ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas
Sayısı:1996/1 (Siyasî Parti Kapatma)
Karar
Sayısı:1997/1
Karar
Günü:14.2.1997
Resmi
Gazete tarih/sayı:26.6.1998/23384
DAVACI
: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
DAVALI
: Emek Partisi
DAVANIN
KONUSU : Emek Partisi'nin programının Anayasa'nın Başlangıç'ı ile 2., 3., 14.,
69. maddelerine ve Siyasi Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendi ile 81.
maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırılığı savıyla aynı Yasa'nın 101.
maddesinin (a) bendi uyarınca kapatılmasına karar verilmesi istemidir.
I-
DAVA
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 22.5.1996 günlü, SP.83. Hz.1996/137 sayılı
İddianamesinde şöyle denilmektedir:
"I-
Giriş
Çalışmalarıyla
ulusal iradeyi oluşturarak genel ve yerel seçimler yoluyla siyasal kararları
etkilemeyi hedef a1an kuruluş1ar olan siyasa1 partileri Anayasanın 68.
maddesinin ikinci fıkrası hükmü, demokratik siyasa1 hayatın vazgeçi1mez ögeleri
saymak suretiyle demokrasinin belirleyici temel özelliklerinden birisi olarak
kabul etmiştir.
Kişilerin
genel oy hakkı çerçevesinde tek tek sahip oldukları siyasal terci1ı1eri.
programları yönünde toplayıp bir1eştirerek siyasa1 iktidara u1aşmayı amaçlayan
siyasal partilerin, ulusal iradenin oluşmasındaki rol ve görevleriyle olağan
derneklerden farklı bir durumda bu1unduğunu gözeten Anayasa, bu neden1e onları
öncelikle kendi yapısı içinde düzenleme gereğini duymuş ve 68. ve 69.
maddelerinde, kuruluşları, tüzük ve programlarında ve çalışmalarında uymakla
yükümlü oldukları hususları ve kapatılmaları hakkında genel nitelikteki
kuralları getirmiştir. Ancak, önceden izin alınmadan kurulabileceği ve onlar
olmadan gerçek bir demokratik hayatın var olamayacağı kabul edilen siyasal
partilerin, çalışmalarında hiçbir sınırlamaya bağlı olamayacaklarını söylemek
olanaksızdır. Çünkü, toplum hayatında çok önemli işlevlere sahip bulunan
siyasal partilerin demokratik düzeni ve Cumhuriyetin niteliklerini hedef alan
bir güç merkezi durumuna gelmesi toplumu tehdit etmeye başlar ve kamu düzeni
bozulur. Toplumun hukuksal açıdan örgütlenmiş biçimi olan devletin bizzat kendi
varlığına yönelen bu gibi tehlikelere karşı hukuk devleti ilkesi çerçevesi
içinde gereken önlemleri alması onun demokratik hukuk dev1eti olma niteliğinin
gereğidir. Anayasa, siyasal partileri demokratik, siyasal hayatın vazgeçilmez
ögeleri ve demokrasinin simgesi saymış olmakla birlikte, çalışmalarında
sınırsız bir özgürlük tanımamış, onların ülke zararına çalışmaların odağı
olabilmesi olasılığını öngörerek bu gibi hallerde kapatılabileceklerini kabul
etmiştir. Getirilen yasaklamalara uyulmaması durumunda, Türkiye Cumhuriyetinin
kendisiyle özdeşlemiş olan niteliklerin ve devletin dayanağını oluşturan temel
ilke ve esasların sarsılacağı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tehlikeye
düşeceğinde hiç kuşku yoktur.
Yukarıda
belirlenen nitelikler ve işlevlerin sonucu olarak Anayasa 69. maddesiyle,
kurulan partilerin tüzük ve programlarının ve kurucularının hukuki durumlarının
Anayasa ve yasa hükümlerine uygunluğunun kuruluşlarını takiben ve öncelikle
denetleme ve gerektiğinde kapatma davası açma görevini Cumhuriyet
Başsavcılığımıza vermiştir.
Siyasal
partilerin kuruluşlarından itibaren çalışmaları, denetimleri konularında olduğu
kadar kapatılmalarına ilişkin ilke ve esaslar belli bir düzen içerisinde ayrıntılı
olarak Siyasî Partiler Yasası (Daha sonra "SPY" olarak
anılacaktır)'nda yer almış, siyasal partiler hakkında Anayasa Mahkemesinde
kapatma davası açılması benimsenmiştir.
Gerekli
bildiri ve belgeleri 25.3.1996 tarihinde İçişleri Bakanlığına verilmesiyle
SPY.nın 8. maddesine göre tüzel kişi1ik kazanan davalı siyasi partinin
programının incelenmesinde kapatmayı gerektiren yasaklamalara aykırılıkların
var olduğu kanısına varılmıştır.
II-
Açıklamalar
SPY.nın
78. ve 81. maddelerini de içeren, dördüncü kısmındaki yasaklara aykırılık
halinde partinin kapatılmasını düzenleyen 10l . maddesinin (a) bendi, parti
programının yasanın dördüncü kısmında yer alan hükümlere aykırı olması halini
de saymıştır. Bu nedenle dava programının 101. maddenin (a) bendi uyarınca değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Emek
Partisi'nin programında, partinin amaçları açıklanırken.
"1
) Politik alanda;
f)
Kürt sorununda demokratik halkçı çözüm: Emperyalizm, sermaye ve Türk ve Kürt
gericiliğinin, Kürt halkını ezme, Türk ve Kürt halkını düşmanlaştırma
faaliyetine son;
Kürt
halkı üzerindeki bütün yasakların kaldırılması, ordunun ve öteki silahlı
güçlerin bölgeden geri çekilmesi, etnik kültürlere, milliyetlere ve dillere tam
özgürlük ve tam hak eşitliği;
Ulusal
özgürlük, hak eşitliği, Türk ve Kürt halkının eşit ve özgür birliğini güvenceye
alan baştan aşağı demokratikleşmiş devlet biçimi",
denilmiştir.
Parti
programının bu bölümü, genel kongre yetkilerini kullanan kurucular kurulu
tarafından, varsayılan yazını hatalarının düzeltildiği belirtilerek, 27.3.1996
günlü ve 7 sayılı yazı ile İçişleri Bakanlığına bildirilmiş, istemimiz üzerine
de 9.5.1996 gün ve 45 sayılı yazı ekinde, Cumhuriyet Başsavcılığımız Siyasi
Partiler Sicil Bürosuna intikal ettirilmiştir. Buna göre partinin amacı olarak
belirtilen bu bölümün;
"f)
Kürt sorununa demokratik halkçı çözüm; Emperyalizm, sermaye ve Türk ve Kürt
gericiliğinin Kürtleri ezme, Türk ve Kürt İşçi ve emekçilerini birbirine
düşmanlaştırma faaliyetine son;
Kürtler
üzerindeki bütün yasakların kaldırılması, ordunun ve öteki silahlı güçlerin
bölgeden geri çekilmesi, etnik kültürlere, milliyetlere ve dillere tam özgürlük
ve tam hak eşitliği, özgürlük, hak eşitliği, Türk ve Kürtlerin eşit ve özgür
birliğini güvenceye alan baştan aşağı demokratikleşmiş bir devlet biçimi."
Şeklinde
değiştirildiği anlaşılmıştır.
III-
Kapatma Nedenleri ve Değerlendirme :
A)
Kapatma Nedenleri
Daha
önce de değinildiği gibi, siyasal partilerin amaçları ve kapatılmalarına
ilişkin esaslar Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinde düzenlenmiş bulunmaktadır.
68. maddenin dördüncü fıkrası, siyasa1 partilerin tüzük ve proğramlarının
devletin ülkesi ve ulusuyla bütünlüğüne, insan haklarına, ulus egemenliğine,
demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağı, sınıf ve zümre
diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi
amaçlayamayacağı kuralını getirmiş, 69. maddenin beşinci fıkrası ise, bir
siyasi partinin tüzüğü ve programının 68. maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine
aykırı bulunması halinde temelli kapatılacağı kuralını kabul etmiştir.
Çalışmaları
ile ulusal iradenin oluşmasını sağlayarak siya sal iktidara sahip olmayı
hedefleyen siyasal partilerin toplum düzeni ve demokratik hayatın devamı
bakımından taşıdıkları önem onların kuruluş ve faaliyetlerinin izlenmesinin
benzeri örgütlerden farklı olmasını zorunlu kılmıştır. Nitekim, genel çizgileri
itibariyle, olağan derneklere benzese bile, siyasa1 partilerin uymaları gereken
esasların Anayasada yer alınası, çalışmalarının Anayasa ve yasalar hüküm1erine
uygun olup olmadığının derneklerden farklı olarak özel biçimde izlenip
denetlenmesi, demokratik hayatın vazgeçilmez ögeleri sayılmalarının sonucudur.
Ancak, siyasal partilerin yukarıda belirtilen hedefe ulaşmaları için
yapacakları çalışmalarda mutlak özgürlükten yararlanmaları beklenemez.
Demokratik hukuk devleti olmanın gereği olarak, bu özgürlük Anayasa ve
yasalarla sınırlandırılmış, siyasal partiler çalışmalarında tümüyle serbest
bırakılmamışlardır. Çünkü bu sınırlamalardan herhangi birinin çiğnenmesi
halinde, Anayasa'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin özünden ayrılamayacak olan
nitelikleri ve devletin dayandığı temel ilke ve görüşler hiçe sayılmış olur ve
böylece doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti teh1ikeye düşer.
Siyasal
partilerin kurulmalarına, faaliyetlerine, denetlemelerine, kapatılmalarına
ilişkin esasları düzenleyen SPY., Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinde öngörülen
ilke ve esaslara paralel olarak, siyasi partilerle ilgili yasaklar başlıklı
dördüncü kısmında partilerin amaç ve faaliyetlerinde uyacakları husus1arı
düzenlenmiş, bu ilke ve esaslara uymamanın yaptırımını 101. maddenin (a), (b)
ve (c) bentlerinde "partinin kapatılması" olarak belirlemiştir.
Siyasal
partiler için öngörülen yasaklamalar, davanın konusunu ilgilendirdiği ölçüde,
şu biçimdedir :
SPY.nın
78. maddesinde; "Siyasal partiler :
a)
Türkiye Devletinin ... Anayasa'nın başlangıç kısmında ve 2. maddesinde belirtilen
esaslarını; Anayasanın 3. maddesinde açıklanan Türk Devletinin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütün1üğüne, diline ... dair hükümlerini ... değiştirmek
...dil, ırk ... ayrımı yaratmak amacını güdemez1er veya bu amaca yöne1ik
faaliyette bulunamazlar, başka1arını bu yo1da tahrik ve teşvik edemez1er.
..."
hükmünü getirmiştir. Sözkonusu yasaklamaların Cumhuriyetin niteliklerini,
devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliğini ve Atatürk milliyetçiliği ilkesini
korumaya yöne1ik olduğu anlaşılmaktadır. Madde metninde belirtilen Anayasanın
Başlangıç'ında, "...hiçbir düşünce ve mülahazanın...Türk varlığının
Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının...Atatürk milliyetçiliği, ilke ve
inkılapları...karşısında koruma göremeyeceği" ifade edilmiş; Anayasa'nın
2. maddesinde ise, Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken Başlangıç'a gönderme
yapılmak suretiyle "bölünmez1ik" ya da bütün1ük ilkesinden dolaylı
olarak söz edilmiş, 3. maddesinin birinci fıkrasında ise, "Türkiye Devleti
ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir" hükmü
getirilmiş 14. maddesinin birinci fıkrasında, Anayasadaki hak ve özgürlüklerin
hiçbirinin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak... dil,
ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak... amacıyla kullanılamayacağı kabul edilerek
temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasının önüne geçilmek istenmiştir.
Anayasanın,
bir tarihsel olgu ve hukuksal temel niteliğinde olan bölünmezlik ilkesine
devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen 5., teme1 hak ve özgürlüklerin
sınırlanmasıyla ilgili 13., basın özgürlüğünü düzenleyen 28. ve 30., dernek
kurma özgürlüğü düzenleyen 33., gençliğin korunmasından söz eden 58., siyasal
partilerin tüzük ve programlarının uyacakları esasları belirten 68.,
yükseköğretim kurumlarını düzenleyen 130., radyo-televizyon idaresi ve kamuyla
ilişikli haber ajanslarını düzenleyen 133., kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşlarını düzenleyen 135. maddelerinde yer verdiği, 143. maddesiyle bu
bütünlük aleyhine işlenen suçlar için özel yargı yerleri olan Devlet Güvenlik
Mahkemeleri kurduğu, hatta 81. maddesinde milletvekili, 103. maddesinde
Cumhurbaşkanı yemini metnine dahil ettiği görülmektedir. Bütün bu düzenlemeler,
Anayasanın Türkiye Devletinin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği ilkesine karşı
gösterdiği duyarlılık ve titizliğin birer işaretidir. Gerçekten, toplumun
hukuksal bağlamda örgütlenmesi demek olan devletin ve dolayısıyla toplumun
kendi varlığına yönelebilecek tehditlere karşı korunmasını sağlayan bölünmezlik
ilkesi bir yönüyle ülkenin tümlüğünü, diğer yönüyle de ulusu meydana getiren
ögelerin bütünlük oluşturmasını ifade eder. Bu ilkenin öylesine bir özelliği
vardır ki, bir yönünün herhangi bir biçimde ihlal edilmesi, diğer yönünün de
ihlal edilmesi sonucunu doğurmaktadır.
78.
maddenin (a) bendi, siyasal partilerin devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez
bütünlüğü yanında devlet dilinin Türkçe olduğuna dair kuralı da değiştirme
amacını güdemeyeceklerini ve bu yolda faaliyette bulunamayacaklarını
belirtmektedir. Anayasanın 3. maddesinin birinci fıkrası, devlet dilinin Türkçe
olduğu hükmünü taşımaktadır. Bölünmezlik ilkesinin bir gereği ve sonucu olan bu
hüküm, resmi işlemlerin ve yazışmaların Türk dilinde yapılması, resmi
belgelerin bu dilde düzenlenmesi. öğretimin ve ulusal kültürün yalnızca
Türkçe,ye dayanması, başka deyişle ülkedeki tek ulusal kültürü Türk kültürünün
oluşturması demektir. Türkçe bireyler arasında yalnızca bir resmi dil olma
durumunu çoktan aşmış: ayrı etnik kökenlerden gelse1er bile. yüzyıllar boyunca
karışıp kaynaşmış ve bir ortak kaderi paylaşmış, ortak bir kültüre ulaşmış
kitlelerin hem günlük yaşantıda, aile içinde ve işyerinde yaygın biçimde
kullandığı ortak bir iletişim aracı olabilmiş. hem de aynı kitlelerin ortak
bilim, kültür ve sanat dili olma derecesine ulaşabilmiş ve böylece gerek bireysel,
gerekse toplumsal iletişimin sağlanmasında başlıca araç olmuştur. Türkçe,nin
kazandığı bu yaygınlık ve genellik göz önüne alındığında, etnik grupların sahip
olduk1arı yerel dillerin resmi dil yerine genel iletişim ve eğitim dili olarak
kullanılması düşüncesi kabul edilemez. Yerel düzeyde kalmış, gelişmemiş diller
bireylere manevi varlıklarını geliştirme olanağı sağlayamaz.
Diğer
taraftan; her ne kadar, Anayasanın 26. maddesinin üçüncü fıkrasında,
"Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan
herhangi bir dil kullanılmaz." hükmü getirilmiş ise de, günümüzde
kullanılması yasaklanmış bir dilin bulunmadığı, her yurttaşın istediği dili
özel yaşantısında özgürce ku1landığı bilinen gerçeklerdendir. Anayasanın 42.
maddesinin son fıkrasında, "Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim
kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve
öğretilemez..." kuralı yer almış, uluslararası sözleşmelerin hükümleri
bundan ayrı tutulmuştur. İlköğretimin zorunlu olması, eğitim ve öğretim
birliğinin sağlanması gereği olarak böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmuştur.
Dil
konusunda Anayasada bulunan bir diğer hüküm de 14. maddenin ilk fıkrasındaki,
"Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve
milliyetiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin
varlığını tehlikeye düşürmek... amacıyla kullanılmazlar..." biçimindeki
kuraldır. Bu hükümle, Anayasadaki hak ve özgürlüklerin dil ayırımı yaratmak
amacıyla kullanılamayacağı kabul edilmiştir.
Anayasa'nın
69. maddesi, bu sınırlamalara uymayan bir devlet düzeni kurma yasağını içeren
siyasi partilerin temelli kapatılmasını buyurmaktadır.
Davanın
konusu bakımından, SPY.nın 78. maddesinin (a) bendinde incelenmesi gereken bir
başka husus da "millet-ulus" ve "milliyetçilik (Atatürk
mi1liyetçiliği)" kavramlarıdır. Yüksek Mahkemenizin de, l6.7.I991 gün,
Esas 1990/1 (Siyasî Parti Kapatma), Karar 1991/1 sayılı, 10.7.1992 gün, Esas
1991/2 (Siyasî Parti Kapatma), Karar 1992/1 sayı1ı, I4.7.1993 gün, Esas 1992/1
(Siyasî Parti Kapatma), Karar 1993/1 sayılı ve en son 16.6.1994 gün, Esas
1993/3 (Siyasî Parti Kapatma), Karar 1992/2 sayılı kararlarında belirtildiği
gibi; "..."millet" kavramı; insanlığın gelişme süreci sonunda
vardığı en iler1emiş birlikte1iği oluşturan toplumsal yapıyı an1atır.
"Ulus" ve yerine göre "Halk" sözcükleriyle de anlatılan bu
yapı, bir gelişme düzeyini, bilinçli ve kişilikli bireyler olgusunu gösterir.
"Milliyetçilik" ise, büyük bir toplumsal gerçek ve "millet düşüncesi"nin
üzerine kurulu olan çağın en etkin kültür ve politik anlayışıdır.
Milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk Devrimi'nin temel ve önde gelen
ilkelerinden biridir. Cumhuriyet döneminde "millet" ve
"milliyetçilik" kavramları, başta teokrasiden demokrasiye geçişi
sağ1ayan Atatürk o1mak üzere Cumhuriyetin kurucularıyla, onların koyduğu temel
ilkeler üzerinde Cumhuriyeti yöneten kuşaklarca yorumlanmış ve 1924, 1961, 1982
Anayasalarında yer almıştır. 1982 Anayasasının Başlangıç'ında
"...Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı...", 2. maddesinde
"... Atatürk milliyetçiliği", 12. maddesinde "...Atatürk
ilkeleri..." ve 134. maddesinde "...Atatürkçü düşünce..."
sözcükleriyle Atatürk milliyetçiliği güçlü biçimde yer almaktadır. Atatürk
milliyetçiliği, ayrımcı ve ırkçı bir kavram değil Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran
Türk halkının. kökeni, ne olursa olsun, devlet yönünden tartışmasız eşitliği,
içtenlikli birliği ve birlikte yaşama istencini içeren çağdaş bir olgudur.
Ayrımcılığı dışlayıp "ulus" yapısı içinde kaynaşmayı öngören bu
kavram; etnik kökenleriyle kimlikleri ayrımcılığa varan resmi bir tanıtım
belirtisi olarak söylenmesini engellemektedir...
Anayasanın
2. maddesinin gerekçesinde, "Atatürk milliyetçiliği" olarak ifade
edilen milliyetçilik kavramı, bütün bireylerin kaderde, tasada ve kıvançta
ortak, bölünmez bir bütün halinde, diğer bir deyişle, ulusal dayanışma ve
adalet anlayışı içinde yaşamaları olarak tanımlanmıştır. Başlangıç'ın dokuzuncu
paragrafında Türk vatandaşlarının milli gurur iftiharlarda, milli sevinç ve
kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve
millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğunun belirtilmesi de Atatürk
milliyetçiliğinin tanımından başka bir şey değildir.
Türkiye
Cumhuriyeti'nin niteliklerini oluşturan ve onun ulusal devlet olmasının bir
sonucu olan Atatürk milliyetçiliği, çağdaş milliyetçilik anlayışıdır. Yani,
hangi kökenden gelirse gelsin, bireyleri bir araya getiren, bir arada yaşatan
şey, onlardaki aynı bir ulusa mensup olma duygu ve düşüncesi, bu yolda
gösterilen kararlılık ve irade birliğidir. Subjektif nitelikteki bu
milliyetçilik düşüncesinde esas olan, kökeni ne olursa olsun, bireyin, kendisi
gibi olanlarla birlikte, kaderde, tasada ve kıvançta ortak ve bölünmez bir
bütün oluşturdukları duygu, düşünce ve inancıdır. Bu bakımından sınırları
belli, bölünmez vatan esasını temel alır. Gerçekçi ve çağdaş milliyetçilik
anlayışını temsil eder. Irk düşüncesi, kan bağı, diğer biyolojik ölçütler ve
soyca başka görünen toplulukların bütünden ayrı sayılmaları düşüncesi bu milliyetçilik
anlayışında yer almaz. Kültür milliyetçiliğidir. Bu nedenle, kökenlerine,
soylarına, bakılmaksızın, bire5rleri ortak bir kültüre mensup oldukları bilinci
ve manevi mutabakatı etrafında toplar, onları "tek ulus" yapısı
içinde kaynaştırıp bütünleştirir. Yüksek Mahkemeniz de bir tarihsel olgu olarak
bu mi11iyetçi1ik anlayışını kararlılık gösteren bir biçimde böyle
yorumlamaktadır. Nitekim, 20.7.1971 gün. Esas 1971/3 (Parti Kapatılması). Karar
1971/3 sayılı kararda, "... Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Türk
milliyetçiliği ideolojisi egemendir ve Anayasamız (Başlangıç) kuralları
arasında bunu bildirdiği gibi, bütün Anayasa yapısının oturduğu temel dahi
budur. Bu, Türk kültürüne dayanan bir milliyetçiliktir ve bunda ırk düşüncesi
ve kökence başka görünen toplulukların ayrı tutulması düşüncesi yer alınış
değildir..."; 8.S.1980 gün Esas 1979/1 (Parti Kapatılması), Karar 1980/1
sayılı kararda, "...geçmişte "panislamist" ve
"panturanist" görüşlerin neden olduğu acı deneyimleri yaşamış olan
Türk Ulusunun din, ırk ve mezhep gibi esaslara dayalı ayrılık çabalarına ödün
vermeyen, birleştirici ve toplayıcı bir "milliyetçilik" anlayışına
Anayasanın Başlangıç hükümleri arasında yer verilmesi, imparatorluktan ulusal
devlete dönüşmüş olan bir toplumun bilinçli bir davranışıdır..."v
27.1l.l980 gün, Esas 1979/31. Karar 1980/S9 sayılı kararda, "...Anayasada,
ırkçılık, turancılık ya da din veya mezhep doğrultusunda bütünleşmeyi amaçlayan
inanışları reddeden Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk
sayan birleştirici ve bütünleştirici bir milliyetçilik anlayışı
benimsemiştir..."; l8.2.1985 gün Esas 1984/9, Karar I985/4 sayılı kararda,
"...Atatürk milliyetçiliği, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan
herkesi Türk sayan, dil. ırk, din gibi düşüncelerle yapılacak her türlü ayrımı
ret eden, birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışı temsil eder..."
biçimindeki görüşlere yer verilmiştir.
Özellikle
son yıllarda benzer davalar dolayısıyla vermiş olduğu kararlarda Yüksek
Mahkemenizin, giderek kazandığı öneme paralel olarak sözü edilen ilkenin
anlamını daha da artan bir duyarlılıkla yorumlayıp zenginleştirdiği
gözlenmektedir. Nitekim, 20.7.1971 gün ve 3-3, 16.7.1991 gün ve 1-I, 10.7.1992
ve 2-l, 14.7.1993 gün ve 1-I, 16.6.1994 gün ve 3-2 sayılı kararlarla konu geniş
anlamda açıklığa kavuşturulmuştur.
SPY.nın
80. maddesi ile "Siyasi Partiler Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı devletin
tekliği ilkesini değiştirme amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette
bulunamazlar" kuralı getirilmiştir. Madde hükmünün gerekçesinde,
devletimizin federe ve konfedere devletler ve siyasetten özerk kuruluşlar gibi
teklik ilkesine aykırı bir nitelik taşımadığı, bu ve buna benzer ayrılmalar
devletin ve milletin bütünlüğü ilkesine ve toplum yararına ters düşeceğinden,
bu yolda bir amaç güdülmesinin yasaklandığı belirtilmektedir.
Bölünmezlik
ilkesinin bir diğer güvencesini oluşturan SPY.nın 81 . maddesinin (a) bendinde,
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde ulusal ya da dinsel kültür ya da mezhep
veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek; (b)
bendinde ise Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak,
geliştirmek ve yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar
yaratarak ulus bütünlüğünün bozulması amacını gütmek ve bu yolda faaliyette
bulunmak yasaklanmıştır. Maddenin gerekçesine göre, "Ülkemizde Lozan
Antlaşmasıyla kabul edilen azınlıklar dışında bir azınlık yoktur. Herhangi bir
ülkede resmi dilin dışında dillerin bilinmesi veya yer yer konuşulması azınlık
yaratmaz. Hele siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda olduğu gibi her
alanda bütün haklara sahip ve borçlarla eşit bir şekilde yükümlü olan tek bir
milletin evlatları arasında azınlıktan söz etmek mümkün değildir.
"Bir
memlekette resmi dilin her vatandaş tarafından bilinmesi, hangi alanda olursa
olsun, eşitlik ilkesinin hakkıyla uygulanabilmesi ve adli ya da idari işlerin
çabukluk ve selametle yürütülmesi bakımından yararlı, hatta zorunludur. Bu
itibarla, resmi dili genç, ihtiyar, kadın, erkek her vatandaşın bilmesini
sağlamak devletin görevidir."
Maddenin
(a) bendinde siyasal partilere. ulusal veya...ırk veya dil farklılığına dayanan
azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek yasaklanmıştır. Gerekçede de açıklandığı
gibi. Lozan Antlaşmasıyla kabul edilen azınlıklar bu yasağın dışında
kalmaktadırlar.
İç
hukuk kuralı haline gelmiş olan ve uluslararası hukuk alanında da sonuçlar
doğuran Lozan Barış Antlaşmasının Türkiye'deki azınlıklar konusundaki
hükümlerine esas teşkil eden hazırlık çalışmalarına Yüksek Mahkemeniz özellikle
son kimi kararlarında ayrıntılı olarak yer vermektedir. Bunlara göre,
"...Müslüman topluluklar arasındaki değişik gruplara azınlık statüsü
tanınmadığı, kuşku ve duraksamaya yer bırakmayacak bir açıklıkta Lozan Barış
Konferansı tutanaklarında bir çok kez vurgulanmıştır.
"Alt
komisyon önce, etnik azınlıkların, başka bir deyimle, Müslüman olmayan
azınlıkların da, örneğin Kürtlerin, Çerkezlerin ve Arapların tasarıdaki koruma
tedbirlerinden yararlanmalarında direnmiştir. Türk temsilci heyeti, bu azınlıkların
korunmaya ihtiyaçları olmadığını ve Türk yönetimi altında bulunmaktan tamamıyla
memnun olduklarını söy1emiştir. Alt komisyon bu inandırıcı sözler üzerine
koruma tedbirlerini yalnız Müslüman olmayan azınlıklarla sınırlamayı kabul
etmiştir.
"Barış
görüşmelerinde söz alan İsmet İnönü: "Türkiye'de hiçbir Müslüman azınlık
yoktur; çünkü, kuramsal yönden olduğu kadar uygulamada da Müslüman nüfusun
çeşitli unsurları arasında hiçbir ayırım gözetilmemektedir." demiştir.
Aynı konferansın 20 Kasım 1922 günlü oturumunda Rıza Nur Bey tarafından okunan
bildiride şu görüşler yer almıştır: "Müttefiklerin tasarısı Müslüman
azınlıklardan söz etmektedir; oysa, Türkiye'de bu gibi azınlıklar söz konusu
olamaz; çünkü, tarihsel gelenekler, moral düşünceler, görenekler, yapılagelişler,
Türkiye'de yaşayan Müslümanlar arasında en tam bir birlik yaratmaktadır."
Türk
Delegasyonunun bu görüşleri Konferansça benimsenmiş ve "Müttefik Temsilci
Heyetlerince sunu1an Azınlıkların Korunmasına İ1işkin" l5 Aralık 1922
günlü tasarının 4.. 6., 7. ve 8. maddelerinde geçen "din ya da dil",
"soy, din ya da dil azınlıkları" sözcükleri yerini "gayrimüslim
ekalliyetler" sözcüklerine bırakmıştır. Böylece, Türkiye'de değişik bir
dil kullanmanın ya da soy unsurunun bir grubun azınlık sayılmasında ölçü olarak
kabul edilemeyeceği Lozan Barış Antlaşması'yla kabul edilmiştir. Aynı
konferansta, Kürt azınlığın yaratılması yönünde, özellikle Lord Curzon
tarafından gösterilen çabalar, Türk Delegasyonunun "Kürtler, kaderlerinin
Türklerin kaderiyle ortak olduğu görüşündedirler; azınlık haklarından
yararlanmak istememektedirler." gerçeğini bildirmeleri karşısında kabul
görmemiştir..." (Anayasa Mahkemesinin siyasal parti kapatılmasına ilişkin
16.7.1991, 10.7.1992. 14.7.1993 günlü kararları)
Bu
suretle, ülkemizde sadece "Müslüman olmayanlar" azınlık kapsamına
dahil edilmişlerdir. Müslüman olmayanlara da Müslümanlara sağlanan medeni veya
siyasi haklardan yararlanma olanağı verilerek yasaklar önünde din ayırımı
yapılmaksızın herkesin eşit olduğunu belirtmek amacıyla böyle bir düzenlemeye
gidilmiş ve örneğin antlaşmanın 38. maddesinin ikinci fıkrasında,
"Gayrimüslim ekalliyetlerin bütün Türk tebaasına tatbik edilen
...serbesti-i seyrüsefer ve hicretten tamamıyla istifade etmeleri", 40.
maddede, "Gayrimüslim ekalliyetlere mensup Türk tebaasının...masrafları
kendilerine ait olmak üzere her türlü müessesatı hayriye, diniye veya
içtimaiyeyi, her türlü mektep vesair müessesatı talim ve terbiyeyi tesis, idare
ve murakabe etmek ve buralarda kendi lisanlarını serbestçe istimal ve ayini
dinlerini serbestçe icra etmek hususlarında müsavi bir hakka malik
bulunacakları" kabul edilmiştir. (Anayasa Mahkemesinin siyasi parti
kapatılmasına ilişkin 16.7.1991 günlü kararı)
Bundan
ayrı olarak, bir de, 18.10.1925 tarihli Türk-Bulgar Dostluk Antlaşmasında,
Türkiye'de yaşayan Bulgarların azınlık sayılmaları kabul edilmiş ise de, yeni
Türk Devletinin laik mevzuatı kabul etmesinden sonra bu kimseler azınlık
statüsünden kendiliklerinden vazgeçmişlerdir.
Sonuç
olarak, Türkiye'deki hukuk düzeninde bu iki antlaşma ile kabul edilenlerin
dışında herhangi bir azınlığın bulunduğu söylenemez.
Özellikle,
belirli bir büyüklüğe ulaşmış devletlerde ırk, dil, din, mezhep yönünden
çeşitli boyutlara varan farklılıklara sahip toplulukların, yani ulus olgusuna
oranla ikincil nitelikte kesimlerin bulunması doğal olduğu kadar, gözlenen bir
gerçektir. Yüksek Mahkemenizin 8.5.1980 gün, Esas: 1979/I, (Parti Kapatma)
Karar: 1980/1 sayılı kararında belirtildiği üzere, bu gibi toplulukların
dilinin ya da dininin toplumun öteki kesimlerinden ayrı olduğundan nesnel
biçimde söz etmek tek başına bir "azınlığın bulunduğunu ileri sürmek"
anlamına gelmez. SPY.nın 81. maddesine benzer hükmü içeren eski 648 sayılı
yasanın 89. maddesinin birinci fıkrasını yorumlayan Yüksek Mahkemeniz, aynı
kararında, "azınlıklar bulunduğunun ileri sürüldüğünün" kabul edilmesi
için,"söz konusu topluluğun toplumun öbür kesimlerinden ayrılan varlığını
ve niteliklerini koruması ve sürdürmesi için kendisine özel bir hukuksal
güvence tanınması gerektiğinin, yani bu kimselerin "azınlık
hukuku"ndan yararlanmaya hak kazanmış olduklarının da açık ya da üstü
örtülü biçimde ileri sürülmüş olması gerektiğini" belirtmiş bulunmaktadır.
Bu gibi toplulukların her birine azınlık hakkı tanınması ülke ve ulus bütünlüğü
ilkesine aykırı düşer. Hele böylesi topluluklar ortak geçmişten gelen tarihsel,
kültürel ve manevi bütünlük anlayışı içinde kendi kaderlerini o ulusun
kaderleriyle özdeşleştirme istek ve iradesini göstermişlerse, böyle bir hakkın
tanınmasına gerek kalmaz.
Kürt
kökenliler diğer yurttaşlarla omuz omuza Kurtuluş Savaşına fıi1en katılarak
can, kan ve gözyaşı pahasına yurdumuzun işgalci düşmanlardan temiz1enmesinde ve
onu takiben Türkiye Cumhuriyetinin birlikte kurulmasında üstün hizmetler
görmüşlerdir. Bugün dahi Türk Ulusuyla birlik ve bütünlük içinde olma
duygusunun eksilmeden devam ettiği görülmektedir. Nitekim, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'daki ayrılıkçı terörden kaçan yurttaşlar, soydaşlarının bulunduğu
Irak'a veya İran'a sığınmamakta, tersine, hepsi de İstanbul, Ankara. İzmir,
Adana v.s. gibi şehirlere göç ederek geleceklerini yurdun başka yörelerindeki
yurttaşlarla birlikte güvence altına a1mak istemektedirler. Bu itibarla, Türk
Ulusu yan yana yaşamlarını sürdüren çeşitli halklardan değil, kendi özgür
iradesiyle, ortak geçmişin yarattığı ortak kültürde geleceği de kapsayacak
biçimde birleşmeye kaynaşıp, bütünleşmeye karar vermiş olan tek halktan. Türk
halkından meydana gelmiştir.
Anayasanın
66. maddesinin birinci fıkrasında, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı
olan herkesin Türk olduğu belirtilerek, Türk Ulusundan savı1mak için kabul
edilen tek koşulun "vatandaşlık bağı" olduğu, bunun dışında kalan
dil, din, ırk v.s. gibi farklılıkların nazara alınmadığı, Türk Ulusunun, bir
hukuksal bağ anlamında vatandaş sayılanların oluşturduğu bütünlüğü ifade ettiği
benimsenmiştir. "Türk olmak" Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşı olmak
demektir. Bu ulus bütünlüğü içinde, şu ya da bu nedenle, yasanın deyişiyle,
ulusal veya dinsel kültür, mezhep yahut ırk ya da dil ayırımına dayanan
azınlıklar yoktur. Yüksek Mahkemenizin siyasi parti kapatılmasıyla ilgili
10.7.1992 ve 14.7.1993 günlü kararlarında belirtildiği gibi, "...Türk
Ulusunu oluşturan etnik gruplar arasında çoğunluk ya da azınlık biçiminde bir
ayırıma yer verilmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile
bağlı olan herkesi "Türk" sayan birleştirici ve bütünleştirici
milliyetçilik anlayışı kabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devletine
vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin, hangi etnik gruptan olursa olsun,
"Türk" sayılması, onun etnik kimliğini inkar anlamında değil,
dünyaca, devletine "Türkiye Cumhuriyeti Devleti", ulusuna "Türk
Ulusu" ve vatanına "Türk Vatanı" denen ve toplum yapısında
çeşitli etnik gruplar bulunan ülkede bütün vatandaşlar arasında eşitliğin
sağlanması ve hepsi çoğunluk içinde bulunan etnik grupların azınlığa düşmesini
önleme amacına yöneliktir.
8l
. maddenin (b) bendinde ise, siyasal partilerin Türk dilinden ve kültüründen
başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye
Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğünün bozulması
amacını gütmeleri ve bu yolda faaliyet göstermeleri yasaklanmıştır. Bu hükümle
anlatılan, Türk dili ve kültüründen başka dil ve kültürleri korumak,
geliştirmek ya da yaymak yoluyla ülkede azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğünün
bozulması amacını siyasal partilerin güdemeyecekleri ve bu yolda faaliyet
gösteremeyecekleridir. Burada belirtilmesi gereken, 81. madde ile ulusu
oluşturan bireyler arasındaki etnik ayrımların, sahip bulunulan farklı dil ve
kültürlerin yasaklanmadığıdır. Ancak yüzyıllardır birlikte hayat sürmüş, ortak
bir geçmişe, tarihe. dine, geleneklere ve değer yargılarına sahip bireylerin
oluşturduğu ulus bütünlüğü içinde bu ögelerden meydana gelen ortak kültürden
ayrı, bireyler arasında bu bakımdan ayrımlaşma nedeni olabilecek yoğunlukta bir
kültür farklılığından söz edilemeyeceğidir. özel yaşantılarında çeşitli etnik
kökenlerden gelen yurttaşların kimliklerini belirtmeleri. dillerini
konuşmaları, gelenek ve göreneklerini uygulamalarının karşısında herhangi bir
yasal ya da top1umsal enge1 yoktur. Yasaklanan, azın1ık ve ayrı bir u1us
oluşturduklarının ifade edilmesi suretiy1e ulus bütünlüğünün bozulması amacını
gütmeleridir.
Söz
konusu kuralın küçük değişikliklerle benzeri olan eski 648 sayılı SPY.nın 89.
maddesinin (b) bendini yorumlayan Yüksek Mahkemeniz 8.5.1990 gün, E : 1979/1
(Parti Kapatma). K : 1980/1 sayılı kararında şu hükme varmıştır: "...Bu
hükümde de "azınlıklar yaratına" deyiminin açıklığa kavuşturulması
gerekmekte olup, sözkonusu deyiminde maddenin tümü içinde değerlendirilmesi ve
birinci fıkrasındaki "azınlıklar bulunduğunun ileri sürülmesi"
deyimiyle sıkı ilişki göz önünde tutularak, aynı doğrultuda yorumlanması
zorunludur. Böyle bir yorumla varılacak sonuç ise "azınlık yaratma"
deyiminin ancak bir "vatandaş topluluğunda azınlık hukukundan
yararlanmaları gerektiği düşüncesini yaratma" anlamına gelebileceğidir.
"Yukarıda
da değinildiği gibi, azınlıklar dil, din ve ırk gibi nitelikleri nedeniyle
toplumun çoğunluğundan ayrı varlıkları ve bu varlıklarını sürdürmeye hakları
bulunduğu hukukça tanınan vatandaş toplulukları olduklarından, ülkemizde
azınlık hukukundan yararlanmaya hak kazanmış gruplar bulunduğunu ileri sürmek,
ya da. Türk dilinden ve kültüründen gayrı dil ve kültürleri korumak,
geliştirmek veya %aymak yoluyla kimi vatandaş gruplarında azınlık hukukundan
yararlanmaları gerektiği düşüncesini yaratmaya çalışmak, kuşkusuz, yukarıda
açıkça ortaya konulan Anayasal durum karşısında Anayasanın Başlangıcı ile 2. ve
3. maddelerinde yer alan "ülke ve u1us bütünlüğü" temel hükmüne ve bu
teme1 hükmü içeren 57/1 maddesine de aykırı düşer..."
Şu
halde, dillerini. kültürlerini ve sanatlarını kullanabilmeleri ve
geliştirebilmelerini, istemek suretiyle bir kısım yurttaşları ırk, dil ve
kültür bakımlarından veya bu ad altında ulus bütünlüğünden ayrı sayma, onlarda
bu bütünlükten ayrı bir azınlık oluşturdukları düşünce ve bilincini yaratma,
ulus bütünlüğünün bozulmasıyla sonuçlanabilecek ya da en azından böyle bir
tehlikenin belirmesine yol açabilecek olan, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde
azınlık yaratma demektir. Siyasal partiler yönünden böyle bir amaç ülke ve ulus
bütünlüğü ilkesine terstir. Daha önce de belirtildiği gibi, Türk ulusu
bütünlüğü içinde belirli uluslararası sözleşmelerle azınlık olduklârı kabul
edilen "Müslüman olmayan" yurttaşlar hariç, herhangi bir azınlıktan
söz etmek olanaksızdır. Her Türk yurttaşı hukuk düzeninin sağladığı her türlü
hak ve özgürlükten, herhangi bir etnik ayrımcılık söz konusu olmaksızın,
sınırsız ve mutlak biçimde yararlanmakta, ulus bütünlüğü içinde bireysel mutluluk
ve huzurunu gerçekleştirmeye çalışmaktadır. öylesine ayrıcalıksız konumdaki bir
kısmı yurttaşlar arasında, bir azınlığa mensup olduğu duygu ve düşüncesini
yaratmak ve onların sınırlı haklar rejimine tabi kılınmasını, ulusun bizzat
kendisi iken azınlık halinde gelmesini istemek ulus bütünlüğünü bozmaktan başka
biçimde yorumlanamaz.
B)
Değerlendirme
Davalı
siyasi partinin kurucularınca imzalanmış olan proğramından alıntı yapılan
bölümü değerlendirmeye tabi tutulduğunda şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Türkiye'de
Türklerden başka etnik grup arasında yer alan, kendi dili ve kültürüne sahip,
ezme ve düşmanlaştırma faaliyetine tabi tutulan ve üzerinde yasaklar bulunan
bir Kürt halkı bulunduğunun ileri sürülmesi, sınırlarımız içinde yaşayan Kürt
kökenli yurttaşların Türk Ulusu bütünlüğünden ayrı bir ulus oluşturduklarının
ifade edilmesi anlamındadır.
Proğramda
"Kürt Halkı" deyiminin "Türk Halkı" deyimiyle yan yana
kullanılması. Kürt Halkı üzerinde yasaklamalar bulunduğu ileri sürülerek
"etnik kültürlere, milliyetlere ve dillere tam özgürlük ve tam hak
eşitliği"nin istenmesi, Türk Ulusu kavramının bütünleştirici ve
birleştirici anlamı dışında kalan ayrı bir ulusun varlığının ifade edilmek
istendiğini göstermektedir.
Davalı
Parti Programında;
Emperyalizm,
sermaye ve Türk ve Kürt gericiliği tarafından Kürt halkını ezme, Türk ve Kürt
halkını düşmanlaştırma faaliyeti yürütüldüğü,
Kürt
halkı üzerinde yasaklamaların bulunduğu,
İleri
sürülmekte, sorunun çözümü için,
Kürt
halkını ezme Türk ve Kürt halkını düşmanlaştırma faa1iyetine son verileceği
belirtilerek buna "Kürt sorununa demokratik halkçı çözüm" adı
verilmekte,
Kürt
halkı üzerindeki yasakların kaldırılması gerektiği belirtilerek,
Etnik
kültürlere, milliyetlere ve dillere,
Tam
özgürlük
Tam
hak eşitliği
amaçlanmakta
ve konu "ulusal özgürlük, hak eşitliği ve Türk ve Kürt halkının eşit ve
özgür birliğini güvenceye alan baştan aşağı demokratikleşmiş bir devlet
biçimi" olarak özetlenmektedir.
Bu
sözlerle Türk kültürü dışında ve ondan ayrı, kendi ulusal kültür ve dil farklılığına
dayanan bir Kürt azınlığının varlığı kabul edildiği gibi, bu azınlığın sahip
olduğu ileri sürülen kültürün korunması ve geliştirilmesinin amaçlandığı
anlaşılmaktadır.
Ülkemizde
yasaklanmış bir dil bulunmamaktadır. Yurttaşların özel yaşantılarında. işyerlerinde
Türkçe'den başka bir dil kullanmalarında herhangi bir engel yoktur. 4. maddesi
ile değiştirilmezlik korunması altında bulunan Anayasanın 3. maddesi hükmüne
göre de, devletin dili Türkçe olduğundan resmi işlemlerin Türkçe yapılması,
bunlarla ilgili belgelerin Türkçe yazılması gerekir. Bu anayasal zorunluluk
karşısında, programda Kürt dili ve kültürüne tam özgürlük ve tam hak eşitliği
istenmesi Anayasanın devlet dilinin Türkçe olduğunu belirleyen 3. maddesine
aykırı bir durum yaratmaktadır. Kürt dili ve kültürü ile ilgili olarak
benimsenen bu ilke ve esaslar SPY.nın 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerinde
yasaklanan, ulusal veya kültür veya ırk veya dil farklılığına dayanan
azınlıklar bulunduğunu ileri sürme ve Türk dilinden ve kültüründen başka dil ve
kültürleri koruma, geliştirmek yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde
azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğünün bozulması amacını gütmek demektir.
Bu
değerlendirmelerimizin doğruluğu parti programının dava konusu bölümünün
değiştirilmesiyle de kanıtlanmaktadır. Nitekim "Türk ve Kürt halkı",
"Kürt halkı" gibi isimlerdeki "halk" ibaresi çıkarılarak
değiştirilmiş ise de yasaklanan amaçlar özelliğini korumuştur.
Ayrıca
parti kurucuları tarafından imzalanan programdaki kapatmayı gerektiren yasaya
aykırı durum, program değiştirilmekle ortadan kalkınış sayılamaz. Davalı siyasi
parti de bunun bilincindeki değişikliği yazım hatalarının düzeltilmesi olarak
bildirmektedir.
Davalı
partinin programından kapatma davasına esas olmak üzere alıntı yapılan bölümü
açıklanan Anayasa ve SPY. hükümlerinin ışığı altında düşünsel bütün1ük içinde
değerlendirildiğinde içerdiği yasaya aykırılık hallerinin şu biçimde
belirlendiği görülmektedir:
a)
S.P.Y.nın 78. maddenin (a) bendine aykırı olarak nitelikleri Anayasada
belirtilen Türk Devletinin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliğine, diline dair
hükümlerin değiştirilmesi amacı güdülmüştür.
b)
Türkiye'de dili ve kültürü ayrı bir Kürt halkının varlığı tam ilke olarak kabul
edilmek suretiyle SPY.nın 81. maddesini (a) bendine aykırı olarak Türkiye
Cumhuriyeti ülkesi üzerinde ayrı bir ulus kimliğine sahip Kürt azınlığının
bulunduğu ileri sürülmektedir.
Kürt
dili ve kültürü üzerindeki yasak kaldırılarak, tam özgürlük ve tam hak eşitliği
tanınacağı belirtilerek SPY.nın 81. maddesinin (b) bendine aykırı olarak Türk
dili ve kültüründen başka dil ve kültürü korumak, geliştirmek yoluyla
azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğünün bozulması amacı güdülmektedir.
IV-
Sonuç ve İstem :
Yasal
dayanakları gerekçeleriyle açıklandığı üzere, davalı Emek Partisi programının,
Anayasanın Başlangıç kısmı ile 2., 3., 14., 69. maddelerine ve SPY.nın 78.
maddesinin (a) bendine, 82. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırı amaçlar
taşıdığı anlaşıldığından, davalı partinin SPY.nın 101. maddesinin (a) bendi
gereğince kapatılmasına karar verilmesini arz ve talep ederim."
II-
DAVALI PARTİNİN ÖN SAVUNMASI
Emek
Partisi'nin 24.6.1996 günlü ön savunmasında aynen:
"
1- Usul Yönünden Savunmamız
A-
Siyasî Partiler Yasası'nın Kimi Maddeleri Anayasa'ya Aykırıdır.
22.04.1983
tarihinde yürürlüğe giren 2820 sayılı Siyasî Parti1er Kanunu'nun 78. ve 81.
maddeleri Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerine aykırıdır.
a)
Anayasa'nın 1 52. maddesinin 4. fıkrası hükmünce "Anayasa Mahkemesi'nin
işin esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazete'de yayınlanmasından
sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla
tekrar başvuruda bulunamaz" kuralı mevcuttur. Yukarıda aykırılık
itirazında bulunduğumuz hususta Anayasa Mahkemesi'nin verdiği red kararı
üzerinden on yıl geçmemiş olmasına karşın, 23.07.1995 tarih ve 4121 Sayılı
Kanun ile Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinde değişiklik yapıldığından, Anayasa
Mahkemesi'nin Anayasa'ya aykırılık itirazımızı incelemesi usulen mümkündür.
b)
Anayasa'nın Geçici I5. maddesinde, 12 Eylül I980 tarihinden, ilk genel seçim
sonucunda toplanacak TBMM Başkanlık Divanı oluşturuluncaya kadar geçecek süre
(12.09.1980 - 06.12.1983) içinde çıkarılan yasaların, Anayasa'ya aykırılığı iddia
edilemez denilmektedir. 2820 Sayılı Siyasî Partiler Kanunu da bu dönem
çıkarılan kanunlardandır. Fakat, 2820 Sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nda
çıkarıldığı 22.04.1983 tarihinden bu yana 11 kez değişiklik yapı1nnştır.
Yapılan değişiklikler neticesinde SPK artık MGK döneminde çıkarılan kanun olma
niteliğini yitirmiştir. Bu haliyle SPK'nun orijinal ve bütünlüğünü koruyan bir
yasa olduğu söylenemez. Bu nedenle de. 2820 Sayılı Siyasî Partiler Kanunu,
Anayasa Geçici 15. maddesi kapmasında değerlendirilemez.
c)
Ayrıca, Anayasa'da yürürlüğe girdiği tarihten sonra değişmiştir. Bu nedenle,
Anayasa'nın 152/4 maddesi gereği "işin esasına girerek red kararının Resmî
Gazete'de yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün
Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz" hükmü
uygulanamaz. Reddedilen Anayasa'ya aykırılık iddiasında incelenen Anayasa'da
değişiklik olduğu ve değiştirilen maddelerin de aykırılık iddia edilen maddeler
olduğu için, Anayasa'ya aykırılık iddiasının yeniden Anayasa Mahkemesi
tarafından incelenmesinde yasal bir sakınca yoktur.
d)
Anayasa'nın Geçici 15. maddesinin amaçladığı yasak, 12 Eylül 1980 tarihinden,
ilk genel seçimler sonucu toplanacak TBMM Başkanlık Divanı oluşturuluncaya
kadar geçecek süreyi kapsar. Bu dönemden sonra, Geçici madde 3. fıkranın
uygulama olanağı kalmamıştır. Anayasa'nın geçici maddeleri, kendilerini doğuran
neden ve koşullar ortadan kalktığı zaman 5 ürürlüğünü yitirirler. Aksi takdirde
geçici maddelerin "geçici" olmasına gerek olmaz ve bir Anayasa kuralı
olarak esas maddeler içinde yerini alırdı.
Anayasa'nın
Geçici l5. maddesiyle korunan yasalar, MGK döneminin temel yasaları idi ve bu
yasaların Anayasa'ya aykırılığı iddia edilemeyeceği hükmünü getiren geçici yasa
ile MGK düzeninin korunması ve devamlılığı amaçlanmıştır. Bugün demokratik
düzene geçildiği iddia edilirken ve Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın da demokratik
düzenin bekçilerinden biri olduğunu sık sık ifade ettiği bilinirken, Anayasa
Mahkemesi'nin Geçici 15. maddenin süre ve konu öğelerini "geçici"likten"
kalıcı"lığa dönüştürmüş olduğunu ve bu maddenin etki alanını genişleterek
kurumsallaştırdığını, böylece, Anayasa koyucunun öngördüğü çerçeveyi de
aştığını bazı Anayasa Mahkemesi üyelerinin dahi ileri sürmüş olması Anayasa
Mahkemesi'nin çelişkisini açıkça ortaya sermektedir.
Anayasa'nın
11. maddesinde, Anayasa'nın üstünlüğü, "kanunlar Anayasaya aykırı
olamaz." biçimindeki bir kuralla belirlenmiştir. Anayasa'nın 148.
maddesine göre ise; Anayasa Mahkemesi, yasaların, KHK'lerin ve TBMM İçtüzüğü'nün
Anayasa'ya uygunluğunu denetlemekle görevlendirilmiştir. Geçici 15. madde hükmü
nedeniyle yasaların Anayasa'ya uygunluğunu denetlemekle görevli Anayasa
Mahkemesi MGK döneminde çıkarılan 838 yasa, KHK ve MGK kararlarını
denetleyememektedir. Anayasa Mahkemesi, Geçici 15. madde getirdiği kurala uyma
adına, Anayasa'nın; "hukuk devleti" olma kuralını getiren 2. maddesi
ile, kanunların Anayasa'ya aykırı olamayacağı, "Anayasa'nın
üstünlüğü" kuralını belirten 11. maddesi ile ve Anayasa Mahkemesi'nin
görevini belirleyen 148. maddesiyle çatışmaktadır.
Açıklamaya
çalıştığımız nedenlerle, Anayasa Mahkemesi'nin. Siyasi Partiler Kanunu'nun 78.
ve 81. maddelerinin, Anayasa'nın 68. ve 69. nıadde1erine aykırı olduğuna dair
itirazımızı inceleyip karara bağlayabileceği görüşündeyiz. Öncelikle bu hususun
arara bağlanmasını talep ediyoruz.
e)
Siyasi partilerin uyacakları esaslar Anayasa'nın 69. maddesinde belirtilmiştir.
Partiler, Anayasa'nın 69. maddesinde belirtilen genel sınırlamalar dışına
çıkamazlar. Siyasî Partiler Kanunu'nun 78. ve 8l. maddeleri Anayasa'nın 68. ve
69. maddelerinde belirtilen sınırları genişletmiştir. Siyasi Partiler
Kanunu'nun 78. maddesi Anayasa'nın başlangıç kısmında ideo1ojik bir manifesto
niteliği taşıyan ve 23.07.1995 tarih ve 4121/1 md. ile yürürlükten kaldırılan
"esaslara" aykırılığı kapatma nedeni saymıştır. Ayrıca, Anayasa'nın
68. ve 69. maddelerinde belirtilmeyen: dil, bayrak, milli marş ve başkente
ilişkin hususları da kapatma nedenleri arasında sayması SPK'nun 78. maddesinin
Anayasa'daki sınırların genişletilmesi ve Anayasa'ya aykırılık hususunda bir
örnektir.
Siyasi
Partiler Kanunu'nun 81. maddesinde de Anayasa'nın kapatma nedenleri dışına
çıkılmıştır. Milli veya dini kültür veya mezhep veya dil farklılığına dayanan
azınlıkların bulunduğu ve bunlar arasında ayrım gözetilemeyeceği hükmü.
Anayasa'nın I0. maddesinde belirtilmişken, SPK'nun 81. maddesinde bunların
varlığını söylemenin kapatma nedeni olduğu belirtilmiştir.
Yukarıda
açıklamaya çalıştığımız nedenlerle, Mahkemeniz öncelikle SPK'nun 78. ve 81.
maddelerinin, Anayasa'nın 14.. 68. ve 69. maddelerine aykırılığı hususundaki
itirazlarımızı incelemesi ve bu hususta karar verilinceye kadar, konunun
bekletici mesele sayılarak, Parti Kapatma Davası'nın bekletilmesine karar
verilmesini ve Anayasa' ya aykırı olan. SPK'nun 78. ve 81 . maddelerinin
iptaline karar verilmesini diliyoruz.
B-
Dava, SPK'nun 9. Maddesine Aykırı Olarak Açılmıştır.
Siyasi
Partiler Kanunu'nun 9. maddesinde "Cumhuriyet Başsavcılığı kurulan
partilerin tüzük ve programlarının ve kurucularının hukuki durumlarının
Anayasa'ya ve kanun hükümlerine uygunluğunu ve belge1erin tamam olup
olmadığını, kuruluşlarını takiben öncelikle ve ivedilikle inceler. Tespit
ettiği noksanlıkların giderilmesini, ... ister" denilmektedir. Görüleceği
gibi 9. maddede açıkça Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kurulan partilerin
programlarının Anayasa'ya ve kanun hükümlerine uygunluğunu öncelikle ve
ivedilikle inceleyeceği ve tespit ettiği noksanlıkları otuz gün içinde
sözkonusu partiden isteyeceği hükmü mevcuttur.
Bu
maddenin (9. madde) dayanağı, Anayasa'nın 69. maddesinin 5. bendidir.
Anayasa'nın 69/5. maddesinde tüzük ve program birlikte ve eşit olarak ele
alınmakta ve program ve tüzüğün 68/4. maddeye aykırı olamayacağı
belirtilmektedir. Anayasa'nın 69/5 ve SPK'nun 9. maddesini birlikte ele
aldığımızda, bu madde1erin siyasi partilere güvence sağladığı görülecektir. Bu
maddelerle siyasi partilere açıklama ve düzeltme olanağı verilerek partinin
kapatılma davasıyla yüz yüze gelmesi engellenmek istenmiştir.
SPK'nun
9. maddesi hükmüne göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın denetimi, sadece
şekil hususları değil, "Anayasa ve kanun hükümlerine uygunluğu" da
kapsamaktadır.
SPK'nun
9. madde hükmüne göre Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yapması gereken işlem,
saptadığı eksiklik ve Anayasa i1e kanunlara aykırılıkların gideri1mesini Emek
Partisi'nden istemek ve düzeltme için 30 gün süre vermek olacaktır.
Anayasa
Mahkemesi, l991/2 E., 1992/1 K. ve I0.07.1992 tarihli Sosyalist Parti'nin
kapatılması hakkındaki kararında şöyle demiştir: "Bu nedenle davanın, 2820
Sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın 9. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı'nca uyarı yapılmadan açılmış bulunduğu yolundaki davalı parti
savunması, davanın 2820 sayılı Yasa'nın 4. kısmında yasaklanan parti faa1iyetlerinden
kaynaklanması nedeniyle yerinde değildir." Yine aynı kararın başka bir
yerinde "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın iddianamesinde, Sosyalist
Parti'nin Anayasa'nın Başlangıç kısmı ile 3., 4., 14., 66. ve 68., Siyasî
Partiler Yasası'nın 78. ve 81. maddelerine aykırı faaliyetlerde bulunduğu ileri
sürülmüştür. Görüldüğü gibi davanın konusu, Sosyalist Parti'nin program ve
tüzüğünün Anayasa'ya aykırılığı değil, faaliyetlerinin Anayasa'nın ve Siyasî
Partiler Yasası'nın kapatma nedenlerine ilişkin kurallarına aykırılığıdır. Bu
nedenle inceleme, Anayasa'nın 68., 69. ile Siyasî Partiler Yasası'nın 78. ve
81. maddeleri yönünden yapılmıştır.
Anayasa
Mahkemesi kararından yaptığımız bu iki alıntıda açıkça anlaşıldığı gibi;
Sosyalist Parti, programımızdaki Anayasa ve Kanuna aykırılıkları düzeltmemiz
için bizi Cumhuriyet Başsavcılığı uyarmadı şeklinde itirazda bulunmuş, Anayasa
Mahkemesi ise itirazınızda haklı olabilirsiniz, fakat partinizi programınızdaki
Anayasa ve Kanuna aykırılıktan değil, Anayasa ve Kanuna aykırı
faaliyetlerinizden kapatıyoruz şeklinde anlaşılacak bir karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi kararında ayrıca siyasi partilerin programında düzeltme
yapması için Cumhuriyet Başsavcılığı partileri uyarmaz dememiştir. Zaten,
Kanunkoyucu sadece tüzükte Anayasa ve kanuna aykırılıkların düzeltilmesi için
Cumhuriyet Başsavcı1ığı'na görev verseydi 9. maddeye "program"
kelimesini eklemezdi. O zaman 9. madde şöyle olurdu: "Cumhuriyet
Başsavcılığı kurulan partilerin tüzüğünün ve kurucularının hukuki durumlarının
Anayasa'ya ve kanun hükümlerine uygunluğunu ve belgelerin tamam olup
olmadığını, ...." Yasa maddesinde program kelimesinin tesadüfen yer aldığı
ileri sürülemeyeceğine göre, partilerin programlarındaki Anayasa ve Kanuna
aykırılıkların düzeltilmesi için de Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Partimizi
uyarması gerekirdi.
Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın Emek Partisi Programını düzeltilmesi için 9. madde hükmüne
göre Partiyi uyarması ve düzeltme için süre vermesi gerektiği hiçbir yoruma
meydan vermeyecek kadar açıktır. Fakat, Anayasa Mahkemesi 9. madde hükmünün
yorumlanması gerektiğini düşünse bile, maddeyi yorumlarken, yorumunu
özgürlüklerden yana, demokratik ilkelerden vana yapması gerekir.
Özetle
Cumhuriyet Başsavcılığı, Emek Partisi'ne Anayasa ve SPK'nun tanıdığı düzeltme hakkını
kullandırmamıştır. SPK'nun 9. maddesi hükmü gereği, açıklama ya da düzeltme
isteminde bulunmaksızın dava açılması hukuka, yasalara ve usule aykırıdır.
C-
SPK'nun 68. ve 69. Maddelerine Göre Bir Parti'nin Kapatılması İçin Sadece
Programının Anayasa'ya Aykırı Olması Yeterli Değildir.
Anayasa'nın
68. maddesinin 4. bendinde "Siyasî partilerin tüzük ve programları i1e
eylem1eri..." 4. bentde sayılan kural ve ilkelere aykırı olamaz
denilmiştir. Bu maddede dikkat edilmesi
gereken
husus; Anayasakoyucunun "Program veya eylemlerine" yerine
"program ile eylemleri" kavramını kullanmasıdır. Buradan anlaşılması
gereken bir partinin sadece programına bakılarak kapatılamayacağı fakat
programında, Anayasa veya kanunlara aykırı olarak savunduğu ilkeler ve
düşünceler ile eylemlerinin de Anayasa ve kanun1ara aykırı olması ha1inde ancak
Anayasa Ma1ıkemesi tarafından kapatılabileceğidir.
Anayasa'nın
69. maddesinin 6. bendinde de kapatma için partinin eylem1eri koşul olarak
aranmaktadır. "Bir siy asi partinin 68. maddenin 4. fıkrası hükümlerine
aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatı1masına ancak onun bu nitelikteki
fiillerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesi'nce tespit
edilmesi halinde karar verilir."
Bu
nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı1ığı'nın Emek Partisi'nin sırf programına
bakarak kapatma davası açınış olması Anayasa'ya açıkça aykırıdır. Bu nedenle
davanın reddi gerekir.
2-
Esas Hakkında Savunmalarımız
A-
Cumhuriyet Başsavcılığı Program Değişikliğini Gözardı Etmektedir.
Emek
Partisi Programı, 25.03.1996 tarihinde İçişleri Bakanlığı'na verilmiştir. Parti
Kurucular Kurulu yaptığı ilk toplantısında programın (f) bendinde yazım hatası
olduğunu tespit etmiş ve (f) bendinde asıl programdaki gibi değişikliği yapıp
27.03.1996 tarih ve 07 sayılı yazı ile İçişleri Bakanlığı'na bildirmiştir.
Cumhuriyet
Başsavcılığı, bu değişikliği yokmuş gibi davranarak (f) yanlış yazılmış metni
esas alarak dava açmıştır. Cumhuriyet Başsavcısı, önyargılarına dayanarak,
yanlış yazılmış metnin değiştirilmesini de "bölücülük niyeti"nin
gizlenmeye çalışılması olarak değerlendirmiştir. Oysa, Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın yapması gereken Emek Partisi'nin resmi programını esas almak
ve iddiasını bu programa göre düzenlemektir.
Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın dava açarken dayandığı progranı maddesi aslında olmadığı için
açılan dava dayanaksızdır. Bu yüzden de davanın reddi gerekir.
B-
İddianame Çelişkilerle Doludur
Cumhuriyet
Başsavcılığı iddianamede "çünkü, top1um hayatında çok önem1i işlevlere
sahip bulunan siyasal partilerin demokratik düzeni ve Cumhuriyetin
niteliklerini hedef alan bir güç merkezi durumuna gelmesi, toplumu tehdit
etmeye başlar ve kamu düzeni bozulur." diyor. "Anayasa, siyasal
partileri demokratik, siyasal hayatın vazgeçilmez ögeleri ve demokrasinin
simgesi saymış olmakla birlikte, çalışmalarında sınırsız bir özgürlük
tanınmamış, onların ülke zararına çalışmaların odağı olabilmesi olasılığını
öngörerek bu gibi hallerde kapatılabileceklerini kabul etmiştir." Başsavcı
siyasi partilerin faaliyetlerinin sınırlanmasına gerekçe olarak
"Cumhuriyetin niteliklerini hedef alan bir güç merkezi durumuna
gelmesi"ni gösteriyor. Oysa, Emek Partisi'nin faaliyetlerine bile izlemeye
ve değerlendirmeye gerek duymadan sırf programına bakarak partinin
kapatılmasını talep ediyor.
İddianamede
"Bölünmezlik ilkesinin bir gereği ve sonucu olan bu hüküm, resmi
işlemlerin ve yazışmaların Türk dilinde yapılması. resmi belgelerin bu dilde
düzenlenmesi, öğretimin ve ulusal kültürün yalnızca Türkçe'ye dayanması. başka
deyişle ülkedeki tek kültürü Türk kültürünün oluşturması demektir."
denilerek Türkçe dışında öğrenim yapmanın, kültürel etkinlikte bulunmanın,
resmi yazışmanın, Anayasa'daki bölünmezlik ilkesinin ihlali olduğunu ve bölücü
faaliyet sayılacağını belirtirken, Türkiye gerçeğinden habersizmiş gibi
davranıyor.
İddianamede
önyargıya dayanan yorumlarla suçlama yapılmaktadır. Şöyleki; Emek Partisi
programında etnik kültürlere ve dillere özgürlük ve hak eşit1iği tanınması
savunulmaktadır. Programın bu maddesinden hiçbir dilin yasaklanamayacağı,
yurttaşların ana dillerini serbestçe konuşabilecekleri ve geliştirebileceği,
anadilde sanat ve edebiyat eserleri verebileceği, öğrenim ve eğitim
görebileceği, hiçbir dil ve kültürün aşağılanamayacağı, yok farz edilemeyeceği
ve yasaklanamayacağı anlaşılmalıdır. Savcılık, programın bu maddesini kendine
göre yorumlayarak "Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri
korumak, geliştirmek ve yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti üzerinde azınlıklar
yaratarak" demek suretiyle Emek Partisi'nin azınlık yaratmak amacı
güttüğünü ileri sürüyor.
Emek
Partisi azınlık yaratmak istememektedir. Zaten ulus, milliyet, azınlık gibi
toplumsal yapılar, sosyolojik olaylar olup sun'i olarak yaratılamaz. Tarihsel
bir olgu olarak uluslar kapitalizmin şafağında tarih sahnesine çıkmışlardır.
Ulusları ya da ulusal azınlıkları, kişiler, partiler yaratmamıştır. Bu nedenle
azınlık yaratmak suçlamasını reddediyoruz. Partimizin gerçekleştirmek istediği
hedef uluslar ve ulusal azınlıklar arasında eşitliğin sağlanması, çeşitli
uluslara ve ulusal azınlıklara mensup işçi ve emekçilerin birliğinin
sağlanmasıdır.
İddianamede
sık sık Türkiye'de azınlık olmadığı vurgulanırken, aynı zamanda Lozan
Antlaşması'na göre azınlıkların olduğunun belirtilmesi başka bir çelişkidir.
İddianamede bir taraftan Lozan Antlaşması'nagöre azınlıklarolduğu söylenirken
ve antlaşmaya göre bu azınlıkların dillerini, kültürlerini koruyup, geliştirebilecekleri
güvence altına alınmışken, SPK'nın 81. maddesinde (b) bendinde Türk dilinden
veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek ve yaymak yoluyla
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratmak eylemi parti kapatma
gerekçesi sayılmaktadır. Bu da başka bir çe1işkidir.
İddianamede,
"Maddenin (a) bendinde siyasal partilere, ulusal veya .. . ırk veya dil
farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek yasaklanmıştır"
denilirken, biraz aşağıda Anayasa Mahkemesi kararlarından söz edilerek, kararda
geçen Lozan Barış Konferansı tutanaklarından alıntı yapılmıştır. "A1t
komisyon önce, etnik azınlıkların, başka bir deyimle Müslüman olan azınlıkların
da, örneğin Kürtlerin, Çerkezlerin ve Arapların tasarıdaki koruma tedbirlerinden
yararlanmalarında direnmiştir. Türk temsilci heyeti; bu azınlıkların korunmaya
ihtiyaçları olmadığını ve Türk yönetimi altında bulunmaktan tamamıyla memnun
olduklarını söylemiştir. Alt komisyon bu inandırıcı sözler üzerine koruma
tedbirlerini yalnız Müslüman olmayan azınlıklarla sınırlamayı kabul
etmiştir" deniyor. Bir taraftan azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek
yasaktır denilirken, on satır aşağıda Kürtlerin. Çerkezlerin. Arapların azın1ık
olduğu belirtiliyor.
İddianamede,
Anayasa Mahkemesi'nin "azınlık yaratmak" deyimini "vatandaş
topluluğunda azınlık hakkından yararlanmaları gerektiği düşüncesini
yaratma" olarak yorumladığı belirtilirken, hemen aşağıda "şu halde,
dillerini, kültürlerini ve sanatlarını kullanabilmeleri ve geliştirebilmelerini
istemek suretiyle bir kısmı yurttaş1arı ırk, dil ve kültür bakımından veya bu
ad altında ulus bütünlüğünden, ayrı sayına, onlarda bu bütünlükte, ayrı bir
azınlık oluşturdukları, düşünce ve bilincini yaratma ve ulus bütünlüğünün
bozulmasıyla sonuçlanabilecek yada en azından böyle bir tehlikenin belirmesine
yol açabilecek olan, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlık yaratmak
demektir." diyerek, Cumhuriyet Başsavcısı, Anayasa Mahkemesi'nin kararında
çizilen çerçeveyi de genişletmektedir.
Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın iddianamede uyguladığı yöntem, Partimizin programını istediği
gibi yorumlamak, yorumlarını program maddesi gibi değerlendirmek ve
suçlamaktır.
C-
Uygulamada Çifte Standart
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı Parti Kapatma Davası açma konusunda çifte standartlı
davranmaktadır. Partimiz "etnik kültürlere, milliyetlere ve dillere tam
özgürlük ve tam hak eşitliği" dediği için "azınlık yaratmak"
suçlaması ile hakkında kapatma davası açılmışken; 1991'de kurulan 49. DYP-CHP
hükümetinin Başkanı, Başbakan Süleyman Demirel ve Başbakan Yardımcısı Erdal
İnönü'nün Diyarbakır'a gidip "Kürt realitesini tanıyoruz" demeleri ve
hükümet programlarına "Yurttaşlar arasında kültür, düşünce, dil ve köken
farkları olması doğaldır. Çeşitli etnik, kültürel ve di1e i1işkin kimlik özelliklerini
özgürce ifade edebilecek, özenle koruyabilecek ve rahatça
geliştirebilecektir". "...:Herkesin kendi anadilini, kültürünü,
tarihini, folklorunu, dini inançlarını araştırması, koruması ve geliştirmesi
temel insan hak ve özgürlüğü kapsamı içindedir" yazmaları karşısında
Başsavcılık sessiz kalmıştır.
SHP'nin
"Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına Bakış ve Çözüm Önerileri" başlıklı MYK
raporunda kökeniyle, diliyle, kültürüyle, ulusal kimliğiyle "Kürt
Realitesini" kabul etmesi ve buna göre çözümler önermesi, Yargıtay
Başsavcılığı tarafından Parti Kapatma Davası açılmasına yeterli görülmemiştir.
SHP'nin
nisan 1993 tarihli "Öncelikli Hedefler" başlıklı bildirgesinde
"Türkiye'nin her yöresinde, her türlü düşüncenin özgürce açıklanabilmesi
için gerekli tüm önlemler alınacaktır. Kürt kökenli yurttaşlarımızın da,
düşüncelerini özgürce açıklayabilecekleri ortam ve koşullar yaratılacaktır...
İnsanlar, özgürce etnik, dolayısıyla "Kürt kimliklerini"
açıklayabilmelidir... Kürt kökenli yurttaşlarımızın, çocuklarına istediği adı
koyabilmesi, yerleşim yerlerinin geçmişteki adlarıyla anılması ve kimlikte
bütünlük gösteren öğelerin ortaya çıkmasını önleyen, yasaklanmasına neden olan
tüm engeller ortadan kaldırılacaktır... Bu çerçevede kültürün geliştirilmesinin
ve yaygınlaştırılmasının çok önemli bir kurumu olan "Kürt ve Kürdoloji
Enstitüsü" ne benzeri bilimsel kuruluşların, y asal ve idari anlamda
oluşumunu zorlaştıran, olanaksızlaştıran engeller ortadan kaldırılacaktır...
Kürt dilinin öğrenilmesini, öğretilmesini sağlamak amacıyla, özel öğretim
kurumlarının kurulması konusundaki girişimler, desteklenecektir... Kürt dili
özgürleşecektir... Televizyon ve Radyolarda Kürtçe yayın yapı1ması serbest
bırakılmalıdır." vb. çözüm önerileri sunu1muştur. Bildirgenin aslını esas
hakkında savunmamızda ekte sunacağız) Cumhuriyet Başsavcılığı SHP hakkında
kapatma davası açma gereği görmemiştir.
CHP
Grup Başkan Vekili Nihat Matkap'ın 20 Haziran 1996 tarihli basın toplantısı
metninde "4- Irk, din, dil, mezhep ve etnik köken farklılıkları kültür mozaiğimizin
zenginliğidir, anlayışından yola çıkarak, bölgede yaşayan Kürt yurttaşlarımızın
kendi kültürleri ile yaşamalarına kendi kültürlerini geliştirmelerine destek
verilmelidir. Bu çerçevede;
Özel
televizyon ve radyoların Kürtçe yayın yapmaları önündeki engeller
kaldırılmalıdır.
-
Kürt yurttaşların ana dilini geliştirmeleri için özel okul kurulmasına izin
verilmelidir.
-
Kürt Enstitüsü kurulmasına izin verilmelidir." yazılmaktadır.CHP bu
görüşlerini çeşitli yerlerde ve birçok defa söylemesine karşın, CHP hakkında da
kapatma davası açılmamıştır.
Müteveffa
Cumhurbaşkanı Turgut Özal "Kuzey Irak'tan gelen Kürtler bizim ülkemizin
Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgelerindeki vatandaşlarımızın akrabalarıdır"
daha sonra "... Ben de Kürt kanı olabilir" ve nihayet "federasyon
bile tartışılabilir" demiştir.
İçişleri
Bakanı ve DYP yöneticisi İsmet Sezgin 23.03.1993 tarihli SHOW TV'deki açık
oturumda Kürtlerin kimlik, dil ve kültürel özgürlüklerine ilişkin sorunların
tartışıldığını Anayasa1 değişiklik1er yapılacağını söylemiş, fakat DYP'ye
kapatma davası açılmamıştır.
DYP
Genel Başkanı ve eski Başbakan Tansu Çiller Kürtler için Bask Modelinin
düşünülebileceğini söylemiş, fakat DYP hakkında kapatma davası açılmamıştır.
ANAP
Genel Başkanı Mesut Yılmaz; Kürtçe eğitim yapılabileceğini, Kürtçe eğitim yapan
okullar açılabileceğini ve Kürtçe televizyon yayını yapılabileceğini söylemiş,
fakat ANAP hakkında kapatma davası açılmamıştır.
Bu
örneklerden de anlaşılacağı gibi, başka birçok parti, Cumhuriyet Başsavcısı'nın
iddianamede parti kapatma gerekçesi olarak sunduğu düşünceleri yazmış,
açıklamış iken, bu partiler aleyhine kapatma davası açılmamış. fakat Partimiz
aleyhine parti kapatma davası açılması için programımızda yazılanlar bahane
edilmiştir. Bizce, partimiz hakkında açılan kapatma davasının asıl gerekçesi,
partimizin işçilerin ve emekçilerin haklarını savunması ve bir işçi ve emekçi
partisi olmasıdır.
D-
Açılan Dava Uluslararası Sözleşmelere de Aykırıdır
Türkiye,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini (İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya
Dair Sözleşme), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) Süreci
kapsamında 1975 tarihli Helsinki Nihaî Senedini ve bunu izleyen toplantılarda
alınan kararlar ve 1990 tarihli yeni bir Avrupa İçin Paris Yasası (şartı)'nı
kabul etmiş. İç hukukunu uluslararası hukukla bütün1eşmeye zorlayan belgelere
uyacağını taahhüt etmiştir. Bu durumda, Türkiye'nin iç hukukunu Avrupa Hukuku
kurallarına uydurması zorunludur. Anayasa Mahkemesi bazı kararlarında hukukun
genel kurallarının Anayasa kurallarından da önce geldiği belirtilmiştir.
Helsinki
Nihai Senedi'nin 7. ilkesi düşünce, vicdan, din ve inanç özgürlüklerini de
kapsamak üzere, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı esasını
öngörmektedir. 7. ilke "halkların haklarının eşitliği ve kaderlerini
kendilerini saptamaları hakkı" ile ilgilidir. Paris Yasasına (şartına)
göre ise, "İnsan hakları ve temel özgürlükler, tüm insanların doğumları
ile birlikte iktisap ettikleri vazgeçilmez haklardır ve yasalarla garanti
altına alınmıştır. Bunların korunması ve geliştirilmesi devletin başta gelen
görevidir.... Demokratik yönetim düzenli olarak yapılan hür ve adil seçimlerle
ifadesini bulan halk iradesine dayanır. Demokrasinin temelinde insana saygı ve
hukukun üstünlüğü yatar. Demokrasi, ifade özgürlüğünü, toplumun her kesimine
karşı hoşgörünün ve herkes için fırsat eşitliğinin en iyi güvencesidir."
Bu
sözleşmeyi imzalayan devletler, "Ayrım gözetmeksizin herkesin düşünce, din
ya da inanç ve anlatım özgürlüğüne, örgütlenme ve toplantı düzenleme
özgürlüğüne... sahip olduğunu"; "ulusal azınlıkların etnik ve
kültürel dil ve dini kimliklerinin korunacağını, ulusal azınlıklara mensup
kişilerin bu kimliklerini ayrıma tabi tutmaksızın ve yasa önünde tam bir
eşitlikle hür olarak beyan etmeye, korumaya ve geliştirmeye hakları
olduğunu" doğrulamaktadır.
Paris
Yasası ile Helsinki Nihai Senedi'nin on ilkesine tam bir sadakatle uyulacağı
ayrıca taahhüt edilmiştir.
Türkiye,
bir taraftan yukarda sözünü ettiğimiz uluslararası sözleşmeleri imzalayarak
taahhütlerde bulunmakta, diğer taraftan bu sözleşmelere aykırı Anayasa ve
Siyasi Partiler Kanunu'nu en katı biçimde uygulamaya devam etmektedir.
Anayasa
Mahkemesi, parti kapatma davalarında karar verirken, ilk derece mahkemesinden
farklı olarak, Anayasa'nın ya da Siyasî Partiler Kanunu'nun belirli bir
kuralının belirli bir eyleme uygulanmasından çok Anayasa'nın temel ilkelerini,
uluslararası sözleşmeleri ve bu davaların yukarıda açıklanan özelliklerini göz
önünde tutularak karar vermek durumundadır.
Anayasa
Mahkemesi kimi kararlarında hukukun genel kurallarının Anayasa kurallarından da
önde geldiğini belirlemiştir. Bunun yanında uluslararası sözleşmelere dayalı
ulusalüstü bir hukukun varlığı ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Mahkemesi
gibi kimi ulusalüstü (supra national) organların verdiği kararların
bağlayıcı1ığı ve insan haklarının ortak değer olarak korunması anlayışının
Anayasa Mahkemesi'nin getireceği yorumlardaki çağdaş niteliği belirleyen
ölçütler haline dönüştüğü kimi Anayasa Mahkemesi üyeleri tarafından da
savunulmuştur. Mahkemeniz, karar verirken bu hususları da göz önüne almalıdır.
E-
Emek Partisi Kardeşçe ve Özgür Bir1iğin Partisidir
Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın iddiasına göre; Emek Partisi, Türklerden ayrı bir ulus
yaratmaya kalkışarak bölücülük yapmakta, Türk ulusunun bünyesinde ulusal
haklardan tam olarak yararlanan bir topluluğu, Kürtleri; azınlık durumuna
düşürmek istemekte, dolayısıyla, Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu gereğince
kapatılmayı hak etmektedir.
Gerçekte
Emek Partisi, çoktan delinmiş bir kurşun örtünün altından artık herkesçe
görünen bir gerçeğe, bir kez daha, işçiler ve emekçiler adına işaret etmekten
başka bir şey yapmamıştır. Programında yer verdiği düşüncelerin hiç biri,
Türkiye'de ilk kez söylenen şeyler değildir. Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi
sınırları içinde kendilerine özgü kimlikleriyle, dilleri ve kültürleriyle
Kürtlerin yaşadığını ve günümüzde çok boyutlu özel bir sorunun konusu
olduklarını bugün artık hiç kimse inkar edemiyor.
Sosyaldemokrat
Halkçı Parti, 1990 yılı temmuz ayında yayınladığı "Doğu ve Güneydoğu
Sorunlarına Bakış ve Çözüm önerileri" başlıklı raporunda, İstanbul Ticaret
ve Sanayi Odası 1996 yılında Prof. Doğu Ergil'e hazırlattığı raporda, Sakıp
Sabancı, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası'nın düzenlediği toplantıda,
müteveffa Cumhurbaşkanı Turgut Özal çeşitli konuşmalarında, bugün Emek
Partisi'nin kapatılmasına gerekçe yapılmak istenen terim ve kavramları
defalarca kullanmışlardır.
Kamuoyu,
bütün iletişim kanallarında, her gün, her dakika bu terimleri ve kavramları
duymakta, kullanmakta ve bunların işaret ettiği sorunlar üzerine
tartışmaktadır. Bunların hiçbiri hakkında soruşturmaya gerek duyulmazken, Emek
Partisi hakkında kapatma talep edilebilmektedir.
Bu
öğretici tablodan çıkarılabilecek sonuç, Kürt sorunu üzerine konuşmanın ve
çözüm önermenin yalnızca bazı kuruluşlar ve yurttaşlar için serbest, diğer
bazıları içinse kesinlikle yasak olduğudur. Daha açık bir deyişle. Kürt sorunu
üzerine konuşmak, y öneticiler ve sermaye sahipleri için serbest, işçilerin ve
emekçilerin partisine yasaktır. Bütün vatandaşlık haklarına ve hukukuna aykırı
olan böyle bir mantığın. geçerli kabul edilebileceğine inanmak zordur.
Böylece,
bu davanın dayandığı mantığın bir tek açıklaması olabilir. Bu dava, Anayasa ve
Siyasi Partiler Kanunu hükümlerine göre değil, toplumsal ilişkiler ve
çatışmalar esasına göre açılmıştır ve hukuki olmaktan çok siyasi bir nitelik
taşımaktadır. Öyleyse, kamuoyu, gösterilen unsurların, partimizin
kapatılmasının gerçek gerekçeleri olduğuna hiç bir zaman inanmayacaktır.
Partimiz,
geçersiz "bölücülük" suçlamasının arkasında, işçi ve emekçilerin
siyaset yapma haklanın yasaklanması talebinin bulunduğunu görmektedir, bunu
Türkiye ve bütün dünya kamuoyu da görecektir.
Partimizin
kapatılmak istenmesinin asıl nedeni, siyasetin dışına itilmiş ve seyirci
durumuna sokulmuş milyonlarca işçi ve emekçinin ülkelerinin kaderine el koymak,
onu gerçekten özgür kılma ve üzerinde yaşayanların kardeşçe birliğini sağlamak
için ayağa kalkışını temsil ediyor olmasıdır.
Sonuç
: Yukarıda açıklamaya çalıştığımız nedenlerle, Emek Partisi'nin kapatılmasına
ilişkin davanın reddine karar verilmesini dileriz." denilmiştir.
III-
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI'NIN ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 27.6.1996 günlü, SP.83 Hz.1996/137 sayılı esas
hakkındaki görüşünde:
"Emek
Partisi hakkında 22.5.1996 günlü iddianame ile açılan kapatma davası
dolayısıyla Yüksek Mahkemenizden istenilen esas hakkındaki görüşümüzle birlikte
davalı parti savunmanlarının 24.6.1996 günlü ön savunmalarında değinilen
noktalara verilen yanıtlar aşağıda sunulmuştur.
1-
Anayasa ve Siyasî Partiler Yasası'nda (bundan böyle SPY olarak anılacaktır.)
birtakım değişiklik yapılması nedeniyle orijinal halinden uzaklaşılmış olmakla
SPY.nın Anayasa'ya aykırılığının incelenmesi ve anılan Yasa'nın 78. ve 8l.
maddelerinin Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerine aykırı olduğu savı;
Bu
savın yanıtlanmasında, konu ile Anayasa'nın geçici 15. maddesi arasındaki
ilişki öncelikle incelenmelidir. Sözü edilen maddenin son fıkrasında birinci
fıkrada belirtilen 12.9.1980 tarihinden ilk genel seçimler sonucu toplanacak
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Başkanlık Divanı'nı oluşturuncaya kadar
geçecek süreye gönderme yapılarak, bu dönem içinde çıkarılan yasaların, yasa
hükmünde kararnamelerin ve 2324 sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Yasa uyarınca
alınan karar ve tasarrufların Anayasa'ya aykırılığının iddia edilemeyeceği
belirtilmiş ve böylece yetkili organca kaldırılıncaya veya değiştirilinceye kadar
Anayasa'ya uygunluk denetimi yoluyla bu hükümlerin tartışılmasının önlenmesi
biçiminde bir siyasal tercih ortaya konmuştur.
22.4.1983
tarihinde kabul edilmiş olan SPY. 12.9.1980 ile 6.11 .1983 tarihinde yapılmış
olan ilk genel seçimden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının
oluşması arasındaki dönemde kabul edilmiş olduğundan, geçici 15. Maddenin son
fıkrası kapsamında bulunmaktadır. Böyle olunca, Anayasal koruma altına alınmış
olan söz konusu Yasa'nın tümünün ya da kimi maddelerinin Anayasa'ya aykırılığı
ileri sürülemez.
Öte
yandan, SPY'nın getirdiği yasaklar ve dolayısıyla 78. ve 81. maddelerde
öngörülen kısıtlamalar, Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinde yer alan kapatma
nedenlerinin somutlaştırılması, başka deyişle bu kapatma nedenlerinin beliriş
ortaya çıkış biçimleri olarak düşünülmelidir. Bu hükümler ilkesinin
siyasal partiler yönünden öngörülmüş yaptırımları demektir. Çünkü, Anayasa'nın
69. maddesinin son fıkrasında, "siyasal partilerin kuruluş ve çalışmaları,
denetleme ve kapatılmaları ile siyasî partilerin ve adayların seçim harcamaları
ve usulleri yukarıdaki esaslar çerçevesinde kanunla düzenlenir." kuralı
getirilmiş, yasakoyucu da SPY.ndaki yasaklamaları kabul etmek suretiyle
Anayasa'da öngörülen düzenlemeyi gerçekleştirmiştir. Yüksek Mahkemeniz de
kararlarında bu sonuca vardığı gibi 23.10.1983 gün ve Esas : 1983/2 (Siyasî
Parti Kapatma), Karar : 1983/2 sayılı kararında siyasî parti kapatma
nedenlerinin yasa ile düzenlenmesi ödevinin yasakoyucuya doğrudan doğruya
yüklenmeyip, ancak Anayasa maddelerine dayanan yetkisine göre Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nin bu konuda da Anayasa'ya aykırı olmayan kurallar koymasına
hukukça engel olmadığı. Anayasa'nın belirli maddesinde çizilen sınırlar içinde
kalarak, orada belirtilen ilkelerin doğrultusunda siyasa1 partilerin kapatı1ma
neden1erine ilişkin bir takım kurallar koyabileceği kabul edilmektedir.
Belirtilen
nedenlerle SPY.nın 78. ve 81. maddelerini Anayasa'ya aykırı olduğu savı yerinde
değildir.
2-
Davanın SPY.nın 9. maddesine aykırı olarak açı1dığı iddiası:
Anılan
Yasa'nın sistematiğine göre, 9. maddenin, siyasî partilerin teşkilatlanması
başlıklı ikinci kısmının, kuruluş aşamasına ilişkin hükümleri içeren birinci
bölümünde yer aldığı ve matlabını
taşıdığı görülmektedir. Bu madde hükmü uyarınca, Cumhuriyet Başsavcılığı,
kurulan partilerin tüzük ve programlarının ve kurucularının hukuki durumlarının
Anayasa ve yasa hükümlerine uygunluğunu ve belgelerin tamam olup olmadığını
inceler. Bunlarda herhangi bir eksikliğin tespit edilmesi halinde giderilmesini,
ayrıca ek bilgi veya belgeye lüzum görürse gönderilmesini ister. Eksikliğin
belirli süre içinde giderilmemesi ya da istenen ek bilgi ve belgelerin
gönderilmemesi halinde, siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin hükümler
uygulanır. Bu hükümle Cumhuriyet Başsavcılığının partileri denetleme görevinin
içeriği ve sınırları belirlenmiş olmaktadır. Şu halde, kurulan partilerin tüzük
ve programlarının ve kurucularının hukuksal durumlarının Anayasa ve yasa
hükümlerine aykırı olması ile verilmesi gerekli bilgi ve belgelerde eksiklikler
tespit edilmesi durumları arasında fark gözetilmiş ve her biri ayrı hukuksal
sonuçlara bağlanmış olmaktadır. Yani, Cumhuriyet Başsavcılığınca tespit edilen
eksikliklerin giderilmesi, lüzumlu görülen ek bilgi ve belgelerin gönderi1mesi
yazıyla istenmedikçe, bu nedenle siyasal partilerin kapatılmasına dair
hükümlerin uygulanamamasına, başka deyişle yazılı istemin dava açmanın ön
koşulu niteliğinde olmasına karşılık; kurulan partilerin tüzük ve programları
ile kurucularının hukuksal durumlarının Anayasa ve yasa hükümlerine aykırı
olmaları nedeniyle kapatılmaları için dava açılması, 104. madde hükmü dışında,
böyle bir ön koşulun varlığına bağlı tutulmamıştır.
Öte
yandan; anılan maddedeki, Cumhuriyet Başsavcılığına verilen, kuruluş aşamasında
tespit edilen eksikliklerin giderilmesi ya da gerekli görülen ek bilgi ve
belgelerin gönderilmesi için yazılı istemde bulunma ödevinin, tüzük ve
programlarının tamamen veya kısmen SPY.nın dördüncü kısmındaki yasaklamalara
aykırı olması halinde de geçerli olduğu kabul edilecek olursa, bu koşul yerine
getirilmedikçe 100. ve 101. maddelerdeki nedenlerle doğrudan kapatma davası
açılması olanaksız hale gelecektir ki böyle bir sonucun SPY.nın kabul ettiği
esaslarla çeliştiğinde kuşku yoktur. Yüksek Mahkemenizin 25.10.1983 gün, E.
1983/2 (Parti Kapatma), K. 1983/2 sayılı; 8.12.1988 gün, E. 1988/2 (Siyasî
Parti Kapatma) sayılı kararları da bu yoldadır. Bu durum karşısında, Cumhuriyet
Başsavcılığınızca davalı parti hakkında açılmış olan dava, SPY.nın dördüncü
kısmında yer alan 78. maddenin (a) bendi, 81. maddenin (a) ve (b) bentlerine
dayanmakta olup, 101. maddenin (a) bendi gereğince kapatılması istenmekte
olduğundan, davanın SPY.nın 9. maddesi gereğince Cumhuriyet Başsavcılığımızca
uyarı yapılmadan açılmış olduğuna ilişkin davalı partinin savunması yerinde
değildir.
Ayrıca
parti programının yasaklanan amacı taşıyan bölümünün sonradan değiştirilmiş
olması ya da partinin bu yasak amaç doğrultusunda bir faaliyetinin olup
olmaması da sonucu değiştirmeyecektir.
3-
Davanın esasına gelince; davanın yasal dayanakları gerekçeleri ve kanıt
durumundaki parti programı iddianamede açıkça ve ayrıntılı biçimde ortaya
konmuş, içerikleri çözümlenmiş, Anayasa ve SPY.nda düzenlenmiş olan davayla
ilgili kapatma nedenleri öğreti ve artık kökleşmiş bir nitelik kazanmış olan
Yüksek Mahkememizin uygulamaları ışığında açıklanmış, buna göre davalı siyasi
partinin kapatılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Davanın ilerleyişinde de
bir değişiklik meydana gelmediğinden sonuç bağlamında yeni bir husus
bildirilecek değildir.
Ancak;
Anayasa'nın 90. maddesine dolaylı olarak atıf yapılarak, iç hukuk kuralı haline
gelmiş bazı uluslararası sözleşme hükümleri karşısında, kapatma davasının yasal
dayanaklarının bulunmadığı da ön savunmada belirtilmiş olduğundan bu konuda
Cumhuriyet Başsavcılığımızın görüşünün kısaca açıklanmasına gerek görülmüştür.
Helsinki
Sonuç Belgesi ile Yeni Bir Avrupa İçin Paris Antlaşması (Şartı)nın hukuksal
niteliği ve ana hatlarıyla ilkeleri ve hedefleri devletin ülkesi ve ulusuyla
tümlüğünü bozmaya yönelik girişimlere olanak veren hükümler taşımamaktadır. Ön
savunmada belirtilen İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri korumaya Dair
Sözleşme'ye gelince, bu sözleşme genel olarak, İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesindeki kişisel ve siyasal hakları güvence altına almaktaysa da bu
sözleşme ve eki protokollerde azınlıklar ve etnik gruplara ilişkin bir hüküm
bulunmamaktadır. Sözü edilen her iki uluslararası metinde düzenlenmiş olan hak
ve özgürlükler Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına dahil edilmişlerdir. Kaldı ki,
bu belgelerdeki hak ve özgürlükler sınırsız da değildir.
İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 29. maddesinde, "Herkes haklarını
kullanmak ve hürriyetlerden istifade etmek hususlarında ancak kanun ile sırf
başkalarının hak ve hürriyetlerinin tanınmasını ve bunlara saygı gösterilmesini
sağlamak maksadıyla ve demokratik bir cemiyette ahlak, nizam ve genel refahın
muhik icaplarını karşı1aınak için tespit edilmiş kayıtlamalara tabidir."
denilmiş, 30. maddesinde de, "İşbu beyannamenin hiç bir hükmü, içinde ilan
olunan hak ve hürriyetlerin bir devlet, zümre veya fert tarafından yok
edilmesini güden bir faaliyete girişmeye veya bilfiil bunu işlemeye herhangi
bir hak gerektirir mahiyette yorumlanamaz." hükmü getirilmiştir. İnsan Haklarını
ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi'nin 11. maddesinin ikinci fıkrası da,
"Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplulukta zaruri tedbir1er
mahiyetinde olarak milli güvenliğin, amme emniyetinin, nizamı muhafazanın,
suçun önlenmesinin sağlığın ve ahlakın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin
korunması için ve ancak kanunla tahdide tabi tutulur.
Bu
madde, hakların kullanılmasında idare, silahlı kuvvetler veya zabıta
mensuplarının muhik tahditler koymasına mani değildir." şeklindeki hükmü
ile sözleşmede yer alan hak ve hürriyetlerin ulusal güvenlik, kamu güvenliği ve
düzenin korunması vs. amaçlarıyla sınırlanabileceğini kabul etmiş, 17.
maddesinde de, "bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri bir devlete, topluluğa
veya ferde işbu sözleşmede tanınan hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya
mezkur sözleşmede derpiş edildiğinden daha geniş ölçüde tahditlere tabi
tutulmasını istihdaf eden bir faaliyete girişmeye veya harekette bulunmaya
matuf herhangi bir hak sağlandığı şek1inde tefsir edilemez." kuralını
getirmiştir.
Anayasa
ve SPY.nda öngörülen, siyasal partilere ilişkin yasaklamalar; sözleşmede yer
alan özgürlükleri kaldırıp azaltma an1amında ve demokratik toplum düzeninin
gereklerine aykırı görülemez. Bunlar, uluslararası hukukta var olan egemenliği,
ülke ve ulus bütünlüğünü korumaya, ırkçılığa dayalı bölünmeleri önlemeğe
yöneliktir.
Davalı
parti, İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin 11.
maddesinin ikinci fıkrası ile 17. maddesinde düzenlenmiş olan kurallarla
bağdaşmayacak biçimde faaliyette bulunmuştur.
Yüksek
Mahkemeniz de, parti kapatılması ile ilgili kararlarında davanın konusuy la
ilgili olarak sözü edilen uluslararası belgeleri aynı biçimde yorumlamıştır.
Sonuç
ve İstem:
22.5.1996
günlü iddianamemizde yasal dayanakları gerekçeleriyle açıklandığı üzere, davalı
Emek Partisi programının, Anayasa'nın Başlangıç kısmı ile 2., 3., 14., 69.
maddelerine ve SPY.nın 78. maddesinin (a) bendine, 8l. maddesinin (a) ve (b)
bentlerine aykırı amaçlar taşıdığı anlaşıldığından, davalı partinin SPY.nın 101
. maddesinin (a) bendi gereğince kapatılmasına karar verilmesini arz ve talep
ederim." deni1miştir.
IV-
DAVALI SİYASİ PARTİNİN ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMASI
Emek
Partisi'nin 15.8.1996 günlü esas hak1andaki savunmasında aynen :
"1-
Usul Yönünden Savunmamız
A-
Siyasi Partiler Yasası'nın 78. ve 81. Maddeleri Anayasa'nın 68. ve 69.
Maddelerine Aykırıdır.
a)
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı esas hakkında görüşünde, Siyasi Partiler Yasası
12.09.1980 tarihi ile 06.11.1983 tarihi arasında kabul edilmiş olduğundan, Anayasanın
Geçici 15. maddesine göre, bu yasa hakkında Anayasaya aykırılığın ileri
sürülemeyeceğini, SPY'nın Anayasal horuma altına alınmış olduğunu
belirtmektedir.
Oysa;
aa)
Anayasanın Geçici 15. maddesinde, 12 E51ü1 1980 tarihinden, ilk genel seçim
sonucunda toplanacak TBMM Başkanlık Divanı oluşturuluncaya kadar geçecek süre
(12.09.1980 - 06.11.1983) içinde çıkarılan yasaların, Anayasaya aykırılığı
iddia edilemez denilmektedir. 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu da bu dönem
çıkarılan kanunlardandır. Fakat, 2820 Sayılı SPK'nda kabul edildiği 22.04.1983
tarihinden bu yana, 11 kez değişiklik yapılmıştır. Yapılan değişiklikler
neticesinde, SPK'nun ilk hali ile şimdiki hali aynı deildir. Bu haliyle,
SPK'nun orijinal kanun olduğu ileri sürülemez. Bu nedenle, SPK'nun Anayasanın
I5. maddesi korumasında olduğu kabul edilemez.
bb)
Anayasa da yürürlüğe girdii tarihten sonra çeşitli değişikliklere uğramıştır.
Anayasanın 23.07.1995 tarihli (Kanun no: 4121, RG. 26.07.1995) değişikliğinde;
Anayasanın söz konusu 68. ve 69. madde1erde de değişiklik yapılmıştır.
b)
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı esas hakkında görüşünde, "Öte yandan,
SPK'nun getirdiği yasaklar ve dolayısıyla 78. ve 8l. maddelerde öngörülen
kısıtlamalar, Anayasanın 68. ve 69. maddelerinde yer alan kapatma nedenlerinin
somutlaştırılması, başka deyişle bu kapatma nedenlerinin beliriş, ortaya çıkış
biçimleri olarak düşünülmelidir. Bu hükümler "ulusal devlet niteliğinin
korunması" ilkesinin siyasal partiler yönünden öngörülmüş yaptırımları
demektir." savını ileri sürmektedir.
Siyasi
partilerin uyacakları esaslar Anayasanın 69. maddesinde belirtilmiştir.
Partiler, Anayasanın 69. maddesinde belirtilen genel sınırlamalar dışına
çıkamazlar. Siyasi Partiler Kanunu'nun 78. ve 81. maddeleri Anayasanın 68. ve
69. maddelerinde belirtilen sınırları genişletmiştir. SPK'nun 78. maddesi;
Anayasanın başlangıç kısmında ideolojik bir manifesto niteliği taşıyan ve
23.07.1995 tarih ve 4121/1 md. ile yürürlükten kaldırılan "esaslara"
aykırılığı kapatma nedeni saymıştır. Ayrıca, Anayasanın 68. ve 69. maddelerinde
belirtilmeyen; dil, bayrak, milli marş ve başkente ilişkin hususları da kapatma
nedenleri arasında sayması SPK'nun 78. maddesinin Anayasadaki sınırların
genişletilmesi ve Anayasaya aykırılık hususunda bir örnektir.
SPK'nun
8l. maddesinde de Anayasanın kapatma nedenleri dışına çıkılmıştır. Milli veya
dini kültür veya mezhep veya dil farklılığına dayanan azınlıkların bulunduğu ve
bunlar arasında ayrım gözetilemeyeceği hükmü, Anayasası'nın 20. maddesinde
belirtilmişken, SPK'nun 81. maddesinde azınlıklardan söz etmek kapatma nedeni
olarak belirtilmiştir.
c)
Anayasa Mahkemesi Üyesi Yılmaz Aliefendioğlu, Siyasi Parti-Kapatma Davası
1991/2 E, 1992/1 K, karşıoy yazısında şöyle demektedir: "Bir döneme ait
kimi yasama işlemlerinin Anayasal denetimin dışında kalması ve bu denetim
yasağına zamanla bir sınır getirilmemesi, Cumhuriyetin hukuk devleti olma
niteliğini zedeler ve Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun
icaplarıyla belirlenen hukuk düzeninin dışına çıkılması sonucunu doğurur."
"Anayasanın
1l. maddesinde, Anayasanın üstünlüğü, "kanunlar Anayasaya aykırı
olamaz" biçiminde bir kuralla belirlenmiştir. 148. maddeye göre ise,
Anayasa Mahkemesi yasaların, KHK'lerin ve TBMM İçtüzüğünün Anayasaya
uygunluğunu denetlemekle görevlendirilmiştir.
Geçici
15. madde, Anayasanın yukarıda sözü edilen temel maddeleriyle çatışmaktadır. Bu
geçici maddenin, sürekli bir kural olarak kabulü durumunda, Anayasanın
öngördüğü hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve Anayasal denetimle ilgili
temel kurallar, bu dönemde çıkan yasalar ve KHK'ler yönünden, Anayasa
işlerliğini kaybetmekte, söz konusu yasama işlemleri "hürriyetçi demokrasi
ve bunun icaplarıyla belirlermiş hukuk düzeninin" dışında kalmaktadır.
"Geçici
bir maddenin, Anayasanın temel kurallarını süresiz işlemez hale getirmesi
Anayasal sistemle bağdaşmayacağı gibi, maddenin geçicilik özelliğine de uygun
düşmez. Doğaldır ki, maddenin hükmü de geçici olmalıdır."
"...Geçici
15. maddedeki "Anayasaya aykırılığın iddia edilemeyeceğine" ilişkin
kuralın 06.12.1983 tarihine kadar geçerli olduğunu düşünmekteyim."
"Anayasa
Mahkemesi, bu konuda değişik kararlar vermiş olmakla beraber, kimi
kararlarında, 1961 Anayasasının geçici 4. maddesine karşın, işin esasına
girerek, Anayasaya aykırı kuralın ihmal edilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.
özel1ikle, ispat haklarıyla ilgili 6.5.1982 günlü, E. 1981/8, K. 1982/3 sayılı
kararında "Yasakoyucunun, geçici 7. maddesindeki buyruğu yerine
getirmemesi ve Türk Ceza Kanunu'nun 481. maddesindeki Anayasaya aykırı1ığı giderecek
yasayı çıkarmaması ve iptal ile itiraz yollarının da geçici 4. maddenin üçüncü
fıkrasına göre tıkanmış olması karşısında, kısıtlı kalan anayasal ispat
hakkının bu içeriği ile uygulanmasının sürüp gitmesi artık
düşünülemeyeceğinden, mahkemelerce, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcı
niteliğini açıklayan 8. maddenin ikinci fıkrasına dayanarak, 48l. maddenin
birinci fıkrasındaki ispat hakkını sınırlayıcı hükümlerin bir yana bırakılması
ve kurallar kademesinde en üst düzeyde bulunan Anayasanın 34. maddesindeki hükmün
doğrudan uygulanması gerekmektedir." denilerek bu görüş açık biçimde ifade
edilmiştir.
Anayasaya
uygunluğu sağlamakla görevli Anayasa Mahkemesi'nin işlevi, anayasal yargıdaki
tıkanıklığı aşmayı, Anayasanın teme1 hak ve özgürlüklerini koruyan birçok maddesinin
uygulanamaz hale gelmesine neden olan Geçici 15. maddenin yarattığı sorunu
çağdaş yorumla çözümlemeyi gerektirir. Anayasa Mahkemesi, Anayasaya açıkça
aykırı olan kuralları, Anayasanın geçici bir maddesi nedeniyle de olsa, korur
duruma girmemelidir.
Açıklanan
nedenlerle bu dönemde yayımlanan 24.4.1983 günlü, 2820 sayılı Siyasi Partiler
Yasası'nın 78. ve 81. maddelerine karşı yöneltilen Anayasaya aykırılık savının
incelenmesi, Anayasaya aykırı bulunması durumunda iptal ya da ihmal edilmesi
gerekir."
Bizce,
Yılmaz Aliefendioğlu'nun görüşü Anayasa Mahkemesi'nin işlevini açıkça
belirtmektedir. Biz de, bu görüşe katılıyoruz.
d)
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız nedenlerle, Mahkemeniz öncelikle SPK'nun 78.
ve 81. maddelerinin, Anayasanın 68. ve 69. maddelerine aykırılığı hususundaki
itirazlarımızı incelemesi ve bu hususta karar verilinceye kadar, konunun
bekletici mesele sayılarak, Parti Kapatma Davası'nın bekletilmesine karar
verilmesini ve Anayasaya aykırı o1an SPK'nun 78. ve 81. maddelerinin iptaline
karar verilmesini diliyoruz.
B-
Dava, SPK'nun 9. Maddesine Aykırı Olarak Açılmıştır.
Siyasi
Partiler Kanunu'nun 9. maddesinde "Cumhuriyet Başsavcılığı kurulan
partilerin tüzük ve programlarının ve kurucularının hukuki durumlarının
Anayasaya ve kanun hükümlerine uygunluğunu ve belgelerin tamam olup olmadığını,
kuruluşlarını takiben öncelikle ve ivedilikle inceler. Tespit ettiği
noksanlıkların giderilmesini .. ister" denilmektedir. Görüleceği gibi,
SPK'da açıkça Cumhuriyet Başsavcılığının kurulan partilerin programlarının
Anayasaya ve kanun hükümlerine uygunluğunu öncelikle ve ivedilikle inceleyeceği
ve tespit ettiği noksanlıkları otuz gün içinde gidermesini sözkonusu partiden
isteyeceği hükmü mevcuttur.
Bu
maddenin (9. madde) dayanağı, Anayasa'nın 69. maddesinin 5. bendidir.
Anayasanın 69/5. ınaddesinde tüzük ve program birlikte ve eşit olarak ele
alınmakta ve program ve tüzüğün 68/4. ınaddeye aykırı olamayacağı
belirtilmektedir. Anayasanın 69/5 ve SPK'nun 9. ınaddesini birlikte ele
aldığımızda, bu maddelerin siyasi partilere güvence sağladığı görülecektir. Bu
maddelerle siyasi partilere açıklama ve düzeltme o1anağı verilerek partinin
kapatılma davasıyla yüzyüze gelmesi engellenmek istemiştir.
SPK'nun
9. madde hükmüne göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın denetimi, sadece
şekli hususları değil, "Anayasa ve kanun hükümlerine uygunluğu" da
kapsaınaktadır.
Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın Emek Partisi'ne 30 gün1ük düzeltme süresi ver-neden kapanına
davası açması SPK'na aykırıdır.
Anayasa
Mahkemesi, 1991/2 E., 1992/1 K. ve 10.07.1992 tarihli Sosyalist Parti'nin
kapatılması hakkındaki kararında "Bu nedenle davanın, 2820 Sayılı Siyasi
Partiler Yasası'nın 9. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca
uyarı yapılmadan açılmış bulunduğu yolundaki davalı parti savunması, davanın
2820 sayılı Yasa'nın 4. kısmında yasaklanan parti faaliyetlerinden
kaynaklanması nedeniyle yerinde değildir." demiştir. Bu karardan, parti
faaliyetleri dışında, program ve tüzükte Anayasa ve kanunlara aykırılık
nedeniyle kapatma davası açıldığında, Başsavcılığın partiyi uyarması gerekir
sonucu çıkmaktadır.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın esas hakkında görüşünde, "Şu halde, kurulan
partilerin tüzük ve programlarının ve kurucularının hukuksal durumlarının
Anayasa ve yasa hükümlerine aykırı olması ile verilmesi gerekli bilgi ve
belgelerde eksiklikler tespit edilmesi durumları arasında fark gözetilmiş ve
her biri ayrı hukuksal sonuçlara bağlanmış olmaktadır. Yani. Cumhuriyet
Başsavcılığınca tespit edilen eksikliklerin giderilmesi, lüzumlu görülen ek
bilgi ve belgelerin gönderilmesi yazıyla istenmedikçe, bu nedenle siyasal
partilerin kapatılmasına dair hükümlerin uygulanamamasına, başka deyişle yazılı
istemin dava açmanın ön koşulu niteliğinde olmasına karşılık; kurulan
partilerin tüzük ve programları ile kurucularının hukuksal durumlarının Anayasa
ve yasa hükümlerine aykırı olmaları nedeniyle kapatılmaları için dava açılması,
104. madde hükmü dışında, böyle bir ön koşulun varlığına bağlı
tutulmamıştır."
Başsavcılığın
bu görüşü zorlama bir yorum ile kanun hükmünü değişik uygulamak anlamına
gelmektedir. Başsavcılığın görüşünde "...tüzük ve programının ve
kurucuların hukuksal durumlarının Anayasa ve yasa hükümlerine aykırı olması ile
verilmesi gerekli bilgi ve belgelerde eksikliklerin tespit edilmesi durumları
arasında fark gözetilmiş..." demektedir. Oysa, yasa hükmünde böyle bir
fark, ayrım yoktur. Aslında, Başsavcılığın söyledikleri ile uygulamaları da
çelişmektedir. Başsavcılık, Emek Partisi'nin tüzüğünde birçok değişiklik
yapılması için Partiyi uyarmış, yine kurucularının bazılarının yasal
durumlarının uygun olmaması nedeniyle Emek Partisi'ni uyarmıştır. Başsavcılık
tüzük ve kurucuların hukuksal durumlarının yasalara aykırı olması durumlarında
farklı davranılır, yani eksiklerin ya da aykırılıkların giderilmesi istenmez,
sadece belge eksikliklerinin tamamlanması istenir derken, uygulamada tüzük ve
kurucuların durumları hakkında da Emek Partisi'ni uyarmış ve yasaya
aykırılıkların düzeltilmesini istemiştir.
Esasen,
Başsavcılığın görüşü, yasa hükmünü de değiştirmek anlamına gelmektedir. Eğer,
kanunkoyucu Başsavcılık gibi düşünseydi, yasa hükmü şöyle olurdu: Cumhuriyet
Başsavcılığı kurulan partilerin tüzük ve kurucularının hukuki durumlarının
Anayasa ve kanun hükümlerine uygunluğunu ve belgelerinin tamam olup olmadığını,
kuruluşlarını takiben öncelikle ve ivedilikle inceler. Tespit ettiği
noksanlıkların giderilmesini, lüzum göreceği ek bilgi ve belgelerin
gönderilmesini yazıyla ister. Yasa hükmünün bu şekilde olmayışı tesadüfı midir'
Bilindiği gibi, partilerin programı için SPK'nda şekli bir zorunluluk yoktur.
Parti programları için şekli bir zorunluluk olmadığına göre, Cumhuriyet
Başsavcılığı parti programındaki hangi eksikliği gidermesi için Partiyi
uyaracaktır' Sosyalist Parti'nin programında etnik grupların ve ırkların
eşitliğine ilişkin hükümler bulunduğu gerekçesi ile Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından Parti aleyhine Anayasa Mahkemesine açılan kapatma davası, Anayasa
Mahkemesi'nin 8 Aralık 1988 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Derneklerle ve
vakıflarla ilgili uygulamada dahi, derneğin program ve tüzüğü, vakfın
anasözleşmesinin düzeltilesi için dernek ve vakıf kurucuları uyarılırken ve
SPK'nda da aynı mantık sözkonusu iken; Başsavcılığın, çok açık olan yasa
hükmünü, zorlama bir yorum ile uygulamaması ve Parti kapatma davası açması Emek
Partisi'ne önyargılı bakışın ürünüdür düşüncesindeyiz. Bu düşüncemizi
Başsavcılığın şu sözleri de açıkça göstermektedir: "Ayrıca Parti
programının yasaklanan amacı taşıyan bölümünün sonradan değiştirilmiş olması ya
da partinin bu yasak amaç doğrultusunda bir faaliyetinin olup olmaması da
sonucu değiştirmeyecektir."
2-
Esas Yönünden Savunmalarımız
A-
Başsavcılık Parti Kapatma Davası Açmada Çifte Ölçüt Kullanmaktadır.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcı1ığı Parti Kapatma Davası açma konusunda çifte ölçüt
kullanmaktadır. Partimiz "etnik kültürlere, milliyetlere ve dillere tam
özgürlük ve tam hak eşitliği" dediği için "azınlık yaratmak"
suçlaması ile haklarında kapatma davası açılmış, aşağıda örneklerini vereceğimiz
diğer siyasi Partilerin konu ile ilgili faaliyetleri ve sözleri haklarında
hiçbir işlem yapılmamıştır.
25
Kasım 1991 Tarihli Hükümet (DYP ve SHP) Programından (sayfa 11):
"...yurttaşlarımız arasında kültür, düşünce, dil ve köken farkları olması
doğaldır...Çeşitli etnik, kültürel ve dile ilişkin kimlik özellikleri özgürce
ifade edilebilecek, özenle korunabilecek ve rahatça
geliştirilebilecektir."
"
..herkesin kendi anadilini, kültürünü tarihini, folklorünü, dini inançlarını
araştırması, koruması ve geliştirmesi temel insan hak ve özgürlüğü kapsamı
içindedir..."
SHP/Merkez
Yürütme Kurulu Raporu (SHP'nin Doğu ve Güneydoğu sorunlarına bakış ve çözüm
önerileri, SHP MYK, Temmuz 1990 Ankara, s. 28-43): "Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'nun bazı bölümlerinde yaşayan yurttaşların ağırlıklı bir bölümü etnik
açıdan Kürt kökenlidir..."
"Kürt
kimliğini kabul ederek kendine Kürt kökenliyim diyen yurttaşlara, bu
kişiliklerini hayatın her alanında istedikleri gibi ve özgürce belirtme hakkına
sahip olmaları olanağı sağlanacaktır..."
Emek
Partisi hakkında kapatma davası açan Başsavcılık yukarıda hükümet programından
bir alıntı yaptığımız DYP ve SHP hakkında benzer işlem yapmamıştır.
SHP'nin
Nisan 1993 tarihli "Öncelikli Hedefler" başlıklı bildirgesinde:
""Türkiye'nin her yöresinde, her türlü düşüncenin özgürce
açıklanabilmesi için gerekli tüm önlem alınacaktır. Kürt kökenli
yurttaşlarımızında, düşüncelerini özgürce açıklayabilecekleri ortam ve koşullar
yaratılacaktır... İnsanlar özgürce etnik, dolayısıyla "Kürt
Kimliklerini" açıklayabilmelidir... Kürt kökenli yurttaşlarımızın,
çocuklarına istediği adı koyabilmesi, yerleşim yerlerinin geçmişteki adlarıyla
anılması ve kimlikle bütünlük gösteren öğelerin ortaya çıkmasını önleyen,
yasaklanmasına neden olan tüm engeller ortadan kaldırılacaktır... Bu çerçevede
kültürün geliştirilmesinin ve yaygınlaştırılmasının çok önemli bir kurumu olan
"Kürt ve Kürdoloji Enstitüsü" ile benzeri bilimsel kuruluşların yasal
ve idari anlamda oluşumunu zorlaştıran, olanaksızlaştıran engeller ortadan
kaldırılacaktır... Kürt dilinin öğrenilmesini, öğretilmesini sağlamak amacıyla,
özel öğretim kurumlarının kurulması konusundaki girişimler desteklenecektir...
Kürt dili özgürleşecektir... Televizyon ve Radyolarda Kürtçe yayın yapılması
serbest bırakılmalıdır." vb. çözüm önerileri sunulmuştur. Cumhuriyet
Başsavcılığı SHP hakkında kapatma davası açma gereği görmemiştir.
CHP
Grup Başkan Vekili Nihat Matkap'ın 20 Haziran 1996 tarihli basın toplantısı
metninde "4- Irk, din, mezhep ve etnik köken farklılıkları kültür
mozayiğimizin zenginliğidir. anlayışından yola çıkarak. bölgede yaşayan Kürt
yurttaşlarımızın kendi kültürleri ile yaşamalarına kendi kültürlerini
geliştirmelerine destek verilmelidir. Bu çerçevede;
Özel
televizyon ve radyoların Kürtçe yayın yapmaları önündeki engeller
kaldırılmalıdır.
-
Kürt yurttaşların ana dilini geliştirmeleri için özel okul kurulmasına izin
verilmelidir.
-
Kürt Enstitüsü kurulmasına izin verilmelidir." yazılmaktadır. CHP bu
görüşlerini çeşitli yerlerde ve birçok defa dile getirmesine karşın,
Başsavcılık CHP hakkında kapatma davası açmamıştır.
Bu
örneklerden de anlaşılacağı gibi, başka Partiler Emek Partisi programında
kapatma gerekçesi kabul edilen konularda benzer ya da Başsavcılığın deyimi ile
"yasak amaç doğrultusunda" sözler söylemiş, yazmış fakat hiçbiri hakkında
kapatma davası açılmamıştır.
B-
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Emek Partisi Hakkında "Azınlık
Yaratmak" İddiası Dayanaksızdır.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, Emek Partisi'nin programında yer verdiği "
..etnik kültürlere, milliyetlere ve dillere tam özgürlük ve tam hak eşitliği,
Türk ve Kürtlerin eşit ve özgür birliğini güvenceye alan baştan aşağı
demokratikleşmiş bir devlet biçimi." şeklindeki çözüm önerisiyle aşağıdaki
amacı güttüğü sonucuna varmıştır: "Türkiye Devletinin Anayasasının başlangıç
kısmı ve ikinci maddesinde açıklanan Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğü ve diline dair hüküm1erini değiştirmek amacını gütmek,
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli kültür veya ırk veya dil farklılığına
dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek, Türk dilinden veya kültüründen
başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla
TürkiyeCumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün
bozulması amacını gütmek"
Başsavcılığın
yukarıdaki program maddesinden nasıl bu kadar çok amaç çıkardığını anlamak
güçtür. Programda yazılanlar çok açıktır ve yoruma ihtiyaç bırakmamaktadır.
Emek Partisi'nin programında esas o1arak ulusa1 ayrıcalık1ara ve baskılara son
verilmesi ve etnik kültürlerin, dillerin eşitliğinin sağlanması
amaçlanmaktadır. Emek Partisi, hiçbir ayrım olmadan vatandaşların haklarının
eşitliğini savunmaktadır. Programda, Türkiye'deki her ulus ve milliyetten işçi
ve emekçilerin özgürlük, eşitlik temelinde kardeşçe birliğinin sağlanması
savunulmaktadır. Emek Partisi'nin azınlık yaratmak gibi bir amacı yoktur.
Zaten, ulus, milliyet, ulusal azınlık gibi sosyal kategoriler kişiler, Partiler
vb. tarafından yaratılınaz1ar. Ulus. u1usa1 azınlık vb. sosyolojik olgular
olup, kapitaliznı1e bir1ikte tarih sahnesine çıkmış1ardır. Bu nedenle,
Partimiz. azınlık yaratma suçlamasını reddetmektedir. Partimizin savunduğu
ilke, uluslar ve ulusal azınlıklar arasında eşitlik ve kardeşliğin
sağlanmasıdır.
C-
Anayasa Mahkemesi, Bu Davada Ulusalüstü İnsan Hakları Hukuku Normlarını
Uygulamalıdır.
Bir
siyasi partinin kapatılması istemi ile açılan davada Anayasa Mahkemesi iç hukuk
normlarını uygulayacağı gibi, istem halinde veya re'sen, iç hukukun bir parçası
halindeki ulusalüstü insan hakları hukukunu, ulusalüstü yargı yerlerinin
içtihadlarında ortaya çıkan ilkeleri de uygular.
İnsan
hakları belgeleri, insan haklarını ve temel özgürlükleri düzenlemiş ve bazı
belgeler ile bu hak ve özgürlüklerin korunması için yarı-yargısal ve yargısal
organlar kurulmuştur. Ulusalüstü insan hakları hukuk belgelerinde insan
haklarını ve temel özgürlükleri düzenleyen normlar, iç hukuka içselleştirilmiş,
yani iç hukukun bir parçası haline gelmiş olmaları durumunda, u1usa1 yargı yerleri
bu norm1arı uyguIamak1a ödevlidir.
İç
hukuk normu ile u1usa1 üstü norm arasında bir çatışma sözkonusu ise, ulusal
mahkeme, ulusal üstü normu doğrudan uygular. Ulusalüstü insan hakları normları,
iç hukuka üstündür ve bağlayıcıdır. Ulusalüstü normların üstünlüğü ve
bağlayıcılığı, sadece teorik-doktriner değil, ama aynı zamanda normatif ve
pratik gerekliliğin sonucudur.
Anayasanın
siyasi partilerle ilgili hükümleri ve Siyasi Partiler Yasası hükümleri,
yasaklama ve kısıtlamalarıyla, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü alanında
ulusalüstü insan hakları hukuku normları ile çelişmektedir. Bu nedenle, Anayasa
Mahkemesi'nin Emek Partisi Kapatılma Davası'nda ulusalüstü hukuk normlarını ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin hükümlerini uygulamasını talep ediyoruz.
"Türkiye
Cumhuriyeti devleti, örneğin uluslararası bir yargı y eri olan Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'yle kurulu bulunan Mahkeme'nin vereceği kararların
bağlayıcılığını kabul etmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne göre,
Mahkeme'nin yapacağı denetim, "... sadece temel (iç hukuk) mevzuatı(nı)
değil, bağımsız bir (ulusal) mahkeme tarafından verilmiş o1sa bile, bu mevzuatı
uygulayan mahkeme kararlarını da kapsar. "(Handyside)
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, ulusal mahkemelerin ve diğer kamu makamlarının iç hukuka
göre yaptığı tasarrufları değil iç hukuktaki normatif standartların Sözleşme'ye
uygunluğunu da denetlemektedir.
Anayasa
Mahkemesi kararları da, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin yaptığı
"Sözleşme'ye uygunluk" denetimine tabi olduğuna göre, Anayasa Mahkemesi'nin
Sözleşme hükümlerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihatlarından
çıkan ilkelere göre karar vermeyi düşünmesi pratik bir gerekliliktir.
Öte
yandan, hatırlamak gerekir ki, yüksek mahkemeler, özellikle de Anayasa
Mahkemesi ürettikleri içtihadi standartlarla, yasama ve yürütme organlarına
izlemeleri gereken yolu göstermesi bakımından önem ve ağırlığa sahiptir. İnsan
haklarına dayanan demokratik bir rejimin hukuksal gereklerinin oluşturulması,
geliştiri1ınesi ve uygulamada bunlara tam anlamıyla sahip çıkılarak
kurumsallaştırılmasına katkıda bulunulması yasama ve yürütme erkinin özellikle
yürürlükteki sistemin demokratikleştirilmesi konusunda üzerine düşen
sorumluluğu tam olarak yerine getirmemesi karşısında daha büyük bir önem
taşımaktadır. Böyle bir ortamda yargıç, artık hukuksal pozitivizmin dar
kalıpları içinde devinerek karar üretemez; tersine demokratikleşmeyi
hızlandırmada payına düşen tarihsel sorumluluğun gereklerini ulusalüstü insan
hakları hukuku ile normatif ve içtihadi standartları belirlenmiş olan
"insan haklarına dayanan demokratik rejimi" üreterek yerine getirmek
durumundadır."
Anayasa
Mahkemesi, Emek Partisi'nin kapatılması davasında iç hukuk ile birlikte
ulusalüstü insan hakları hukukunu da uygulamak durumundadır. Türkiye'yi bağlayıcı
bir metin olması bakımından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin de uygulanması
söz konusudur. Anayasa Mahkemesi'nin Emek Partisi'nin kapatılmasına karar
verdiği durumda, sözleşmedeki bazı hakların ihla1 edildiği gerekçesi ile Emek
Partisi'nin, iç hukukta verilen bu karar aleyhine, Avrupa İnsan Hakları
Komisyonuna başvurma hakkı doğacaktır.
Emek
Partisi'nin kapatılması durumunda Sözleşme'nin 10 (ifade özgürlüğü), 11
(örgütlenme özgürlüğü), 17 (hakları kötüye kullanma yasağı), 18 (sınırlamaları
amaç dışı kullanma yasağı) maddeleri ve 11. Protokol 3. maddesi (serbest seçim
hakkı) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde tartışılacaktır.
Sözleşme'nin
10. ve 11. maddeleri çerçevesinde, Strasbourg organları diğer sorunlarla
birlikte ifade ve örgütlenme özgürlüğüne temas eden Emek Partisi'nin
kapatılması olayında, özellikle şu dört soruyu soracaktır: 1) İfade özgürlüğüne
bir müdahale var mıdır' Bu soruya olumsuz yanıt vermek mümkün değildir. Emek
Partisi Başsavcılığın iddianamesinde de görüldüğü gibi programındaki bir cümle
nedeniyle kapatılmak istenmektedir ve kapatma kararı verilirse de bu cümle
nedeniyle verilecektir. Partilerin ülke sorunları hakkında çözüm önerileri
sunmaları, görüş bildirmeleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmek
gerekir. 2) İfade özgürlüğünün sınırlandırılması iç hukuk tarafından öngörülmüş
müdür: Yani müdahalenin iç hukukta dayanağı var mıdır' İfade özgürlüğüne iç
hukukta sınırlama getiren birçok norm mevcuttur. Fakat, ifade özgürlüğünün
sınırlandırılması hususunda iç hukuk kuralları ile ulusalüstü hukuk normları
çelişmektedir. ülkemizdeki sınırlamalar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
sağladığı ifade özgürlüğü alanmı daraltmaktadır. 3) İç hukukta özgürlüğe
yapılan müdahale meşru birv amaca dayanmakta mıdır' lç hukukta özgürlüğe
yapılan müdahale meşru bir amaca dayanmamaktadır. 4) Müdahale "demokratik
toplumda gerekli midir' İç hukukta özgürlüklere yapılan müdahale
"demokratik toplumda" gerekli değildir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, Emek Partisi'nin programının bir cümlesine dayanarak
dava açtığı halde, esas hakkındaki görüşünde "... davalı partinin Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. maddesinin 2. fıkrası ile 17. Maddesinde
düzenlenmiş olan kurallarla bağdaşmayacak biçimde faaliyette bulunmuştur"
demektedir. Başsavcılık, bu faaliyetlerin ne olduğunu belirtmemiştir.
Sözleşmenin 17. maddesi "Bu Sözleşmedeki hiçbir hüküm, herhangi bir
Devlete, gruba veya kişiye, bu Sözleşme'de yer alan hak ve özgürlüklerden
birinin tahribini amaçlayan bir eylemde bulunma ... hakkı verdiği biçimde
yorumlanamaz" hükmünü içerir. Başsavcılık, Emek Partisi'nin hangi eylemi
ile Sözleşme'de belirtilen hakların tahribini amaçladığını be1irtmemiştir.
Başsavcılığın iddiaları tamamen dayanaksız olup, önyargıların neticesidir. Emek
Partisi Sözleşme'de yer alan hak ve özgürlüklerden birinin tahribini
amaçlanmaktadır. Sözleşme'deki hak ve özgürlüklerin birinin tahribini amaçlayan
bir eylemde bulunmamıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarına göre,
bir siyasal Partinin Sözleşme'nin 17. maddesine aykırı davrandığının ileri
sürü1ebi1mesi için; münhasıran ırk ayrımcısı, nasyonal sosyalist gibi totaliter
ideolojileri benimseyerek faaliyet gösterdiğini delillendirmek gereklidir.
Komisyon, örneğin, Glimmerveen ve Hagenbeek vak'asında, Madde 17'yi şöyle yorumlamıştır:
"Madde 17'nin genel amacı, totaliter grupları, Sözleşme'de düzenlenen
ilkeleri kendi çıkarları için istismar etmekten alıkoymaktadır. Bu amacı
gerçekleştirmek için, bu haklardan ve özgürlüklerden herhangi birisini tahrip
etmeyi amaçlayan faaliyetlerle ilişkili görülen/bulunan kimselerden, güvence
a1tına alınmış olan hakların ve özgürlüklerin hepsinin alınmasını
gerektirmez." Ayrıca belirtmek gerekir ki; Purceel vak'asında "Sinn
Fein" ve A. Association vak'asında ise "A" adlı siyasal
partiler, ulusal hukuk çerçevesinde faaliyetleri izlenmiş ve sınırlanmış, ancak
bu partiler kapatılmamıştır. Emek Partisi'nin totaliter ideolojinin savunmasını
yapmadığına göre 17. maddeye aykırılık iddiasının bu açıdan da temelsiz olduğu
açıktır. Yine Anayasa Mahkemesi'nin de bilgileri dahilinde olan Avrupa İnsan
Hakları Komisyonu'nun "Sosyalist Parti/ D. Perinçek ve İ. Kırıt ve Türkiye
Vakasında hükümetin 17. maddeye dayanmasını benimsememiş ve davayı kabul
edilebilir bulmuştur.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın sözleşmenin 11. maddesinin ikinci fıkrasına
getirdiği yorum maddenin amacını aşan tarzdadır. Anılan madde "Bu hakların
kullanılması demokratik bir toplulukta zaruri tedbirler mahiyetinde olarak,
milli güvenliğin, amme emniyetinin, nizam muhafazanın, suçun önlenmesinin,
sağlığın ve ahlakın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması için ve
ancak kanunla tahdide tabi tutulur. Bu madde, hakların kullanılmasında idare.
Silahlı Kuvvetler veya zabıta mensuplarının muhik tahditler koymasına mani
değildir" şeklindedir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı "Anayasa ve
SPY.nda öngörülen, siyasal partilere ilişkin yasaklamalar; Sözleşmede yer alan
özgürlükleri kaldırıp azaltma anlamında ve demokratik toplum düzeninin
gereklerine aykırı görülemez. Bunlar Uluslararası Hukukta varolan egemenliği,
ülke ve ulus bütünlüğünü korumaya, ırkçılığa dayalı bölümleri önlemeye
yöneliktir." demektedir. Ancak gerek SPY gerek Anayasanın siyasal
partilerle ilgili ulusalüstü hukuka aykırı düzenlemelerin 11. maddenin ikinci
fıkrasının öngördüğü sınırlama sebep1erinin sınırlılığı, meşru amaç için
kısıtlamanın zorunlu o1ması. getiri1en sınırlamanın korunması hedeflenen yarar
ile orantılı olması, öngörülen takdir yetkisinin makul biçimde, dikkatlice, iyi
niyetle kullanılıp kullanılmadığı hususlarını tartışmamıştır. Komisyon
"kamu düzeni" ve "ulusal güvenlik" kavramlarına ilişkin
olarak Castells kararında şöyle demiştir: "Bask bölgesinde dağıtılan
haftalık bir dergide yayınlanan makalesinde demokratik seçimlerle gelmiş bir
Hükümetin, Bask bölgesinde yaşayan1arı öldüren çeteleri fiilen teşvik ettiği,
desteklediği veya koruduğu izlenimi vermesi, makalede yer alan iddialar dikkate
alındığında, resmi yetkililerin halkın öfke ve intikam amaçlı muhtemel
tepkisinden doğal olarak kaygı duymasına yol açmış oIabi1ir. Bu nedenle
yetkililer, 1979'da İspanya'nın yaşadığı güç dönemde, bu tür tepkileri kontrol
etmenin zor olabileceğini düşünmekte haklıdırlar; ve bunları kamu düzenine ve
bir ölçüde ulusal güvenliğe karşı bir tehlike saymak doğru olur." Komisyon
kararında "kamu düzeni" ve "ulusal güvenlik" ölçütleri
açıkça görülmektedir. Başsavcılık Emek Partisi aleyhine bu tür somut eylemler
göstermek yerine soyut bir "ülke ve ulus bütünlüğü" ölçütünü ileri
sürmeyi yeğlemiştir. Emek Partisi'nin ırkçılığa dayalı bir bölünme öngördüğü ve
etnik kökenli nefret terörizmi teşvik ettiği söylenemez. Açı1an davanın
dayanağı yapılan ulusal normlar doğrudan düşünce ve düşüncenin ifade edilmesi
özgürlüğünü yani sözleşmenin 10. maddesini ihlal etmektedir. Burada artık 11. maddenin
ikinci fıkrasından bahsedilemez.
Ulusal
kamusal makamların "takdir yetkisini" kullanarak; aldıkları ve insan
haklarını kayıtlama/sınırlama sonucunu veren önlemler, bununla öngörülen
"meşru amacı" gerçekleştirmek için "gerekli" olmalıdır.
Başka deyişle, bir sınırlama, hedeflenen o meşru amaç için, zorunlu, kaçınılmaz
vb. özellikleri taşıyor ise, Sözleşme'nin aradığı "gereklilik"
karşılanmış olur.
Ancak
bu yetmez; "gereklilik" koşuluna uvgunlu1uk için ayrıca, alınan
önlemin, yapılan müdahalenin, kısacası insan hakkına getirilen sınırlamanın,
korunması hedeflenen yarar ile, yani amaç ile "orantılı" olması da
zorunludur.
Emek
Partisi'nin kapatılması halinde, Sözleşme'nin Madde 9, Madde 10 ihlal edilerek,
düşünce ve ifade özgürlüklerine halel getirilmiş olacaktır. Bu özgürlükler,
siyasal bir örgütlenme çerçevesinde kişilerin görüşlerinin propagandasını yapma
olanağını içerir. Partinin kapatılması ile, ayrıca, Madde 11'in ihlali ve bunun
gibi örgütlenme özgürlüklerine bir müdahale oluşturulmuş olacaktır.
Sözleşme
Madde 9, Madde 10 ve Madde 11, paragraf 2'de belirtilen kayıtlamaların,
öngörüldükleri amaç çerçevesinde uygulanmadığı, ama Türkiye'deki
demokratikleşme sürecini yavaşlatacak biçimde yorumlanıp uygulandığı ölçüde,
Sözleşme Madde 18'in ihlali söz konusu olacaktır. Anayasa Mahkemesi çeşitli
kapatma davalarında, Parti kapatılmasını meşrulaştırmak için, Sözleşme'nin
değinilen maddelerinin 2. paragraflarında belirtilen kayıtlamalara dayanarak,
Sözleşme Madde 18 bağlamında yetkilerini aşmaktadır.
Emek
Partisi hakkında kapatma kararı verildiği takdirde, Protokol No. l, Madde 3'ü
ihlal edilerek, parti üyeleri ve potansiyel seçmenin serbest seçimlere ilişkin
haklarını kullanma hakkı çiğnenmiş olacaktır.
Emek
Partisi'nin kapatılması "demokratik bir toplumda gerekli" değildir.
Emek
Partisi'nin kapatılması işçi ve emekçilerin siyaset yapması ve siyasal
tartışmaya katılmasını engelleyecektir.
Emek
Partisi'nin kapatılması, birçok siyaset adamı ve DYP, SHP, CHP vb. partilerin,
ülkenin sorunları üzerinde benzeri bir yaptırıma uğramadan görüşlerini
belirtebilmeleri nedeniyle, Partimiz bakımından Sözleşme'nin 14. maddesini
ihlal eden ayrımcı bir muamele olacaktır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından, Emek Partisi'ne temsil ettiği siyasal görüşler nedeniyle ayrımcılık
yapılmaktadır.
Sonuç
: Yukarıda açıklamaya çalıştığımız neden1erle, Emek Partisi'nin kapatılmasına
ilişkin davanın reddine karar verilmesini dileriz." denilmektedir.
V-
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI'NIN SÖZLÜ AÇIKLAMASI İLE DAVALI PARTİ
TEMSİLCİSİNİN SÖZLÜ SAVUNMASININ DİNLENİLMESİ
Anayasa'nın
149. maddesinin son fıkrası ile 2949 sayılı Yasa'nın 33. Maddesi uyarınca
7.10.1996 gününde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın sözlü açıklaması ile
davalı Siyasî Parti temsilcisinin sözlü savunmaları dinlenilmiştir.
A-
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Sözlü Açıklaması
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı'nın raporlu olması nedeniyle yerine vekâlet eden Başsavcı
vekili sözlü açıklamasında :
"hukuki
durumda bir değişiklik olmadığından, davalı Siyasî partiyle ilgili 22.5.1996
günlü, 1996/137 sayılı iddianameyle, 27.6.1996 günlü esas hakkındaki görüşümüz
içeriğinin aynen tekrar ediyoruz. Çıkarılacak veya ilave edilecek bir husus
yoktur." demiştir.
B-
Davalı Siyasî Parti Temsilcisinin Sözlü Savunması
Emek
Partisi adına Parti Genel Başkanı A. Levent Tüzel sözlü açıklamasında:
"Sayın
Başkan. değerli üyeler; ben de daha önce, partimizin kapatılma istemine karşı,
Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesinde değinilen hususlara, ilk savunma ve
son savunma olarak yazılı sunduğumuz hususlarda kısaca özet bilgi vereceğim.
Daha sonra da, partimizin kuruluş amacı, gerekçeleri. kuruluş süreci hakkında
bilgi ve özellikle de kapatılma gerekçesi yapılan, bölücülük iddiası yapılan
hususlarda partimizin görüşlerini kısaca aktaracağım.
Öncelikle,
doğaldır ki Anayasa Mahkemesi yargılaması önünde usul yönünden, hukukî
konularda usul yönünden değerlendirmelerimiz var. Siyasî Partiler Yasasının,
siyasî partilerin demokratik düzende uymaları gereken esaslar ve yasaklar
konusunu düzenleyen ve partimiz için de kapatılma gerekçesi yapılan 78. ve 81
inci maddelerin Anayasa'ya aykırılık iddiamız var. Tabi, mahkemenizin daha
önceki siyasî parti kapatma davalarındaki uygulamasını bilerek bunu ileri
sürüyoruz. Anayasanın geçici 15 inci maddesinin, bu Anayasaya aykırılık
iddiasını ileri sürmede bir engel teşkil etmeyeceğini düşünüyoruz. Çünkü,
aradan geçen zaman içerisinde Anayasa metni değişikliğe uğramıştır. Ayrıca, bu
geçici maddenin de uygulanma süresinin o sınırlar içerisinde olması gerektiğini
mütalaa ediyoruz.
Dolayısıyla,
usul yönünden, mevcut Siyasî Partiler Yasasının uygulanması gereken bu
maddelerinin, siyasî Partileri düzenleyen Anayasanın 68 ve 69 uncu maddelerdeki
kapatma hükümlerine karşı bir aykırılık teşkil ettiğini düşünüyoruz. öncelikle
bu hususta mahkemenizin yeniden bir değerlendirme yapmasını diliyoruz.
Anayasaya
aykırılık konusunda mahkemenizin, sadece bu konuda değil, kapatma gerekçesi
yapılan konunun ifade ve düşünce özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğüyle çok
yakından bağlantısı nedeniyle, aynı zamanda uluslararası anlaşmalar, belgeler
ve ulusalüstü hukuk normlarının da Anayasa metniyle birlikte
değerlendirilmesini ve Anayasaya uygunluğu bu açıdan da değerlendirilmesini
diliyoruz.
Bir
diğer husus -yine savunmamızda belirttiğimiz- Siyasî Partiler Kanununun 9 uncu
maddesi sorunu; yani, program, tüzük ya da kurucuların hukukî durumlarında bir
eksiklik, bir yanlışlık olması durumunda Cumhuriyet Başsavcılığının siyasî
Partiyi uyarması ve gerekli düzeltmeyi istemesi, bunun yerine getirilmediği
takdirde kapatma gerekçesi yapılması. Bu prosedüre uyulmadığı düşüncesindeyiz.
Çünkü, Partimizin kapatılmak istenmesi esas itibariyle programatik bir
nedenledir. Yani, programda yer alan "Kürt sorunu konusunda demokratik,
ha1kçı çözüm" baş1ığı a1tında ifade ettiğimiz önerme nedeniyledir. Daha
önce mahkemenizde görülen siyasî partileri kapatma davalarında, Partinin
faaliyetleri ya da parti yöneticilerinin çeşitli beyanatlarından; yani, genel
olarak parti çalışmalarından yola çıkılarak açılmış bir dava değildir.
Dolayısıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, bu koşulun yerine getirilmesi
doğrultusunda Partimize uyarıda bulunması ve bu düzeltme hakkımızı kullanmamıza
olanak tanıması gerekirdi. Bu yönüyle de yasaya uyulmadığı düşüncesindeyiz.
Kapatma
gerekçesi yapılan. programdaki ifade ettiğimiz hususun. ülkenin bölünmez
bütünlüğüne aykırılık teşkil ettiği, başkaca dillerin serbestçe gelişmesini
önermekle de bu yolla azınlıklar yaratına amacı güdüldüğü ve bu şekilde
Anayasanın ilgili maddelerinin ihlal edildiği iddiası var. Bizim bugünün
Türkiye'sinde kurulmuş, yeni kurulmuş bir parti olarak yıllardır yaşanan,
ülkemizde yaşanan Kürt sorununda bu konuya bir çözüm önermemesi düşünülemezdi.
Mevcut ülke yönetimine aday olan, bu şekilde yurttaşlara, seçmen kitlesine
hitap eden bir Partinin elbette politik projesinde ülkede yaşanan sorunlara,
öncelikle de can alıcı sorunlara bir çözüm önermesinde bulunmasından daha doğal
bir şey olamaz.
Partimiz
bu konuya yaklaşırken, esas itibariyle şimdiye kadar çok değişik kesimler, çok
değişik yönetici1er ve siyasî partiler tarafından dile getirilmiş, ifade
edilmiş şeylerden fark1ı yak1aşımda bu1uımıaınıştır. Programda ifade ettiğimiz.
Bugün de acısını, sıkıntısını bütün ü1ke toprak1arında yaşadığımız Kürt emekçi1er
üzerinde, ayrı1ıkçı terörle mücadele adına özel yöntemlerle baskının
uygulanması ve bu mücadelenin ya da bu savaş ortamının getirdiği, özellikle
ülkemizde yaşayan emekçileri, değişik kesimlerden, milliyetlerden emekçileri
birbirine düşman kılan tarzda bir sorun olarak gündeme gelmediği için özellikle
bu düşmanlaştırmanın ve bu baskı yöntemlerinden vazgeçilmesi, buna bir son
verilmesi dile getirilmiştir. Bizim her ne kadar Kürt sorununda politik
önermelerimiz, Kürt sorununda demokratik çözüm başlığı altında dile getirilse
de, partimizin nihai amacı, kuruluş gerekçesi, ülke topraklarında yaşayan bütün
emekçilerin eşit haklara sahip bir şekilde, özgür, demokratik bir toplumda
yaşamalarını sağlamayı hedeflemesi. Ancak, ne yazık ki biraz önce de
belirttiğim gibi, bu konuda Cumhurbaşkanından, Başbakanından, SHP, CHP, DYP
gibi, ANAP gibi birçok partinin, birçok parti yöneticisinin de dile getirdiği
bu hususta partimizin açıklamalarının bölücülük olarak nitelendirilmesini,
çifte standartlı ve taraflı bir tutum olarak değerlendiriyoruz.
Bu
konuda son savunmamızda da bir belge sunmuştuk; değişik partilerin bu konudaki
kurultay çalışmalarında ya da çıkartmış oldukları yazılı belgelerde,
programımızdakine benzer birtakım önermelerin yer almasına rağmen, bu partiler,
bu kurumlar için benzer kapatma gerekçeleri yapılmamıştır. Yine tekrar etmek
istiyorum programımızın esas amacı ulusal ayrıcalıklara son verilmesi,
baskılara son verilmesi, etnik kültürlerin, dillerin eşitliğinin sağlanması;
yani, vatandaşlar arasındaki hak eşitliğinin sağlanması. öyle zannediyoruz ki,
inanıyoruz ki, bu konu aynı zamanda uluslararası anlaşmalarda da, sözleşmelerde
de dile getirilen korunan, tanınan haklardır.
Mahkemenizin
de zaman zaman dile getirdiği, 12 Eylül rejiminin Anayasası olarak ifade edebileceğimiz
uygulanan bu Anayasa, 1982 Anayasası birçok yönleriyle de bugünkü demokratik
toplumun ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır. Ancak, sizler Anayasa metniyle
bağlı olduğunuzu ve bunu uygulamak zorunda olduğunuzu, değişik kararlarınızda
ya da açıklamalarınızda dile getirmektesiniz. Buna karşı, bizim
söyleyebileceğimiz şey de, yargıçların, mahkemelerin, insan haklarına dayalı,
demokratik bir rejimin yaratılmasında ve üretilmesinde oluşturacağınız içtihadî
kararlarla bu sürece katkıda bulunulması. Bizim, mahkemenizden. Anayasa
Mahkemesinden de, bu zamanda, programında yer alan maddelerle ilgili ki bu özü
itibariyle düşünce açıklama serbestisinin bir ifadesidir, bu nedenle Parti
kapatmanın ya da kapatma isteminin dile gelmesi, kanımızca demokratik toplum ve
demokrasi ilkeleri anlayışıyla bağdaşmayacağından, mahkemenizin de demokrasi
esaslarına uygun bir hukuk devletinin işlerliği ve bunun üretilmesinde,
partimizin yargılanmasında bu tarz bir karar üretmeniz.
Tekrar
ediyorum; programımızda esas itibariyle bu baskıların, bu çatışmaların, bu
ayrımcı muamelelerin son bulması için, baştan aşağıya demokratik tarzda
örgütlenmiş bir devlet biçimi önerilmiştir. Yani, ülkemizde demokrasi ve
özgürlükler sorunu öncelikle devletin bu tarzda biçimlenmesine ve şekillenmesine
bağlanmıştır.
Savunmamızda
önemsediğimiz ciddî bir başlık; Mahkemenizin -başlangıçta da belirttiğim gibi-
sadece Anayasa metniyle bağlı kalmaması, ülkemizin, devletin imzalamış olduğu
uluslararası, ulusalüstü anlaşmaların ve onun getirdiği normların, ilkelerin de
gözetilmesi. Bu konuda, son savunmamıza, insan hakları hukuku, değerli
hocalarımızın savunmamıza ek olarak hazırlamış oldukları mütalaayı Mahkemenize
sunmuştuk. Bu değerli çalışmada özellikle Avrupa İnsan Hakları komisyonu ve
mahkemesinin rapor ve kararlarına atıflar yapılarak yaratılan bu içtihadın da
dikkate alınması ve bu yargılamada, özellikle bu yargılamada ne tür sorulara
yanıt aramak gerektiği hususunda ayrıntılı açıklamalarda bulunuyor. Başta
Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesinden yola çıkarak, Temel Hak ve
Hürriyetleri Koruma Avrupa Sözleşmesinin kimi maddeleri de özellikle hak ve
özgürlüklere müdahale anlamını teşkil eden bu parti kapatmanın bir ifade
özgürlüğüne müdahale teşkil edip etmeyeceğini tartışmak gerekecektir ve biz öyle
zannediyoruz ki, Avrupa Mahkemesinin ve komisyonunun uygulamaları da bu yönde
genel bir geçerlilik ve istikrar kazanmıştır. Elbette seçmenlerine, yurttaşlara
dönük belli program ve projelerle ortaya çıkmış, iktidara talip bir partinin
programındaki bir maddeden dolayı kapatılmak istenmesi, ifade özgürlüğünün bir
sınırlanması anlamına gelecektir.
Peki,
sorulacak bir diğer soru, bu sınırlandırma iç hukukta öngörülmüş müdür'
Elbette, hiç tartışmasız bizim iç hukukumuzda da, Anayasa metinlerinde de hak
ve özgürlüklerin hangi koşul ve kayıtlar altında sınırlanacağı ifade edilmiş ve
ifade özgürlüğü olsun, toplanma, örgütlenme özgürlüğü olsun, bu
sınırlandırmaların iç hukukumuzda yeri var; ancak, Partimiz açısından, elbette
bu sınırlandırmayı gerektirecek bir faaliyetin olup olmaması işte, zannederim,
Mahkemenizin titizlikle üzerinde durması gereken veya durmasını dilediğimiz
husus bu. Biz, partimizin, Anayasa'nın başlangıç metninde temel ilkelerinde,
değişemez olarak kabul edilen temel ilkelerinde ve yasaklar bölümündeki hak ve
özgürlükleri kötüye kullanıcı, tahrip edici tarzda bir faaliyetimizin
olmadığını hep söyledik, bugünkü sözlü din1emede de huzurlarınızda dile
getiriyorum.
Partimizin
kuruluş amacı, öncelikle, demokratik bir devlet için bir tehdit ve tehlike
teşkil eden bir eylemlilik içerisinde olması söz konusu değildir. Kaldı ki,
bunun böyle olduğu, iddianamede ya da daha sonra. esas hakkında Başsavcılığın
sunduğu mütalâada. da bir şeklide ortaya çıkmakta; çünkü, Savın Başsavcı.
savunmamıza atıf yaparak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin hak ve
özgürlükleri koruyucu hükümlerinin kötüye kullanılamayacağı iddiasının ileri
sürmüş ve Partimizin, bu yönde bir faaliyet içerisinde olduğunu söylemiştir;
ama, bunun, zannederiz ki ve hiç şüphesiz, örnekleriyle, Partimizin
çalışmaları, çıkardığı belgeler ya da yöneticilerinin beyanatlarında bunların
somutlaşması gerekir. Ancak, bizim önümüze Başsavcılık tarafından bu denli
somut olaylar, örnekler, konuşmalar dile getirilmemiştir. Dolayısıyla, bir
müdahale anlamını taşıyan, bu parti kapatma girişiminin, aynı zamanda ulusal
üstü sözleşme gereğince, meşru bir amaca dayanması ki, bu meşruluğu da,
meşruluğun ölçütünde de kamu düzenini ve ulusal güvenlik kriterlerini aramak
gerekecektir. Partimizin açıklamalarında ya da önennelerinde, kamu düzenini
bozucu, ulusal gülenliği tehlikeye düşürücü hiçbir husus olmadığı
düşüncesindeyiz. Yani, Emek Partisi, bunlardan hiçbirini tehdit etmemektedir.
Yine, ulusalüstü hukul.-un ve gerek Komisyonun gerek Mahkemenin ısrarla
üzerinde durduğu böylesi bir özgürlüğe müdahale , böylesi bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda vazgeçilmez olması hususu; yani, demokratik bir
toplumda gerekli midir; demokratik bir Türkiye Cunıhuriyetinde, Emek Partisinin
kapatılması bir gerekli1ik midir, vazgeçilemez bir husus nıudur' Mahkemenizin
bunu da değerlendirmesi, Anayasa metni üzerinde kabul ettiğinıiz, tüm hukuk
çevrelerince ulusalüstü anlaşmalara, imza koyduğunuz ulusal üstü anlaşmalara
uyacaksak ve bunu göz önünde tutacaksak, Mahkemenizin, bu hususu da gözden
geçirmesi gerekiyor.
Partimizin
kapatılması, bu yönüyle, Sözleşmenin 10 uncu maddesinde belirtilen ifade
özgürlüğü, 11 inci maddesinde belirtilen örgütlenme özgürlüğü, 17 nci
maddesinde belirtilen hakların kötüye kullanılması yasağı ve 18 inci maddesinde
belirtilen sınırlamaların amaç dışı kullanılması yasağı, ihlâl edilmiş
olacaktır ve bu anlama gelecektir.
En
son olarak, yine Mahkemenizin hakkında kapatma kararı verdiği ÖZDEP isimli
Partinin, Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna çok değişik gerekçelerle yapmış
olduğu başvuru, Komisyonun yakın tarihli bir kararıyla, kabul edilebilir
mahiyette bulunmuştur ve özellikle Sözleşmenin 11 inci maddesinde belirtilen
toplanma ve örgütlenme özgürlüğünün ihlali anlamına geleceğini belirtmiş ve
taraflara, bu hususta yeni belgeler ve yeni önerilerde ve bir çözüme
kavuşturmak üzere görüşmelerde bulunmak şeklinde bir karar oluşturmuştur. Bu,
en son komisyonun tutumu dahi, Partimiz açısından da örnek olmalı, Sayın
Mahkemenin değerlendirmesinde mutlaka dikkate alınmalı.
Emek
Partisinin kuruluşu, sizin de bildiğiniz gibi, çok yakın tarihli; 25 Mart
tarihinde kuruldu. Neden böyle bir partiye gereksinim duyuldu; esas itibariyle,
adının konulduğu gerekçe, kaynak da buradan, emekçilerin örgütlenme ve siyaset
yapabilme ülkemizde, ülkemiz topraklarında yaşayan her cinsten, her
milliyetten, etnik kökeni ne olursa olsun emekçilerin, çalışanların içinde yer
aldığı, mücadele edebileceği. politika yapabileceği, iktidara talip
olabileceği, onun örgütlenmesini bir ifadesi olarak kuruldu. Çünkü, ülkemizde,
yıllardır, özellikle bu kesim, mevcut olan partilerden çok sıkıntı çekmiş, çok
rahatsızlık duymuş ve yaşanan tıkanıklıklar, bu kesimleri mevcut olan
partilerin dışında bir arayışa itmiştir. Partimizin kuruluşunu, burada aramak
gerekiyor ve programında da ifade ettiği gibi, nihaî amacıda, ülkemize
demokrasi ve özgürlük rejimini hâkim kılmak, böy1esi bir demokratik devlet
biçimini oluşturabi1mede bir katkı sunmak,
Sonuç
olarak, Partimizin, Kürt sorununa, demokratik çözüm başlığı altında, emekçileri
birbirine düşmanlaştırma faaliyetine son verilmesi, dillerin, hakların eşit ve
özgür bir şekilde kullanılabilmesi, hayata geçirilebilmesi ve bunun güvencesi
olarak demokratik bir devlet biçiminin oluşturulabilmesi şeklinde getirdiği
önerme, esas itibariyle bölücülük kastı, amacı ya da Anayasa metnindeki ifade
edildiği tarzda ulusal bütünlüğü zedeleyici bir içerik, anlam, kasıt
taşımamaktadır. Esas itibariyle, bu sorunun dile getirilişi, bugün, güncel,
yaşanan bir soruna çözüm getirebilmek ve bu yönde adım atabilmek için dile
getiri1miştir.
Bizlerin
dileği, Partimizin özellikle, sadece programa dayanarak bir yanıyla siyasî
partileri, demokratik siyasal yaşantının vazgeçilmez bir unsuru olarak
nitelendirip, Partimizin, demokratik siyasal yaşamda çaba sarf edebi1mesi,
mücadele edebi1mesi için yaşaması gerekeceği ortada ve sadece, programa dayalı
Başsavcılığın bu isteminin, hele hele sosyolojik bir olgu olan azınlık
yaratmanın metinlerde ifade ederek mümkün olmayacağı gözetildiğinde, böylesi
bir kastı, böy1esi bir amacı taşımadığı da ortada olduğundan, Partimiz hakkında
kapatma istemli açılmış olan bu davanın reddini talep ediyoruz" demiştir.
C-
Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Üyelerinin konuya ilişkin sorularıyla, Parti
yetkililerinin yanıtları, soruna açıklık kazandıran boyutlarıyla
tutanaklardadır.
VI-
İNCELEME
A-
Ön Sorunlar Yönünden
1-
Siyasi Partiler Yasası'nın 78. ve 81. Maddelerinin Anayasa'ya Aykırılığı Sorunu
Davalı
Parti'nin savunmalarında, Siyasî Partiler Yasası'nın kimi maddelerinin
Anayasa'ya aykırı olduğu, bu Yasa'nın çıkarılışından sonra 11 kez değişikliğe
uğradığı, dolayısıyla artık Anayasa'nın geçici 15. maddesinde belirtilen Millî
Güvenlik Konseyi döneminde çıkartılan Yasa olma özelliğini yitirdiği; ayrıca
4121 sayılı Yasa ile Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinde yapılan
değişikliklerle de, kapatma nedeni sayılan hususların sınırlarının
daraltıldığı, bu nedenler1e, öncelikle Siyasî Partiler Yasası'nın 78. ve 81.
maddelerinin Anayasa'ya uygunluğunun incelenmesinin gerektiği ileri sürülmüştür.
Anayasa'nın
68. ve 69. maddelerinde, siyasî Partilerin uyacakları esaslar belirlenmiştir.
Kapatma nedenlerinin Anayasa'da gösterilmiş olması, sınırlamanın yasalarla
genişletilmesini önlemek ve siyasal partilere bir anayasal güvence sağlamak
amacına dayanır. Anayasa'da öngörüldüğü gibi, siyasî partiler demokratik siyasî
hayatın vazgeçilmez öğeleridir. Bu nedenle partilerin özgürce kurulmaları ve
faaliyette bulunmaları asıldır.
Anayasa'ya
aykırılığı ileri sürülen Yasa kuralları, Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinin
gereklerini yerine getirmek üzere konulmuştur. Ancak, bunların Anayasa'ya
uygunluğunu tartışmak, Anayasa'nın geçici 15. maddesinin açıklığı karşısında
olanaksızdır. Bu maddenin son fıkrası ile birinci fıkrası arasında, belirli bir
dönemde çıkarılan yasalar hakkında Anayasa'ya aykırılıklarının iddia
edilememesi yönünden bir zaman ayrımı yapılmamış, son fıkrada yer alan "bu
dönem" sözcükleri birinci fıkrada açıklanmış, böylece, belirli bir dönemde
çıkarılan yasalar için Anayasa'ya aykırılık savında bulunulamayacağı
öngörülnıüştür. Geçici maddeler uygulama süreleriyle değil, geçici olarak
düzenledikleri hukuksal ilişki ve kurumlarla kendisi ve bağlı olduğu temel
metinlerin içerikleri ve verdikleri anlam ile değerlendirilmelidir. Geçici
maddeler, değişik hukuksal düzenlemeler arasında bağlantı kurar, kazanılmış
hakların saklı tutulmasını ve uygulamanın geniş bir zaman dilimine yayılmasını
sağlar. Geçici maddelerle teme1 hükümlerin farkı budur. Hukuksal değer
bakımından ise, geçici maddelerle diğerleri arasında bir farklılık
bulunmamaktadır. Geçici madde, yasama organı tarafından yürürlükten
kaldırılıncaya kadar uygulanması zorunlu bir kuraldır. Karar başlığının
"geçici madde" olması, uygulamada geçerliliği yönünden de bir
farklılık yaratmaz. Tersine görüşler yerinde olsaydı Anayasa'nın 177.
maddesinde bu konuda bir açıklık olur ya da Anayasa'ya hiç konulmazdı.
Anayasa'da düzenlenen bir konunun Anayasa Mahkemesi'nce, uygulanmaması
düşünülemez. Bu nedenle, Anayasa'nın geçici 15. maddesine göre, 12 Eylül 1980'den
ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Başkanlık
divanı oluşturuluncaya (6 Aralık 1983) kadar geçen süre içinde çıkarılmış olan
yasaların Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülemeyeceğinden, bu dönem içinde
çıkarılan 22.4.1983 günlü, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun sonradan
değiştirilmeyen kurallarının Anayasa'ya aykırılığı savında bulunulamaz.
Ayrıca,
Emek Partisi'nin savunmalarında, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren S.P.Y.'nda
birçok değişiklik yapılmış olması nedeniyle, bu Yasa'nın Anayasa'nın geçici 15.
maddesi kapsamı içine alınamayacağı ileri sürülmekte ise de, dâvada uygulanan
maddeler, özellikle aykırılığı ileri sürülen 78. 81. madde, değişikliğe uğrayan
maddelerden olmadığı için bu sav üzerinde durulmamıştır. Bunun yanı sıra,
davalı Parti'nin, Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinde 4121 sayılı Yasa ile
yapılmış olan değişiklikten sonra bu maddelere dayanılarak çıkarılmış olan 2820
sayılı Yasa'yla iIgi1i olarak Anayasa'nın geçici 15. maddesinin korunmasının
söz konusu olamayacağı, bu nedenle Anayasa'ya aykırılık iddialarının
incelenmesi gerektiği yolundaki savları da geçici 15. maddede herhangi bir
değişik1ik yapılmamış o1ması, ayrıca Anayasa'nın değişikliğe uğrayan 68. ve 69.
maddelerinde de bu savlara o1ur veren yeni bir kural konulmamış olması
nedenleriyle geçerli bulunmamıştır.
2-
Dâvanın Siyasî Partiler Yasası'nın 9. Maddesine Aykırı Olarak Açılıp Açılmadığı
Sorunu
Davalı
Parti'nin savunmalarında, dâvanın Siyasî Partiler Yasası'nın 9. maddesine
aykırı biçimde açıldığı ileri sürülmüştür.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı ise, Siyasî Partiler Yasası'nın Dördüncü Kısmı'ndaki
yasaklara aykırı davranılması durumunda ihtara gerek olmadan doğrudan kapatma
dâvası açılabileceği görüşündedir.
Siyasî
Partiler Yasası'nın 9. maddesi gereğince, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı,
siyasal partilerin, tüzük ve programları ile kurucu1arının hukuksal
durumlarının Anayasa'ya ve yasa hükümlerine uygunluğunu, ayrıca, verilmesi
gerekli bilgi ve belgelerin tamam olup olmadığını kuruluşlarından sonra öncelik
ve ivedilikle incelemek durumundadır. Bu doğrultuda, Cumhuriyet Başsavcılığı,
aynı maddeye dayanarak saptadığı noksanlıkların giderilmesini, gerekli göreceği
bilgi ve belgelerin gönderilmesini isteyebilecektir. Bu isteğe uyulmamasının
yaptırımı, siyasî Partilerin kapatılmasına ilişkin kuralların uygulanmasıdır.
Böylece Cumhuriyet Başsavcılığı'nın partileri denetleme görevinin içeriği ve
sınırı belirlenmiş olmaktadır. Anılan maddede, kurulan partilerin tüzük ve
programları ile kurucularının hukuksal durumlarının Anayasa ve yasa hükümlerine
aykırı olması ya da bunlarda noksanlıklar saptanması durumları birbirinden
ayrılmış ve değişik hukuksal sonuçlara bağlanmıştır. Şöyleki, Cumhuriyet
Başsavcılığı'nca saptanan noksanlıkların giderilmesi gerekli görülen ek bilgi
ve belgelerin gönderilmesi, yazı ile istenmedikçe, bu nedene dayanılarak siyasî
partilerin kapatılmasına ilişkin hükümlerin uygulanmasına, başka bir anlatımla
yazılı istemin dava açmanın ön koşulu niteliğini almış olmasına karşın, kurulan
partilerin tüzük ve programları ile kurucularının hukuksal durumlarının
Anayasa'ya ve yasa hükümlerine aykırı olması nedeniyle kapatılmaları için dava
açılması, 104. madde dışında böyle bir ön koşula bağlanmamıştır.
Ayrıca,
Siyasî Partiler Yasası'nın 10. maddesinin (b) ve (c) bent1erinde belirtilen
bilgi ve belgelerle bunlarda ve parti tüzük ve programlarında yapılan
değişikliklerin, yayın ve değişiklik tarihinden itibaren onbeş gün içinde
Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderileceği hükme bağlanmıştır. Oysa, 9. maddede,
partilerin tüzük ve programları ile kurucularının hukuksal durumlarının Yasa'ya
uygunluğunun Cumhuriyet Başsavcılığı'nca denetlenmesi bir süreye bağlı
tutulmamıştır.
Cumhuriyet
Başsavcılığı, Emek Partisi'nin programının Siyasî Partiler Yasası'nın Dördüncü
Kısmı'nda yer alan, 78. maddesinin (a) bendi ile 81. maddesinin (a) ve (b)
bentlerine aykırılığı nedeniyle kapatılmasını istemektedir. Bu nedenle, 9.
maddede Cumhuriyet Başsavcılığı'na noksanlıkların giderilmesi ile ilgili olarak
tanınan yetkiyi, yasaya aykırılıkları da kapsayacak bir duruma getirmek ve bu
hususu bir dava koşulu olarak kabul etmek, siyasî Partilerin tüzük, program ve
faaliyetlerinin Yasa'nın Dördüncü Kısmındaki "Siyasî Partilerle İlgili Yasaklar"a
aykırı durumlarda, bu koşul yerine getirilmeden, doğrudan 100. ve 101.
maddelerdeki nedenlerle kapatma davası açılmasına olanak vermemek anlamına
gelir. Dava, Siyasî Partiler Yasası'nın Dördüncü Kısmı'nda yer alan yasaklara
aykırılık nedeniyle açılmış olduğundan, 9. maddeye göre uyarı yapılmasına gerek
bulunmamaktadır.
3-
Bir Parti'nin Kapatılması İçin Sadece Programının Anayasa'ya Aykırı Olmasının
Yeterli Olup Olmadığı Sorunu
Davalı
partinin ön savunmasında :
"Anayasa'nın
68. maddesinin 4. bendinde "Siyasî partilerin tüzük ve programları ile
eylemleri...." 4. bentte sayılan kural ve ilkelere aykırı olamaz
deni1miştir. Bu maddede dikkat edilmesi gereken husus; Anayasakoyucunun
"Program veya eylemleri" yerine "program ile eylemleri"
kavramını kullanmasıdır. Buradan anlaşılması gereken bir partinin sadece
programına bakılarak kapatılamayacağı fakat programında, Anayasa veya kanunlara
aykırı olarak savunduğu ilkeler ve düşünceler ile eylemlerinin de Anayasa ve
kanunlara aykırı olması halinde ancak Anayasa Mahkemesi tarafından
kapatılabileceğidir.
Anayasa'nın
69. maddesinde de kapatma için partinin eylemleri koşul olarak aranmaktadır.
"Bir siyasî Partinin 68. maddenin 4. fıkrası hükümlerine aykırı
eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin
işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesi'nce tespit edilmesi halinde
karar verilir."
Bu
nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Emek Partisi'nin sırf programına
bakarak kapatma davası açmış olması Anayasa'ya açıkça aykırıdır. Bu nedenle
davanın reddi gerekir"
denilmiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nca Emek Partisi'nin kapatı1ması davası, programının
Siyasî Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendi ile 81. maddesinin (a) ve
(b) bentlerine aykırı bulunması nedeniyle açılmıştır.
Anayasa'nın
parti kurma, partilere girme ve Partilerden çıkma başlıklı 68. maddesinin
dördüncü fıkrasında, "siyasî partilerin tüzük ve programları ile
eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,
insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine,
demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz..."; siyasî
Partilerin uyacakları esaslar başlıklı 69. maddesinin birinci fıkrasında,
"siyasî Partilerin faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri ve çalışmaları
demokrasi ilkelerine uygun olur. Bu ilkelerin, uygulanması kanunla
düzenlenir" denildikten sonra, beşinci fıkrasında da "Bir siyasî
Partinin tüzüğü ve programının 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine
aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı verilir" denilmiştir. Aynı
maddenin altıncı fıkrasında ise, "Bir siyasî partinin 68 inci maddesinin
dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına,
ancak, onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa
Mahkemesi'nce tespit edilmesi halinde karar verilir" kuralı yer almıştır.
İlgili
Anayasa maddelerinin açık anlatımından da anlaşılacağı gibi, Anayasa siyasî
Partilerin kapatılmalarını tüzük ve programlarındaki kimi eksiklikler ya da Anayasa'ya
aykırılık1arla parti yetkililerinin Anayasa ya da yasaya aykırı beyan ve
eylemlerinin birlikte gerçekleşmesi koşuluna bağlamamıştır.
Anayasa'nın
69. maddesinde yasa ile düzenleneceği belirtilen, siyasî Partilerin
kurulmaları, teşkilatlanmaları, faaliyetleri, görev, yetki ve sorumlulukları,
gelir ve giderleri, denetlenmeleri, kapanma ve kapatılmalarıyla ilgili konular,
2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nda düzenlenmiştir.
Bu
Yasa'nın dördüncü kısmında siyasî Partilerle ilgili yasaklar belirlenmiştir. Bu
kısımda yer a1an 78. maddede "Demokratik Devlet düzeninin korunması i1e
ilgili yasaklar", 81. maddede de "Azınlık yaratılmasının
önlenmesi"yle ilgili yasaklar hükme bağlanmıştır. Bu yasaklara
uyulmamasının yaptırımı da Yasa'nın 101. maddesinde gösterilmiş ve bu bağlamda
maddenin (a) bendinde, "Parti tüzüğünün veya programının yahut Partinin
faaliyetlerini düzenleyen ve yetkili Parti organları veya mercilerince
yürürlüğe konulmuş olan diğer Parti mevzuatının bu kanunun dördüncü kısmında
yer alan hükümlerine aykırı olması" kapatma nedeni olarak kabul
edilmiştir.
Yapılan
bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, siyasî partilerin tüzük ve programları ile
eylemleri ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Anayasa'nın 69. Maddesinin beşinci
fıkrasında, "Bir siyasî partinin tüzüğü ve programının 68. maddenin
dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli
kapatılacağı" belirtilmiş, Siyasî Partiler Yasası'nın 101. maddesinin (a)
bendinde de bu husus kurala bağlanmıştır. Bir siyasî Partinin faaliyetleri ve
eylemleri nedeniyle kapatılması ise, aynı maddenin (a) bendi dışında kalan
bentlerinde ve ilgili diğer maddelerinde düzenlenmiştir.
Koşulların
gerçekleşmesi durumunda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca bir siyasî
partinin sâdece tüzük ve programı ya da sâdece faaliyetleri ve eylemleri
nedeniyle dava açılabileceği gibi, birlikte gerçekleşmesi durumunda her iki
nedenle de dava açılması olanaklıdır.
Emek
Partisi'yle ilgili dâva yalnızca Parti programının Anayasa'nın ilgili maddeleri
i1e Siyasî Partiler Yasası'nın dördüncü kısmında yer alan 78. maddenin (a)
bendi ve 81. maddenin (a) ve (b) bent1erindeki yasak1ara aykırı1ık nedeniy1e
açı1mıştır. Bu husus başlı başına bir dava açma nedenidir, dava1ı Parti'nin
ileri sürdüğü gibi, tüzük ve programında yer alan hususlarla, faaliyet ve
eylemlerinin birlikte değerlendirilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Böyle bir
anlayış siyasî partilerin tüzük ve programlarının, Siyasî Partiler Yasası'nın
Dördüncü Kısmı'ndaki "yasaklar"a aykırı olmaması durumunda, doğrudan
101. maddede be1irti1en faa1iyet1eri nedeniyle kapatma davası açılamaması
anlamına gelir. Siyasî Partiler Yasası'nın belirtilen kuralları bu tür yoruma
olanak vermediğinden davalı Parti'nin bu konudaki istemi yerinde görülmemiştir.
4-
Parti Programının (f) Bendindeki Değişikliğin Cumhuriyet Başsavcılığı'nca
Dikkate Alınıp Alınmadığı Sorunu
Davalı
Parti, programlarının 25.3.1996 tarihinde İçişleri Bakanlığı'na verildiğini
ancak Parti kurucular kurulunun ilk toplantısında programın (f) bendinde yazım
hatası olduğunun tespit edildiğini ve bu bölümün değiştirilerek 27.3.1996
tarihinde İçişleri Bakanlığı'na bildirildiğini, Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, bu
değişiklik yapı1mamış gibi davranarak (f) bendinin yanlış yazılmış metni
üzerinden dava açtığını, bu nedenle de davanın reddi gerektiğini ileri
sürmüştür.
Başsavcılığın
iddianamesi 22.5.1996 tarihinde düzenlenmiştir. Başsavcılık, programda yapılan
değişikliği bilmekte ve bunu iddianamesinde, "bu değerlendirmelerimizin
doğruluğu parti programının dava konusu bölümünün değiştirilmesiyle de
kanıtlanmaktadır. Nitekim "Türk ve Kürt halkı", "Kürt
halkı" gibi isimlerdeki "halk" ibaresi çıkarılarak değiştirilmiş
ise de yasaklanan amaçlar özelliğini korumuştur" biçiminde ifade
etmektedir.
Programın
önceki ve düzeltilmiş biçimi üzerinde yapılan incelemede, "Kürt halkını
ezme", "Kürt ve Türk halkını düşmanlaştırma", "Kürt halkı
üzerindeki bütün yasakların kaldırılması", "Türk ve Kürt halkının
eşit ve özgür birliği" sözcüklerinin, sırasıyla, "Kürtleri
ezme", "Türk ve Kürt işçi ve emekçilerini birbirine
düşmanlaştırma", "Kürtler üzerindeki bütün yasakların
kaldırılması", "Türk ve Kürtlerin eşit ve özgür birliği" hâline
getirildiği, böylece de sadece sözcüklerdeki "halk" kelimesinin
çıkarıldığı anlaşılmıştır. Sözcüklerdeki "halk" kelimesi çıkartılmış,
ancak (f) bendinin Türk ve Kürt ayrımı yapan içeriği aynen bırakılmıştır. Bent
bütünü ile değerlendirildiğinde, yine Türk ulusu bütünlüğü için de adeta ayrı
bir Kürt ulusunun bulunduğunun, Kürtlerin ezildiğinin, Türklerin ve Kürtlerin
birbirine düşmanlaştırma faaliyetinin yürütüldüğünün, Kürtler üzerinde
yasaklamalar bulunduğunun, Kürtlere tam hak eşitliği ve özgürlük verilmesi
gerektiğinin vurgulandığı anlaşılmaktadır.
Ayrıca,
Programın diğer bölümlerinde yer alan kimi düzenlemeler de bu görüşü doğrulamaktadır.
örneğin, 3. bölümün (b) bendinin ikinci ve üçüncü fıkralarındaki,
"halkların temsil ettiği kültürel birikimin yok sayılması ve inkârın
önlenmesi, bugünkü ulusal ilerici ve halkçı kültürün gelişmesinin tarihsel
temeli ve unsuru olarak halka mâledilmesi"; "ülkede yaşayan ulusal
kültürlerin ve dillerin, ortak ilerici halk kültürünün bir unsuru olarak
özgürce gelişmesine destek ve tam güvence sağlanması" biçimindeki
düzenlemeler programın (f) bendi ile birlikte değerlendirildiğinde, burada söz
konusu edilen "halklar" sözcüğünden etnik ayrımcılıkların,Vbu arada
Kürt etnik ayrımcılığının kastedildiği anlaşılmaktadır.
Açıklanan
nedenlerle davalı Parti'nin, Başsavcılığın, programın (f) bendinin yanlış
yazılmış metni üzerinden dava açtığı, bu nedenle de davanın reddinin gerektiği
biçimindeki itirazı yerinde görülmemiştir.
B-
ESAS YÖNÜNDEN
1-
Genel Açıklama
Anayasa'nın
67. maddesinde öngörülen genel ve eşit oy hakkı çoğulcu, katılımcı kurallar ve
kurumlar düzeni olan çağdaş demokrasilerde yurttaşların devlet yönetimine
katılmalarının temel koşuludur. Bu nedenle, bireysel irade1eri birleştirip
yönlendirerek onlara işlerlik kazandıran özgün kuruluşlara gereksinim
duyulmuştur. Bu kuruluşlar, dağınık siyasal tercihleri birleştirip açıklık ve
güç sağlayarak devlet hizmetlerini daha yararlı kılmak, hak ve özgürlükleri
güvenceye bağlayarak toplumsal barışı güçlendirmek, anayasal ilkeler
doğrultusunda kamuoyu oluşturarak toplumsal yaşama daha çok aydınlık getirmek
yönünden vazgeçilmez öneme sahip olan siyasal partilerdir.
Siyasal
Partilerin kuruluş ve çalışmalarının özgürlük içinde olması, temel ilkedir.
Siyasal partiler, belli siyasal düşünceler çerçevesinde birleşen yurttaşların
özgürce kurdukları ve özgürce katılıp ayrıldıkları kuruluşlardır. Kamuoyunun
oluşumunda önemli etkinliği olan siyasal partiler, yurttaşların istem ve
özlemlerinin gerçekleşmesine çalışan ve siyasal katılımları somut1aştıran
hukuksal yapılardır.
Anayasa'nın
68. maddesinin ikinci fıkrasında, "Siyasî partiler demokratik siyasî
hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır" ilkesine yer verildikten sonra, üçüncü
fıkrasında da, "Siyasî Partiler önceden izin almadan kurulurlar ve Anayasa
ve kanun hükümleri içinde faaliyetlerini sürdürürler" denilmektedir.
Siyasal
partilere ilişkin Anayasa kuralları, Anayasakoyucunun demokrasinin benimsenmesi
yönünden bu konuya özel bir önem ve değer vermiş olduğunu göstermektedir.
Demokrasinin
kurumsal simgesi sayılan siyasal Partilerin, devlet yönetimindeki etkinlikleri
ve ulusal istencin gerçekleşmesindeki rolleri nedeniyle, Anayasakoyucu, onları
öteki tüzelkişilerden farklı tutup, kurulmalarından başlayarak çalışmalarında
uyacakları ilkeleri: kapatılmalarında izlenecek yöntem ve kuralları özel olarak
belirlemekle kalmamış; Anayasa'nın 69. maddesinin son fıkrasında, çalışma,
denetleme ve kapatılmalarının Anayasa'da belirlenen ilkeler çerçevesinde
çıkarılacak bir yasayla düzenlenmesini uygun bulmuştur.
Anayasa
uyarınca 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası çıkarılmış; siyasî Partilerin
kuruluşlarından başlayarak çalışmaları, denetimleri, kapatılmaları konularında,
belirli bir sistem içerisinde ayrıntılı kurallar getirilmiştir. Getirilen
sistemde, yasaklara uymayan siyasal partilerin Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı'nca izleneceği ve gerektiğinde kapatılmaları için Anayasa
Mahkemesi'nde dava açılacağı öngörülmüştür.
Siyasal
Partilerin, demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez öğeleri olmaları, devlet
örgütü, öbür kurumlar ve toplumun tüm kesimleriyle yoğun ilişki içinde
bulunmaları, kamu hizmetleriyle ilgileri onların her istediklerini
yapabilecekleri anlamına gelmez. Siyasal Partilerin baskı ve engellerden uzak
kalmalarını sağlamaya yönelik kurulma ve çalışma özgürlüğü, Anayasa ve bu alanı
düzenleyen yasalarla sınırlıdır. Bu belir1enıe aynı zamanda demokratik hukuk
devleti olmanın da gereğidir.
Varlığı
ve etkisi, işlevleriyle kanıtlanan devlet, belirli topraklar üzerinde yerleşmiş
insan topluluklarının oluşturduğu bağımsız, egemen ve üstün güçlü bir örgüt
olarak da tanımlanır. Bu tanıma göre, ülke ve ulus bütünlüğüyle egemenlik,
yasalara dayanan bir otoriteye bağlı örgütlenme, bir devlet için vazgeçilmez
öğelerdir. Her canlının kendini koruma içgüdüsü bulunduğu gibi, devletin de
kendi varlığını koruma hakkı, uluslararası hukuk düzeninde tartışmasız kabul
edilmiştir.
Devletler
hukukunda, devletin varlığını güçlendirerek sürdürmek, bağımsızlığına ve
yapısına yönelik tehlikelere karşı önlemler alıp uygulamak yetkisi biçiminde
tanımlanan kendini koruma hakkı, insan hak ve özgürlüklerinden başlayarak
demokratik toplum düzenini bozucu, devletin öğelerini yıkıcı her tür eylemi
karşılayacak çabaları kapsar. Devletin temel dayanaklarını, sürekliliğini ve
demokrasiyi yok edici sakıncaları gidermek için yasal düzenlemelerin
gerçekleştirilmesi hukuk devleti için en doğal davranıştır.
2-
Değerlendirme
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, dâvalı Parti'nin, programının kimi bölümlerinin,
Anayasa'nın Başlangıç bölümü ile 2., 3., 14. ve 69. maddelerine; 2820 sayılı
Siyasî Partiler Yasası'nın ise 78. maddesinin (a) bendi ile 81. maddesinin (a)
ve (b) bentlerine aykırılığı ileri sürülerek, aynı Yasa'nın 101. maddesinin (a)
bendi uyarınca kapatılması istenilmektedir.
Davalı
Parti'nin programının kapatma nedeni olarak gösterilen D-1 bölümünün (f) bendi
şöyledir :
"Kürt
sorununa demokratik halkçı çözüm; Emperyalizm, Sermaye ve Türk ve Kürt
gericiliğinin. Kürtleri ezme, Türk ve Kürt işçi ve emekçilerini birbirine
düşmanlaştırma faaliyetine son; kürtler üzerindeki bütün yasakların
kaldırılması, ordunun ve öteki silahlı güçlerin bölgeden geri çekilmesi, etnik
kültürlere, milliyetlere ve dillere tam özgürlük ve tam hak eşitliği, özgürlük,
hak eşitliği, Türk ve Kürtlerin eşit ve özgür birliğini güvenceye alan baştan
aşağı demokratikleşmiş bir dev1et biçimi."
Programda
yer alan bu belirlemelerin, Anayasa ve Siyasî Partiler Yasası'nda kurala
bağlanan, "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün"
bozulması amacına yönelik olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir.
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve bunu
pekiştiren ortak dil, kültür, eğitim ve Türk Milliyetçiliği kavramları hukuksal
ve siyasal olduğu kadar, tarihsel ve sosyal gerçeklere dayanmaktadır.
"Devletin,
ülkesi ve milletiyle bölünmezliği" ilkesi, Anayasa'nın birçok maddesinde
özellikle vurgulanmış, Türk Milleti'nin bağımsızlığı ve bütünlüğüyle, ülkenin
bölünmezliğini korumak devletin temel amaç ve görevleri arasında gösterilmiştir
(Madde 5). Ülke ve ulus bütünlüğünü korumak için temel hak ve özgürlüklerin
kısıtlanabileceği kabul edilmiş (Madde l3 ve 14); aynı amaçla basın ve dernek
kurma özgürlüklerine özel sınırlamalar getirilmiş (Madde 28, 30, 33); gençlerin
bu anlayış doğrultusunda yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı önlemler alınması
devlete özel görev olarak verilmiş (Madde 58); bilimsel araştırma ve yayında
bulunma yetkisinin Devletin varlığı ve bağımsızlığıyla ulusun ve ülkenin
bütünlüğü ve bölünmezliğine karşı kullanılamayacağı belirtilmiş (Madde 130);
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının bu nedenle Devletçe denetimi
uygun bulunmuş (Madde 135); birlik ve bütünlüğe karşı iş1enecek suçlar için
özel mahkemelerin kurulması öngörülmüş (Madde 143); aynı konu, TBMM üyeleri ve
Cumhurbaşkanı yeminlerinin temel öğelerinden birini oluşturmuş (Madde 81 ve
103) ve siyasî partilerin uyacakları esasların başlıcaları arasında yine
"ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlük" ilkesi yer almıştır (Madde
68 ve 69).
Uluslar,
nice tarihsel, kültürel, siyasal olaylar, durumlar ve gelişmeler sonucunda
varlıklarını kazanırlar. Ortak kültürün, sosyal dayanışmanın ve birlikte yaşama
duygusunun doğuşu, gelişip güçlenmesi tarihsel bir gerçektir. Tek vücut
durumunda ve tam ulus yapısı içinde birleşip bütünleşerek Kurtuluş Savaşı'nı
yapmış olan halkın vatanı, Türk Vatanı; Milleti, Türk Milleti; Devleti de
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Dünya, 11. yüzyıldan bu yana, çağlar boyu,
Anadolu için "Türkiye" ve burada yaşayanlar için de
"Türkler" adını kullanmıştır. Kuşkusuz bu durum, ulus bütünlüğü
içinde yer alan farklı etnik grupların bulunmadığı anlamına gelmez. Ancak,
hepsi arasında her yönden tam bir eşitlik vardır ve hepsi ulusun vazgeçilmez
öğeleridir.
Anayasa
ve Siyasî Partiler Yasası'na göre ülke ve ulus bütünlüğü, devletin
bölünmezliğinin temel koşuludur. Ülke ve ulus bütünlüğünü bozmaya yönelik
faaliyetler sonunda, devletin bölünmezliğinin tehlikeye girmesi söz konusudur.
Ülke bütünlüğünün bozulmasının hedef alınmasının, ulus bütünlüğünü; ulus
bütünlüğünü bozmanın hedef alınmasının da, ülke bütünlüğünü bozacağı
kuşkusuzdur. Anayasa ve yasa, bu değerleri birlikte, ödünsüz ve mutlak olarak
korumayı amaçlamıştır. Hiçbir organ bu konuda hoşgörülü davranmak ve ödün
vermek yetkisini kendinde göremez.
"Millet"
(ulus) kavramı, insanlığın gelişme süreci sonucunda vardığı en ilerlemiş
birlikteliği somutlaştıran toplumsal yapıyı anlatır. "Millet"
sözcüğüyle anlatılan yapı, bir gelişme düzeyini, bilinçli ve kişilikli bireyler
topluluğunu gösterir. "Milliyetçilik" ise, büyük bir toplumsal gerçek
ve "mi1let düşüncesi"nin üzerine kurulu bir anlayıştır.
Milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk Devrimi'nin temel ve önde gelen
ilkelerinden biridir. Cumhuriyet döneminde 1924, 1961, 1982 Anayasalarında
"millet" ve "milliyetçilik" kavramlarına yer verilmiştir.
1982 Anayasası'nın Başlangıç'ında "Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik
anlayışı", 2. maddesinde "Atatürk milliyetçiliği", 42.
maddesinde "Atatürk ilkeleri" ve 134. maddesinde "Atatürkçü
düşünce" sözcükleri kullanılarak çağdaş milliyetçilik anlayışı yer almaktadır.
Bu anlayış ayrımcı ve ırkçı değil, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk milletini
oluşturan bireylerin kökenleri ne olursa olsun, Devlet yönünden tartışmasız
eşitliği, içtenlikli birliği ve birlikte yaşama istencini, başka uluslara
karşıtlığı değil, dostluk ilişkilerini, içte ve dışta barışla iyi gelenekleri
koruyup güç1endirme çabalarını, herkesi barındıran topraklara birlikte sahip
çıkına bilincini içeren çağdaş bir olgudur. Kökeni ne olursa olsun, ulus içinde
herkes ayrımsız biçimde yer almakta, ulusun birliği olgusu böylece somutlaşmaktadır.
Ulus, tarihsel ve sosyal gelişmenin yarattığı birlikte yaşama olgusudur. Irk
gibi antropolojik ve filolojik niteliklere dayanan dar bir kavram da değildir.
Ulus, ortak bir tarih bilinci yaratamamış göçebe, yerel dil ve soy gruplarından
oluşan sosyolojik bir yapı olan kavim de değildir. Misak-i Millî sınırları
içinde Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerinde kurulduğu, Avrupa ve Asya kıtaları
arasında köprü durumunda olan, çeşitli göç ve sığınmalara kucak açan vatanda,
Osmanlı İmparatorluğu'ndan sonra çeşitli etnik kökenlerden gelen insanlar aynı
geçmişe, tarihe, ahlâka, değer yargılarına, dine, hukuka ve eşit haklara sahip
olarak birbirlerinin kültürlerini ve eski Anadolu uygarlıklarından kalan
değerleri de özümseyerek birlikte ortak kültür ve kimliğe sahip bir vatan ve
ulus oluşturmuşlardır. Yapısı bu biçimde olan Türk Ulusu içinde etnik kökene ya
da başka nedenlere dayalı ayrımcılığı gütmek, gerçekle bağdaşmamaktadır.
Bu
nedenle, Atatürk, yeni Türk devletinin kuruluş günlerinde açıkça "Türkiye
Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına, Türk Ulusu denir" demiş ve
anayasalarımızda Ulusun birliği ve ülkenin bütünlüğü esas alınmıştır. Bu
anlayıştan uzaklaşıp ulusu etnik kökene dayalı "Türk ve Kürt"
biçiminde ayırarak, toplumlar arasında ayrıcalık, karşıtlık ve karışıklıklar
yaratarak ırka dayalı savlarla bölücülüğe gitmek olanaksızdır.
Anayasa'nın
66. maddesinde, "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes
Türk'tür" ilkesine yer verilmiştir. Bu ilkeyle evrensel bağlamda vatanı ve
ulusuyla bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti'nde vatandaşlar arasında eşitlik
sağlanması, ulusu kuran herhangi bir etnik gruba ayrıcalık tanınmaması
öngörülmüş, birleştirici ve bütünleştirici bir temel oluşturulmuştur. Maddedeki
"Türk" sözcüğü ırka dayalı bir anlam taşımamaktadır. Bir kimsenin
"Türküm" deyişi, "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, Türk
Ulusu'nun bir bireyiyim" anlamını taşır. Vatandaşlık ve ulusal kimliğin
getirdiği haklar yanında sorumluluklar da vardır. Bu bağlamda, etnik kökenler,
yurttaşlık bağı ve ulusal kimliği zedeleyecek nitelikte olamayacağı gibi ayrı
ulus olma savlarına, dayanak da yapılamaz.
Türk
Milleti içinde yer alan her kökenden vatandaşa, davalı Parti'nin savunmalarında
belirtilenlerin aksine, hiçbir ayrım gözetilmeksizin tüm temel haklar sosyal,
ekonomik ve siyasî haklar eşit olarak tanınmıştır. Nitekim, Cumhuriyet dönemi
Anayasalarında, Erzurum ve Sivas Kongreleri'nde saptanan biçimi ile Misak-ı
Millî'nin gösterdiği sınırlar içinde birbiriyle kaynaşmış olarak yaşayanların
gerçek ve hukuksal konumları yönünden ayrılık kabul etmez bir bütün oldukları
kesinlikle belirlenmiş ve bu bütünlük içinde ayrıcalıklı bir Kürt halkından
hiçbir zaman söz edilmemiş olduğu gibi, Lozan Barış Andlaşması görüşme ve
belgelerinde de, Misak-ı Millî'nin çizdiği sınırlar içindeki azınlıklar
sayılırken "Kürt" ayrımına yer verilmemiştir.
Anayasa'daki
ulus bütünlüğü ilkesinden uzaklaşarak, Parti programında belirtildiği biçimde
Türk ve Kürt Ulusları ayrımına gidilemez. Türkiye Cumhuriyeti'nde, tek bir
devlet ve tek bir ulus vardır. Birden çok ulus yoktur. İçinde değişik kökenli
bireyler olsa da hepsi Türk Ulusu bütünlüğü içindedir. Tarihsel bir gerçek olan
"Türk Ulusu" olgusu yerine ırkçılığa dayanan ayrılıklar ve Türk
vatandaşlığı niteliğini değiştiren savlar geçersizdir.
Kimi
siyasal nedenlerle dış etkenlerden kaynaklanan, varsayım ve gerçekle
bağdaşmayan yorumlara dayanan, insan hakları ve özgürlük savlarıyla
yoğunlaştırılan amaçlara geçerlik tanınamaz. Devlet tekdir, ülke tümdür, ulus
birdir. Ulusal birlik, devleti kuran, ulusu oluşturan toplulukların ya da
bireylerin, etnik kökeni ne olursa olsun, yurttaşlık kurumu içinde ayrımsız
birliktelikleriyle gerçekleşir. Anayasa'da ve yasalarda yurttaşlar arasında
ayrımı öngören hiçbir kural bulunmamaktadır. Ulusal ve tekil devlet etnik
ayrılıklarla tartışılamaz. Herkesin, her zaman karşılaşabileceği ve hukuk
devleti çerçevesinde giderilebilecek aykırılık, çelişki, haksızlık ve
yanlışlıklar, insan hakları alanında sömürü nedeni yapılarak, gerçekler
saptırılıp çarpıtılarak, üstü kapalı biçimde, ayrı ulus yoluyla ayrı devlet
amaçlanamaz. Tartışılamaz kavramlar ve değerlerle, ödün verilmesi olanaksız
ilke ve niteliklerin kaynağı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'dır. Çağımızda da
farklı etnik grupların zorunlu hukuksal öğelerin varlığında, birlikte uluslaşması
ve devletleşmesi uluslararası düzeyde gerçekliliğini korumaktadır. Türkiye
Cumhuriyeti devleti için farklı düşünmenin, haklı bir nedeni yoktur.
Vatandaşlık, bölge özelliklerini ve etnik farklılığı aşan, bütünleştirici
çağdaş üst bir olgudur. Bu konuda bir kimsenin diğerinden farklı olmasına, din,
kültür ve etnik kökene ilişkin ayrıcalıklara yer yoktur. İnsan haklarının
sadece bir kişiye, sınıfa ve zümreye değil ayrımsız olarak bütün vatandaşlara
eşit olarak uygulanması esastır.
Her
devlette farklılık gösteren, tarihsel süreçle ulaşılan, devlet, ülke, ulus
kavramlarının yeniden değiştirilip biçimlendirilmesi olanaksızdır. Ulusal ve
uluslararası hukuk düzeninde insanlığın mutluluğu için bu temel olguları
korumak üzere getirilen düzenlemelere siyasî partilerin uyma zorunluluğu
vardır.
Kaldıki,
çağımızda tek uluslu diğer demokratik devletler de, ulus bütünlüklerini korumak
için yasal önlemler almıştır. Türkiye'deki ulusal yapılaşmaya göre daha yeni
olan Anıerika'da; Alman, Fransız, İtalyan, İspanyol, Slav soyundan ve diğer
etnik kökenlerden gelen Amerikan vatandaşlarının ırka dayalı olarak ayrı ayrı
uluslaşması ve bun1ara ayrı devlet1er kurma hakkının tanınması olanağı
bulunmadığı gibi, aynı biçimde demokratik tek uluslu devletlerde de bu yolun
açılması olanağı yoktur. Çünkü, bu devletlerde de Devlet ve ulusun parçalanması
demokratik hak olarak görülmemektedir.
Dil
konusuna gelince, asırlardır birlikte yaşayan, vatanın her yerinde iç içe
kaynaşmış çeşitli soy ve kökenden gelen bireyler arasında en yaygın dil olan
Türkçe, sadece resmî işlerde değil, ailede, günlük yaşamda ve eğitimde,
kısacası, toplumsa1 ilişkilerin her alanında kullanılan ortak bir dil olmuştur.
Ayrıca kapalı ve açık özel ortamlarda, ev ve işyerlerinde, basın ve sanat
alanında yerel dillerin kullanılması da yasak değildir. Tersine savlar gerçek
dışıdır. Ulus bütünlüğü içinde yer alan kimi etnik grupların kendi aralarında
kullandıkları yerel dillerin resmî dil yerine ortak iletişim ve çağdaş eğitim
aracı olarak tanınması olanaklı değildir.
Türkiye'de
yasaklanan bir dil olmadığı gibi, özel yaşamda da çeşitli diller
kullanılmaktadır. Anayasa'nın 42. maddesinin son fıkrasında, Türkçe'den başka
hiçbir dilin eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri
olarak okutulup öğretilemeyeceği uluslararası antlaşmalar saklı tutularak
kurala bağlanmıştır. Bu anayasal gerek, öğretim ve eğitim birliği ile öğretimin
zorunlu olmasının ve bu yolla ulusal bütünlük ve dayanışmanın taşıdığı öneme
bağlanmalıdır.
Dil
konusuyla ilgili bir başka düzenleme de Anayasa'nın 14. maddesinin ilk
fıkrasındaki "Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri ... dil
... ayrımı yaratmak ... amacıyla kullanılamazlar" ilkesidir.
Devletin
bölünmez bütünlüğü ile dil konusundaki kurallar yaptırımsız değildir. Herşeyden
önce, Anayasa'nın 4. maddesine göre, bu konularda genel ilkeyi koyan
Anayasa'nın 3. maddesi "Değiştirilemez ve değiştirilmesi, teklif
edilemez". öte yandan, Anayasa'nın 69. maddesinde de, bu sınırlamalara
uymayan ve ana hatları ile Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne aykırı davranan siyasî partilerin temelli kapatılması
öngörülmektedir.
Siyasî
Partiler Yasası'nın ilgili kuralları bu anayasal çerçevede
değerlendirilmelidir. Anayasa'nın 4. maddesi doğrultusunda, Yasa'nın 78. nıaddesinin
(a) bendinde, siyasî partilerin, diğer yasaklar yanında devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüyle diline ilişkin Anayasa'nın 3. maddesini
değiştîrmek amacını da güdemeyecekleri belirtilmiştir.
Irk
ve dil farklılıklarına göre azınlık yaratmak ülke ve ulus bütünlüğü kavramıyla
bağdaşmaz. Diğer kökenli yurttaşlar gibi Kürt kökenli vatandâşların da
kimliklerini belirtmeleri yasaklanmamış, ancak azınlık ve ayrı ulus
olmadıkları, Türk Ulusu dışında düşünülemeyecekleri, devlet bütünlüğü içinde yer
aldıkları ortaya konmuştur. Azınlığın sosyolojik ve hukuksal tanımlarına uygun
bir nitelik Kürt kökenli yurttaşlarda bulunmadığı gibi, onları öbür
yurttaşlardan ayıran herhangi bir yasal kural da yoktur. Türkiye'nin her
yerinde her yurttaş hangi kurala bağlı ise onlar da aynı kurala bağlıdır.
Azınlıkların bağlı olduğu kuralların kaynağını andlaşmalar oluşturmakta, ancak
Kürt kökenli yurttaşlarla öbür yurttaşlar arasında hiçbir ayrım yapılmamakta,
bireysel hak ve özgürlüklerden sınırsız biçimde yararlanmaktadırlar. Onlardan
esirgenen veya dar tutulan bir hak yoktur. İşçi, işveren, doktor, avukat,
memur, subay, yargıç, milletvekili, Bakan, Cumhurbaşkanı gibi her göreve
gelebilmektedirler. Kimi yerel ve etnik köken özellikleri dışında, dil birliği,
din birliği, tarihsel birlik vardır. Evlilikler nedeniyle kan bağlılığı
oluşmuştur. Aynı yörede birlikte yıllardır yaşamaktadırlar. Sınırsız hakları
sınırlı haklara, ulusun kendisi olmayı azınlık olmaya dönüştürmenin
anlamsız1ığı açıktır. Davalı partinin programında genelde üstü kapalı
ifadelerle ayrı bir ulus olmanın gerektirdiği ulusal haklara değinilmektedir.
Bu durum, sorunun demokratik ve siyasal haklarla ilgili olmadığını
göstermektedir.
Anayasa'daki
ulus bütünlüğü ilkesinden uzaklaşıp uluslar ayrımına gidilemez. Türkiye
Cumhuriyeti Devletinde, tek bir devlet ve tek bir ulus vardır, birden çok ulus
yoktur. İçinde değişik kökenli bireyler olsa da hepsi Türk Ulusu bütünlüğü
içindedir. Tarihsel bir gerçek olan "Türk Ulusu" olgusu yerine,
ırkçılığa dayanan ayrılıklar ve Türk vatandaşlığı niteliğini değiştiren sav1ara
geçerIi1ik tanınamaz. Anayasa, bölgeler içinde özerklik ve özyönetim adı
altında ayrılık getiren yöntemlere-biçimlere kapalıdır.
Lozan
Barış Andlaşmasıyla Müslüman olmayanlar "azınlık" olarak kabul
edilmiş, ancak onlara da Müslümanların yararlandıkları medenî ve siyasî
haklardan yararlanma olanağı sağlanmış, yasalar önünde din ayrımı yapılmaksızın
herkesin eşit olduğu hususu belirlenmiştir.
Bu
nedenle, 2820 sayılı Yasa'nın 81. maddesinin (a) bendinde azınlık konusundaki
duyarlılığın siyasî partilerce de paylaşılması; (b) bendinde ise, siyasî
partilerin, Türk Ulusunca oluşturulan ortak dil ve kültürü dışlar biçimde başka
dil ve kültürleri korumak, geliştirmek ya da yaymak yoluyla ülkede azınlıklar
yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemeyecekleri öngörülmüştür.
Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin vatandaşları arasında etnik ya da diğer herhangi bir
nedenle siyasal ve hukuksal ayrılık söz konusu değildir.
Anayasa'ya
göre, ulus ve ülke bütünlüğü devletin en temel özelliği ve ilkesidir. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti içinde birden fazla ulus olamaz. Yapısı yukarda belirlenen
Türk Ulusu içinde değişik kökenli bireyler olabilir, ancak bunların hepsi tam
eşit durumda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Türk vatandaşlığı niteliğini
değiştiren savlar, Anayasa'ya uygun değildir.
a-
Sivasî Partiler Yasası Yönünden
Bu
genel açıklamalardan sonra Siyasî Partiler Yasası'na aykırılık savları, yasa maddeleri
itibariyle ve önceki bölümlerde açıklanan gerekçeler ışığında ayrı ayrı
irdelenecektir.
aa-
Siyasî Partiler Yasası'nın 78. Maddesi Yönünden
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, davalı Parti programında Türkiye'de Türklerden başka
etnik gruplar arasında yer alan, kendi dili ve kültürüne sahip, ezme ve
düşmanlaştırma faaliyetine tâbi tutulan ve üzerinde yasaklar bulunan bir Kürt
halkı bulunduğunun ileri sürülmesinin, sınırlarımız içinde yaşayan Kürt kökenli
yurttaşların Türk ulusu bütünlüğünden ayrı bir ulus oluşturduklarının ifade
edilmesi anlamına geldiğini, böylece Siyasî Partiler Yasası'nın 78. maddesinin
(a) bendine aykırı olarak nitelikleri Anayasa'da belirtilen Türk Devleti'nin
ülkesi ve ulusuyla bölünmezliğine ve diline ilişkin hükümlerinin değiştirilmesi
amacının güdüldüğünü ileri sürmüştür.
Dâvalı
Parti ise, tüzük ve programlarında kamu düzenini bozucu, ulusal güvenliği
tehlikeye düşürücü hiçbir hususun bulunmadığını belirtmiştir.
Anayasa'nın
Başlangıç'ı ile 3., 6. ve l4. maddelerini de somutlaştıran Siyasî Partiler
Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendinde, siyasî Partilerin, Türk Devleti'nin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne dair hükümlerini, egemenliğin
kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunun ancak, Anayasa'nın koyduğu
esaslara göre yetkili organları eliyle kullanılabileceği esasını, Türk
Milletine âit olan egemenliğin kullanılmasının belli bir kişiye, zümreye veya
sınıfa bırakılamayacağı veya hiçbir kimse veya organın, kaynağını Anayasa'dan
almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağı hükmünü değiştirmek; Türk
Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek; dil, ırk, renk, din ve nıezhep ayrımı yaratmak veya
sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak
amacını güdemeyecekleri hükme bağlanmıştır.
Davalı
Parti'nin incelenen programında, emperyalizm, sermaye ve Türk ve Kürt
gericiliği tarafından, Kürt halkını ezme, Türk ve Kürt halkını düşmanlaştırma
faaliyetinin yürütüldüğü, Kürt halkı üzerinde yasaklamaların bulunduğunun ileri
sürüldüğü, etnik milliyetlere tam özgürlük ve tam hak eşitliği verilmesi, Türk
ve Kürtlerin eşit ve özgür birliğini güvenceye alan bir devlet biçimi
istendiği, böylece de Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde Türk Ulusu bütünlüğünden
ayrı, ırk esasına dayanan bir Kürt ulusunun varlığından söz edildiği
anlaşılmaktadır.
Türkiye
Cumhuriyeti, tek devlet, tek ulus niteliğiyle ve Misak-ı Millî sınırlarıyla
tümlüğü sağlanan topraklarda kurulmuş, demokratik bir Devlettir. Türkiye'de
Kürt kökenli yurttaşların öbürlerinden hiçbir ayrılığı bulunmamaktadır.
Yurttaşlar arasında bir ayrım varmış ya da yapılıyormuş gibi gerçek dışı bir
savla ortaya çıkmak, ayrımcılığı amaçlayan bir kışkırtıcılık, demokrasiyle
bağdaşması olanaksız bir girişim, hattâ ırkçılıktır. Parti programındaki,
ü1kede Türk ve Kürt ayrımı yapıldığı izlenimini verecek anlatım biçimi,
"Türk ve Kürt gericiliği... Kürtleri ezme, Türk ve Kürt işçi ve
emekçilerini birbirine düşmanlaştırma faaliyetine son... Kürtler üzerindeki bütün
yasakların kaldırılması... ...etnik ...nıilliyetlere ve dillere tam özgürlük ve
tam hak eşitliği ... Türk ve Kürtlerin eşit ve özgür birliğini güvenceye
alma.." istem ve önerileriy1e sürmektedir. Oysa, ne Kürtleri ezme ve
Türklerle düşmanlaştırma, ne de Kürtler üzerinde bir yasaklama faaliyeti
vardır. Ülkenin her yeri her yurttaşındır. Türk Ulusu'nun tüm bireyleri her
görevde, yasama, yargı ve yönetim organlarında görev alabilmekte ve özel
yaşamlarında ana dillerini konuşabilmektedirler. Hiçbir yasaklama yoktur. Tüm
bireyleri, her yönden eşit olan ulus yapısını, "etnik milliyetlere
özgürlük ve hak eşitliği" istemleriyle gündeme getirmek, bir ulus içinde
başka uluslar olduğunu söyleyip onun ayrılmasını istemekten başka şey değildir.
Türkiye'de yalnız Kürtler yoktur, başka etnik kökenliler de vardır. Hepsi de
eşit ve güvence içindedirler. Anayasal, yasal düzenlemelerde ve uygulama
alanında tek ayrılık ve farklılık gösterilemez. Gerçek durum bu iken, tersine
savlar terör örgütlerine bahane ve sermaye olmakta ve konunun bilincinde
olmayanlar eylemlere kalkışmaktadırlar.
Programın
ilgili bölümlerinde şöyle denilmektedir :
"Emperyalizm,
militarizm, gericilik, demokrasi düşmanlığı ve ilhak eğiliminin
yoğunlaşmasıdır."
"Emperyalizm,
kapitalizmin son ve ölümcül aşaması. dünya proleter devriminin
arifesidir."
"Emperyalist
savaşlara kesin olarak son verecek olansa, dünya devriminin zaferidir."
"Devrim-karşı
devrimi getirerek ilerler."
"Kapitalist
emperyalist sistem, çelişmelerin keskinleşmekte olduğu yeni bir köklü alt-üst
oluşlar, savaşlar ve devrimler dönemine hızla yol alıyor ... Bu kesindir ve
sorun işçi sınıfı ezilen halkların bu yeni döneme hazırlanmasıdır."
"Emek
Partisi, Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin buna uygun hazırlanmasını , temel
görevi bilir."
1985-95
yılları arasındaki halk hareketi; işçi sınıfı, kent emekçi tabakaları, Kürt
halk hareketi ve zaman zaman katılan gençlik hareketinin toplamından oluşan bir
hareketti."
"Türkiye
işçi sınıfı, uluslararası burjuvazi ve dünya kapitalizmi karşısında yer alan
uluslararası işçi sınıfının bir parçası ve emperyalist boyunduruk altında
ezilen ulus ve halklar, onun başlıca müttefikidir."
"Türkiye
işçi sınıfının örgütü ve emeğin sesi olan Emek Partisi, işçi sınıfının
kurtuluşu mücadelesini, tek bir uluslararası işçi eylemi; halkların kurtuluşu
mücadelesini, emperyalizme karşı yönetilmiş tek bir anti empeyalist eylem ve
Türk işçi sınıfının mücadelesini, bu birleşik eylemin bir parçası olarak
görür."
"Fabrikalarda,
işyerlerinde, yerleşim alanlarında ve toplumsal örgütlerde, temsilcilerini
anında görevden alma ilkesi üzerinde örgütlenmiş iktidar organlarına dayanan ve
başka bir iktidar odağına olanak tanımayan demokratik bir halk
devletidir."
Programının
bütünü incelendiğinde, (f) bendinde yer alan "emperyalizm",
"Kürtleri ezme", "Türk ve Kürt işçi ve emekçileri",
"demokratikleşmiş devlet biçimi" gibi sözcüklerin ne anlama geldiği
daha açıklıkla anlaşılmaktadır.
Partilerin
amacı, gerçekleri saptırarak Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü
bozmak değil, aksine bunu daha da pekiştirmek olmalıdır. Çünkü demokrasilerde
ırk ayrımcılığı, bir siyasal partinin dayanağı, amacı ve ereği olamaz. Irk
ayrımcılığının aracı durumuna düşen partinin var1ığını sürdürmesi yasalar
karşısında olanaksızdır. Devletin ülkesi ve ulusuyla birlikte bütünlüğünü
koruması en doğal hakkı olup, kamu düzenini ve insan haklarını koruma yönünden
de savsaklanmayacak görevidir.
Demokratik
toplumlarda birey için öngörü1en temel hak ve özgür1üklerin etnik gruplar için
ulusal hakka dönüştürülmesi, bu şekilde devlet, ülke ve ulusu parçalama hak ve
özgürlüğünden söz edilmesi olanaklı değildir.
Demokratik
siyasal yaşamın vazgeçilmez öğesi olan siyasal partiler demokrasiye ters düşen,
demokrasiyle bağdaşmayan, demokrasiyi güçsüz ve etkisiz düşürecek, toplumsal barışı
yıkacak program düzenleyemez ve eylemlerde bulunamazlar. Hiçbir ayrılık
bulunmayan ulusun içinde azınlık oluşturarak ülkeyi bölmek, bu amaçla etnik
köken ayrımını kışkırtarak ulusun bireylerini, bölge halklarını birbirine
düşman etmek, bir öneri ve çözüm değil, devleti yıkmaya yönelik bir planın
uygulanması ve çözümsüzlüktür. Ulus bütünlüğü içinde kimi etnik grupları
azınlık saymak ulusal bütünlüğü bozar. Emek Partisi, Kürt kökenli yurttaşları
asılsız ve dayanaksız savlarla bölmeye yöneltmiştir. Demokrasi, demokratik hak
ve özgürlüklerden yararlanarak yıkılamaz. Hakkı ve özgürlüğü kötüye kullanmaya
engel olmak devletin görevidir. Partilerin de yapamayacakları şeyler vardır ve
bunların başında devletin varlığıyla ülkenin ve ulusun birliğini bozmak gelir.
Bu
nedenlerle, davalı Parti'nin programında "Türkler ve Kürtler"
biçiminde bir ayrımın yapılması ve Ulus bütünlüğü içinde tam hak eşitliğine ve
özgürlüğe kavuşması gereken, etnik kimliği olan ve baskı altında bulunan bir
Kürt ulusunun bulunduğunun ileri sürülmesi, Siyasî Partiler Yasası'nın 78.
maddesinin (a) bendinde belirtilen "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğü" ilkesine açıkça aykırıdır.
bb-
Siyasî Partiler Yasası'nın 81. Maddesi Yönünden
Başsavcılık,
davalı Parti'nin programının (f) bendinde yer alan "...Kürtler üzerindeki
bütün yasakların kaldırılması, ...etnik kültürlere, milliyetlere ve dillere tam
özgürlük ve tam hak eşitliği...." sözleriyle, Siyasî Partiler Yasası'nın
8l. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırı davranıldığını iddia etmiştir.
Davalı
Parti ise savunmalarında, azın1ık yaratmak niyetinde olmadıklarını,
partilerinin hiçbir ayrım gözetmeden vatandaşların haklarının eşitliğini
savunduklarını, "etnik kültürlere, milliyetlere ve dillere tam özgürlük ve
tam hak eşitliği" dedikleri için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca
haklarında dava açıldığını ancak, iddiaların yerinde olmadığını ve davanın
reddine karar verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Siyasî
Partiler Yasası'nın "Azınlık yaratılmasının önlenmesi" başlıklı 81.
maddesinin (a) bendinde, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde, nıillî veya dinî
kültür veya mezhep veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunun ileri
sürülemeyeceği; (b) bendinde de, Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve
kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla azınlıklar yaratarak millet
bütünlüğünün bozulması amacının güdülemeyeceği ve bu yolda faaliyette
bulunulamayacağı hükme bağlanmıştır.
Ülkedeki
etnik grupların dil ve kültürleri yasaklanmamıştır. Çeşitli kökenlerden gelen
yurttaşlar kendi dil ve kültürlerine sahip bulunmakta, onları geliştirmektedir.
Tarihi, dinî, gelenek ve görenekleri aynı olan, kültürleri güçlü biçimde ulusal
kültürde yerini alan bir topluluğun bireyleri arasında ayrılığı gerektirecek
düzeyde kültür ayrılığı olduğunu ileri sürmek ve ortak ulusal kültürü yadsıyıp
dışlamak gerçeklerle bağdaşmaz.
Parti
programının (f) bendindeki düzenlemeler ve "kültür, sanat, spor ve çevre
sağlığı alanında" başlık1ı 3. bölümünün (b) bendinin üçüncü fıkrasında yer
alan "ülkede yaşayan ulusal kültürlerin ve dillerin, ortak ilerici halk
kültürünün bir unsuru olarak özgürce gelişmesine destek ve tam güvence
sağlanması" biçimindeki değerlendirmeler farklı ulus ve ulusal azınlıkların
varlıklarının kabul edildiklerini göstermektedir. Bunlar birlikte ele
alındığında, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde millî veya dinî kültür veya
mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunun
söylendiği, Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak,
geliştirmek veya yaymak yoluyla azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğünün
bozulması amacının güdüldüğü anlaşılmaktadır.
Asırlardır
birlikte yaşamış bir topluluğu, ırk temeline dayanan düşüncelerle ayrıma bağlı
tutmak ve hepsini kapsayan ortak ulusal kültürü, dili ve kimliği yadsıyarak
"Kürtler üzerindeki bütün yasakların kaldırılması, ... etnik kültürlere,
milliyetlere ve dillere tam özgürlük ve tam hak eşitliği, Türk ve Kürtlerin
eşit ve özgür birliği ..." değerlendirmelerini yapmak Siyasî Partiler
Yasası'nın 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine a5rkırılık oluşturur.
b-
Uluslararası Sözleşmeler Yönünden
Davalı
Parti savunmalarında, Türkiye'nin başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak
üzere kimi uluslararası sözleşmeleri kabul ettiğini, iç hukuk normu ile
ulusalüstü norm arasında bir çatışma söz konusu olduğunda, ulusal mahkemelerin
ulusalüstü normu doğrudan uygulaması gerektiğini, zira ulusalüstü insan hakları
normlarının, iç hukuka üstün ve bağlayıcı normlar olduğunu ileri sürmüştür.
Cumhuriyet
Başsavcılığı ise bu görüşün yerinde olmadığını, uluslararası belgelerle,
andlaşma ve sözleşmelerin ülke ve ulus bütünlüğünü bozucu görüşlere yer
vermediğini belirtmiştir.
Anayasa
Mahkemesi, siyasî parti kapatma davalarında usulüne uygun biçimde yürürlüğe
konulmuş uluslararası andlaşma kurallarını da gözetmektedir. Bu bağlamda kimi
kararlarda, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'ne ve Avrupa Sosyal Haklar Temel Yasası'na yollamada bulunulmuştur.
İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme kapsamındaki hak ve
özgürlükler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda da güvence altına alınmıştır.
Öncelikle hakları kullanmanın, özgürlüklerden yararlanmanın sınırsız olmadığını
vurgulayan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 29. ve 30. maddeleri, içerik
olarak demokratik düzeni yıkıcı söz ve eylemlere karşı sınırlamalar
getirilmesinin ve önlemler alınmasının dayanağını oluşturur.
Dâvalı
Parti'nin savunmasında yer verdiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin hak ve
özgürlüklerin sınırlanması ile ilgili 11. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Bu
hakların kullanılması, demokratik bir toplulukta zarurî tedbirler mahiyetinde
olarak millî güvenliğin, âmme emniyetinin, nizamı muhafazanın, suçun
önlenmesinin, sağlığın ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin
korunması için ve ancak kanunla tahdide tâbi tutulur.
Bu
madde, bu hakların kullanılmasında idare, silâhlı kuvvetler veya zabıta
mensuplarının muhik tahditler koymasına mani değildir."
Sözleşme'nin
üzerinde durulması gereken 17. maddesi de şöyledir:
"Bu
sözleşme hükümlerinden hiçbiri bir devlete, topluluğa veya ferde, işbu
sözleşmede tanınan hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya mezkûr sözleşmede
derpiş edildiğinden daha geniş ölçüde tahditlere tâbi tutulmasını istihdaf eden
bir faa1iyete girişmeye veya harekette bulunmaya mâtuf herhangi bir hak
sağladığı şeklinde tefsir olunamaz."
Davalı
Parti'nin programı ile bunu destekleyen yazılı ve sözlü savunmalarında Türkiye
Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan ayrı dili ve kültürü olan bir Kürt
Ulusu'nun varlığı ileri sürülmektedir. Millî yapıya aykırı
"milliyetler" savı, "etnik" sözcüğünün getirdiği
ayrımcılık, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. maddesinin ikinci
fıkrasında geçen ulusal güvenlik ve düzenin korunması ilkesine aykırılık
oluşturur.
Türkiye
Cumhuriyeti'nin de taraf olduğu "Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı" da
ırkçılığı, etnik düşmanlığı ve terörizmi kınamış, ülke bütünlüğünü ve
demokratik düzeni yıkmayı amaçlayan hareketlere girişen kişi, grup ve örgütlere
karşı koruma ve kollama sorumluluğunu uluslararası bir çağrı olarak kabul
etmiştir.
Demokrasi,
hak ve özgürlüklerin güvenceye alındığı, çoğulcu, katılımcı bir kurallar ve
kurumlar düzenidir. Nitekim Birleşmiş Milletler'e üye devletlerin katılmalarıyla
14-25 Haziran 1993 günlerinde, VİYANA'da gerçekleştirilen Dünya İslam Halkları
Konferansı sonunda yayımlanan Deklerasyon'da da, kendi geleceğini belirleme
hakkının, "Eşit Haklar" ilkesine uygun olarak ırk, din ve renk ayrımı
gözetmeksizin ülkesine ait bütün insanları temsil eden bir hükümete sahip
egemen ve bağımsız bir devletin, ülke bütünlüğünü ve siyasî birliğini, kısmî
veya bütüncül biçimde parçalayarak herhangi bir eylemin desteklenmesi ve bu
eyleme yetki verilmesi anlamında yorumlanamayacağı değerlendirmesi yer
almıştır.
Görüldüğü
gibi, uluslararası kurallar, devlet, ülke ve ulus bütünlüğünün bozulmasına
olanak tanımamaktadır.
Demokrasilerde
ırk ayrımcılığı, bir siyasal partinin dayanağı, amacı ve ereği olamaz. Irk
ayrımcılığının aracı durumuna düşen partinin varlığını sürdürmesi yasalar
karşısında olanaksızdır. Cumhuriyet Başsavcılığı'nın davalı Parti'nin
programında kapatma nedeni olarak gördüğü hususlar, Anayasa'nın ve 2820 sayılı
Siyasî Partiler Yasası'nın önceki bölümlerde açıklanan kuralları karşısında
Türkiye Cumhuriyeti için tehlike oluşturmaktadır. Böyle bir tehlike içinde
bulunan devletin de, ülkesi ve ulusuyla bütünlüğünü koruması, en doğal
hakkıdır.
Bu
nedenlerle, davalı Parti'nin uluslararası andlaşma, sözleşme ve belgelere
yönelik savları yerinde görülmemiştir.
Sonuç
olarak, Emek Partisi'nin, Programındaki anlatımlar ve bunu doğrulayan savunma
ve sözlü açıklamalarıyla, Türkiye'de hukuksal ve siyasal yönden ırka dayalı bir
Türk ulusu kavramı ya da etnik kökene göre çoğunluk ve azınlık kavramları
olmamasına karşın, farklı etnik ve soy kökenlerinden gelen bütün vatandaşların
eşit haklarla yer aldığı Türk Ulusu'nu ırk esasına dayalı olarak "Türk ve
Kürt" biçiminde ikiye böldüğü, böylece Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü bozucu bir konuma düştüğü; dil ve kültür konularını da,
Türk Ulusu'nun ortak kültür ve dilini dışlar biçimde ayrı ulus ve devlet
yaratma yolunda kullandığı; bunların yalnızca düşünce değil, yasaklanan
sakıncalı eylemleri kışkırtma, katkı, destek niteliğinde olduğu; bu nedenlerle
de anılan Parti'nin Anayasa'nın 2., 3., 14. ve 68. maddelerine ve Siyasî
Partiler Yasası'nın yer alan 78. maddesinin (a) bendi ile 81. maddesinin (a) ve
(b) bentlerine aykırı davrandığı saptandığından, aynı Yasa'nın 101. maddesinin
(a) ve (b) bentleri gereğince kapatılması gerekir.
VII-
SONUÇ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 22.5.1996 günlü, 5P.83.Hz.1996/137 sayılı
İddianamesiyle, Emek Partisi Programının, Anayasa'nın Başlangıç'ına, 2., 3.,
14., 69. maddelerine ve Siyasî Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendi ile
81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırılığı savıyla davalı Parti'nin 2820
sayılı Yasa'nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince kapatılması istenilmekle,
gereği görüşülüp düşünüldü:
1-
Programı, 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendi ile
81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırı olduğundan aynı Yasa'nın 101.
maddesinin (a) bendi gereğince EMEK PARTİSİ'NİN KAPATILMASINA,
2-
Parti'nin tüm mallarının 2820 sayılı Yasa'nın 107. maddesi gereğince Hazine'ye
geçmesine,
3-
Gereğinin yerine getirilmesi için karar örneğinin, 2820 sayılı Yasa'nın 107.
maddesine göre Başbakanlığa ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na
gönderilmesine, 14.2.1997 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
|
|
|
|
|
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Üye
SelçukTÜZÜN
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
|
|
|
|
|
Üye
Samia AKBULUT
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
Üye
Yalçın ACARGÜN
|
|
|
|
|
|
Üye
Mustafa BUMİN
|
Üye
Sacit ADALI
|
Üye
Ali HÜNER
|
|
|
|
|
Üye
Lütfi F.
TUNCEL
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
|
|
|
|