
Anayasa'nın
68. maddesinin ikinci fıkrasında "Siyasî partiler demokratik siyasî
hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır" denildikten sonra üçüncü fıkrasında da
"Siyasî partiler önceden izin almadan kurulurlar ve Anayasa ve kanun
hükümleri içerisinde faaliyetlerini sürdürürler" denilmektedir.
Siyasî
partilere ilişkin Anayasa kuralları gözden geçirilirse, Anayasakoyucunun bu konuya
özel bir önem ve değer vermiş olduğu görülür.
Partilerin
kuruluş ve çalışmalarının özgürlük içinde olması temel ilkedir. Partiler, belli
siyasal düşünceler çerçevesinde birleşen yurttaşların özgürce kurdukları ve
özgürce katılıp ayrıldıkları kuruluşlardır. Kamuoyunun oluşumunda önemli
etkinliği olan partiler, yurttaşların istem ve özlemlerinin gerçekleşmesine
çalışan ve siyasal katılımları somutlaştıran hukuksal kurumlardır.
Demokrasinin
simgesi sayılan, olmazsa olmaz koşulu olarak nitelenen özgürlük ve
hukuksallığın ulusal araçları durumunda bulunan partilerin, devlet
yönetimindeki etkinlikleri ve ulusal istencin gerçekleşmesindeki rolleri
nedeniyle, Anayasakoyucu, onları öteki tüzelkişilerden farklı tutup,
kurulmalarından başlayarak, çalışmalarında uyacakları esasları ve
kapatılmalarında izlenecek yöntem ve kuralları özel olarak belirlemekle
kalmamış, Anayasa'nın 69. maddesinin son fıkrasında, çalışma, denetleme ve
kapatılmalarının Anayasa'da belirlenen ilkeler çerçevesinde çıkarılacak bir
yasayla düzenlenmesini uygun bulmuştur.
Anayasa'nın
anılan buyurucu kuralı uyarınca 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası çıkarılmış,
siyasî partilerin kuruluşlarından başlayarak çalışmaları, denetimleri,
kapatılmaları konularında, belirli bir sistem içerisinde, çok ayrıntılı
kurallar getirilmiştir. Getirilen sistemde, siyasî partilerin Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nca izleneceği ve durumlarında yasalara aykırılık
bulunması halinde kapatılmaları için dava açılacağı öngörülmüştür.
Siyasî
partilerin, demokratik yaşamın vazgeçilmez öğeleri olmaları, devlet örgütü ve
kamu hizmetleriyle yoğun ilişki içinde bulunmaları, onların her istediklerini
yapabilecekleri anlamına gelmez. Siyasî partilerin baskı ve engellerden uzak
kalmalarını sağlamaya yönelik kurulma ve çalışma özgürlüğü, Anayasa ve bu alanı
düzenleyen yasalarla sınırlıdır. Bu belirleme aynı zamanda Anayasa'nın 2.
maddesinde kurala bağlanan demokratik hukuk devleti olmanın da bir gereğidir.
Hukuk
Devleti, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan, toplum yaşamında
adalete ve eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kurarak bu düzeni sürdürmekle
kendisini yükümlü sayan, tüm davranışlarında hukuk kurallarına ve Anayasa'ya
uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine açık olan devlet demektir.
Anayasada,
kişilerin hak ve ödevleri ile siyasî partilerin bağlı olacakları esaslar ayrı
kurallarla düzenlenmiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nca; 26.3.1990 tarihinde tüzelkişilik kazanan davalı
Siyasi Parti'nin, aralıksız iki dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimlerine
katılmaması ve kapanma kararı alınması hususunda yaptıkları yazılı tebliğe
karşın buna uymaması nedeniyle, 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın 105.
maddesi gereğince kapatılmasına karar verilmesi istenilmiştir.
Anayasa'nın
69. maddesinde, siyasî partilerin kuruluş ve çalışmaları, denetleme ve
kapatılmaları ile siyasî partilerin ve adayların seçim harcamaları usul ve
esaslarının Anayasa'da öngörülen ilkeler doğrultusunda yasayla düzenleneceği
kurala bağlanmış, buna uyularak da 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası
çıkarılmıştır. Yasa'nın "seçimlere katılmama nedeniyle dava açılması"
başlıklı 105. maddesi şöyledir:
"Madde
105- Kuruldukları tarihten itibaren aralıksız iki dönem Türkiye Büyük Millet
Meclisi genel seçimlerine katılmayan siyasî partiye, ikinci genel seçimin
yapıldığı tarihten itibaren bir ay içinde Cumhuriyet Başsavcılığınca kapanma
kararı alması için yazılı tebligatta bulunulur. Bu yazının tebliğinden itibaren
üç ay içinde kapanma kararı alınmadığı takdirde, Cumhuriyet Başsavcılığınca
açılacak dava üzerine Anayasa Mahkemesinin kararıyla o siyasî parti
kapatılır."
Böylece,
kuruldukları tarihten itibaren aralıksız iki dönem TBMM seçimlerine katılmayan
siyasî partilerle uygulanacak yaptırım 105. maddede belirlenmiştir.
2-
DEĞERLENDİRME
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, özetle, 26.3.1990'da tüzelkişilik kazanan Diriliş
Partisi'nin 20.10.1991'de yapılan 19. dönem ve 24.12.1995'de yapılan 20. dönem
milletvekili genel seçimlerine katılmadığını, kapanma kararı almaları
konusundaki yazılı bildirimlerinin gereklerini de yerine getirmediğini ileri
sürerek, 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın 105. maddesi uyarınca kapatılma
kararı verilmesini istemiştir. Davalı Siyasî Parti temsilcileri ise özetle,
Anayasa'nın 77. maddesinde seçim döneminin 5 yıl olarak belirlendiğini, Siyasî
Partiler Yasası'nda sözü edilen "aralıksız iki dönem"i, "iki
genel seçim" olarak anlamamak gerektiğini, 105. maddenin gerekçesinde de,
"kuruldukları tarihten itibaren teşkilatını tamamlayıp iki dönem, yani on
yıl süreyle genel seçimlere katılmayan bir partinin ..." denildiğini,
kendilerinin 26.3.1990'da kurulduklarına göre henüz on yıllık sürenin
geçmediğini ve kapatılmalarının gerekmediğini savunmuşlardır.
Bu
durumda, öncelikle Siyasî Partiler Yasası'nın 105. maddesinde sözü edilen iki
dönemden ne anlaşıldığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Anayasa'nın
"Türkiye Büyük Millet Meclisinin Seçim Dönemi" başlıklı 77.
maddesinin birinci fıkrasında "Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçimleri
beş yılda bir yapılır" denilmiş, sonraki fıkralarında da;
"Meclis,
bu süre dolmadan seçimin yenilenmesine karar verebileceği gibi, Anayasa'da
elirtilen şartlar altında Cumhurbaşkanınca verilecek karara göre de seçimler
yenilenir. Süresi biten milletvekili yeniden seçilebilir.
Yenilenmesine
karar verilen Meclisin yetkileri, yeni meclisin seçilmesine kadar sürer"
kurallarına yer verilmiştir.
Davalı
Parti, Anayasa'nın 77. maddesinin birinci fıkrasındaki seçimlerin beş yılda bir
yapılacağına ilişkin kurala dayanmakta, ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin
iradesiyle veya Anayasa'da belirtilen diğer koşullar gerçekleştiğinde
Cumhurbaşkanı'nca verilecek karara göre, seçimlerin yenilenmesi durumunda,
süreninkısaltılabileceğini gözardı etmektedir. Seçimlerin beş yılda bir
yapılması, seçimlerin yenilenmesi ya da Anayasa'nın belirlediği koşullarla 78.
maddeye göre geri bırakılabilmesi birer Anayasa kuralıdır. Seçimlerin
yenilenmesine veya ertelenmesine karar verilmesi halinde seçim dönemi artık beş
yıl değil, iki genel seçimin yapılması arasında geçen süre kadardır.
Gerekçesinde,
"kuruldukları tarihten itibaren teşkilatını tamamlayıp iki dönem, yani on
yıl süreyle genel seçimlere katılmayan bir partiden söz edilmekte ..." ise
de, Siyasî Partiler Yasası'nın "Seçimlere katılmama nedeniyle dava
açılması" başlıklı 105. maddesinde, "Kuruldukları tarihten itibaren
aralıksız iki dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Seçimlerine katılmayan
siyasî partiye, ikinci genel seçimin yapıldığı tarihten itibaren bir ay içinde
Cumhuriyet Başsavcılığınca kapanma kararı alması için yazılı tebligatta
bulunulur. Bu yazının tebliğinden itibaren üç ay içinde kapanma kararı
alınmadığı takdirde, Cumhuriyet Başsavcılığınca açılacak dava üzerine Anayasa
Mahkemesinin kararıyla o siyasî parti kapatılır" kuralına yer verilmiştir.
Bu
kuralda on yıllık bir süre öngörülmemiş, yalnızca kuruldukları tarihten
başlayarak aralıksız iki dönem TBMM genel seçimlerine katılmama esas
alınmıştır. Yasa'nın iki dönem belirlemesini, on yıl olarak anlamak olanaklı
değildir.
Davalı
Diriliş Partisi, 26.3.1990 gününde kurulmuştur. Bu tarihten sonra 20.10.1991'de
19. dönem, 24.12.1995'de de 20. dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi genel
seçimleri yapılmıştır. Yasama Organı, Anayasa'nın 77. maddesinin ikinci
fıkrasına göre seçimlerin yenilenmesine karar vermiştir. İkinci genel seçimin
yapılmasından sonra, Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, davalı Parti'ye yasal süresi
içerisinde kapanma kararı alması için yazılı uyarı yapılmış, bu uyarının
gereğinin yerine getirilmemesi nedeniyle de kapatma davası açılmıştır.
Siyasî
partiler, Anayasa ve yasalara uygun olarak, seçimler yoluyla, tüzük ve
proğramlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve propagandaları
ile millî iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir Devlet ve toplum düzeni
içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke
çapında faaliyet göstermek üzere örgütlenen tüzelkişiliğe sahip kuruluşlardır.
Demokrasinin vazgeçilmez ögesi olan siyasî partilerin öncelikli amacının,
Yasa'nın öngördüğü sayıda il ve ilçede örgütlenerek bir an önce seçimlere
katılmak ve halkın yararına olan görüş, öneri ve eleştirilerle ülke
sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak olması gerekir. Oysa, davalı Parti
Yasa'nın öngördüğü koşulları yerine getirmemiş ve iki dönem üst üste milletvekili
genel seçimlerine katılmamıştır.
Belirtilen
nedenlerle, kurulduğu tarihten başlayarak aralıksız iki dönem TBMM genel
seçimlerine katılmayan ve Cumhuriyet Başsavcılığı'nın uyarılarını yerine
getirmeyen Diriliş Partisi'nin Siyasî Partiler Yasası'nın 105. maddesi uyarınca
kapatılması gerekir.
Samia
AKBULUT, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Ali HÜNER ve Lütfi F. TUNCEL bu sonuca
katılmamışlardır.
VII-
SONUÇ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 3.7.1996 günlü, SP.28.Hz.1996/218 sayılı
İddianamesinde, Diriliş Partisi'nin 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın 105.
maddesi gereğince kapatılması istenilmekle, gereği görüşülüp düşünüldü :
1-
Kurulduğu 26.3.1990 tarihinden itibaren aralıksız iki dönem Türkiye Büyük
Millet Meclisi genel seçimlerine katılmayan ve Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın tebligatına karşın yasal süresi içerisinde kapanma kararı
almayan Diriliş Partisi'nin, 2820 sayılı Yasa'nın 105. maddesi gereğince
KAPATILMASINA, Samia AKBULUT, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Ali HÜNER ile Lütfi F.
TUNCEL'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2-
Parti'nin tüm mallarının 2820 sayılı Yasa'nın 107. Maddesi gereğince Hazine'ye
geçmesine, OYBİRLİĞİYLE,
3-
Gereğinin yerine getirilmesi için karar örneğinin, 2820 sayılı Yasa'nın 107.
maddesine göre Başbakanlığa ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na
gönderilmesine, OYBİRLİĞİYLE,
18.2.1997
gününde karar verildi.
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Samia AKBULUT
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
Üye
Yalçın ACARGÜN
|
Üye
Mustafa BUMİN
|
Üye
Sacit ADALI
|
Üye
Ali HÜNER
|
Üye
Lütfi F.
TUNCEL
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
|
|
|
|