ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas
Sayısı:2007/1 (Siyasî Parti Kapatma)
Karar
Sayısı:2009/4
Karar
Günü:11.12.2009
DAVACI: Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı
DAVALI: Demokratik Toplum
Partisi
DAVANIN KONUSU: 1-
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı
haline gelen ve bu şekilde;
-
Anayasa'nın 68 inci maddesinin 4 üncü fıkrasına,
-
2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 78, 80, 81, 82 ve 90 ıncı maddelerine,
Aykırı
eylemlerde bulunduğu açıkça anlaşılan Demokratik Toplum Partisi (DTP)'nin
Anayasa'nın 69 uncu maddesinin 6 ncı fıkrası ile 2820 sayılı Siyasi Partiler
Yasası'nın 101/1-b ve 103 üncü maddeleri gereğince temelli kapatılmasına,
2-
Partinin kapatılmasına beyan ve faaliyetleri ile neden olan Aydın Budak,
Abdulkadir Fırat, Abdullah İsnaç, Abdurrahim Bilen, Ahmet Aka, Ahmet Ay, Ahmet
Aydın, Ahmet Cengiz, Ahmet Narım, Ahmet Özbay, Ahmet Türk, Ahmet Yalçıntaş,
Akif Hamitoğlu, Alaattin Ege, Alaattin Enül, Ali Aslan, Ali Bozan, Ali Gün, Ali
Sever, Arif Yayla, Aslan Kızıl, Ayfer Ekin, Ayhan Karabulut, Aynur Coşkun, Aysel
Tuğluk, Ayşe Arslan, Azize Yağız, Bahar Yeşilyurt, Bayram Bozan, Bedirhan
Aklan, Bedri Arslan, Bedir Fırat, Behçet Tunç, Beşir Bekle, Burak Avcı, Burhan
Yürek, Büro Görmez, Cafer Selçuk, Cemal Coşgun, Cemal Kuhak, Cemalettin Padir,
Çiçek Arıç, Çimen Işık, Deniz Yeşilyurt, Dicle Manap, Doğan Erbaş, Emin Uslu,
Emral Dağdelen, Erdoğan Karaca, Ethem Şahin, Eyüphan Aksu, Ezgi Dursun, Fatma
Kurtulan, Faysal Yaçan, Fehime Ete, Ferdi Sönmez, Ferhan Türk, Ferit Datlı,
Fettah Dadaş, Fevzi Kara, Fuat Arslan, Funda Apak, Gülhanım Doğan, Gürü Toprak,
Hacer Taşarsu, Hacı Özbay, Hacı Üzen, Halil Adıgüzel, Halil İmrek, Halis
Yurtsever, Halit Kahraman, Halit Taşçı, Hatice Adıbelli, Hazal Aras, Hediye
Tekin, Hilmi Aydoğdu, Hilmi Karaoğlan, Hüseyin Bektaşoğlu, Hüseyin Çalışçı,
Hüseyin Kalkan, Hüseyin Şahin, Hüseyin Yılmaz, Hüsnü Koyuncu, İbrahim Binici,
İbrahim Erkul, İbrahim Halil Parıldar, İbrahim Sunkur, İhsan Güler, İlhan
Öymen, İsmet Aras, İzzet Belge, Kemal Aktaş, Kemal Çağlan, Kenan Demir, Kudret
Ecer, Leyla Zana, Lezgin Bingöl, Lezgin Örnek, Lütfi Dağ, Mahmut Alınak, Mahmut
Aydıncı, Mahmut Güngör, Mahmut Kayar, Medeni Kırıcı, Mehmet Ali Öcalan, Mehmet
Ali Yaman, Mehmet Ayas, Mehmet Bayraktar, Mehmet Cevat İnce, Mehmet Emin Acar,
Mehmet Emin Yanardağ, Mehmet Emin Yıldız, Mehmet Faik Taşkın, Mehmet Hatip
Dicle, Mehmet İnsan, Mehmet Kodaman, Mehmet Latif Alp, Mehmet Muhti Aslan,
Mehmet Sait Şaşmaz, Mehmet Salih Duran, Mehmet Salih Koca, Mehmet Salim Sağlam,
Mehmet Sefa Güngör, Mehmet Şakar, Mehmet Şirin Karademir, Mehmet Şirin Tetik,
Mehmet Tilki, Mehmet Topçu, Mehmet Tusun, Mehmet Veysi Dilekçi, Mehmet Yaşik,
Mehmet Zeki Doğru, Meliha Varışlı, Menderes Öner, Merak Kurum, Metin Tekçe,
Mikail Varhan, Muhlis Altun, Murat Avcı, Murat Daş, Murat Öztürk, Musa
Farisoğulları, Mustafa Atmaca, Mustafa Eraslan, Mustafa Tuç, Müslüm Kılıç,
Nayif Coşkun, Nazahat Kaya, Nazime Ceren Salmanoğlu, Necdet Atalay, Nedim Taş,
Nimet Özalp, Nizamettin Öztürk, Nuray Kılıç, Nurettin Demirtaş, Nusrat Akın,
Onur Geldi, Orhan Miroğlu, Orhan Tunç, Osman Akkoyun, Osman Baydemir, Osman
İbek, Osman Özçelik, Osman Taşdemir, Ömer Aşgakara, Ömer Yılmaz, Özgür
Söylemez, Pakize Ukşul, Pelgüzar Kaygısız, Pınar Uzun, Ramazan Özmen, Resul
Atay, Sabahat Tuncel, Sabri Çelebi, Sabriye Burumtekin, Salih Karaaslan, Saniye
Turhan, Sara Aktaş, Sebahattin Işık, Sebahattin Suvağcı, Sedat Yurttaş,
Selahattin Demirtaş, Selim Engin, Selim Sadak, Selma Irmak, Selma Söker, Serhat
Ölmez, Sevehir Bayındır, Seydi Ahmet Öcalan, Seyithan Kırar, Sırrı Keleş, Sıtkı
Adsız, Sibel Öz, Sihem Akyüz, Sima Dorak, Sinan Uğur, Sultan Uğraş, Suna Akkuş,
Süleyman Kılıç, Şaban Yılmaz, Şakir Acar, Şükrü Binici, Tamer Temel, Taylan
Gürel, Tuncer Bakırhan, Türkan Yüksel, Uğur Saraç, Vakkas Dalkılıç, Veli
Aramaz, Yakup Aslan, Yıldız Aktaş, Yıldız Bahçeci, Yusuf Kaya, Yusuf Tokdemir,
Yüksel İğdeli, Zahide Besin, Zeki Aslan, Zeynep Doğan, Zeynep Karaman, Ziver
Gümüş ve Ziya Akdemir'in Anayasa'nın 69 uncu maddesinin 9 ncu fıkrası ve 2820
sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 95 inci maddesi uyarınca temelli kapatılmaya
ilişkin kararın Resmi Gazete'de yayınlanmasından itibaren beş yıl süreyle bir
başka siyasi partinin kurucusu, yöneticisi, deneticisi ve üyesi
olamayacaklarına, karar verilmesi istemidir.
I- DAVA
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının 16.11.2007 günlü, SP.135
Hz.2007/2 sayılı iddianamesi şöyledir:
'I-
GENEL AÇIKLAMA:
Ülkenin
bölünmez bütünlüğü, Anayasa'nın 3 ncü maddesinde 'Türkiye Devleti, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bir bütündür' şeklinde ifade edilmiş ve bu düzenleme
Anayasa'nın 4 ncü maddesinde 'Demokratik Yoldan' olsa bile Anayasa'nın
değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif edilemeyecek hükümleri arasında yer
almıştır. Yine Anayasa'nın 14 ncü maddesinin birinci fıkrasına göre, Anayasa'da
yer alan hak ve hürriyetlerin hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmayı ve ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde
kullanılamaz.
Anayasa'nın
68 nci maddesinin ikinci fıkrasında ifade edildiği üzere, demokratik siyasi
hayatın vazgeçilmez unsurları arasında kabul edilen siyasi partilerin sosyal ve
siyasi yaşamdaki önemlerine binaen; kurulmaları, çalışma esasları,
denetlenmeleri ve kapatılmalarında uygulanacak ilkeler bizzat Anayasa
tarafından öngörülmüş ve Anayasa'nın 69 ncu maddesinin son fıkrası gereğince
söz konusu hususların çıkarılacak bir yasa ile düzenlenmesi hüküm altına
alınmıştır.
Anayasa
hükmü gereğince çıkarılan 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nda belirlenen
Anayasa ilkeleri çerçevesinde getirilen kurallar gereğince siyasi partilerin
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından izleneceği ve gerektiğinde
kapatılmaları için Anayasa Mahkemesi'nde dava açılacağı öngörülmüştür.
Anayasa'nın
68 nci maddesinin 2 nci fıkrasında belirtildiği gibi demokratik ve siyasi
yaşamın vazgeçilmez unsurları olup, kuruluş ve faaliyetlerinde serbestlik
tanınan siyasi partilerin; demokratik düzeni bozucu, Devletin bağımsızlığını,
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ile Hukuk kurumlarına ve Devletin
demokratik yapısına duyulan güvenin sarsılmasına neden olan tavır sergilemeleri
halinde kamu düzenini bozacakları tartışmasız olup, bu durumda Devletin kendi
varlığına yönelen tehditlere karşı önlem alması demokratik hukuk devleti
olmanın gereğidir.
Nitekim
Anayasa'nın 69 ncu maddesinin 6 ncı fıkrasında 'Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğü' ilkesini koruma altına alan Anayasa'nın 68 nci maddesinin 4
ncü fıkrasına aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi halinde siyasi partilerin
temelli kapatılacakları hüküm altına alınmıştır. 2820 sayılı Siyasi Partiler
Yasası'nın 78 nci maddesinin (a) ve (b) fıkraları ile 80 nci maddesi ve 81 nci
maddenin (a) ve (b) fıkralarında siyasi partilerin ülkenin bölünmez bütünlüğüne
aykırı eylemlerde bulunamayacağı, federal devlet sisteminin savunulamayacağı,
azınlık yaratmaya çalışamayacakları, bölgecilik, ırkçılık yapamayacakları hüküm
altına alınmış, 103 ncü maddesinde söz konusu ilkelere aykırı eylemler
nedeniyle odak haline gelmenin ölçütleri belirlenmiş, 101 nci maddede ise
odaklığın tesbiti halinde partinin temelli kapatılacağı veya eylemin ağırlığına
göre Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar
verileceği öngörülerek Anayasa'daki yaptırımlar düzenlenmiştir.
II-
SİYASİ PARTİ KAPATMA NEDENLERİ:
A-
Uluslararası hukuk yönünden;
Uluslararası
hukukta örgütlenme özgürlüğü içerisinde değerlendirilen siyasi partiler, kural
olarak yine uluslararası sözleşmelerle (BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi
ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi) korunmaktadır.
İnsan
Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin (İHAS'ın) 11 nci maddesinde açıkça siyasi partiler
konusunda bir düzenleme yer almamakta ise de; siyasi partiler, İnsan Hakları
Avrupa Mahkemesi (İHAM) tarafından 'dernekler bağlamında' 11 nci madde
kapsamında değerlendirilmektedir.
İHAM'a
göre, 11 nci madde ile bir siyasi partinin kurulmasından başka, özgürce
faaliyette bulunabilmeleri de koruma altına alınmıştır. Ancak İHAS ile birey
hak ve özgürlükleri ve bu bağlamda örgütlenme özgürlüğü koruma altına alınmış
ise de, siyasi partilere tanınan bu özgürlük kuşkusuz sınırlandırılamayan bir
özgürlük değildir. Avrupa kamu düzenini oluşturan ve koruyan sözleşme uyarınca,
bir siyasi partinin eylemlerinin, Avrupa kamu düzeniyle çatışması ve
sözleşmeyle korunan alanın dışına taşması durumunda, yine sözleşmede öngörülen
nedenlere dayalı olarak yasaklama ve sınırlandırmalar öngörülebilecektir.
İHAS'ın
'temel haklar' kapsamında görerek, 11 nci maddesinin birinci fıkrasıyla
koruduğu siyasi partiler konusunda, aynı maddenin ikinci fıkrasındaki 'Bu
hakların kullanılması, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde
olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin
sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla
sınırlanabilir. Bu madde, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk
mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru
sınırlamalar konmasına engel değildir' biçimindeki düzenlemeden hareketle,
siyasi partiler hakkında kısıtlama veya yaptırımlar uygulanması mümkündür.
Siyasi
partilere uygulanacak yaptırımlar arasında kuşkusuz bir siyasi partinin
kapatılması yaptırımı da yer almaktadır. Ancak kapatma yaptırımının, bir siyasi
partiye uygulanabilecek en radikal yaptırım olması karşısında, bu yaptırımın
uygulanabilmesi, belirli koşulların gerçekleşmesini gerektirmektedir.
İHAS'nin
11 nci maddesindeki düzenleme gözetildiğinde, ülkedeki demokratik rejimi
tehlikeye sokacak siyasi projesi bulunan ve/veya siyasi amaçlar için
gerektiğinde şiddete başvurmayı amaçlayan siyasi parti için kapatma yaptırımı
öngörülmesi İHAS'a aykırı değildir (Emek Partisi/Türkiye kararı).
İHAS'ın
11 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan nedenlere dayanarak bir siyasi
partinin kapatılması konusu, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu tarafından
incelenerek Venedik İlkeleri adıyla da raporlaştırılmıştır. Buna göre, ifade
özgürlüğünü düzenleyen İHAS'ın 10 ncu maddesiyle çok yakın ilişkisi olan 11 nci
madde uyarınca bir siyasi partinin kapatılması 'ırkçılığı, terörü, yabancı
düşmanlığını, şiddeti, şiddet çağrısını teşvik ediyor veya hoşgörüsüzlüğe
dayanıyorsa', bu durumlarda İHAS'ın 11 nci maddesinin bir ve ikinci
fıkrasındaki düzenlemelerden hareketle, siyasi partinin kapatılması gündeme
gelebilecektir. Burada 'şiddet' kelimesini çok dar anlamda değerlendirerek
partililerin ellerine silah alıp, eyleme girişmelerini anlamamak gerekir. Bir
siyasi partinin şiddeti ilke edinmiş, ülke çapında öldürme, bombalama
eylemlerini gerçekleştiren ve ülke bazında olduğu gibi uluslararası alanda da
terör örgütü olarak kabul edilen bir örgütü açık veya gizli olarak desteklemesi,
her platformda bu örgüte meşruiyet kazandırmaya çalışması söz konusu siyasi
partinin 'şiddeti' siyasal amaçlarına ulaşmak için benimsediğinin açık
kanıtıdır.
Bir
siyasi partinin kapatılması, örgütlenme özgürlüğüne müdahale niteliğindedir. Bu
nedenle bir siyasi parti hakkında uygulanacak kapatma yaptırımının İHAS' a
uygun olarak değerlendirilebilmesi yani bu müdahalenin haklı sayılabilmesi
için; Müdahalenin haklılığı, kapatma yaptırımını içeren yasanın, herkesçe
erişilebilir, bilinebilir, anlaşılabilir, öngörülebilir, açık ve kesin ifadeler
içeren ve ilan edilen bir yasa olmasını gerektirmektedir (Refah Partisi/Türkiye
Kararı).
Kapatma
yaptırımı, İHAS'ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrasında sayılan neden veya
nedenlere dayanmalıdır. Kapatma yaptırımının, bir siyasi partiye
uygulanabilecek en radikal yaptırım olması, bu yaptırımın inandırıcı ve
zorlayıcı koşulların varlığı durumunda uygulanmasını gerektirmektedir.
Uygulanan kapatma yaptırımı, 'demokratik toplum gereklerine uygun olmalı' Bu
çerçevede olaylar, ulusal mercilerce kabul edilebilir şekilde değerlendirilmiş
olmalıdır. Kapatma yaptırımı ile birlikte siyasi yasaklamalar öngörülmesi için
de, bu yasaklamaların, 'ilgili ve yeterli' olması gerekmektedir.
Siyasi
partiler devletin hukuksal, anayasal ve yasal yapısını değiştirmek için
mücadele edebilmelidirler. Ancak bu mücadele için kullanılan araçlar herhalde
hukuka uygun olmalı, demokratik araçlara dayanmalı, önerilen değişim temel
demokratik ilkelere uyumlu olmalıdır Siyasi partiler hedeflerine şiddeti teşvik
ederek değil, mevcut yasal sistem içerisinde ulaşmayı amaç edinmelidir.
İHAM'a
göre bir siyasi parti, mevzuatın veya yasal ve anayasal yapının değiştirilmesi
konusunda iki koşulda kampanya yürütebilir: Bunlardan birincisi, kullanılan
bütün yollar her bakımdan yasal ve demokratik olmalıdır. İkincisi ise, önerilen
değişikliğin kendisi 'temel demokratik prensiplerle' bağdaşmalıdır. Bu kuraldan
hareketle, sorumluları şiddete başvurmayı teşvik eden veya demokrasinin bir
veya birçok kuralına uymayan veya demokrasiyi yıkmayı amaçlayan ve de
demokrasinin tanıdığı hak ve özgürlükleri tanımayan 'siyasi bir projeyi öneren'
partinin, bu nitelikteki eylemleri, kapatma yaptırımına konu olabileceği gibi,
bu nedenle uygulanacak yaptırıma karşı da ilgili siyasi parti İHAS korumasından
yararlanamayacaktır. (RP/Türkiye, Emek Partisi/Türkiye Kararları).
Kapatma
yaptırımı boyutundaki müdahale, takip edilen meşru amaçla orantılı, uygun ve
yeterli olmalı, sosyal bir ihtiyaca cevap vermelidir, yani demokratik bir
toplumda gerekli olmalıdır (TBKP/Türkiye, Sosyalist Parti/Türkiye,
ÖZDEP/Türkiye, HEP/Türkiye, RP/Türkiye Kararları).
Müdahalenin
orantılılığı için, müdahalenin özü ve ağırlığına bakılmalı, kapatma yaptırımı
en ciddi durumlarda uygulanmalı, radikal bir önlem niteliğinde olmamalıdır.
Yöneticileri, üyeleri ve bağlı BELEDİYE başkanları vasıtasıyla Ülke içerisinde
terör örgütü emirleri ile ayaklanma benzeri toplu şiddet hareketlerini
başlatıp, ölüm, yaralanma, kamu ve özel kişilere ait malvarlıklarına zarar
verme gibi eylemlerin gerçekleştirilmesi halinde kapatma yaptırımı radikal bir
önlem olmayacağı gibi toplumun güvenliği ve huzuru açısından acilen uygulanması
gereken tek yaptırım olmaktadır. Bu konuda tarihsel deneyimlerden kaynaklanan
ihtiyaçlar da dikkate alınmalı, dolayısıyla geçmişte ülkede yaşanan ve
yaşanmaya halen de devam edilen terör örgütü kaynaklı şiddet olayları
değerlendirilmelidir.
Zorlayıcı
sosyal gereksinim yönünden tehdidin varlığına ve yeterince yakın olduğuna
ilişkin kanıtlar inandırıcı olmalıdır. Siyasi parti lider ve üyelerinin isnat
edilebilen eylem ve konuşmaları, terör örgütü direktifleri ile etkilediği
kitleleri sokaklarda şiddet içeren gösteriler yapmaya çağırıp, devletin
güvenlik kuvvetlerine silahlı, taşlı, molotof kokteylli saldırılar düzenletiyor
ve ortaya çıkan isyan görüntüleri ile toplumu aşırı derecede rahatsız edip,
ülkede etnik bir çatışmanın temellerini oluşturmaya çalıştığı yolunda
kamuoyunda kanaat uyandırıyorsa, zorlayıcı sosyal gereksinim yönünden tehdidin
varlığı ve yeterince yakın olduğu aşikardır.
Bir
siyasi parti eylemlerinin kapatma yaptırımına konu olabilmesi, her şeyden önce
bu eylemlerin niteliği ve siyasi partiye isnat edilebilirliği sorununu gündeme
getirmektedir. Konu İHAS yönünden İHAM kararlarıyla açıklığa kavuşturulmuştur.
İHAM kararlarına göre;
Kapatma
yönünden tüzük ve programdaki aykırılık tek başına yeterli olmayıp, eylem de
olmalıdır siyasi partinin, Türk toplumu ve devleti için gerçek bir tehlike
oluşturduğuna ilişkin somut kanıtlar ortaya konulmalıdır (TBKP/Türkiye Kararı)
Eylemler aşırı uç ve terörist grupları teşvik etmeye yönelik olmalıdır
(Sosyalist Parti/Türkiye Kararı).
Siyasi
parti, çoğulcu demokrasiyle çatışmayan hedeflerini, sadece yasal araçlarla elde
etmeye çalışmalıdır. Şiddet desteklenmemeli, temel insan hakları ihlali teşvik
edilmemelidir (ÖZDEP/Türkiye Kararı).
Bir
genel başkanın açıklama ve eylemleri partiyi tartışmasız olarak bağlayıcıdır.
Çünkü genel başkan partinin simgesel figürüdür. Genel başkanın siyasi veya
hassas konularda açıkladığı düşüncelerin, kişisel görüşü olduğu vurgulanmadığı
sürece, kurumlar ve kamuoyu tarafından partinin görüşünü yansıttığı biçiminde
yorumlanır ve partiye isnat edilebilir. Genel başkan yardımcıları, yerel
yönetimlerde görev üstlenen üyeler de, partili BELEDİYE başkanları partinin
amaç ve eğilimlerini sergileyen ve yaratmak istedikleri toplum modeline ilişkin
bir imajı yansıtan bütünü oluşturan eylemleri sergilemeleri durumunda, bunlar
da partiye isnat edilebilir. Bu tür eylemler soyut programlara göre potansiyel
seçmenler üzerinde daha etkilidir ve parti kendini bu konuşmalardan
uzaklaştırmadığı sürece, bunlar da partiye isnat edilebilir (Refah
Partisi/Türkiye Kararı).
Yukarıda
belirtilen nitelikteki eylemlerden parti kaçınmamış, bunlara yapanlara karşı
disiplin işlemi yapmamış ve eleştirmemiş, ya da göstermelik olarak disiplin
soruşturması yapmış ya da öngörülenden daha az bir disiplin yaptırımı uygulamış
ise, bu eylemler de partiye isnat edilebilir (Benzeri yorum RP/Türkiye Kararı).
Davalı
siyasi partinin kuruluş tarihinin evvelinden beri yürürlükte olan yukarıda
bahsedilen Anayasa ve yasa düzenlemelerinin herhangi bir gizliliği olmayıp,
yazılı metinler halinde ülke mevzuatında kolaylıkla erişilebilir ve
anlaşılmasını sağlayacak sadelikte kaleme alınmış olduğu sabittir.
B-
İç hukuk yönünden;
Bir
siyasi parti hakkında uygulanacak en radikal yaptırım kuşkusuz kapatma
yaptırımıdır. İç hukukta siyasi partilere uygulanacak yaptırımlar
düzenlenirken, bu yaptırımlar arasında siyasi partinin kapatılmasına da yer
verilmiştir.
a-
Anayasal düzenleme;
Siyasi
parti kapatma yaptırımı ve bu yaptırımın hangi hallerde söz konusu olabileceği
Anayasa'nın 69 ncu maddesinde düzenlenmiştir. Böylece anayasakoyucu kapatma
yaptırımı nedenlerinin yasa ile artırılmasını engellemiştir.
Anayasa'nın
69 ncu maddesinin dördüncü fıkrasına göre, siyasi partilerin kapatılması,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi'nce
kesin olarak karara bağlanır.
Anayasa'nın
69 ncu maddesine göre siyasi partilerin kapatılması ancak üç nedenle söz konusu
olabilmektedir. Buna göre:
-
Bir siyasi partinin tüzük ve programının Anayasa'nın 68 nci maddesinin dördüncü
fıkrası hükümlerine aykırı olması (Anayasa md 69/5),
-
Bir siyasi partinin Anayasa'nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı
eylemlerin odağı durumuna gelmesi (Anayasa md 69/6)
-
Bir siyasi partinin, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk
uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alması (Anayasa md
69/10)
halinde
siyasi partinin kapatılmasına hükmedilmesi gerekmektedir.
Anayasa'da
bu üç neden sayılırken siyasi partinin 'kapatılması' yerine, 'temelli
kapatılması' ibaresi kullanılmış olup, bu maddede ayrıca siyasi partinin
temelli kapatılması dışında kapatılma nedenlerinden söz edilmiş değildir.
Yukarıda
belirtildiği üzere Anayasa'nın 69 ncu maddesinin dördüncü fıkrasında ise,
siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davaların Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı tarafından açılacağı ifade edilmiş, bu fıkrada da 'temelli
kapatılmadan' sözedilmemiştir.
Dolayısıyla
maddede geçen temelli kapatma ve kapatma kavramları aynı şeyi ifade etmektedir.
Şöyle ki kapatma yaptırımı, Anayasa'nın 69 ncu maddesinin sekizinci ve
dokuzuncu fıkrasında belirtilen 'geleceğe yönelik etkiler' içerdiğinden, bu
nedenle 'temelli' kapatma kavramı ile de geleceğe yönelik bu etkiler
kastedilmiştir.
Anayasa'nın
69 ncu maddesinin onbirinci fıkrasında geçen 'kapatılma davaları' ve 149 ncu
maddesinin beşinci fıkrasında geçen 'siyasi partilerin temelli kapatılması veya
kapatılması davaları' ibareleri de bu doğrultuda yorumlanmalıdır.
Anayasa'nın
69 ncu maddesinin yedinci fıkrasına göre, yukarıda belirtilen ilk iki kapatma
nedenine dayalı olarak açılan davalarda, eylemin ağırlığına göre siyasi
partinin temelli kapatılması yerine, devlet yardımından kısmen veya tamamen
yoksun bırakılmasına hükmedilebilecektir. Eylemin ağırlığını belirleyecek merci
davaya bakan Anayasa Mahkemesi'dir.
Kapatılan
(=temelli kapatılan) bir siyasi parti için Anayasa'da geleceğe yönelik
öngörülen yaptırımlar ise;
- Bir
başka ad altında kurulamaması (Anayasa md 69/8),
-
Bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan ve faaliyetleriyle neden olan
kurucu dahil üyelerinin, Anayasa Mahkemesi'nin temelli kapatmaya ilişkin kesin
kararının Resmi Gazete'de gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl
süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamaması
(Anayasa md 69/9),
-
Partisinin kapatılmasına beyan ve eylemleriyle neden oldukları Anayasa
Mahkemesi'nce kapatmaya ilişkin kesin kararda belirtilen milletvekillerinin
milletvekilliğinin, bu kararın gerekçeli olarak resmi Gazete'de yayımlandığı
tarihte sona ermesi(Anayasa md 84/5)
durumlarıdır.
Konuya
dönersek, Anayasa'nın 69 ncu maddesinin altıncı fıkrasına dayalı olarak kapatma
yaptırımına hükmedilebilmesi için, açıklandığı üzere, bir siyasi partinin
Anayasa'nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin odağı
durumuna geldiğinin, açılacak kapatma davasında Anayasa Mahkemesi'nce tesbiti
gerekmektedir.
Anayasa'nın
68 nci maddesinin dördüncü fıkrasında, 'siyasi partilerin tüzük ve
programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine,
millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz;
sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve
yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.' denilmektedir.
Bir
siyasi partinin Anayasa'nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı
eylemlerin odağı haline gelmesi ise, 69 ncu maddenin altıncı fıkrasındaki
düzenleme uyarınca '68 nci maddenin dördüncü fıkrasına aykırı fiillerin, o
partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi ve bu durumun, o partinin büyük
kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye
Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen
veya açıkça benimsenmesi yahut bu fiillerin doğrudan doğruya anılan parti
organlarınca kararlılık içinde işlenmesi durumunda' söz konusudur.
b-
Yasal düzenleme;
Anayasa'daki
kapatma yaptırımına ilişkin düzenlemeler, Anayasa'nın 68 nci ve 69 ncu
maddesindeki esaslar çerçevesinde 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nda da
(SPY) yer almıştır.
SPY'nda,
siyasi partiler hakkında uygulanacak yaptırımlar;
-
Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakmak
-
Ve siyasi partinin kapatılması
olarak
düzenlenmiştir.
02.01.2003
tarih ve 4778 sayılı Yasa ile SPY'nda yapılan değişiklikler öncesinde, SPY'nda
temelli kapatma ve kapatma olarak iki ayrı kapatma davası türü düzenlenmiş idi.
Anayasa'da 'sınırlı sayım' yoluyla düzenlenen temelli kapatma nedenleri, olduğu
gibi SPY'na taşınmıştı. Temelli kapatma kararlarının en belirgin özelliği,
geleceğe etkili sonuçlar içermesi idi. O dönemde Anayasa'da yer verilmeyen dar
anlamdaki kapatma yaptırımı ise, SPY'nda gösterilen nedenlerle söz konusu olup;
bu yaptırım, geleceğe etkili sonuçlar içermemekte idi.
Anayasa'ya
paralel bir düzenleme amacıyla ve en son 4778 sayılı Yasa ile SPY'nda yapılan
değişiklikler sonrasında ise, SPY'nda kapatma davaları konusunda 'kapatma veya
temelli kapatma' biçiminde iki ayrı kavrama yer verilmemiş; yasa, bütünlüğü
içerisinde 'kapatma yaptırımı' kavramını kullanmış ve bu yaptırımın da
Anayasa'ya paralel olarak geleceğe yönelik sonuçlar içerdiği benimsenmiştir.
SPY'ndaki bu düzenlemelerde Anayasa'daki temelli kapatma kavramı yerine, eş
anlamlı olarak kapatma kavramı kullanılmış; SPY'nda bulunan kapatma yaptırımı
ise kaldırılarak; devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakma
yaptırımına dönüştürülmüştür.
SPY'nda
Anayasaya paralel olarak yapılan düzenlemelere göre, bir siyasi partinin
kapatılması, ancak Anayasa'daki yasaklara aykırılık durumunda ve üç nedenle olasıdır.
SPY'nın 101 nci maddesindeki düzenlemelere göre;
-
Bir siyasi partinin tüzük ve programının Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti
ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine
aykırı olması, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür
diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlaması, suç işlenmesini teşvik
etmesi,
-
Bir siyasi partinin, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı
eylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespiti,
-
Bir siyasi partinin, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk
uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alması,
durumlarında,
siyasi parti hakkında kapatma kararı verilmesi gerekmektedir. Ancak belirtilen
ilk iki durumda, kapatma yaptırımı yerine dava konusu eylemlerin ağırlığına
göre, siyasi partinin almakta olduğu son yıllık devlet yardımı miktarından az
olmamak koşuluyla, bu yardımdan, kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar
verilebilmektedir.
Yukarıda
belirtilen ikinci nedene dayanarak bir siyasi partinin kapatılması, ancak
Anayasa'nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin odağı
durumuna gelmesi koşuluna bağlıdır. Odak haline gelmiş sayılmak ise,
Anayasa'nın 68 ve 69 ncu maddelerindeki düzenlemelerle aynı paralelde, SPY'nın
103 ncü maddesinde düzenlenmiştir.
Kapatma
kararı verilmesi durumunda;
-
Karar tarihi itibarıyla parti tüzel kişiliği ve dolayısıyla parti üyelerinin
üyelikleri ve varsa görevleri sona ermekte,
-
Yine karar tarihi itibarıyla siyasi partinin bütün malları hazineye geçmekte
(SPY md 107),
- Kapatılan
partilerin isim, amblem, rumuz, rozet ve benzeri işaretleri başka bir siyasi
parti tarafından kullanılamamakta (SPY md 96),
-
Kapatılan siyasi parti bir başka ad altında kurulamamakta (Anayasa md 69/8; SPY
md 95),
-
Siyasi partinin kapatılmasına söz ve eylemleriyle neden olan kurucuları dahil
üyeleri, Anayasa Mahkemesi'nin kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmi
Gazete'de gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir
başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ev deneticisi olamamakta; bu kişiler
siyasi partilerce seçimlerde hiçbir biçimde aday gösterilememekte (Anayasa md
69/9, SPY md 95),
-
Partisinin kapatılmasına beyan ve eylemleriyle neden oldukları Anayasa
Mahkemesi'nce kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilen milletvekillerinin
milletvekilliği de, bu kararın gerekçeli olarak resmi Gazete'de yayımlandığı
tarihte sona ermektedir (Anayasa md 84/5).
Anayasa'nın
68 nci maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen eylemlerin odağı durumuna
gelmek konusunda, SPY ayrıntılı hükümlere yer vermiş ve anılan fıkrada
belirtilen kavramlar SPY'ndaki düzenlemelerle açıklığa kavuşturulmuştur.
Bu
bağlamda SPY'nın dördüncü kısmının birinci, ikinci ve üçüncü bölümlerinde
açıklayıcı hükümlere yer verilmiştir.
SPY'nın
'siyasi partilerle ilgili yasaklar' başlıklı dördüncü kısmının;
-
Birinci bölümü, 'amaçlarla ve faaliyetlerle ilgili yasaklar' başlığını
taşımaktadır. Bu bölüm tek maddeden oluşmakta olup, 78 nci maddede 'demokratik
devlet düzeninin korunması yönünden' öngörülen yasaklamalara yer verilmiştir.
-
İkinci bölümü, 'milli devlet niteliğinin korunması' başlığını taşımaktadır. Bu
bölümde, bağımsızlığın korunmasına (md 79), devletin tekliğinin korunmasına (md
80), azınlık yaratılmasının önlenmesine (md 81), bölgecilik ve ırkçılık
yasağına (md 82) ve eşitlik ilkesinin korunmasına (md 83) yönelik yasaklamalar
gösterilmiştir.
-
Üçüncü bölümü ise, 'Atatürk ilke ve devrimlerinin ve laik devlet niteliğinin
korunması' başlığını taşımaktadır. Bu bölümde ise, Atatürk ilke ve
devrimlerinin korunması (md 84), Atatürk'e saygı (md 85), laiklik ilkesinin
korunması ve halifeliğinin istenemeyeceği (md 86), din ve dince kutsal sayılan
şeyleri istismar yasağı (md 87), dini gösteri yasağı (md 88) ve Diyanet İşleri
Başkanlığı'nı yerinin korunması (md 89) konusunda yasaklamalar açıklanmıştır.
SPY'ndaki
hükümler, Anayasa'nın 69 ncu maddesinin son fıkrasından hareketle, Anayasa'daki
esaslar çerçevesinde düzenlenmiştir.
c-
Anayasa'nın 90/son maddesi çerçevesinde siyasi partiler hakkındaki kapatma
yaptırımında uluslararası sözleşmelerin gözetilmesi;
Anayasa'nın
90 ncı maddesinin son fıkrasında, 'yöntemince yürürlüğe konulmuş temel hak
ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla yasaların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, uluslararası antlaşma
hükümleri esas alınır' denilmektedir.
1982
Anayasası'nın nitelemesine göre, Anayasa'nın 12 nci ila 74 ncü maddeleri
arasında yer alan hakların hepsi 'temel hak ve özgürlüklerden' olup,
Anayasa'nın 68 nci ve 69 ncu maddelerinde siyasi haklar kapsamında düzenlenen
siyasi partiler de, temel hak ve özgürlükler kapsamında korunma görmektedir.
Aynı şekilde temel hak ve özgürlüklerin bir bölümünü konu alan İHAS yönünden,
siyasi partiler İHAM'ın yorumlarıyla bu sözleşmenin 11 nci maddesi kapsamında
temel hak ve özgürlükler içerisinde kabul edilmiştir. Yine siyasi partiler BM
Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin 22 nci maddesi kapsamında da koruma
görmektedir.
Bu
bağlamda SPY'nın anılan sözleşmeler gözetilerek ve Anayasa'nın da bu doğrultuda
yorumlanarak, siyasi partiler hakkındaki kapatma yaptırımın irdelenmesi
gerekmektedir.
d-
Siyasi parti kapatma davalarının ve kapatma yaptırımının hukuksal niteliği;
Anayasa'nın
69 ncu maddesinin dördüncü fıkrası ile, SPY'nın 98 nci maddesine göre, siyasi
parti kapatılması davaları Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın açacağı dava
üzerine Anayasa Mahkemesi'nce kesin olarak karara bağlanmaktadır.
Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Yasa'nın 33 ncü
maddesine göre de, açılan bu davalar Ceza Muhakemesi Yasası hükümleri
uygulanmak suretiyle, dosya üzerinde incelenerek kesin olarak karara
bağlanmaktadır.
Kapatma
davalarında Ceza Muhakemesi Yasası hükümlerinin uygulanması demek, bu davaların
bir ceza davası ve yaptırımın da ceza hukuku kapsamında bir ceza olduğu
anlamında değildir. Aksine, siyasi parti kapatma davaları, ceza davası olmayıp,
kendine özgü nitelikte bir dava türü olduğundan, bu davalarda uygulanacak usul
kurallarının açıklanması gereği duyulmuş ve maddi gerçeği araştırmak yönünden,
siyasi partilerin lehinde olarak bu davalarda Ceza Muhakemesi Yasası
kurallarının uygulanacağı belirtilmiştir (Anayasa Mahkemesi'nin 22.6.2001 tarih
ve 2/2 sayılı kararı). Bu düşünceden hareketle, siyasi parti kapatma davasına
yönelik iddianame düzenlenmesinden önce, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın
hangi yetkileri kullanarak dava açabileceği de özel olarak SPY'nın 98 nci
maddesinde gösterilmiştir.
Siyasi
parti kapatma davalarının, ceza muhakemesi hukuku anlamında ceza davası
olmaması, kapatmaya konu eylemlerin de ceza hukuku kapsamında suç olma
zorunluluğunu gerektirmemektedir. Anayasa'nın 69 ncu maddesinin altıncı fıkrası
ile SPY'nın 101 ve 103 ncü maddesindeki düzenlemelere göre, kapatmaya konu
eylemlerin 'sadece işlenmiş' olması yeterli olup, bu eylemlerin hükmen sabit
olması koşulu da aranmamaktadır. Bu nedenle kapatmaya konu eylemler hakkında
açılmış ve mahkümiyetle sonuçlanmış davaların bulunmaması sonuca etkili
değildir. Ancak kapatmaya konu edilen eylem hakkında açılmış ve mahkümiyetle
sonuçlanmış bir davanın bulunması demek, bu eylemin işlendiğinin kesin olarak
kanıtlanması anlamındadır ki, Anayasa Mahkemesi böyle bir durumda anılan
eylemin işlenmiş olup olmadığını araştırmayacaktır. Yine, kapatma davasına konu
edilen eylem hakkında açılan ceza davasında, bu eylemin 'işlenmediğinden
bahisle' beraat kararı verilmiş ve bu karar da kesinleşmiş ise, Anayasa
Mahkemesi atılı eylemin işlenmiş olup olmadığını değerlendirmeyecek, kesinleşen
ceza mahkemesi kararına göre işlem yapacaktır.
Siyasi
parti kapatma davaları kendine özgü bir dava türü olduğu gibi, uygulanan
'kapatma yaptırımı da' ceza hukuku anlamında bir 'ceza' değildir. Kapatma
yaptırımı hem Anayasa'da hem de SPY'nda gösterilmiş olup;
-
bu yaptırımın ceza niteliğinde olmaması,
-
kapatma yaptırımına konu eylemlerin (gerçek kişilerin söz konusu olabilecek
sorumluluğu saklı kalmak kaydıyla) siyasi parti tüzel kişiliğinin ceza hukuku
yönünden işlediği bir suç sayılmaması,
-
ayrıca normlar hiyerarşisi yönünden de bu dava ve yaptırımın Anayasa'da düzenlenmiş
olması
karşısında,
5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nın 5 nci maddesinin (11.5.2005 gün ve 5349 sayılı
Yasa'nın geçici 1 nci maddesinden hareketle) 2006 yılı sonrasında dahi siyasi
parti kapatma davaları yönünden uygulanma yeri bulunmamaktadır.
e-
Kapatma yaptırımına konu eylemler ve siyasi partiye isnat edilebilirliği;
Bir
siyasi partinin, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı
eylemlerin odağı durumuna gelmesi ve bu nedenle kapatılabilmesi için, bu
eylemlerin, Anayasa'nın 69 ncu maddesinin altıncı fıkrası ve SPY'nın 103 ncü
maddesine göre;
-
Bu eylemlerin, o partinin üyelerince yoğun bir biçimde işlenmesi ve bu durumun
da, o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim
organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup
yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsenmesi,
-
Veya bu eylemlerin, doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık
içinde işlenmesi gerekmektedir.
Bir
siyasi partinin kapatılmasını gerektiren eylemlerin, ceza hukuku kapsamında
mutlaka suç olarak düzenlenmesi ve bu konudaki davaların da mahkumiyetle
sonuçlanması gerekmemektedir. Ancak eylem aynı zamanda ceza hukuku kapsamında
suç olarak düzenlenmiş ise, bu konuda ceza mahkemesindeki davaların
sonuçlanmasını beklemeye gerek bulunmamaktadır. Ceza mahkemesinde sonuçlanarak
kesinleşen davalarda verilen kararlar ise, sadece eylemin kesin olarak
işlenmemiş olduğu veya işlenmiş olduğu yönündeki tesbitler yönünden
bağlayıcıdır.
Siyasi
partiler, demokratik bir rejimde en çok hak ve özgürlüğe sahip olması gereken
örgütlerdir. Bu durum siyasi partiler için daha geniş bir faaliyet alanını
ortaya çıkarmaktadır. Geniş faaliyet alanının bulunması demek ise, siyasi
partilerin eylemleri için farklı bir değerlendirme yapılmasını zorunlu
kılmaktadır.
Siyasi
partinin geniş hareket sahasının bulunması, ona isnat edilen eylem aynı zamanda
suç teşkil ediyorsa, toplum ve hukuk düzeni yönünden kınanan bu davranışın,
siyasi parti yönünden kınanmayarak hukuka uygun değerlendirilmesini
gerektirmez. Ancak toplum ve hukuk düzeni tarafından açıkça kınanmayan ve suç
olarak düzenlenmeyen davranış ve eylemlerin, çok daha fazla hak ve özgürlüklere
sahip olan siyasi partiler yönünden kapatma davasına konu edilebilmesi, çok
özel ve sınırlı durumlarda söz konusudur ki, bunlar da Anayasa'nın 68 nci
maddesinin 4 ncü fıkrasına ve İHAS'ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrasına uygun
nitelikte, yoğunluk ve kararlılıkla işlenen eylemlerdir.
Hukuk
düzeninin suç olarak öngörmediği eylem, bu eylemin bir siyasi parti tarafından
veya siyasi parti aracı kılınmak yoluyla işlenmesi durumunda, yarattığı ve
kaçınılmaz olarak yaratacağı sonuçları gözetildiğinde, siyasi parti için
yasaklama gerektirebilir. Eylemin suç olarak düzenlenmemesi, o eylemin hiçbir
biçimde kınanamaması sonucunu da doğurmaz.
Kaldı
ki Anayasa'nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına dayanan ve bu fıkrayı
açıklayarak siyasi partiler hakkındaki yasaklamaları sıralayan SPY'nın 78 nci ila
89 ncu maddeleri arasındaki düzenlemelere aykırılık, SPY'nın 117 nci maddesinde
suç olarak ta öngörülmüştür. Siyasi partiye isnat edilen eylem hakkında, ceza
davasının veya soruşturmasının açılmamış veya dokunulmazlık gibi yasal engeller
nedeniyle açılamamış olması da, sonuca etkili değildir.
Kapatma
davasına konu edilen eylemlerin işlendiği tarihlerin bir önemi bulunmamaktadır.
Eylemlerin üzerinden ne kadar süre geçse de, zamana yayılan bu eylemlere
odaklık boyutunda bir bütünü oluşturmaları yönünden iddianamede dayanılması
olasıdır.
İHAS
irdelenirken, siyasi parti kapatma yaptırımı ile ilgili olarak eylemlerin
niteliği ve isnat edilebilirliği konusunda açıklanan durumlar, burada da
geçerlidir.
Siyasi
partini genel merkez organlarının (SPY md 13), il ve ilçe teşkilatlarının (SPY
md 19,20), TBMM grup genel kurulu ve grup yönetim kurulunun (SPY md 24, 25),
parti üyelerinin (SPY md 12) eylemleri; eğer o siyasi partinin, yasa, anayasa
ve İHAS tarafından korunmayan, hedeflediği amaç veya siyasi projeyi gerçekleştirmek,
kolaylaştırmak, altyapı hazırlamak veya bunları ifadeye yönelik ise, kapatma
davasında siyasi partiye isnat edilebilecektir. Bu noktada şunu da belirtmek
gerekmektedir ki, partiyi temsil eden organlarca gerçekleştirilen eylem veya
söylemlerin, partinin değil bu kişilerin kendi kişisel görüşleri olduğu
açıklanmadıkça ve siyasi parti tarafından da açıkça reddedilmedikçe, bu söylem
ve eylemler de partiye isnat edilebilecektir. Ancak, siyasi partiyi
sorumluluktan kurtarmak adına, siyasi partinin amaç ve hedefleriyle örtüşen
eylem ve söylemlerin, kendi kişisel görüşleri olduğunun açıklanması da,
kuşkusuz siyasi partiyi sorumluluktan kurtarmayacaktır.
Bir
siyasi parti üyesi olup, yerel yönetimlerde görev alanların eylemleri de, o
siyasi partinin hedeflediği siyasi projeyi gerçekleştirmek veya ifade etmek
amacına yönelikse, siyasi partiye isnat edilebileceği hususunda kuşku
bulunmamaktadır.
III-
DAVA KONUSU EYLEMLER:
A-
DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİ'NİN KURULUŞU AŞAMASINDA ORTAYA ÇIKAN EYLEMLER:
Bilindiği
gibi terör örgütü olduğu uluslararası alanda da kabul gören PKK (KONGRA
GEL-KADEK-KKK)'nın kurucusu ve elebaşı olan Abdullah ÖCALAN yurt dışında
yakalanıp getirilerek yargılanmış ve mahkum olduğu cezası halen İmralı
cezaevinde infaz edilmektedir. Tüm diğer mahkumlar gibi yasal olarak avukatları
ve ailesi ile görüşmesine imkan tanınmıştır. Ancak avukatları tarafından söz
konusu görüşmelere ait diyaloglar daha sonra yazılı olarak örgütün güdümündeki
yayın organlarında yayınlanmış, böylece terörist örgüt liderinin yandaşlarına
ve örgütüne talimat vermesine olanak sağlanmıştır. Nitekim yasal bir hakkın
kötüye kullanımı olarak kabul edilebilecek şekildeki bu iletişimi sağlayan
avukatları hakkında ilgili mercilerce zaman zaman yasal işlem yapılma yoluna
gidilmek zorunda kalınmıştır.
Ancak
'AVUKAT GÖRÜŞMELERİ' veya 'GÖRÜŞME NOTLARI' adı altında teröristbaşının
talimatları örgüte yakın çeşitli gazete ve dergilerin yanı sıra çok sayıda
değişik internet sitesinde de (ROJACİVAN, RİZGARİ, VELATPEREZ, NASNAME gibi)
yayınlanarak talimatların ilgililere ulaşması sağlanmıştır.
Söz
konusu yazıların incelenmesinde özellikle Demokratik Toplum Partisi (DTP) ile
ilgili ilginç bilgilere ulaşılabilmektedir.
Örneğin
5.5.2004 tarihli görüşmede elebaşı
'Evet.
Yeni bir parti gerekiyor. İsmi Demokratik Toplum Partisi olabilir. Ama tabandan
gelecek. Özgür Parti kendini fesheder. Diğeri zaten kapatılma durumu var. Bu
temelde tartışmalar yürütsünler. Daha sonra bunları daha detaylı açarız. Kongre
öncesi tartışmaları yürütsünler. Geniş katılımlı delegeler oluşturulur. Bu
delegeler kurucular kurulunu seçer. Yeni partinin programını savunmamdan olduğu
gibi uyarlayabilirler.' Şeklinde bir beyanda bulunmuştur. Bilindiği gibi bu
tarihte hakkında daha önce Anayasa'nın 69 ncu maddesinin 6 ncı fıkrasında
'Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü' ilkesini koruma altına
alan Anayasa'nın 68 nci maddesinin 4 ncü maddesine aykırı eylemlerin odağı
haline gelmesi nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafında hakkında
kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesine dava açılmış bulunan Demokratik Halk
Partisi (DEHAP) faaliyette idi. Teröristbaşı ilk kez bu görüşmesinde yeni bir
parti kurulması talimatını vermekle kalmayıp kurulacak partinin ismini dahi
talimatlarının arasına almıştır.
Partinin
ismini vermekten başka elebaşı sonraki görüşmelerinde de hem yeni kurulacak
parti ile ilgili (DTP) hem de o tarihte faaliyette olan (DEHAP) ile ilgili
talimatlarına devam etmiş;
12.5.2004
tarihinde
'Avrupa'daki
Kürtler, Kongre bittikten sonra kendi kongrelerini yapsınlar. Kendi kurumlarına
yöneticilerini kendileri seçsinler. Temsil heyetini kendileri seçecek. Suriye
ve İran'daki Kürtler için de benzer süreçler yaşanabilir. Yeni parti her bölge
de toplantılar yapılarak ilan edilir. DEHAP ve Özgür parti de yeni parti içinde
yer alır. Ahmet Türk, Murat Bozlak, bunlara benzer elli altmış kişi,
Karayalçın'la çatı örgütü üzerinde konuşabilirler. İleride seçime çatı örgütü
ile mi ya da nasıl girileceği netleştirilir. Ama ayrı örgütümüz olacak. Yapı
örgütlenecek. Böyle olursa yüzde on barajını aşarlar.'
''.
'Avrupa'da
ki Kürt halkı kendi yöneticilerini kendileri seçecekler. Halk delegeleri
seçecek, delegeler de temsilcilerini seçecek. Roj TV, Özgür Politika'ya geçici
olarak bakacak şahıs Remzi Kartal olsun. Ben unuttum, bunu avukatlara
söylemedim, bunu onlara aktar. Bundan sonraki süreçte buradaki basın ve Kürt
Enstitüsü, demokratik kurumlar kendi başkanlarını, yöneticilerini kendileri
seçecekler. Demokrasi budur. Bir kurumun içerisinde demokrasi olmazsa o kurum işlemez.
Yeni partinin oluşmasında benim savunmamdan yararlanılabilir. Çok güzel bir
cevap olabilir. Bundan sonra halk delegeleri kendisi seçecek. O delegeler de il
yönetimini ve parti meclisini seçecekler. Seçim sonrası DEHAP'ta neler
konuşuluyor'
(DEHAP
eksiklerimiz var diyor, ama seçim sonuçlarını başarılı buluyorlar.)
Altı
buçuk, yedi civarındaki oy oranını dört, dört buçuğa düşürmüşler. Bu nasıl
başarı oluyor' DEHAP'taki eski yöneticiler, onlar da delege olabilirler. Bu
hayata geçirilirse, özgür parti de buna dahil olur; yeni oluşum, demokratik
toplum partisi kurulur. Herkesin de katkı sunması gerekir.'
''
'Cezaevinde
olan ve cezaevinden çıkan arkadaşlarda yeni parti oluşumuna katkı sunabilirler.
Sabri ile görüşsünler, Sabri onlara yöntemleri gösterir'.'
19.05.2004
tarihinde
Hukuki,
siyasi temelde özel bazı görevlendirmelerim de olacak. Birileri kurumları benim
adıma ele geçirmiş. Ne yaptıkları belli değil. Bazı sahtekarlar var. Benim
adıma kurumlarda sahtekarlık yapılıyor. Kurumlarımızı geri almamız gerekiyor.
Bu yüzden kurumlar için sizleri düşüneceğim. Savunmamı verdim. Ben kendimi
savunuyorum. Siz de beni savunacaksınız. Halk tutuyor beni görüyorsunuz.
Halkın
bana bağlı olduğunu siz de söylüyorsunuz. Eğer halk önderiysem, Halk istiyorsa
ben de bundan vazgeçemem. Bunun gereğini yapmam gerekir. İsterlerse başka bir
liderlik çıkarsınlar. PKK içinde de çıkabilir. Osman'dan Cuma'ya kadar
yapabiliyorlarsa yapsınlar. O kararlı duruşu, önderlik vasıflarını
gösterebiliyorlarsa yapsınlar. Kendim de buna ihtiyaç duyuyorum. Liderlik
kurumu önemlidir. Bu halka kimse önderlik yapmadığı için bu yük omuzuma
yüklenmiş. Kimse bu halka sosyal, siyasal, kültürel önderlik yapmadığı için ben
yapmak zorunda kaldım. Halk da istiyorsa eğer, ben bundan kaçamam. Gücüm
kabiliyetim ölçüsünde yapmaya çalışıyorum. Çocuk da değilim, yaşım 56 da olmuş.
Olgunlaştım. Herkes buna saygı gösterecek. Saygılıysanız gereğini yaparsınız.
Siz de kudretli bir biçimde gereklerini adam gibi yapacaksınız. Sizi ben onurlu
Kürt yurtsever olarak değerlendirmiştim. Bunları yapmazsanız onursuz olursunuz.
Halkın hukukunu değerlerini savunacaksınız. Aydınlar, PKK, herkes bunu
anlayacak. Açlıkla boğuşan yoksul halkımızın bin bir emekle kurduğu kurumlar
var. Radyo var, TV var, gazeteler var. Kim beni burada engelleyebilir. Hangi
alçak oralarda benim sesimi kısabiliyor. Halk için irade beyan edeceksiniz.
İstediğin kadar konuş istediğin kadar yaz. Engelleyen terbiyesiz adam kimdir.
Devlet bile bu aşağılık duruma düşmedi. Devlet ile rakibiz. Birbirimizle
gırtlak gırtlağa mücadele ediyoruz. Takip ettim devlet bile bana bunu
uygulamadı. Bunun hesabını herkes verecek. Herkes özeleştirisini verecek. Başka
yolu yok. Rıza'dan Abbas'a, Cuma'ya kadar herkes hesabını verecek. Bu bir
komplodur. Komplo içinde komplodur bu. Yunan komplosundan daha beter. Çünkü bu
komplo içimizde. Bu komplonun açığa çıkartılması gerekir. Bu çok önemlidir.
Özeleştirilerini herkes bu temelde doğru dürüst verecek. Kimse bundan kaçamaz.
Neden özeleştiri sağlam biçimde verilmiyor. Binlerce halkın çocuğu dağda
vuruldu, binlercesi yirmi yıldır hapislerde çürüyor. Siz gidip soracaksınız
onlara. Gidip gırtlaklarına basacaksınız onların. Sorun bunun hesabını. Halk
sana evladını veriyor. Soruşturmadaki yetkili de demişti. Sizinkiler doğru
dürüst savaşmasını bile bilmiyorlar diye. Benim adıma savaşacaksan doğru dürüst
savaşacaksın. Benim adıma böyle savaş olur mu' Madem savaştıramıyorsun neden
eline silahı veriyorsun. Bu ne kıvraklık. Sonra da lider geçiniyorlar. Bilmem
ne yapıyorlar, madem savaşamıyorsun madem demokrasi ve hukuktan anlamıyorsun o
zaman ne hakla radyo, TV'yi ele geçiriyorsun. Kurumları ele geçirmişler.
Namussuzluktur bu. Halka gidecektiniz. Bunu anlatacaktınız. Gençlere gidip,
Apo'nun selamları var diyeceksiniz. Gidip halka yandaşlarımıza söyleyecektiniz.
Kurumlarınızı geri alın diyecektiniz. Halk kurumlarını ele geçirecek.
Biz
bu kadar acıyı onların koltuk menfaatleri için mi çektik. İktidar olacaklarmış,
milletvekili, BELEDİYE başkanları olacaklarmış. Siz de hiç vicdan yok mu'
İnsanlık bunu kabul eder mi' Bana saygısı olmayan benim adıma nasıl siyaset
yapar. Bunun anlamı Apo ben senin ananı bilmem ne yapıyorum demektir. Biz bu
kadar namussuz muyuz' Nasıl oluyor bu. Sizler çocuk gibi yaklaşıyorsunuz. Bana
Başkanım diyeceksiniz. Sonra da Benim burada söylediğim en ufak şeyimin
gereğini yerine getirmeyeceksiniz. Başkanın bu kadar burada çile çekecek sen
bilmem ne yapacaksın.
Onları
Suriye'den beri besliyorum. Aslında ben onlara üzülmüyorum. Kendime üzülüyorum.
Yirmi yıl onları besledim, büyüttüm. Benim adıma kan dökeceksin, Avrupa'da
vergi toplayacaksın. Sonra da Başkan köşede kalsın biz kabul etmeyeceğiz
diyeceksin. Bu bir komplodur. Bu komployu kimlerle, kimin adına yaptılar.
Devletler mi vardı işin içinde. Halkı arkanıza alıp müdahale edecektiniz. Siz
bunları söylediğinizde yanınıza az mı insan gelir. Benim adıma uygulamaya
geçireceksiniz söylediklerimi. Bunun yolları var. Bu konuda her hafta bana
rapor vereceksiniz. Politik ve zeki olacaksınız. Devlet bile beni engellemiyor.
Savunma hakkı kutsaldır. Burada kendimi savunuyorum. Burada beni savunmanız
gerekirdi. Savunmanın ne demek olduğunu siz iyi bilirsiniz. Beni kullanmak
istediler. Bunu nasıl yaptılar. Devlet bile karışmıyor. Bunların yaptığı tecrit
içinde tecrittir. Beni burada imha etmek istediler. Hangi güç yaptırıyor bunu'
Bu kalleşliktir. Hakim bile savunmaya izin veriyor. Biz burada halkı savunmaya
çalışıyoruz. Bunu bile engelliyorlar. Nasıl oluyor bunlar.
(sizi
sadece manevi ve ruhani bir önder olarak ele alıyorlar)
Ruhani
lider olarak mı görüyorlar. Humeyni de ruhani liderdi. Hz. Muhammet de manevi
liderdi. Ama onlara hala kimse saygısızlık yapmıyor. Ruhani lidere böyle
saygısızlık yapılır mı' TV'de söylediler mi bunu' Niye söylemiyorlar açık açık.
Eğer yürekleri varsa açık açık bunu halkın önüne çıkıp söylerler. Çıksınlar
açık açık Apo'yu istemiyoruz desinler. Ruhani lidermiş. Ne demek bu. Nasıl
oluyor bunlar. Bunların hepsi lümpen, serseri. Bunların eline silah verilemez.
Bunlar komutanlık yapamazlar. Hiç beğenmedikleri Devlet bile yüz kat onlardan
daha ciddi. PKK adına kimse böyle yapamaz. Bu yapılan canavarlıktır. Bana karşı
bunu yapan her şeyi yapabilir. Bunlar beni örgütten de atabilirler. Apo'yu
örgütten atabilirsiniz. Ama bunu açık yapın. TV, Radyoyu ele geçirmişler zaten.
Madem beni örgütten atacaklar açık olarak çıkıp söylesinler. Halk adına siyaset
yapıyorum. Halka karşı sorumlu olmazsa insan, burada iki gün dayanamaz intihar
eder. Nasıl yapabiliyorsunuz bunu.
Halkın
parasını kullanıyorsunuz, önderliğini kullanıyorsunuz. Komplocu bunlar. Böyle
olmaz. Siyaset böyle yapılmaz. Siyaset açık yapılır. Bizim siyasetimiz
sosyalisttir, demokrattır. Son nefesime kadar halkımı savunacağım. Gidip el
koyacaktınız. Siz benim savunma avukatlarımsınız. Onların etkisine girmişseniz
avukatlığımı bırakacaktınız. Hem avukatım olup hem beni savunmayacaksanız olmaz
böyle. Yoksa bu tarihi vebal üzerinize kalır. Dediklerimi uyguladım
diyebilmelisiniz. Halk beni liderlikten atabilir. Halk seni atmış dersiniz. Ben
de bir köşede sessiz sakin dururum. Sabrederim. Ama işte görüyorsunuz öyle bir
durum yok. Halk bana bağlı. Bunlar kim oluyorlar. Halk her gün Biji Başkan
diyor. Sen liderlik yapamazsın. Halkı kandırıp bir de halk adına liderlik yapmaya
çalışıyorlar. Bir de özeleştiriye gelmeyeceksin. Aslında ben kendime
üzülüyorum. Bunca yıl bunları niye besledim. Birazdan size iki ilke
söyleyeceğim buna ilişkin. Gidip oraya özeleştiriyi doğru uygulatacaksınız
onlara. Siz uygulatacaksınız. Neden gitmediniz' Devletle olan meselemi bir
tarafa bırakıp bundan sonra bunlarla uğraşacağım. Bu kadar ucuz konuşamazsınız
diyeceksiniz. Gidip onlara söyleyeceksiniz yirmi dört saat doktorlar
geliyorlar. Apo'nun sağlığı yerindedir diyeceksiniz. Görüyorsunuz sağlığım iyi.
En değme psikologlar geliyorlar, inceliyorlar beni. İyisin diyorlar. Bana
delilik raporu verilmedi.
Savunmalarım
var. Halk Başkan diyor. Savaşçılar da beni kabul ediyorsa, ki ediyor. O zaman
bunlar hesabını verecekler. Varsa birtakım çeteciler, bunlar hesabını verecek.
Halkı bunlar aldatamaz. Tutarlı bir özeleştiri verecekler. İlk defa bu
topraklarda biz demokratlığın sesini gür çıkaracağız. Gidin onlara deyin, Sizi
onurlu demokratlar olarak görmek istiyorum. Bu süreçte tek yiğitlik yapan
namuslu ses Leyla oldu. Sizin yaşınızda çocukları var. Sizinle ilgili şeyi de
var.
(Görev
alması için ısrarcı olduk)
Görev
almayabilir de. Ama siyasi mücadele yap diyorum. Legal demokratik alanda
sözcülüğümüzü yapsın diyorum. Onu kullanabilirler. Ben kendimi kullandırtmam.
Remzi oraya geçti mi'
(Teyit
etmek istiyorlar)
Ne
demek. Remzi derhal Televizyonun başına geçecek. Özgür politika için de dürüst
bağlı biri gerekiyor. Bu konuda öneriniz var mı'
(Gazeteyi
de Remzi yapabilir )
Yok.
Özgür politikanın başına Remzi, uygun bulduğu birini düşünsün. Önerisini bana
getirirsiniz. Buradaki gazeteyi de düzenlemek lazım. Buradaki gazeteyi attım.
Kim olabilir' Pınar Selek olabilir mi'
(olabilir)
kafası
çalışan bir kadın. Pınar buradaki gazetenin genel yayın koordinatörü olsun.
Kendi ekibini oluştursun. Halkların kutsal demokrasisi için, kendi dedesinin
demokrat geleneğini sürdürsün. Pınar'ın kitabını inceledim, işlediği tezlerin
demokratik özüne göre hareket etsin. Kitabındaki tezleri uygulamazsa
sahtekardır derim. Siz de yanında olacaksınız. Yardımcı olacaksınız. Demokratik
çizgi başarıya ulaşıncaya kadar denetlersiniz. Başka hangi dost kurumlar var.
Tam çizgi oturtuluncaya kadar bu çalışmalarda destek olmalısınız. Biriniz
Enstitü için görev alabilirsiniz. Tam çizgi oturuncaya kadar kendi aranızdan
birini enstitü için görevlendirebilirsiniz. Bunlar hep hukuka göre, demokrasi
üzerine bina ediyoruz. Hukukun gereklerini söylüyorum. Devlet de engellemez.
Savunmalarım eksenindedir. Demokratik hukuk devleti çerçevesindedir. Dernek ve okullarımız
var. Onlarla ilgilenmemiz gerekiyor. Gençlere haber vereceksiniz. selamımı
ileteceksiniz. Demokratik hukuk çerçevesinde kurumlarımıza sahip çıkmamız
gerekiyor. Pratik tedbir alın hemen. Dediklerimi derhal uygulayın. Bana haber
getirin. Beni onurlu temsil edeceğinize dair söz veriyor musunuz'
(Evet
söz veriyoruz)
O
zaman sorun yok. Buna uygun davranacaksınız. Demokratik Toplum Partisinin
geliştirilmesinde (bir avukat arkadaşımızın ismini söyleyerek) olabilir mi'
(olabilir)
O
zaman (görevlendirilen avukat) benim sözcüm olacak. Kitle çalışmaları ile
tabandan hareket edecek. Sen de benim vasimsin, yaptığım tüm görevlendirmelerde
onlara yardımcı olacaksın.
(Partinin
çalışmaları için görevlendirilen arkadaş) yanına birçok genci alsın, ekibini
oluştursun. (Görevlendirilen avukat) tabandan demokrasiyi geliştirecek. Hukuka
ve demokrasiye uygun şekilde yapacaksınız. Avrupa'daki insiyatifi de
alacaksınız. Oradaki kurumları da düzenlemek lazım. Biriniz ya da ikiniz
gidersiniz. Oradaki halk bize bağlıdır diyorsunuz. Oradaki kurumları da
demokratik ilkeler çerçevesinde yeniden düzenlemek gerekiyor'..'
6.6.2004
tarihinde
''.Başka
haberler var mı'
(Bazı
sezdiğim ve bazı arkadaşlardan aldığım bilgiye göre, sizin bu legal siyaset ile
ilgili projenize DEHAP Genel Merkezinin bir kısmının olumsuz baktığı
söyleniyor.)
Eğer
benden katkı bekliyorlarsa benim katkım, projem budur. Bundan sonra da bir
katkı bekleniyorsa bu projemi devam ettireceğim. Bak, Ceylanpınar'da 2000 oy
farkı ile almışlar. Yani doğru bir proje olursa yüzde on beşleri de
alabilirler. Bu arkadaşlar ne demek istiyorlar' Onların kazanması için biz
katkı sunuyoruz. Büyük bir parti olması için demokratik bir güç. Zaten partinin
ismini de söylemiştim. Avukat arkadaşlar bu projede köprü görevini yapacaklar.
Avukatların bu projeye güçleri yeter mi yetmez mi'
(Orada
ekip olarak arkadaşlar azlar. Kendilerine avukat olarak yeni güç katmaları
gerekiyor.) ''
21.7.2004
tarihinde
''.Türkiye'de
Demokratik Toplum Partisi gelişecek. Sizden ricam gerçek bir demokrasi hareketi
oluşturun. Türkiye'deki yurtsever, demokrat çevreler var, onlarla birlikte
ortak örgütlenme de olabilir.
(Ortak
örgütlenmenin denendiği, ancak bu koşullarda gerçekleşme şansının olmadığı
söyleniyor. Daha çok Kürt orijinli parti gerekliliği olduğu söyleniyor.)
Kürt
orijinli, Kürt ağırlık olabilir ama demokrat Türk arkadaşlar da yer alabilir,
esneklik payı bırakıyorum.
(Bu
çerçevede bazı görüşmeler yaptık, DEHAP merkezindeki arkadaşlarda hak edilmeyen
ağır eleştiri alındığına dair genel bir algılama var, bu nedenle görev almada
genel bir isteksizlik olduğunu gözledik. Cezaevinden son çıkanlarla görüştük,
onlarda da yine siyasi yasaklı oldukları gerekçesiyle görev alamayacaklarını
söylüyorlar. Bizce siyasi yasak konusu hukuken tartışmalı bir konu. Ayrıca görev
almama eğiliminde olduklarını gözlemledik.)
DEHAP'lılar
beni yanlış anlıyorlar. Emekleri var ama yetmedi. Ben genel bakıyorum,
tıkanıklık var, aşılması gerekiyor. Cezaevinden son çıkanlar da bu çalışmada
yer almalılar.
(Cezaevinden
son çıkanlara yönelik özel bir mesajınız var mı')
Mesajım
bellidir. Bu yeniden inşa şeyine katılacaklar ve bu hareket gümbür gümbür
gelişecek. Herkes dört elle sarılmalı.
(Demokratik
siyaset alanında iki farklı yapıdan söz ediliyor. Grup veya anlayış olarak
ifade edebiliriz. Birisi Murat Bozlak ve bazı eski BELEDİYE başkanlarından
oluşan bir çevre, diğeri de mevcut DEHAP yöneticileri. Her iki eğilim de
birbirleriyle çalışamayacaklarını söylüyorlar.)
Anlaşılıyor,
taraf, grup şeylerini aşmak lazım. Herkes görev almalı. Çizgi belli. Bize bağlı
olan binlerce genç var, cezaevinden çıkanlar var, kadınlar var. Herkes hızla
görev almalı. Bu çerçevede Murat Bozlak'larla görüşürsünüz. Çizgi çerçevesinde
katılanlar katılır, gelenler gelir, uzatılmasın. Sizler de benim adıma hareket
edersiniz. Savunmalarımdan demokratik bir program çıkartırsınız. Tüzük vb.
hazırlıkları yaparak bir an önce bu hareketi başlatmalısınız. Tabandan kitle
bağı olanlarla çalışın, onları getirin. Demokratik Toplum Partisi İnşa
Koordinasyonu kurulur, bağlı olanlar, kitle temeli olan ilişkilerle bu
geliştirilir. 50-60 kişilik kurucular kurulu bölgeler temelinde kurulur,
oluşturulur.
(Daha
önce üç bin veya beş bin sayıda bir delege oluşturulmasından bahsetmiştiniz.)
Biçime
takılmayın, pratikleşmeyi tartışın, esnek bırakıyorum. Önemli olan halka dayalı
olarak gelişmesidir. Özü budur, biçimi tartışın ve siz karar verin. Sizler bu
çalışmaları yapar gelirsiniz, tartışırız''
28.7.2004
tarihinde
''.Başka
ne var'
(Bölgede
birçok panel yaptık. Halkın yoğun selamları var.)
Paneller
demokratik toplum partisi ile mi ilgili'
(Hayır,
daha çok özgür yurttaş hareketi ile ilgili.)
Şimdi
toplumcu demokratik harekete geleceğim. HEP, DEP ve HADEP'ten gelenlerin ve
DEHAP'lıların demokratlıkla ilişkileri varsa, politik iddiaları varsa, bu
çalışmaya katılırlar, katkı sunarlar. Eğer bunları yapmayacaksa gençlere çağrı
yapacağım, onlara bu görevi vereceğim. Savunmamda ideolojik zemin güçlü
verildi. Buna paradigma dedik; ! köklü düşünce sistemidir. Düşünce gücü
olmayanların eylem gücü olmaz.
''.
Cezaevinden
son çıkanların pozisyonu nasıl' Toplumcu demokratik harekete katkı sunmaları
gerekiyor. Kavramaları gerekir. Savunmalarımdan yararlanmaları gerekir.
HEP'ten, DEP'e ve HADEP'e kadar, Ahmet Türk'ten Tuncer'e kadar toplumcu
demokratik hareket içinde yer almalılar. Siz de bu harekete katkı sunarsınız.
Yoksa tarihi vebal altında kalırsınız. Paneller seminerler devam etmeli.
Edirne'den Hakkari'ye kadar çalışma yürütmeliler. Az önce söylediğim öze sahip
olurlar. Şimdi hareket olarak gelişir, önümüzdeki aylarda da partileşirler.
Kuruculara her kesimden katılım olur. Mesajlarımı doğru aktarmalısınız''
11.8.2004
tarihinde
''Hızla
önemli noktaları aktarın.
(Temel
gündem maddelerimiz şöyle; yeni oluşuma ilişkin tartışma ve çalışmalardan
bahsetmek istiyoruz. Bu kapsamda Dehap'ın durumu, BELEDİYEler ve Cezaevinden
son çıkanların durumuna ilişkin ayrıntılı bazı bilgiler vermek istiyoruz.
Ayrıca Rıza ve Karasu'nun bilgilendirme notları var. Büroya ilişkin özeleştiri
toplantısı yapıldı, sonuçlarını aktarmak istiyoruz)
En
önemli gündem maddeleri bunlar mı' Hızla aktarabilirsiniz ama ben 15 Ağustos
mesajımı devam ettirmek istiyorum. Onu tamamlamam gerekir. Peki o zaman hızla
aktarın.
(Yaptığımız
görüşmelerde şöyle bir tablo çıkıyor. Genel olarak bir siyasal boşluğun
varlığından söz ediliyor. Dehap'ın belirsiz bir durumu var. Yasal olarak
kongrelerini yapmak zorundalar, İllerde de atama çalışmaları yapıyorlar. Ancak
şöyle bir kaygıları var; bir taraftan yeni parti çalışması var. Atama ve kongre
çalışmalarının yeni çalışmaya bir direnç olarak algılanmasından
kaygılanıyorlar. Ayrıca BELEDİYEler konusu belirsizliğini koruyor.
BELEDİYElerin Dehap'a geçmesi kararlaştırılmıştı ancak bunun size sunulmadan
da, uygulamak istemiyorlar)
DEHAP'in
kapatılma durumu var zaten. Sanırım kapatılma ihtimali yüksek.
(Dava
son aşamasına geldi. Kapatılacağına yönelik yaygın kanaat var)
Kapatılma
durumu konuşuluyorken kongresini yapması gerekli midir'
(Yasal
zorunluluk var)
O
zaman sekli bir kongre yaparlar. BELEDİYEler de şimdilik böyle kalabilirler.
(Cezaevinden
son çıkan arkadaşlarla görüşmelerimiz oldu. Öncelikle siyasi yasaklı
olduklarını düşünüyorlar. Bu konuda daha önceki aktarımımızın doğru olmadığını
belirttiler. Bunu da düzeltmek istiyoruz)
Gazetede
okudum, kurucu olabilecekleri belirtiliyordu.
(Uzman
hukukçularla görüştüklerini, kendileriyle ilgili siyasi yasak konusunun net
olduğunu söylüyorlar. Bu nedenle yeni parti çalışmasında yer alamayacaklarını
belirtiyorlar. Ayrıca kendilerine ilişkin olarak diplomatik çalışmalar ve sivil
toplum örgütleriyle görüşmelere dayalı yoğun bir program yaptıklarını,
Avrupa'ya yönelik olarak da ayrı bir programlarının olduğunu belirtiyorlar.
Cezaevinden yeni çıktıklarını, toplumu ve parti içi sorunları da, diğer
çevreleri de anlamak istediklerini, sorunları daha yakından görmek
istediklerini, bunun için de biraz zamana ihtiyaç duyduklarını, bu çerçevede
gündeme gelen yeni oluşumun yeterince tartışılmadığını, bu yüzden erken başladığını
da belirtiyorlar)
Bu
düşündükleri ile yeni oluşum birbirine paralel, birbirini bütünleyen şeyler.
Hepinizin anlama sorunu var. Burada önemli şeyler söyledim, çerçeve çizdim, ama
anlamamakta ısrar ediyorsunuz. Ben öğretmeye çalıştım, yüzde yüz beni boşa
çıkarıyorsunuz. Böyle olunca da halk içinde bir umut olamıyorsunuz. Saygısızlık
derecesine vardırdınız. Ama sallana miting yapıyorsunuz, halkın karsısına
çıkıyorsunuz; halk sizi bağrına basıyor. Önderim diye ortaya çıkıyorsunuz, o
zaman liderliğin gereklerini yerine getireceksiniz. O zaman bu sorumluluğun
gereklerini yapın. Bunu anlamamak örümcek kafalılıktır. Tartışılmadığını
söylüyorlar, o zaman tartışsınlar. Engel mi var' Şaşırtıcı. Siz nasıl
yaşıyorsunuz' Hepinize söylüyorum: Gidin tartışın; eskilerle tartışın,
yenilerle tartışın''
15.9.2004
tarihinde
''Yeni
oluşum çalışmalarına ilişkin bilgi vermek istiyoruz. Çalışmalar belli bir
olgunluğa ulaştı. Ama sonuçlandırmanın önünde bazı sorunlar var. DEPli
arkadaşlardan ikisi çalışmalara katıldılar. Diğer iki arkadaşın ise çalışmaya
ilişkin bazı kaygı ve eleştirilerinin olduğunu belirtiyorlar. Bu çerçevede
çalışmanın dar kaldığını, sonuç alıcı olmayacağını, bu nedenle biraz zamana
ihtiyaç duyduklarını, tartışmak istediklerini ifade ediyorlar. Bize göre ise,
bu aşamadan sonra daha fazla gecikmenin bazı sakıncaları var.)
Hatip
katılıyorsa yeterlidir. Görüşün, fazla uzatmasınlar. Çalışmayı başlatın. Fazla
uzatmayın. Yerel konferanslardan kongreye doğru gidersiniz. Demokratik katılımı
esas almak gerekir. Demokratik tarzda ve topluma dayalı olarak gelişmelidir.
Leyla'dan mektup aldım. Ona cevabi bir mektup yazdım. İdare birkaç gün içinde
verileceğini söyledi. Orada da belirttim. Demokratik Toplum Partisi, tüm
Türkiye'nin partisi olur. Bu önemli bir çalışmadır. Kürtler, Türkler,
azınlıklar girebilir. Ama seksiyon tarzı örgütlenme de olabilir. Bu Boockhin'de
de var. Ege'de, Karadeniz'de ayrı seksiyonlar olabilir. Demokratik toplum
hareketi toplum odaklı, demokrasi hedefli geliştirilir. Leyla'ları da çağırın.
Size iletmemi istedi deyin. Onu da davet ediyorum. İkisinin katılması iyi
olmuş. Sanırım katkıları oluyor. Hatip'i daha önce de söylemiştim. Sanırım
çalışmak istiyor, ön planda olabilir. Bu işler için Hatip uygundur. Leyla da
yardımcısı olsun. Benim savunmalarıma dayalı bir program gelişir. Daha sonra bu
konuyu tekrar değerlendiririz.
Bu
çizgiyi Özgür Politika ve diğer yayınlar iyi vermeli. Bu gerçekler temelinde
çizgilerini değiştirsinler. Bu çizgiyi hayata geçirmeleri gerekiyor...'
29.9.2004
tarihinde
''Türkiye
şeyine geliyorum. Daha önce yerelde konferanslarla işe başlasınlar demiştim.
Ama üç belge önereceğim onları bitirdikten sonra konferanslara başlasınlar.
Birincisi program taslağıdır. İkincisi bundan daha uzun olur 150-200 sayfa
kadar olur buda program gerekçesidir. Üçüncüsü tüzük taslağı olur. Bunları
hazırlayıp sonra yerelde çalışmaları başlatsınlar. Bu belgeleri hazırlamada
benim 'Bir Halkı Savunmak' adlı savunmamdan yararlansınlar. Tamamen kongre
modelini esas alsınlar. Hukuki ve yasal bir çalışma olacak. Bu konuda
Bookchin'in 'Kentsiz Kentleşme' eserinden ve Kemal Derviş'in çalışmaları vardı
bunlardan da yararlanabilirler. Bu parti de eş başkanlık gibi bir kurum da
olabilir. Bütün Türkiye'ye yayılacak. Türkiyelileşecek bu parti. Özgür partinin
kongresini yapıp ismini Özgürlük ve Demokrasi Partisi olarak değiştirebilirler,
bununla devam edebilirler. Bu da bir seçenektir''
20.10.2004
tarihinde
''.Evet
şimdi sizin demokratik çalışmanıza gelelim. Program, tüzük çalışmalarına
başladınız mı' (Hayır. Bu tartışmaları geniş koordinasyon kurulu oluştuktan
sonra başlatmanın daha doğru olacağını düşündük.) Tabii, geniş koordinasyonla
olmalı. Öncelikle bir program gerekçesi hazırlanabilir. Savunmamda vardı.
Savunmam size destektir. Yasaklanmaması da bu açıdan önemlidir. İlgili
bölümlerden yararlanabilirsiniz.
Eş
başkanlık modelini doğru buluyorum.
Eş
başkanlık için Pınar'ın koşulları uygun olsaydı, olabilir miydi. Ona
Türkiye'nin Behice Boran'ı olmaya hazır mısın dersiniz. (Çalıştığı alanda bazı
zorlanmalar yaşadığını, bazı sorunların olduğunu belirtiyordu. Bunları
aktarmamızı da istiyordu.) Zorlanıyor öyle mi' Aktardıklarını haftaya alırım.
Eş başkanlıkta Hatip'le birlikte Türkiyeli bir kadın olabilir. Bağlar belediye
başkanı da olabilir. Biri Çanakkale'den diğeri Diyarbakır'dan. Güzel olur.
İstiyorsa önerimdir. Hatip'e selamlarımı söyleyin. Hatip bu gibi önerileri
tartışsın''
27.10.2004
tarihinde
''Yeni
parti çalışmasına ilişkin bazı aktarımlarımız olacak. Öncelikle Cuma günkü
açıklamayı izleyebildiniz mi')
Bu
proje tutacak.
(Açıklamadan
sonra bir toplantı yapıldı. Ahmet Türk ve Murat Bozlak sizin özellikle geçen
hafta eş başkanlık için önerdiğinizin isimlere, yeni çalışmanın ve kendilerinin
katılımının geleceği açısından doğru bulmadıklarını, bu konuda öneri olarak
isimleri halk belirleyecek biçiminde bir düşünce belirtmenizin daha doğru
olacağını ilettiler. Ayrıca sadece geçen hafta değil, ondan önceki görüşmelerde
de yeni çalışmanın sorumluluğunu taşıyacak isim (Hatip Dicle) konusunda
yaptığınız değerlendirmenin de bu çerçevede değiştirilmesinin doğru olacağını
belirttiler.)
İsim
mühim değil. Bu parti tüm Türkiye'nin partisidir. Eş başkanlık modelini bunun
için önermiştim. Tamam, anlaşıldı. Ben bütün isimleri geri çekiyorum. İsimleri
halk seçecek. Herkes de buna saygı duyacak.
(Sizin
geçmişte önerdiğiniz sorumlu ismin, görüşmeye gelen bazı avukatların
yönlendirmesi sonucu olduğunu düşünenler var)
İsimleri
geri aldım, ama ilkelerimde çok ciddiyim. Asla vazgeçmem. Kimseye de zorla
dayatmam. Madem sizi yönlendirici olarak görüyorlar, işte aranızda
Diyarbakır'dan gelen bir arkadaş var. O söylediklerime tanıktır. Hem mektup
gönderiyorlar, isim ve öneri istiyorlar, hem de isim kabul etmiyoruz diyorlar.
Tamam, kabul ediyorum, bundan sonra da hiçbir isim önermeyeceğim. Ama hiç
kimsenin ahbap çavuşlarını oraya doldurmasına da izin vermem. Bana isim ve klik
şeyini getirmesinler. Klikleri, grupçukları da kabul etmem.
İyi
bir program, taslak çıkarılır. Demokratik Toplum ismi de kullanılabilir. Kendi
görüşümü de dokuz sayfalık mektup yazdım. Yönetime dün verdim. Bilemiyorum,
devlet doğru bulursa verir. Dördünün de ismine yazdım. Siz de okuyun. Yerel
konferanslar başlar. Alttan üste doğru halk isteyecek, halk seçecek. Tabandan
emekçiler yükselecek. Delegeler belirlenecek. Kim demokratik çizgiyi özümser,
benimserse yer alır. Tarihi bir süreçtir. Kim seçilirse seçilir. Onlar da
sonuçlarına saygılı olur, ben de saygılı olurum.
(Bazı
arkadaşların, görüşme notlarının özellikle isimlerin de yer aldığı bütün
ayrıntısıyla yayınlanmasının- son haftada görüldüğü gibi- çeşitli sorunlara yol
açtığı, ayrıca sizi de dönem dönem zor duruma düşürdüğü yönünde bir mesajları
vardı. Bu konunun size aktarılarak sizin bu konudaki görüşünüzün sorulmasını
istiyorlardı)
Bu
konuda sorumlu olan sizlersiniz. Mesela bu hafta üçünüz geldiniz, siz
düzenlersiniz. Basına ayrı diğer yerlere de ayrı düzenler gönderirsiniz. Beni
kamuoyunda zor durumda bırakmayacak şeyler yapın. Bu düzenlemelerden siz
sorumlusunuz.
(Görüşme
notlarının bütünüyle olduğu gibi yayınlandığından haberiniz var mıydı')
Hayır,
haberim yoktu.
(Bu
konuyla Fuat arkadaş İlgileniyordu. Bu konuda özen gösteriyordu. Görüşme
notlarının tümüyle yayınlanmaması bazı sorunlara yol açmıştı. Tecrit,sansür
gibi...)
Hayır,
ben her yere ayrı mektup gönderin diyordum. Basın açıklamalarını siz düzenleyin
demiştim. Bu yöntem uygulanmazsa sorumlu olan sizlersiniz. Beni kamuoyunda güç
duruma düşürecek basın açıklamalarından -bu görüşe üçünüz geldiğiniz için-
bundan sonra siz sorumlusunuz. Sanırım bu anlaşıldı''
10.11.2004
tarihinde
''(Cezaevlerinde
son yasal değişikliklerle 1500'e yakın kişi çıkacak, bir kısmı oldu denebilir.)
1500
kişi mi çıkıyor' Önemlidir bunlar, demokratik toplum hareketinin içinde yer
alabilirler. Herkese selamlarımı söyleyin''
2.12.2004
tarihinde
''(Diyarbakır'dan
avukat arkadaş, 'Yeni TCK ile birlikte yaklaşık iki bin kişi cezaevinden çıktı.
Bunlara ilişkin herhangi bir proje yok. Ayrıca ana davadan çıkanlar resmen
siyaset yapabilecekler, yasal engel kalktı. Ancak size bağlı olan kadrolar tasfiye
ediliyor, atıl durumdalar' dedi.)
İki
bin civarında çıkan var. Hepsinin demokratik toplum hareketine katılması
gerekir. Bazılarının maddi sorunları var sanıyorum. Buradaki partinin
olanakları var, maddi destek sunabilir. Çıkanlar bir araya gelmeliler.
Demokratik toplum hareketinde yer almaları onların boyun borcudur. DTH legal
yasal bir harekettir. Yasal sorunları olmayanlar resmen kuruluş sürecine de
katılırlar. Yasal haklarıdır. Küçük hesaplara girmeden, doğru çalışma ile yer
almalılar. Onları görev almaya çağırıyorum. Herkes çalışsın. Kim engelliyor,
kim pratikleştirmiyor' Sözlerim ortada. Ben toplumsal bir hareketin
sorumlusuyum, vurun kırın demiyorum. Hak, adalet bizden sorulur. Devlet engel
olmuyor. Peki, bunları engelleyen kim' Bunları bana getireceksiniz.
Kendilerinin yaratıcı olması gerekiyor. Devletten korkmanıza gerek yok, zaten
engel de olmuyor. Yüzünüz ak, ortada büyük fedakarlıklar var. Topluma borcumuz
var; en büyük vatanseverlik, hak, adalet bizden sorulur. DTH'ne katılmaya ekmek
su kadar ihtiyaçları var. Kahramanca direndiler, neden yetersiz kalıyorlar'
Çalışmanın önünde bir engel yok, bizim adımıza kim engel oluyor'
(Bana
göre hareketten kaynaklı.)
Duymak
istemediğim bu sözleri kimse bize söylemesin. Ne diye böyle şikayet
ediyorsunuz' Öfkeleniyorum.
(Cezaevi
çıkışlıların yaşadıkları sorunun harekette yaşananlarla bağlantılı olduğunu
düşünüyorum ve bu alana yansıması olarak görüyorum. Ancak son süreçte bir
toparlanma yaşanıyor. Cezaevi çıkışlılar bir konferans da düzenlediler.
Kararlaşma ve sürece daha aktif katılım kararları var. Özeleştirisel bir
yaklaşım da gösterildi.)
'..
''
(DTH 14 kişiden oluşan koordinasyonla çalışmalarını yerellerde konferans ve
halk toplantıları ile başlatacak. Aralık ayının 23'ünden itibaren bu
toplantıların yapılması planlandı.)
Daha
önce belirttiğim üç belgeyi hazırladınız mı'
(Hayır,
yerel toplantılar sonrasında bu çalışmaların başlatılması uygun görülüyor.)
Tam
tersine, bu belgeler çerçevesinde tartışmaları geliştirmelisiniz. Program
ilkelerine ilişkin maddeler söylemiştim. Bir Halkı Savunmak kitabında da
çerçeveyi verdim. Program gerekçesi olarak alınabilir. Bu belgeler iki üç
haftada hazırlanabilir. Taslaktır. Parti hareketine aydınlar, geniş kesimler
katılmalılar. Bu konuda Kentsiz Kentleşme, Toplumu Yeniden Kurmak adlı
kitaplardan da yararlanabilirsiniz. Bu iki kitabı okuyun. Yararlanabilirsiniz.
Benim temsil ettiğim dünya görüşü Wallerstein ve Bookchin'in düşüncelerine
yakındır. Yakınlıklarımız var, ancak onları da aşıyor. Daha ilk savunmamda
bunları dile getirdim. O zaman bu yazarları da okumadan önce bunları
söylemiştim. Bu bir okuldur.
'..
Sordum,
gönderildiğini söylüyorlar. Orada geniş açmıştım. Neyse, özünü burada
veriyorum. Verdiğim altı madde çerçevesinde program gerekçesi açılarak yazılır.
Tüzük taslağında eş başkanlık düzenlenir. Eş başkanlığı bütün kurumlarda her
düzeyde düşünsünler. Bütün alanlarda uygulanabilir. Anlamlıdır, iyi bir
ilkedir. Esnek bir partileşme olmalı, katı merkeziyetçi olmamalı. Geniş bir
parti meclisi, geniş başkanlık kurulu oluşturulur. Başkanlık kurulu yarı yarıya
ya da üçte bir kadın olur. Yarı yarıya olabilir. Bir de komisyonlar
oluşturulur. Sayısı 10'20 arası olabilir. Komisyonlar başkanlığa bağlı çalışır.
Başkanlar kurulu araştırma ve teorik çalışmalar yürütür. Parti yürütme kurulu,
yani icra kurulu oluşturulur. Bunlar da pratik çalışmalar yapar. Sekreterliğe bağlıdır.
Yürütme
organına bağlı 20-30 kişiden oluşan bürolar şeklinde kadın, işçi, yardım, daha
önce belirttiğim bürolar oluşturulur. Politikanın yerel olduğunu anlamalıyız.
Bu benim icadım da değil. Politika ilke olarak yereldir. Murat Yetkin'in bir
yazısında okudum. O da bunu belirtiyor. Şimdi politika yereldir ilkesinin
ayaklarını öneriyorum. Dört biçim sayıyorum: Köy yereli, kasaba yereli, kent
yereli, büyük kentlerde ise mahalleler yereli. Ben buna özgür yurttaş meclisi
diyorum. Bunlar bir nevi taban örgütlenmesidir. Bu meclisler yetkili ve
politikanın sahibi sayılırlar. Delegelerini seçerler. Bu delegeler yerelden
bölgesel koordinasyona ve buradan başlayarak merkezi koordinasyona kadar dikey
olarak oluşur. Bu yasal, demokratik bir modeldir. Bir de her konuya özgü sivil
toplum örgütleri oluşturulur.
Bu
model Avrupa tarzı bir parti modelidir. Yeşiller de bu modeli biraz uygulamaya
çalışıyor. Yeni dönem demokratik parti taslağı hazırlanır. Bir Halkı Savunmak
adlı kitabım taslak gerekçesi olarak alınır, işlenir. Üç ana belge temelinde
yerel konferanslar, toplantılar yapılır. Kongreye beş bin delege ile gidilir.
Başkan önermiyorum. Şu anda bu böyle. Şimdi bunları konuşmaya gerek de yok. Net
konuşuyorum. Siz de anlamalısınız. Belirttiğim model devlet düşmanlığı yapmaz,
devleti de hedeflemez; ancak devletin borazanı da değildir. Bu yeni model
partileşme Türkiye'yi ileriye taşıyabilir. Sağ ve sol sekterler bunu
gerçekleştiremezler. Pratikleri ile bu netleşmiştir. Şu ana kadar ki
partileşmeler yozlaşmış partilerdir, oligarşiye hizmet eden partilerdir.
Gençleri,
cezaevinden çıkanları, halkımızı, aydınları DTH'ne katılmaya çağırıyorum.
Binlerce kişi var, herkesi katın''
5.1.2005
tarihinde
''DTH'ne
selamlarımı iletirsiniz. Eş başkanlık modelini daha önce de söylemiştim. Eş
başkanlık sistemi geliştirilmeli. Önerilerimi iletebilirsiniz. İllegalite
olmayacak, sonuna kadar açıklık olmalı. M. Kemal'in 1920'lerdeki
cumhuriyetçiliğine vereceğimiz en iyi yanıt, cumhuriyetin
demokratikleştirilmesidir. En iyi yurttaşlığı ben yapıyorum. Sonuna kadar yasal
vatandaşlık hakkımı kullanacağım.
(DEHAP
yasal zorunluluktan dolayı kongrelerini 13 Ocakta yapacağını, kongre
yapmalarının yasal zorunluluktan kaynaklandığını, ancak farklı anlaşıldığını,
böyle bir durumun olmadığını, DTH'ne destek verdiklerini belirtiyorlar.)
Yasal
nedenlerdendir, değil mi'
(Evet.)
Tamam,
kongrelerini yapacaklar. Bu harekete katılsınlar. Anayasa mahkemesi DEHAP'ı
kapatırsa kapatır.
Sabri
ne zaman çıkıyor'
(Şubatın
başında çıkıyor.)
Çıktığında
sağa sola gitmesine gerek yok. Bu harekete fiili sözcüm olarak katılsın. Bu
arkadaş benim adıma fiilen Demokratik Toplum Hareketi içinde rolünü oynasın.
Kendine bir ekip oluşturur. Sizden biri de onunla beraber yasal temsilci olarak
çalışır''
'.
''Başka
neler var'
(DTH
toplantılarına başladı. Diyarbakır'da halk ile yapılan toplantının olgun
geçtiğini, sizin şahsınızda halkın projeye bağlı olduğunu, güven duyduğunu
belirtiyorlar.)
İstenilen
düzeyde gidiyor mu' Sağlıklı işliyor mu'
(Çok
istenilen düzeyde olmasa da, pratik sorunlar olmakla birlikte, aşılmaya
çalışılıyor.)''
19.01.2005
tarihinde
''Alttan
yönetim oluşturulur. Birçok sivil toplum örgütü temsilcisi de katılır. Yeşiller
örneği var. Üç binin üzerinde sivil toplum kuruluşunun temsilcisi var içinde.
Tartışmalarınızı sürdürün, en uygun biçimde partileşin. Eski tip partileşme
olmayacak, alternatif bir oluşumdur. Azınlık temsilcileri de olmalı. Ermeniler
ve Araplar da girebilir. Partileşmenizi Türkiye'de Avrupa müktesebatına uygun
biçimde geliştirin. Selamlarımı söyleyin. Demokratik örgütlenme temelinde
kurumlaşmalısınız. Bu önemli''
23.2.2005
tarihinde
''Sabri
çıktı mı'
(Üç
gün süre verdiler askere aldılar.)
Hemen
mi aldılar ne kadar kalacak'
(Askerlik
15 ay sürüyor.)
Bir
şey söyleyemiyorum hassas bir mesele. DTH'nin çalışmaları nasıl gidiyor'
( 5
ilde toplantı yaptılar.)
Çok
ağır niye bu kadar ağır gidiyor' Çalışmak isteyenler yok mu'
(Tabanda
çok çalışmak isteyen var. Tepede biraz kilitlenme yaşanıyor. Ağır gidişten dolayı
halkta da kaygılar var.)
Tepede
kilitlenme doğru değil. Bunlar aşılmalı, bu sürecin hızla geliştirilmesini
istiyorum. Bu süreçte hızla olmalı, gerekirse siz benim adıma gider
sorarsınız''
16.3.2005
tarihinde
''Tamam.
Newroz'a giderken bir af şeyi olabilir. Başka aktaracağınız'
(DTH'nden
bir bilgi var. Çok acele etmek istemediklerini, eski hataları tekrar etmek
istemediklerini, yine yerellerde çok kırgınlığın olduğunu belirtiyorlar.)
Bunlar
problem olmaz, aşılır. Yeni mi uyanıyor bunlar' Altı yıllık mücadele var.
Yapmasınlar bunu. İpi diğerlerinin, ilkel milliyetçiliğin eline vermek
istiyorlar. En önemli uyarım şu olacak: Kürt halkını üst düzeyde emperyalist
bir planlama dahilinde ilkel milliyetçiliğin eline vermek istiyorlar. Kürt
halkı küresel düzeyde bir planlama ile esir bırakılmak isteniyor. Irak'taki
oluşumun eline verilmek isteniyor. İşte bu kaçan hainleri de biliyorsunuz.
Sözde para var, kadınları da kullandılar.
'..
(Osman
Baydemir'in üçüncü ses de muhatap alınsın diye hükümete bir çağrısı oldu.)
İyi.
Tekrar belirtiyorum. Meşe Ağacını Koruma Derneğinden Dicle-Fırat derneğine
kadar birçok dernek kurulur. Bunlarda DTH'ne katılır. DTH de tutarlı ve ciddi
olsunlar. Aceleci olun demiyorum ama tarihi rollerini oynasınlar. Engelleyen
olursa üstüne gideceğim''
27.4.2005
tarihinde
DTH
çalışmalarınız nasıl' Basında Celal Doğan'ın DTH'yla ortaklaşabileceğine dair
bir haber okudum.
(Evet,
Leyla'ların kendisiyle diyalogları var, ortak paydalarda buluşulmaya
çalışıldığı belirtiliyor. C. Doğan'ın da DTH ilkelerine yakın bir partileşme
programı öngördüğünü, bir toplumsal barış projesi olarak bu ortaklaşmayı
önemsediğini, bu çerçevedeki diyalogun devam ettiğini ifade ediyorlar.)
Olabilir.
Bu diyalog olumlu. Deniz Gezmiş'in arkadaşıydı. Bu konuları bilen birisidir. Sonuna
kadar birlikte hareket edilebilecek biridir. Türkiye'nin buna ihtiyacı var.
Toplumsal barış projesi olarak öngörmesini önemli buluyorum. Bu projenin önü
açıktır. Barış için bu gereklidir denebilir. Bunu önemsiyorum. Güçlerin
birleştirilmesi demokrasiye kazandırır.
DTH
projesi kapsamlı bir proje. Zaten bir çok ilkeyi vermiştim.
(Proje
kapsamlı, ancak bu projeyi hayata geçirmede aktörler yetersiz kalıyorlar.
Mevcut haliyle Türkiye'ye açılım pratikleşemiyor. Kürtlerin tümünü de
kapsayamıyor.)
Aktörlerin
yetersizliklerini biliyorum. Bu harekette yer alanları yeniden düşünmeye
çağırıyorum. Bu çerçeveye girmeyenlere engel olunur, ikinci plana düşerler.
Canı gönülden katılanlar gereklerini yerine getirmeliler. Politika aşktır.
Demokratik politikaya aşk düzeyinde bağlı olanları göreve çağırıyorum.
Öfkeliyim, kavga etmek istemiyorum.
(Bu
konuda bir bilgilendirme notu var. Bazı ittifaklar ve yeni katılımların
sağlanması için resmi kuruluşun geciktirilmesi önerisi var. Bu konuda görüşünüz
alınmak isteniyor.)
Uzatılabilir,
olabilir. Zaman var. Basında bol bol işleyin. Makaleler yazın. Zaman sorun
değil. '
(Son
dönemlerde AB Elçilerinin de içinde olduğu hem uluslararası hem de ulusal bir
konsept çerçevesinde Öcalansız çözüm dillendiriliyor. Bu çerçevede çeşitli çevrelerin
açıklamaları da oldu, bunlar basına da yansıdı.)
Radyodan
izliyorum. Avrupa beş yüz yıllık sömürge aygıtını kurtarmak istiyor. Kesinlikle
kabul edilemez. Çok güçlü karşı çıkılmalı. Reddedenler reddedilirler. Çünkü bu
sadece benim ya da PKK'nin reddi değil, halkın umutları ve değerlerinin
reddidir. Halkın acı, gözyaşı ve emeğine sahip çıkacağız. Bununla oynanamaz. Bu
oyuna gelenler kendileri tasfiye olurlar. Protesto ediyorum. Avrupa demokratik
uzlaşıya gelmek zorunda.
Şeklinde
beyanlarda bulunmuştur.
B-
SÖZ KONUSU BEYANLARIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE;
Terör
örgütü PKK'nın lideri Abdullah Öcalan'ın emirleri ile adı, kurucuları ve genel
başkanı hatta eşbaşkanlık sistemi de dahil olmak üzere DEMOKRATİK TOPLUM
PARTİSİ (DTP) nin kurulmasından çok önceden şekillendirildiği, kuruluş
çalışmalarının tamamen Öcalan'ın direktifleri doğrultusunda gelişip
sonuçlandırıldığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Nitekim 23 Ekim 2004 tarihli Vatan
Gazetesi ve 26 Ekim 2004 tarihli Star Gazetesi'nde bu durum tüm açıklığı ile
haber haline getirilmiştir.
Böylece
DEHAP için açılmış olan temelli kapatılma davasının sonuçlarından ve hatta
kapatılma davası tarihinden sonra gelişen ve söz konusu partinin Anayasa'nın 68
nci maddesinin 4 ncü maddesine aykırı eylemlerin odağı haline gelmesini sağlayacak
nitelikteki gelişme ve olayların sorumluluğundan kaçırılması imkanı sağlanmak
istenmiştir.
Siyasi
partilerin demokratik siyasi yaşamın vazgeçilmez unsurları olduğu
tartışmasızdır. Ancak terör örgütü PKK'nın siyasi uzantısı gibi davranan
DEHAP'ın eylemlerinin ulaştığı yoğunluğu dikkate alarak yine PKK ve elebaşısı
Öcalan'ın emir ve talimatları ile yeni parti kurulması yoluna gitmek, ulusal ve
uluslararası hukuk düzenlerinde öngörülen 'siyasi parti' kavramı ile ilgisi
olmayan, demokratik siyasal hayat içerisinde izah edilemeyecek bir durumdur.
Hele aldıkları talimat doğrultusunda DEHAP'ı DTP'ye katılmak üzere kapatan
siyasi partililerin zaman geçirmeden DTP bünyesinde çalışmalara başlamaları
dünya siyaset tarihi yönünden ele alınıp, bağımsızlık, demokratiklik ve hatta
etik yönden dahi incelenmesi gereken bir sonuçtur. Cezaevinde bulunan bir terör
örgütü liderinden aldıkları talimatların gereğini harfiyen yaparak siyasi parti
(DEHAP) kapatıp, yeni bir siyasi parti (DTP) kuran kişilerin terör örgütü ve
liderine ne derece bağlı olduklarını kuşkuya yer vermeyecek biçimde ortaya
çıkarmıştır.
Abdullah
Öcalan aynı görüşmelerde terör örgütü PKK üzerinde de etkinliğini devam
ettirmiş, daha doğru bir anlatımla terör örgütünü verdiği talimatlarla
yönetmeye devam etmiştir. Hatta talimatları kimi zaman örgütün kadrosunu tehdit
etmeşeklinde gerçekleşmiştir. Geçekten Öcalan 19 Mayıs 2004 tarihli
görüşmede örgütün yönetici kadrolarına talimatlar vermiş, istediklerinin
yapılmaması olasılığına karşı da ilgilileri tehdit etmekten geri durmamıştır.
Tüm bu bahsi geçen görüşmelerde geçen talimatların ne kadar etkili olduğu zaman
içinde gözlenebilmiştir. Teröristbaşının hem terör örgütünü, hem de Demokratik
Toplum Partisini (öncesinde (DEHAP'ı) talimatları ile yönetip, yönlendirdiği
kuşkuya yer vermeyecek biçimde ortaya çıkmıştır.
16.07.2004
tarihli 'HÜRRİYET' Gazetesi'nin 1. sahifesinde manşetten 'Örgütte hortum
zabıtları' başlığı ile terör örgütü PKK/KADEK/KONGRA-GEL' in eski Avrupa
sorumlusu Rıza ALTUN'un savunması adı altında yayımlanan haberde yer alan;
'
'Osman'ın seçimlere müdahalesi kaosu derinleştirdi. Güneydoğu'daki eski
BELEDİYE Başkanı gibi rant gücünü ellerine geçirenlerin müdahalesiyle ortam
gerginleşti. Özgür Parti ve DEHAP'ın yönetimleri adayları belirledi. Diyarbakır
başta, birkaç yeri boş bırakıp getirdiler. Siyasi parti genel başkanı,
yardımcısı Osman Özçelik, Muzaffer (Şimdiki Avrupa Sorumlusu), Mizgin (Kadın
Kolları Başkanı), Ferda biraraya gelerek tartıştık, birkaç boş yeri doldurup
ülkeye gönderdik'..
Örneğin
yasal partinin (DEHAP) daha önceki seçimlerde (3 Kasım) para ihtiyacını da o
sahanın içinden sağladık. Bu sırada İrfan Güler tam bir provakasyon çevirdi.
Avukatlara, 'Başınızın çaresine bakın' dedi. Nitekim hukuk bürosunun bir aylık
parasını Türkiye örgütleyemeyince bulup gönderdik'.
Eski
BELEDİYE Başkanı'nın kendinin itiraf ettiği yolsuzlukları sadece milyonlarca
mark değerinde. İhalelerden alınan 4-5 milyon mark bellidir. '1.5 milyonu
harcandı, gerisi bendedir' diye beyanları vardır. İhale verdiği kişilerden 12
villa almıştır. Kurduğu bir şirket var, tüm sermayesini bu kaynaklardan
sağlamıştır. Birçok yerde BELEDİYEye ait arsaları satmıştır. Bütün bunları
kendisi bizzat söyleyip kabul etmektedir. Tüm bunlardan dolayı DEHAP kitlesi
onu istemiyordu. Onun durumuna düşmeyecek birini bulmada, Osman dahil, hepimiz
aynı fikrirdeydik. Osman dağdayken, 'Seçilmeyecekse elindeki parayı almak
lazım. Bize yollayın, seçtiririz, havası yaratıp elindeki paraları alalım'
demişti. Onları irtibatlandırdık. Kopuş sürecinde bu ilişki daha da derinleşti...'
Şeklindeki
ifadelerle ilgili söz konusu tarihte faaliyette olan ve daha sonra DTP ile
Öcalan'dan aldığı talimat doğrultusunda birleşen DEHAP tarafından hiçbir
açıklama veya yalanlama gündeme getirilmediği gibi, haberde bahsi geçen
BELEDİYE başkanları dahi hiçbir yalanlama yapamamışlardır. Yayımlandığı gazete,
haberin yeri ve içeriğinde geçen atıfların son derece ciddi nitelikte olması
nazara alındığında parti tarafından söz konusu habere bir tepki verilmemesi
olgusu dahi 'DEHAP'ın ve sonrasında DTP.nin terör örgütünün kontrol ve
güdümünde faaliyet gösterdiğini kanıtlamaya yeterlidir. Nitekim sonraki
tarihlerde DTP bünyesine katılan ve halen görevde olan BELEDİYE başkanlarının
eylemleri, PKK tarafından atanmaları konusunda kuşkuya yer vermeyecek
boyutlarda ortaya çıkmıştır.' Bu durumda Anayasa ve yasaların öngördüğü
demokratik, hukuka saygılı bir siyasi partiden bahsetmek imkansızdır.
DTP'nin
terör örgütü PKK ile bağlantısını kanıtlayan bir olay da Demokratik Toplum
Partisi'nin kuruluşu aşamasında gerçekleşen Hikmet Fidan cinayetidir. Olayda
öldürülen Hikmet Fidan geçmişte Anayasa Mahkemesi kararı ile temelli olarak
kapatılan HADEP'te başkan yardımcılığı yapmış, parti içinde aktif çalışmalarda
bulunmuş bir kişidir. Öcalan'ın DTP'nin kurulması talimatı üzerine DEHAP
yönetimi ve diğer unsurlar tarafından başlatılan çalışmalar sırasında Hikmet
Fidan'a da yeni parti (DTP) için çalışması teklifi iletilmiştir. Ancak Hikmet
Fidan o tarihlerde Abdullah Öcalan'la ilgili oluşan kişisel düşüncelerinin
etkisi ile PKK terör örgütünden kopma noktasına gelmiş, bu bağlamda daha önce
PKK terör örgütünden ayrılarak Irak'ın kuzeyinde üslenen ve PWD ( Partiya
Welatparezen Demokraten Kürdistan) adı altında kurulan yasa dışı örgütle temasa
geçmiştir.
Burada
PWD'de ile ilgili bazı bilgilerin olayı anlamaya katkısı olacağı
düşünülmektedir. Botan (K) Nizamettin Taş ve arkadaşlarının PKK'dan ayrılarak
oluşturdukları PWD örgütü PKK'yı değişik nedenlerle (amaç, eylem tarzı vb.
gibi) eleştirmiş ve yine bölücü amaçlarla ancak PKK'dan farklı bir oluşum
olarak ortaya çıkmıştır. (PWD.nin kuruluşunda ve halen desteğini sağlayan
(yerleşme yeri, güvenlik, parasal ihtiyaçları vb. gibi) ülke veya şahıs gibi
kaynaklar her zamanki gibi kendilerini ve amaçlarını açıkça deşifre
etmemişlerdir.) PWD konusunda yanıtlanamayan soruların yanında bazı gelişmeler
açık olarak gerçekleşmiştir. Bunlara örnek olarak PKK'dan ayrılıp PWD'ye
katılan Kani Yılmaz, Serdar Kaya, Sabri Tori gibi kişilerin PKK militanlarınca
bir anlamda iç hesaplaşma adına öldürülmeleri gösterilebilir.
Hikmet
Fidan'da bu aşamada Demokratik Toplum Hareketi adı altında (Öcalan'ın
talimatları gereği!) faaliyete başlayan partililerin çalışmalara katılması
yolundaki davetine olumsuz yanıt vermiştir. DTP'ye red yanıtı veren ve bu arada
PKK'nın muhalifi PWD ile ilişkisi ortaya çıkan Hikmet Fidan 06.07.2005
tarihinde Diyarbakır'da tuzağa düşürülerek bilinmeyen bir PKK mensubu terörist
tarafından ensesine ateş edilmek suretiyle öldürülmüş, tuzağa düşürenler
yargılanarak mahkum edilmişlerdir. Bundan sonra olaya DTP'nin yaklaşımı başlı
başına ele alınması gereken mahiyettedir. Zira hiçbir DTP (DEHAP)'li olayı
kınayamamış, hatta cenazenin kaldırılması için Diyarbakır Büyükşehir
BELEDİYEsinden ambulans talebi dahi 'deposu delik' gerekçesi ile
karşılanmamıştır.
Milliyet
Gazetesi'nin 25.10.2005 tarihli nüshasında yer alan haberde; Hikmet Fidan'ın
katil zanlısının DTP'nin kuruluş aşamasında başlatılan Demokratik Toplum
Hareketi içerisinde yer almayı reddettiği için terör örgütü tarafından infaz
emrinin verildiği hususu yer almıştır.
Tüm
bu hususların değerlendirilmesinde Demokratik Toplum Partisi'nin daha
kuruluşunda kan ve terör örgütü PKK'nın emirleri üzerine oturtulduğu, hiçbir
şekilde ve hiçbir kaynaktan muhalefete imkan tanımadığı, adında Demokratik
Toplum ibaresini kullanmasının dahi trajikomik olduğu ortaya çıkmıştır. Bu düşünce
elbette toplumun büyük bir kısmına hakim olmuş, nitekim Milliyet Gazetesi
yazarı Hasan Cemal'in 16.07.2005 tarihli 'Kürt aydınları tedirgin', 19.07.2005
tarihli 'Sus, yoksa hain derler',Taha Akyol'un 12.07.2005 tarihli 'PKK ve Kürt
hareketi' başlıklı yazılarında ve diğer pek çok gazetecinin yazılarında bu
hususu açıkça vurgulanmış, PKK ile DTP (DEHAP) organik bağlantısı artık
kamuoyunun gözünde tartışmaya yer vermeyecek biçimde kanıtlanmıştır. Gerçekten
sadece Hikmet Fidan olayı dahi Öcalan'ın emriyle kurulan ve terör örgütünün
destekçisinden öte bir organı gibi çalışan DTP'nin ulusal ve uluslararası hukuk
alanında siyasi parti olarak tanımlanmasını bir 'demokrasi ayıbına'
dönüştürmektedir.
06.06.2005
tarihli Milliyet Gazetesi'nde yer alan;
'DEHAP'A
KRİTİK UYARILAR' başlıklı haberde:
Hollanda'nın
Ankara Büyükelçisi Sjöerd Gosses, DEHAP'lı Diyarbakır Büyükşehir BELEDİYE
Başkanı Osman Baydemir'e, 'PKK ile aranıza mesafe koyun, ayrılıkçılıktan
kaçının' uyarısında bulundu.
AB
Dönem Başkanı Lüksemburg'u Türkiye'de temsil eden Gosses, Güneydoğu Anadolu
ziyaretinde yerel otoritelere, 'Feodal yapıdan kurtulun, öncelikle Türkçe
öğrenin' dedi. Gosses, mayısın 3. haftasında bölgede yaptığı incelemelerden
edindiği izlenimleri, diğer AB büyükelçileriyle paylaştı:
Feodal
yapı en büyük engel 'Kürtlerin çoğu açıkça söylemek istemese de feodal yapı,
bölgenin kalkınmasının önündeki en büyük engel. Namus cinayetlerinin, kız
çocuklarının okula gönderilmemesinin temelindeki ana neden bu. Güneydoğu,
modernleşme yönünde adım atmadan her şeyi Ankara ve AB'nin yapmasını istiyor.
Avrupa'da her birey yaşadığı ülkenin dilini bilmek durumundadır. AB'nin Kürtler
de dahil etnik grupların kendi dillerini kullanma özgürlüğü için Türkiye'den
beklentileri, bu ülkede yaşayan herkesin Türkçe bilmesi zorunluluğunu ortadan
kaldırmaz. Türkçenin bilinmemesi, Güneydoğu'nun Avrupa standartlarına
ulaşmasında büyük engeldir.'
23.07.2005
tarihli Milliyet Gazetesi'nde yer alan;
'DEHAP
ve Demokratik Toplum Hareketi (DTH) gibi Kürtlere yakın siyasi grupların PKK
terörüne sessiz kalması üzerine çıkan tartışmaya katılan AB, Dönem Başkanı
İngiltere'nin Ankara Büyükelçiliği aracılığıyla dün yaptığı açıklamada,
'Türkiye'deki tüm siyasi grupları her türlü şiddeti kınamaya' çağırdı.
Açıklamada, AB üyesi ülkelerin başkentteki büyükelçilerinin önceki gün
yaptıkları olağan toplantıda terör eylemlerinin de konuşulduğu kaydedildi. Bir
önceki dönem başkanı Lüksemburg'u temsil eden Hollanda'nın, nisanda Diyarbakır
BELEDİYE Başkanı Osman Baydemir'e PKK ile arasına mesafe koyması yönünde
verdiği mesajı anımsatan açıklamada, 'Türkiye müzakerelere başlamaya
hazırlanırken, siyasi grupların sadece bir suikastı değil, siyasi amaçlı
şiddetin her türlüsünü kınamasının' önemi vurgulandı.
Ne
demek istediler' İngiltere ve Ankara'daki diğer AB üyesi ülkelerin
diplomatlarından edinilen bilgilere göre, bir paragraflık açıklama şu önemli
mesajları içeriyor: ZANA DA ADRES: Açıklama, 'tüm siyasi partiler' yerine 'tüm
siyasi gruplar' kelimesi ile, sadece DEHAP'ı değil, Zana ve Orhan Doğan'ın
başını çektiği henüz partileşmeyen Demokratik Toplum Hareketi'ni de kapsadı.
Çağrı, 'Teröre destek verip AB sürecini baltalamayın' mesajı da taşıyor. FİDAN
CİNAYETİ: Açıklamada, diğer şiddet eylemlerinin yanı sıra 'bir suikastın'
özellikle kınanmasının istenmesi dikkat çekti. PKK'ya karşı görüşleriyle öne
çıkan eski HADEP Genel Başkan Yardımcısı Hikmet Fidan'ın öldürülmesi olayını
kasteden AB, DEHAP ve Zana grubunun sessiz kalışından hoşnut olmadığını ortaya
koydu. BAYDEMİR MESAJLARI HERKESE: Açıklamada Baydemir'e verilen, 'Öcalan ve
PKK'yla aranıza mesafe koyun. AB şiddeti desteklemedi, desteklemeyecek. AB
bölünmenin değil, bütünleşmenin teşvik edildiği projedir. Ayrılıkçılığı ve
federalizmi tasvip etmiyoruz' mesajlarının DEHAP ve DTH için de geçerliliğini
koruduğunu vurguladı. Açıklamada, Çeşme, Kuşadası ve Bingöl'deki bombaların
etkili olduğu kaydedildi.'Şeklindeki haber içeriğine göre de DEHAP ve DTP'nin
PKK organı şeklindeki faaliyetlerinin uluslararası platformda da aynı şekilde
değerlendirilip, kınandığını göstermektedir.
Ulusal
platformda değerlendirilmesi gereken bir olay da İnsan Hakları Derneği (İHD)
kurucu üyelerinden olan yazar Adalet Ağaoğlu'nun, derneğin Emin Galip
Sandalcı'nın İstanbul Başkanlığından düşürülmesinden sonra PKK yanlısı politika
izlediği, tek yanlı ırkçı-milliyetçi bir tutum takındığını gibi gerekçelerle
İHD'den istifa etmesidir. Bulunması gereken konumla ilgisiz bir konuma
sürüklendiği anlaşılan İHD'nin davalı DTP (ve terör örgütü PKK) ile hemen her
platformda ortak görüş bildirmesinin altında yatan sebebin Sayın Ağaoğlu'nun
tesbitleri olduğu, dolayısıyla İnsan Hakları Derneği'nin tamamen terör örgütü
PKK'nın kontrolünde faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır.
C-DEMOKRATİK
TOPLUM PARTİSİNİN KURULUŞUNDAN SONRAKİ EYLEMLER.
1-
DTP'Lİ CİZRE BELEDİYE BAŞKANI AYDIN BUDAK'IN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI
NİTELİĞİNDEKİ BEYANI:
14.01
2006 tarihinde Cizre BELEDİYE Başkanı olan Aydın BUDAK'ın Memu-Zin Kültür
Merkezinde yaptığı konuşmada sarfettiği ''ve milyonlarca Kürdün siyasal iradesi
olan Öcalan'ı hücre hapsi cezasıyla cezalandırıyor, ailesi ile görüştürmeme
kararı alıyor, sayın Başbakanım kürt sorununu böyle mi çözeceksin, ama bilin ki
Kürtler sizin bu kirli oyununuzun farkındadır, bunu başaramayacaksınız, ve
başaramayacaksınız. Sonunda Kürt iradesi galip gelecek, Türkiye'de demokratik
Cumhuriyetin gerekleri yerine getirilecek'' şeklindeki sözlerle yasadışı PKK
terör örgütü ve lideri olan Abdullah Öcalan'ı övdüğü, örgütün ve amacının
propagandasının yaptığı gerekçesi ile yargılandığı Cizre Asliye Ceza
Mahkemesinin 09.06.2006 gün ve 2006/100-440 sayılı kararı ile TCY.nın 220/8-1.
maddesi gereğince 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
2-
DTP'Lİ CİZRE BELEDİYE BAŞKAN YARDIMCISI ABDÜLKADİR İNEDİ'NİN EYLEMİ:
02.03.2006
tarihinde Cizre İlçe merkezinde bir askeri aracın pusuya düşürülerek silahla
taranması ve bomba ile yakılması olayında yapılan soruşturma sonucu BELEDİYE
başkan yardımcısı Abdülkadir İnedi'nin teröristlere yardım ve yataklık ettiği
anlaşılarak cezalandırılması istemiyle açılan dava Diyarbakır 6. Ağır ceza
Mahkemesinin 2006/186 esas sırasında kayıtlı olup halen yargılaması devam
etmektedir.
3-
DTP DİYARBAKIR İL YÖNETİMİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI AMAÇLI EYLEMİ:
14.02.2005
tarihinde 'Abdullah Öcalan'ın Kenya'dan ülkemize getirilişini protesto etmek
amacıyla DTP Diyarbakır İl yönetimi tarafından organize edilen gösteri
yapıldığı 'SAYIN ÖCALAN SİYASİ İRADEMDİR' şeklinde pankart açıldığı, 'ÖCALAN,
ÖCALAN', BİJİ SEROK APO', 'SELAM SELAM İMRALIYA BİN SELAM', 'DİSA DİSA
SERHİLDAN SEROKOME ÖCALAN-(yine yine başkaldırı, başkanımız öcalan ), DİŞE DİŞ
KANA KAN SENİNLEYİZ ÖCALAN' , 'VUR DE VURALIM, ÖL DE ÖLELİM', 'KAHROLSUN 15
ŞUBAT KOMPLOSU', 'HEPİMİZ APONUN FEDAİSİYİZ' şeklinde sloganlar atıldığı,
kolluk kuvvetlerinin ikazlarına rağmen bu tür olayların devam ettiği
anlaşılmıştır. Olayla ilgili terör örgütünün propagandasını yapma suçundan
açılan Diyarbakır 4. ağır ceza mahkemesinin 2006/245 esasında kayıtlı kamu
davası derdesttir.
4-
DTP MERSİN İL BAŞKANI ALİ BOZAN'IN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI NİTELİĞİNDEKİ
BEYANI:
15.02.2006
tarihinde 'Abdullah Öcalan'ın Kenya'dan ülkemize getirilişini protesto etmek
amacıyla DTP Mersin İl yönetimi tarafından organize edilen gösteri yapıldığı
'il başkanı olan Ali Bozan tarafından Terör örgütü PKK ve Abdullah Öcalan'ı
övücü sözler sarfedilmesi nedeniyle hakkında suçu ve suçluyu övme eylemi
nedeniyle TCY.nın 215/1 maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle açılan
dava Mersin 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 2006/460 esas sırasında devam etmektedir.
5-
DTP ERZURUM İL BAŞKANI BEDRİ FIRAT'IN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI
NİTELİĞİNDEKİ EYLEMLERİ:
17.02.2006
ile 20.03.2006 tarihleri arasında DTP Erzurum il başkanı olan Bedri Fırat'ın '
' ülkede barışın tesis edilebilmesi için genel siyasi affın çıkarılması,
Abdullah Öcalan'a uygulandığını iddia ettiği tecridin kaldırılması, İmralı'nın
müze haline dönüştürülmesi, Roj TV'ye yönelik eleştirilerin kınanması, kendini
yakarak intihar eden VİYAN-SORAN (K) Leyla Velihasan isimli PKK örgüt üyesinin
anısına saygı duruşunda bulunması, çalışma masası üzerinde Abdullah Öcalan'ın
resmini bulundurması, Kürt kanı dökenlerin bu kanda boğulacakları şeklinde
konuşmaları'' nedeniyle Erzurum 2. Ağır ceza Mahkemesinin 2006/59 esas
sırasında kayıtlı dosya üzerinden yapılan yargılaması sonucu terör örgütünün
propagandasını yapma suçundan 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
6-
DTP MALATYA İL TEŞKİLATININ TERÖRİST BAŞINI ÖVEN BASIN BİLDİRİSİ:
09.02.2006
tarihinde DTP Malatya il ve merkez ilçe yönetiminde görevli olan Zeynep Doğan,
Şeniz Geçmez, Gülhanım Doğan, Pınar Uzun, Nuray Kılınç, Erdoğan Karaca, Resul
Atay, Yusuf Tokdemir, Mehmet Ali Yaman, Behçet Tunç, Mahmut Güngör, Kemal
Çağlayan, Sebahattin Işıklı, Hüseyin Yılmaz ve Emral Dağdelen haklarında
Öcalan'ı öven bildiri dağıtmak, sözde baskıların kaldırılması için açlık grevi
başlatmak şeklindeki eylemleri nedeniyle açılan soruşturma Malatya
C.Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
7-
DTP İSTANBUL İL ÖRGÜTÜNÜN TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM AMAÇLI EYLEMİ:
PKK
yayın organı gibi görev yapan 'Ülkede Özgür Gündem' gazetesinin geçici süre ile
kapatılması üzerine bu gazete çalışanlarınca çıkarılan Toplumsal Demokrasi
Gazetesi'nin 19.11.2006 tarihli nüshasının 6. sahifesinde DTP İstanbul İl
yönetiminde görevli Mehmet Şakar, Ömer Aşkara, Lezgin Bingöl, Ayşe Arslan, Çiçek
Arıç, Osman Taşdemir, Lezgin Örnek, Yüksel İğdeli, Hüseyin Çalışçı, Mustafa
Eraslan, Meliha Varışlı, Doğan Erbaş, Cafer Selçuk ve Nizamettin Öztürk
tarafından yayımlanan bildiride ''. Ateşkes sürecinin kalıcı barışa dönüşmesi
ve kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı yaşanan savaşın son bulması için
tüm Kürt ve Türk gençlerini askere gitmemeye çağırıyoruz'' şeklinde ibare yer
aldığı, sanıklarla ilgili TCY.nın 318. maddesi gereğince cezalandırılmaları
istemiyle açılan davanın halen Bağcılar 2. Asliye Ceza Mahkemesinde derdest
olduğu anlaşılmıştır. Sanıkların asıl amaçlarının terör örgütü ile mücadele
eden güvenlik kuvvetlerini zafiyete uğratmak, bu şekilde örgüt lehine
çalışmalarda bulunmak olduğu aşikardır.
8-
DTP KURUCU ÜYESİ HATİP DİCLE'NİN TERÖRİST BAŞI ABDULLAH ÖCALAN'IN DİREKTİFİ İLE
HAREKET ETTİKLERİNE DAİR BEYANI:
DTP
kurucu üyesi Hatip Dicle'nin 'Öcalan'ın partisiyiz' şeklinde beyanı üzerine
başlatılan soruşturma sonucu hakkında suç ve suçluyu övme suçundan açılan kamu
davası Bağcılar Asliye Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
9-
DTP'Lİ DİYARBAKIR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI OSMAN BAYDEMİR'İN ÖRGÜT
MENSUPLARINI DESTEKLEYEN BEYANI:
29.03.2006
tarihinde Diyarbakır ilinde meydana gelen olaylarda Büyükşehir BELEDİYE Başkanı
olan Osman Baydemir'in yaptığı basın açıklaması ve sokakta eylemcilerle yaptığı
görüşme sırasında sarfettiği ''acımız 14'tü bugün (16) 17 oldu, 18 olmasın',
'..şu ana kadar sizin isteğiniz için, sizin cesaretiniz için, sizlere canı
gönülden teşekkür ediyoruz. Siz kimliğinize sahip çıktınız, siz bağrı
yanıklarınıza ve acınıza sahip çıktınız. Biz de sizinleyiz, buna emin olun.'
Şeklindeki sözleri nedeniyle TCY'nın 314/3 ve 3713 SY.nın 5. maddesi gereğince
cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin
2006/199 esas sırasında devam etmektedir. Olay tarihinde terör örgütü PKK'nın
yayın organı ROJ TV isimli televizyon kanalında örgüt liderlerinden gelen
talimatlar üzerine Diyarbakır ilimizde meydana gelen olayların vehameti görüntü
kayıtları ve yazılı basındaki resim ve yorumlarla sabittir. Öldürülen terör
örgütü mensuplarına sahip çıkan, isyan biçiminde değerlendirilebilecek olayları
yaratan kişilere cesaret verici ve yaptıklarını onaylar mahiyetteki ifadelerin,
Osman Baydemir'in asıl amacının terör örgütünü destekleme, elemanlarını
cesaretlendirme bu suretle PKK terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme
olduğunu kanıtlamaktadır.
10-
DTP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SEDAT YURTDAŞ'IN TERÖRİSTBAŞI ABDULLAH ÖCALAN'I
ÖVÜCÜ AÇIKLAMASI:
DTP
Genel Başkan yardımcılarından Sedat Yurtdaş, 11.01.2006 tarihinde terör
örgütünün yayın organı ROJ TV.nin 'Gündem' isimli programına katılarak burada
terör örgütünün elebaşı Öcalan için sayın sıfatını kullanmış ve kendisine
engeller çıkarıldığından bahsetmek suretiyle TCY.nın 215. maddesine uyan suçu
ve suçluyu övme eylemi nedeniyle açılan kamu davasının yapılan yargılaması
sonucu Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 01.03.2007 gün ve 2007/46 sayılı
kararı ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
11-
DTP GENEL BAŞKANI AHMET TÜRK'ÜN TERÖRİSTBAŞI ABDULLAH ÖCALAN'I ÖVÜCÜ
AÇIKLAMASI:
18.01.2006
tarihinde davalı Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk yaptığı
basın açıklamasında terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan için sayın sıfatını
kullanması ve konuşma içeriğinde kendisinden bahisle yaptığı işlerin önemli
olduğunu ve barışın sağlanmasında önemli bir rol oynadığını beyan etmesi, bu
şekilde ilgili şahsı övüp, yücelttiğinin sabit olması karşısında açılan kamu
davası sonucu Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 28.02.2007 gün ve
2006/548-2007/49 sayılı kararı ile TCY.nın 215/1. maddesi gereğince 6 ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Parti Genel Başkanı olması
itibarıyla beyan ve eylemleri önemli ve parti için bağlayıcı olduğu kabul
edilen Ahmet Türk'ün partilerinin kuruluş emri dahil her konuda talimat veren
kişiyi övmekten ibaret eyleminin övülenin Abdullah Öcalan olması karşısında
anlamı çok farklı olmaktadır. Zira Abdullah Öcalan, tüm dünya tarafından terör
örgütü olduğu kabul edilen, ülkemizde otuzbini aşkın insanın ölümüne yol açan
PKK'nın elebaşısı olup, yapılan yargılanması sonucu mahkum olduğu hapis cezası
infaz edilmekte olan bir kişidir. Siyasi partilerin hiçbir şekilde şiddeti
yöntem olarak öngöremeyecekleri ulusal ve uluslararası düzenlemelerin temel
esaslarındandır. Terör örgütü ve liderinin şiddetin kaynağı olduğu hususunun
sabit olması karşısında, bu unsurlara övgüler düzen bir siyasi partinin hukuk
düzeninin öngördüğü temel demokratik prensiplere uymadığı tartışmasızdır.
12-
DTP'Lİ SİİRT BELEDİYE BAŞKANI MURAT AVCI'NIN TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM
NİTELİĞİNDEKİ AÇIKLAMALARI:
Terör
örgütü PKK yöneticilerinin ROJ TV ve değişik internet sitelerinde örgüt
mensuplarının öldürülmesi nedeniyle yaptıkları eylem çağrılarına paralel olarak
DTP SİİRT İl başkanı olan Murat Avcı 28.03.2006 ve 29.03.2006 tarihlerinde
yaptığı basın açıklamalarında öldürülen terör örgütü üyesi için şehit düşen
arkadaşımız ifadesini kullanmış, devamında '' bu ordu bu ülkede Kürdistan'da
akıttığı kanın hesabını vermek zorundadır.', ''yarın toplu boykot var. Yarın
kepenk kapatma, öğrencilerin okula gitmemesi, çarşıya çıkmama kararımız var'
şeklinde ifadelerle terör örgütünün amaç ve talimatları doğrultusunda
çalışmalar yapmıştır. Bu eylemlerinden dolayı örgüte bilerek ve isteyerek yardım
ettiği gerekçesiyle hakkında açılan kamu davası nedeniyle Diyarbakır 4. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2006/150 esas sayılı dosyası üzerinden yargılanması devam
etmektedir. Olaya ilişkin görüntü kayıtlarının incelenmesinde Murat Avcı'nın
bir siyasi parti il başkanından ziyade ateşli bir PKK elemanı görüntüsü çizdiği
görülmektedir.
13-
DTP'Lİ BATMAN BELEDİYE BAŞKANI AYHAN KARABULUT'UN TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE YAPILAN
ŞİDDET İÇERİKLİ GÖSTERİLERE KATILMASI:
30-31.03.2006
tarihlerinde Batman BELEDİYE Başkanı olan Ayhan Karabulut'un molotof
kokteyllerinin atılıp, kamu binalarının yağmalandığı, PKK'yı simgeleyen
bayrakların taşınıp, yasa dışı örgüt lehine sloganların atıldığı eyleme
katıldığının anlaşılması nedeniyle hakkında terör örgütü üyesi olmak, mala
zarar vermek suçlarından açılan kamu davası Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/187 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
14-
DTP ADANA İL BİNASININ YASADIŞI ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
06.02.2006
tarihinde DTP Adana İl binasında yapılan izinli arama sonucu bina içerisinde
terör örgütü elemanlarına ait resimlerin duvarlarda sergilendiği, buraya
'şehitlik' adı verildiği görülmüş, yine bina içerisinde terör örgütüne ait çok
sayıda döküman bulunmuştur.Olayla ilgili DTP İl yöneticileri Ziya Aydemir,
Sabri Çelebi, Süleyman Kılıç, Ferit Datlı, Mehmet Yaşık, Ferdi Sönmez, Leyla
Çağer, Sima Dorak ve Hacer Taşarsu haklarında terör örgütünün propagandasını
yapmak suçundan açılan kamu davası Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/88
esasında devam etmektedir.
15-
CİZRE BELEDİYESİ DTP'Lİ ENCÜMEN ÜYESİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNE MERMİ VE DİĞER İHTİYAÇ
MALZEMELERİNİ GÖTÜRMESİ:
Davalı
parti üyelerinin PKK lehine çalışmaları propaganda ile sınırlı kalmamakta,
lojistik desteğini sağlama boyutuna da erişmiştir. Nitekim 08.03.2006 tarihinde
kolluk kuvvetlerince alınan bir istihbarat üzerine yapılan operasyonda DTP
Cizre encümen üyesi Muhsin Gasır ve arkadaşı Mehmet Canımana isimli şahıslar
terör örgütüne başta mermi, gıda ve sair ihtiyaç malzemelerini götürmek üzere
iken yakalanmış, haklarında terör örgütü elemanı olma suçundan açılan kamu
davasının Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılaması sonucu
mahkumiyetlerine karar verilmiştir. Terör örgütüne mermi dahil lojistik destek
sağlayan bir siyasi partinin siyasi partiler için ulusal ve uluslararası
düzeyde öngörülen hukuki sınırlar içerisinde faaliyette bulunduğunun iddiası
hiçbir şekilde mümkün değildir.
16-
NUSAYBİN DTP İLÇE BİNASININ YASADIŞI ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
14.04.2006
tarihinde Nusaybin DTP ilçe binasında mahkemesinden alınan izin doğrultusunda
yapılan aramada PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan ve çeşitli örgüt
militanlarına ait fotoğrafların duvarlarda asılı olduğu, yasa dışı sloganlar
içeren çeşitli pankart ve dökümanın bulunduğu tesbit edilmiştir. Mevcut haliyle
parti binası olmaktan ziyade terör örgütü kampını andıran görüntüler tesbit
edilmiştir. DTP İlçe yöneticisi olan sanıklar Azize Yağız, Sultan Oğraş, Ziver
Gümüş, Nayif Coşkun, Sihem Akyüz, Şakir Acar, Hamit Tokay ve Necmettin Ayaz
haklarında 314/2 ve 3713 SY.nın 5. maddeleri gereğince terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası
Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/170 esassına kayıtlı olarak devam
etmektedir.
17-
DTP MERSİN İL YÖNETİCİLERİNİN MİTİNGDEKİ KONUŞMALARI İLE HALKI KİN VE
DÜŞMANLIĞA TAHRİK ETMELERİ:
19.03.2006
tarihinde DTP Mersin İl yönetimi organizasyonunda 'Nevruz Şenliği' adı ile
gerçekleştirilen miting sırasında İl yöneticileri Ali Bozan, Serhat Ölmez, Ayla
Yıldırım, Gülüzar Ayyıldız ve Emin Yıldırım'ın yaptıkları konuşmalarda PKK
elemanlarını 'gerilla' diye tanımlamaları, Öcalan için Kürt halkının siyasi
iradesi olup, İmralı'da tecrit uygulandığını ve benzer beyanları nedeniyle
halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettikleri gerekçesiyle haklarında TCY.nın 216/1.
maddesi gereğince açılan kamu davası Mersin Asliye Ceza Mahkemesinde devam
etmektedir.
18-
DTP MERSİN İL BAŞKANI ALİ BOZAN'IN TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE YASADIŞI GÖSTERİ
ORGANİZE ETMESİ:
21.04.2006
tarihinde DTP Mersin İl Başkanı olan Ali Bozan terör örgütü üyesi Mehmet
Alkan'ın ölümü üzerine düzenlenen cenazede örgüt lehine sloganlar atılmasına
bayraklar açılmasına kamu kurum ve özel iş yerlerine saldırılarda bulunulmasına
imkan tanıdığı suçlamasıyla hakkında soruşturmaya başlanmış olup, halen Adana
Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
19-
DTP KARS İL BİNASINDA TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE YASADIŞI GÖSTERİ ORGANİZE EDİLMESİ:
11.02.2006
Günü Kars DTP İl binası önünde yapılan Abdullah Öcalan'ı övücü basın
açıklamasından sonra parti binasındaki grup tarafından 'Biji serok Apo' ve'15
Şubat Komplosunu kınıyoruz' pankartları yapıştırıldığı, sloganlar atıldığı
görülmüş, söz konusu eylemler nedeniyle Aydın Göktaş, Orhan Aras, Faruk
Özyavuz, Sihan Keleş, İsmail İmre ve Abdullah Kutmaral haklarında suç ve
suçluyu övme suçundan açılan kamu davası Kars Sulh Ceza Mahkemesinde devam
etmektedir.
20-
CİZRE İLÇESİNDE DTP'NİN ORGANİZE ETTİĞİ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ NİTELİKTE GÖSTERİ:
21.03.2006
tarihinde Cizre ilçesinde Nevruz kutlamaları adı altında yapılan gösteride
Fecriye Benek, İbrahim Erkul, Ali Gün, Aydın Budak, Mesut Demir, Pınar Akman ve
Zeydin Gökalp'in Öcalan posterleri ve örgüt bayrağını açıp, taşıdıkları 'Apo
bizim irademiz,gençlik Apo'nun fedaisi' gibi sloganlar attıkları,
konuşmalarından terör örgütünü övücü mahiyetteki sözleri nedeniyle 3713 Sayılı
Yasanın 7. Maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası
Diyarbakır 6. Ceza Mahkemesinin 2006/180 esas numarasında devam etmektedir.
21-
DTP YÖNETİCİSİ ZEKİ KILIÇ'IN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN EYLEM TALİMATLARINI BİLDİRİ
HALİNDE HALKA DAĞITMASI:
İstanbul
DTP İl yönetiminde görevli Zeki Kılıç'ın 27.03.2006 tarihinde Diyarbakır'da
terör örgütünün talimatları doğrultusunda halkı eylemlere davet ettiği, bu
amaçla bildiri dağıttığı anlaşılmış, eylemine uyan yasadışı örgüt üyeliği
suçundan Türk Ceza Yasasının 220/7 Maddesi uyarınca Diyarbakır 5. Ağır Ceza
Mahkemesinin 17.05.2007 gün ve 2007/201 sayılı kararı ile 6 yıl 3 ay hapis
cezası ile cezalandırılmıştır.
22-
DTP ERZİNCAN İL BAŞKANI HÜSEYİN BEKTAŞOĞLU'NUN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI
NİTELİĞİNDEKİ BEYANI:
DTP
Erzincan İl Başkanı olan Hüseyin Bektaşoğlu 09/04/2006 tarihinde örgütün yayın organı
olan Roj TV'ye yaptığı canlı telefon bağlantısı ile devletin emniyet güçlerini
aşağılamış, polislerin saldırdığını iddia etmiştir.Eylemi nedeniyle örgütün
propagandasını basın yayın yoluyla yapmak ve Devletin emniyet güçlerini alenen
aşağılamak suçlarından Erzincan Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılaması
sonucu TCY.nın 220/8 ve 301/2. maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
23-
DTP VAN İL YÖNETİCİSİ İBRAHİM SUNKUR'UN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI
NİTELİĞİNDEKİ BEYANI:
DTP
Van İl Yönetim Kurulu üyesi olan İbrahim Sunkur öldürülen terör örgütü
mensubunun cenazesinde yaptığı konuşmada 'disiplin içinde şehidin evine
gidelim, baş sağlığı dileyelim-Türkiye Cumhuriyeti de bilsin ki yüzlerce
binlerce şehit versek de bu yoldan dönmeyeceğiz' şeklinde sarf ettiği terör
örgütünü övücü sözleri nedeniyle yargılandığı Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin
15.05.2007 tarih 2006/87 esas 2007/143 karar sayılı ilamı ile TCY'nın 220/8.
maddesi gereğince 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Söz konusu karar kesinleşmiştir.
24-
DTP KOCAELİ İL TEŞKİLATI YÖNETİCİLERİNİN TERÖRİSTBAŞI ABDULLAH ÖCALAN'I ÖVÜCÜ
AÇIKLAMALARI:
21.05.2006
tarihinde Kocaeli İl teşkilatı 1. Olağan Genel Kurul toplantısında parti
yöneticisi olan Medeni Kırıcı, Büro Görmez, Akif Hamitoğlu ve Alaattin Enün'ün
yaptıkları konuşmalarda ölen teröristlerden devrim şehidi diye bahsedip,
Öcalan'ı övücü sözler söylemeleri nedeniyle haklarında TCY'nın 216/1 maddesi
gereğince halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçundan cezalandırılmaları
istemiyle açılan kamu davası Kocaeli 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/137 esas
sırasında devam etmektedir.
25-
DTP NUSAYBİN İLÇE DELEGESİ HASAN BOZKURT'UN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ AÇILAMASI:
DTP
Nusaybin İlçe delegesi olan Hasan Bozkurt 03.04.2006 tarihinde terör örgütünün
yayın organı ROJ TV isimli televizyon kanalının ana haber bültenine telefonla
katılmış, terör örgütünün talimatları doğrultusunda Diyarbakır İlinde meydana
gelen olayları desteklemek amacı ile Nusaybin İlçesinde yapılan ve şiddet
içeren olayları halkın demokratik tepkisi olarak gösterip, terör örgütü ve
lideri Öcalan'ı haklı göstermeye çalıştığı ve övdüğü anlaşılmakla hakkında
terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davasının Diyarbakır
4.Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/143 Esas sayılı dosyası üzerinden yapılan
yargılaması sonucu 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır.
26-
DTP ÜYESİ OLDUĞUNU BEYAN EDEN DENİZ YEŞİLYURT'UN TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE YAPILAN
YASA DIŞI GÖSTERİYE KATILIP ŞİDDET İÇERİKLİ EYLEMLERDE BULUNMASI:
DTP
üyesi olduğunu beyan eden Deniz Yeşilyurt'un 23.03.2006 ve önceki tarihli
eylemlerinde molotof kokteyli atarken, yasa dışı slogan atarken, PKK bayrağı
taşırken görüntülenmesi üzerine TCY'nın 314/2 ve 174/2 maddeleri gereğince
yasadışı örgüte üye olmak suçundan cezalandırılması istemiyle açılan kamu
davası halen İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2004/35 esas sayılı dosyası
üzerinden devam etmektedir.
27-
DTP ERZURUM İL BAŞKANI BEDRİ FIRAT'IN TERÖR ÖRGÜTÜ VE ELEBAŞINI ÖVÜCÜ
AÇIKLAMASI:
DTP
Erzurum İl Başkanı Bedri Fırat ve arkadaşları hakkında 20.03.2006 tarihinde
Hınıs İlçesinde gerçekleştirilen miting sırasında Öcalan ve terör örgütünü
övücü sözler nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası Erzurum 2. Ağır Ceza
Mahkemesinde devam etmektedir.
28-
DTP KURUCU ÜYESİ SELİM SADAK'IN TERÖRİSTBAŞI ÖCALAN ŞAHSINDA SUÇ VE SUÇLUYU
ÖVMESİ:
23.04.2006
tarihinde Nusaybin DTP ilçe teşkilatının açılış töreninde Selim Sadak'ın
yaptığı konuşmada 'Bizi bugünlere taşıyan, hak ve özgürlükleri için Kürt
halkının hak ve hukuku için yaşamını cezaevinde geçiren ve zindanlara
hapsedilen tüm siyasi tutsakları Sayın Öcalan şahsında saygıyla selamlıyorum'
demek suretiyle suçu ve suçluyu övmek nedeniyle hakkında açılan dava Diyarbakır
6. Ceza Mahkemesinin 2007/255 esas sırasına kayıtlı dosya üzerinden devam
etmektedir.
29-
DTP'Lİ HAKKARİ BELEDİYE BAŞKANI METİN TEKÇE'NİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVEN AÇIKLAMASI:
16.03.2006
tarihli basın açıklamasında DTP'li Hakkari BELEDİYE Başkanı Metin Tekce yaptığı
basın açıklamasında 'PKK terör örgütü değildir' demek suretiyle terör örgütü
olduğundan kuşku duyulmayan PKK ve eylemlerini meşru göstermeye çalışmış, bu
nedenle hakkında TCY'nın 220/8. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını
yapmak suçundan açılan kamu davasında Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/129
esas sayılı dosyası üzerinden yargılanmasına devam edilmektedir.
30-
DTP BATMAN İL TEŞKİLAT GÖREVLİSİ KENAN DEMİR'İN BATMAN ADLİYESİNE BOMBA
KOYMASI:
Geçmişte
de PKK örgütü elemanı olmak eylemi nedeniyle yargılanıp mahkum olan ve halen
DTP Batman İl Teşkilatında görevli olan Kenan Demir ile DTP çalışmalarına
katılan Bahar Yeşilyurt'un 20.10.2005 tarihinde Batman Adliye Binasının
bayanlar tuvaletine patlayıcı madde yerleştirdikleri, patlama sonucu maddi
hasar meydana geldiği, ihbar üzerine yakalanan sanıklardan Kenan Demir'in
evinde yapılan aramada yine patlayıcı madde ile örgütsel doküman ele
geçirildiği, DTP il binasında sanık Kenan Demir'in Sedat Ongun adına
düzenlenmiş sahte nüfus cüzdanı ile birlikte yakalandığı, bahsedilen eylemleri
nedeniyle TCY'nın 302/1, 152/1-a,174/1-2 maddeleri gereğince Devletin birliği
ve bütünlüğünü bozmak suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu
davasının Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/156 esas sırasında
yargılamasının devam ettiği anlaşılmıştır.
31-
DTP ÜYESİ PAKİZE UKŞUL'UN ÖLDÜRÜLEN TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİNİN MEZARINA ÖCALAN'IN
RESMİNİ ASMASI:
29.03.2006
tarihinde DTP üyesi Pakize Ukşul'un öldürülen terör örgütü mensubunun cenazesinin
defnedildiği mezar taşına terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın yine örgüt
elemanlarından Mahsun Korkmaz'ın fotoğraflarını astığı anlaşılmış, hakkında
TCK'nın 220/8. maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası Diyarbakır 5. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/221 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
32-
DTP MARDİN İL VE KIZILTEPE İLÇE BAŞKANLARININ ROJ TV İSİMLİ TELEVİZYON KANALINA
VERDİKLERİ DEMEÇLER:
06.04.2006
tarihinde terör örgütünün yayın organı Roj Tv'ye telefonla bağlanan DTP Mardin
İl Başkanı Ferhan Türk ile Kızıltepe İlçe Başkanı Ali Aslan'ın örgüt
talimatları doğrultusunda örgüt üyelerinin öldürülmesini protesto amaçlı olarak
halkı gösteri yapmak üzere yürüyüşe ve kepenklerini indirmeye davet ettikleri
anlaşılmış, TCY'nın 220/8. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını
yapmak suçundan açılan kamu davası Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin
2006/114 esas numarasına kayıtlı olarak yargılamaya devam edilmektedir.
33-
TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE YAPILAN VE ŞİDDET İÇEREN YASA DIŞI GÖSTERİYE DTP BATMAN İL
YÖNETİMİNDE GÖREVLİ SEYİTHAN KIRAR'IN TAŞ ATMAK SURETİYLE FİİLEN KATILMASI:
31.03.2006
tarihinde on dört PKK elemanının öldürülmesini protesto etmek amacıyla Batman
İlinde meydana gelen PKK yanlısı şiddet olayları sırasında DTP Batman İl
Yönetiminde görevli Seyithan Kırar'ın taş attığının ve eyleme fiilen
katıldığının anlaşılması nedeniyle hakkında TCY'nın 314/2 maddesi gereğince
silahlı örgüte üye olmak suçundan açılan kamu davası devam etmektedir.
34-
DTP'Lİ BATMAN BELEDİYE BAŞKANI HÜSEYİN KALKAN'IN YABANCI BASINA ÖCALAN'I ÖVÜCÜ
DEMEÇ VERMESİ:
DTP'li
Batman BELEDİYE Başkanı Hüseyin Kalkan'ın Los Angeles Times Gazetesi'ne verdiği
demeçte PKK ve Öcalan'ı övücü beyanlarda bulunması nedeniyle hakkında TCY'nın
220/8. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan
kamu davası Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/181 esas sırasında devam
etmektedir.
35-
DTP'Lİ SİİRT İL BAŞKANI MURAT AVCI'NIN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ DEMEÇ VERMESİ:
19.03.2006
tarihinde SİİRT DTP İl Başkanı olan Murat Avcı'nın yaptığı konuşmada PKK ve
Öcalan'ı övücü sözler söylediği,' Sayın Öcalan benim irademdir 'kampanyasını
selamlıyor ve saygıyla karşılıyorum şeklinde sarf ettiği sözler nedeniyle
TCY'nın 314/2. maddesi gereğince silahlı örgüte üye olmak suçundan
cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası Diyarbakır 6.Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/112 esas sırasına devam etmektedir.
36-
DTP'Lİ CİZRE BELEDİYE BAŞKANI AYDIN BUDAK'IN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ DEMEÇ VERMESİ:
16.06.2006
tarihinde DTP'li Cizre BELEDİYE Başkanı Aydın Budak'ın BELEDİYE tarafından
organize edilen etkinlikte sarf ettiği 'İmralıyı muhatap almak zorundasınız,
geçmişte Türkiye biraz düzeldiyse bu tek taraflı ateşkes sayesindedir ve
benzeri sözlerle terör örgütü PKK'nın propagandasını yapması nedeniyle hakkında
terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan dava Diyarbakır 6. Ceza
Mahkemesinin 2007/37 esas sırasına kayıtlı olup, yargılaması halen devam
etmektedir.
37-
DTP DİYARBAKIR İL YÖNETİM KURULU ÜYELERİNİN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
14.02.2006
tarihinde DTP Diyarbakır İl Yönetim Kurulu üyesi olan Hilmi Aydoğdu, Necdet
Atalay ve Musa Farisoğulları tarafından hazırlanan basın açıklamasında terör
örgütü lideri Öcalan'ı komplo sonucu Türkiye'ye getirildiği, muhatap alınması
gerektiği gibi ifadelerle örgüt liderini övme eylemini gerçekleştirdikleri, bu
nedenle TCY'nın 220/8. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak
suçundan açılan kamu davasının Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/245
esas sayılı dosyası üzerinden devam ettiği anlaşılmıştır.
38-
DTP CEYLANPINAR TEŞKİLATI ÜYELERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN TALİMATI DOĞRULTUSUNDA
KEPENK KAPATMAYAN ESNAFI TEHDİT ETMELERİ:
03.04.2006
tarihinde DTP Ceylanpınar İlçe Başkanı olan Halit Kahraman ve ilçe yönetim
kurulu üyeleri Mehmet Salih Sağlam ve Abdülkadir Fırat'ın PKK terör örgütünün
internet yoluyla ilettiği eylemlerin devam etmesi şeklindeki talimatı
doğrultusunda ilçe merkezinde kepenk kapatma eylemine katılmayan esnafları
tespit ederek bu kişilere örgütün kepenk kapatılması hususundaki talimatlarını
ileterek kepenklerini kapatmaları konusunda uyardıkları, iş yerleri açık olan
kişileri 'neden kepenklerini kapatmadın' utanmıyor musun', bunun hesabını
verirsin' şeklinde tehdit ettikleri nedeniyle TCY'nın 314/2. maddesi gereğince
silahlı örgüte üye olmak suçundan cezalandırılması istemiyle açılan kamu
davasının Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi 2006/58 esas sırasında devam
etmektedir.
39-
SİİRT DTP İL BİNASININ YASADIŞI ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
30.08.2006
tarihinde DTP SİİRT İl Binasında izinli olarak yapılan arama sonucu terör
örgütünü ve elebaşısı Öcalan'ı övücü pankartların, özel olarak kesilmiş yüz
maskelerinin, terör örgütü bayraklarının, Öcalan posterlerinin, örgütü tanıtan
ve öven yayınların, örgüt militanlarının resimlerinin bol miktarda bulunduğu
anlaşılmıştır. Görüntü itibariyle siyasi parti genel merkezinden ziyade terör
örgütünün kampı kanısını uyandırmaktadır.İl yöneticisi olan sanıklar Burak
Avcı, Saniye Turhan, Hanım Adıgüzel, Mahfuz Talu, Gürü Toprak, Halit Taşçı,
Halil Adıgüzel, Ahmet Aydın, Eyyüphan Aksu, Fehime Ete ve Osman İbek haklarında
örgüt propagandası yapmak suçundan açılan kamu davası Diyarbakır 5. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/137 esas sırasına kayıtlı olarak yargılamasına devam
edilmektedir.
40-
DTP GEBZE İLÇESİ DARICA BELDE BİNASININ YASADIŞI ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
30.08.2006
tarihinde Gebze İlçesi Darıca Beldesi DTP Belde Binasında izinli olarak yapılan
aramada Abdullah Öcalan ve örgütün diğer üyeleri resimlerinin asılı olduğu,
yasaklanmış yayınlardan bol miktarda bulunduğu tespit edilmiş, parti
yöneticileri Veli Aramaz, Raif Gündoğdu ve İsmail İşçimen haklarında 3713
sayılı yasanın 7. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak
suçundan açılan kamu davası İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/234 esas
sırasında devam etmektedir.
41-
DTP OLAĞAN KONGRESİNİN YASADIŞI ÖRGÜT GÖSTERİSİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
25.06.2006
tarihinde Ankara'da gerçekleşen DTP Birinci Olağan Büyük Kongresinde terör
örgütü PKK'yı simgeleyen bayraklar, elebaşısı Öcalan'ın resimlerinin salonda
dolaştırılması ve Kürtçe slogan atılması suretiyle terör örgütünün gösterisine
dönüştürülmüş, bu duruma seyirci kalmaları, engellememeleri nedeniyle divan
başkanı Osman Özçelik ve üyeleri Kudret Ecer ile Çimen Işık haklarında 2820
sayılı yasanın 117. maddesi gereğince Siyasi Partiler Yasasına muhalefet
suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası Ankara 5. Asliye Ceza
Mahkemesinin 2007/391 sayılı esas sırasında devam etmektedir.
42-
DTP KARAÇOBAN İLÇE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜ ELEMANLARINA MADDİ DESTEK SAĞLAMASI:
13.07.2006
ve önceki tarihlerde DTP Karaçoban İlçe Başkanı Fehtah Dadaş ve yeğeni Ersin
Dadaş'ın terör örgütü elemanları ile irtibat kurarak gıda, ilaç ihtiyaçlarının
yanında telefon kontörü temin ettikleri hatta bu konuda maddi kaynak yaratmak
için Fehtah Dadaş'ın parti bünyesinde bir fon oluşturduğunun anlaşılması nedeniyle
haklarında silahlı örgüte üye olmak suçundan açılan davanın yapılan
yargılanması sonucu Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.12.2006 tarihli ve
2006/128-175 sayılı kararı ile Fehtah'ın TCY'nın 314/2 3712 sayılı yasanın 5.
maddesi gereğince 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiş, söz konusu karar Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir.
43-
DTP GENÇLİK MECLİSİ OLAĞAN KONGRESİNİN YASADIŞI ÖRGÜT GÖSTERİSİNE
DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
12.12.2006
tarihinde DTP Gençlik Meclisi Birinci Olağan Kongresi sırasında salonda terör
örgütünü simgeleyen bez parçalarının açılıp dolaştırıldığı, Abdullah Öcalan
posterlerinin sergilendiği 'Biji serok Apo, dişe diş kana kan seninleyiz
Öcalan, Öcalansız dünyayı başınıza yıkarız' gibi terör örgütünü ve liderini
övücü mahiyette sloganlar atıldığının anlaşılması üzerine görüntü kayıtlarından
yapılan inceleme sonucu Burhan Sönmez ve arkadaşları hakkında 3713 sayılı
yasanın 7. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/404 esasına kayıtlı olarak devam etmektedir. Olayla ilgili
görüntü kayıtları incelendiğinde parti kongresi adı altında gerçekleştirilen
faaliyetin terör örgütünün gösterisine dönüştürüldüğü anlaşılmıştır.
44-
DTP TORBALI İLÇE TEŞKİLATI TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN GÖSTERİNİN TERÖR
ÖRGÜTÜNÜ ÖVME MİTİNGİNE ÇEVRİLMESİ:
20.03.2006
tarihinde Torbalı İlçesinde DTP tarafından gerçekleştirilen ve PKK örgütünün
gösterisine dönüşen eylem nedeniyle yapılan incelemede terör örgütünü
simgeleyen bez parçalarının ve örgüt elebaşısı Öcalan'ın resimlerinin bolca yer
aldığı, yasadışı sloganlar atıldığı, soruşturmanın devamı sırasında DTP üyesi
Suphi Kahraman'ın evinde yapılan aramada ruhsatsız tabanca ele geçirildiği,
sanıklar Mahmut Denli, Vedat Eliş, İskender Mençuk, Faruk Güneş, Suphi
Kahraman, Sedat Eliş, Mehmet Topçu, Nurullah Topçu, Mahmut Kimsesiz, Abdulvasih
Büyükdeniz, Mehmet Kayaalp, Halit Samancan, İhsan Şeker, Hacı Özbay, Resül
Yaşar, Salih Eliş, Kudret Ece, Hüsnü Koyuncu, Uğur Saraç, Mustafa Atmaca,
Mehmet Kodaman, Ahmet Karaca haklarında 3713 sayılı yasa gereğince terör
örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan
kamu davası İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/15 esas sayılı dosyası
üzerinden devam etmektedir.
45-
DTP DİYARBAKIR YÖNETİCİLERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVME AMAÇLI YASADIŞI GÖSTERİYE
KATILMALARI:
31.03.2006
tarihinde DTP Diyarbakır Merkezi İlçe Yönetim Kurulu Üyesi Nusrat Akın, Muhlis
Altun, Musa Farisoğulları ve arkadaşlarının teröristlerin öldürülmesini
protesto etmek amacıyla düzenlenen yasadışı gösteride Öcalan bayraklarıyla
katıldıkları eylemlerin içinde yer aldıkları görüntü kayıtlarıyla tespit
edilmiş, bu nedenle TCY'nın 314/2. maddesi gereğince silahlı örgüte üye olmak
suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası Diyarbakır 6. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2006/134 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
46-
DTP ALTINDAĞ İLÇE BİNASINDA ÖLDÜRÜLEN TERÖR ÖRGÜTÜ ELEMANLARI İÇİN ANMA TÖRENİ
DÜZENLENMESİ, ÖRGÜTÜN VE ELEBAŞININ PROPAGANDALARININ YAPILMASI:
21.08.2006
tarihinde DTP Altındağ İlçe örgütüne ait bina içerisinde öldürülen terör örgütü
mensuplarını anma töreni düzenlendiği, dua okunduğu, PKK'yı ve Abdullah
Öcalan'ı övücü konuşmalar yapıldığı olaya ilişkin görüntü kayıtları ile
anlaşılmıştır. Olayı tertipleyen parti yöneticisi olan sanıklar Memet Tusun,
Fevzi Kara, Salih Karaaslan, Mehmet Şirin Karademir, Yıldız Bahçeci, Mehmet
Hanefi Şelem, Meryem Altun, İsmet Aras, Abdurrahim Bilen, İhsan Güler, Nurhayat
Altun, Sinan Uğur, Kibar Kara, Sırrı Keleş, Nedim Taş, Battal Arıcan ve
Menderes Öner haklarında 3713 SY.nın 7. maddesi gereğince terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası Ankara 11. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2007/50 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
47-
DTP ADANA İL YÖNETİMİ TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN ETKİNLİĞİN TERÖR ÖRGÜTÜ
PROPAGANDASINA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
19.03.2006
tarihinde DTP Adana il yönetiminde görevli Mehmet Yaşık, Halil İrmek, Eylem
Güden, Yılmaz Gül, Mehmet Aslan, Fadıl Bozan, Ezgi Dursun ve Sima Dorak
tarafından organize edilen Nevruz etkinliği tamamen terör örgütü gösterisine
dönüşmüş, PKK ve Öcalan lehine sloganlar atılması, örgütü simgeleyen bayrak ve
teröristbaşının resimlerinin dolaştırılması suretiyle olayın tamamen örgüt
propagandasına dönüştürüldüğünün tesbit edilmesi nedeniyle ilgilileri hakkında
terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası Adana 6. ağır
ceza Mahkemesinin 2006/218 esas sırasına kayıtlı olarak devam etmektedir.
48-
DTP SELÇUK İLÇE YÖNETİMİ TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN ETKİNLİĞİN TERÖR ÖRGÜTÜ
PROPAGANDASINA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
21.03
2006 tarihinde Selçuk ilçesinde izinli olarak DTP İzmir yöneticileri Zeki
Aslan, Sıtkı Adsız, Osman Dursun, Reşit Adsız, Mehmet Salih Duran, Abdurrahim
Süer, Mehmet Ayas, Mehmet Bayar, Suna Akkuş, İlhan Görür, Halit Katlav, Tahir
Arslan, Abbas Delidolu, Yaşar Yağmur, İbrahim Tül ve Kudret Acar tarafından
organize edilen Nevruz etkinliği sırasında terör örgütünü ve elebaşısı Öcalan'ı
övücü konuşmalar yapılmış, sloganlar atılmış ve örgütü simgeleyen bez parçaları
alanda dolaştırılmıştır. Söz konusu yaşananlar olayı tamamen terör örgütünü
destekleme haline dönüştürmüştür. İlgilileri hakkında terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası İzmir 8. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/435 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
49-
DTP İZMİR İL YÖNETİCİLERİNİN ÖCALAN'I ÖVME AMAÇLI BASIN AÇIKLAMALASI:
04.04.2006
tarihinde DTP İzmir İl başkanı Kudret Ecer ve yardımcısı Mehmet Bayraktar'ın
yine terör örgütü ve Öcalan'ı övücü mahiyette yaptıkları basın açıklaması
nedeniyle haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan kamu davası
açılmıştır. Yargılama İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/543 esas sayılı
dosyası üzerinden devam etmektedir.
50-
DTP MERSİN İL YÖNETİMİ TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN ETKİNLİĞİN TERÖR ÖRGÜTÜ
PROPAGANDASINA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
21.01.2007
tarihinde Mersin DTP İl Teşkilatı tarafından düzenlenen izinli miting sırasında
terör örgütünün sözde bayraklarının dolaştırıldığı, elebaşısının resimlerinin
taşındığı,'biji serok Apo, barış elçisi İmaralı'dadır, dişe diş kana kan seninleyiz
Öcalan' ve bunun gibi yasadışı sloganlar atılmış, hükümet komiserinin uyarısı
üzerine dahi söz konusu olaylar engellenmemiştir. Olayla ilgili Mersin
Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde soruşturmalar devam etmektedir.
51-
DTP VAN İL BİNASININ ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
Van
İl Teşkilat binasında yapılan izinli aramada bölücü terör örgütüne ait çok
sayıda dökümanın ele geçirilmesi, örgüt üyelerinin resimlerinin duvarlarda
asılı olması nedeniyle haklarında açılan soruşturma Van Cumhuriyet Başsavcılığı
nezdinde devam etmektedir.
52-
DTP KAHTA İLÇE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
24.11.2006
tarihinde DTP Kahta İlçe Başkanı olan Emin Uslu'nun öldürülen örgüt mensubunun
defin işlemleri sırasında' şehit Vedat'a Allah'tan rahmet diliyoruz demek suretiyle
terör örgütünü övmesi nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
yapılan yargılama sonunda Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 17.05.2007 gün ve
2007/20-50 sayılı kararı ile 10 ay hapis cezası ile cezalandırıldığı
anlaşılmıştır.
53-
DTP GEBZE İLÇE BİNASININ ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
11.03.2007
tarihinde DTP Gebze ilçe binasında çıkan Bülent Uşkur'un üzerinde üç adet
kullanılmaya hazır molotof kokteyli ile yakalanması ve içinde bulunduğu durumun
kaçarken iki molotof kokteylini yere atmaları üzerine parti binasında yapılan
izinli aramada yasadışı PKK terör örgütünü ve elebaşısı Abdullah Öcalan'ı öven
yazılar, yayınlar, örgüt mensuplarının da dahil olduğu fotoğraflar, sözde şehit
fotoğrafı olarak nitelendirilmiş örgüt mensuplarının yer aldığı bir panonun
olduğu görülmesi üzerine Cemil Akın, Gültay Uzun, İnan Gönül, Pakize Ukşul,
Meral Kurum, Mehmet Sefa Güngör, Tanel Temel, Bülent Buluç, Erdinç Bolcal, Ufuk
Sünger ve Taner Gökçe haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
açılan kamu davası İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/181 esas sırasında
devam etmektedir.
54-
DTP KARS İL BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
DTP
Kars İl Başkanı Mahmut Alınak'ın 05.09.2006 tarihinde yaptığı konuşma
içeriğinde terör örgütüne paralelinde amaçlarını savunur biçimde beyanda
bulunduğu iddiasıyla TCY'nın 215 ve 217. maddeleri gereğince suç ve suçluyu
övme suçundan açılan kamu davası Kars Sulh Ceza Mahkemesinin 2006/477 esas
sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
55-
DTP EDİRNE İL YÖNETİCİLERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
02.12.2006
tarihinde DTP Edirne İl Yöneticileri olan Beşir Belke, Yakup Aslan ve Hilmi
Karaoğlan haklarında yaptıkları basın açıklaması ile terör örgütünü ve liderini
övdüklerinin anlaşılması nedeniyle TCY'nın 215. maddesi gereğince suç ve
suçluyu övme suçundan açılan cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası
Edirne 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/143 esas sırasında devam etmektedir.
56-
DTP TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE GÖSTERİ VE KONAK İLÇE
BİNASININ TERÖR ÖRGÜTÜ KAMPINA ÇEVRİLDİĞİNİN ANLAŞILMASI:
15.02.2007
tarihinde İzmir İli Konak İlçe binasında yapılan Öcalan'ın ülkeye getirilmesini
protesto amaçlı terör örgütünü övücü nitelikteki basın açıklamasının PKK
gösterisine dönüştürüldüğü, aynı gün ilçe binasında yapılan izinli aramada
terör örgütünü simgeleyen çok sayıda bayrak, Öcalan posterleri, terörist
resimlerinin bulunduğu anlaşılmıştır. Yöneticilerin ikametgahlarında yapılan
izinli aramalar sonucunda da benzer nitelikte örgütsel dökümanlar ortaya
çıkarılmıştır. Söz konusu eylemler nedeniyle Ferhat Önder, Sinan Avu, Mehmet
Muhdi Aslan, Burhan Yürek, Aslan Kızıl, Hüsnü Koyuncu, Abdurrahim Marol, Mehmet
Kodaman, Ayşe Oyman, Gülçiçek Günel, Funda Apak, Mehmet Emin Yıldız, Yusuf Kaya,
Ali Sarı, İsmail Karasu, Ayşe Arga, Faysal Yacan, Mesut Atıcı ve Mehmet Sadık
Sürer haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan kamu
davası İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/77 esas sırasında kayıtlı olup,
yargılama devam etmektedir.
57-
DTP SURUÇ YÖNETİCİLERİNİN ÖLDÜRÜLEN TERÖR ÖRGÜTÜ ELEMANININ PKK GÖSTERİSİNE
DÖNÜŞTÜRÜLEN CENAZESİNE KATILMALARI:
22.04.2007
tarihinde öldürülen terör örgütü üyesi Cihat Binici'nin Suruç İlçesindeki
cenazesinde atılan sloganlar, taşınan ve cenaze arabasının üzerine asılan PKK
bayrakları, yakalarda taşınan ölen teröristin sözde PKK bayrağı önünde çekilmiş
resimleri ile yine PKK gösterisine dönüştürülmüş, olaya katılan DTP Suruç ilçe
başkanı İbrahim Binici ve DTP'li BELEDİYE başkanı Etem Şahin'in de aralarında
bulunduğu kişiler hakkında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
başlatılan soruşturma devam etmektedir.
58-
MERSİN İLİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE YAPILAN YASA DIŞI GÖSTERİYE
DTP İL YÖNETİCİSİNİN KATILMASI:
11.03.2007
tarihinde Mersin ilinde gerçekleştirilen PKK bayraklarının taşınıp, 'biji serok
apo', hpg Mersin'e', 'Öcalan Öcalan' sloganlarının atıldığı korsan gösteriyi,
incelenen görüntü kayıtlarından organize edip, katıldığı anlaşılan DTP mersin
il yöneticisi Ahmet Ay hakkında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
başlatılan soruşturma devam etmektedir.
59-
DTP HATAY İL BAŞKANININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
17.03.2007
tarihinde DTP Hatay İl başkanı olan Halis Yurtsever yaptığı basın açıklamasında
'sayın Öcalan'ın zehirlenmesi halkta büyük tedirginlik yaratmıştır.' Şeklindeki
sözleri ile terör örgütü elebaşısını övmesi nedeniyle hakkında suç ve suçluyu
övme suçundan açılan kamu davası nedeniyle Hatay 1. Sulh Ceza Mahkemesinin
2007/310 esas sayılı dosyası üzerinden yargılanmaktadır.
60-
DTP MERSİN İL YÖNETİMİ TARAFINDA ORGANİZE EDİLEN ETKİNLİĞİN PKK LEHİNE
GÖSTERİYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
Mersin
DTP il yönetimi tarafından organize edilen 21.03.2007 tarihli miting yine
Öcalan resimleri, terör örgütü bayrakları, atılan sloganlar ve taşınan
pankartlarla PKK gösterisine dönüştürülmüştür. Olayla ilgili terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan başlatılan soruşturma devam etmektedir.
61-
DTP BALIKESİR İL BİNASININ ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
06.03.2007
tarihinde Balıkesir DTP il binasında yapılan izinli aramada Öcalan ve terör
örgütü elemanlarına ait resimlerin sergilendiği, terör örgütünü öven yayınların
ve yazıların bol miktarda bulunduğu belirlenmiştir. İlgililer hakkında terör
örgütünün propagandasını yapmak suçundan başlayan soruşturma devam etmektedir.
62-
DTP TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN VE PKK LEHİNE MİTİNGE DÖNÜŞEN ETKİNLİKTE DTP
MİLLETVEKİLİ AYSEL TUĞLUK'UN ÖCALAN'I ÖVMESİ:
11.12.2006
tarihinde Doğubayazıt ilçesinde düzenlenen ve slogan, terör örgütünü simgeleyen
bayraklar ve Öcalan posterleri ile PKK mitingine dönüştürülen açık hava
toplantısında konuşan Genel Başkan yardımcısı Aysel TUĞLUK'un sarfettiği 'halen
operasyonlar devam ediyor, halen dağlarda kardeşlerimiz yaşamlarını kaybediyor,
halen tecrit devam ediyor'' şeklideki sözlerin suçu ve suçluyu övme niteliğinde
olduğunun belirlenmesi karşısında açılan kamun davası Doğubayazıt Asliye Ceza
Mahkemesinde devam etmektedir.
63-
DTP TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN VE PKK LEHİNE MİTİNGE DÖNÜŞEN ETKİNLİKTE DTP VAN
İL YÖNETİCİSİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVMESİ:
01.09.2006
tarihinde Van İlinde yapılan ve sloganlar, PKK elemanlarının resimlerinin
taşınması suretiyle PKK' ya destek şekline dönüşen mitingte konuşan DTP Van il
yöneticisi Mehmet Veysi Dilekçi'nin konuşmasının terör örgütünün propagandası
mahiyetindeki içeriği itibarıyla hakkında yapılan soruşturma sonucu açılan kamu
davası Van 4. Ağır Ceza Mahkermesinin 2007/204 esas sayılı dosyası üzerinden
devam etmektedir.
64-
DTP TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN VE PKK LEHİNE MİTİNGE DÖNÜŞEN ETKİNLİKTE DTP İL
YÖNETİCİSİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVMESİ:
17.03.2007
tarihinde DTP tarafından Erzurum ilinde gerçekleştirilen etkinlikte DTP İl
disiplin kurulu üyesi olan Ahmet Yalçıntaş'ın terör örgütü elebaşı Öcalan'ı
övücü nitelikte Kürtçe şarkı söylediği, şarkının 'şirin apo kahramansın sen,
halkımızın önderi' sözleri ile bittiği anlaşılmıştır. Bu fiilinden dolayı
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 22.05.2007 gün ve 2007/108-94 sayılı kararı
ile terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan 3713 SY.nın 7. maddesi
gereğince 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
65-
DTP'Lİ CİZRE BELEDİYE BAŞKANI AYDIN BUDAK'IN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
21.03.2007
tarihinde DTP'li Cizre BELEDİYE başkanı Aydın Budak açık havada kalabalığa
yaptığı konuşmada PKK ve elebaşısı Öcalan'ı övücü sözleri nedeniyle 3713 SY.nın
7. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası sonucu Diyarbakır 5. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2007/233 esas sırasında kayıtlı dosya üzerinden yargılanmaktadır.
66-
DTP ERZİNCAN İL BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMASI:
Erzincan
DTP il başkanı Hüseyin Bektaşoğlu hakkında 2005 yılı ve devam eden süre
itibarıyla PKK propagandası içerikli eylemlerde bulunması nedeniyle 3713 sayılı
yasanın 7. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası sonucu Erzurum 3. Ağır Ceza
Mahkemesinde yargılanmasına devam edilmektedir.
67-
DTP VAN İL BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMASI:
26.01.2007
tarihinde DTP Van İl başkanı olan İbrahim Sunkur mahalli Bölge Gazetesi'ne
verdiği ve yayınlanan röportajda; PKK'nın terör örgütü olmadığı tam tersine
devletin terörist olduğu yolundaki iddiaları ile benzer biçimde söylemleri ile
terör örgütünün propagandasını yaptığı anlaşılmıştır. Hakkında 3713 SY.nın
7.maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle terör örgütünün propagandasını yapmak
suçundan açılan kamu davası Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/165 esas
sırasında kayıtlı dosya üzerinden devam etmektedir.
68-
DTP BİNGÖL İL BAŞKANININ SUÇ VE SUÇLUYU ÖVME EYLEMİ:
Bingöl
DTP il başkanı olan Mehmet Emin Acar, 25.02.2007 tarihinde 'Kerkük'e yapılmış
saldırıyı Diyarbakır'a yapılmış sayarız' şeklinde açıklama yapan Diyarbakır DTP
il başkanının tutuklanması ile ilgili 'Diyarbakır İl başkanının tutuklanmasını
kınıyor, aynı suçu işlediğimizi deklare ve ilan ediyoruz' şeklinde basın
açıklaması yapmıştır. Suçu ve suçluyu övme niteliğindeki bu eylemi nedeniyle
açılan kamu davası Bingöl Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/218 esas sırasında
kayıtlı dosya üzerinden devam etmektedir.
69-
DTP OSMANİYE İL BİNASININ TERÖR ÖRGÜTÜ KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
27.11.2006
tarihinde DTP Osmaniye İl teşkilatında yapılan izinli aramada çok sayıda yasak
yayın, örgütsel dökümanın yanında duvarlarda terör örgütü PKK üyelerinin
silahlı resimlerinin çerçevelenmiş halde asılı oldukları görülmüştür. DTP il
yöneticisi olan Metin Şakır ve Bedri Arslan haklarında 3713 sy.nın 7. maddesi
gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmaları
istemiyle açılan kamu davası Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/279 esas
sırasında kayıtlı olarak devam etmektedir.
70-
DTP MARDİN İL ÖRGÜTÜNCE YAPILAN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
10.03.2007
tarihinde DTP Mardin il örgütü tarafından düzenlenen basın açıklamasında
Öcalan'ı övücü sözler söylenmiş, 'Öcalan'sız dünyayı başınıza yıkarız' ve
benzeri yasa dışı sloganlar atılmıştır. Olaya karışan Mardin DTP üyeleri İlhan
Öğmen, Sait Abukan, Osman Akkoyun, Ramazan Özmen, Ferhan Türk ve Mehmet Latif
Alp haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan başlatılan
soruşturma devam etmektedir.
71-
DTP BATMAN İL BİNASININ TERÖR ÖRGÜTÜ KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
01.03.2007
tarihinde Batman DTP il binasında yapılan izinli arama sonucu çok sayıda yasak
dökümanın yanı sıra terör örgütütnü simgeleyen bayrak, pankart ve duvarlarda
asılı Öcalan resimleri bulunduğu, PKK propagandası içeren görüntü kayıtları
elde edildiği anlaşılmıştır. DTP Batman il yöneticisi olan sanıklar Dicle
Manap, Cemalettin Padir, Mehmet Şirin Tetik ve Ayhan Karabulut haklarında 3713
sy.nın 7. maddesi gereğince cezalandırılmaları istemiyle terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2007/292 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
72-
DTP ŞIRNAK İL BAŞKANI TARAFINDAN YAPILAN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
02.12.2006
tarihinde DTP Şırnak il başkanı olan İzzet Belge yaptığı basın açıklamasında
kullandığı ifadelerle PKK terör örgütünün elebaşı Abdullah Öcalan'ın saygıdeğer
biri olduğunu söylemek ve bu kişiyi barış elçisi gibi göstermek suretiyle bu
kişinin şahsında PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı anlaşıldığından
3713 SY.nın 7. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası halen devam etmektedir.
73-
DTP SURUÇ İLÇE YÖNETİCİLERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜ VE ÖCALAN'IN PROPAGANDASI AMACIYLA
TAKVİM DAĞITMALARI:
26.12.2006
tarihinde DTP Suruç ilçe yöneticileri Mehmet Fayık Taşkın, Şükrü Binici ve
İbrahim Halil Parıldar tarafından üzerinde terör örgütü PKK 'yı simgeleyen
sözde bayrak ile örgüt elebaşı Abdullah Öcalan'ın resimleri bulunan takvimin
DTP adına bastırılarak dağıtılması suretiyle terör örgütünün propagandası
yapıldığı anlaşıldığından 3713 SY.nın 7. maddesi gereğince terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası
devam etmektedir.
74-
DTP GAZİANTEP İL BAŞKANININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇILAMASI:
11.03.2007
tarihinde DTP Gaziantep il başkanı olan Vakkas Dalkılıç'ın terör örgütünün
elebaşısı Öcalan'a saygıyla yaklaşıp, söz ve eylemlerini onaylamak şeklinde
yaptığı basın açıklaması nedeniyle hakkında açılan soruşturma halen devam
etmektedir.
75-
YİNE DTP GAZİANTEP İL BAŞKANININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇILAMASI:
02.12.2006
tarihinde yine DTP Gaziantep il başkanı olan Vakkas Dalkılıç terör örgütünün
elebaşısı Öcalan'a saygıyla yaklaşıp, söz ve eylemlerini onaylamak şeklinde
yaptığı basın açıklaması nedeniyle hakkında açılan soruşturma halen devam
etmektedir.
76-
DTP HATAY İL BAŞKANININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇILAMASI:
07.04.2007
tarihinde DTP Hatay İl başkanı olan Halis Yurtsever tarafından DTP il binasında
Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan için 'doğum günü kutlaması' düzenlenmiş,
ayrıca 'böylesine coşkulu bir gün, gerçekten önemli bir gün yani Ortadoğu
halklarının ve kürt halkının önderi olan sayın Öcalan'ın 4 nisan doğum günü'
şeklindeki sözleri ile suç ve suçluyu övdüğü anlaşıldığından TCY.nın 215.
maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası halen Adana 8.
Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde devam etmektedir.
77-
DTP HATAY İL YÖNETİCİSİNİN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇILAMASI:
21.03.2007
tarihinde DTP Hatay İl yöneticisi olan Mehmet İnsan düzenlenen toplantıda
Öcalan'a saygıyla yaklaşıp, söz ve eylemlerini onaylamak şeklinde yaptığı
konuşma nedeniyle hakkında suç ve suçluyu övme suçundan açılan kamu davası
Erzin Sulh Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
78-
DTP ADIYAMAN İL YÖNETİCİSİNİN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇILAMASI:
21.03
2007 tarihinde Adıyaman DTP yöneticisi Kemal Çalğan parti tarafından düzenlenen
etkinlikte yaptıkları Öcalan'a saygıyla yaklaşıp, söz ve eylemlerini onaylamak şeklinde
konuşmalar nedeniyle haklarında TCY.nın 215. maddesi gereğince
cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası Adıyaman Sulh Ceza Mahkemesinin
2007/332 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
79-
DTP VAN İL YÖNETİCİSİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNE ELEMAN GÖNDERİRKEN YAKALANMASI:
15.12.2006
tarihinde DTP van il yöneticisi olan Hadice Adıbelli'nin ihbar üzerine
yakalanması sonrası yapılan incelemede cep telefonunda çok sayıda terör
örgütünü övücü mesaj yer aldığı ayrıca terör örgütüne katılmak üzere Gebze'den
Van'a gelen Adem Tunç'u parti binasında karşılayıp, ilgilendiği, kalacağı eve
götürdüğü, kısaca kırsala sevk etmek üzere iken yakalandığı
anlaşılmıştır.Hakkında TCY.nın 314/2. maddesi gereğince cezalandırılması
istemiyle terör örgütüne üye olmak suçundan açılan kamu davası halen devam
etmektedir.
80-
DTP YÜKSEKOVA İLÇE YÖNETİCİSİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMASI:
16.02.2007
tarihinde DTP Yüksekova ilçe yöneticisi Bedirhan Aklan yasa dışı sloganların
atıldığı bir basın toplantısı düzenleyerek, Öcalan'ın ülkeye getirilişini
uluslararası bir komplo olarak tanımlamıştır. Konuşması ile terör örgütü lehine
propaganda yaptığının anlaşılması nedeniyle hakkında 3713 SY.nın 7. maddesi
gereğince cezalandırılması istemiyle terör örgütünün propagandasını yapmak
suçundan açılan kamu davası Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/251 esas sayılı
dosyası üzerinden devam etmektedir.
81-
TERÖR ÖRGÜTÜNÜN YAN KURULUŞU ÜYESİ OLAN DTP İL YÖNETİCİSİNİN EVİNDE ÖRGÜTSEL
DOKÜMAN BULUNMASI:
14.03.2007
tarihinde bir ihbar üzerine yapılan soruşturma sonucu PKK.nın yan örgütlerinden
Özgür Yurttaş Hareketi üyesi olduğunu beyan eden, DTP Tunceli il yönetim kurulu
üyesi Cemal Kuhak'ın evinde yapılan aramada örgütsel doküman bulunması
nedeniyle TCY.nın 314/2. maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle terör
örgütüne üye olmak suçundan açılan kamu davası Malatya 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2007/66 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
82-
DTP IĞDIR İL TEŞKİLATI ÜYESİNİN PKK ELEMANINDAN TALİMAT ALIP, TERÖR ÖRGÜTÜ
LEHİNE YAZILAMA YAPMASI:
20.03.2007
tarihinde DTP Iğdır il teşkilatı üyesi olan Ayhan Ayaz'ın telefonla çok defa
Azat (K) isimli PKK terör örgütü mensubu ile konuştuğu, ondan talimat ve para
aldığı, molotof kokteyli yapmayı öğrenip, PKK lehine yazılamalara katıldığı anlaşıldığından
3713 SY.nın 7. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası Erzurum 2. Ağır ceza Mahkemesinin
2007/150 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
83-
DTP HALFETİ İLÇESİ YUKARIGÖKLÜ BELDE BİNASININ TERÖR ÖRGÜTÜ KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
17.05.2007
tarihinde Halfeti İlçesi Yukarıgöklü Beldesi DTP teşkilatında Operasyonlar
durdurulsun, tecrit kaldırılsın afişleri altında açlık grevine gidildiği, parti
binasında izinli olarak yapılan arama sonucu bol miktarda örgütü övücü yasak
yayın ele geçirildiği, eylemin. DTP ilçe yöneticileri Salih Yalçınkaya, Seyit
Ahmet Öcalan, Müslüm Kılıç, Şaban Yılmaz ve Mehmet Ali Öcalan'ın idaresinde
gerçekleştiğinin anlaşılması karşısında, ilgililer hakkında terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan başlatılan soruşturma devam etmektedir.
84-
DTP GENEL BAŞKAN YARDIMCISININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇILAMASI:
25.03.2007
tarihinde DTP organizasyonunda Ankara'da gerçekleşen gösteride konuşan DTP
genel başkan yardımcısı Orhan Miroğlu, terör örgütü ve amacı ile elebaşı
Abdullah Öcalan'ı övücü beyanları nedeniyle 3713 SY.nın 7. maddesi gereğince
terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezalandırılması istemiyle
açılan kamu davası Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/160 esas sırasında
kayıtlı dosya üzerinden devam etmektedir.
85-
DTP KURUCU ÜYESİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMASI:
05.07.2007
tarihinde öldürülen PKK elemanının İdil İlçesi Yarbaşı köyünde açılan taziye
çadırına giden DTP kurucu üyesi Selim Sadak'ın ' gençlerin aç ve cahil
olduklarından dağa çıktıklarını söylerlerdi ancak bu böyle değildir. Rojda
(Öldürülen PKK'lı) Avrupa'da eğitimini almış ve açlık sorunu olmadığı halde
Avrupa'dan katılmıştır. Rojda'nın sadece özgürlük sorunu vardı, bir nefes
özgürlük için dağlara çıktı' şeklindeki terör örgütünü ve amacını övücü sözleri
nedeniyle başlatılan soruşturma devam etmektedir.
86-
GEÇMİŞTE TERÖR ÖRGÜTÜ MENSUPLARINA YURT DIŞINA ÇIKABİLMELERİ İÇİN SAHTE KİMLİK
BELGESİ DÜZENLEYEN ARİF YAYLA'NIN DTP ŞEHİTKAMİL İLÇE YÖNETİM KURULU ÜYESİ
OLMASI:
07.02.2004
tarihinde terör örgütü mensuplarına yurt dışına çıkabilmeleri için sahte kimlik
belgesi düzenlemek eylemi nedeniyle yargılanıp, 765 sayılı TCY.nın 169. maddesi
gereğince mahkum olduğu 3 yıl 9 ay hapis cezası Yargıtay'ca onanması suretiyle
kesinleşen Arif Yayla'nın DTP Gaziantep İli Şehitkamil İlçesi ilçe yönetim
kurulu üyesi olarak görev yaptığı anlaşılmıştır. DTP.nin kuruluşundan önce söz
konusu eylemi ile kişilik yapısı ortaya çıkan Arif Yayla'nın DTP kadroları
içerisinde yönetici sıfatını alabilmesi DTP.nin PKK terör örgütü ile olan
organik bağıyla ilgili olduğunu göstermektedir.
87-
DTP MİLLETVEKİLİ SABAHAT TUNCEL'İN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN KONGRESİNE DELEGE OLARAK
KATILMASI:
İstanbul
ilinde karıştığı bir cinayet olayı nedeniyle sorgulanan İbrahim Çakmaz isimli
şahsın beyanlarında bir ara PKK örgüt kamplarına katıldığını ancak daha sonra
İstanbul'a döndüğünü, bu arada DTP faaliyetleri içinde gördüğü kişilerden
bazılarının da örgüt kamplarına katıldığını bunlardan teşhis ettiği kişi olarak
DTP merkez yürütme kurulu üyesi Sabahat Tuncel'i göstermiş ve kendisinin
üzerinde örgüt elemanlarının giydiği kıyafet olduğu halde 2004 yılında yasa
dışı örgütün kongresine delege olarak katıldığını beyan etmiştir. Bu şekilde
örgüt kamplarında terörist kıyafetleri içinde dolaşan Sabahat Tuncel hakkında
TCY.nın 314/2. maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası
tutuklu olarak devam ederken, ilgili 22.07.2007 tarihinde yapılan milletvekili
seçimlerine DTP destekli bağımsız aday olarak katılmış ve seçim sonucu
milletvekili olmuş, daha sonra da Demokratik Toplum Partisi'ne katılmıştır.
Halen yargılanmasına İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/358 esas sayılı
dosyası üzerinden devam edilen Sabahat Tuncel'in yasa dışı terör örgütü
delegeliğinin yanı sıra DTP Milletvekili ünvanını da taşıması davalı partinin
terör örgütü ile ne kadar içlidışlı olduğunu kanıtlamaktadır.
88-
TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE GÖSTERİYE DÖNÜŞEN MİTİNG SIRASINDA DTP MİLLETVEKİLİ VE
GENEL BAŞKAN YARDIMCISI AYSEL TUĞLUK'UN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
21.03.2007
tarihinde Van İlinde DTP tarafından düzenlenen miting sırasında teröristbaşı
Öcalan'ın posterleri sergilenmiş, PKK üyelerinin resimlerinin bulunduğu
pankartlar açılmış, PKK'yı simgeleyen bayraklar ortada dolaştırılmıştır. Bu
ortamda konuşma yapan DTP genel Başkan yardımcısı Aysel Tuğluk, 'sayın Öcalan
sıradan biri değildir.Kürt sorunu konusunda savunduğu fikirler geniş kesimler
tarafından kabul görmektedir' ve benzeri sözlerle terör örgütünün ve elebaşının
propagandasını yapması nedeniyle hakkında 3713 SY.nın 7. maddesi gereğince
terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezalandırılması istemiyle
açılan kamu davası Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/273 esas sırasında devam
etmektedir.
89-
DTP HATAY İL BAŞKANININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
21.03.2007
tarihinde DTP Hatay İl başkanı olan Halis Yurtsever düzenlenen toplantıda
Öcalan'a saygıyla yaklaşıp, söz ve eylemlerini onaylamak şeklinde yaptığı
konuşma nedeniyle hakkında suç ve suçluyu övme suçundan açılan kamu davası
Dörtyol Sulh Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
90-
DTP GAZİANTEP İL BAŞKANININ ÖLDÜRÜLEN TERÖRİSTİN CENAZESİNDE TERÖR ÖRGÜTÜNÜN
PROPAGANDASINI YAPMASI:
04.09.2007
tarihinde öldürülen terör örgütü elemanının Nizip İlçesinde yapılan cenazesine
katılan DTP Gaziantep İl başkanı Mustafa Tuç'un burada yaptığı konuşmada
öldürülen teröristleri Kürdistan şehidi diye tanımladığı, bu ve diğer ifadeleri
ile terör örgütünün propagandasını yaptığı anlaşılması nedeniyle hakkında başlatılan
soruşturmaya Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK 250. md. ile yetkili)
2007/522 sayılı evrakı üzerinden devam edilmektedir.
91-
DTP DİYARBAKIR İL BAŞKANININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
24.01
2006 tarihinde Diyarbakır DTP il başkanı olan Ahmet Cengiz terör örgütü ve
Öcalan'ı övücü mahiyette yaptıkları basın açıklaması nedeniyle hakkında suç ve
suçluyu övme suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış, yapılan
yargılaması sonucu Diyarbakır 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 12.12.2006 gün ve
2006/431-296 sayılı kararı ile TCY.nın 215 maddesi gereğince mahkumiyetine
karar verilmiştir.
92-
DTP MİLLETVEKİLİ SELAHATTİN DEMİRTAŞ'IN ROJ TV'DE TERÖR ÖRGÜTÜNÜN
PROPAGANDASINI YAPMASI:
05.07.2005
tarihinde daha sonra DTP milletvekili olan Selahattin Demirtaş, ROJ TV isimli
televizyon kanalına canlı telefon bağlantısı yolu ile katılarak, Öcalan'ın
saygıdeğer bir insan ve Kürtlerin önderi olduğunu belirterek övdüğü, '..
hükümet ve ordu buna karşı duyarlı davranırsa, bu taleplere duyarlı
davranılırsa artık bayraklara sarılı yada kesk-zor-zerlere (yeşil, sarı ve
kırmızılara) sarılı cenazeler gencecik evlere gitmeyecek diye düşünüyorum'
diyerek PKK terör örgütünü mensuplarının cenazelerine sahip çıktığı ve destek
vermek suretiyle örgütün propagandasını yaptığı anlaşıldığından yargılandığı
Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.11.2006 gün ve 2005/258-2006/175 sayılı
kararı ile TCY.nın 220/8. maddesi gereğince 1 yıl 3 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
93-
DTP SİLOPİ İLÇE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜ VE ELEBAŞINI ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
21.03.2006
tarihinde Silopi İlçesinde yapılan gösteride konuşan DTP İlçe başkanı Hacı Üzen
ve parti üyesi Kemal Aktaş haklarında terör örgütü ve amacını ile elebaşı
Abdullah Öcalan'ı övücü beyanları nedeniyle terör örgütünün propagandasını
yaptıkları gerekçesiyle 3713 SY.nın 7. maddesi gereğince cezalandırılması
istemiyle açılan kamu davası Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/204 esas
sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
94-
DTP ARDAHAN İL BAŞKANI ÖMER YILMAZ'IN BASIN AÇIKLAMASI:
01.09.2006
tarihinde DTP Ardahan İl Başkanı olan Ömer Yılmaz yaptığı basın açıklamasında
terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan için sayın sıfatını kullanması ve konuşma
içeriğinde kendisinden bahisle yaptığı işlerin önemli olduğunu ve barışın
sağlanmasında önemli bir rol oynadığını beyan etmesi, bu şekilde ilgili şahsı
övüp, yücelttiğinin sabit olması karşısında suç ve suçluyu övme suçu nedeniyle
başlatılan soruşturma Ardahan Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde devam
etmektedir.
95-
DTP GAZİOSMANPAŞA ARNAVUTKÖY BELDE TEŞKİLATINDA YAPILAN İZİNLİ ARAMA:
11.09.2006
tarihinde DTP Arnavutköy Belde teşkilat binasında izinli olarak yapılan arama
sırasında teröristbaşı Öcalan'ın resimlerinin duvardaki panolarda bulunduğu,
yine öldürülen teröristlerin resimlerinin yanında 'şehitlerimize sahip çıkalım'
ibarelerinin yer aldığı, Türkiye'nin bir bölümünün sınırları içerisinde
Kürdistan olarak gösterilen haritanın asılı olduğu ve çok sayıda terör örgütü
ile ilgili yasak yayın bulunduğu tesbit edilmiştir.Dolayısıyla parti binasından
ziyade terör örgütü PKK kampı izlenimi uyandıran bulgular elde edilmesi üzerine
teşkilat görevlileri olan Mehmet Cevat İnce, Memet Akkuş, Ahmet Coşkun, Enver
Özbil, Bedrettin Metin ve Sedat Çaycı haklarında yasadışı silahlı örgüte üye
olma suçundan dolayı açılan kamu davası İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin
2006/226 esas sırasında kayıtlı dosya üzerinden devam etmektedir.
96-
DTP KARS İL BAŞKANININ BAŞBAKAN'A KÜRTÇE MEKTUP GÖNDERMESİ:
06.01.2007
tarihinde DTP Kars il başkanı Mahmut Alınak yaptığı basın açıklamasında
Başbakan Recep Tayip Erdoğan'a hitaben taleplerini anlatan tamamı Kürtçe bir
mektup (dilekçe) gönderdiğini beyanla metni okumuştur. 2820 sayılı Siyasi
Partiler Yasasının 81. maddesinde ' Siyasi parti veya temsilcilerinin Türkiye
Cumhuriyeti üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil
farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremeyecekleri hüküm altına
alınmıştır. İlgilinin söz konusu eyleminin tahrik edici, bölücü nitelikte
olduğu, toplumu germe ve vatandaşları birbirlerine karşı kışkırtma amaçlı
yapıldığı, bunun da terör örgütünün amaçları ile örtüştüğü kuşkuya yer
vermeyecek şekilde ortadadır. Siyasi partiler yasasına aykırı davranma suçu
nedeniyle Mahmut Alınak hakkında açılan kamu davası Kars 1. Asliye Ceza
Mahkemesinin 2007/163 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
97-
DTP YÖNETİCİLERİNİN TERÖRİST CENAZESİNE PROPAGANDA AMAÇLI KATILMALARI:
19.07.2006
tarihinde öldürülen terör örgütü mensubunun PKK gösterisine dönüştürüle
cenazesine katılan DTP Hakkari il başkanı Sebahattin Suvağcı, il yöneticileri
Alaattin Eğe, Mikail Atan, Selim Engin ve DTP'li Hakkari BELEDİYE başkanı Metin
Tekçe'nin terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde, suç ve suçluyu övme, örgüte
desteğini açıklama amacıyla cenaze töreninde bulundukları anlaşılmakla
haklarında suç ve suçluyu övme suçundan açılan kamu davası halen Van 4. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2006/231 esas sırasında kayıtlı dosya üzerinden devam etmektedir.
98-
DTP VARTO İLÇE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNE DESTEK AÇIKLAMASI:
18.07.2006
tarihinde DTP Varto ilçe başkanı olan Ali Sever'in terör örgütünün sözcülüğünü
yapmakta olan ROJ TV isimli televizyon kanalına telefonla canlı bağlantı
yaparak,ilçe merkezinde güvenliği sağlama amaçlı bulunan kolluk kuvvetlerini
istemediklerini beyan ederek terör örgütünün propagandasını yapma suçu
nedeniyle hakkında açılan kamu davası halen Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin
2007/19 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
99-
DTP HAKKARİ İL BAŞKANI VE DTP'Lİ BELEDİYE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜ TALİMATI İLE
SEMPOZYUM DÜZENLEMELERİ:
Terör
örgütünün internet siteleri vasıtasıyla ana dilde eğitim, Kürtçe eğitim
taleplerinin artırılması yolundaki talimatı üzerine DTP Hakkari il başkanı
Alaattin Eğe ve DTP'li BELEDİYE başkanı Metin Tekçe tarafından 14.08.2006
tarihinde Hakkari İlinde 'Kürt Dili Eğitim Hareketi' isimli sempozyumun
gerçekleştirildiği, bu şekilde ilgililerin terör örgütüne yardım suçunu
işledikleri anlaşıldığından haklarında açılan kamu davası halen Van 4. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2007/29 esasına kayıtlı dosya üzerinden devam etmektedir.
100-
DTP ANKARA İL BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ DESTEKLEYİCİ BASIN AÇIKLAMASI:
02.12.2006
tarihinde DTP Ankara il örgütü tarafından gerçekleştirilen ve atılan
sloganlarla terör örgütünü destekler nitelikte gerçekleştirilen basın
açıklaması nedeniyle DTP Ankara il başkanı Salih Karaaslan ve arkadaşları
hakkında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası
halen Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/49 esas sayılı dosyası üzerinden
devam etmektedir.
101-
DTP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI AYSEL TUĞLUK VE DİYARBAKIR İL BAŞKANI HİLMİ
AYDOĞDU'NUN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMALARI:
03.09.2006
tarihinde DTP genel başkan yardımcısı Aysel Tuğluk ve Diyarbakır il başkanı
Hilmi Aydoğdu parti tarafından düzenlenen mitingte terör örgütü ve Öcalan'ı
övücü mahiyette yaptıkları konuşmalar nedeniyle haklarında terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası Diyarbakır 4. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/368 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
102-
DTP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI AYSEL TUĞLUK VE DTP'Lİ SİİRT İL BAŞKANI MURAT
AVCI'NIN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMALARI:
16.05.2006
tarihinde DTP Batman il kongresine katılan Aysel Tuğluk ve Murat Avcı burada
yaptıkları konuşmalarda Öcalan'ın siyasi irade olarak muhatap kabul edilmesi
gerektiğini, PKK'yı terörist ilan etmelerinin sorunun çözümüne katkıda
bulunmayacağını, terörist olarak nitelendirilen insanların kimilerine göre
kahraman olduğunu, Öcalan'ı terörist ilan etmeleri halinde halkın karşısına
çıkamayacaklarını ifade etmeleri nedeniyle oluşan terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası
halen Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/369 esas sayılı dosyası
üzerinden devam etmektedir.
103-
DTP MALATYA İL YÖNETİCİ VE ÜYELERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI NİTELİĞİNDEKİ
EYLEMLERİ:
15.02.2006
ile 31.03.2006 tarihleri arasında DTP Malatya il yöneticisi ve parti üyesi olan
Onur Geldi, Sebahattin Işıklı, Mahmut Kayar, Pınar Uzun, Emral Dağdelen, Nimet
Özalp, Zeynep Doğan, Mahmut Güngör, Behçet Tunç, Hüseyin Yılmaz, Resul Atay,
Kemal Çağlan, Nuray Kılınç, Mehmet Ali Yaman, Gülhanım Doğan, Yusuf Tokdemir ve
Erdoğan Karaca tarafından gerçekleştirilen yasa dışı gösterilerde slogan
attıkları, öldürülen terörist cenazelerinde olay çıkardıkları, Öcalan için
parti, binasında açlık grevi organize ettikleri anlaşıldığından haklarında
terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası halen Malatya
3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/14 esas sayılı dosyası üzerinden devam
etmektedir.
104-
DTP ŞIRNAK İL ÖRGÜTÜNÜN ORGANİZE ETTİĞİ İZİNSİZ GÖSTERİDE TERÖR ÖRGÜTÜNÜN
PROPAGANDASININ YAPILMASI:
02.12.2006
tarihinde Şırnak ilinde düzenlenen yasa dışı gösteriye katılan DTP il başkanı
İzzet Belge ve yönetici Abdullah İsnaç'ın terör örgütünü övücü nitelikte
konuşmaları ve yasa dışı slogan atmaları nedeniyle oluşan terör örgütünün
propagandasını yapmak suçu nedeniyle açılan kamu davası halen Diyarbakır 6.
Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/81 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
105-
DTP BAĞCILAR İLÇE BİNASINDA YAPILAN İZİNLİ ARAMA:
05.11.2006
tarihinde bir ihbar üzerine DTP Bağcılar ilçe binasında gerçekleştirilen
aramada teröristbaşı Öcalan ve terör örgütü elemanlarının resimlerinin asılı
olduğu, çok sayıda yasak yayın bulunduğu, terör suçlarından aranılan şahısların
yakalandığı, dolayısıyla parti binasının terör örgütü PKK kampı görevini yerine
getirdiği görülmüş, DTP yöneticileri Lütfi Dağ, Mikail Varhan, Hüseyin Şahin,
Cihan Gündüz ve Mehmet Sait Şaşmaz haklarında terör örgütü üyesi olmak suçundan
açılan kamu davası halen İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/391 esas
sırasında kayıtlı dosya üzerinden devam etmektedir.
106-
DTP KADIN MECLİSİ TEMSİLCİLERİNİN YAPTIKLARI BASIN AÇIKLAMASINDA TERÖR ÖRGÜTÜ
VE ELEBAŞINI ÖVME EYLEMLERİ:
24.11.2006
tarihinde DTP üyeleri Sara Aktaş, Sebahat Tuncel (DTP Milletvekili), Yıldız
Aktaş, Selma Söker, Zahide Besi, Selma Irmak, Aynur Coşkun, Sibel Öz, Zeynep
Karaman, Pelgüzar Kaygısız, Çimen Işık, Türkan Yüksel ve Ayfer Ekin tarafından
Ankara'da yapılan basın açıklamasında yer alan ibareler itibariyle oluşan terör
örgütü ve elebaşının propagandasını yapmak suçu nedeniyle açılan kamu davası halen
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/85 esas sayılı dosyası üzerinden devam
etmektedir.
107-
BUCA DTP GENÇLİK MECLİSİ ADINA TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
27.05.2007
tarihinde DTP Buca ilçe teşkilatı önünde Yusuf Koçaklı tarafından okunan ' DTP
Buca Gençlik Meclisi' imzalı basın bildirisinde terör örgütü PKK ve onun
elebaşı Öcalan'ı övücü nitelikteki ifadeler nedeniyle örgüt propagandası
yapmak, suç ve suçluyu övmek suçlarından açılan kamu davası halen İzmir 10.
Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/309 esas sırasında kayıtlı kamu davası üzerinden
devam etmektedir.
108-
DTP AĞRI İL ÖRGÜTÜNÜN ORGANİZE ETTİĞİ İZİNSİZ GÖSTERİDE TERÖR ÖRGÜTÜNÜN
PROPAGANDASININ YAPILMASI:
21.03.2007
tarihinde DTP Ağrı il teşkilatı tarafından organize edilen izinli gösteri sırasında
yapılan konuşmaların içeriği, atılan yasa dışı sloganlarla gösteri yine terör
örgütünü övme niteliğini kazanmıştır. Olay nedeniyle DTP yöneticileri Murat
Öztürk, Hazal Aras ve Murat Daş haklarında terör örgütünün propagandasını
yapmak suçundan açılan kamu davası halen Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin
2007/156 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
109-
DTP MYK ÜYESİ MEDENİ KIRCI'NIN ÖRGÜT PROPAGANDASI YAPMASI:
21.03.2007
tarihinde DTP MYK üyesi Medeni Kırıcı Bingöl ilinde yaptığı konuşmada terör
örgütü ve elebaşını övücü beyanlarda bulunması nedeniyle hakkında açılan
soruşturma devam etmektedir.
110-
DTP İSKENDERUN İLÇE BAŞKANININ VE YÖNETİCİSİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ
KONUŞMALARI:
21.03.2007
tarihinde İskenderun ilçesinde düzenlenen gösteride konuşan DTP ilçe başkanı
Mehmet Salih Koca ve ilçe yöneticisi Mahmut Aydıncı'nın bölücü örgütü övücü
beyanlarda bulunduklarının anlaşılması nedeniyle haklarında suç ve suçluyu
övmek suçlarından açılan kamu davası halen İskenderun 1. Sulh Ceza Mahkemesinin
2007/438 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
111-
DTP SULTANBEYLİ İLÇE TEŞKİLATININ ORGANİZE ETTİĞİ İZİNSİZ GÖSTERİ VE İLÇE
BİNASINDA YAPILAN ARAMA:
11.03.2007
tarihinde izinsiz olarak organize edilen terör örgütü ve elebaşı lehine yapılan
gösteri sırasında molotof kokteyli atma gibi şiddet eylemleri
gerçekleştirilmiştir. Görüntü kayıtlarının incelenmesinde topluluğu DTP
yöneticilerinin yönlendirdiğinin belirlenmesi karşısında DTP Sultanbeyli ilçe
teşkilatında yapılan izinli aramada '9 Ekim senaryosunu nefretle kınıyoruz-Kürt
sorununda çözüm gücü Öcalan'dır, derhal diyalog kurulsun' şeklinde ifade içeren
pankart, yasa dışı yayınlar ele geçirilmiştir. Olayla ilgili olarak DTP
Sultanbeyli ilçe başkanı Ahmet Narım'ın da aralarında bulunduğu kişiler
hakkında başlatılan soruşturma devam etmektedir.
112-
DTP KARAYAZI TEŞKİLATINCA GERÇEKLEŞTİRİLEN AÇIK HAVA TOPLANTISININ ÖRGÜTÜ ÖVME
MİTİNGİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
22.03.2007
tarihinde Karayazı ilçesinde gerçekleştirilen izinli gösteri terör örgütü
mitingine dönüştürülmüş, konuşmacı olan DTP Karayazı ilçe başkanı Fuat Arslan,
Karaçoban ilçe başkanı Mehmet Tilki, Erzurum il başkanı Bedri Fırat ve Parti
Meclisi üyesi Cemal Coşgun yaptıkları konuşmalarda 'Önderliğimiz gün be gün
sistematik bir biçimde zehirlenmektedir' gibi ve benzeri ibarelerle terör
örgütünü ve elebaşını övücü beyanlarda bulunmaları nedeniyle olayla ilgili
başlatılan soruşturma devam etmektedir.
113-
DTP PARTİ MECLİSİ ÜYESİ LEYLA ZANA'NIN BÖLÜCÜ NİTELİKTEKİ KONUŞMASI:
DTP
PM üyesi eski DEP milletvekili Leyla Zana 19.07.2007 günü Bingöl ilinde DTP
destekli bağımsız milletvekili adayı Mehmet Nuri Özmen'in seçim mitinginde
yaptığı 'Bana Diyarbakır'lı diyorlar, ben Diyarbakır'lı değil, Kürdistanlıyım.
Buralara Doğu, Güneydoğu diyorlar. Buralar Doğu, Güneydoğu değil Kürdistandır.
Bizlere bölücü diyorlar, aslında bu topraklar bizim' ifadeleriyle yaptığı
konuşmanın bölücü terör örgütünün amaçları doğrultusunda yapıldığına kuşku
bulunmamaktadır. İlgilinin daha önce de benzer eylemleri nedeniyle mahkumiyetleri
bulunduğu, terör örgütüne yakınlığı hatırlandığında toplumu birbirine karşı
kışkırtma görevini üstlendiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Olayla ilgili
soruşturma halen devam etmektedir.
114-
DTP PARTİ MECLİSİ ÜYESİ LEYLA ZANA'NIN DİYARBAKIR'DA YAPTIĞI BÖLÜCÜ VE TERÖR
ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ NİTELİKTEKİ KONUŞMASI:
18.07.2007
tarihinde Diyarbakır ilinde düzenlenen DTP destekli bağımsız milletvekili
adayların seçim mitinginde konuşan DTP PM üyesi eski DEP milletvekili Leyla
Zana çok açık biçimde terör örgütü PKK ve elebaşı Öcalan'ı övmüş, lehlerine
slogan atılmasını sağlamıştır. Önderimiz İmralı'da sözlerini sarfeden Leyla
Zana hakkında açılan soruşturma halen devam etmektedir.
115-
DTP MİLLETVEKİLİ AYSEL TUĞLUK'UN TERÖRİSTBAŞINI ÖVMESİ:
DTP
genel başkan yardımcısı ve Milletvekili olan Aysel Tuğluk'un 17.07.2007
tarihinde yaptığı basın açıklamasında 'Öcalan için sayın ifadesini kullanmaya
devam edeceğiz','PKK ve Öcalan Kürt sorunundan bağımsız düşünülemez' şeklindeki
sözleri nedeniyle suç ve suçluyu övme ve terör örgütünün propagandasını yapmak
suçlarından açılan soruşturma halen Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde
devam etmekte olup, ilgilinin milletvekili olması nedeniyle yasama
dokunulmazlığının kaldırılması talebinin sonucu beklenmektedir.
116-
DTP ÜYELERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ VE ELEBAŞINI ÖVME EYLEMLERİ:
DTP
üyesi olduklarını beyan eden Hediye Tekin ve Nazime Ceren Salmanoğlu08.03.2007
tarihinde yaptıkları konuşmalarda açıkça terör örgütü ve elebaşı Öcalan'ı övücü
beyanlarda bulunmaları sebebiyle haklarında suç ve suçluyu övme ve terör
örgütünün propagandasını yapmak suçlarından açılan kamu davası halen İzmir 10.
Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/311 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
117-
DTP'Lİ BELEDİYE BAŞKANININ SÖZDE KÜRDİSTAN ŞEKLİNDE HAVUZ YAPTIRMASI:
23.02.2007
ve öncesi tarihlerde yapımı devam eden Diyarbakır Kayapınar BELEDİYEsine ait
havuzun şekli projesinde elips şeklinde tasarlandığı halde daha sonra DTP'li
BELEDİYE başkanı Zülküf Karatekin ve elemanları tarafından şekil değiştirilip,
bir kağıda kurşun kalemle çizilmek suretiyle müteahhitten yapımı istenildiği,
çizilen şeklin terör örgütü PKK tarafından sözde büyük kürdistan olarak
tanımlanan sınırlarla birebir uyumlu olduğunun anlaşılması karşısında ilgililer
hakkında terör örgütünün propagandasını yapma suçundan açılan kamu davası halen
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/277 esas sırasında kayıtlı kamu
davası üzerinden devam etmektedir.
118-
DTP MİLLETVEKİLİ SEBAHAT TUNCEL'İN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
08.09.2007
tarihinde Batman ilinde BELEDİYE tarafından düzenlenen festivalde konuşan DTP
Milletvekili Sebahat Tuncel ' Bize denildi ki; çocuklarınızı terörist ilan
edin, sizi farklılıklarınızla kabul edeceğiz, hiçbir Kürt halkı, hiçbir Kürt
ferdi bunu kabul etmez' şeklinde sözlerle terör örgütü PKK'yı açıkça övmüştür.
İlgilinin PKK terör örgütü üyesi olma suçundan yargılamasının devam ettiği
dikkate alındığında sarfettiği bu sözlerin aslında kendisi açısından
yadırganacak sözler olmadığı anlaşılacaktır. Ancak yadırganması gereken; şiddeti
öngörmeden, hukuk platformunda demokratik mücadele yapması öngörülen siyasi
parti bünyesinde terör örgütü üyeliğinden yargılanan ve halen de terör örgütünü
savunan ve hatta bunu kendisine görev edindiği anlaşılan kişilerin
bulunmasıdır. Ulusal ve uluslararası düzenlemelerde siyasi partilerin çalışma
ilkelerini belirleyen kurallar ve evrensel demokrasi ilkeleri açısından üzüntü
verici bu durum, Demokratik Toplum Partisi'nin siyasi parti olarak
çalışmalarının temelinde terör örgütünün dolayısıyla şiddetin yer aldığının
açıkça kanıtıdır. Sebahat Tuncel hakkındaki soruşturma halen devam
etmektedir.
119-
DTP MİLLETVEKİLİ VE ESKİ GENEL BAŞKANI AHMET TÜRK'ÜN TERÖR ÖRGÜTÜ İLE İLGİLİ
AÇIKLAMASI:
22
Temmuz 2007 seçimlerine DTP destekli bağımsız aday olarak giren ve milletvekili
seçilen partinin eski Genel Başkanı ve DTP milletvekili Ahmet Türk, 04.08.2007
tarihinde TBMM'de yeminler yapılırken Meclis bahçesinde NTV isimli televizyon
kanalına verdiği röportaj sırasında 'Bize PKK'yı kınayın diyorlar. Kınarsak
etkimiz kalmaz' şeklinde beyanda bulunmuştur. Yukarıda belirtilen olaylarda da
görülebileceği gibi DTP yönetici ve üyelerinin hemen hemen tamamında görülen
terör örgütüne yaklaşım aynıdır.Tüm dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği,
ülkemizde otuzbini aşkın insanımızın hayatına mal olan PKK'yı sadece ve sadece kınayamamak
kınarsa etkilerinin kalmayacağını beyan etmek dahi DTP'nin söz konusu
örgütten izinsiz hiçbir eylemde bulunamayacağının, kendilerinin varlık sebebi
olarak örgütü gördüklerinin kanıtıdır.
Söz
konusu televizyon programında sarfedilen sözlerle ilgili Ahmet Türk hakkında
başlatılan soruşturma halen devam etmektedir.
120-
DTP VAN İL YÖNETİCİSİNİN TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMASI:
16.04.2007
tarihinde DTP Van il yöneticisi Mehmet Veysi Dilekçi yaptığı basın
açıklamasında 'PKK bu ülkenin gerçeğidir. Bunu kabul etmek zorundayız. Bizim
PKK ile organik değil duygusal bağımız var''PKK'nın militanları da bu ülkenin
evlatlarıdır. Devlette bunun için çözüm geliştirmek zorundadır''.Öte yandan
hükümetin PKK'nın yaptığı ateşkese ve barış çağrısına cevap vermesini
istiyoruz' şeklindeki sözleri nedeniyle terör örgütünü övme suçundan açılan
kamu davası halen Van Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
121-
DTP ŞIRNAK İL ÖRGÜTÜ TARAFINDAN DÜZENLENEN AÇIK HAVA TOPLANTISININ TERÖR
ÖRGÜTÜNÜ ÖVEN MİTİNG HALİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
21.03.2007
tarihinde DTP Şırnak il örgütü tarafından gerçekleştirilen toplantıda yapılan
konuşmalarda DTP il başkanı İzzet Belge 'doktorlardan bir açıklama gelmeden,
bizim liderimizi sapasağlam görmeden bu gerginlikler devam edecek. Ama Türkiye
bunu yapmıyor, Apo zehirlenmedi öyle bir şey yok, sapasağlamdır ama biz buna
inanmıyoruz. Biz Türkiye'ye sesleniyoruz sağlam bir doktor heyetini İmralı'ya
gönderin onlardan açıklama duyalım biz de rahatlıyalım. İşte biz o zaman sakin
olabiliriz.', DTP kurucu üyelerinden Selma Söker'de konuşmasında Öcalan'a
övgüler düzdükten sonra ' sayın Öcalan son görüşmesinde botan halkına
selamlarını iletmiştir. Biz de buradan kendisine özgürlük çığlığımızı
ulaştıralım' şeklinde beyanlarda bulunmuş, gösteri sırasında terör örgütü PKK
ve elebaşı Öcalan lehine yoğun biçimde sloganlar atılmış, sözde bayraklar
alanda dolaştırılmıştır. Söz konusu olayla ilgili soruşturma devam etmektedir.
122-
DTP TUNCELİ İL BAŞKANININ TERÖRİST BAŞI ÖCALAN'I ÖVMESİ:
18.03.2006
tarihinde DTP Tunceli il örgütünün düzenlediği, atılan sloganlarla örgüt
mitingine çevrilen açık hava toplantısında partinin il başkanı olan Özgür
Söylemez yaptığı konuşmada 'sayın Öcalan'a uygulanan ağır tecrit
polıitikalarını doğru bulmuyoruz' şeklinde sözlerle suç ve suçluyu övme suçunu
işlediği anlaşıldığından hakkında açılan kamu davasının Tunceli Sulh Ceza
Mahkemesinin 2006/103 esas sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılaması sonucu
TCY.nın 215. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiştir.
123-
DTP MYK ÜYESİ MEHMET ZEKİ DOĞRUL'UN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BEYANI:
05.05.2007
tarihine DTP Bingöl il teşkilatının olağan kongresinde konuşan partinin MYK
üyesi Mehmet Zeki Doğrul'un 'sayın Öcalan' diye başlayan ve örgüt liderini
övücü sözlerin yer aldığı konuşmasında suç ve suçluyu övme suçunu işlediği
anlaşıldığından TCY.nın 215. maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle
açılan kamu davasın halen Bingöl Sulh Ceza Mahkemesi nezdinde devam etmektedir.
124-
DTP SİLOPİ İLÇE TEŞKİLATININ DÜZENLEDİĞİ YASA DIŞI GÖSTERİ:
24.04.2007
tarihinde DTP Silopi ilçe başkanı ve yöneticileri olan Haci Üzen, Sabriye
Burumtekin ve Fatma Gündüz tarafından düzenlenen izinsiz gösteri sırasında
'Dişe diş kana kan seninleyiz Öcalan', 'Öcalan'sız dünyayı başınıza yıkarız',
'biji serk Apo' gibi yasa dışı sloganların atıldığı, Fatma Gündüz tarafından
okunan Öcalan'ı övücü nitelikteki basın açıklaması ve gösterinin terör örgütü
gösterisine dönüştürüldüğünün anlaşılması karşısında ilgilileri hakkında 2911
sayılı yasanın 28/1. maddesi gereğince cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu
davası halenSilopi 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/666 esas sırasında kayıtlı
dosyası üzerinden devam etmektedir.
125-
DTP'NİN YASADIŞI EYLEMLERDE YAŞI KÜÇÜK KİŞİLERİ KULLANMASI:
19.03.2006
tarihinde Antalya ili Konyaaltı Açıkhava Tiyatrosu'nda DTP tarafından izinli
olarak düzenlenen açık hava gösterisi sırasında elde edilen görüntüler üzerinde
ve alanda kolluk kuvvetlerinin yaptıkları tesbitler sonucu terör örgütü PKK'yı
simgeleyen sözde bayrakları taşıyan, üzerlerinde beyaz penye üzerine yazı ile '
Öcalan irademizdir' yazdırılmış ve özel olarak yaptırılmış tişörtleri giyen1990
doğumlu Ayten Dursun, 1989 doğumlu Hüsna Adam ve 1989 doğumlu Hülya Kılıç
yakalanmışlardır. Haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
açılan kamu davasında İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/348 esas sayılı
dosyası üzerinden yapılan yargılamaları sonucu adı geçenlerin TCY.nın 314/2.
maddesi delaletiyle 220/8. maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar
verilmiştir. Sanıklar söz konusu yargılamaları sırasında verdikleri
ifadelerinde üzerlerine giydikleri tişörtleri ve salladıkları örgüt
bayraklarını olaydan 3-4 gün önce evlerine gelen ve DTP'den geldiklerini
söyleyen kişilerin kendilerine verdiğini ve giymelerini istediklerini beyan
etmişlerdir. Aynı olayda yargılanıp, işlediği fiilin hukuki anlam ve
sonuçlarını algılayamadığı yönünde uzman hekim kurulu raporu bulunması nedeniyle
atılı suçtan ceza tertibine yer olmadığına karar verilen 1992 doğumlu Dilan
Taş'ta aynı şekilde beyanda bulunmuştur. Söz konusu yargılama dosyasındaki
bilgilerden açıkça anlaşılabileceği gibi Demokratik Toplum Partisi terör
örgütünü övme, yüceltme eylemlerinde çocukları dahi kullanmıştır. Yasa dışı
gösteride küçük çocukların kullanılmasının siyasi partinin amaçlarına ulaşmada
kullanması gereken demokratik araçlardan birisi olamadığı
tartışmasızdır.
126-
DTP ÜYELERİNİN YASA DIŞI SLOGAN ATTIKLARI ŞİDDET İÇERİKLİ GÖSTERİ:
24.11.2006
tarihinde Malatya DTP üyeleri Mehmet Emin Yanardağ ve Bayram Bozan'ın da
içlerinde bulunduğu bir grup tarafından gerçekleştirilen yasa dışı gösteride
terör örgütü ve elebaşının sloganlarla propagandasının yapıldığının belirlenmesi
karşısında haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan
kamu davası halen Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/116 esas sayılı
dosyası üzerinden devam etmektedir.
127-
EYLEM YAPMAK İÇİN İSTANBUL'A GELEN TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİNİN DTP İL BİNASINDA
KARŞILANIP, LOJİSTİK DESTEK SAĞLANMASI:
16.09.2006
tarihinde İstanbul ilinde yakalanan PKK terör örgütü üyesi Müslüm Karadağ
ifadesinde PKK terör örgütüne katılışını, örgütün kırsal alanında eğitim
gördüğünü detaylı olarak anlatmış, ifadesinde devamla 2006 yılında eylem
için İstanbul'a geldiğini, burada İstanbul DTP il binasında tanıştığı Lezgin
isimli şahsın barınma konusunda kendisine yardımcı olduğunu, DTP il
teşkilatında bulunan 'yurtsever' tabir edilen ailelere kendisini teslim ederek
barınma konusunda yardımcı olduğunu, bu kapsamda İstanbul'un muhtelif
yerlerinde çeşitli şahıslara ait evlerde kaldığını, gündüzleri ise DTP il
binasına götürüldüğünü beyan etmiştir. Söz konusu olayla ilgili olarak
Müslüm Karadağ hakkında terör örgütü üyesi olmak suçundan açılan kamu davası
halen İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006&250 esas sayılı dosyası
üzerinden devam etmektedir.
128-
KIZILTEPE İLÇESİNDE DTP TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN ŞİDDET EYLEMLERİ VE PARTİ İL
BİNASINDA YAPILAN ARAMA SONUCU ELE GEÇEN SUÇ UNSURLARI:
02.04.2006
tarihinde 14 teröristin öldürülmesini protesto amaçlı olarak DTP tarafından
düzenlenen basın açıklamasının şiddet eylemlerine dönüştüğü, parti binasından
taş atılması ve bir polis memurunun tabancasının gasp edilip, güvenlik kuvvetlerinin
üzerine ateş açılması üzerine merciinden izin alınarak girilen DTP Kızıltepe
ilçe binasında yapılan aramada; 'BİZLER TÜRKİYELİYİZ AMA KÜRDÜZ ÖNDERİMİZ
ABDULLAH ÖCALANDIR', 'KÜRT HALKINA UZANAN ELLER KIRILSIN', 'KÜRT HALKI
ÖZGÜRLEŞİNCEYE KADAR DİRENECEK' gibi terör örgütü ve elebaşını övüp, sahiplenen
hazır pankartların, bol miktarda asılı Öcalan ve terör örgütü elemanlarının
resimlerinin bulunduğu tesbit edilmiştir. Olaylara fiilen katılan ve yaptıkları
açıklama ve hareketlerle olayları başlatan DTP Mardin il yöneticileri Ferhan
Türk, Cebrail Sayar, Osman Akkoyun, Ahmet Temel, Süleyman Ökmen ve Gülser
Yıldırım'ın da aralarında bulunduğu kişiler hakkında terör örgütüne üye olma
suçundan açılan kamu davası halen Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/159
esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
129-
DTP MİLLETVEKİLİ AHMET TÜRK'ÜN TERÖR ÖRGÜTÜ PKK'YA TEŞEKKÜR ETMESİ:
DTP
Genel Başkanı Ahmet Türk'ün 06.11.2006 tarihinde Manisa'da yaptığı konuşma
sırasında PKK'ya gerçekleştirdiği sözde ateşkesle ilgili teşekkür ettiği
iddiası ile ilgili olarak kendisine soru yönelten Batman Çağdaş Gazetesi
muhabirlerine olayı doğrulayan beyanda bulunduğu iddiası ile hakkında açılan
soruşturma Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
130-
DTP MİLLETVEKİLLERİ AYSEL TUĞLUK VE AYLA AKAT ATA'NIN TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELİĞİ
SUÇUNDAN YARGILANMALARI:
Terör
örgütü PKK'nın kurucusu ve elebaşı Abdullah Öcalan'ın Kenya'da yakalanıp,
ülkemize getirilmesinden sonra gerçekleşen yargılama süreci sonrasında mahkum
olduğu cezası İmralı Cezaevinde infaz edilmektedir. Yasalar gereğince
avukatlarıyla görüşme olanağı tanınan teröristbaşının avukatları yasal
haklarını kötüye kullanarak teröristbaşının terör örgütünü ve kurdurduğu siyasi
partileri (geçmişte DEHAP, şimdi ise DTP) yönetmesine olanak sağlayan
talimatlarını her görüşme sonrası 'GÖRÜŞME NOTLARI' adı altında terör örgütüne
yakınlığı ile bilinen internet sitelerinde yayınlanmasını sağlamışlardır. Bu
açıdan bakıldığında elebaşına yakınlıklarından ve sadakatlerinden kuşku
duyulmayacak avukatlarından bazılarının DTP destekli bağımsız aday olarak
milletvekili seçimlerine katılmaları ve hatta milletvekili seçilmeleri
beklenen sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim teröristbaşının bu süreçte
avukatlığını yapan Aysel Tuğluk ve Ayla Akat Ata 22 Temmuz 2007 tarihinde
yapılan seçimler sonucu milletvekili seçilmişler ve derhal Öcalan'ın talimatı
ile kurulun Demokratik Toplum Partisi'ne katılmışlardır. İlgililer hakkında
teröristbaşının talimatlarını gerekli gördükleri yerlere iletmeleri nedeniyle
açılan soruşturma sonucu eylemlerinin çok sayıda olması nedeniyle örgüt
propagandası niteliğini aşıp, örgüt üyeliği vasfına ulaştığı anlaşıldığından
terör örgütüne üye olmak suçundan haklarında açılan kamu davaları
birleştirilerek halen İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/358 esas sayılı
dosyası üzerinden devam etmektedir.
131-
DTP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SELMA IRMAK'IN TERÖRİSTBAŞINI ÖVÜCÜ BASIN
AÇIKLAMASI:
DTP
Genel Başkan yardımcısı Selma Irmak 05.10.2007 tarihinde Ankara'da yaptığı
basın açıklamasında terör örgütü PKK'nın elebaşı Öcalan'ı övücü beyanlarda
bulunması nedeniyle hakkında suç ve suçluyu övmek suçundan başlatılan
soruşturma Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
132-
DEMOKRATİK TOPLUM PARTİLİ BELEDİYE BAŞKANLARININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN YAYIN ORGANI
ROJ İSİMLİ TELEVİZYON KANALININ KAPATILMASINI ÖNLEMEK İÇİN DANİMARKA
BAŞBAKANINA MEKTUP YAZMALARI:
Daha
önce Avrupa çıkışlı yayın yapan ve bu yayını ilgili ülkeler nezdinde
Devletimizin 'terör örgütünün sözcüsü gibi yayın yaptığı gerekçesi ile' yaptığı
girişimler sonucu bu durumun sabit olduğunun ilgili ülkelerce de anlaşılmasıyla
kapatılmasına karar verilen MED TV, daha sonra kurulup aynı akıbete uğrayan
MEDYA TV adlı televizyon kanallarının devamı niteliğinde, aynı kadrolar
tarafından kurulan ROJ TV, halen Avrupa çıkışlı olarak yayınına devam
etmektedir. Bu yayının kaldırılmasına ilişkin girişimlerde bulunulması
karşısında etkili propaganda vasıtasını kaybetmekten korkan terör örgütüne
paralel olarak DTP yöneticileri de yayının 'durdurulmaması' için girişimlerde
bulunmuş, bu anlamda çeşitli etkinliklerin yanı sıra DTP'li 56 BELEDİYE başkanı
imzası ile yayının yapıldığı Danimarka Başbakanına bir mektup gönderilmiş,
parti mitinglerinde konuşan tüm yöneticiler söz konusu yayını savunan
beyanlarda bulunmuşlardır. Halen söz konusu televizyon kanalının başında
bulunan Abdullah Hicab adlıkişinin PKK üst yönetiminde de yer alması ve örgüt
tarafından bu işle görevlendirilmesi, terörist başı Öcalan'ın avukat görüşmelerinde
( örneğin 12.Mayıs 2004 tarihli avukat görüşmesindeki beyanları) söz konusu
kanalın yapısını ortaya koymaktadır. Terör örgütünün sözcülüğünü yaptığından
kuşku bulunmayan, bu nedenle Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlarının
engellenmesi amacıyla yayının yapıldığı Danimarka ülkesi nezdinde başlatılan
girişimler karşısında DTP'li BELEDİYE başkanları tarafından Danimarka
Başbakanına yazılan ve ROJ TV'nin kapatılmaması talebini içeren mektup
nedeniyle mektuba imza koyan Osman Baydemir, Fırat Anlı, Abdullah Demirbaş,
Yurdusev Özsökmenler, Zülküf Karatekin, Mehmet Salih Yıldız, Hüseyin Kalkan,
Metin Tekçe, Gülcihan Şimşek, Muzaffer Yöndemli, Songül Erol Abdil, Cihan
Sincar, Mehmet Nasır Aras, Demir Çelik, Ali Yıldız, Memet Tahir Kahramaner,
Seyfettin Aydın, Mulla Şimşek, Abdülkerim Adam, Nusret Aras, Fahrettin Astan,
Mehmet Selim Demir, Mehmet Tanhan, Mukaddes Kubilay, Fikret Kaya, Kutbettin
Taşkıran, Aydın Budak, Hurşit Tekin, Şeyhmus Bayhan, Faik Dursun, Şükran Aydın,
Ramazan Kapar, Nadir Bingöl, Hüseyin Öğretmen, Murat Ceylan, Abdullah Akengin,
Esat Üner, Osman Keser, Leyla Güven, Etem Şahin, Süleyman Anık, Resul Sadak,
Hasan Karakaya, Nuran Atlı, Zeyniye Öner, Emrullah Cin, Muhsun Kunur, Burhan
Kurhan, Seyfettin Alkum, Hurşit Alptekin, Mehmet Kaya, Orhan Özer, Ahmet Ertak,
Abdulkadir Ağaoğlu, Ayhan Erkmen ve İsmail Arslan haklarında silahlı örgüte
bilerek ve isteyerek yardım etmek suçundan açılan kamu davası halen Diyarbakır
5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/205 esas sayılı dosyası üzerinden devam
etmektedir.
133-
DTP MİLLETVEKİLLERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜ TARAFINDAN KAÇIRILAN SEKİZ ASKERİN GERİ
ALINMASINI ÖRGÜT PROPAGANDASINA DÖNÜŞTÜRMESİ:
21
Ekim 2007 tarihinde terör örgütü tarafından kaçırılan sekiz askerin geri
alınması olayı DTP milletvekilleri Aysel Tuğluk, Fatma Kurtulan ve Osman
Özçelik tarafından tam bir örgüt propagandasına dönüştürülmüştür. Roj TV gibi
örgütün yayın organlarında olaydan sonra askerlerin teslim edilmeleri için
özellikle ailelerinin DTP'ye yönlendirilmeleri ve nihayetinde üç
milletvekilinin Kuzey Irak'a giderek terör örgütü elebaşının resimleri ve sözde
bayrakları önünde askerleri almalarına ait görüntülerle istenilen propaganda
amacına ulaşılmak istenilmiştir. Terör örgütünün aileleri DTP'ye
yönlendirmesinden de anlaşılacağı gibi söz konusu eylemin propaganda amaçlı
planlandığı çok açık olarak ortaya çıkmıştır. Olayla ilgili olarak Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Aysel Tuğluk, Fatma Kurtulan ve Osman
Özçelik haklarında başlatılan soruşturma devam etmektedir.
134-
DTP MİLLETVEKİLİ İBRAHİM BİNİCİ'NİN TERÖR ÖRGÜTÜ MENSUBUNUN CENAZESİNDE YAPTIĞI
BASIN AÇIKLAMASI:
İran-Irak
sınırında öldürülen terör örgütü PKK mensubu Ayfer Serçe ile ilgili olarak
29.07.2007 tarihinde Viranşehir İlçesinde yasa dışı sloganların atıldığı
örgütün elebaşının posterlerinin açıldığı, sözde bayraklarının sergilendiği
gösteri sırasında basın açılaması yapan DTP Milletvekili İbrahim Binici'nin
'Kürt halkına karşı tüm bu vahşi ve kanlı yönelimler Türk ve İran Devletlerinin
eş zamanlı olarak gerçekleştirdikleri operasyonlarla direk bağlantılı olduğu
bilinmelidir' gibi sözleri nedeniyle işlemiş olduğu halkı kin ve düşmanlığa
tahrik etmek suçu nedeniyle hakkında açılan kamu davası halen Viranşehir Asliye
Ceza Mahkemesinin 2007/39 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
135-
DEHAP'IN DTP'YE KATILIŞ BİLDİRGESİ:
Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik eylemleri odağı olduğu
gerekçesiyle hakkında Anayasa Mahkemesi'ne kapatma davası açılmış olan
Demokratik Halk Partisi (DEHAP) parti meclisi ve il başkanlarının katılımıyla
16 Ağustos 2005 tarihinde ' Demokratik Toplum Hareketi'ne katılım' adı altında
gerçekleştirdikleri toplantının sonuç bildirgesinde DEHAP'ın ''ciddi bir
tecritle iç içe yaşatılan sayın Abdullah Öcalan'ın sorunun çözümünde muhatap
olma bakış açısının kabulünde rolünü oynamaya çalıştığı'.' beyanla, bundan
sonra yola Demokratik Toplum Hareketi (daha sonra DTP olarak partileşen oluşum)
bünyesinde devam edeceklerini deklare etmeleri nedeniyle Tuncer Bakırhan, ve
diğer ilgililer hakkında suç ve suçluyu övme suçundan açılan kamu davası halen
Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/265 esas sayılı dosyası üzerinden devam
etmektedir. Hakkında açılan kapatma davası dikkate alındığında DEHAP'ın
üstlendiği görevi belirterek, aynı yönde çalışmak için DTP'ye katılması, davalı
partinin asıl amacının terör örgütü ve liderinin savunulması olduğunu açıkça
kanıtlamaktadır.
136-
DTP ANKARA İL YÖNETİCİSİNİN YASADIŞI GÖSTERİLERİ ORGANİZE ETMESİ:
11
Eylül 2007 tarihinde Ankara TED Koleji çok katlı otoparkında ele geçen
düzenekli patlayıcı yüklü Mercedes Vito marka araçla ilgili yapılan soruşturma
sırasında ulaşılan zanlı Alpaslan Özkan ifadelerinde Ankara'da üniversitelerde
okuyan öğrencilere PKK propagandası yapılarak örgüte eleman kazandırılması
amacıyla kurulan Gençlik Kültür Merkezi (GKM)'nin DTP Ankara il yönetiminde
görevli Fevzi Kara isimli şahsa ait olduğunu, yine DTP Ankara il yönetiminde
görevli Taylan Gürel isimli şahsın sürekli GKM'ne gelip gittiğini, terör
örgütünün yayın organlarında verilen örgüt ve elebaşısı Abdullah Öcalan lehine
yasa dışı eylem talimatlarının gereğini yapmak üzere Ankara DTP il yönetimince
alınan kararların bu şahıslar tarafından duyurulup, eylemlerin organize
edildiğini beyan etmiştir. Olayla ilgili soruşturma halen Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
137-
DTP MİLLETVEKİLLERİ FATMA KURTULAN VE SEVAHİR BAYINDIR'IN TERÖR ÖRGÜTÜ
KAMPLARINDA EĞİTİM ALMASI:
Terör
örgütü içerisinde faaliyette bulunduktan sonra ayrılan Dicle kod S.S. isimli
şahıs daha sonra verdiği ifadelerinde; örgüt içerisinde faaliyet gösterdiği
sırada HADEP-DEHAP parti teşkilatından bir çok insanın örgütün kamplarına
gelerek siyasi eğitim aldıktan sonra tekrar Türkiye'ye dönerek bu partiler
içerisinde faaliyet gösterdiğini, 2003 yılında (halen DTP milletvekili olan)
Fatma Kurtulan ve Sevahir Bayındır'ın örgüte ait Şehit Harun kampına
geldiklerini, kendilerine üç ay süreyle PJA içerisinde üst düzey sorumlusu
Pelşin kod Gülizar Tural tarafından siyasi eğitim verildiğini, bu süre zarfında
her ikisinin de örgüt kıyafetlerini giydikleri, eğitimin sonunda siyasi
çalışmalarda bulunmak üzere Türkiye'ye döndüklerini beyan ettiği görülmüştür.
Resmi nikahlı eşi Salman Kurtulan'ın halen örgüt içerinde faaliyet gösterdiği
anlaşılan Fatma Kurtulan ve Sevahir Bayındır haklarında olayla ilgili
soruşturmaya devam edilmektedir.
138-
DTP'Lİ ŞIRNAK BELEDİYE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ AÇIKLAMASI:
07
Eylül 2007 tarihinde DTP'li Şırnak BELEDİYE başkanı Ahmet Ertak'ın Şırnak'ta
Fransız haber ajansı 'France 24' kanalına verdiği görüntülü röportaj sırasında
' 'PKK Kürt halkını destekliyor. Bizde PKK'yı destekliyoruz. PKK'yı desteklemek
lazım'' şeklinde beyanlarda bulunduğunun anlaşılması karşısında terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan başlatılan soruşturma Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
139-
DTP ÜYESİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMASI, DOĞUBAYAZIT İLÇE BİNASININ
TERÖR ÖRGÜTÜ MERKEZİNE ÇEVRİLMESİ:
21.02.2006
tarihinde kuruluş aşamasındaki DTP Doğubayazıt ilçe binasında yapılan izinli
arama sırasında duvarlarda terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın posterlerinin
asılı olduğu, bina içerisinde ' Ben bir Kürdistanlı olarak, Kürdistan'da sayın
Abdullah Öcalan'ı siyasal irade olarak görüyor ve kabul ediyorum' içerikli
Türkçe ve Kürtçe matbu dilekçelerin bulunduğu belirlenmiştir. Partinin kuruluş
çalışmalarını yapan ve terör örgütü üyeliği suçundan mahkum olduğu önceki
cezasını çektikten sonra cezaevinden 01.11.2004 tarihinde tahliye edilen Ahmet
Özbay hakkında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan kamu
davasının yapılan yargılaması sonucu Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin
30.05.2006 gün ve 2006/55-76 sayılı kararı ile 3713 sayılı yasanın 7/2. maddesi
gereğince 10 ay hapis ve 416.00 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına
karar verildiği anlaşılmıştır.
140-
DTP ÜYESİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMASI:
DTP
üyesi olduğunu beyan eden Orhan Tunç'un 02.10.2006 ve öncesi tarihlerde Diyadin
İlçesinde terör örgütü PKK'nın propagandasını yapıp, eleman kazandırmaya
çalıştığının anlaşılması karşısında hakkında başlatılan soruşturma Erzurum
Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
141-
DTP'Lİ BELEDİYE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
02.10.2007
tarihinde öldürülen terör örgütü mensubu Mehmet Bayram'ın ailesi tarafından
Adana İlinde kurulan taziye çadırına gelen Yakapınar beldesinin DTP'li BELEDİYE
başkanı Osman Keser'in burada yaptığı konuşma sırasında ''bugün acı günü
yaşıyoruz. Kürdistan halkı bir evladını daha toprağa verdi ve Hamit
arkadaşımızı toprağa verdik. Bu bizim ne ilk şehidimizdir, ne de son şehidimiz
olacaktır'..otuz yıldır silahlarla, operasyonlarla köylerimizi, coğrafyamızı
yok ettiler. Hiçbir sonuç alamadılar ve alamayacaklardır'.' gibi sözlerle
açıkça terör örgütünün propagandasını yapması nedeniyle hakkında başlatılan
soruşturma halen Adana Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde 2007/566 sayılı
soruşturma evrakı üzerinden devam etmektedir.
D-
EYLEMLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
07.06.1990
tarihinde SHP'den ayrılan onbir milletvekili tarafından kurulan Halkın Emek
Partisi (HEP) hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 03.07.1992
tarihinde kapatma davası açılınca, 19.10.1992 tarihinde Özgürlük ve Demokrasi
Partisi (ÖZDEP) kurulmuştur. Anayasa Mahkemesi 14.07.1993 tarihinde HEP'in
kapatılmasına karar vermiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 29.01.2003 tarihinde ÖZDEP'in kapatılması
için dava açılması üzerine 07.05.1993 tarihinde Demokrasi Partisi (DEP)
kurulmuştur. Anayasa Mahkemesi 23.11.1993 tarihinde ÖZDEP'in kapatılmasına
karar vermiştir.
DEP
hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 11.05.1994 tarihinde
kapatma davası açılması üzerine bu kez 11.05.1994 tarihinde Halkın Demokrasi
Partisi (HADEP) kurulmuştur.16.06.1994 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından
DEP'in kapatılmasına karar verilmiştir.
29.01.1999
tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından HADEP'in kapatılması için
dava açılmış, bu arada 24.10.1997 tarihinde Demokratik Halk Partisi (DEHAP)
kurulmuş, 13.03.2003 tarihinde de Anayasa Mahkemesi HADEP'in kapatılmasına
karar vermiştir.
DEHAP'ın
kapatılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 13.03.2003 tarihinde dava
açılmış, 09.11.2005 tarihinde davalı Demokratik Toplum Partisi kurulmuştur.
DEHAP hakkında dava süreci halen devam etmekte olup, bu arada DEHAP 19.11.2005
tarihinde fesih kararı almıştır.
1990
yılından bu yana devam eden ve yukarıda özetlenen süreçten anlaşılacağı gibi
hemen hemen aynı kadrolar tarafından kurulup, devam ettirilen HEP; ÖZDEP, DEP,
HADEP, DEHAP ve şimdi de DTP'nin aynı akıbete uğramaları rastlantı değildir.
Söz konusu partilerin tamamının terör örgütü PKK ile bağlantılı faaliyet
gösterdikleri toplumda inkar edilemeyen bir gerçekliktir. Nitekim davalı parti
DTP'de süreçte görevini yerine getirirken yukarıda bahsedilen olaylarda açıkça
görüleceği gibi tüm eylemlerini terör örgütü güdümünde gerçekleştirmiş, örgütün
ve elebaşısı Abdullah Öcalan'ın savunulmasından başka demokratik anlamda bir
siyasi partiden beklenilebilecek hiçbir girişim veya söylem geliştirmemiş,
deyim yerinde ise kendisini terör örgütü savunmanlığına özgülemiştir.
Terör
örgütüne terör örgütü diyememenin yanında 'kardeşlerimiz', 'tabanımız', muhatap
alınması gereken kurum' gibi ifadeler kullanılmış, parti binaları örgüt
kampları gibi terörist resimleri, sözde örgüt bayrakları ile donatılmış, örgüt
lehine eğitim faaliyetleri yapılan, terör örgütü ve elebaşı lehine yasa dışı
gösterilerin organize edildiği, teröristlerin buluşma noktası haline
getirilmiştir. Öldürülen terör örgütü elemanları 'şehit' olarak tanımlanmış,
ROJ TV gibi örgütün yayın organları birinci derece muhatap alınarak programlarına
partinin her kademesinden kişiler vasıtası ile katılınmış, telefonla canlı
bağlantılar yapılmış, hepsinde de örgüt propagandası içeren, halkı kin ve
düşmanlığa tahrik eden beyanlarda bulunulmuştur. Terör örgütünün yayın organı
olduğu kuşkusuz olan, daha önceki versiyonları MED TV, MEDYA TV gibi televizyon
kanallarının yetkili mercilerin girişimleri üzerine yayın yaptıkları ülkelerce
kapatılması sonrasında kurulan ROJ TV hakkında yine yayın yaptığı ülke nezdinde
yayının engellenmesi girişimlerinde bulunulması üzerine partinin tüm
kademelerinde yer alan görevliler tarafından yoğun bir şekilde söz konusu
kanalın kapatılmaması için kampanya başlatılmıştır. Davalı partinin tüm gösteri
ve toplantıları, hatta olağan kongreleri dahi terör örgütü ve elebaşısı lehine
atılan sloganlar, taşınan pankartlar, resimler, sözde örgüt bayrakları,
sergilenen şiddet görüntüleri ile gerçekleşmiştir.
Parti
mensuplarının eylemleri propaganda boyutlarını aşarak şiddet eylemlerinde görev
almaya, terör örgütü bildirilerini halka dağıtmaya, talimatlara uymayanları
tehdide, adliye binalarına bomba koymaya, terör örgütüne eleman kazandırıp,
kırsala göndermeye, teröristlerin talimatlarını alıp, gereğini yapmaya,
partililerin örgüt kamplarına gidip, toplantılara katılmasına, buralarda eğitim
aldıktan sonra ülkeye dönüp faaliyette bulunmaya, hatta gösterdikleri liyakat
gözetilerek milletvekili olmaya, terör örgütünün ihtiyaçlarını karşılamak için
halktan para toplamaya dönüşmüştür. Davalı partinin eylemlerinin demokratik
hukuk düzeninde olması gereken hiçbir unsuru taşımadığı gibi, olmaması gereken
tüm unsurları taşıdığı tartışmaya yer vermeyecek bir gerçeklik olarak
önümüzdedir.
PKK'lı
teröristlerin yol kesip, 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan milletvekilliği
seçimleri için DTP destekli seçime giren (seçimden sonra DTP'ye katılan
bağımsız adaylara oy verilmesi için propaganda yapması durumun ne derece vahim
olduğunun kanıtıdır.
IV-
KONUYLA İLGİLİ DÜZENLEMELER :
A)
ANAYASA HÜKÜMLERİ
Başlangıç
kısmı :' '.Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının,
Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi
değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin
karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din
duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;'
2.
madde: 'Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,millî dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk
Devletidir.'
3.
maddenin 1. fıkrası: 'Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir
bütündür. Dili Türkçedir.'
4.
madde: 'Anayasa'nın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu
hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü
maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.'
14.
maddenin 1. fıkrası: 'Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri,
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına
dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler
biçiminde kullanılamaz.'
14.
maddenin 3. fıkrası: 'Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında
uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.'
66.
maddenin 1. fıkrası: 'Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes
Türktür.'
68.
maddenin 2. 3. ve 4. fıkrası : 'Siyasî partiler, demokratik siyasî hayatın
vazgeçilmez unsurlarıdır.
Siyasî
partiler önceden izin almadan kurulurlar ve Anayasa ve kanun hükümleri
içerisinde faaliyetlerini sürdürürler.
Siyasî
partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti
ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine
aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür
diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik
edemez.'
69.
maddenin 6. fıkrası: 'Bir siyasî partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrası
hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu
nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin AnayasaMahkemesince
tespit edilmesi halinde karar verilir. Bir siyasî parti, bu nitelikteki fiiller
o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük
kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye
Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen
veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti
organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı
haline gelmiş sayılır.'
B )
2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'ndaki Hükümler
4.
madenin 2. fıkrası: Siyasi partilerin kuruluşu, organlarının seçimi, işleyişi,
faaliyetleri ve kararları Anayasada nitelikleri belirtilen demokrasi esaslarına
aykırı olamaz.'
78.
madde: 'Siyasi partiler:
a)
Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasa'nın başlangıç kısmında ve 2
nci maddesinde belirtilen esaslarını; Anayasa'nın 3 üncü maddesinde açıklanan
Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline, bayrağına,
milli marşına ve başkentine dair hükümlerini; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk
Milletine ait olduğu ve bunun ancak, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre yetkili
organları eliyle kullanılabileceği esasını; Türk Milletine ait olan egemenliğin
kullanılmasının belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı veya
hiçbir kimse veya organın, kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamayacağı hükmünü; seçimler ve halkoylamalarının serbest, eşit, gizli,
genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi
altında yapılması esasını değiştirmek;
Türk
Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair
herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak;
Amacını
güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarını bu yolda
tahrik ve teşvik edemezler.
b)
Bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat
esaslarına dayanamaz veya adlarını kullanamazlar.
c)
Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini veya zümre
egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi
amaçlayamazlar ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.
'
f)
Anayasa'nın hiçbir hükmünü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye
yörelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlayamazlar.'
80.
madde: 'Siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı Devletin tekliği
ilkesini değiştirmek amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette
bulunamazlar. '
81.madde:
'Siyasi partiler:
a)
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk
veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
b)
Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek
veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak
millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette
bulunamazlar.
c)
Tüzük ve programlarının yazımı ve yayınlanmasında, kongrelerinde, açık veya
kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde, propagandalarında Türkçe'den başka
dil kullanamazlar; Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar,
plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve
dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına
kayıtsız kalamazlar. Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller
dışındaki yabancı bir dile çevrilmesi mümkündür. '
82.
madde: 'Siyasi partiler, bölünmez bir bütün olan ülkede, bölgecilik veya
ırkçılık amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.'
90.
maddenin 1. fıkrası : 'Siyasi partilerin tüzük, program ve faaliyetleri Anayasa
ve bu Kanun hükümlerine aykırı olamaz.'
101/b.
maddesi : 'Anayasa Mahkemesince bir siyasî parti hakkında kapatma kararı;
a)
Bir siyasî partinin tüzük ve programının Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti
ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine
aykırı olması, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür
diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlaması, suç işlenmesini teşvik
etmesi,
b)
Bir siyasî partinin, Anayasa'nın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı
eylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespiti,
Hallerinde
verilir.
Anayasa
Mahkemesi, yukarıdaki fıkranın (a) ve (b) bentlerinde sayılan hallerde temelli
kapatma yerine, dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasî partinin
almakta olduğu son yıllık Devlet yardımı miktarının yarısından az olmamak
kaydıyla, bu yardımdan kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına, yardımın
tamamı ödenmişse aynı miktarın Hazineye iadesine karar verebilir.'
103/2.
maddesi: 'Bir siyasî parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun
bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan
veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki
grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği
yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde
işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır.'
C)
5237 sayılı TÜRK CEZA Yasası'ndaki Hükümler
Suç
işlemeye tahrik
Madde
214- (1) Suç işlemek için alenen tahrikte bulunan kişi, altı aydan beş yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2)
Halkın bir kısmını diğer bir kısmına karşı silahlandırarak, birbirini öldürmeye
tahrik eden kişi, onbeş yıldan yirmidört yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(3)
Tahrik konusu suçların işlenmesi halinde, tahrik eden kişi, bu suçlara
azmettiren sıfatıyla cezalandırılır.
Suçu
ve suçluyu övme
Madde
215- (1) İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi
alenen öven kimse, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Halkı
kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama
Madde
216- (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı
özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa
alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir
tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(2)
Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge
farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır.
(3)
Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin
kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır.
Kanunlara
uymamaya tahrik
Madde
217- (1) Halkı kanunlara uymamaya alenen tahrik eden kişi, tahrikin kamu
barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya
adlî para cezası ile cezalandırılır.
Ortak
hüküm
Madde
218- (1) (Değişik: 29/6/2005 ' 5377/25 md.) Yukarıdaki maddelerde tanımlanan
suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranına
kadar artırılır. Ancak, haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla
yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.
Suç
işlemek amacıyla örgüt kurma
Madde
220- (1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya
yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç
bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye
sayısının en az üç kişi olması gerekir.
(2)
Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.
(3)
Örgütün silahlı olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte
birinden yarısına kadar artırılır.
(4)
Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan
dolayı da cezaya hükmolunur.
(5)
Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan
dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.
(6)
Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye
olmak suçundan dolayı cezalandırılır.
(7)
Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve
isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır.
(8)
Örgütün veya amacının propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde,
verilecek ceza yarı oranında artırılır.
Etkin
pişmanlık
Madde
221- (1) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya
başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan
veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kurucu veya yöneticiler
hakkında cezaya hükmolunmaz.
(2)
Örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine
iştirak etmeksizin, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara
bildirmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.
(3)
Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden
yakalanan örgüt üyesinin, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya
mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi halinde, hakkında
cezaya hükmolunmaz.
(4)
Suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye
olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek
yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti
çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkında örgüt
kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz.
Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan
dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır.(1)
(5)
Etkin pişmanlıktan yararlanan kişiler hakkında bir yıl süreyle denetimli
serbestlik tedbirine hükmolunur. Denetimli serbestlik tedbirinin süresi üç yıla
kadar uzatılabilir.
(6)
(Ek: 6/12/2006 ' 5560/8 md.) Kişi hakkında, bu maddedeki etkin pişmanlık
hükümleri birden fazla uygulanmaz.
Hükûmete
karşı suç
Madde
312- (1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan
kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs
eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.
(2)
Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu
suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.
Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silâhlı isyan
Madde
313- (1) Halkı, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı bir isyana tahrik
eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir. İsyan
gerçekleştiğinde, tahrik eden kişi hakkında yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar
hapis cezasına hükmolunur.
(2)
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı isyanı idare eden kişi,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. İsyana katılan diğer
kişilere altı yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3)
Bir ve ikinci fıkrada tanımlanan suçların, Devletin savaş halinde olmasının
sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle işlenmesi halinde, ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasına hükmolunur.
(4)
Bir ve ikinci fıkrada tanımlanan suçların işlenmesi sırasında başka suçların
işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya
hükmolunur.
Silâhlı
örgüt
Madde
314- (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek
amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.
(2)
Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis
cezası verilir.
(3)
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç
açısından aynen uygulanır.
Silâh
sağlama
Madde
315- (1) Yukarıdaki maddede tanımlanan örgütlerin faaliyetlerinde kullanılmak
maksadıyla bunların amaçlarını bilerek, bu örgütlere üretmek, satın almak veya
ülkeye sokmak suretiyle silah temin eden, nakleden veya depolayan kişi, on
yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Suç
için anlaşma
Madde
316- (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçlardan herhangi
birini elverişli vasıtalarla işlemek üzere iki veya daha fazla kişi, maddi
olgularla belirlenen bir biçimde anlaşırlarsa, suçların ağırlık derecesine göre
üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezası verilir.
(2)
Amaçlanan suç işlenmeden veya anlaşma dolayısıyla soruşturmaya başlanmadan önce
bu ittifaktan çekilenlere ceza verilmez.
D)
3713 sayılı terörle mücadele Yasası'ndaki Hükümler
Terör
örgütleri
Madde
7 ' (Değişik: 29/6/2006-5532/6 md.)
Cebir
ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit
yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek
üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza
Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini
düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.
Terör
örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek
ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun
işlenişine iştirak etmemiş olan sahipleri ve yayın sorumluları hakkında da bin
günden onbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, yayın sorumluları
hakkında, bu cezanın üst sınırı beşbin gündür. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da
bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:
a)
Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde,
kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması.
b)
Terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde, örgüte ait
amblem ve işaretlerin taşınması, slogan atılması veya ses cihazları ile yayın
yapılması ya da terör örgütüne ait amblem ve işaretlerin üzerinde bulunduğu
üniformanın giyilmesi.
İkinci
fıkrada belirtilen suçların; dernek, vakıf, siyasî parti, işçi ve meslek
kuruluşlarına veya bunların yan kuruluşlarına ait bina, lokal, büro veya
eklentilerinde veya öğretim kurumlarında veya öğrenci yurtlarında veya bunların
eklentilerinde işlenmesi halinde bu fıkradaki cezanın iki katı hükmolunur.
V-
EYLEMLERİN TEMELLİ KAPATMA NEDENLERİ OLARAK YASAL ÖLÇÜTLERE GÖRE
DEĞERLENDİRİLMESİ:
Anayasa'da
öngörülen odaklık hali 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 103 ncü
maddesinde; Anayasa'nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin
siyasi partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin
büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca
zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti
organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı
haline gelmiş sayılacağı şeklinde belirlenmiştir.
Davalı
Parti'nin Genel Başkanı düzeyinden başlayıp, genel başkan yardımcıları, merkez
yürütme kurulu üyeleri, il ve ilçe yöneticileri ve son dönemde milletvekilleri
düzeylerinde Kürt kimliğinin tanınması, terör örgütünün elebaşı Abdullah
Öcalan'ın devlet tarafından muhatap alınması ve ölülerini 'şehit' kabul
ettikleri terör örgütü PKK mensubu teröristlerin affedilmesinin sorunların
çözümü için gerekli olduğu yönündeki istikrar gösteren beyanları, geçmişte ve
halen ülke içerisinde gerçekleştirdiği terör eylemleri ile ulusal güvenliği,
kamu güvenliğini, başkalarının hak ve özgürlüklerini tehdit edip, suç ve
kargaşa ortamı yaratmak amacında olan terör örgütünün himaye edilerek yasal
hale getirilmesi talebi mahiyetindedir. Bu durum çok sayıda değişik gazete
yazarı tarafından çeşitli defalar yazılarında açıkça dile getirilmiştir.
Davalı
partinin Büyük Kongresi ve tüm teşkilat kongreleri bölücü terör örgütü ve
elebaşısı lehine sürekli sloganlar atılması, yasa dışı pankartlar açılması,
sözde örgüt bayrakları ve elebaşının posterlerinin teşhir edilmesi suretiyle
bir anlamda PKK- propagandası havasında gerçekleştirilmiştir.
Partinin
simgesel figürü niteliğinde olan genel başkanın siyasi veya hassas konularda
yaptığı açıklamaların kurumlar ve kamu oyu tarafından partinin görüşünü
yansıttığı şeklinde yorumlanacağı bu itibarla partiye isnat edilebileceği
hususu tartışmasızdır. Bu itibarla DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'ün 'PKK'ya
terörist örgüt diyemeyiz' beyanı ile PKK ve örgütün elebaşını övme nedeniyle
hakkındaki mahkumiyet kararı davalı partinin odaklığı hususunda en önemli
kanıtlardır.
Siyasi
partilerin kendi ilkeleri doğrultusunda Devletin hukuksal, anayasal ve yasal
yapısını değiştirmek için taciz edici, saldırgan, sarsıcı, şok ve rahatsız
edici nitelik taşıyan ifadelerle dahi mücadele edebilmeleri çoğulcu demokrasi
ilkeleri gereğidir. Ancak bu mücadelede hukuka uygun olan demokratik araçlara
dayanılması zorunlu olup, siyasi partiler hedeflerine şiddeti teşvik ederek
değil mevcut yasal sistem içerisinde ulaşmayı amaç edinmeleri gerekmektedir.
Belirtilen
olaylardan açıkça anlaşılabileceği üzere Demokratik Toplum Partisi il, ilçe
hatta belde teşkilat binalarında terör örgütünü simgeleyen bayrakların ve
örgütü elebaşının resimlerinin asıldığı, öldürülen örgüt elemanlarının
resimlerinin 'şehit resimleri' adı altında sergilendiği köşelerin
oluşturulduğu, hemen hepsinde terör örgütünün örgütlenme ve izlenecek yol
haritasına ilişkin bilgilerin yer aldığı yasaklanmış kitap ve diğer belgelerin
yer aldığı bir görünüm arz etmektedir. Terörist başının doğum günleri buralarda
parti yöneticilerinin organizasyonunda kutlanmakta, öldürülen teröristler
anısına anma toplantıları düzenlenmektedir. Terör örgütünü övücü görüntü
kayıtlarının gösterilmek suretiyle açıkça PKK propagandaları yapılmaktadır.
Parti yöneticileri öldürülen PKK elemanları için 'Kürdistan şehidi' ibarelerini
ısrarla kullanmaktadır. Teröristlerin ihtiyaçlarını karşılayacak paranın temini
için fon oluşturan parti yöneticileri bulunmaktadır. Hemen her konuşmalarında
parti yöneticilerinin kullandıkları PKK elemanlarını övücü ve ülkemizin bir
bölgesinin adını 'Kürdistan' olarak gösterme çabalarının asıl amacının halkı
kin ve düşmanlığı sevketme olduğu tartışmasızdır.
Bu
açıdan bakıldığında ise davalı partinin genel başkanı ve diğer birimlerinde
görevli üyeleri tarafından partinin büyük kongresi dahil hemen her ortamda yasa
dışı bölücü terör örgütünü ve elebaşı Abdullah ÖCALAN'ı himaye edip, genel af
çıkarılmaması halinde ülkede yine silahlı eylemlerin olacağı şeklideki
tehditvari söylem üzerine dayandırdıkları siyasal faaliyetlerinin yukarıda
bahsedilen hukuka uygun ve demokratik araçlarla gerçekleştirildiğinden
bahsedilmesi mümkün değildir.
Aslında,
terör örgütü elebaşının cezaevinden verdiği talimatlarla kurulan ve
yönetilenDTP.nin kurucu üyeleri arasında PKK örgüt üyeliği suçundan
mahkumiyetleri bulunan kişilerin bulunması tesadüf değil, parti üzerindeki
örgüt etkinliğinin açık göstergesidir. Nitekim yabancı devlet adamlarınca da
DTP-PKK ilişkisi açık gizli sır olarak tanımlanmakta çeşitli vesilelerle Avrupa
ve Amerikalı devlet adamları tarafından DTP nin terör örgütü ile arasına mesafe
koyması istenmektedir.
Terör
örgütü aleyhine bugüne kadar eleştiri mahiyetinde de olsa bir tek söz
sarfetmeyen davalı partinin yukarıda bahsedilen davranışlarının 'örgütlenme
özgürlüğü' kapsamında değerlendirilmesi düşünülemez. Başka bir deyişle
hedeflerine ulaşmak için mevcut yasal sistem içerisinde demokratik araçlara
dayanması gereken bir siyasi partinin devlete karşı silahlı eylemlerde bulunan
terör örgütünü, elemanlarını, yayın organını ve elebaşını savunmak değil tam
tersine mahkum etmesi gerekmektedir.
Buna
karşılık DTPTüzüğünün 3. maddesinin (c) bendinde mevcut ' Türkiye
Cumhuriyetinin Türkler, Kürtler ve diğer etnik aidiyetler tarafından
kurulduğunu ve kardeşliğin temelinin tarihin derinliklerinde yattığını beyan
eder; halkların geleceğini ve Kürt sorununun çözümünü ortak vatanda özgür
birliktelikte ve Demokratik Cumhuriyette görür.'
(e)
bendinde mevcut 'her kese ayrımsız, anadilinde eğitim ve öğretim hakkının
sağlanması'
şeklinde,
B-
Parti Programının
I.
Bölümün ' Kürt Sorunu Barışçıl- Demokratik Temelde Çözülecektir' alt başlığının
4,6,7,8,9 ve 11. paragraflarında mevcut
'Partimiz
inkarcı ve ayrılıkçı yaklaşımların sorunları çözmeyeceğini, aksine çözümü daha
da zorlaştıracağına inanmaktadır. Bunun için Kürt ve Türklerin eşit, özgür ve
kardeşçe birliğinin kararlı savunucusu olacaktır.'
'Kürtlerin
varlığını ve kimliğini kabule dayalı, soruna doğru bir bakış açısı ile
demokratik yönetim anlayışının ve insan haklarının gereklerine uygun politika
ve yaklaşımlar uygulamaya konulacaktır.'
'Kürt
varlığı ve kimliği her düzeyde tanınarak, anayasal güvenceye kavuşturulacak,
yasal hak eşitlikleri için gerekli düzenlemeler yapılacaktır.
Dil,
kültür hakları yasal güvenceye kavuşturulacak, Radyo, Tv, ve basın üzerinde hiç
bir kısıtlama olmayacaktır. Türkçe radyo, Tv hangi hukuki kurala bağlıysa,
Kürtçe ve diğer dillerdeki yayınlar da aynı prosedüre bağlı olarak faaliyet
yürütecektir. Kültürel faaliyetler içinde aynı hukuki kurallar ve prosedür
işleteceklerdir.
Kürtçe
eğitim ve öğretim dili olarak kullanılacaktır.
Çerçevesi,
ilgili tüm çevreler ve kamuoyuyla birlikte belirlenmek üzere Toplumsal Barış ve
Demokratik Katılım Yasası düzenlenerek,silahlı çatışma dönemi nedeniyle
tutuklanmış bulunanların,yurtdışına çıkmak zorunda kalmış tüm sürgünlerin,ve
silahlı grupların demokratik siyasal yaşama katılmaları sağlanacaktır.
'Demokratik
Yönetim İçin Sivil Toplum Örgütlülüğü' alt başlığının 5. paragrafında
mevcut
'Sivil
toplumun gelişimi için etnik, kültürel, siyasi, ekonomik, sportif faaliyetlere
dayalı yapılara özgür örgütlenme olanakları sağlanacak..'
'Demokratik
Toplum İçin Yeni Bir Anayasa'alt
başlığının 5 ve 6. paragraflarında mevcut
'Tek
ırk, tek dil, tek din, tek kültür, cinsiyetçi roller mantığının yerine
toplumdaki etnik, kültürel ve inançsal farklılıklar kapsanacak şekilde,
'Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı' üst kimliği anayasal olarak
tanımlanacaktır.'
'Kürtler
ve diğer kültürel aidiyetlerin, ülkenin birliği içinde kendilerini
kimlikleriyle özgürce ifade edebilme, kültürlerini geliştirme, ana dillerini
konuşma ve geliştirme, eğitim yapma, görsel, işitsel medya araçlarını kullanma
hakları anayasal güvenceye alınacaktır.'.
III.
Bölümün ' SOSYAL POLİTİKALAR ' , ' Eğitim ' alt başlığının 4,6 ve
7. paragraflarında mevcut
''Her
vatandaşın etnik köken ve dil farklılıkları temelinde özgürce ve eşit
faydalanacağı, ezbercilikten uzak, bireyin yaratıcılığını, yeteneklerini
geliştiren ve yeteneklerine göre yönlendiren, bilimsel nitelikte olacaktır.'
'Anadil
ile eğitim önündeki tüm yasaklar kaldırılacaktır. Anadiller kültürel bir miras
olarak ele alınacak, kullanan toplumun sanat, edebiyat ve eğitimi
geliştirilecek koşullar yaratılacak, anadil eğitimi yönetim şekline göre ele
alınmayacaktır. Yoğun talebin olduğu Kürt dili ile eğitim konuyla ilgili
eğitimcilerin önerileri ışığında ve anadilde eğitimin uygulandığı ülkelerin
tecrübelerinden de faydalanarak bir programa kavuşturulacaktır. İhtiyaç duyulan
bölge, şehir ve mahallelerde Kürtçe anadili ile eğitimin koşulları
sağlanacaktır.'
'İhtiyaç
ve talep kapsamında tüm anadillerin öğretimi çağdaş ve insani bir sorumluluk
olarak ele alınacak ve bu kapsamda değerlendirilecektir. Başta Kürtçe olmak
üzere Türkiye'de kullanılan tüm anadillerde üniversitelerde kürsüler
açılacaktır.'
şeklinde
ve benzeri nitelikte, aynı hususları ifade eden düzenlemelerin gerek ayrı ayrı
gerek bütün halinde değerlendirilmeleri sonucunda;
Ülkede
(uluslararası antlaşmalarda belirlenenlerin dışında) azınlıklar bulunduğu,
varsayılan azınlıkların Anayasa'da yer alması gerektiği, hatta 'ortak vatanda
özgür birliktelikte' tanımlaması ile 2820 sayılı yasanın 81/a bendine aykırı
olarak ve Anayasanın 'devletin tekliği' ilkesinin aksine yapılanmayı öngördüğü,
güdülen amacın devletin üniter yapısını bozarak federal bir yapılanmayı
içerdiği, Türkçe dışında anadilde eğitim ve öğretimi öngörmek suretiyle Türkiye
Devleti'nin dilinin Türkçe ve Türk vatandaşlarına Türkçe'den başka hiçbir dilin
eğitim ve öğretim kurumlarında ana dilleri olarak okutulamayacağı ve
öğretilemeyeceğine dair yukarıda bahsedilen Anayasa ve yasa hükümlerine açıkça
aykırı mahiyette oldukları belirlenmiş, bu itibarla bölücü terör örgütü PKK'nın
temel amaçlarına tamamen uygunluk gösteren bu hususların davalı parti
tarafından tüzük ve programında ısrarla vurgulanmasının davalı partinin asıl
amacının terör örgütünün amaçlarıyla birebir örtüştüğünün kanıtı olarak
değerlendirilmesini gerektirmektedir.
Terör
örgütünün talimatlarının yayınladığı internet sitelerinde 22 Temmuz 2007
Milletvekili
seçimlerinde DTP'li bağımsız adayların desteklenmesi için açıkça çağrılar (
aslında tehdit) yer almış, yol kesip çok sayıda aracı durduran örgüt mensupları
seçimlerde DTP'nin gösterdiği adaylar dışında kimseye oy verilmemesi ve örgüte
yardım edilmesi için propaganda yapmışlardır. Böylece terör örgütü güdümündeki
DTP'nin demokratik toplum gereklerini yerine getiren, hukuksal platformda
çalışmalarına devam eden bir siyasi parti olduğunun iddiası ve kabulü
iyiniyetle açıklanması mümkün olmayan bir durumdur.
DTP,
Genel Başkanından, çeşitli kademelerindeki yöneticilerine kadar geniş bir
yelpazede, ülkeyi bölmeyi amaçlayan yasa dışı terör örgütünün (PKK)
propagandacısı, yardım ve yatakçısı ve sair efradının kümelendiği bir oluşum
halini almıştır. Belirtilen nitelikteki eylemler yeterli yoğunluğa ulaştığı
gibi, davalı partinin de bu eylemleri kararlılıkla desteklediği tartışmasız bir
hal almıştır. Mevcut odaklık hali nedeniyle oluşan bu durum karşısında,
geleceğe yönelik olası sonuçlar da gözetildiğinde, davalı partinin 'siyasi
parti örgütlenme özgürlüğünden' yararlanarak faaliyette bulunması, toplumda
yaratılmaya çalışılan kin ve düşmanlığın boyutları nazara alındığında son
derece vahim sonuçlar yaratacaktır. 28.10.2007 tarihinde Diyarbakır'da
'Demokratik Toplum Kongresi' adı altında gerçekleştirilen toplantı ve sonuç
bildirisi ile DTP'nin 2. Olağanüstü Büyük Kongresinin 08.11.2007 tarihinde
yapıldığına ve Genel Başkanlığa Nurettin Demirtaş'ın seçıldiğine dair yazılı ve
görsel basında bilgiler yer almış, davalı parti tarafından Cumhuriyet
Başsavcılığımıza bu konularda henüz belgeler intikal etmemiş olup, geldiğinde
iddianamemize eklenmek üzere gönderilecektir. Ancak; İzmir Devlet Güvenlik
Mahkemesinin 11.10.1995 gün ve 1993/134 esas, 1995/178 sayılı kararı ile terör
örgütü yöneticisi olmak suçu nedeniyle 18 yıl 9 ay ağır hapis cezası ile
cezalandırıldığı, söz konusu mahkumiyetinin 5237 sayılı yasa yönünden İzmir 8.
Ağır Ceza Mahkemesinin 30.06.2005 tarihli kararıyla 5237 sayılı yasanın 314/1.
maddesi gereğince 12 yıl 6 ay hapis cezasına indirilmesi sonucu 01.06.2005
tarihinde şartla tahliye edildiği anlaşılmıştır. (Söz konusu mahkumiyete
ilişkin adli sicil kaydının Cumhuriyet Başsavcılığımıza yeni intikal etmiş
olması nedeniyle ilgili hakkında 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 11.
maddesi gereğince ihracı için ilgili partiye yazı yazılmıştır.) Terör örgütü
yöneticiliği suçundan mahkum olup, cezaevinden çıktıktan hemen sonra davalı
parti saflarına katılan Nurettin Demirtaş'ın söz konusu kariyerinin Demokratik
Toplum Partisi Genel Başkanlığına seçilmesinde en büyük etken olduğu, partinin
terör örgütü ile ne derece yakın olduğunu göstermesi açısından kesin kanıt
niteliğindedir.
'ÇOK
DAHA AÇIK SÖYLEMEK GEREKİRSE TERÖR ÖRGÜTÜNÜ KINAMA VEYA EYLEMLERİNİN
YANLIŞLIĞINI, ÇOCUK YAŞLI KADIN AYRIMI GÖZETMEDEN İNSANLARI TERÖRİST
YÖNTEMLERLE KATLETMENİN BİR İNSANLIK SUÇU OLDUĞUNU SÖYLEYEMEME DEMOKRATİK HUKUK
DEVLETİNİN HİÇBİR İLKESİ İLE AÇIKLANAMAZ. BU DURUM ANCAK KİŞİLERİN ASLINDA
DEMOKRASİ İLE İLGİLERİNİN OLMAYIP, ÖRGÜT TARAFINDAN VERİLEN GÖREVİ YERİNE
GETİRMEK İÇİN DEMOKRASİYİ ZORLAMAK VE TOPLUMDA KİN VE DÜŞMANLIK DUYGULARI
OLUŞTURMAK ÜZERE SİYASİ PARTİ BÜNYESİNDE TOPLANMASI BİÇİMİNDE İZAH EDİLEBİLİR.
TERÖRE
TERÖR DİYEMEYEN BİR MANTIK YA TERÖRİSTTİR YA DA KENDİSİNİ GÖREVLENDİREN
ÖRGÜTTEN ÖLESİYE KORKANDIR! BU DAVRANIŞLARA İLİŞKİN GÜNCEL DEĞERLENDİRMELER
NASIL OLURSA OLSUN, SONRAKİ ONYILLAR HATTA YÜZYILLARDA DAHİ BU DAVRANIŞLARI
SERGİLEYENLER VE ÇEŞİTLİ ÇIKARLARI UĞRUNA GÖRÜNÜŞTE KINADIKLARI TERÖRÜ EL
ALTINDAN DESTEKLEYEN ODAKLAR TOPLUMSAL YARGILARA KONU OLACAKTIR. ZİRA TERÖR
İNSANIN İNSAN OLMA NİTELİKLERİNE AYKIRI BİR DAVRANIŞ BİÇİMİDİR.'
Anayasa'nın
68/4. maddesine aykırı eylemlerin yoğunluğu ve bu eylemlerin parti genel
başkanı ve merkez organlarınca da zımnenin ötesinde açıkça benimsenmesi ve
kararlılıkla da işlenmesi karşısında, davalı siyasi parti Anayasa'nın 69/6.
maddesinde vurgulandığı üzere belirtilen eylemlerin odağı haline gelmiştir.
Davalı
partinin hedeflerine ulaşmada bölücü terör örgütü yolu ile şiddet unsurunu kullanma
ve savunmada kararlı olduğu görülmekte, bu durumda toplumun huzur ve güvenliği
için temelli kapatılma istemi ile dava açılması sosyal, siyasal ve hukuksal
yönlerden bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Zira DTP demokratik
sistemin öngördüğü bir siyasi partiden ziyade bölücü terör örgütü ve elebaşısı
tarafından yönlendirilen ve her platformda örgüt amaçlarına hizmeti görev
edinen bir oluşum vasfındadır. Geçmişte de aynı vasıftaki partilerin kapatılmış
olmasına rağmen davalı partinin ısrarla geçmişin takipçişi olması, terör örgütü
ve elebaşısının yönlendirmesi ile faaliyetlerde bulunması temelli kapatma
yaptırımını zorunlu, meşru ve orantılı kılmaktadır. Aksi düşünce toplumdaki kin
ve düşmanlığın çok daha fazla beslenerek iç çatışmayı dahi yaratabilecek düzeye
gelmesini sağlayacaktır.
Demokratik
Toplum Partisi Genel Başkanı başkan yardımcıları, diğer yöneticileri ve partili
BELEDİYE başkanlarının terör örgütünü savunur şekildeki açıklamalarının Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesinde yer alan 'ifade özgürlüğü'
kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunda en kesin yanıt
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 25 kasım 1997 tarihli 'Zana-Türkiye'
davasında verdiği kararında mevcuttur. Söz konusu kararda aynen;
KARAR
I.
SÖZLEŞMENİN 10. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
38.
Bay Zana, gazetecilere yaptığı açıklama nedeniyle Diyarbakır Devlet Güvenlik
Mahkemesi tarafından mahkum edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlâl ettiğini ileri
sürmüştür. Bay Zana, Sözleşmenin 10. maddesine dayanmıştır. Bu hükme göre,
'1.
Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi
olmaksızın ve ulusal sınırlara bakılmaksızın, bir görüşe sahip olma, haber ve
düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü de içerir. Bu madde
Devletin radyo yayıncılığını, televizyon ve sinema işletmeciliğini izne
bağlamasına engel değildir.
2.
Bu özgürlükler ödev ve sorumlulukla birlikte kullanılabildiğinden, ulusal
güvenlik, ülke bütünlüğü ve kamu güvenliği, suçun ya da düzensizliğin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının şeref ve
haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, yargılama
organının otorite ve tarafsızlığının korunması amacıyla, demokratik bir
toplumda zorunlu olan ve hukukun öngördüğü formalitelere, şartlara, yasaklara
ve yaptırımlara tabi tutulabilir.'
39.
Bay Zana ayrıca Sözleşmenin 9. maddesiyle garanti altına alınan düşünce
özgürlüğüne (hakkına) müdahale edildiğinden şikâyetçi olmuştur. Komisyon gibi
Divan da bu şikâyetin 10. maddeye göre yapılan şikâyetle bağlantılı olduğunu
kabul eder.
A.
Hükümetin İlk İtirazları
40.
Hükümet iki ilk itiraz ileri sürmüştür; bunların birincisi zaman bakımından
yetkisizliğe, ikincisi de iç hukuk yollarının tüketilmemiş olduğuna
dayanmaktadır.
1. Zaman
Bakımından Yetkisizlik İtirazı
41.
Hükümet, ilk dilekçelerinde ifade edildiği gibi, Divan'ın başvurucunun
Sözleşmenin 10. maddesine göre yaptığı şikâyeti incelemeye zaman bakımından
yetkisiz olduğunu çünkü esas olarak olayı başvurucunun Ağustos 1987'de gazetecilere
yaptığı açıklamanın (bkz. yukarıda paragraf 12) oluşturduğunu, bunun da olayın
Türkiye'nin Divan'ın zorunlu yargı yetkisini tanımasından önce meydana
geldiğini gösterdiğini ileri sürmüştür. Hükümete göre Türkiye, 22 Ocak 1990'da
Divan'ın zorunlu yargı yetkisini bu tarihten 'sonra ortaya çıkan olaylara ve
böyle olaylara ilişkin mahkeme kararlarına şamil' olarak tanırken, Sözleşmenin
46. maddesinde öngörülen bildirimi yaptığı tarihten önce meydana gelen
olayların ve bu tarihten sonra verilse bile bu olaylarla ilgili mahkeme
kararlarının Divan'ın denetimi dışında tutulmasını amaçlamıştır.
42.
Divan, Türkiye'nin yalnızca bildirimde bulunduğu (bkz. yukarıda paragraf 33) 22
Ocak 1990'dan sonraki olaylar bakımından Divan'ın yargı yetkisini kabul
ettiğine işaret eder. Bununla birlikte bu davada Divan, Komisyon Temsilcisi
gibi, esas olayı oluşturanın Bay Zana'nın gazetecilere yaptığı açıklama değil,
başvurucuyu Türk yasalarına göre (bkz. yukarıda paragraf 26) 'yasanın cürüm
saydığı fiili övdüğü' gerekçesiyle on iki ay hapis cezasına mahkum eden ve
Yargıtay tarafından 26 Haziran 1991'de onanan (bkz. yukarıda paragraf 28),
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinin 26 Mart 1991 tarihli kararı olduğunu
kabul eder. Sözleşmenin 10. maddesi anlamında 'müdahale'yi oluşturan ve
Divan'ın bu maddeye göre haklı olup olmadığına karar vermesi gereken,
Türkiye'nin Divan'ın zorunlu yargı yetkisini tanımasından sonra ortaya çıkan bu
mahkumiyet ve hapis cezasıdır. Dolayısıyla bu ilk itiraz reddedilmelidir.
Hükümetin,
davayı Divan önüne getiriş biçimi ışığında (bkz. yukarıda paragraf 1), bu
şikâyeti zaman bakımından uygun olmaması nedeniyle (Divan'ın yargı yetkisi)
dışında bırakmak için 22 Ocak 1990 tarihli bildirimine dayanmaktan vaz geçmiş
sayılıp sayılmayacağı sorunu Divan önünde dile getirilmemiştir ve Divan, bu
koşullarda, bu sorunu karara bağlamayı gerekli görmemektedir.
2.
İç Hukuk Yollarının Tüketilmediği İddiası
43.
Alternatif olarak Hükümet, iç hukuk yollarının tüketilmediğini ileri sürmüştür.
Hükümetin ifadesine göre Bay Zana, Sözleşmenin 10. maddesine ilişkin
şikâyetini, esas olarak Türk mahkemeleri önünde ileri sürmemiştir.
44.
Divan, Komisyon Temsilcisi gibi, bu itirazın başvurunun kabul edilebilir olup
olmadığı değerlendirilirken ileri sürülmediğini ve bu nedenle Hükümetin bu
itiraza dayanmaktan vazgeçmiş sayıldığını belirtir.
B.
Şikâyetin Esası
45.
Divan'ın daha önce belirtmiş olduğu gibi (bkz. yukarıda paragraf 42),
başvurucunun gazetecilere yaptığı açıklamalar nedeniyle Türk mahkemeleri
tarafından yargılanması ve hapis cezası almasının ifade özgürlüğüne bir
'müdahale' oluşturduğu tartışmasızdır. Gerçekten, bu hususa itiraz
edilmemiştir.
46.
Bu müdahale; 'hukuk tarafından öngörülmemişse', 10. maddenin 2. fıkrasında
anılan meşru amaçların birine ya da birkaçına yönelik değilse ve bu amaç ya da
amaçları gerçekleştirmek için 'demokratik bir toplumda zorunlu' değilse 10.
maddeye aykırı olacaktır.
1. 'Hukuk
Tarafından Öngörülme' Koşulu
47.
Divan, başvurucunun mahkumiyetinin ve cezasının Türk Ceza Yasasının 168 ve 312.
maddelerine (bkz. yukarıda paragraf 31) dayandığını belirterek itiraz edilen
müdahalenin 'hukuk tarafından öngörüldüğünü' kabul eder. Bu husus da aynı
biçimde tartışmasızdır.
2. İzlenen
Amacın Meşruluğu
48.
Hükümet müdahalenin, ulusal güvenliğin ve kamu güvenliğinin sağlanmasını, ülke
bütünlüğünün korunmasını ve suçun önlenmesini gerçekleştirmeye yönelik olması
nedeniyle meşru amaçlara dayandığını ileri sürmüştür. PKK yasadışı bir terör
örgütü olduğu için bu davada ulusal mahkemeler tarafından Türk Ceza Yasasının
312. maddesinin uygulanması, bu tür örgütleri desteklemek olarak
değerlendirilen davranışların cezalandırılması amacına yöneliktir.
49.
Komisyona göre, siyasal kişiliği olan birinin -başvurucu eski Diyarbakır
BELEDİYE başkanıdır- böyle bir ifadesinin, ulusal makamları ülke içindeki
terörist faaliyetlerin artmasından korkmaya yöneltmesi akla yatkındır. Bu
nedenle (ulusal) makamlar, ulusal güvenliğe ve kamu güvenliğine yönelik bir
tehdit olduğunu ve ülkenin toprak bütünlüğünü korumak ve suçu önlemek için
önlemler alınması gerektiğini düşünmekte haklıdırlar.
50.
Divan, gazetecilerle yaptığı röportajda başvurucunun 'PKK ulusal kurtuluş
hareketini' desteklediğini açıkça gösterdiğini (bkz. yukarıda paragraf 12) ve
Komisyonun da belirttiği gibi, başvurucunun ifadesinin PKK militanları
tarafından sivillerin öldürülmesiyle aynı zamana denk düştüğünü belirtir.
Bu
durumda Divan, Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde ciddi çatışmaların sürdüğü bir
dönemde -bölgede iyi tanınan siyasal bir kişilikten gelen- böyle bir ifadenin
ulusal makamların ulusal güvenliğin ve kamu güvenliğinin sürdürülmesine yönelik
olarak önlem almasını haklı kılan bir etkiye sahip olduğunu kabul eder. Bu
nedenlerle şikâyet konusu edilen müdahale 10. maddenin 2. fıkrasında yer alan
meşru amaçları sağlamaya yöneliktir.
1. Müdahalenin
Zorunluluğu
(a).
Genel İlkeler
51.
Divan, 10. maddeye ilişkin kararlarında ortaya koyduğu temel ilkeleri tekrar
eder:
(i)
İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun vazgeçilmez esasını ve toplumun
gelişimi ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşulunu
oluşturmaktadır. Bu, 2. fıkraya uygun olarak, yalnızca onaylanan, zararsız
olduğu kabul edilen ya da nasıl olursa olsun farketmeyen 'bilgi' ya da
'düşünceler' için değil; hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici olanlar
için de geçerlidir. Bunlar, 'demokratik toplum'un onlarsız olamayacağı
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereğidir. 10. maddede
açıklandığı gibi bu özgürlük, her halde dar yorumlanması ve herhangi bir
sınırlama gereksiniminin ikna edici bir biçimde ortaya koyulması gereken
istisnalara tabidir (şu kararlara bakınız: Handyside / Birleşik Krallık,
7 Aralık 1976, Seri A no. 24, s. 23, § 49; Lingens / Avusturya, 8
Temmuz 1986, Seri A no. 103, s. 26, §41; ve Jersild / Danimarka, 23
Eylül 1994, Seri A no. 298, s. 26, § 37).
(ii)
10 maddenin 2. fıkrası anlamında 'zorunlu' sıfatı, 'zorlayıcı bir toplumsal
gereksinim'in varlığını ifade etmektedir. Sözleşmeci Devletler böyle bir
gereksinimin var olup olmadığını değerlendirmede belli bir takdir yetkisine
sahiptirler. Ancak bu, mevzuatı ve bağımsız bir mahkeme tarafından verilse bile
mevzuatı uygulayan mahkeme kararlarını da kapsayacak biçimde Avrupa denetim
mekanizmasıyla uyumlu bir biçimde olabilir. Bu nedenle Divan, bir
'sınırlamanın' 10. maddeyle korunan ifade özgürlüğüyle bağdaşıp bağdaşmadığı
konusunda nihai kararı verme yetkisine sahiptir (bkz. yukarıda anılan Lingens
kararı, s. 25, § 30).
(iii)
Divan, denetleyici yargı yetkisini kullanırken itiraz edilen müdahaleye,
başvurucunun sorumlu tutulduğu sözlerinin özü ve bunları hangi bağlamda
söylediğini de kapsayacak biçimde, davanın bütünün ışığında bakmalıdır. Divan
özellikle dava konusu müdahalenin 'izlenen meşru amaçlarla orantılı' olup
olmadığını ve ulusal makamların bu müdahaleyi haklılaştırmak için ileri
sürdükleri nedenlerin 'uygun ve yeterli' olup olmadığını saptamalıdır (bkz.
yukarıda anılan Lingens kararı, s. 25-26, § 40; ve 22 Şubat 1989
tarihli Barfod / Danimarka kararı, Seri A no. 149, s. 12, § 28). Bunu
yaparken Divan, ulusal makamların 10. maddede somutlaştırılan ilkelere uygun
standartları uyguladıklarına ve bundan başka, ilgili olayların kabul edilebilir
bir nitelendirmesine dayandıklarına ikna olmalıdır (bkz. yukarıda anılan Jersild
kararı, s. 26, § 31).
(b)Yukarıdaki
İlkelerin Eldeki Davaya Uygulanması
52.
Bay Zana mahkumiyetinin ve cezasının tamamen haksız olduğunu ileri sürmüştür.
1960'lardan beri Kürt davasının aktif bir savunucusu olarak her zaman için
şiddete karşı olduğunu söylemiştir. Bay Zana Hükümetin, PKK'nın silahlı
mücadelesini desteklediğini ileri sürmekle sözlerini yanlış yorumlamış olduğunu
savunmuştur. Aslında gazetecilere ulusal kurtuluş hareketini desteklediğini
ancak şiddete karşı olduğunu söylemiş ve kadın ve çocukların katledilmesini
kınamıştır. Her halde, PKK üyesi değildir ve şiddete başvurmayan eylemi savunan
'Özgürlük Yolu' örgütüne üye olmaktan hapis cezası almıştır.
53.
Öte yandan Hükümet, başvurucunun mahkumiyetinin ve cezasının 10. maddenin 2.
fıkrasına göre tamamen haklı olduğunu ileri sürmüştür. Hükümet, PKK'nın
Güneydoğuda kanlı saldırılarını sürdürdüğü bir sırada başvurucunun
söylediklerinin ciddiyetini vurgulamıştır. Sunuşlarında, toprak bütünlüğünü
tehdit eden bir terör ortamıyla karşı karşıya kalan bir Devletin, böyle bir
durumun yalnızca bireylere yönelik olmasına göre daha geniş bir takdir
yetkisine sahip olması gerektiğini belirtmişlerdir.
54.
Komisyon, Hükümetin görüşlerinin büyük çoğunluğunu benimsemiş ve 10. maddenin
ihlâl edilmediği düşüncesini beyan etmiştir.
55.
Divan, yukarıda 51. paragrafta ortaya koyulan ilkelerin terörizme karşı
mücadelede ulusal güvenlik ve kamu güvenliğinin sürdürülmesi için alınan
önlemler açısından da geçerli olduğunu düşünmektedir. Bu bağlamda Divan, her
olayın özel koşullarını ve Devletin takdir yetkisini özenle göz önünde tutarak,
bireylerin ifade özgürlüğüne ilişkin temel haklarıyla demokratik bir toplumun
meşru hakkı olan kendini terörist örgütlerin eylemlerine karşı korumak arasında
adil bir dengenin kurulup kurulmadığını araştırmalıdır.
56.
Sonuç olarak Divan eldeki davada, Bay Zana'nın mahkumiyetinin ve cezasının
'zorlayıcı bir toplumsal gereksinim'e yanıt verip vermediğini ve bunların 'izlenen
meşru amaçlarla orantılı' olup olmadığını değerlendirmelidir. Bu amaçla Divan,
başvurucunun sözlerinin içeriğini o dönemde Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde
hüküm süren durumun ışığında çözümlemenin önemli olduğu görüşündedir.
57.
Divan başvurucunun açıklamasını, kendisinin de esas olarak reddetmediği, 30
Ağustos 1987'de günlük ulusal gazete Cumhuriyet'te yayınlandığı biçimiyle (bkz.
yukarıda paragraf 12) temel alacaktır. Açıklama iki cümleden oluşmaktadır.
Birinci cümlede başvurucu, 'katliamlardan yana' olmadığını söylerken 'PKK
ulusal kurtuluş hareketi'ni desteklediğini belirtmektedir. İkinci cümlede şunu
söylemektedir: 'herkes hata yapar, PKK, kadın ve çocukları yanlışlıkla
öldürüyor.'
58.
Bu sözcükler çeşitli biçimlerde yorumlanabilir ancak, her halde, bunlar
çelişkili ve anlamı belirsizdir. Bunlar çelişkilidir çünkü aynı zamanda hem
amaçlarına ulaşmak için şiddet kullanan bir terörist örgüt olan PKK'yı
desteklemek hem de kendisinin katliamlara karşı olduğunu açıklamak zor
görünmektedir. Bunların anlamı belirsizdir çünkü Bay Zana kadın ve çocukların
katledilmesini uygun bulmazken aynı zamanda bunu herkesin yapabileceği bir
'hata' olarak tanımlamaktadır.
59.
Bununla birlikte, bu açıklamaya tek başına bakılmamalıdır. (Bu açıklamanın)
başvurucunun da farkında olması gereken, olayın somut koşulları içinde özel bir
anlamı vardır. Divanın daha önce belirttiği gibi (bkz. yukarıda paragraf 50) bu
röportaj, o tarihte gerginliğin dorukta olduğu Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde
PKK'nın sivillere yönelik kanlı saldırılarıyla aynı zamana denk düşmüştür.
60.
Bu koşullar altında büyük bir ulusal günlük gazetede yayınlanan röportajda,
Güneydoğunun en önemli kenti olan Diyarbakır'ın eski BELEDİYE başkanının
-'ulusal kurtuluş hareketi' olarak tanımladığı- PKK'ya verdiği desteğin, bu
bölgedeki patlamaya hazır havayı daha da ağırlaştıracağı düşünülebilir.
61.
Bu nedenle Divan, başvurucuya verilen cezanın 'zorlayıcı bir toplumsal
gereksinime' yanıt verdiğinin kabul edilmesinin uygun olduğunu ve ulusal
makamların ileri sürdüğü nedenlerin 'uygun ve yeterli' olduğunu düşünmektedir;
her halde, başvurucu cezasının yalnızca beşte birini hapiste geçirmiştir (bkz.
yukarıda paragraf 26).
62.
Bütün bu etkenleri ve böyle bir davada ulusal makamların sahip olduğu takdir
yetkisinin sınırlarını göz önünde tutarak Divan, incelenen müdahalenin izlenen
meşru amaçlarla orantılı olduğunu düşünmektedir.
Sonuç
olarak, Sözleşmenin 10. maddesi ihlâl edilmemiştir.
Denilmektedir.
Bu itibarla söz konusu karardaki kıstaslar ve ülkemizin maruz kaldığı yoğun
terör olayları sırasında gerçekleşen davalı partiye mensup kişilerin
beyanlarının Sözleşmenin 10. maddesinde yer alan 'ifade özgürlüğü' içinde
değerlendirilemeyeceği açıkça ortaya çıkmaktadır.
VI-
KAPATMA YAPTIRIMININ ZORUNLULUĞU VE ORANTISALLIĞI:
Davalı
siyasi partinin izlediği politikanın ortaya çıkardığı tehlike ülke genelinde
ortaya çıkan yoğun şiddet olayları ve partinin eylemleri nazara alındığında çok
ciddi tehlikeler içermektedir. Anayasa, İHAS hükümleri ile demokrasinin
standartlarıyla çelişen politika yürütmektedir.. Bu nedenle ülke güvenliğine,
toplumsal barışa ve ülkenin demokratik rejimine zarar verebilecek bu adımların
engellenmesi gereği ortaya çıkmaktadır. İçerdiği ve ısrarla devam ettirdiği
terör örgütü paralelinde davranma biçimi davalı siyasi parti yönünden, çoğulcu
demokrasiyle bağdaşmayan eylemlerinin ancak kapatma yaptırımıyla engellenecek
olması karşısında, kapatma davasına başvurulması gerekli ve ülkenin içinde
bulunduğu şiddet ortamı gözetildiğinde zorunludur.
Olayda
kapatma yaptırımı uygulanması, çoğulcu demokratik sistemde, yapılması gereken
ve hukuksal yoldan uygulanabilecek amaca uygun ve orantılı tek seçenektir
Bu
çerçevede kapatma yaptırımı, İHAS'ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrası
kapsamında 'kamu düzeninin sağlanması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması' ilkeleri kapsamında, demokratik toplum ilkelerine uygun ve yasa
ile öngörülmüş bir yaptırımdır.
Terör
örgütünü açıkça savunması, bu durumun da gerek yurt içinde gerek yurt dışında
tartışmasız kabul edilmesi, davalı partinin bu yöndeki söylem ve eylemlerinin
yoğunluğu da gözetildiğinde, amacından alıkoyacak ara yaptırımlar ve ara
çözümler, somut duruma göre olanaklı değildir. Bu nedenle kapatma yaptırımı,
dava yönünden radikal olmayıp, olaya uygun ve orantılı bir yaptırımdır.
Davalı
partinin terörü ve terör örgütünün ülke bütünlüğüne yönelik amaçlarını açıkça
desteklemek suretiyle etnik kökenli iç çatışma yaratmaya çalışması dikkate
alındığında davalı siyasi partiyi amacından uzaklaştıracak ve sosyal yönden de
gereksinim duyulan tek ve zorunlu yöntem, sadece ve sadece kapatma
yaptırımıdır. Toplumu apaçık karşılaştığı bu tehlikeden başka türlü korumanın
olanağı kalmamış, zorunluluk hali gerçekleşmiştir.
VII-
DAVA SÜRESİNCE DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİ HAKKINDA UYGULANMASI TALEP EDİLEN
YAPTIRIMLAR:
Dava
süresince uygulanması yasal zorunluluk arzeden önlemler, SPY'nin 108 nci ve 110
ncu maddelerinde gösterilmiştir. Buna göre, hakkında kapatma davası açılan bir
siyasi parti hakkında, kapatma kararı ile birlikte mallarının hazineye geçmesi
gözetildiğinde(SPY md 110), siyasi partinin mallarını kaçırmaması yönünden,
soruşturma ve dava süresince parti mallarının devir işlemi yapılamaktadır (SPY
md 110/3). Konuya yakın olması yönünden SPY'nin 108 nci maddesindeki düzenleme
uyarınca da, dava sırasında siyasi partinin kapanma kararı almasının;
Anayasa'nın 69 ncu maddesinin sekizinci ve dokuzuncu, 83 ncü maddesinin
beşinci, SPY'nın 95 nci, 96 ncı ve 110 ncu maddelerinde belirtilen
önlemlerden/yaptırımlardan kurtulmasına yol açmamakta, alınan kapanma kararı
açılan davanın yürütülmesini engellememektedir.
Anayasa'da
ve yasalarda Yüksek Mahkemenin dava süresince takdiren uygulayabileceği
önlemlerin gösterilmemesi, anayasakoyucunun ve yasakoyucunun bunu olanaksız
görmesi anlamında değildir. Anayasa Mahkemesi, iptal davalarında 'yürürlüğü
durdurma' önlemini, bu konuda yazılı hukuk kurallarıyla yetkilendirilmemesine
rağmen verebilmektedir. İşin özünden hareket edildiği zaman da bu önleme karar
verebilmesi hukuksal yönden de gereklidir.
Bu bağlamda
siyasi parti kapatma davaları yönünden konuya bakıldığında, yasalarla ve
Anayasa'yla öngörülen modelle açıkça çatışan ve eylemlerinin ağırlığı
itibarıyla da kapatma yaptırımına muhatap olan bir siyasi parti için, bu yolda
resmi itham da yapıldıktan sonra, giderilmesi güç veya olanaksız durumların
ortaya çıkmaması için, dava süresince Anayasa Mahkemesi'nin her türlü önleme
karar verebilmesi gerekmektedir. Karar verebileceği önlemler içerisinde
seçimlere katılmamak önlemi dahi vardır. Seçimlere katılabilecek siyasi
partileri Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) belirlemesi, yasal çerçevedeki koşullar
ölçeğinde değerlendirilebilen bir durumdur. YSK'nın kapatma davasına muhatap
olan veya başkaca pozisyonlardaki siyasi partiler için önlem niteliğinde karar
alabilmesi söz konusu değildir. Kapatma davasına muhatap olan bir siyasi parti
için, faaliyet yasağı anlamında seçimlere katılmaktan alıkonulması, kapatma
davası içerisinde bir önlem olarak Anayasa Mahkemesi'nin yetkisindedir. Ancak
elbette Anayasa Mahkemesi bu yetkisini kullanırken, itham, eylemler ve
eylemlerin ağırlığı ile dava süresince partinin faaliyetlerini gözeterek
kararını verecektir. Üstelik SPY'nin 121 nci maddesi gözetildiğinde, yerel
mahkemelerin dernekler hakkında genel hukuk kurallarından hareketle dava
süresince verebilecekleri her türlü önlem kararını, Anayasa Mahkemesi'nin de
siyasi partiler hakkında verilebilmesi söz konusudur. Nitekim Anayasa
Mahkemesi, 13.3.2003 tarih ve 1/1 sayılı kararında, eldeki kanıtların yeterli
olması durumunda böyle bir önleme hükmedilebileceğine de işaret etmiş
bulunmaktadır. Yine 2002/3 sayılı siyasi parti kapatma davası sırasında
22.01.2003 tarihli ara kararında, dava sırasında önlem kararı verilmesine
yönelik istemi esastan incelemiştir.
Bu
çerçevede dava süresince Anayasa Mahkemesi, davalı partinin faaliyetlerinin
durdurulması, SPY ve parti tüzüğünde gösterilen belirli veya bütün organlarının
faaliyetlerinin durdurulması, dava süresince seçimlere katılamaması ayrıca dava
tarihinde parti üyesi olanların bir başka siyasi parti listesinden veya
bağımsız olarak ta dava süresince seçimlere katılmasının önlenmesi, ödenecek
hazine yardımlarının banka hesabında blokesi, üye kayıtlarının durdurulması
gibi önlemlere hükmedebilecektir. Bu durum İHAS'ın ortaya koyduğu 'yasalarda'
bulunması gereken ölçütler yönünden de aykırılık oluşturmamaktadır. Çünkü
takdir hakkı sağlayan bir düzenleme, uygulamada keyfilik yaratmıyorsa, ulusal
makamların yorumu belirleyicilik arzetmektedir (RP/Türkiye Kararı).
Yukarıda
ayrıntılarıyla açıklanan eylemler ve ağırlıkları gözetilerek, Demokratik Toplum
Partisi'nin dava süresince olası faaliyetleri de dikkate alınarak, giderilmesi
güç ve olanaksız durumların ortaya çıkmaması yönünden:
-Dava
tarihinden itibaren yapılacak seçimlere katılmaktan alıkonulması, ayrıca dava
tarihinde parti üye veya yöneticisi olanların bir başka siyasi parti
listesinden veya bağımsız olarak dava süresince seçimlere katılmasının
önlenmesi,
-
Ödenecek hazine yardımlarının banka hesabında blokesi,
-
Üye kayıtlarının durdurulması
önlemlerinin
uygulanması hukuksal gereklilik olduğundan, dava süresince devam etmek
koşuluyla, ivedilikle bu önlemlere hükmedilmesinin istenmesi zorunluluğu da
doğmuştur.
Anayasa'nın
69 ncu maddesinin 9 ncu ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 95 nci
maddeleri uyarınca söz ve eylemleriyle Demokratik Toplum Partisi'nin
kapatılmasına neden olan Aydın Budak, Abdulkadir Fırat, Abdullah İsnaç,
Abdurrahim Bilen, Ahmet Aka, Ahmet Ay, Ahmet Aydın, Ahmet Cengiz, Ahmet Narım,
Ahmet Özbay, Ahmet Türk, Ahmet Yalçıntaş, Akif Hamitoğlu, Alaattin Ege,
Alaattin Enül, Ali Aslan, Ali Bozan, Ali Gün, Ali Sever, Arif Yayla, Aslan
Kızıl, Ayfer Ekin, Ayhan Karabulut, Aynur Coşkun, Aysel Tuğluk, Ayşe Arslan,
Azize Yağız, Bahar Yeşilyurt, Bayram Bozan, Bedirhan Aklan, Bedri Arslan, Bedir
Fırat, Behçet Tunç, Beşir Bekle, Burak Avcı, Burhan Yürek, Büro Görmez, Cafer
Selçuk, Cemal Coşgun, Cemal Kuhak, Cemalettin Padir, Çiçek Arıç, Çimen Işık,
Deniz Yeşilyurt, Dicle Manap, Doğan Erbaş, Emin Uslu, Emral Dağdelen, Erdoğan
Karaca, Ethem Şahin, Eyüphan Aksu, Ezgi Dursun, Fatma Kurtulan, Faysal Yaçan,
Fehime Ete, Ferdi Sönmez, Ferhan Türk, Ferit Datlı, Fettah Dadaş, Fevzi Kara,
Fuat Arslan, Funda Apak, Gülhanım Doğan, Gürü Toprak, Hacer Taşarsu, Hacı
Özbay, Hacı Üzen, Halil Adıgüzel, Halil İmrek, Halis Yurtsever, Halit Kahraman,
Halit Taşçı, Hatice Adıbelli, Hazal Aras, Hediye Tekin, Hilmi Aydoğdu, Hilmi
Karaoğlan, Hüseyin Bektaşoğlu, Hüseyin Çalışçı, Hüseyin Kalkan, Hüseyin Şahin,
Hüseyin Yılmaz, Hüsnü Koyuncu, İbrahim Binici, İbrahim Erkul, İbrahim Halil
Parıldar, İbrahim Sunkur, İhsan Güler, İlhan Öymen, İsmet Aras, İzzet Belge,
Kemal Aktaş, Kemal Çağlan, Kenan Demir, Kudret Ecer, Leyla Zana, Lezgin Bingöl,
Lezgin Örnek, Lütfi Dağ, Mahmut Alınak, Mahmut Aydıncı, Mahmut Güngör, Mahmut
Kayar, Medeni Kırıcı, Mehmet Ali Öcalan, Mehmet Ali Yaman, Mehmet Ayas, Mehmet
Bayraktar, Mehmet Cevat İnce, Mehmet Emin Acar, Mehmet Emin Yanardağ, Mehmet
Emin Yıldız, Mehmet Faik Taşkın, Mehmet Hatip Dicle, Mehmet İnsan, Mehmet
Kodaman, Mehmet Latif Alp, Mehmet Muhti Aslan, Mehmet Sait Şaşmaz, Mehmet Salih
Duran, Mehmet Salih Koca, Mehmet Salim Sağlam, Mehmet Sefa Güngör, Mehmet
Şakar, Mehmet Şirin Karademir, Mehmet Şirin Tetik, Mehmet Tilki, Mehmet Topçu,
Mehmet Tusun, Mehmet Veysi Dilekçi, Mehmet Yaşik, Mehmet Zeki Doğru, Meliha
Varışlı, Menderes Öner, Merak Kurum, Metin Tekçe, Mikail Varhan, Muhlis Altun,
Murat Avcı, Murat Daş, Murat Öztürk, Musa Farisoğulları, Mustafa Atmaca,
Mustafa Eraslan, Mustafa Tuç, Müslüm Kılıç, Nayif Coşkun, Nazahat Kaya, Nazime
Ceren Salmanoğlu, Necdet Atalay, Nedim Taş, Nimet Özalp, Nizamettin Öztürk,
Nuray Kılıç, Nurettin Demirtaş, Nusrat Akın, Onur Geldi, Orhan Miroğlu, Orhan
Tunç, Osman Akkoyun, Osman Baydemir, Osman İbek, Osman Özçelik, Osman Taşdemir,
Ömer Aşgakara, Ömer Yılmaz, Özgür Söylemez, Pakize Ukşul, Pelgüzar Kaygısız,
Pınar Uzun, Ramazan Özmen, Resul Atay, Sabahat Tuncel, Sabri Çelebi, Sabriye
Burumtekin, Salih Karaaslan, Saniye Turhan, Sara Aktaş, Sebahattin Işık,
Sebahattin Suvağcı, Sedat Yurttaş, Selahattin Demirtaş, Selim Engin, Selim
Sadak, Selma Irmak, Selma Söker, Serhat Ölmez, Sevahir Bayındır, Seydi Ahmet
Öcalan, Seyithan Kırar, Sırrı Keleş, Sıtkı Adsız, Sibel Öz, Sihem Akyüz, Sima
Dorak, Sinan Uğur, Sultan Uğraş, Suna Akkuş, Süleyman Kılıç, Şaban Yılmaz,
Şakir Acar, Şükrü Binici, Tamer Temel, Taylan Gürel, Tuncer Bakırhan, Türkan
Yüksel, Uğur Saraç, Vakkas Dalkılıç, Veli Aramaz, Yakup Aslan, Yıldız Aktaş,
Yıldız Bahçeci, Yusuf Kaya, Yusuf Tokdemir, Yüksel İğdeli, Zahide Besin, Zeki
Aslan, Zeynep Doğan, Zeynep Karaman, Ziver Gümüş, Ziya Akdemirhaklarında
yasaklılık kararı verilmesi de gerekmektedir.
VIII-
SONUÇ VE İSTEM :
Yukarıda
açıklanan nedenlerle;
Davanın
ivedilikle görüşülerek;
1-
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı
haline gelen ve bu şekilde;
-
Anayasa'nın 68 nci maddesinin 4 ncü fıkrasına,
-
2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 78, 80, 81, 82 ve 90 ncı maddelerine
aykırı
eylemlerde bulunduğu açıkça anlaşılan Demokratik Toplum Partisi (DTP)'nin
Anayasa'nın
69 ncu maddesinin 6 ncı fıkrası ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın
101/1-b ve 103 ncü maddeleri gereğince temelli kapatılmasına,
2-
Partinin kapatılmasına beyan ve faaliyetleri ile neden olan Aydın Budak,
Abdulkadir Fırat, Abdullah İsnaç, Abdurrahim Bilen, Ahmet Aka, Ahmet Ay, Ahmet
Aydın, Ahmet Cengiz, Ahmet Narım, Ahmet Özbay, Ahmet Türk, Ahmet Yalçıntaş,
Akif Hamitoğlu, Alaattin Ege, Alaattin Enül, Ali Aslan, Ali Bozan, Ali Gün, Ali
Sever, Arif Yayla, Aslan Kızıl, Ayfer Ekin, Ayhan Karabulut, Aynur Coşkun,
Aysel Tuğluk, Ayşe Arslan, Azize Yağız, Bahar Yeşilyurt, Bayram Bozan, Bedirhan
Aklan, Bedri Arslan, Bedir Fırat, Behçet Tunç, Beşir Bekle, Burak Avcı, Burhan
Yürek, Büro Görmez, Cafer Selçuk, Cemal Coşgun, Cemal Kuhak, Cemalettin Padir,
Çiçek Arıç, Çimen Işık, Deniz Yeşilyurt, Dicle Manap, Doğan Erbaş, Emin Uslu,
Emral Dağdelen, Erdoğan Karaca, Ethem Şahin, Eyüphan Aksu, Ezgi Dursun, Fatma
Kurtulan, Faysal Yaçan, Fehime Ete, Ferdi Sönmez, Ferhan Türk, Ferit Datlı,
Fettah Dadaş, Fevzi Kara, Fuat Arslan, Funda Apak, Gülhanım Doğan, Gürü Toprak,
Hacer Taşarsu, Hacı Özbay, Hacı Üzen, Halil Adıgüzel, Halil İmrek, Halis
Yurtsever, Halit Kahraman, Halit Taşçı, Hatice Adıbelli, Hazal Aras, Hediye
Tekin, Hilmi Aydoğdu, Hilmi Karaoğlan, Hüseyin Bektaşoğlu, Hüseyin Çalışçı,
Hüseyin Kalkan, Hüseyin Şahin, Hüseyin Yılmaz, Hüsnü Koyuncu, İbrahim Binici,
İbrahim Erkul, İbrahim Halil Parıldar, İbrahim Sunkur, İhsan Güler, İlhan
Öymen, İsmet Aras, İzzet Belge, Kemal Aktaş, Kemal Çağlan, Kenan Demir, Kudret
Ecer, Leyla Zana, Lezgin Bingöl, Lezgin Örnek, Lütfi Dağ, Mahmut Alınak, Mahmut
Aydıncı, Mahmut Güngör, Mahmut Kayar, Medeni Kırıcı, Mehmet Ali Öcalan, Mehmet
Ali Yaman, Mehmet Ayas, Mehmet Bayraktar, Mehmet Cevat İnce, Mehmet Emin Acar,
Mehmet Emin Yanardağ, Mehmet Emin Yıldız, Mehmet Faik Taşkın, Mehmet Hatip
Dicle, Mehmet İnsan, Mehmet Kodaman, Mehmet Latif Alp, Mehmet Muhti Aslan,
Mehmet Sait Şaşmaz, Mehmet Salih Duran, Mehmet Salih Koca, Mehmet Salim Sağlam,
Mehmet Sefa Güngör, Mehmet Şakar, Mehmet Şirin Karademir, Mehmet Şirin Tetik,
Mehmet Tilki, Mehmet Topçu, Mehmet Tusun, Mehmet Veysi Dilekçi, Mehmet Yaşik,
Mehmet Zeki Doğru, Meliha Varışlı, Menderes Öner, Merak Kurum, Metin Tekçe,
Mikail Varhan, Muhlis Altun, Murat Avcı, Murat Daş, Murat Öztürk, Musa Farisoğulları,
Mustafa Atmaca, Mustafa Eraslan, Mustafa Tuç, Müslüm Kılıç, Nayif Coşkun,
Nazahat Kaya, Nazime Ceren Salmanoğlu, Necdet Atalay, Nedim Taş, Nimet Özalp,
Nizamettin Öztürk, Nuray Kılıç, Nurettin Demirtaş, Nusrat Akın, Onur Geldi,
Orhan Miroğlu, Orhan Tunç, Osman Akkoyun, Osman Baydemir, Osman İbek, Osman
Özçelik, Osman Taşdemir, Ömer Aşgakara, Ömer Yılmaz, Özgür Söylemez, Pakize
Ukşul, Pelgüzar Kaygısız, Pınar Uzun, Ramazan Özmen, Resul Atay, Sabahat
Tuncel, Sabri Çelebi, Sabriye Burumtekin, Salih Karaaslan, Saniye Turhan, Sara
Aktaş, Sebahattin Işık, Sebahattin Suvağcı, Sedat Yurttaş, Selahattin Demirtaş,
Selim Engin, Selim Sadak, Selma Irmak, Selma Söker, Serhat Ölmez, Sevehir
Bayındır, Seydi Ahmet Öcalan, Seyithan Kırar, Sırrı Keleş, Sıtkı Adsız, Sibel
Öz, Sihem Akyüz, Sima Dorak, Sinan Uğur, Sultan Uğraş, Suna Akkuş, Süleyman
Kılıç, Şaban Yılmaz, Şakir Acar, Şükrü Binici, Tamer Temel, Taylan Gürel,
Tuncer Bakırhan, Türkan Yüksel, Uğur Saraç, Vakkas Dalkılıç, Veli Aramaz, Yakup
Aslan, Yıldız Aktaş, Yıldız Bahçeci, Yusuf Kaya, Yusuf Tokdemir, Yüksel İğdeli,
Zahide Besin, Zeki Aslan, Zeynep Doğan, Zeynep Karaman, Ziver Gümüş ve Ziya
Akdemir'in Anayasa'nın 69 ncu maddesinin 9 ncu fıkrası ve 2820 sayılı Siyasi
Partiler Yasası'nın 95 nci maddesi uyarınca temelli kapatılmaya ilişkin kararın
Resmi Gazete'de yayınlanmasından itibaren beş yıl süreyle bir başka siyasi
partinin kurucusu, yöneticisi, deneticisi ve üyesi olamayacaklarına,
3-
Demokratik Toplum Partisi'nin dava süresince yapılacak seçimlere katılamayacağına,
4-
Dava tarihinde parti bünyesinde üye, yönetici, BELEDİYE başkanı ve milletvekili
olarak görev alanların bir başka siyasi parti listesinden veya bağımsız olarak
dava süresince seçimlere katılamayacağına,
5-
Davalı partiye ödenebilecek hazine yardımlarının banka hesabında blokesine,
6-
Davalı partinin üye kayıtlarının durdurulmasına,
karar
verilmesi kamu adına arz ve talep olunur.'
II- DAVALI PARTİ'NİN ÖNSAVUNMASI
Davalı
Parti'nin 12.2.2008 günlü ön savunması şöyledir:
'İDDİANAMEYE
KARŞI ÖN SAVUNMAMIZ
A '
DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİNİN TÜZÜĞÜNDEKİ TANIMI VE AMACI
DTP'nin
kuruluş süreci incelendiğinde mevcut siyasi partilerden farklı olarak,'tabandan
kurulan' tek parti olduğu görülecektir. İlçelerde ve illerde binlerce üyenin
'önseçimle' seçtiği beş yüz kurucu delege ile Ankara/Kocattepe'de bir salonda
medya önünde aleni ve şeffaf bir şekilde programını, tüzüğünü, adını ve
amblemini tartışarak ve oylayarak kabul etmiştir.
Sayın
savcı kuruluş kongresinde ki görsel ve yazılı kayıtları incelemeden ve
araştırmadan dava açmıştır..Demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasi
partilerin içinde en demokratik ve katılımcı kuruluş süreci yaşayan partinin
DTP olduğu,elliyi aşkın BELEDİYE başkanı ve mecliste grubu bulunan bir parti olarak
'Kürt sorunun' çözümünde bir şanstır.Açılan kapatma davası sonucu,destek veren
milyonlarca seçmenin özgür iradesi, adil temsil yok sayılmıştır.
Elli
yılı aşkın süredir Avrupa'da sadece dört siyasi parti 'soğuk savaş' döneminde
kapatıldı. Bunlarda Nazi, Faşist ve Komünist partilerdi.12 eylül askeri darbesi
sonucu Atatürk'ün kurduğu CHP dahil tüm siyasi partiler kapatılıp, yöneticileri
içeri alınıp mallarına el konulduktan sonra 12 eylül askeri darbesi sonrası MGK
tarafından hazırlanan Anayasa ve siyasi partiler yasası bugün topluma dar
gelmekte ve değiştirilmesi için yüzde yüze yakın bir mutabakat bulunmaktadır.
AB
müzakere sürecinde olan ülkemizde başta anayasa olmak üzere birçok reformlar
yapılmış ve iddianamenin dayanağı siyasi partiler yasasının birçok hükmü
uygulanamaz hale gelmiştir. Ne yazık ki İktidar ve ana muhalefet partisi bugüne
kadar uyum yasaları konusunda uzlaşmamış sadece % 10 seçim barajını muhafaza
etmek ve bağımsız adayların seçilmesini engellemek için oy pusulasında
uzlaşmışlardır. Adil temsilin önünde ki bu ayıbı gidermek, Türkiye'yi siyasi
partiler mezarlığı olmaktan kurtarmak gerekiyor. Anayasaya aykırı ve
uygulanamaz durumda olan siyasi partiler yasasının değiştirilmesi, toplumun
demokratik kanallarının açılması zorunludur.
1-
Demokratik Toplum Partisi'nin Tanımı:
Demokratik
Toplum Partisi, demokratik uygarlık çağı değerleri olan özgürlükçü, eşitlikçi,
adaletçi, barışçı, çoğulcu, katılımcı, çok kültürlü toplumu zenginlik olarak
gören ve yenileşmeyi savunan; insan ve toplum odaklı diyalog ve uzlaşıya
dayalı, otoriter-merkezi-hiyerarşik siyaset yapma tarzı yerine;
demokratik-yerel-yatay işleyişi benimseyen, demokratik iç işleyişi kararlılıkla
savunan, barışçıl demokratik siyaseti esas alan, evrensel değerlere sahip çıkan,
her türlü ayrımcılığı ve ırkçılığı ret eden, insanlığın özgürleşmesini cinsler
arası eşitlikte gören, bu temelde özgür, demokratik-ekolojik toplumu hedefleyen
demokratik özgürlükçü eşitlikçi sol bir kitle partisidir.
2-
Demokratik Toplum Partisi'nin Amacı
a)
Demokratik Toplum Partisi; Türkiye'nin hukuki, siyasi, idari, sosyal, ekonomik,
kültürel ve diğer bütün alanlarda kapsamlı demokratik reformlarla yeniden
yapılandırılmasını ve bu sürecin etkin ve kalıcı kılınabilmesi için toplumsal
barışın sağlanmasını acil bir ihtiyaç olarak tespit eder. Bunun için, halkın
demokratik iradesine dayalı, etnisite, sınıf, cins ayrımı yapmadan, başta
emeğiyle geçinen tüm toplumsal kesimler olmak üzere, kadın, gençlik ve farklı
inanç gruplarının ortak mücadele örgütü olarak, kuruluşu ve işleyişiyle
özgürlükçü demokratik siyasal mücadelesini kurumlaştırarak yürütür.
b)
AB sürecini salt bir devletler topluluğu değil, aynı zamanda bir halklar
topluluğu olarak da gören DTP, bu süreci kararlılıkla savunur. Türkiye'nin AB
sürecinin gerektirdiği reform ve düzenlemelerin hayata geçirilmesinin takipçisi
olmak ve bu sürecin toplumun en geniş çıkarlarına hizmet etmesi için başlamış
bulunan müzakere sürecine aktif katılımı öngörecek girişimlerde bulunur.
c)
Türkiye Cumhuriyeti'nin Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplar tarafından
kurulduğunu ve kardeşliğin temelinin tarihin derinliklerinde yattığını beyan
eder; halkların geleceğini ve Kürt sorunun çözümünü ortak vatanda özgür
birliktelikte ve Demokratik Cumhuriyette görür.
d)
Demokratik bir mücadeleyle evrensel hukuk kurallarına uygun yeni bir anayasa
çerçevesinde, barışçıl, özgürlükçü, adaletçi, eşitlikçi, değişimci, çoğulcu ve
katılımcı bir demokrasiyi, ihtiyaçlara dayalı yaygın örgütlü sivil toplumu,
demokratik siyasi, herkesin kendi kimlik özelliklerini geliştirebileceği
toplumsal bir yapıyı savunur.
e)
Devleti, kutsal ve halkın üzerinde gören anlayış yerine, devleti halkın
hizmetine sokacak düzenlemeler yaparak otoriter-bürokratik devletin giderek
küçülmesini öngörür. Yasak ve tabuları temel alan anlayışların terk edilmesi;
bireysel, kolektif, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel temel hak ve
özgürlüklerin etkin biçimde kullanılmasını sağlayacak siyasal ve toplumsal bir
yapılanmanın oluşturulması; herkese ayrımsız, anadilinde eğitim ve öğretim
hakkının sağlanması, basın, düşün, kültür-sanat ve diğer alanlarda özgürlükçü
ve demokratik anlayışın yerleşmesi için mücadele eder.
f)
Cins ayrımcılığı ve kadına yönelik her türlü şiddeti ret eder, toplumun
özgürleşmesinin kadının özgürleşmesine bağlı olduğundan hareketle, yaşamın tüm
alanlarında cinsler arası eşitliğin yaratılabilmesi için; hukuki, ekonomik,
sosyal, siyasal ve kültürel tedbirlerin alınmasını sağlar.
g)
Cinsiyet özgürlüğünü sağlamanın demokratik toplum hedefine ulaşmada belirleyici
bir etken olduğundan hareketle, cinsiyet özgürlüğü önündeki bütün engellerin
ortadan kaldırılması için başta kadınların öz iradesine dayalı olarak gelişecek
kadın örgütlülüğünü yaratarak, kararlılıkla mücadele eder.
h)
Gençliği, özgür ve demokratik geleceği yaratmanın temel dinamiği olarak görür.
Gençliğin sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik yaşamda kendini ve toplumu
geliştirmesinin önündeki her türlü engelin kaldırılması ve gençliğin öz
örgütlülüğünü yaratarak siyasetin gençleştirilmesi için mücadele eder.
i)Ulusal
ve küresel ekonominin dengeli uyumu temelinde kamu ve özel mülkiyetin birlikte
ele alındığı, rantçılığa karşı üretken sermayeye yer veren, sosyal adaleti her
alanda gerçekleştiren, yoksulluğa ve açlığa karşı adil paylaşımı ve üreticiliği
ön gören bir felsefeyle hareket eder.
j)İnsanlığın
geleceğinin doğa ve çevre ile uyumlu demokratik bir toplumdan geçtiğini
savunur; doğa üzerinde sistemli bir şekilde sürdürülen tahribatı sona erdirecek
ekolojik-demokratik bir toplumun yaratılması için mücadele eder.
k)Her
türlü inancın kendisini özgürce ifade edebileceği, devletin tüm inançlara eşit
mesafede duracağı, bilimsel düşünceyi esas alan, özgürlükçü, demokratik laiklik
anlayışın esas alınması için mücadele eder.
l)Türkiye'nin
katı merkeziyetçi ve tekçi yapılanmasına karşı yerinden yönetimi ve yerel
demokrasinin geliştirilmesini savunur. Yerel demokrasinin bir an önce hayata
geçirilebilmesi için, Türkiye'nin mevcut idari işleyişinde gerekli acil
reformları gerçekleştirmeye yönelik kapsamlı çalışmalar yürütür, bu amaç
doğrultusunda bilimsel araştırma ve tartışmalar geliştirir.
m)Demokratik
Toplum Partisi, yaşamın her alanında kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasını
savunur. Kadın-erkek eşitliğinin siyasal alanda uygulanabilmesi için her türlü
önlemi alır. Kadın-erkek eşitliğini en üst düzeyde sağlamak üzere 'eşbaşkanlık'
sistemini savunur ve bunun kurumsallaşması için mücadele yürütür.
B -
DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİ, AB'YE TAM ÜYE OLMUŞ BİR TÜRKİYE'Yİ HEDEFLEMEKTEDİR
Dünyadaki
değişim ve dönüşümler, insanlığın paylaştığı ortak değerler noktasında
bireyleri ve sistemleri demokratikleşmeye zorluyor.
Demokratikleşmenin
önemli bir boyutu da, siyasetin demokratikleşmesidir. Bu da ancak farklı
toplumsal taleplerin belirli bir zeminde karşılanması, tartışılması, uzlaşması
ve karar süreçlerine ulaşmasıdır.
Türkiye'nin
dış politikada söz sahibi olabilmesi, ancak iç ve dış kamuoyunun desteği ile
yapacağı cesur reformları, ayrıca ekonomik istikrar ve demokratikleşmeyi
başarmasına bağlıdır. Radikal bir hukuk reformuyla bunlar mümkündür.
Türkiye
Avrupa Birliği ilişkileri, Kopenhag Kriterlerinde ifadesini bulan, sürece ve
pratik içinde daha somutlaşacak olan ilke ve kuralların benimsenmesini
gerektirir.
DTP,
Türkiye'nin çağcıl bir dünya ülkesi olması için, iç ve dış diplomasi
girişimleriyle her platformda büyük gayretler göstermiştir.
Türkiye'nin
AB'ye tam üye olması için ülkede kamuoyu oluşmasında, ülke dışında tüm
diplomasi olanaklarıyla en büyük çabayı gösteren partidir.
Türkiye
Cumhuriyeti, kurulduğundan beri, her alandaki büyüme ve çağdaşlaşma
stratejisini AB'ye katılmada görmüştür. DTP'nin program ve siyasetinin önemli
bir ayağı da bu stratejinin gerçekleştirmesini hızlandırmaktır.
DTP,
Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü içinde, barışı, toplumsal uzlaşmayı ve
demokratikleşmeyi savunur. Bunu partinin tüm resmi başvurulu eylem ve
etkinlikleriyle, her kademedeki tüm yöneticilerinin söylem ve mesajlarıyla
kanıtlanmıştır.
Demokrasilerde
elbette, muhalif görüşler ve bu görüşlerin siyasi partileri olacaktır. Var olan
sisteme, statükoya alternatif politikalar oluşturmak; sistemin iktidarını,
söylem ve eylemleriyle eleştirmek, demokrasinin vazgeçilmezliğidir.
Bu
duruş ve bakış açısı ile meşru eylemleri hukuken ve siyaseten parti kapatma
gerekçeleri olamaz.
C-
DAVA İDDİANAMESİNİN HUKUKSAL MANTIĞI
I -
Uluslararası Hukuk Açısından
a)
Yargıtay Sayın Cumhuriyet Başsavcısı'nın iddianamede yer verdiği 'AİHS'in
11'nci maddesindeki düzenleme gözetildiğinde, ülkedeki demokratik rejimi
tehlikeye sokacak siyasi projesi bulunan ve/veya siyasi amaçlar için
gerektiğinde şiddete başvurmayı amaçlayan siyasi parti için kapatma yaptırımı
öngörülmesi AİHS'e aykırı değildir' (Emek Partisi/Türkiye kararı) kararı, doğru
olmakla birlikte, Sayın Başsavcının gözden kaçırdığı bir nokta vardır. O da,
kararda da belirtildiği gibi, siyasi amaçlar için gerektiğinde şiddete
başvurmayı amaçlayan siyasi parti kapatılır diyor. Ancak Demokratik Toplum
Partisi, ne şiddeti bir amaç, ne de bir araç olarak görür. Kaldı ki, hiçbir
eylem ve söyleminde bırakın şiddetti ya da şiddete çağrı yapmayı, şiddete karşı
olduğunu her fırsatta belirtmektedir.
AİHS'in
11'nci maddesi uyarınca bir siyasi partinin kapatılması 'ırkçılığı, terörü,
yabancı düşmanlığını, şiddeti, şiddet çağrıyı teşvik ediyor veya hoşgörüsüzlüğe
dayanıyorsa', bu durumlarda AİHS'in 11'nci maddesinin bir ve ikinci
fıkrasındaki düzenlemelerden hareketle, siyasi partinin kapatılması gündeme
gelebilecektir. İddianamede şiddet kavramı, çok geniş bir şekilde ele alınarak,
siyasi bir bakış açısıyla DTP'nin şiddeti savunduğu öne sürülmüştür. Ancak
hukuk düzeninde açık söylem ve eylemler geçerlidir.
b)
Yine AİHM'in bazı kararlarında 'Kapatma yaptırımı boyutundaki müdahale, takip
edilen meşru amaçla orantılı, uygun ve yeterli olmalı, sosyal bir ihtiyaca
cevap vermelidir, yani demokratik bir toplumda gerekli olmalıdır' denilmiştir.
TBKP/Türkiye, Sosyalist Parti/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, HEP/Türkiye, RP/Türkiye
kararları gerçeği karşısında, Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılması hangi
ihtiyaçtan doğmuştur' Demokratik bir ortamda Demokratik Toplum Partisi'nin
kapatılması gerekli midir' Sayın savcının, geçmişte ülkede yaşanan ve halen de
devam eden şiddet olaylarının Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılmasında
değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor. Bunu da zorlayıcı sosyal gereksinim
olarak ifade ediyor. Hukuk gerçeğinden uzak, sadece siyasi saiklerle ifade
edilen bu iddialar, Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılması için kanıt olarak
gösteriliyor. Oysa, Türkiye'de yaklaşık 30 yıldır süregelen şiddet olaylarının
kaynağı Demokratik Toplum Partisi olamayacağı gibi, bunun önlenmesi için
Demokratik Toplum Partisi, her fırsatta barışçıl ve demokratik söylemlerini
ifade etmiştir.
c)
İddianamede de yer alan AİHM'in Sosyalist Parti ve TBKP kararında; 'Kapatma
yönünden tüzük ve programdaki aykırılık tek başına yeterli olmayıp, eylem de
olmalıdır. Siyasi partinin, Türkiye toplumu ve devleti için gerçek bir tehlike
oluşturduğuna ilişkin somut kanıtlar ortaya konulmalıdır. Eylemler aşırı uç ve
terörist grupları teşvik etmeye yönelik olmalıdır' denilmektedir. Burada da
görüldüğü gibi, tüzük ve programın aykırılık teşkil etmesi tek başına yeterli
görülmemiş, ayrıca DTP'nin Program ve Tüzüğü yasal süreçler ve onaydan da
geçmiştir. Demokratik Toplum Partisi'nin tüzük ve programında hiçbir aykırılık
söz konusu değildir. Ancak bu eylemlerin de Türkiye devleti için gerçek bir
tehlike oluşturduğuna ilişkin somut kanıtların olması gerektiğine atıf
yapılmıştır. Demokratik Toplum Partisi'nin Türkiye devletini tehlikeye atacak
hiçbir somut eylemi olmamıştır.
AİHM'in
ÖZDEP kararı, program ve tüzük konusunda en önemli içtihattır.Strasbourg
yargısal denetimi değerlendirmelerinde:
38.
Mevcut davada, ilk olarak Anayasa Mahkemesinin 14 Temmuz 1993 tarihli ÖZDEP'i
kapama kararında belirtilen gerekçeler, Anayasa ve siyasi partilerin kuruluşuna
ilişkin kanunun 78(a) ve (81) (a) ve (b) bölümlerinin ihlal edilmesi suretiyle,
Devletin bölünmez bütünlüğüne ve ulusun birliğine zarar verme olarak
gösterilmiştir. Anayasa Mahkemesinin kanaatına göre program, Türkiye'de kendine
özgü bir kültürü ve dili olan ayrı bir Kürt halkının mevcut olduğu varsayımına
dayanmıştır. Programda Kürtler, demokratik hakları tamamen gözardı edilen
ezilen insanlar olarak sunulmuştur. ÖZDEP, Kürtler için kendi kaderini
tayin etme hakkını istemiş 'bağımsızlık savaşı' haklarını desteklemiştir.
Görüşü terör örgütü ile aynıdır ve kendi içinde bir isyana teşvik etmektedir.
Bu da kapatılmayı haklı kılmıştır (bkz. yukarıdaki 14. paragraf).
Ayrıca,
Anayasa Mahkemesi, programında Hükümet'in Diyanet İşleri Başkanlığı'nın (dini
işlerin dini kurumların kendi kontrolü altında olması gerektiği gerekçesi ile)
kaldırılmasını savunarak, ÖZDEP'in laiklik ilkesini yıkmaya
çalıştığını düşünmüştür. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, siyasi partilerin
kurulmasına ilişkin Kanunun 89. bölümünün ihlal edildiğini kabul etmiştir.
39.
Bu etkenlerin ışığı altında Mahkeme söz konusu alıntıların içeriğini dikkate
almalı ve ÖZDEP'in kapatılması için haklı sebep teşkil edip etmediğini
tespit etmelidir.
Birinci
hususa ilişkin olarak, Mahkeme araştırmasını yaparken birinci görevinin kendi
görüşlerini ilgili ulusal yetkililerin görüşlerinin yerine koymak değil, anılan
yetkililerin insiyatifleri doğrultusunda verdikleri kararların 11. Madde
kapsamında incelenmesi olduğunu yinelemektedir. Bunu yaparken de, Mahkeme
özellikle ulusal yetkililerin kararlarını ilgili olayların kabul edilebilir
şekilde değerlendirmelere dayandırdığından emin olmalıdır (bkz., yukarıda
anılan Sosyalist Parti ve Diğerleri kararı, s. 1256, Madde 44).
40.
ÖZDEP'in programının incelenmesi üzerine, Mahkeme şiddet kullanımı,
bir isyan veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin reddedilmesine yönelik
herhangi bir çağrı tespit edememiştir. Bu, Mahkeme'nin kanaatına göre dikkat
edilmesi gereken önemli bir husustur (bkz., 8 Temmuz 1999 tarihli Okçuoğlu '
Türkiye Kararı, Raporlar 1999, s. ', madde 48). Bunun aksine, program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması gerektiği
vurgulanmıştır. Diğer hususların yanı sıra, ÖZDEP'in 'genel seçim
hakkına sahip şahıslar tarafından seçilen temsilcilerden oluşan bir demokratik
meclisin oluşturulmasını teklif etmekte' ve 'Kürt sorununa Nihai Helsinki Senedi,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi
uluslararası sözleşmelere harfiyen riayet eden barışçı ve demokratik bir çözümü
savunduğunu' belirtmektedir (bkz. yukarıdaki 8. paragraf).
Ancak
Hükümet, 'ÖZDEP'in 'ÖZDEP halkların bağımsızlık ve özgürlük
için verdiği haklı ve meşru mücadelede halkları desteklemektedir. Bu mücadelede
halkların yanındadır.' ifadesi ile silahlı mücadeleyi açıkça desteklediği'
kanaatındadır'
Mahkemenin
anılan ifadenin ÖZDEP'in belli siyasi taleplerde bulunduğunu
düşünmesine rağmen, anılan ifadede halkı şiddet kullanmaya, demokrasi
kurallarını çiğnemeye teşvik edecek herhangi bir husus tespit edememiştir. Bu
açıdan ilgili bölüm, Avrupa Konseyi'nin üye devletlerinde siyasi açıdan etkin
olan diğer kurumların programlarında bulunan bölümlerden ayırt eden herhangi
bir husus içermemektedir.
41.
Anayasa Mahkemesi ayrıca ÖZDEP'i programında 'Kürtler ve Türkler'
olmak üzere iki ulusun belirtilmesi ve Türk ulusunun birliği ve Türk Devletinin
toprak bütünlüğüne zarar verecek şekilde azınlıkların mevcudiyetine ve bunların
kendi kaderini tayin etme haklarına gönderme yapma konusunda da eleştirmiştir.
Mahkeme,
söz konusu metinler birlikte ele alındıklarında, temelde ' demokratik kurallar
çerçevesinde ' 'Türk ve Kürt halklarını kapsayan bir sosyal düzen' kurmak olan
bir siyasi projeyi amaçladığını belirtmektedir. Programın başka yerlerinde
'Özgürlük ve Demokrasi Partisi ülkenin kuruluşuna katılmış olan Kürt ve Türk
halklarının gönüllü birliği için kampanya başlatmaktadır' ibaresi
kullanılmıştır. ÖZDEP'in programında ayrıca 'ulusal ve dini
azınlıkların' kendi kaderini tayin etme hakkına gönderme yaptığı doğrudur;
ancak bağlam içinde ele alındığında, bu kelimeler insanları Türkiye'den
ayrılmaya teşvik amacına değil, teklif edilen siyasi projenin Kürtlerin özgür
irade ile, demokratik şekilde ifade edilen izni ile desteklenmesinin
gerektiğinin vurgulanmasına yöneliktir.
Mahkeme,
anılan siyasi projenin Türkiye Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapıları ile
uyumlu olmamasının demokratik kuralları ihlal etmediği görüşündedir. Demokrasi
açısından herhangi bir zarara sebebiyet vermemesi kaydıyla, bir Devletin mevcut
düzenleme şeklini sorgulayanlar da dahil olmak üzere, çeşitli projelerin
önerilmesi ve görüşülmesi demokrasinin temel unsurlarındandır (bkz. yukarıda
anılan Sosyalist Parti ve Diğerleri kararı, s. 1257, Madde 47). Aynı husus, ÖZDEP'in
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kaldırılmasına ilişkin teklifleri için de
geçerlidir.
42.
Söz konusu bölümlerin halkça benimsenenden daha farklı bir siyasi tasarım
içermediğini söylemek imkansızdır. Ancak, aksine işaret eden başka bir somut
eylem olmadığında, 'ÖZDEP'in programının gerçekliğine ilişkin şüphe
duyulması için herhangi bir neden mevcut değildir. Bu nedenle, ÖZDEP
sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırılmıştır.
43.
Mahkeme yukarıda anılan hususların ışığı altında, ÖZDEP'in
kapatılmasının demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığının bir başka
deyişle, bir 'zorunlu sosyal gereksinimi' karşılayıp karşılamadığı veya
'amaçlanan meşru hedef ile orantılı' olup olmadığını tespit etmek durumundadır
(bkz. yukarıda anılan Sosyalist Parti ve Diğerleri kararı, s. 1258, Madde 49).
44.
Demokrasinin düzgün şekilde işlemesine ilişkin siyasi partilerin önemli rolü
açısından (bkz. yukarıda anılan Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve Diğerleri
kararı, s. 17, madde 25), siyasi partiler söz konusu olduğunda, 11. Madde
kapsamında belirtilen istisnalara harfiyen uyulması gerekmektedir; anılan
partilerin dernek kurma özgürlüğüne ilişkin sınırlamaları sadece inandırıcı ve
zorunlu nedenler haklı kılacaktır. 11. Maddenin 2. fıkrası anlamında bir
gerekliliğin mevcut olup olmadığının tespitinde Akit Devletler, sadece sınırlı
bir takdir marjına sahip olup, bu da bağımsız mahkemeler tarafından verilenler
de dahil olmak üzere, tabi olduğu kanun ve kararları kapsayan Avrupa denetimi
ile paralel gitmektedir (a.g.e. s. 22, Madde 46).
Ayrıca,
Mahkeme daha önceden demokrasinin başlıca özelliklerinden birinin, yıldırıcı
olanlar da dahil olmak üzere, bir ülkenin sorunlarının şiddete başvurulmaksızın
diyalog içinde çözümlenmesi için fırsat sağladığına karar vermiştir. Demokrasi
ifade özgürlüğü ile gelişmektedir. Bu açıdan, Devlet nüfusunun bir kısmının
durumunun alenen görüşülmesini istemesi ve demokratik kurallara uygun olarak
ilgili herkesi hoşnut edecek çözümleri bulmak üzere ulusun siyasi hayatına
katılmak istemesi nedeniyle bir siyasi grubun engellenmesi için herhangi bir
meşru sebep bulunmamaktadır (bkz. yukarıda anılan Sosyalist Parti ve Diğerleri
kararı, s. 1256, 45. madde).
45.
Mahkeme, mevcut davada söz konusu müdahalenin radikal olduğuna işaret
etmektedir: ÖZDEP derhal yürürlüğe girmek üzere temelli kapatılmış,
aktifleri tasfiye edilerek kanunen Hazineye devredilmiş ve yöneticileri benzeri
siyasi faaliyetlerden men edilmiştir. Anılan sıkı önlemler ancak en ciddi
davalarda uygulanabilecek türdendir.
46.
Mahkeme ÖZDEP'in programındaki ilgili bölümlerin, eleştiri ve
talepleri dile getirmek suretiyle, bu açıdan demokrasi ilkeleri ve kurallarına
uygunluğun sorgulanmasını gerektirmediğine ilişkin görüşünü daha önce
bildirmiştir.
Mahkeme,
başta terörizm ile ilgili mücadele olmak üzere, huzurunda bulunan davaların
tarihçesini dikkate almaktadır (bkz. yukarıda belirtilen Türkiye Birleşik
Komünist Partisi ve Diğerleri Kararı, s. 27, Madde 59). Bu bağlamda Hükümet, ÖZDEP'in
Türkiye'de terörizmden kaynaklanan sorumlulukta pay sahibi olduğunu
belirtmiştir (bkz. yukarıdaki 35. paragraf). Ancak Hükümet, ÖZDEP'in
herhangi bir önemli faaliyet yapmak için çok kısıtlı bir zaman içinde anılan
durumun nasıl oluştuğunu açıklamakta başarısız olmuştur. Parti 19 Ekim 1992
tarihinde kurulmuş ve kapatılması için birinci başvuru 29 Ocak 1993 tarihinde
yapılmış ve ilk olarak 30 Nisan 1993 tarihinde kurucu üyelerinin kararı ile
kapatılmış ve sonrasında 14 Temmuz 1993 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından
kapatılmıştır. Olası herhangi bir tehlike olsa olsa ÖZDEP'in
programından kaynaklanacak olup, burada da Hükümet, demokrasi ve barışçıl
çözümlere olan bağlılıklarına rağmen ÖZDEP'in programındaki söz konusu
bölümlerin Türkiye'deki terörizmi körüklediğini ikna edici şekilde
açıklayamamıştır.
ÖZDEP
ile ilgili AİHM kararı uyarınca Anayasa mahkemesine 'Yeniden Yargılama'
başvurusu kabul edilmiş,inceleme sonucun da tekrar red kararı verilmiş
olduğundan,AİHS nin 46 ncı maddesi uyarınca,yeniden başvuru konusu olup ayrıca
Bakanlar komitesinin denetimi istenecektir.
d-
HEP hakkında açılan dava da anayasa Mahkemesi parti kongre ve toplantılarında
atılan sloganların, yapılan konuşmaların,üye ve bir kısım yöneticinin söylemini
'odak' suçlamasında yeterli görmemiş,sadece SPK 101 nci madde uyarınca yetkili
kurulların yaptığı açıklamalar sonucu kapatılmıştı.AİHM bu davada da ihlal
kararı buldu.Ayrıca siyaseten yasaklananlar AİHM e açtıkları davaları
kazandılar Türkiye AİHS nin 10 ncu maddesi uyarınca mahkum oldu.Bu dava da
ÖZDEP gibi tekrar Strasbourg denetim sürecini yaşayacaktır.
D-
KÜRT SORUNU TÜRKİYE'NİN ÇÖZÜM BEKLEYEN EN ÖNEMLİ SORUNUDUR. SİYASET VE HUKUK
BUNU ÇÖZMEK ZORUNDADIR.
Tüm
siyasi partiler bu konuda çözüm projesi geliştirmek zorundadır. Demokratik
Toplum Partisi DTP, Kürt sorunun demokratik-barışçıl temelde çözümünü
programında açıklamıştır. Parti, Kürt sorunun çözümünde, Türk ve Kürtler'in
tarihsel olarak birlik ve kardeşlik ilişkilerini temel alan güncel bir
yaklaşımın çözüm yolunu açacağına inanmaktadır.
Türkiye'nin
demokratikleşmesi Ortadoğu'nun demokratikleşmesinde belirleyici rol
oynayacaktır.20.yy'da Ortadoğu'da oluşturulan siyasi sistemin bir çok sorunu
beraberinde getirdiği, bölgenin en eski topluluklarından olan Kürtlerin bu
sistemde ifadesini bulamaması, Türkiye başta olmak üzere Iran, Irak; Suriye'de
gelişen oligarşik, otoriter, totaliter ve monarşik yönetimler sonucu, Kürtlerin
varlığı inkar edilmiştir.
DTP
inkarcı ve ayrılıkçı yaklaşımların sorunları çözemeyeceğini, aksine çözümü daha
da zorlaştıracağına inanmaktadır. Devletin soruna bakış açısı ve yaklaşımı,
kökten değiştirilmedikçe, çözüme uygun politika ve uygulamalar
geliştirilmedikçe, sorunu daha da ağırlaştıran askeri çözüm yaklaşımı terk
edilmedikçe, barışın güvenin, istikrarın ve huzurun tesisi mümkün değildir Son
yirmi yılda yaşanan acılardan herkesin ders çıkarması gerekmektedir. Gelişen
etnik milliyetçilik ve çatışma ortamı alarm vermektedir. Orta Doğu'da taşlar
yerinden oynamakta, dengeler değişmekte, gelişmeler ülkemizi yakından
ilgilendirmektedir.
Türkiye'de
Kürtler, Türklerden sonra ikinci büyük halktır. Sayıları yirmi milyonu aşkın
yurttaşımız bulunmaktadır. Kürt halkı, Türk halkından tarih, dil, kültür,
gelenek, coğrafi bölge gibi etkenler itibariyle farklı bir topluluk, yani
bağımsız bir halk olduğu konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Kürt halkı
bugün nüfus yoğunluğu olarak Doğu ve Güneydoğu bölgesinde, yarısından fazlası
da metropol kentler başta olmak üzere Batı ve diğer bölgelerde yaşamaktadır.
Ulusal kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde, Lozan görüşmelerinde
Atatürk'ün bir çok söyleminde ve Meclisin tutanaklarında, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin kurucu asli öğesi olarak Türk ve Kürt halkı gösterilmektedir. Bu
nedenle Kürtlerin Türk kardeşleri ile eşit yaşamayı isteme hakları vardır.
Dil,
bölge, kültür, din, gelenek ve tarihsel köken gibi objektif kriterler devreye
girince, kültürel ve tarihi özelliklere sahip insan topluluklarının kendilerini
bir halk olarak algıladıkları takdirde, tereddütsüz, bağımsız bir halk olarak
tanınmaktadırlar.Kürt halkının varlığı,tarihsel,sosyolojik gerçeklik bugüne
kadar devlet tarafından yok sayılmıştır.Son zamanlarda 'Kürt realitesini
tanıyoruz' gibi Başbakanlar düzeyinde yapılan resmi açıklamaların içeriği
doldurulmamıştır.
Lozan
anlaşmasında 'gayrı Müslim azınlıklar' dışında kalan, başta Kürt halkı olmak
üzere diğer Müslüman gruplarında 39 ncu madde uyarınca dil ve kültür haklarının
kullanılması önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Kaldı ki Türkiye'nin tarafı
olduğu uluslar arası sözleşmeler ve AB aday üyelik süreci kriterleri de bu
hakların kullanılmasını ön görmektedir. Ancak, kuruluş felsefesinin inkarı
giderek, inkar, asimilasyon, baskı politikaları sonucu, sorun bugüne kadar
çözümsüz kalmıştır. Yanlış politikalar sonucu gelinen noktada devlet ile Kürt
yurttaşı arasında barışa, sarsılan güven bunalımını aşmaya, ekonomik, sosyal ve
siyasal adımlar atılmaya ihtiyaç vardır.
Kurtuluş
savaşı Kürtlerin, Türklerin ve diğer etnik kökenlerinden toplulukların ortak
direnişiyle başarıya ulaşmıştır. Amasya protokolun da 'Vatan Kürt ve Türklerin
oluşturduğu topraklardır' denilmektedir.*1921 Anayasası da yerel kültürlere
özerklik tanıyan karakteriyle, Türk ulus yerine 'Türkiye ulusu' şeklinde ki
kapsayıcı anlayışı,1924 Anayasasında terk edilmiş,'Türkiye ahalisi' tabiri
kullanılmıştır.
Çok
kültürlü toplumlarda farklılıkların bir arada özgür ve eşit yaşaması yönünde
anlayış ve davranışlar geliştirilmediği takdirde, ülkemizde son yıllarda olduğu
gibi acı olaylar yaşanmaktadır. Bugün dahi çözülmesi acil sorunların başında
Kürt sorunu gelmektedir.
1999
yılında AB aday üyelik süreci ile başlayan reformlar sonucu bazı adımlar
atılmasına rağmen yeterli olmadığı, müzakere sürecinde kalıcı bir barış ve
güven ortamının sağlanması yönünde ki niyetler Ortadoğu ve Irak'ta yaşanan
gelişmeler sonucu, çözümü daha da ivedi kılmıştır.
Türkiye'de
çok kültürlü bir toplum yaşamaktadır. Nüfusun büyük çoğunluğunu Türk ve Kürt
halkını oluştururken, Çerkez, Gürcü, Laz, Arap, Gürcü, Arnavut vs. birçok
değişik etnik grubu da barındırmaktadır. Müslüman olmayan azınlıklarda Lozan'da
statü tanınan Ermeni, Yahudi, Rum azınlığın dışında, Süryaniler, Keldaniler ve
Yezidiler gibi azınlıklarda bulunmaktadır. Büyük çoğunluğu Sünni Müslüman
olmasına rağmen, milyonlarca Alevi yurttaşımızın yaşadığı ülkemizde tarihten
gelen zengin kültürel farklılıkları barındırmaktadır.
Kürt
sorunu askere havale edilerek, asayiş ve kriminal bir sorun olarak, baskı
yöntemleriyle çözülemediği görülmüştür. Bugüne kadar uygulanan politikaların
devamı sorunu derinleştirir ve bir iç savaşa doğru sürekler. Terörü önleme
bahanesiyle Kürt halkının istek ve özlemlerinin bölücülük gerekçesiyle
bastırılması, bir halkın bütün olarak potansiyel düşman olarak görülmesi, ırkçı
saldırgan milliyetçiliğin linç girişimlerine onay verilmesi, kışkırtılmış
kitlelerin kontrol edilmemesi, hukukun uygulanmaması, bizi adım adım seçilmiş
bir travmaya doğru götürmektedir.
Kürt
sorunu bir demokrasi ve İnsan hakları sorunudur. Tarihsel ve sosyolojik anlamda
köken olarak etnik anlamda bir kimlik arayışı, anlatımı, kültür sorunu, yönetim
sorunu, hak arama sorunu olarak ortaya çıkması nedeniyle demokrasi ve insan
hakları sorunu olarak, hukuksal anlamda eşit ve özgür yurttaş olma isteği hak
arayışı, barış, bütünlük ve gelişme, kalkınma boyutları olan devasa çözümü de
kısa ve orta vadelere yayılabilecek bir sorundur.
a-
Sözleşmeler açısından haklar
İnsanlık
tarihi yaşanan acıların külleri üzerinde ikinci dünya savaşı sonrası insan
hakları konusunda önemli gelişmeler sağlamıştır.1990 lı yıllardan sonra uluslar
arası insan hakları hukukunun bir parçası olarak 'azınlık hakları' gelişmiştir.
Birleşmiş
Milletler İnsan hakları komisyonu 'etnik,dinsel ve dilsel azınlıklara mensup
kişilerin haklarına ilişkin 'azınlık' tanımının 'objektif ' ölçütleri içinde
yer alan '..çoğunluktan farklı,etnik,dilsel,dinsel özelliklere sahip olma
unsuru' azınlık haklarına ilişkin uluslar arası belgelerin hak öznesinin
tanımlanmasında kullanılan diğer bir unsur 'subjektif' ölçüt olarak 'ortak
kimlik' ve korunması üzerinde yoğunlaşmıştır.
Azınlıkların
korunması, devletlerin yetki alanını aşan, insan haklarının uluslar arası
korumasının ayrılmaz bir parçası olarak kabul görmektedir.Azınlıkların kimlik
haklarının temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı içine
yerleştirilmesi,kültürel ve siyasal çoğunluğun taşıyıcısı insan hakları ve
demokrasi anlayışı içinde ifade edilmesi ve korunmasını sağlayacak çözüm
yöntemleri geliştirmeyi zorunlu kılıyor.
Türkiye
BM in 1966 tarihli ikiz sözleşmelerini imzaladı ve onayladı. Bunların ortak
birinci maddesi,'halkların self determinasyon hakkından 'bahsediyor. Bunun
ölçütleri olarak, sayı, yoğunluk, tarihsel süreklilik, motivasyon ölçütlerine
bakılıyor. Önceki bölümlerde Kürt halkının bu ölçütleri taşımasının bir bölünme
sendorumuna yol açacağı kaygısıyla bazı çekinceler konuldu. Dış etkenler,
uluslar arası konjöktör, iç etkenler birlikte değerlendirildiğinde acil
önlemler alınması gerektiği açıktır.
'İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi' 2 nci maddesi 'ırk, renk, cinsiyet, dil, din,
siyasal ya da düşünce, ulusal ya da toplumsal köken ...nedeniyle insanlar
arasında fark gözetilmeyeceğini..' amirdir.
'Uluslar
Arası Ekonomik,Sosyal haklar Sözleşmesi' 'öğrenim-eğitim hakkını, kültürel
hayata katılma, bilimsel gelişmelerden yararlanma, haklarının güvenceye
alınması gerektiğini..' belirtmektedir.
'Uluslar
arası Medeni ve Siyasi haklar sözleşmesi' '..her türlü düşünceyi ifade etme
hakkı, halkların kendi kaderini tayin hakkı,etnik,dilsel ve dinsel azınlıkların
bulunduğu ülkelerde kendini geliştirme hakkının yadsınamayacağını..'
belirtmektedir.
Çerçeve
Sözleşmesi yanı sıra BM in ve Avrupa Konseyi ile AGİT in birçok karar ve
bildirgesinde azınlık hakları korunması ve yaşatılması önemli bir yer
tutmaktadır.'Ulusal yada etnik,dinsel ve dilsel azınlıklara mensup
kişilerin hakları konusunda BM Teşkilatının bildirgesinde;...kendi kültürünü
yaşama hakkı, kendi dinini öğretme ve uygulama hakkı,kendi dilini kullanma
hakkı, kültürel, dinsel, sosyal, ekonomik ve kamu yaşantısına etkin biçimde
katılma hakkı...' birçok hakka değinmektedir.
Azınlık
hakları kimlik ve kültürel Haklar artık ulusların iç sorunu olmaktan çıkmış,
uluslararası denetim mekanizmasına tabi temel hakların başında gelmektedir.
Avrupa İnsan hakları sözleşmesinin 14 ncü maddesi her türlü ayırımcılığı
yasaklarken AB müzakere sürecinde özellikle azınlık ve kültürel haklar konusu
önemli bir yer tutmaktadır.
'Kültür
ve Kalkınma Dünya Komisyonu Raporu' son yılların önemli çalışmalarından olup,
Dünya Kültür Komisyonu İLC'nin ilk raporunu 1998 yılında BM sunması yanında; Kültür
Hakları konusunda bir Ombdusman Bürosu kurulması önerilmekte, bu büroya baskı
altında ki kişiler yada grupların başvurabilecekleri belirtilmektedir.
Avrupa
Konseyi Parlementerler Meclisi kabul ettiği raporda '..Kürtlerin dünyanın
devletsiz en büyük ulusu olduğu' yazılıdır. Kürtlerin kültürel haklarına
kavuşması,Kürt ailelerin mevcut dil öğrenim olanakların hakkında
bilgilendirilmesi ve Kürt kültür derneklerinin resmen tanınması ve
desteklenmesi ..' isteniyor.başta Türkiye olmak üzere 'devletlerin Kürt
kültürünün korunması konusunda atması gereken adımlar' sıralanıyor. Buna göre
Türkiye Avrupa Azınlık ve Bölgesel Diller Şartını imzalayıp yürürlüğe koyması,
Kürtçe öğrenim görebilme olanağı yaratılması, Üniversitelerde Kürtçe dil
edebiyat dersleri verilmesi, Kürt ailelerin mevcut dil öğrenim olanakları
hakkında bilgilendirilmesi, Türkiye'de Kürt kültürünün tanıtımını sağlayacak
merkezlerin kurulması, Kürt Kültür derneklerinin resmen tanınması ve
desteklenmesi..dile getiriliyor.
Uluslar
arası hukuk belgelerinde azınlıkların iki tanımının olduğu görülüyor. Biri
sosyolojik diğeri hukuki tanımıdır. Türkiye'nin de tarafı olduğu uluslar arası
belgelerde etnisite, dil, din veya bu grupların farklılıklarını koruma ve
geliştirme hakkı tanınmaktadır. Sözleşmelerin bir kısmı tanıdığı hak ve
özgürlüklerin öznesi olarak 'halkları' göstermiştir. Azınlık ise doğal ve
tarihsel bir bulgu olarak kabul edildiğinden, sözleşmede tanımlanmasına ve
ilgili devlet tarafından tanınmasına gerek olmadığı kabul edilmiştir.
Çağdaş
uluslar arası belgelerin bir kısmı, bir devletin dil, din, kültür ya da etnik
öğe açısından farklılaşan gruplara tanıyacağı hakları 'topluluk' düzeyinde
tanımıştır. Sosyolojik azınlığa asgari düzeyde bazı hakların tanınması
demokratik bir ülke için kabul edilebilir en düşük standarttır.
Etnik,
dilsel, dinsel veya kültürel farklılıkların inkar edilmesi, bu farklılıkların
korunması ve geliştirilmesine yönelik hakların (asgari düzeyde de
olsa)tanınmaması, uluslar arası hukukun ölçütleri bakımından 'asimilasyonist'
bir politikanın izlenmesi anlamına gelir.
UNESCO'NUN
Kültürel haklar konusunda ki sözleşme, karar ve tasarıları, eğitimdeayrımcılığa
karşı UNESCO sözleşmesi, kültürel haklar konusunda uluslar arası standartları
oluşturma çalışmaları sonucu:
*Kültürel
hayata katılma hakkı*Bilimsel gelişmeye katılma hakkı*Bilgi edinme hakkı
*Herhangi
bir sanat ya da edebiyat yapıtının maddi yada manevi ürünün korunması
hakkı*Kimlik hakkı, kültürel kimlik hakkı*Silahlı çatışmalarda dünya ve kültür
ve doğa mirasının kullanılması hakkı, önemli
bir yer tutmaktadır.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ışığında Kültürel haklar: 'Kimlik hakkı, İsim
hakkı, Kişinin istediği dili kullanma hakkı, Kişinin istediği dili öğrenme
hakkı, Kurum tesis etme hakkı, Kültürel etkinlik hakkı, Bir kültürel topluluk
üyesi olarak tanınma hakkı, kamu makamları ile ilişkilerde kendi dilini
kullanma hakkı, Fikri mülkiyet hakkı, Bilgiye ulaşma hakkı, Kültürel mirastan
yararlanma hakkı, Yetişkinlerin eğitim hakkı, Yüksek nitelikli öğrenim görme
hakkı düzenlenmiştir. Ayrıca Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri
sözleşmesi, Ulusal Azınlıkların Korunması Hakkında Çerçeve Sözleşmesi, gibi
önemli sözleşmelerin AB üyelik sürecinde Kopenhag kriterleri de esas alınarak
yaşama geçirilmesi gerekmektedir.
b-
Dünya örneklerinde sorunun çözümü
Farklı
kültür ve halkların olduğu ülke örneklerinden yola çıkarak Türkiye'de sorunun
kendisine özgü çözümü konusunda sağlıklı bir sonuca ulaşmak mümkündür.
1-
UNESCO nun MOST (Sosyal Değişimlerin Yönetimi) programı çerçevesinde yapılan
araştırmalar sonucu şu kategoriler ortaya çıkmıştır. a-Tek dil konuşulan
ülkeler, eğitim dahil tek dil politikası uygulanmaktadır. b-Bazı ülkeler tek
ulusal dil ve o dilde eğitim politikası izlemekle birlikte bölgesel dilleri ve
göçmenlerin dillerini hesaba katarak farklı dillere sınırlı öğrenim ve uygulama
olanakları tanımaktadırlar (Fransa, İtalya, Bulgaristan gibi) c-Çoğunluğun
dilinin egemen olduğu, bazı yerlerde geçici olarak başkaca resmi dillerin kabul
edildiği ülkeler.(ABD) d-Çok dilli ülkelerde farklılık teşvik edilmemekte,
ülkenin çok dilli niteliği kabul edilmektedir. (Belçika, İsviçre gibi) e-Kanada
örneği ülkeler, iki resmi dil kabul edilmiş. f-Farklı kültürleri tatmin eden
çok kültürlülüğü kabul ederken, aynı zamanda merkezi idarenin egemenliğine
vurgu yapan, kamu yönetiminde devletin tek iletişim dili kullandığı ülkeler
(Sovyetler, Yugoslavya)
2-
Çok kültürlü ülkelerde farklı kültürleri tanıyan, tanımayan ülkeler olduğu
gerçeği ışığında şu kategoriler ortaya çıkmaktadır. a-Dil yönünden bağdaşık
ülkeler, Asimilasyon ve entegrasyan uygulayan Brezilya, Çin, Endonezya,
b-Azınlık diline ulusal üstü belgeler ışığında kullanılma hakkı tanıyan
ülkeler, Avusturya, İtalya, Türkiye (Lozan anlaşması ile sadece Ermeni, Rum ve
Yahudilere tanınan haklar, 39 ncu madee haklarında Kürtler
yararlandırılmamıştır), Yunanistan, c-ülkesinde resmi ve başka dillere hukuki
statü tanıyan İngiltere, Fransa, d-bölgesel özerklik tanıyan Fransa, İtalya,
İspanya, e-Bölge dil ayrımı uygulayan Belçika, İsviçre, f-Birden fazla resmi
dil uygulayan Yeni Zellanda, İsrail, Kanada, g-Toplumsal yaşamda çok dillik
uygulayan ABD, h-Sömürge dili yerine kendi dilini uygulayan Sudan, Cezayir,
dillerin kullanımına karışmayan Avustralya gibi değişik uygulamalar bulunmaktadır.
1-
Üniter devlet yapısı içinde dil ve kültür özerkliği uygulayan ülkeler:
Fransa'da Oksitanca, Bretonca, Baskça, Flamanca, Korsikaca, İtalya'da Sardca,
Almanca, Fransızca, Solvanca, Avusturya'da; Slovanca, Hırvatça, Çekçe, Macarca,
Sorabca, ABD de; İspanyolca, Finlandiya'da; İsveççe Yunanistan da Türkçe
uygulamada kullanılmaktadır.
2-
Çok kültürlülük içinde Toprağa bağlı Özerklik, Eyalet Sistemi uygulayan
ülkeler: İspanya (Katalan, Galiçya, Bask, Arogan, Belçika (Flamanca, Fransızca,
Volanca, Almanca) İsrail (Arapça, İbranice) Kanada (Fransızca, İngilizce)
Birden fazla resmi dili olan ülke sayısı 30 kadardır. Çin, Rusya, Hindistan,
Filipinler, Pakistan bu ülkelerden bazılarıdır.
3-
Çok kültürlülük sorununu bağımsızlıkla çözen ülkeler; Çekoslavakya (Çek ve
Slovakya)
4-
Çok Kültürlülük sorunu çözmek için asimilasyonu uygulayan ülkeler, Türkiye,
Cezayir, Tunus, Suriye.
Çok
kültürlülük sorununu aşması, Türkiye'nin iç barışı sağlaması, barış, güven
huzur ortamını tesis etmesi ile AB müzakere sürecinin sağlıklı işleyeceği bir
gerçektir. 21.Yüzyılda etnik yapılar tehdit olarak değil, zenginlik aracı
olarak görülmekte, demokrasilerde birliğin harcı olarak değerlendirilmektedir.
c-
Bölgesel özerklik tanıyan ülkeler
Çok
kültürlü toplumlarda sosyal barışı ve bölge kültürlerinin gelişmesini
sağlamanın bir başka yöntemi bölgesel özerklik tanımaktır. Fransa, İspanya,
İtalya gibi tek resmi dil kullanan ülkeler ile birden fazla resmi dil kullanan
İsviçre, Belçika, Hindistan, Finlandiye gibi ülkeler bölgesel özerklik politikası
uygulayarak soruna çözüm bulmuşlardır. Bölgesel özerklik politikalarının temel
amacı ülkenin bir bölgesinde azınlık dillerini korumaktır.
Üniter
devlet yapısı içinde Fransa Korsika örneği,'yarı özerklik' modeli olarak
gösterilmektedir. Coğrafi yapı, Korsika dili, Korsika bölgesinin
örgütlenmesinde özellikle coğrafyası ve tarihinden kaynaklanan özellikleri
dikkate alınarak 1982 yılında statüsü bir yasa ile açıklığa kavuşmuştur.
Yasa
ile tanınan özerklik statüsüne İspanya örneği gösterilmektedir. Ülkenin resmi
dili İspanyolca ya da Kastilyandır. Katalan, Bask, Galiçya, Aragon dilleri
ayrıca eyaletlerde resmi dil olarak kullanılmaktadır. Belçika örneği toprak
ayrımı yapılması ve farklı dilleri konuşan toplumlara tam özerklik tanımıştır.
İsrail iki resmi dili Arapça ve İbranice'yi konuşmaktadır. Finlandiya azınlık
dilinin kullanılması için belirli bir nüfus oranını yeterli görmektedir.
Ülkenin resmi dili Fince ve İsveççe olmasına rağmen, Laponca çoğunluk olduğu
yerlerde kullanılmaktadır. Kanada iki dilli statüsünün uygulanması için yeterli
sayının bulunmasına gerek duyan bir sistem uygulamakta ve çoğunluk oluşturan
kültürün bağımsızlığa yönelmesi söz konusudur. ABD de resmi dil İngilizce
olmasına rağmen Havai adalarında iki resmi dil kullanılmaktadır.
Bugün
dünyada konuşulan dil sayısı 6000 devlet sayısı 197 dir. Buda birçok ülkenin
çok kültürlü olduğunu gösteriyor. Azınlık ve insan hakları sorunları bu nedenle
ülkelerin iç sorunu olmaktan çıkmıştır.
Her
türden otonomi uygulamaları kendi içinde belirli ölçüde ademi merkeziyetçiliği
barındırmakta ve bu nedenle de sıkı bir merkeziyetçilik şeklinde örgütlenmiş
olan Fransa (Korsika örneği) veya Türkiye gibi devletler ve hükümetlerce
reddedilmekte ya da en azından aşırı derecede kuşkulu karşılanmaktadır.
Otonominin her biçimin sonuçta devletin dağılması ve ayrılmaya yol açacağı
şeklinde bir korku mevcuttur. Uluslar arası anlaşmalar ya da devlet içi
sözleşmelerle sonuca bağlanmış, başarı kazanmış otonomi örnekleri içinde Aland
adaları, Güney Tirol, Grönland, Feröer adaları gösterilmektedir. Otonomi sıkça
demokrasi ile ilişkilendirilmekte ve tanınması demokrasinin bir faktörü olarak
ortaya çıkmaktadır. Fonksiyonel ya da işlevsel otonomi için Almanya'nın
kuzeyinde ki Schleswig-Holstein eyaleti gösterilmektedir. Danimarka kökenli
azınlığın 'iç egemenlik hakkı' olduğundan söz edilmektedir.
Teritoryal(bölgesel/yerel)
otonomi, devlet sınırları içinde belirli bölgelerin özel statüye sahip olması
demektir. Yerel yönetimler güçlendirilerek seçilmiş halk meclisleri kurulması
önerilir. Yerel otonomi sadece belirli bölgede yerleşmiş ve tarihsel olarak
gelişmiş bir aidiyet bilincine sahip halklar için bir örgütlenme modelidir. Bu
tip otonomiler ağırlıklı olarak Avrupa'da görülmektedir. Özerk yürütme idaresi
ve seçilmiş halk temsilciliklerinin dışında başka ortak özellikleri
bulunmamaktadır.
Kültürel
otonomi, bir halkın kültürel sorunlarının, yani yaşamının bir kısmını özerk
olarak yönetmesi anlaşılıyor. Bu sınırlı özerklik modeli, bir azınlık için her
şeyden önce kendi birliği ve kimliğini korumak için eğitim ve kültür
alanlarında devletten bağımsız kurumlara sahip olmak önemli olduğu haller
içindir. Ancak kültürlerin ayırt edici öğelerine çok kültürlülük ile azınlığın
kültürü arasında sınır çekme ve azınlığın izalasyonu ve yabancılaşması
tehlikesi, ayrılıkçı eğilimlere de yol açabilir. Diğer taraftansa kültürel
kimliğin bir boyutu olarak, sınırın öbür tarafında bulunup bu halka mensup olan
insanlarla engellenmeden ilişkiler kurma olanağı da söz konusu olmalıdır.
Kültürel kimlik sınırın varlığı nedeniyle engellenmemeli, tam tersine halklar
ve devletlerarasında sınırları aşan bir köprü rolü de oynayabilir.
'İndigen
Halkların Haklarına İlişkin Deklerasyon', self determinasyon hakkının
kullanılmasının spesifik bir biçimi olarak kültür, din, eğitim, iletişim,
medya, sağlık, barınma, istihdam, sosyal refah, ekonomik faaliyetler toprak ve
kaynakların idaresi, çevre ve mensup olmayanların girmesi gibi iç ve yerel
işleriyle ilgili olan sorunlarda özerklik veya öz yönetim hakkı ve buna bağlı olarak
bu otonom işleri finanse etmek için yollar ve araçlara baş vurma hakkına
sahiptir.
Çok
kültürlülük gereği adımlar atmak, sorunu çözmek üniter devlet yapısıyla
çelişmemektedir. Siyasi/İdari mekanizmalarla/modellerle, kültürel haklar konusu
iki apayrı alandır. TRT de Kürtçe yayının başlaması, Kürtçe Kurslar, radyo/Tv
konusunda atılan adımlar AB reform çabaları göstermiş ki ülkeyi bölünmeye
götürecek bir korku yaşamanın gereği yoktur.
II
- Ulusal Hukuk Açısından
a)
Sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, ilginç iddia ve söylemlerde bulunmuştur.
Adeta kanun koyucu yerine geçip hukuk yaratmaya çalışmıştır. Sayın Başsavcının
iddianamede yer alan şu söylemlerini dikkatle inceleyecek olursak:
'Siyasi
parti kapatma davalarının, ceza muhakemesi hukuku anlamında ceza davası
olmaması, kapatmaya konu eylemlerin de ceza hukuku kapsamında suç olma
zorunluluğunu gerektirmemektedir' '
'Bir
siyasi partinin kapatılmasını gerektiren eylemlerin, ceza hukuku kapsamında
mutlaka suç olarak düzenlenmesi ve bu konudaki davalarda mahkûmiyetle
sonuçlanması gerekmemektedir. Ancak eylem aynı zamanda ceza hukuku kapsamında
suç olarak düzenlenmiş ise, bu konuda ceza mahkemesindeki davaların
sonuçlanmasını beklemeye gerek bulunmamaktadır. Kapatma davasına konu edilen
eylemlerin işlendiği tarihlerin bir önemi yoktur. Eylemlerin üzerinden ne kadar
süre geçse de, zamana yayılan bu eylemlere odaklaşma boyutunda bir bütünü
oluşturmaları yönünden iddianamede dayanılması olasıdır.'
Yukarıda
da belirtildiği gibi, bu söylemleriyle Sayın Başsavcı siyasi saiklerle hukuk
yaratmaya çalışmıştır. Ceza hukuku açısından suç sayılamayan bir fiili ya da
filleri, parti kapatma açısından delil olarak göstermeye çalışmıştır. Bu
mantık, tüm çağcıl hukuk kriterlerini altüst etmektedir. Bu olsa olsa,
antidemokratik siyasi bir norm yaratmadır.
Ayrıca
düşünce ve ifade özgürlüğüne yapılacak en büyük engel olur. Kaldı ki, siyasi
partiler düşünce ve somut politikalarını kitlelere rahat bir şekilde ulaştırmak
zorundadır. Yasal çerçeveler içinde yapılan söylem ve eylemler de bir nevi
engellenmek istenmektedir. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Hukuksal
mantığın tahlilini ve değerlendirmesini de Yüce Mahkeme'nin demokratik hukuk
kriterleri açısından ele alacağına olan inancımızı ifade etmek istiyoruz.
b)
Bununla da yetinmiyor Sayın Başsavcı, bir suçun işlenmesini partinin
kapatılması için yeterli görmektedir. Suçun ya da eylemin yargı sürecini
beklemeye gerek olmadığını savunmaktadır. Bu saptamanın hukuka aykırı olduğunu,
bırakın hukukçuları, konuya duyarlı tüm vatandaşlar da bilmektedir. Sayın
Başsavcının bunu hangi mantıkla talep ettiğini gerçekten anlamakta zorluk çekiyoruz.
İddianamenin
bütününde de anlaşıldığı gibi, Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılması için,
alelacele hazırlanmış 'delil ikame' kolaylığı seçilerek ve içinde her türlü
hukuk dışı söylem ve taleplerin yer aldığı bir iddianameyle karşı karşıyayız.
D -
PARTİ KAPATMAYI ÖNGÖREN YASAL MEVZUAT
1-
Anayasada yapılan son değişiklikler ve bu doğrultuda Siyasi Partiler
Yasası'ndaki uyum düzenlemeleri aynı yasa maddelerine dayanarak kapatma isteyen
Sayın Savcının görüşlerini doğrulamıyor. Bu bağlamda;
a)
Anayasa'nın 68/4 maddesi, bir siyasi partinin 68/4 fıkrası hükümlerine aykırı
eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin
yoğun işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi
halinde karar verilir.
Halkın
Emek partisi (HEP) in kapatılması istemi ile açılan davada 'odak olma' iddiası
yerinde görülmemiş ve red edilmiştir. HAK-PAR hakkında açılan
davada,'federasyon istemi 'dahi kapatılma için yeterli görülmemiş ve dava red
edilmiştir.
b)
Anayasa'nın 69/6. maddesi;
Bir
siyasi parti, bu nitelikteki fiiller işlendiği ve bu durum o partinin büyük
kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya
TBMM'deki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça
benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca
kararlılık içinde işlendiği takdirde söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş
olur.
c)
Ayrıca Anayasa 69/7. maddeye göre de; Anayasa Mahkemesi'nin temelli kapatma
yerine, koşulların oluşması halinde dava konusu fiillerin ağırlığına göre,
ilgili siyasi partinin devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun
bırakılmasına karar verilebileceğini öngörmektedir. Siyasi Partiler Yasası'nın
101 ve 103. maddeleri de aynı düzenlemeleri içermektedir.
2-
Madde metinlerinde açıkça ifade edildiği gibi '''' fiiller'.. zımnen veya
açıkça kararlılık içinde işlendiği taktirde, söz konusu fiillerin odağı haline
gelmiş sayılır'. (69/6)
Anayasa
Mahkemesi'nin 68/4 böyle bir mahkeme kararıyla kesinleşen kanıtlarla tespitini
yapıp kararını verir.
Bunun
dışında, varsayımlarla, muhtemel oluşacak, ama oluşmamış kanıtlarla hiçbir
mahkeme, şahısları ve tüzel kişileri cezalandıramaz. Buna rağmen verilecek her
karar siyasidir.
E -
DAVA SİYASİDİR
1)
Yargıtay Sayın Cumhuriyet Başsavcısının, iddianamenin birçok yerinde Demokratik
Toplum Partisi'nin kapatılması gerektiğini hukuk dışı talepleriyle ifade
ederek, davanın siyasi bir anlayışla açıldığını ispatlamıştır.
2)
Kapatma isteminin dayandırıldığı kanıtların başında, Demokratik Toplum Partisi
kurulmadan önce Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla yaptığı haftalık olağan
görüşmeleri yer alıyor. Bilindiği üzere Abdullah Öcalan'ın da her siyasi
tutuklu ve hükümlü gibi avukatlarıyla görüşme hakkı vardır. Bu hak, yasal bir
çerçevede gerçekleştiği gibi, devletin yetkili organları tarafından da
bilinmekte ve takip edilmektedir. Bu görüşmelerde, avukatları ile kendisi arasında
geçen diyalog ve görüşmeler sonrasında avukatların yapmış oldukları açıklamalar
ya da söylemler Demokratik Toplum Partisi'nin bilgisi dışındadır. Hukuken
herhangi bir nedensellik bağı da oluşturmamaktadır.
İddianamede
tüm bu görüşme notlarının kaynağı da belirtilmemektedir. Sayın Başsavcının
kaynak olarak gösterdiği internet siteleri, maddi hukuk anlamında ne kadar
güvenilir kaynaklar ya da kanıtlar olabilir' İnternet sitesi açmak ve bu
sitelerde istenilen her konuda yazı ya da haber yapılabileceği herkes
tarafından bilindiği bir gerçektir. Bu internet sitelerinin dışında başka bir
kaynak gösterilmemiştir.
Bilindiği
gibi 'İmralı Kapalı Cezaevi' kişiye özel bir cezaevi olup, iç yönetmeliği de
'kişiye özel' tek kişilik bir yönetmeliktir. Çok sıkı korunan,avukat ve aile
görüşmelerinde içeri kaleme dahi sokulmayan koşullarda yapılan görüşmeler;
çıkarılan bir yasa ile hakim gözetiminde yapılmaktadır. Yapılan tüm görüşmeler
kayıt altında olup, sayın savcı bu resmi kayıtları istememiş ve bunların
hiçbirine iddialarını dayandırmamıştır.
Kaldı
ki, bu görüşmeler iddianamede yer aldığı gibi olsa dahi, yasa dışı herhangi bir
söylem yoktur. İddianamede yer alan görüşmelerde şiddet ve şiddete çağrı
yoktur. Aksine ülkenin birliği içinde Demokratik Cumhuriyet yapılanmalarına ve
silahtan arındırılmış barışçıl söylemlere ısrarla vurgular yapıldığı
görülmektedir.
3)
Ayrıca görüşme notlarında; ABD, AB, Ortadoğu, Türkiye ve Kürtlerle ilgili ve
değişik konularda tahlil, görüş ve öneriler var. Başsavcı sadece DTP'ye ilişkin
kısımları cımbızlamış. Hukuken bağ kurmak zorlamasını seçmiştir.
4)
Görüşmeler cezaevi idaresinin bilgisi ve denetimi altında yapılmakta ve görüşme
notlarının bir fotokopisi de cezaevi idaresince alınmaktadır. Görüşme yasaldır.
Alınan notlar suç oluşturmamaktadır. Suç oluşturması durumunda cezaevi
idaresinin müdahalesi söz konusu olacaktı. Dolayısıyla bu notların yayınlanması
da suç oluşturmaz diye düşünüyoruz.
5)
İddianamede, ulusal çapta yayın yapan bazı gazetelerin iddia üzerinde yaptığı
bazı haberlerin de kaynak olarak gösterildiği görülmektedir. Oysaki bu
haberlerde yer alan iddialar hukuki anlamda kanıt teşkil etmemekle birlikte,
bunun tespiti de yetkili organlar tarafından yapılmamıştır.
Bu
haberlerden bir tanesi de HADEP Eski Genel Başkan Yardımcılarından Hikmet
Fidan'ın öldürülmesi olayı ile ilgilidir. İddianamede Fidan'ın öldürülmesinin
gerekçesi şöyle açıklanıyor:
''
Hikmet Fidan'da bu aşamada Demokratik Toplum Hareketi adı altında (Öcalan'ın
talimatları gereği!) faaliyete başlayan partililerin çalışmalara katılması
yolundaki davetine olumsuz yanıt vermiştir. DTP'ye ret yanıtı veren ve bu arada
PKK'nın muhalifi PWD ile ilişkisi ortaya çıkan Hikmet Fidan 06.07.2005
tarihinde Diyarbakır'da tuzağa düşürülerek bilinmeyen bir PKK mensubu terörist
tarafından ensesine ateş edilmek suretiyle öldürülmüş, tuzağa düşürenler
yargılanarak mahkûm edilmişlerdir. Bundan sonra olaya DTP'nin yaklaşımı başlı
başına ele alınması gereken mahiyettedir. Zira hiçbir DTP (DEHAP)'lı olayı
kınayamamış, hatta cenazenin kaldırılması için Diyarbakır Büyükşehir
BELEDİYEsinden ambulans talebi dahi 'deposu delik' gerekçesi ile
karşılanmamıştır' şeklinde uzun bir açıklamaya yer vermektedir.
Bu
alıntıdan da anlaşılacağı üzere, Sayın Başsavcı bazı gazeteciler tarafından
ortaya atılan bu senaryoları fazlasıyla ciddiye almıştır. Bu iddiaların
herhangi somut bir kanıtı olmadığı gibi, Demokratik Toplum Partisi ile
bağdaştırılmasını da anlamış değiliz. Bilindiği gibi, cinayetin kimler tarafından
organize edildiği henüz yargı mercilerince de tespit edilmemiştir. Demokratik
Toplum Partisi, şiddete karşı olduğunu her fırsatta dile getirmiş, bütün
sorunların barış ve diyalogla çözüleceğine işaret etmiştir.
Sayın
Başsavcı bu konuda sağlıklı bir araştırma yapmış olsaydı, DTP nin kurucu
başkanı ile birlikte birçok kurucusunun taziye ziyaretinde bulunduğunu, cenaze
törenine katıldığını ve böylesi şiddet eylemlerine karşı tavır aldığını
öğrenmiş olacaktı.
6)
Sayın Başsavcının Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılması için gösterdiği
ilginç kanıtlarından bir tanesi de Yazar Adalet Ağaoğlu'nun İnsan Hakları
Derneği'nden istifa etmesidir. Sayın Ağaoğlu, bir aydın olarak kendi kararıyla
ve çeşitli gerekçeleriyle İHD'den istifa etmiştir. Sayın Başsavcının
karıştırdığını düşündüğümüz metin, Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılması
için hazırlanmış iddianamedir.
İHD
ise, insan hakları alanında faaliyet yürüten bir sivil toplum örgütüdür.
Demokratik Toplum Partisi ile resmi hiçbir bağı yoktur. Ancak Sayın Başsavcının
aynı paragrafta yer alan 'Bulunması gereken konumla ilgisiz bir konuma
sürüklendiği anlaşılan İHD'nin davalı DTP (ve terör örgütü PKK) ile hemen her
platformda ortak görüş bildirmesinin '' şeklindeki ifadesi, olayın siyasi bir
bakış açısı ile değerlendirildiğinin tipik kanıtıdır.
İnsan
hakları kuruluşlarını ve demokratik kitle örgütlerini DTP yandaşı dolayısıyla
yasa dışı gösterme gayreti bir zorlamadır. Ayrıca haksız ve hukuk dışıdır.
Sayın
Adalet Ağaoğlu yaptığı açıklama ile bu iddiayı da boşa çıkarmıştır. Kapatılma
gerekçesi olarak beyanlarının alınmasına karşı tepkisi basında yer aldı.Kaldı
ki Ağaoğlu'nun bir dernek ile ilgili beyanlarının bir siyasi partinin
kapatılması gerekçesi yapılması ,hukuki illiyetin bulunmaması nedeniylede
zorlama bir gerekçedir.
7)
Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılması için kanıt olarak gösterilen ve iddianamede
'Demokratik Toplum Partisi'nin Kuruluşundan Sonraki Eylemler' başlığı altında
yer alan 141 eylemin büyük bir çoğunluğunun yargılaması devam ederken, birçoğu
da hala hazırlık soruşturması evresindedir. Kanıt olarak gösterilen bu
eylemlerden sadece 3 tanesi Yargıtay tarafından da onanarak kesinleşmiştir.
Gerçek veya tüzel kişiler doğmadan suç işleyemezler, bu hukukende biyolojik
olarak da mümkün değildir. Bu üç davadan biri de DTP kurulmadan önceki bir
zaman diliminin hadisesidir. Kanıt olarak gösterilen diğer eylemlerden 30'u
hala soruşturma aşamasında iken, 91 tanesinin yargılaması devam etmektedir. 14
tanesi birinci derece mahkeme tarafından karar verilmiş ancak henüz
kesinleşmemiştir. Bu eylemlerden bir tanesi beraatla sonuçlanmış, bir tanesi de
soruşturma dışı tutulmuştur.
8)
İddianamede kanıt olarak gösterilen eylemlerden bazıları da oldukça ilginçtir.
Şöyle ki; Eylemlerden, iddianamenin 89. sayfasında yer alan, PKK tarafından
kaçırılan 8 askerin kaçırılması olayında Demokratik Toplum Partisi üyesi
Milletvekillerinin bu askerlerin geri getirilmesinde üstlendikleri insancıl rol
gereğince, haklarında açılan soruşturma da yer almıştır.
Oysaki
bütün kamuoyunun da bildiği gibi, Demokratik Toplum Partisi sadece insan
hayatına verdiği değer itibariyle, üstüne düşen görevi yerine getirmiştir. Bu
konuda sadece insani reflekslerle hareket etmişlerdir. Tek amaçları bu sekiz
askerin yaşamlarına bir zarar gelmeden evlerine dönebilmelerinin yolunu
açmaktı. Nihayetinde Kuzey Irak Yerel yönetimi ile ABD yetkililerinin
girişimleri sonucu, aralarında DTP milletvekillerinin de hazır bulunduğu bir
heyete askerler teslim edilmiş. ABD yetkilileri askerleri Türkiye'ye
getirmiştir. Ne yazık ki soruşturmaya uğrayan, tutuklanan ve haksız saldırılara
muhatap olan 8 askerin ilk duruşmada serbest bırakılması ile kamu vicdanı bir
nebze olsun rahatlamışsa da, bu olayda imali ve kusuru bulunanlar hakkında
herhangi bir soruşturma açılmazken, yaşam hakkını savunan DTP' nin bu nedenle
kapatılmasını istemek acı bir tezat olarak ortaya çıkmaktadır.
9)
Yine iddianamenin 82. sayfasında yer alan ve Diyarbakır Kayapınar BELEDİYEsi
tarafından yaptırılan havuzun Kürdistan haritasına benzediği gerekçesiyle
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan dava da kanıt olarak
gösterilmiştir. Ancak dava geçtiğimiz günlerde BERAATLA sonuçlanmıştır.
Diyarbakır 6.Ağır Ceza mahkemesinin 27.11.2007 tarih 2007/277Esas kararı
ektedir.
10)
İddianamede yer alan ve kanıt olarak gösterilen ilginç eylemleri özetle
aktarmaya devam ediyoruz. 76. sayfada yer alan Kars İl Başkanı Mahmut Alınak
tarafından Başbakan'a Kürtçe Mektup gönderilmesi Siyasi Partiler Yasası'na
aykırı bulunduğu gerekçesiyle hakkında açılan ve halen devam eden dava da kanıt
olarak gösterilmiştir. Oysaki demokratik bir hukuk devletinde kişiler,
içeriğinde şiddet veya şiddete çağrı ve hukuka aykırı olmadıkça, istedikleri
dilden taleplerini ilgili yerlere gönderebilmelidir. Çağımızda herkesin kendi
anadiliyle konuşma, okuma ve yazma hakkı olmalıdır.
11)
İddianamenin 72. sayfasında yer alan ve 86. sıradaki eylem olarak gösterilen
dava konusu eylem, DTP'nin kuruluşundan önce işlenmiştir.Tüzel veya gerçek
kişilerin daha doğmadan sorumlu tutulması mümkün değildir. Bu eylem bile
kapatılmaya kanıt olarak gösterilmiştir.
12)
İddianamenin 88. sayfasında ve 130. sırada gösterilen dava da hukuk adına kabul
edilemez. Şu an DTP Milletvekilleri olan Aysel Tuğluk ve Ayla Akat Ata,
Abdullah Öcalan'ın avukatlığını yaptıkları sırada, 'Öcalan'ın talimatlarını
gerekli gördükleri yerlere iletmeleri' nedeniyle haklarında açılan dava da
kanıt olarak gösterilmiştir. Ancak her ikisi de avukat olup, kendi görevlerini
icra etmişlerdir. Görevlerini de yasal çerçeve içerisinde yapmışlardır. Bu
ilişkiyi talimat olarak değerlendirmek, Avukatlık Yasasına aykırıdır.
Avukatlar, kendi özgür iradeleriyle DTP'ye katılmışlardır. Anayasada ya da
diğer yasal mevzuatta avukatların siyaset yapması önünde hiçbir engel yoktur.
Dolayısıyla onlar da istediği partiye girip siyasi faaliyetlerde
bulunabilirler.
13)
İddianamenin 77. sayfasında yer alan ve Demokratik Toplum Partisi'nin
kapatılması için öne sürülen kanıtlardan bir tanesi de Hakkâri'de düzenlenen
bir sempozyumdur. Hakkari BELEDİYEsi ve DTP Hakkari İl yönetimi tarafından
'Kürt Dili Eğitim Hareketi' adı altında organize edilen bu sempozyum sırf
konusu ve taşıdığı başlığı gereği, ilgililer hakkında ceza davası açılmıştır.
Ceza davası halen devam ederken, Sayın Başsavcı bunu da vahim görmüştür.
Oysaki
bütün BELEDİYEler ve siyasi parti teşkilatları bu tür sosyal ve eğitici panel,
seminer ve sempozyumlar düzenlemektedir. Bu etkinlik, Demokratik Toplum
Partisi'nin kapatılması için kanıt olarak gösterilmesi, demokratik bir hukuk
devleti ile bağdaşmamaktadır.
14)
İddianamede yer alan 'PKK'lı teröristlerin yol kesip, 22 Temmuz 2007 tarihinde
yapılan milletvekilliği seçimleri için DTP destekli seçime giren seçimden sonra
DTP'ye katılan bağımsız adaylara oy verilmesi için propaganda yapması durumun
ne derece vahim olduğunun kanıtıdır' şeklindeki ifade, gerçek dışı olmakla
beraber, bunu kanıtlayan herhangi bir veri de sunulmamıştır. Sayın Başsavcı
kanıt göstermek adına her tür hukuk dışı, sadece söylentilere dayalı eylem ve
fiilleri sıralamıştır. Kaldı ki böylesi bir propaganda gerçek olsa bile,DTP'yi
suçlama nedeni olamaz.
15)
İddianamede adı geçen Aydın Doğan ve Hasan Çakkalkurt hakkında 23.05.2007
tarihinde İstanbul 11.ağır Ceza mahkemesi 2006/384 esas sayılı beraet kararı
ekte sunulmuştur. Davanın açıldığı 16.11.2007 öncesi beraet kararı bulunmasına
rağmen kapatılma gerekçesi yapılmıştır.
16)
İddianamede adı geçen Medeni Kırıcı ile Büro Görmez hakkında 12.12.2007
tarihinde Kocaeli 3.asliye Ceza mahkemesinin verdiği beraet kararı ektedir.
17)
Ali Sever hakkında Van 4.Ağır ceza Mahkemesinde açılan dava 03.10.2007 tarih
2007/19 esas sayılı kararla beraetle sonuçlanmış olup karar ektedir.
18)
Sayın Başsavcının 'Parti mensuplarının eylemleri propaganda boyutlarını aşarak
şiddet eylemlerinde görev almaya, terör örgütü bildirilerini halka dağıtmaya,
talimatlara uymayanları tehdide, adliye binalarına bomba koymaya, terör
örgütüne eleman kazandırıp, kırsala göndermeye, teröristlerin talimatlarını
alıp, gereğini yapmaya, partililerin örgüt kamplarına gidip, toplantılara
katılmasına, buralarda eğitim aldıktan sonra ülkeye dönüp faaliyette bulunmaya,
hatta gösterdikleri liyakat gözetilerek milletvekili olmaya, terör örgütünün
ihtiyaçlarını karşılamak için halktan para toplamaya dönüşmüştür. Davalı
partinin eylemlerinin demokratik hukuk düzeninde olması gereken hiçbir unsuru
taşımadığı gibi, olmaması gereken tüm unsurları taşıdığı tartışmaya yer
vermeyecek bir gerçeklik olarak önümüzdedir' şeklindeki siyasi değerlendirmesi,
hukuken ispatlanmamış şahsi ve kasti düşünce ürünü olup, gerçek dışıdır.
Yukarıda anlatılan söylemlerin hiçbiri iddianamede yer alan ve kanıt olarak
gösterilen eylemlerin içeriğinde yoktur. Kaldı ki bu eylemler ve söylemler
neticesinde açılan davaların hiçbiri daha kesinleşmiş değildir. Kaldı ki DTP
milletvekillerinin seçilme kriterleri tamamen sayın savcının 'sübjektif
yaklaşımı ve düşüncesi' olup, halkın özgür iradesine, adil temsile ve TBMM nin
de manevi şahsiyetine daha saygılı olması beklenirdi.
19)
İddianame de yer alan 141 eylem, (konuşma, açıklama ve slogan olarak) açılan
soruşturmalara dayanılarak kapatılma gerekçesi yapılmıştır.
Parti
Meclisi,Merkez Yürütme Kurulu,Parti Meclis Grubu olarak SPK da 101 ve 103 ncü
madde anlamında tek bir açıklamaya dayanılmamıştır. Parti tüzel kişiliğini
bağlamayan, bireysel açıklamalar nedeni ile 'odak' olma iddiasının unsurları
gerçekleşmemiştir.
Irkçılık,
savaş kışkırtıcılığı, insanlığa karşı suçlar ve ayırımcılık, toplumu şiddet
kullanmaya çağrı ve tahrik 21.yüzyılda en önemli suçlar olup,DTP ve Kürt
halkına yönelene saldırıları teşvik eden diğer partiler hakkında sayın savcının
hiçbir işlem yapmaması çifte standardı uygulaması kabul edilemez. Ekte
sunduğumuz sadece 22 temmuz seçimleri sonrası DTP ye yönelen saldırılar,
örgütlü ve planlı olmasına rağmen sayın savcılar harekete geçmemiştir. DTP
binalarını kurşunlayanlar kahraman muamelesi görmüş ve hemen salıverilmiştir.
Hukukun işlemediği yerde adalet olmaz,adaletin olmadığı yerde herkes suçlu
duruma düşebilir. Yargıtay Başsavcılığı son on yılda yapılan reformları ve
anayasa değişikliklerini dikkate almamıştır. Anayasalar ve yasalar da eğişim
geçirir, hukuk yargı demokrasinin gelişmesi önünde tutucu-muhafazakar bir engel
olmamalıdır. Aksine demokrasi ve özgürlükleri genişleten çağa uyduran, toplumu
dönüştüren gerçek fonksiyonunu, rolünü oynamalıdır.
Toplumu
dönüştüren iki güç vardır. Biri siyaset diğeri hukuktur. Ancak hukuk Şemdinli
davasında, savcısına sahip çıkmayarak, Danıştay saldırısında çetelerin üzerine
gidemeyerek iyi sınav vermiyor. Yargının askerileştirilmesi ve suç çetelerinin
aleni cinayetlerine rağmen 'görevsizlik 'kararları ile Askeri yargı da tahliye
edilmeleri kamu vicdanını sızlatmaktadır
SPK
78 nci maddesinde yazılı anayasanın 2 ve 3 ncü maddesini ihlal eden herhangi
bir eylem söz konusu değildir. 81 inci madde anayasanın 68 ve 69 uncu
maddelerine aykırı olup, RTÜK tarafından Kürtçe yayın yapıldığı ve eğitim
önünde ki bazı engellerin kaldırılması istemi tamamen demokratik bir taleptir.
SPK
101 nci madde uyarınca Yargıtay başsavcılığı denetiminden geçen ve onay alan
tüzük ve programda yasalara aykırılık bulunmamaktadır.
SPK
103/2 nci maddeye göre parti yetkili organlarının suç teşkil eden bir eylemi
söz konusu olmadığı gibi, bu konuda da çifte standart uygulanmaktadır.
Ergenekon gibi çetelerin kurduğu silahlı olan ve yasadışı eylemleri bulunan
cinayet işleyen siyasi partiler hakkında soruşturma açılmazken, TCK nun 215 nci
maddesinde üst müeyyidesi altı ay hapis olan suçların 'sayın' dediği için
açılan soruşturmaların kapatılma gerekçesi olarak gösterilmesi demokratik
siyasete 'orantısız' bir müdahale olup, demokratik siyasal yaşama yasakçı bir
müdahaledir.
20)
Parti programında yer alan ana dilde eğitim, Kürt sorunun barışçıl çözümün
istenmesinin, Kürt varlığı ve kimliğinin tanınmasının istenmesinin, demokratik
yönetim için sivil toplum örgütlerinin güçlendirilmesi, demokratik toplum için
yeni bir anaysa istenmesinin kapatılma gerekçesi olarak gösterilmesi dehşet
vericidir.
Yargı
demokratikleşmenin önünde engel değil, demokratik hak ve özgürlüklerin
korunması için vardır. AİHM, ÖZDEP kararı bu nedenle tekrar tekrar okunmalıdır.
Parti programında Kürt sorunun çözümü projesinin kapatılma gerekçesi teşkil
etmediği, siyasi partilerin bunun için var olduğu yazılıdır. Yasal ve
demokratik yollardan siyasi partilerin projelerini halka anlatması ve oy alması
ile seçilerek var olurlar. Bugün mecliste bir grubu bulunan ve milyonlarca seçmenin
sevgisini kazanmış bir partinin bu şekilde suçlanması kapatılmasının istenmesi
evrensel hukuk ile bağdaşmadığı gibi, anayasa ve ulusal yasalarımızı da
aykırıdır.
F -
DAVA KONUSU EYLEMLERİN İÇERİĞİ
Devam
eden veya sonuçlarını kesin bilmediğimiz, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının
iddianamede altını çizdiği ve suç olarak nitelendirdiği, olay tutanaklarındaki
alıntılar bile, suç kastı olmadığı gibi, bir bütün olarak da söylem ve
eylemlerin suç oluşturmayacağı açıktır.
1)
Dosya kapsamından görüleceği gibi, suç işlediği iddia edilen eylemcilerin
tümünde ortak olarak savunulan istemler barışçıl ve insanidir.
2)
Düşünce özgürlüğü, ülkenin demokratikleşmesi toplumsal uzlaşma, bölgede ve
ülkede barış teması işlenmektedir.
3)
Eylemler, siyasal bir hakkın kullanılması çerçevesinde olup, görüş ve
düşünceler ifade edilmekte, hiç birinde ŞİDDETE çağrı bulunmamaktadır. Kaldı ki
iddianameye konu tek bir şiddet eylemi de bulunmamaktadır.
4)
Eylemcilerin bir kısmında bu doğrultudaki bildiri, senelik takvim, afiş ve
benzeri dokümanlar ele geçirilmiş ve bunlar suç unsuru sayılmıştır.
5)
Yine eylemlerin tümünde ülkenin birliğinden ve halkların kardeşliğinden söz
edilmiştir.
6)
Şiddeti ve çatışmayı çağrıştıracak provokasyonlara dikkat çekilerek, herkesi
karşı duruşa davet vardır.
7)
Çifte hukuka karşı, hukuki eşitlik savunulmakta, cezaevlerindeki
anti-demokratik, insan haklarına aykırı yaşam biçimine, tecride, izolasyona
karşı, çağcıl adalet talep edilmektedir.
8)
Tüm tutuklu ve hükümlülerin aileleri ve avukatlarıyla yasaların öngördüğü
şekilde görüştürülmeleri ve sağlıklı bir yaşam hakkının sağlanması talep
edilmektedir. Hukukun eşitlik ilkesi gereğince, Abdullah Öcalan'ın da bu
haklardan yararlanması gerektiğini yasal bir istem olarak belirtmektedirler.
9)
Sayın başsavcının en çarpıcı değerlendirmelerinden bir tanesi de, -yukarıda da
bahsettiğimiz gibi- siyasi yasaklar için şöyledir: 'Anayasa'nın 68/4 maddesinde
sayılan hususlara aykırı eylemlerin mevcudiyeti yeterlidir. Bu eylemlerin suç
teşkil etmesi ve bu eylemlere ilişkin ceza davasının mahkûmiyetle
sonuçlanmaması gerekmez' diyor. Türkiye cumhuriyeti bir hukuk devletidir,
'aşiret devleti' olmadığı gibi, 'kolektif suçlama' mantığı da çağın gerisinde
kaldı.
Bu
hukuk mantığını kabul etmek mümkün değildir. Bir eylem suç teşkil etmiyorsa,
ceza davasında mahkûmiyet değil de beraatla veya sonuçları itibariyle benzer
bir karar veya uygulamayla sonuçlanıyorsa, bunun anayasaya aykırılığı da söz
konusu olamaz.
Bu
nedenle böylesi basit bir mantık, suç oluşturamaz ve bir siyasi partinin
kapatılmasına neden olamaz.
10)
Devletin her kademesinde bulunan yetkililere seslenerek, düşünceler ifade
edilmiştir, çözüm önerileriyle birlikte meşru taleplerde bulunulmaktadır.
11)
Ayrıca sıralanan eylemlerin bir kısmı, Parti Tüzel Kişiliği'nin bilgisi ve
iradesi dışında oluşmuş şahsi eylemlerdir. Partinin düzenlediği etkinliklerde;
Parti yöneticilerinin irade ve bilgisi dışında, uyarılara rağmen on binlerce
insanın katıldığı bir miting veya eylemde birkaç kişinin, yasa dışı slogan
atması ve provakatif çıkışlar o partinin kapatılmasına hiçbir şekilde neden
olarak gösterilemez. Bu tür toplantılarda,toplantıyı düzenleyicileri gerekli
uyarıları yapmıştır.
12)
Sayın Başsavcı, tüm bu eylemlerin ve kendi görüşlerinin hangi yasanın hangi
maddelerine dayandırdığı ve hangi olayın kesin mahkeme kararıyla kanıtlandığını
göstermeden, Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası'nın birkaç maddesini iddianameye
aktararak, Demokratik Toplum Partisi'nin temelli kapatma talebinde
bulunmaktadır.
13)
Daha önce kapatılan bazı siyasi partiler Demokratik Toplum Partisi'nin
kapatılması için de örnek gösterilmektedir.
Bunlar
örnek olamayacakları gibi, bir iki istisna dışında, yapılan başvurular
sonucunda AİHM, adil yargılama yapılmadığı gerekçesiyle, İHLAL ve YARGILANMANIN
YENİLENMESİ kararları vererek, Türkiye'yi büyük miktarda tazminat ödemeye
mahkûm etmiştir.
G -
İDDİANAMEDE YER ALAN BAZI DEĞERLENDİRMELER
1)
Yargıtay Cumhuriyet Sayın Başsavcısı, DTP Tüzüğünün 3. maddesinin (c) bendinde
yer alan 'Türkiye Cumhuriyetinin Türkler, Kürtler ve diğer etnik aidiyetler
tarafından kurulduğunu ve kardeşliğin temelinin tarihin derinliklerinde
yattığını beyan eder; halkların geleceğini ve Kürt sorununun çözümünü ortak
vatanda özgür birliktelikte ve Demokratik Cumhuriyette görür' ifadesi ile (e)
bendinde yer alan 'Herkese ayrımsız, anadilinde eğitim ve öğretim hakkının
sağlanması' şeklindeki ifadeyi anayasaya aykırılık teşkil ettiğini iddia
ederek, Demokratik Toplum Partisi'nin 'devletin tekliği' ilkesini ihlal
ettiğini öne sürmüştür. Oysaki Türkiye Cumhuriyeti'nin Türkler, Kürtler ve
diğer etnik aidiyetler tarafından kurulduğunu Türkiye'deki tüm toplumlar kabul
etmektedir. Bunun böyle olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Ayrıca
Türkiye'de yaşayan bütün halklar için bir gurur kaynağıdır. Bu söylemin anayasa
aykırılık teşkil edeceği düşünülemez.
Anadilde
eğitim ve öğretim hakkını talep etmek, demokratik bir devlette suç olmasa
gerek. Anadilde eğitim ve öğretim hakkını istemek, insanın en doğal hakkıdır.
Unutulmaması gereken bir nokta da, Demokratik Toplum Partisi, bir siyasi
partidir. Her siyasi parti gibi, DTP'nin bir tüzük ve programı vardır. Bu tüzük
ve programını kamuoyuna açıklar ve buna göre de politikalar izler. Demokrasinin
işleyebilmesi için, tıpkı gerçek kişiler gibi, siyasi partiler de ifade
özgürlüğüne sahip olması gerekir.
2)
Demokratik Toplum Partisi'nin programından kesitler alarak iddianamede kanıt
olarak gösteren Sayın Başsavcının, yaptığı alıntıların hiçbirinde hukuka aykırı
bir söylem yoktur. Aksine bunların zaten Anayasa'da yer alması gereken
toplumsal içerikli taleplerdir. Zaten hazırlanan Anayasa Taslağı'nda da bu
taleplerin büyük bir çoğunluğunun yer alacağı bilinen bir gerçekliktir. Kaldı
ki siyasi partilerin program ve tüzüklerini inceleyen başsavcılık yasalara
aykırılık durumunda, ilgili partiyi ihtar etmesi, buna uyulmadığı takdirde
Anayasa mahkemesinde ilgi partiye ihtar edilmesi davası açması gerekirdi. Sayın
savcı DTP ile ilgili incelemelerinde program ile ilgili bir aykırılık
görmemiştir. Sadece tüzük ile, ilgili olarak 'eş başkanlık' sistemine ve bazı
üyelerin üye olma yasağına dikkat çekmiştir. DTP bu yasal düzenlemeleri
zamanında yapmıştır. Buna rağmen kapatılma gerekçesi yapılması, zorlama hukuka
aykırı gerekçe arayışının sonucudur.
3)
İddianamede yer alan şu değerlendirme, Sayın Başsavcının siyasi saiklerle
hareket ettiğini ispatlamaktadır. 'Çok daha açık söylemek gerekirse terör
örgütünü kınama veya eylemlerinin yanlışlığını, çocuk yaşlı kadın ayrımı
gözetmeden insanları terörist yöntemlerle katletmenin bir insanlık suçu
olduğunu söyleyememe demokratik hukuk devletinin hiçbir ilkesi ile açıklanamaz.
Bu durum ancak kişilerin aslında demokrasi ile ilgilerinin olmayıp, örgüt
tarafından verilen görevi yerine getirmek için demokrasiyi zorlamak ve toplumda
kin ve düşmanlık duyguları oluşturmak üzere siyasi parti bünyesinde toplanması
biçiminde izah edilebilir. Teröre terör diyemeyen bir mantık ya teröristtir ya
da kendisini görevlendiren örgütten ölesiye korkandır! Bu davranışlara ilişkin
güncel değerlendirmeler nasıl olursa olsun, sonraki on yıllar hatta yüzyıllarda
dahi bu davranışları sergileyenler ve çeşitli çıkarları uğruna görünüşte
kınadıkları terörü el altından destekleyen odaklar toplumsal yargılara konu
olacaktır. Zira terör insanın insan olma niteliklerine aykırı bir davranış
biçimidir.'
'Davalı
partinin hedeflerine ulaşmada bölücü terör örgütü yolu ile şiddet unsurunu
kullanma ve savunmada kararlı olduğu görülmekte, bu durumda toplumun huzur ve
güvenliği için temelli kapatılma istemi ile dava açılması sosyal, SİYASAL ve
hukuksal yönlerden bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır' şeklindeki tespit
ve söyleminden de anlaşılacağı üzere, Sayın Başsavcının davayı siyasi
gerekçelerle açtığının somut itirafıdır.
Hiç
kimsenin her hangi bir konuda kanaat ve düşüncelerini açıklamaya
zorlanamayacağı temel insan haklarından olup ulusal yasalarımızda da yer
almaktadır. Düşüncelerinden dolayı insanların suçlanması demokrasiye aykırı
iken, sayın savcı 'açıklanmayan düşünce' nedeni ile bir siyasi partiyi kapatma
talebinde bulunması hukuki temeli olmayan 'sübjektif' bir yaklaşımdır.
4)
Ulusal üstü hukuk açısından bakıldığında, terör, terörist eylem denilen şey
aslında bir şiddet türüdür. Terörist olmayan şiddet türleri de vardır.
Devletler hukuku alanına girmeyen, bir ülkenin sınırları içinde vuku bulan
şiddet türleri de vardır. Bunun iki istisnası vardır. Evrensel beyannamenin
3.maddesinde belirtilen isyan hakkı son çare olarak sadece istibdat
rejimlerinde ve Tiranilerde kullanılır.
11
Eylül saldırılarının ardından küreselleşen terör nedeniyle, terörün yeni bir
tanımına ihtiyaç duyulurken diğer yandan soykırım, insanlığa karşı suçlar ve
savaş suçlarıyla ilgili (ABD ve Türkiye taraf değil) UCM nin yargı yetkisi
başladı.
Ortak
tehdit haline gelen, küreselleşen teröre karşı ne yapılabilir' Terör, terörist,
terör eylemi nedir' Her ülkenin kendi siyasi çıkarları doğrultusunda
tanımladığı ve benimsediği tanımlar BM ve bölgesel belgelerde de net bir tanıma
sahip değil. Bunun sonucu olarak devletlerin mücadele, yöntem ve müeyyidesi de
farklılaşmaktadır. Örneğin silahlı mücadele yürüten bir grubu kimi 'terörist'
kimi de 'özgürlük savaşçısı' ilan ediyor. Bu iki farklı tanım iki farklı
uygulamayı getiriyor, birincisinde terörist tanımlaması olduğu için, yasaklama,
engelleme, cezalandırma olacak, ikincisi özgürlük savaşçısı olduğu için destek,
teşvik görecek.
Milletlerarası
alanda terörizmin evrensel ve bağlayıcı bir tarifinin bulunmaması, uygulama
tedbirlerinin yetersizliği, terörizme karışan devletleri milletlerarası kamu
oyu önünde denetleyecek ve mahkum edecek bir sistem değişikliğini
dayatmaktadır.
BM
Genel Kurulu Devletler Hukuku Deklarasyonunda (2625 sayılı) hangi şartlarda
self determination hakkına, kendi kaderini tayin hakkına başvurabileceği hakkındadır.
Tanımlarsak:
'..bir
ülkenin hükümeti toplumun tümünü temsil etmiyorsa, ülkenin yönetimi demokratik
değilse, sömürgeciliğe karşı savaşlarda terörizme başvururlarsa buna göz
yumulacağı sonucu çıkarılmakta tek istisnası masum insanların öldürülmemesidir''
Terörist
eylem, uygulama ve yöntem kınanmakla birlikte, terörizmin tanımı daha çok
masumların öldürülmesi olarak Kabul edilmektedir. Böylesi bir tanımda hem
örgütler hem de devletler terörist tanımlamasına muhatap olmaktadır.
BM
belgelerinde terörist eylemin ne olduğu yönünde somut bir belge yoktur.
1948
tarihli BM Evrensel İnsan hakları Bildirgesinin (m.30) 'Kişisel ve siyasi
haklar sözleşmesinin (m.5/1)''.özgürlükleri yok etme özgürlüğü
tanınamayacağı kurala bağlanmış, bu kuralın kapsamına devletler, kişi
toplulukları ve bireylerde alınmıştır.
''bir
ülkede silahlı çatışma,'terör' olarak algılanacağı yerde 'uluslararası' veya
'iç nitelikli silahlı çatışma olarak da' tanımlanabilmektedir. İnsancıl hukuk
konusunda Cenevre Protokolları böylesi durumlarda asgari insancıl kuralları
öngörmektedir.'
Devlet
terörü üzerinde de durmakta yarar bulunmaktadır. Bazı devletlerin teröre destek
vermesi söz konusu olduğu gibi, bazı muhalif grupların bastırılmasında anti
demokratik yapılı devletlerin yasa dışı şiddete başvurduğu görülmektedir. Çok
partili demokratik bir yönetime dayanan, basın özgürlüğüne yer veren, hukuk
devleti koşullarına uyan bir devlette 'devlet terörü' bulunması olanaksızdır.
BM
Genel Kurulu 35 üyeden oluşan bir '..Uluslararası Terörizm Komitesi..'kurarak
1979 yılında 34/145 sayılı kararı ile:'..masum insanların öldürülmesinin veya
hayatlarını tehlikeye atılmasının veya temel hakların çiğnenmesinin Kabul
edilemeyeceği bu uygulamanın sömürgeci ve ırkçı yabancı yönetimleri tarafından
halkların bağımsızlığını engellemek için yapılabileceği saptanmıştır.
1985/-No.40/61-1987/-no.159
sayılı kararda:''.ırkçı, antidemokratik ve totaliter
devletlerin hukuka aykırı olarak bulundukları (işgal ettikleri ve sömürge
olarak kullandıkları) yerlerdeki halkları umutsuzluğa iterek onları teröre
başvurma zorunda bıraktıkları biçiminde özetlenebilir. Dolayısıyla genel kurul
bu türden olayların önüne geçilmesi için devletleri demokratik olmaya
çağırmaktadır.
BM
Genel Kurulu 18 kasım1994 tarihli kararı ile :'..birçok sözleşmeye göndermede
bulunduktan sonra; BM taraf devletler,terörün her biçimiyle reddedilmesi
gerektiğini kabul etmiş,nerede olursa ve kim tarafından yapılırsa yapılsın,suç
olduğu ve haklı görülmeyeceği belirtilmiştir.
Terör
nedir' Sözlüklerde, insanı yoğun ve ani olarak saran korku, yoğun korku hissi,
korku anı yada korku nedeni, ürkütücü şiddet olarak geçmektedir.
Terörizm
nedir' terör yönteminin kullanılması, bu yolla elde edilen korku ve teslimiyet,
terörist yöntemle yönetmek veya yönetime karşı çıkmak.
Terörist
nedir' Terörist yöntemleri kullanan veya benimseyen kimse .
Bu
kullanılan tanımların sadece yasa dışı örgütleri değil, aslında devletlerin ve
bireylerin terörist yönteme başvurabileceğini gösteriyor. Teröristin objektif
ve uluslar arası hukuk alanında kabul görmüş genel bir tanımında mutabakat
sağlamanın kolay olmayacağı ortadadır.
Terörizmin
doğru ve objektif bir tanımı için ulus devletleri arasında geçerli olan, genel
kabul gören uluslar arası hukuk kuralları ve ilkelere bakmak gerekiyor. Cenevre
ve Hague anlaşmalarında belirtildiği gibi, bu kurallar savaş sırasında nelerin
yapılabileceğini, nelerin yapılamayacağını belirtmektedir. Örneğin sivil halkın
hedeflenmesi kabul edilmemekte ve kesinlikle yasaktır. Bu anlaşmalar savaş sırasında
askeri hedeflere yapılan saldırılar ile sivil hedeflere yapılan saldırılar
arasında bir ayrım yapar.
Kasıtlı
olarak sivil hedeflere saldıran askerleri 'savaş suçlusu'kabul eder. Benzer
eylemler barış döneminde yapılırsa 'insanlığa karşı suç' işlemişsayılırlar.(Örnek
Miloschovitç'in yargılanması)
BM
Ekim 2001 de 'Uluslar arası terörizmi Ortadan Kaldırmak için Önlemler'
konusunda genel kurul sonrası yaptığı açıklamada:
''Uluslar
arası toplumun karşı karşıya olduğu öncelikli görev, uluslar arası terörizmi
engelleyecek ve ortadan kaldıracak etkili bir hukuki çerçeveyi temin
etmektir..'
Terörizm
konusunda bugüne kadar 12 tane uluslararası sözleşme bulunuyor. Ancak BM in
zayıf yönleri bulunmakta 21 kasım 2001 tarihinde Hukuk Komisyonu, kim
tarafından işlenirse işlensin terörizmin metot ve yöntemlerini kınayan bir
karar aldı. Kararın sonunda ise üye ülkelerin terörizmin tanımı konusunda bir
karara varamayacakları eklenmişti.
1996
da canlandırılan uluslar arası terörizm komitesinin amaçları arasında uluslar
arası terörizme karşı hukuki bir çerçeve oluşturacak bir sözleşme hazırlamak,
BM himayesinde terörizmin her türüne karşı aktiviteler koymaktı.
'Terörizmin
Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Avrupa Sözleşmesine' bölgesel düzeyde
Türkiye'nin taraf olduğu bir sözleşmedir. Uçak, gemi kaçırma, milletlerarası
alanda korunan kişilere saldırı, rehin alma vs. konular da suçların önlenmesi
ve cezalandırılması yanı sıra 5.Maddeye göre:
'..kendisinden
iade istenen devlet,iadeyi isteyen devletin bir kimseyi ırkı,dini,dili veya
siyasi inancı sebebiyle yargılanması amacıyla yaptığına inanırsa..'iade etmek
mecburiyetinde değildir, denilmektedir.'
AB
ülkelerinin BM belgeleri ve bölgesel sözleşme dışında özgün bir terör tanımı
bulunmamaktadır. 11 Eylül sonrası büyük ölçüde BM Güvenlik Konseyinin aldığı
1373 sayılı terörle mücadele kararı doğrultusunda, bazen de ABD ye yakın
hareket etse de üyeleri arasında bu konuda fikir birliği bulunmamaktadır.
15
Kasım 2003 tarihinde Kuledibi ve Şişli'de iki Sinegoğa düzenlenen ve El Kaide
yanlılarının üstlendiği terör eyleminde 23 yurttaşımız yaşamını yitirir ve üç
yüzü aşkın kişinin yaralandığı dehşet anları dünya gündemine düşerken Adalet
Bakanı Cemil Çiçek terörün tanımı yapılmalı açıklamasında bulunuyordu.
BM'
in 'Savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar bakımından kanuni
sınırlamaların uygulanmayacağına dair sözleşme ' ile BM Genel Kurulunun 26
Kasım 1968tarihli ve 2391 sayılı kararları uyarınca ;'Nurnberg Mahkemesinin
tanınmış uluslar arası hukuk prensiplerini teyit eden 11 Aralık 1946
tarihli ve 95 sayılı kararı ve 2184 ve 2202 sayılı kararları ışığında; BM
Ekonomik ve Sosyal Konseyin, savaş suçlularının ve insanlığa karşı suç
işleyenlerin cezalandırılmasına dair 28 Temmuz 1965 tarihli ve 1074 D sayılı ve
5 Ağustos 1966 tarihli ve 1158 sayılı kararları ışığında;
'..insanlığa
karşı suçların kovuşturulması ve cezalandırılması ile ilgili daha önceki
bildiri,belge veya sözleşmelerden hiç birinin zamanaşımı konusunda bir hüküm
getirmediğini kaydederek...insanlığa karşı suçların uluslararası hukukta en
ağır suçlar arasında yer aldıkları dikkate alındığında;sözleşmede belirtilen
suçların işlenmesine ister başında bulunarak isterse refakat ederek katılan
veya başkalarının bu suçları işlemeğe doğrudan teşvik edenler hakkında her
türlü tedbirin alınacağını belirtmektedir...'
İnsanlığa
karşı suçlar nerede işlenmiş olursa olsun, soruşturmaya tabidir. Bu nedenle bu
tür suçları işlemiş olanların işlediklerine dair hakkında delil bulunanların
izlenmesi, gözaltına alınması,yargılanması ve suçlu bulundukları takdirde
cezalandırılması için bir soruşturmanın açılması,sözleşme tarafı devletlerle
işbirliğine gidilmesi ulusal ve uluslar arası tedbirlerin alınması sözleşmeye
taraf her devletin görevidir.
BM
Genel Kurulunun 3 Aralık 1973 tarihli ve 3704 sayılı kararı uyarınca, insanlığa
karşı suç işleyenlerin bulunmalarına, gözaltına alınmalarına, iadelerine ve
cezalandırılmalarına dair prensiplerin uygulanması gerekmektedir. Şüphesiz bu
konuda siyasi tavır ve kararlar bulunsa da hukuk devletlerinde bu hususun
hukukun temel konusu olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.
20
Aralık 1945 tarihli ve 10 sayılı karar ışığında Denetim Konseyi Yasası
uyarınca: İnsanlığa karşı suçlar: '...Gaddarlıklar ve suçlar, sivil halka karşı
işlenen katliamı, imhayı, köleleştirmeği, sınır dışı etmeyi, hapsetmeyi,
işkence yapmayı, tecavüz etmeyi veya diğer insanlık dışı muameleyi veya
işlendikleri ülkenin iç hukukunu ihlal etsin etmesin siyasal, ırksal veya
dinsel sebeplerle zulmetmeği içerir...ancak bunlarla sınırlı değildir..'şeklinde
tanımlamıştır.
Ulusal
üstü belgelerde terör tanımında henüz bir uzlaşma sağlanmazken, tanım ve kavram
tartışması devam ederken, sayın savcının bu hukuksal gerçekliği yok sayarak
DTP' yi böylesi konularda beyanda bulunmadığı için suçlaması, kapatma gerekçesi
olarak göstermesi siyasi bir yaklaşımda bulunulması yasalara aykırıdır.
5)
Türkiye Cumhuriyetinin 85.yılında insan hakları hukuk ve demokrasi de nereye
geldik, neler yapıldı, nelerin yapılması tasarlanıyor neler yapılmalı'
Yaşadıklarımıza
kısaca bir göz atarsak, Cumhuriyetin en uzun süresinin Örfi İdareler,
sıkıyönetimler ve on yılda bir yapılan askeri darbeler sonrası 'olağanüstü
mahkemelerde' adil olmayan yargılamalar ve kötü cezaevi koşulları ile geçtiğini
görürüz. İstiklal mahkemelerinden, Sıkıyönetim Askeri mahkemelerine ve
günümüzde DGM'lere kadar adil olmayan yargılamalarda verilen idam hükümlerinin
yüzlerce infazı geride kaldı. İdam cezası kaldırıldı ve Türkiye 6 Nolu
protokolu da imzaladı.
Çok
partili rejime 1940 lardan sonra ulaşabildik ve hala demokratik bir toplum olma
yönünde birçok engeli aşabilmiş değiliz.
12
eylülden sonra fişlenenlerin sayısı iki milyona yaklaşıyor ve hala bu fişler
nedeniyle potansiyel suçlu olarak görülüyorlar. 1980 den bu yana da beş yüz
bini aşkın kişinin fişlendiği dikkate alınacak olursa 70 milyon nüfusumuzun 40
milyonun yasaklı, sakıncalı durumunun sürdüğü ve devlet tarafından dışlandığı
görülecektir. Bir pasaport, ehliyet, ruhsat almak istediğinizde karşınıza hep
bu fişler çıkar. Yasaların değişmesi, kaldırılması da etkili olamıyor ve işe
alınmalarda özellikle devletin hassas görevlerinde fişlilerin çocukları ve
torunları da sakıncalı muamelesi görüyor.
Binlerce
yıllık tarih ve kültür birikimi nedeniyle zengin mozaiğin unsurları da hala
ayırımcı mevzuat ve uygulamalara muhatap oluyor. Sayıları milyonlarla olan ve
Cumhuriyeti birlikte kuran Kürt yurttaşlarının ana dilde yayın ve eğitimi,
özgürce isimlerin alınması sorunları hala aşılmış değil. İşkence ve kötü muamele
tüm iyileştirici çabalara rağmen hala önlenemiyor.
Türkiye'nin
85 yıllık Cumhuriyet tarihinde,75 yılda yapılamayanların son on yılda AB aday
üyelik süreci ile birlikte yapılması atılan adımlar, yapılan reformlar çok
önemlidir. Sayın savcı yapılan reformları yok sayan bir anlayışla dava
açmıştır.
6)
AİHM'in yirmi yıllık bilançosu irdelendiğinde parti kapatma başvuruları önemli
bir yer tutmaktadır.
Türkiye'nin
'bireysel başvuru' hakkını kabul ettiği 1987 yılından bu yana tam yirmi yıl
geçti. Türkiye'nin fotoğrafı artık siyah-beyaz değil,renkli ve net çekilmiş
durumda.AİHM nin verdiği ihlal kararları ile Sözleşme karşısında Hükümetin
yapması gerekenleri belirliyor. Avrupa Konseyi bugün 47 üyeye ulaşmış durumda,
Cudi dağlarından, Sibirya bozkırlarına, kutuplardan Cebeli Tarık'a kadar yüz
milyonlarca bireyin devletlere karşı bir taraftan haklarını korurken, diğer
yandan devletlerin insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti olma yolunda
etkili 'yargısal denetim', kararlardan sonra etkili 'siyasal denetim' mekanizmasına
dönüşüyor. Bugün Türkiye'nin AB aday üyelik sürecinde önüne çıkan 'ev ödevi'
böylesi bir sürecin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Türkiye
12 Eylül askeri darbesi sonrası uzun yıllar 'askıya alınan' Türkiye AB aday
üyelik sürecini canlandırmak için, 1987 yılında Avrupa İnsan Hakları
Komisyonuna bireysel başvuru hakkını kabul etmişti. Avrupa Konseyi üyesi olan
devletlerin devletlere karşı başvurularında böylesi bir kabul aranmazken,
bireylerin başvurusunda bu konuda 'devlet bildirimi' aranıyordu. 11 Nolu
Protokolün yürürlüğe girdiği 1998 yılından sonra, Avrupa Konseyine üye olan her
devlet 'otomatik 'olarak yargı tarafı olmaktadır.
Türkiye'nin
20 yıl sonra AİHM bilançosunu bir çok noktadan irdelemekte yarar vardır. Bunun
için kaç başvurunun yapıldığı, kaçının sonuçlandığı, kaçının devam ettiği, ne
kadar tazminat verildiği gibi geçmişte yapılan klasik istatistiki bilgiler
önemli olmakla beraber tek başına yeterli değildir. Türkiye 20 yıldır ilk üç
sıra içinde yer alan en çok davanın açıldığı ve aleyhe bittiği ülkedir.
Parti
kapatma davalarında en fazla aleyhine başvuru yapılan Türkiye'dir. Başvuruları
gruplandırdığımızda; 1-Yaşam hakkı ihlalleri 2-İşkence, kötü muamele 3-Kişi
güvenliği ve özgürlüğü 4-Adil yargılanma hakkı (DGM'ler) 5-Düşünce ve
örgütlenme özgürlüğü(parti kapatmalar) 6-Mülkiyet hakkı ihlalleri (kamulaştırma
ve köy yakma)
7)
Demokrasinin gelişmesi için bazı adımların atılması gerekiyor. Demokrasilerin
vazgeçilmez unsurları olan siyasi partiler ile sivil toplum örgütlerinin (
meslek odaları, sendikalar, barolar, dernekler vs.) bugünkü yasal
düzenlemelerle demokratik bir mücadele yürütmesi olanaksızdır. Başta Anayasa
olmak üzere, Siyasi partiler yasası, Seçim yasaları, düşünce ve örgütlenme
özgürlüğünü düzenleyen yasalarda hızlı ve köklü değişikliklerin yapılması
gerekmektedir. Bir bakıma 12 Eylül depolitizasyon yasalarının artık miadı
dolmuştur.
8)
Demokratik ve özgür seçimler Avrupa Birliğinin temel değeridir.
Avrupa
Konseyi üyesi ülkeler, Avrupa İnsan hakları ve Temel Özgürlükleri Koruma
Sözleşmesine Ek:1 Nolu Protokolun 3 ncü maddesi: ''Yüksek Sözleşmeci
taraflar, yasama organın seçilmesinde halkın görüşünün özgürce dile
getirilmesini güvenceye bağlayacak koşullar altında makul aralıklarla ve gizli
oyla özgür seçimler yapmayı üstlenir'
AGİT
İnsani boyut denetim mekanizmaları içinde demokratik seçimlerin yapılıp
yapılmadığının gözlemciler tarafından denetlenmesini öngörmektedir. AB aday
üyelik sürecinde' Kopenhag' siyasi kriterlerine göre demokratik seçimler için
mevzuat değişikliğine gidilmesi gerekiyor.
9)
Seçim ve siyasi partiler yasası değişmek zorunda. Kişilerin düşünceleri
nedeniyle siyasetten yasaklanması, tüzel kişi olan partilerin ise kapatılarak
siyaset sahnesinden silinmesi demokrasinin gelişmesinin önünde ki en büyük
engeldir. Elbette ki özgürlükler sınırsız değildir, yaptırımları olmalıdır.
Şiddete başvurmadıkça, kışkırtıcı olmadıkça, ülkenin güvenliğine yönelik ciddi
bir tehlike arz etmedikçe, kapatılmamalıdır.
Türkiye
bir siyasi partiler mezarlığına dönüşmekle kalmamış, Avrupa Konseyi içinde
rekoru elinde tuttuğu gibi Guinnes Rekorlar kitabına girecek kadar parti
kapatan bir ülkedir.
Kapatılan
partiler ile ilgili AİHM' nin verdiği ihlal kararlarının gerekleri yerine
getirilmiyor. Kapatılan partilerin büyük çoğunluğu 'bölücülük' çok azıda
'laiklik' karşıtı ve irticacı olmakla suçlanmış ve yapılan bazı konuşmalar
nedeniyle partiler Anayasa mahkemesi tarafından kapatılmıştır. HEP-DEP-ÖZDEP in
kapatılması sonucu AİHM üçü hakkında örgütlenme özgürlüğünün yani sözleşmenin
11.nci maddesinin ihlaline karar vermiştir.
ÖZDEP
parti programı nedeniyle faaliyete başlamadan kapatılmıştı. AİHM parti
programının bir proje olduğu ve hassas sorunların çözüm modelini ortaya
koyduğunu, şiddeti teşvik etmediği gibi bölücülükte yapılmadığını bu nedenle
örgütlenme özgürlüğünün ihlaline karar vermiştir.
HEP
davasında başvurucular genel sekreter ve genel başkan yardımcısıydı. Kurultay
ve toplantı konuşmaları ile basın açıklamaları nedeniyle parti kapatılmıştı.
AİHM bu pratik faaliyetleri partilerin asli görevi olarak Kabul edip düşünce ve
örgütlenme özgürlüğünün demokrasinin temeli olduğuna karar vermiştir.
Türkiye'de
12 Eylülde yedi yüz bin kişi soruşturmalardan geçirildi,1 923 000 kişi
fişlendi.1984 yılından bu yana yaşanan çatışmalar sonucu yüz bini aşkın kişi soruşturmaya
uğradı. Yakın zamanda bir milyonun üstünde yurttaşı fişlenen ülkemizde, her
birinin ailesi de hesaba katılırsa yaklaşık nüfusunun yarısı devleti tarafından
hasım, potansiyel suçlu ve izlenecek konumda olan bir ülkede demokrasinin
gelişmesi mümkün değildir. Devlet önce yurttaşı ile barışmanın yolunu birtakım
mevzuat değişiklikleri ile gidermek ve hepsini eşit yurttaş yapmak zorundadır.
Seçmen
iradesinin Meclise yansıması önündeki engeller kaldırılmalıdır. Örneğin % 10
seçim barajı, demokrasinin önündeki en büyük engellerden birisidir. Nisbi
temsil sistemi ile seçmen iradesinin Meclise yansıması sağlanmalıdır. 3403 ve
3757 sayılı yasalarla birlikte yeni bir milletvekili yasasının çıkarılması
zorunludur.
2-2820
sayılı siyasi partiler yasası artık Anayasa hükümlerine de aykırı olmakla hemen
değiştirilmelidir.
Siyasi
partilere siyaset yapma yasağı koyan 78,81,82,84,86,87,88,89, ncu maddeler
düşünce özgürlüğü çerçevesinde AİHS nin 10 maddesi ve AİHM kararları
doğrultusunda yeniden düzenlenmeli, tüzük ve programa ilişkin kısıtlamalar ve
parti kapatma hükümleri tamamen kaldırılmalıdır.
Seçim
barajının % 10 dan aşağı çekilmesi, seçim ittifakları, önseçim gibi konularda
sivil toplum örgütlerinin de görüşü alınarak çözümlenmelidir.
Özgür
seçimler demokratik toplumların ayakta durması, seçmen iradesinin özgürce
parlamentoya yansıması ve siyasi krizlerin çözümü için zorunludur.
H -
TALEP EDİLEN YAPTIRIMLAR HAKKINDA
1)
Anayasa Mahkemesi 1993 tarihinde verdiği bir kararında ve devamında 'Yürürlüğü
durdurma' talebini uygun bulduğunda kabul etmiştir. Anayasada ve diğer
yasalarda Anayasa Mahkemesi'ne böyle bir yetki verilmemiş olmasına karşın,
Anayasa Mahkemesi bazı durumlarda telafisi zor ya da mümkün olmayan sonuçların
çıkmaması için yürürlüğü durdurma kararını vermiştir. Ancak unutulmamalıdır ki,
yürürlüğü durdurma talebi ancak iptal davalarında mümkündür. İptal edilmesi
istenen kanunun, davanın sonuçlanıncaya kadar, askıda tutulması anlamına gelir
ki, bazı durumlarda gerçekten gerekebilir. Ancak bu talep siyasi parti kapatma
davalarından mümkün değildir. Böyle bir gereksinim de ortaya çıkmamaktadır.
2)
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının talep ettiği önlemler çevresinde yer alan 'Bu
çerçevede dava süresince Anayasa Mahkemesi, davalı partinin faaliyetlerinin
durdurulması, SPY ve parti tüzüğünde gösterilen belirli veya bütün organlarının
faaliyetlerinin durdurulması, dava süresince seçimlere katılamaması ayrıca dava
tarihinde parti üyesi olanların bir başka siyasi parti listesinden veya
bağımsız olarak da dava süresince seçimlere katılmasının önlenmesi, ödenecek
hazine yardımlarının banka hesabında blokesi, üye kayıtlarının durdurulması
gibi önlemlere hükmedebilecektir' şeklindeki ifadeleri hukuk sınırlarını aşan,
anti-demokratik taleplerdir.
Bu
taleplerin yasal hiçbir gerekçesi olmadığı gibi, Anayasa Mahkemesi hiçbir parti
kapatma davasında böyle bir karar vermemiştir. Sayın Başsavcı, taleplerini
sıralarken, yasalar ve hukuk perspektifinden uzaklaşmıştır.
Kaldı
ki, böyle bir talebin 'telafisi zor ya da mümkün olmayan sonuçların ortaya
çıkmasının engellenmesi'ne dayandırılması da gerçek dışıdır. Siyasi Partiler
bir 'kanun' gibi ya da 'yasal bir mevzuat' gibi düşünülemez. Siyasi partiler,
örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde demokrasi ve yasal sınırlar dâhilinde
faaliyetlerini sürdürmek zorundadır. Bir siyasi partinin en büyük faaliyeti de
seçimlere katılmaktır.
Son
seçimlerde ülke genelinde iki milyona yakın oy olan Demokratik Toplum
Partisi'nin seçimlere katılmasının engellenmesi, üyelerinin bağımsız dahi
seçimlerde aday olamaması, bu partiye oy veren milyonlarca seçmenin iradesine
kilit vurmaktır.
Aksine
seçimlere katılmasının yasaklanması, telafisi zor ve mümkün olmayan sonuçlar
doğuracaktır hukuk açısından. Davanın sonucunda, davanın ret edildiğini
varsayarsak, bu süre içerisinde yapılan seçimlere DTP'nin katılamamasının
telafisi nasıl yapılacaktır' Zaten sayın Yüce Mahkemenizin de Başsavcının bu
taleplerini oybirliği ile RED etmesi, görüşlerimizi kanıtlamaya yeterli
düşüncesindeyiz.
3)
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının dava iddianamesini alelacele ve siyasi
reflekslerle hazırladığının başka bir kanıtı ise, haklarında siyaset yasağı
getirilmesini talep ettiği Fevzi Kara, Ekim 2007 tarihinde vefat etmiştir. Yine
Halil İmrek, DTP üyesi olmayıp, kendisi Emek Partisi (EMEP) üyesi olup, aynı
zamanda Adana İl Sekreteri görevini yapmaktadır. İmrek hakkında da siyaset
yasağı getirilmesi talebi iddianamede yer almaktadır.
4)
Ayrıca hiçbir hukuki sorumluluk derecesine, olayda sorumluğunun olup olmayacağı
durumuna bakılmaksızın rast gele, oldukça keyfi, hiçbir hukuki dayanak
göstermeden 221 kişinin 5 yıllık siyaset yasağı kapsamına alınması talebi de,
davanın haksız hukuk mantığını, çıplak bir şekilde sergilemektedir.
Dava
parti tüzel kişiliğine karşı açılmışsada,Anayasa Mahkemesi yargılama usulünde
CMK hükümleri uygulandığı için,haklarında yasaklama talebi bulunan 221 kişinin
'müdahil' olarak savunma sürecine katılmaları,savunma haklarını kullanmalarına
olanak tanınması adil yargılama hakkı ve AİHS nin 6 ncı maddesinin gereğidir.
5)
İddianame hukuk dışı zorlama sentezidir. Hukukun üstünlüğü, bağımsızlığı,
eşitliği ve evrenselliği adına Türkiye'ye en büyük haksızlıktır.
DTP'ye
hazine yardımının kesilmesini isteyen sayın savcı, mecliste grubu bulunmasına
rağmen anti demokratik bir şekilde ve eşitliğe aykırı olarak hazine yardımı
yapılmadığını ve bağımsız olara meclise girme ihtimali ile bunun kesildiğini
bilmesi gerekirdi.
Vermeden
almak, ancak allaha mahsus olabilir. Devletler ve onların kamu düzenini
sağlamakla yükümlü savcılar ancak devletin verdiğini geri isteyebilir. Bu
nedenle konusu olmayan bir talep söz konusudur.
İ-
SİYASAL HAKLAR VE PARTİ KAPATMALARI
I-
Siyasal Haklar
a)
Serbestçe siyasal faaliyette bulunma hakkı, demokratik siyasal sistemlerin
temelini oluşturur. Bu, kişilerin farklı görüşler çerçevesinde siyasal
kararları etkileme konusunda özgür olmalarını gerektirir. Demokratik devlet
düzeni siyasal katılma kanallarını kişilere açık tutmak zorundadır. Başka bir
deyişle demokratik bir sistemde halkın rolü, yalnızca belli aralarla yapılan
seçimlerde yöneticileri seçmekten ibaret değildir. Çoğulcu demokrasi anlayışı,
halkın siyasete etkin bir biçimde katılmasını gerektirir.
b)
Siyasal haklar, insan haklarının en önemlisi ve ondan ayrılmaz parçasıdır.
'Birinci Kuşak Hakları' arasında yer alan 'Katılma hakları' yani siyasi haklar,
insan haklarının en önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır. Siyasal haklar;
siyasal iktidarın kullanılmasına ve yönetsel işlevlerin yerine getirilmesine
katılmayı sağlayan haklar olarak algılamak gerekir. Bu demokratik rejimlerin
vazgeçilmezliğidir.
Çünkü
siyasal hakları da içeren temel hak ve özgürlükler, ulusal hakların sınırlarını
aşmış, bir insanlık sorunu haline gelmiş, toplumların olmazsa olmaz koşulu
haline gelmiştir. Siyasal hakların tüm vatandaşlara tanınması gerçeği
karşısında; yurttaşlık hakkı siyasal hakların başlangıcı ve özü sayılmaktadır.
c)
Düşünmek, düşünceyi ifade etmek, onu örgütlemek ve iktidara taşımak insanın
doğasıdır. Bunun önemi ve önceliği ise; bu özgürlüğün başka birçok özgürlüğün
kaynağını veya temelini oluşturmasından ileri gelmektedir. Demokratik olmayan
rejimlerde siyasal haklar, yalnız ayrıcalıklı olan kişiler ve toplumsal gruplar
tarafından kullanılır. Bu da yurttaşlık bilinci ve haklarıyla çelişen bir
durumdur.
Oysaki
siyasi temsil herkes için gereklidir. Çünkü oy hakkına sahip tüm yurttaşların
iradesi; seçtikleri temsilciler aracılığıyla yasaların ve hükümet
politikalarının oluşturulmasına katılım sağlar. Bu süreç ve yöntemler, siyasi
hakların temelidir. Seçme ve seçilme, halk oylamasına katılma, siyasi parti
kurma, ve siyasi partiye üye olma, kamu hizmetinde çalışma, yönetime katılma,
dilekçe hakkı gibi başlıca önemli siyasal haklardır.
Bu
hakları gereği gibi kullanmak ise, kamuoyunu oluşturmaya yönelik diğer hakların
eksiksiz kullanmasına bağlıdır. Düşünce açıklama ve yayma, haberleşme, seyahat,
basın ve yayın, dernek kurma, gösteri ve toplantı düzenleme haklarının;
demokratik ölçülerde kullanıldığı oranda siyasal hak kullanımı da yaşam bulur.
d)
Düşünceyi açıklama özgürlüğü, gerçek kişiler için olduğu kadar, tüzel kişiler
yönünden de temel bir haktır.
Dernekler,
sendikalar, demokratik kitle örgütleri, insan hakları kuruluşları ve siyasal
partiler, organları aracılığıyla düşüncelerini ifade ederler.
Gerçek
bir demokrasi için; siyasi partilerin var olması, vatandaşların seçme ve
seçilme hakkına sahip olmaları tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda bilgi
edinme, düşüncelerini açıklama ve yayma, her tür araçlarla demokratik meşru
siyasal etkinlik yapma ve herkesin kendisini her alanda anadili ile ifade
edebilme hakkı da özgür olmalıdır.
e)
Ama bilindiği gibi; toplumun çoğulcu, etnik, dilsel, dinsel, mezhepsel ve
kültürel dokusu 1982 Anayasası'nın ruhu ve özü ile uyuşmamaktadır. Bu nedenle
başta 1982 Anayasası olmak üzere, Anayasa kadar önemli Siyasi Partiler ve Seçim
Kanunu'ndan başlayarak köklü bir hukuk reformuna gereksinim vardır. Ne yazık
ki, baskılar ve kapatmalarla birlikte 2820 Sayıl Siyasi Partiler Yasası,
demokrasinin katılımcı boyutundan yoksun, oligarşik bir yapı karakterini taşır.
Halk yönetimden koparılmış, lider hâkimiyetine sokulmuştur. Gerçek demokrasiye
olanak tanınmadığı için, halk hiçbir kararda söz sahibi değildir.
f)1982
Anayasası'nın 67. maddesinde vatandaşların kanunda gösterilen şartlara uygun
olma koşuluyla bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette
bulunma hakkına sahip olduğunu belirtmektedir.
Ne
var ki, 1982 Anayasası, 1961 Anayasasına oranla daha az 'katılımcı' bir
demokrasi modelini benimsemiştir. Bu model, örgütlü devlet organları eliyle
yürütülmesi yoluyla ülke düzeyinde belli ölçüde bir depolitizasyonu amaçlamakta
ve bu amaç anayasanın pek çok hükmüne 'siyaset yasakları' biçiminde yansımıştır.
1995
Anayasa değişiklikleri ile bu yasakların Anayasa'dan büyük ölçüde çıkarılmasına
koşut olarak, Siyasi Partiler Yasası'nda yer alan pek çok anti-demokratik
düzenleme ayıklanmış olmasına rağmen, bu çabalar yetersiz kalmıştır. Bütün bu
değişikliklere karşın, 12 Eylül döneminde yapılmış olan bu yasanın 'ruhunun'
dönüştürülebildiğini ve 'tek tip parti' yaratma eğiliminin aşılabildiğini
söylemeye de olanak yoktur.
II-
Parti Kapatmaları
a)
Gerek seçimlerde, gerekse bunun dışında halkın siyasete katılması ve devlet
yönetimini etkilemesinin tek olmasa bile başlıca aracının siyasi partiler
olduğunda kuşku yoktur. Çağdaş demokrasilerde seçmenlerin serbest tercihine
sunulan farklı program ve politikalar siyasal partiler tarafından oluşturulur.
Seçmenler de günümüzde oylarını adayların kişiliklerinden çok temsil ettikleri
siyasal partilere bakarak kullanmaktadırlar. O halde çağımızda siyasal
partilere dayanmayan bir demokratik sistem düşünülemeyeceğine göre, bu örgütlerle
ilgili anayasal/yasal düzenlemeler de büyük önem kazanmaktadır.
b)
Siyasal partiler, toplumdaki değişik düşüncelere açıklık kazandırıp bu
görüşleri belli bir potaya dökerek siyasal yaşamda bir istikrar unsuru
oluştururlar. Benzer görüşleri bir araya getirip toplumdaki çeşitli grupların
çıkarlarını uzlaştırma, siyasal iktidarı kullanacak kadroları oluşturma ve
eğitme, bireyleri siyasal katılmaya yöneltme ve var olan siyasal değerlerin
pekiştirilmesi ve yenilenmesi işlevlerini de yerine getiren partiler siyasal
yaşamın en önemli öğesini oluştururlar.
c)
Genel anlamda siyaset; bireylerin yönetim sistemleri hakkında kanı ve
düşünceleridir. Siyasi partiler de; siyasetin yapıldığı toplumsal
örgütlenmelerin en gelişkinidir.
Bu
düşüncelerin özgürce ifade edilmesi, örgütlenmesi ve siyasal anlamda ülke
iktidarını hedeflemesi, çoğulculuğun gereğidir. Bu hakkı, bireysel ve kolektif
kullanma, insan doğasının vazgeçilmezliğidir.
İnsan
hakları ile birlikte tüzel kişilik olan siyasi partilerin de hakları vardır.
Yasalar bunları da korumalıdır.
d)
Anayasa, 'siyasi partiler demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır'
(m.68/2) diyerek, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, siyasi partileri
ve çok partili siyasal yaşamı güvence altına almaktadır.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. maddesinden çıkan özet anlayışa göre de
'Siyasi partiler; demokrasinin tam olarak işlemesi için temel örgütlenme
biçimlerinde en önemlisidir.'
Bu
anlamda, örgütlenme özgürlüğünün yalnız bir siyasi partiyi kurma hakkıyla
sınırlandırmamalı. Aynı zamanda kuruluşundan sonra da siyasal etkinliklerini
her tür maddi ve manevi baskılardan uzak, özgürce yürütülmesini güvence altına
almak gerekir.
Ve
sözleşmeci devletler, bu hak ve özgürlükleri herkes için güvence altına almakla
yükümlüdürler.
Zira
ifade özgürlüğü, özellikle siyasi partiler ve onların aktif üyeleri için önem
kazanmaktadır. Eğer bir muhalefet üyesi veya sözcüsünün ifade özgürlüğüne
müdahale ve baskı varsa, olay daha da vahimdir.
e)
Bu nedenle, şiddet içermedikçe, sadece muhalif düşüncelerden ve var olan
sistemi sorgulamaktan ötürü siyasi partiler kapatılmamalıdır.
Parti
kapatma demokrasinin, insanlık onurunun ayıbı ve bunu kapatan rejimlerin en
büyük handikabıdır.
Bu
ülkede yaşayan 70 milyon insanımızın bunu hak etmediğini düşünüyoruz.
Türkiye'de
yaşanan demokrasi sancısından kaynaklı; siyasi-kültürel ve ekonomik krizin en
önemli nedenlerinden biri de parti kapatmalarıdır.
1971-73
ara rejiminde sağda Milli Nizam Partisi, solda Türkiye İşçi Partisi'nin Anayasa
Mahkemesi tarafından kapatılması, bu sürecin hız almasıdır. Daha sonra 12 Eylül
rejimi ile tüm partiler feshedilmiştir.
Bu
rejimin acımasızlığından ders çıkarılmadığı için; gelinen noktada, Türkiye
parti kapatma mezarlığına dönüşmüştür.
f)Olayın
vahameti üzerine, uluslar arası sözleşmeler ve hukuk normları hiçe
sayıldığından, AİHM olaya el atmış ve bu alanda da şimdiye kadar çokça davada
Türkiye'yi mahkûm etmiş ve mahkumiyetler devam etmektedir.
Türkiye'den;
siyasi partilerin kapatılması konusundan, AİHM'e gönderilen ilk dava, TBKP
davasıdır.
AİHM,
Türkiye'nin bu kapatma davasının demokratik bir toplumun gerekleriyle
bağdaşmadığına ve sözleşmenin 11. maddesinin ihlal edildiğine oy birliği ile
karar vermiştir.
AİHM,
TBKP davası kararından sonra da Anayasa Mahkemesi'nce kapatılan 4 siyasi parti
ile ilgili kararlarında, sözleşmenin 11. maddesinin ihlal edildiği görüşüne
vararak, davaları sonuçlandırmıştır, bunlardan biri de ÖZDEP'tir.
Ayrıca
HEP ve DEP davaları da Türkiye aleyhine İHLAL kararlarıyla sonuçlanmıştır. Aynı
davalarda birden fazla kararlara da tazminata hükmedilmiştir. Yine DEP
davasıyla ilgili yargılanmanın yenilenmesi kararı verilmiştir.
g)
AİHS'deki hakların sınırlanması sorunu AİHM ile taraf devletlerarasındaki
ilişkilerin odak noktasıdır. AİHM ile devletlerarasında çelişkili bir ilişkiler
yumağı vardır. Sözleşmenin yapısı devletler ile AİHM arasındaki iş bölümüne
dayanır.
Sözleşmedeki
hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlamak, öncelikle devletlerin
sorumluluğudur. Bu sorumluluğun yerine getirilmesinde aksaklık varsa AİHM
devreye girer.
AİHM
ile sözleşmeci devletlerarasındaki ilişkilerin belirgin bir başka özelliği ise
gerginliktir. AİHM'de yargılanan her zaman devlettir. Devlet hem insan
haklarının koruyucusu ve uygulayıcısı, hem de davalıdır.
h)
Ülkemizin hiçbir konuda davalı veya mahkûm olmasını değil, demokratikleşmesini
istiyoruz. Bu ayıplardan kurtulmasını istiyoruz. Kurtuluşun tek yolu,
demokratikleşme, toplumsal barış ve başta Anayasa olmak üzere köklü bir hukuk
reformudur.
Demokles'in
kılıcı gibi tepede sallanan parti kapatma davaları, siyasi hakları kullanmada
ve siyasi etkinliklerde, özellikle seçimlerde büyük bir engel, eşitsizlik ve
psikolojik tahribattır.
Buna
Siyasi Partiler Yasası'ndaki diğer olumsuzluklar, Seçim Yasası'ndaki yüzde
10'luk anti-demokratik seçim barajı, adil, haklı ve hukuki kıstası olmayan ve
sadece bazı partilere yapılan milyonlarca YTL'lik hazine yardımı da eklenince,
hukuksuzluğun tablosu ülkeyi bu olumsuz ortama taşımıştır.
i)
2820 sayılı siyasi partiler yasasının 78, 80, 81, 101 ve 103 ncü maddelere ekte
sunduğumuz belgelerden de anlaşılacağı üzere, anayasa değişiklikleri
karşısında, uyum yasaları çıkarılmadığı için anayasanın 68 ve 69 ncu
maddelerine aykırıdır. SPK nun 81 nci maddesinde yer alan yasaklar bu
maddelerde yer almamaktadır. Parti program ve tüzüğünde de böylesi bir
düzenleme yer almamaktadır. Anayasanın 2 ve 5 nci maddelerine aykırı olan bu
maddeler aynı zamanda 10 ncı maddesinde eşitlik ve 13 ncü madde de yazılı temel
hak ve hürriyetlere de aykırıdır.66 ncı madde de yazılı anayasal vatandaşlık
hükümlerine de aykırı olan bu düzenlemeler;
Anayasanın
10 ncu maddesi eşitliği düzenlemiş olup, son olarak TBMM de 411 oyla yapılan
değişiklik ile bu kapsam genişletilmiştir. Aynı şekilde 42 nci madde
değişikliği ile de yasaklar kalkmış olup, mevcut SPK hükümleri bu yönü ile de
anayasaya aykırıdır.
AİHS
nin 90 ncı madde uyarınca uygulanması nedeniyle 6/1, 8, 9, 10 ve 11 nci
maddeleri ile AİHM in parti kapatma davalarında ki içtihatları ile de ters
düşmekte hakları sınırlamakta ve yasaklamaktadır.
III-
DOKUNULMAZLIKLAR
DTP
Genel başkanı Ahmet Türk ve diğer milletvekillerinin konuşmaları nedeniyle
siyasetten yasaklanmaları ve dokunulmazlıklarının kaldırılması istendiğinden,
geçmişte yaşanan ve ülkemizi ciddi sıkıntılara sokan DEP milletvekillerinin
yargılanma sürecine tekrar bakmakta yarar bulunmaktadır. Türkiye dokunulanların
dokunulmayanların ülkesi olmaktan çıkarılmalıdır. Susurluk çetesi ve
dokunulmayan sanıkları karşısında suskun kalanları elbette tarih
yargılayacaktır. Ancak ne zaman mecliste Kürt yurttaşların temsiliyeti söz
konusu olursa hemen düğmeye basılmaktadır. Geçmişte yaşananlardan ne yazık ki
ders çıkarılmamaktadır.
Ankara
DGM Başsavcılığı, DEP milletvekillerinin, TBMM'de yemin töreninden başlayarak,
Meclis konuşmaları, basın açıklamaları, muhtelif röportajları, AGİK ile
Birleşmiş Milletlere yapılan başvuruları soruşturma konusu yaparak,
dokunulmazlıklarının kaldırılması istemi ile fezlekelerini TBMM Başkanlığı'na
göndermişti.
Meclis'te
DEP milletvekilleri dışında tam 153 dokunulmazlık dosyası vardı, karşılıksız
çek, ihaleye fesat karıştırma, dolandırıcılık gibi adi ve yüz kızartıcı suçları
kapsıyordu. Sırada DYP, ANAP, RP, MHP, SHP ve diğer parti milletvekillerine ait
dosyalar bulunurken; komisyonlar jet hızıyla çalıştı.
01.03.1994
tarihinde ANAP ve DYP Grup Başkanları, Meclise aynı mahiyette iki ayrı önerge
vererek, DEP milletvekillerinin dokunulmazlık dosyalarının görüşülmesinin öne
alınmasını istemişlerdi. 01.03.1994 günlü oturumda DYP'nin önergesi kabul
edilerek, DEP milletvekilleri ile RP'den Hasan Mezarcı'nın dokunulmazlıklarının
02.03.1994 tarihinde görüşülmesi kararlaştırılıyordu.
TBMM'de
henüz dokunulmazlıklar görüşülmeden Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral Ankara
Emniyet Genel Müdürlüğü'ne yazılı bir emir göndererek, dokunulmazlığı kalkacak
olan milletvekillerinin gözaltına alınmasını istemişti. Meclis binası içerden
ve dışardan sivil ve resmi güvenlik kuvvetlerince adeta ablukaya alınmış, kuş
uçurtulmuyordu.
02.03.1994
günü Hatip Dicle ile Orhan Doğan'ın dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karar
verilmişti. Henüz Meclis kararı, Resmi Gazete'de yayımlanmamış, Anayasa'nın
85'inci maddesine göre, milletvekillerinin Anayasa Mahkemesi'ne iptal istemleri
yapılmamıştı. Ortada kesinleşmiş bir Meclis kararı bulunmamasına rağmen, Meclis
kapısında her iki milletvekili sivil polisler tarafından yaka paça çirkin bir
şekilde cebir kullanılarak, hemen gözaltına alınmışlardı. Bu çirkin görüntüler
televizyonlarda yayınlandığında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 'gözaltı şık
olmamıştır' diyerek, tepkisini dile getirirken, hukukçular, sivil toplum
örgütleri, bazı milletvekilleri buna tepki gösteriyorlardı. Bu tepkilerin en
ateşli tartışmaları Meclis'te yapıldı. Öyle ki, hakkında henüz dokunulmazlık
görüşmesi yapılmayan Hasan Mezarcı, İstanbul'da apar topar gözaltına
alınıyordu.
03.03.1995
günü Ahmet Türk, Mahmut Alınak, Leyla Zana ile Selim Sadak'ın yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karar verildiğinde aynı şekilde çirkin bir
davranışa maruz kalmamak için Meclis'te gecelemeyi göze almışlardı. Meclis
Başkan vekili Vefa Tanır'ın arabulucu girişimleri ile dört milletvekili Ankara
DGM Başsavcılığı'na giderken, yine verilen sözler tutulmayıp, hakim karşısına
çıkarılmak yerine Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne gözaltına gönderiliyorlardı.
Arkasından Nusret Demiral onbeş günlük gözaltı emri veriyordu.
Meclis'te
çirkin ve hukuk dışı gözaltının en başta gelen sorumlusu Nusret Demiral'dı.
Meclis tutanakları ve önceden verdiği yazılı emir ile bu belgelenmişti. Bu
nedenle hakkında soruşturma açılması için Adalet Bakanlığı'na yapılan şikayet
üzerine soruşturma izni verilmesine rağmen, müfettişler 'işlem yapılmasına
gerek görülmemiştir...' yazılarıyla, dosyayı kapatıyorlardı. Her zamanki gibi,
Nusret Demiral'dan hesap sorulamıyordu.
Anayasa'nın
84'üncü maddesi uyarınca, dokunulmazlıklar konusunda parti gruplarında tartışma
açılmaması, karar alınmaması gerekirken, başta Çiller olmak üzere, tüm sağ
partiler bu konuda görüşme öncesi karar alarak, reylerini belli etmişlerdi.
Tamamen siyasi saiklerle, 'PKK'yı Meclisten atacağız' nutuk ve demeçleriyle 27
Mart 1994 tarihinde yapılacak yerel genel seçimler öncesi oylarını artırma
hesapları içine girdiler. Meclis görüşmeleri esnasında sadece SHP'nin bir kısım
milletvekili ret oyu kullanırken, sert tartışmalar içinde hızlı bir şekilde DEP
milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılıyordu. Aynı şekilde suçlanan ve
SHP de kalan eski HEP kökenli bazı milletvekilleri ise arkadaşlarından
ayrılarak, dokunulmazlık dosyaları dönem sonuna bırakılıyor, bunlardan bir
kısmı bakanlık oluyordu.
DEP
milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması, arkasından
gözaltına alınmaları ve tutuklanmalar içerde ve dışarda geniş yankılar
uyandırdı. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi sert tepki gösterirken, bugüne
kadar insan hakları ihlallerinde baş sırada gösterilen bir haksızlık olarak
tezahür etti.
Savunma
avukatları, Anayasanın 85'nci maddesi uyarınca bir haftalık süre içinde, tam 19
iptal davasını klasörler eşliğinde anayasa Mahkemesi'ne vererek dava açıyordu.
Anayasa
Mahkemesi 15 günlük süre içinde 21.03.1994 tarihinde, incelemelerini
tamamlayarak kararını açıklıyordu. 19 davadan yalnızca Selim Sadak'a ait
başvuru kabul edilmiş, dokunulmazlığı iade edilmiş, diğer milletvekillerininki
ise reddedilmişti. Anayasa Mahkemesi DEP'in kapatılması kararını 13 gün gibi
rekor sayılacak kısa bir sürede yazıp, Resmi Gazete'de yayımlayarak,
milletvekillerinin üyeliklerinin düşmesi sağlanırken, dokunulmazlıklara ilişkin
kararlar 10 ay gibi uzun bir süre geçtikten sonra yazılabilmiştir.
TBMM
görüşmeleri, meclis tutanakları, açılan davalar ve verilen kararlarla
dokunulmazlık kararları daha uzun süre hukuk ve demokrasi tarihimizin
tartışılır konuları olmaya devam edeceklerdir.
Anayasa
Mahkemesi'nin kararları nihai ve kesin kararlardan olduğu için, iç hukuk
yolları kapanmıştı. Bu kararlara karşı Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na gitmek
gerekiyordu.
DEP
milletvekilleri adına yapılan başvurular AİHK'da 25 Mayıs 1995 tarihinde kabul
edildi. DEP ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na yapılan başvuru da 2
Eylül 1996 tarihinde kabul edildi.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması tartışmalarına, DEP'in 13.6.1996 tarihinde kapatılması sonucu 13
milletvekilinin dava açıldığı tarihte DEP üyesi olması nedeniyle üyeliklerinin
düşürülmesi tartışmaları eklendi. DEP Genel Başkanı Yaşar Kaya'nın Bonn ve
Erbil konuşmaları nedeniyle kapatılmış, milletvekilleri bir başkasının
eyleminden sorumlu tutulmuş ve cezaların şahsiliği prensibine aykırı olarak,
başkalarının fiillerinden dolayı cezalandırılmışlardı. Bu tartışmalar sonucu,
23.7.1995 tarihinde 4121 sayılı yasa ile Anayasanın 84. maddesi değiştirildi,
yeni getirilen hükme göre parti kapatma davalarında, kendi eylemi ile partinin
kapanmasına neden olan milletvekillerinin üyelikleri düşecekti.
Anayasa'daki
bu değişiklik üzerine, DEP milletvekillerinin üyeliklerini iade gerektiği
yönündeki başvurular ise Anayasa Mahkemesi'nin 12.9.1995 tarih 1995/4 (değişik
işler) sayılı kararı ile Anayasa değişikliklerinin geriye yürümeyeceği
gerekçesi ile reddedilmişti.
TBMM'nin
1961 yılından bu yana olan geçmiş sürecine bakıldığında, yasama
dokunulmazlıklarının hep siyasi düşüncelerle gündeme geldiği, hırsızlık,
zimmet, sahtekarlık, kaçakçılık ve yüz kızartıcı suçlar için dokunulmazlıkların
kaldırılmadığı görülmektedir. Milletvekillerinin yasama dokunulmazlıkları ile
ilgili Anayasa ve yasaların değiştirilmesi zarureti ortadadır.
DEP
milletvekilleri AİHM de açtıkları davalar sonucu 'uzun gözaltı AİHS 5/3', 'adil
yargılanma AİHS 6/1-3' dokunulmazlıkların kaldırılması ve milletvekilliklerinin
düşmesi nedeniyle AİHS Ek 1.Protokol 3 ncü madde' DEP kapatılma davası AİHS
11.nci madde' nedeniyle Türkiye hakkında ihlal kararları verildi. Aradan on
dört yıl geçtikten sonra, AB süreci ve yapılan reformlara rağmen bugün DTP
milletvekillerinin aynı şekilde yasaklanmasının istenmesi geçmişte olduğu gibi
bugünde hiçbir sorunu çözmeyecektir. Sadece demokrasimiz zarar görür.
SONUÇ:
1- İddianamede yer alan 141 eylemle ile ilgili soruşturma sonuçlarının
akıbetinin sorulmasını,
2-
İmralı cezaevi Müdürlüğünden görsel ve yazılı görüşme kayıtlarının istenmesini,
3-
Dışişleri bakanlığından bugüne kadar AİHM tarafından verilen parti kapatma
kararlarının orijinal çevirilerinin istenmesini
4-
Maliye hazinesinden parti kapatmalar ve dokunulmazlıklar nedeniyle verilen AİHM
kararları sonucu ne kadar tazminat ve gider ödendiği (Hükümet tarafından
tutulan yabancı avukatlara yapılan ödemeler dahil) bu ödemeler nedeniyle
sorumlular hakkında rücu yoluna gidilip gidilmediğinin sorulmasını,
5-
SPK nun 78, 80, 81, 101 ve 103 ncü maddeleri yapılan anayasa değişiklikleri
sonuca, anayasanın 2, 3, 10, 42, 66, 68, 69 ncu maddelerine aykırı olduğundan;
Anayasa aykırılık iddiamızın ciddi kabul edilerek iptalini,
6-
Siyaseten yasaklanması istenen tüm üyelerin davaya 'müdahil' olarak kabullerini
ve savunmalarını yapmaları için kendilerine süre verilmesini,
7-
Hazine yardımı yapılmadığından bu talebin reddine,
8-
Yukarıda özce sunduğumuz, inceleme aşamasında Sayın Mahkemenizin resen dikkat
buyuracağı durumlar karşısında; yasa ve yönteme, eşitlik ilkesine, düşünce
özgürlüğüne, Anayasa, Siyasi Partiler ve Seçim Yasalarına, YSK kararlarına,
AİHM kararlarına, AİHS'in ilgili maddelerine aykırı talebin REDDİNE karar
verilmesi saygıyla dileriz.'
III- ESAS HAKKINDA GÖRÜŞ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının 10.3.2008 günlü, SP 135.Hz.2007/2 sayılı esas
hakkındaki görüşü şöyledir:
'I-
GİRİŞ
Davalı
Demokratik Toplum Partisi hakkında 16.11.2007 günlü, SP 135.Hz.2007/2 sayılı
İddianame ile açtığımız temelli kapatma davası ile ilgili olarak;
Yüksek
Mahkemenizin 12.02.2008 günlü C.01.0.YİM-106/84-252 sayılı yazısı ekinde
Demokratik Toplum Partisinin 11.02.2008 günlü ön savunmasının onaylı bir örneği
gönderilerek, Mahkemenizin 23.11.2007 günlü, E.2007/1 (Siyasi Parti-Kapatma)
sayılı kararının 9. maddesi uyarınca davaya ilişkin esas hakkındaki
düşüncemizin bildirilmesi istenmiştir.
Davalı
parti ön savunmasında:
-
Tüzük ve programın yasalara uygun olduğunu,
-
Partilerinin şiddeti öngörmediğini, kapatılmanın demokratik ortamda gerekli
olmadığını, bir Kürt sorunu olup, siyaset ve hukukun uluslararası sözleşmelerde
yer alan 'azınlık hakları' çerçevesinde diğer ülke örneklerinden biri
kapsamında bu sorunun çözülmesi gerektiğini,
-
İddianamede belirtilen soruşturma, dava ve kararların bir siyasi partiyi
kapatmaya yeterli olmaması nedeniyle hukuka aykırı olarak iddianameye
eklendiğini, bunların bireysel eylemler olup, partiyi odak haline
getiremeyeceğini, söz konusu eylemlerin 'barışçıl ve uzlaşmacı' olup, şiddet
çağrısı içermediğini, düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gerektiğini bu eylemlerin mahkumiyet kararı ile sonuçlanmaları beklenmeden dava
konusu yapıldıklarını,
-
Terör olgusunun değerlendirilmesi yapılıp, varılan sonuca göre 'ulusal üstü
belgelerde terör tanımında henüz bir uzlaşma sağlanamazken, tanım ve kavram
tartışması devam ederken' davalı Partinin böylesi konularda beyanda bulunmadığı
için suçlanmasının yasalara aykırı olduğunu,
-
Davanın siyasi gerekçelerle açıldığını, Siyasi Partiler Yasası hükümlerinin
Anayasa'nın değiştirilen 10 ve 42. maddelerine aykırı olduğunu, değiştirilmesi
gerektiğini,
-
Davanın yasa ve yönteme, eşitlik ilkesine, düşünce özgürlüğüne, Anayasa, Siyasi
Partiler ve Seçim Yasalarına, YSK kararlarına, AİHM kararlarına, AİHS'in ilgili
maddelerine aykırı olduğunu,
Ana
başlıklar halinde belirterek davanın reddini talep etmiştir.
II-
KONUYLA İLGİLİ DÜZENLEMELER
A-
Anayasa Hükümleri
Hukuk
Devleti ile Anayasanın Başlangıcında belirtilen temel ilkeler Cumhuriyetin
nitelikleri arasındadır (m.2).
Anayasanın
Başlangıcı ülkenin bölünmez bütünlüğünden söz ederken, Anayasanın 3 ncü maddesi
de Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün
olduğunu;
4
ncü maddesi ise bu ilkelerin demokratik yoldan dahi değiştirilemez temel
değerler olduğunu belirtmektedir.
Düşünce
ve kanaat özgürlüğünü tanıyan Anayasa (m.25/1); ifade özgürlüğünü 'Herkes,
düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu
olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir' (m.26/1) biçiminde dile getirirken,
bu özgürlüğün kullanılmasına getirilebilecek önlemi, 'millî güvenlik, kamu
düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve
milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir'
şeklinde düzenlemiştir. (m.26/2).
Hakkın
kötüye kullanımı yasağını da öngören Anayasa, 'Anayasada yer alan hak ve
hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan
kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz' (m.14/1); 'Anayasa
hükümlerinden hiçbiri,(') kişilere(tüzel kişi olan siyasi partiler), Anayasayla
tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini (') amaçlayan bir faaliyette
bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz' biçiminde düzenlemeye sahiptir
(m.14/2).
Anayasanın,
68 nci maddesinin 4 ncü fıkrası; yalnız partilerin tüzük ve programlarının değil,
eylemlerinin de 'devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, eşitlik ve
hukuk devleti ilkeleri ile demokrasiye' uygun olmasını öngörmüştür.
Anılan
madde; 'Siyasî partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin
bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına,
eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik
Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya
herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç
işlenmesini teşvik edemez'(m.68/4). İlkelerini belirlemiş, bu ilkelere aykırı
davranan partiler hakkında uygulanacak yaptırımları da; 'Bir siyasî partinin 68
inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli
kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline
geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir. Bir
siyasî parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde
işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez
karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel
kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu
fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği
takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır' (m.69/6) şeklinde
düzenlemiştir.
Siyasi
partinin Anayasanın 68 nci maddesinin 4 ncü fıkrasında belirtilen ilkelere
aykırı fiillerin 'odağı' haline gelmesi durumunda, o partinin temelli
kapatılacağını öngören Anayasa, Anayasa Mahkemesinin temelli kapatma yerine,
koşulların oluşması halinde dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasî
partinin Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar verebileceğini
öngörmüştür (m.69/7).
Anayasa,
bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan
kurucuları dahil üyelerinin, Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin
kesin kararının Resmî Gazetede gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş
yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi
olamayacaklarını da belirtmiştir. (m.69/9)
B-Yasa
Hükümleri
Anayasadaki
siyasi partilerin temelli kapatılmalarına ilişkin düzenlemeler Siyasi Partiler
Yasasının çeşitli maddelerinde paralel biçimde düzenlenmiştir.
Yasanın 'Demokratik Devlet düzeninin korunması ile ilgili yasaklar' başlıklı 78 inci maddesi,
'Siyasi partiler,'Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasanın başlangıç kısmında ve 2 nci maddesinde belirtilen esaslarını; Anayasanın 3 üncü maddesinde açıklanan Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne(')
Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak;
Amacını güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarını bu yolda tahrik ve teşvik edemezler.
Anayasanın hiçbir hükmünü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlayamazlar'.
Devletin tekliği ilkesinin korunması başlıklı 80 inci maddesi,
'Siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı Devletin tekliği ilkesini değiştirmek amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar'
Bir
siyasî partinin yasak eylemlere odak olması halini düzenleyen 103 üncü maddesi,
'Bir
siyasî parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde
işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez
karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel
kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu
fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği
takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır'
Yasanın Anayasadaki yasaklara aykırılık halinde partilerin kapatılması başlıklı 101 nci maddesinin 1 inci fıkrası,
'Bir siyasî parti hakkında kapatma kararı ('), Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespiti halinde verilir.(') temelli kapatma yerine koşulların varlığı halinde dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasî partinin Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar verilir'
Hükümlerini içermektedir.
III-
DAVALI PARTİNİN EYLEMLERİ VE ÖN SAVUNMASININ İRDELENMESİ
Bir
siyasi partinin Anayasa, Siyasi Partiler Yasası, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (AİHS) hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
kararlarını kendince yorumlayıp beyan ve eylemlerinin söz konusu düzenlemelere
uygun ve demokratik olduğunu iddia edemeyeceği tartışmasızdır. Aksinin kabulü
bireysel veya tüzel kişi olarak hukuk normunu belirleyip, uygulaması sistemini
getirir ki bu durumun Anayasa'da düzenlenen eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine
aykırı olacağı, demokratik toplumda kaosa yol açacağı açıktır.
1-
Davalı parti öncelikle tüzük ve programının 'onaylandığını', bu itibarla
yasalara uygun olduğunu ileri sürmekte ise de;
İddianamemizde
açıklandığı gibi Siyasi partilerin kendi ilkeleri doğrultusunda Devletin
hukuksal, anayasal ve yasal yapısını değiştirmek için taciz edici, saldırgan,
sarsıcı, şok ve rahatsız edici nitelik taşıyan ifadelerle dahi mücadele
edebilmeleri çoğulcu demokrasi ilkeleri gereğidir. Ancak bu mücadelede hukuka
uygun olan demokratik araçlara dayanılması zorunlu olup, siyasi partilerin
hedeflerine şiddeti teşvik ederek değil mevcut yasal sistem içerisinde ulaşmayı
amaç edinmeleri gerekmektedir.
Ancak,
Genel Başkanı dahil çok sayıda yöneticisi, üyesi ve hatta milletvekili 'terör
örgütü üyeliği, terör örgütünün propagandasını yapmak' gibi suçlardan
yargılanıp, mahkum olmuş veya halen yargılanmakta olan, söylemlerinin çoğunu
'terör örgütünü koruma, kollama ve destekleme' üzerinden gerçekleştiren bir
siyasi partinin tüzük ve programında yer alan ve bölücü terör örgütü PKK'nın söylemleri
ile birebir uyuşan düşüncelerin 'onaylandığının' söylenemeyeceği gibi, tüzük ve
programın 'onaylanması' gibi bir yasal müessese de yoktur. Dolayısıyla tüzük ve
programında yer alan beyanların, terör örgütünün amaç ve söylemleri ile bire
bir örtüşmesi ve davalı partinin terör örgütünü (dolayısıyla terörü) hemen her
platformda savunup meşruiyet kazandırmaya çalışması, bu yönüyle tüzük ve
programında belirlediği ilkelere terör yolu ile ulaşmaya çalıştığının
belirlenmesi karşısında davaya konu edilmesinde hukuka aykırı bir yön
bulunmamaktadır. Ulusal basında yer alan ve herkes tarafından bilinen parti ile
ilgili haberlerin parti tarafından açıkça yalanlanmaması zımnen kabul
edildiğini gösterir. Bu itibarla her haberin 'yetkili organlar tarafından' tesbitinin
yapılması istenilemez.
2-
Davalı parti şiddeti öngörmediklerini, kapatılmanın demokratik ortamda gerekli
olmadığını, bir Kürt sorunu olup, siyaset ve hukukun uluslararası sözleşmelerde
yer alan 'azınlık hakları' çerçevesinde diğer ülke örneklerinden biri
kapsamında bu sorunun çözülmesi gerektiğini beyan etmiş ise de;
Anayasa
ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası çerçevesinde Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının siyasi partilerle ilgili görevleri bellidir. Hukuk devletinde
kaynağını yasalardan almayan yetki ve görevin kullanılmasından söz edilemez. Bu
itibarla davalı partinin ön savunmasında hukuki nitelik taşımayan öngörü ve
taleplerin davanın konusu dışında kaldığı tartışmasızdır.
Bunun
yanında Anayasa Mahkemesi'nin 13.03.2003 gün ve 1999/1-2003/1 sayılı Halkın
Demokrasi Partisi (HADEP) hakkında verdiği kararda;
'Birleşmiş
Milletler'e üye devletlerin katılmalarıyla 14-25 Haziran 1993 günlerinde
Viyana'da gerçekleştirilen 'Dünya İnsan Hakları Konferansı' sonunda yayımlanan
Deklerasyon'da da, 'Eşit Haklar' ilkesine uygun olarak ırk, din ve renk ayrımı
gözetmeksizin ülkesine ait bütün insanları temsil eden bir hükümete sahip
egemen ve bağımsız bir devletin ülke bütünlüğünü ve siyasî birliğini kısmî veya
bütüncül biçimde parçalayacak herhangi bir eyleme izin verilemeyeceği gibi
desteklenemeyeceği de vurgulanmıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve bu ilkenin
vazgeçilmez bir unsuru olan ortak dil, kültür, eğitim ve Atatürk Milliyetçiliği
kavramları hukuksal ve siyasal olduğu kadar, tarihsel ve sosyal gerçeklere de
dayanmaktadır.
Türk
Devletinin vatandaşları arasında özel ve kamusal alanda etnik ya da diğer
herhangi bir nedenle siyasal veya hukuksal ayrılık sözkonusu değildir. Nitekim,
Türk Milleti içinde yer alan farklı kökenden vatandaşlar arasında Türkiye'nin
her yerinde yaşama, eğitim ve medeni haklar yanında seçme ve seçilme hakkından
tam olarak yararlanma, istek ve başarılarına göre her türlü işte çalışma, Türk
dil ve kültüründen faydalanma ve katkıda bulunma gibi konularda tam eşitlik
anlayışı içinde hiçbir ayırım gözetilmemektedir. 'Ülke ve milletin bölünmez
bütünlüğü'yle ilgili bu tarihsel oluşum tüm anayasalarımızda vazgeçilmez ve
ödün verilmez temel kural olarak yer almıştır. Tarihin çok uzun bir gelişme
süreci içinde gerçekleşip kaynaşma ve bütünleşmeye dayanan Türk Ulusu gerçeği
ve olgusuna karşı ayrımcılığa, bölücülüğe, terör ve sonuçta yok olmaya yol
açacak eylemler kabul göremez.
Anayasa'ya
ve Siyasi Partiler Yasası'na göre ülke ve ulus bütünlüğü, devletin bölünmezliğinin
temel ögeleridir. Bu nedenle her iki yasal düzenleme ile de belirtilen
değerlerin birlikte ve ödünsüz olarak korunması amaçlamıştır.
Anayasamız,
Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan birleştirici
ve bütünleştirici bir milliyetçilik anlayışına sahiptir. Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğü, bu çağdaş milliyetçilik anlayışının belirgin
niteliklerinden birini oluşturmaktadır.
Bu
bağlamda Anayasa'ya göre, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin
hangi etnik gruptan olursa olsun Türk sayılması onun etnik kimliğini inkar
anlamında değil, devletine 'Türk Devleti', ulusuna 'Türk Ulusu' ve ülkesine
'Türk Vatanı' denen ve toplum yapısında çeşitli etnik gruplar bulunan ülkede
bütün vatandaşlar arasında eşitliğin sağlanması ve çoğunluk içinde bulunan
etnik grupların azınlığa düşmesini önleme amacına yöneliktir. Bu nedenle,
Anayasamıza göre siyasal açıdan önemli olan soy değil, ulusal topluluktan
olmaktır.
Ulusal
birlik, devleti kuran, ulusu oluşturan toplulukların ya da bireylerin etnik
kökeni ne olursa olsun, yurttaşlık kurumu içinde ayrımsız birliktelikleriyle
gerçekleşir.
Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmezliği ilkesi azınlık yaratılmamasını, bölgecilik ve
ırkçılık yapılmamasını ve eşitlik ilkesinin korunmasını da içerir.
Siyasi
partilerin, çalışmalarında devletin ülkesi ve ulusu ile bölünmezliği temel
kuralına uymaları, ülkenin ya da ulusun bir bölümünün bugünkü bütünlüğünü
bozarak ayrılması sonucunu doğrudan doğruya veya dolayısıyla doğurabilecek her
türlü eylemden kaçınıp çalışmalarını bu bütünlüğü daha da pekiştirecek biçimde
yürütmeleri anayasal ve yasal zorunluluktur. Bunun sonucu da ülke ve ulus
bütünlüğünü zedeleyebilecek olan her türlü davranışın siyasi partiler için
yasak olmasıdır.
Demokratik
siyasal yaşamın vazgeçilmez ögesi olan siyasal partiler, vatandaşların bir
kısmını çoğunluktan çıkarıp azınlık durumuna getirerek ulusu ve ülkeyi bölmeye,
etnik köken ayrımını kışkırtarak silâhlı ayaklanmaya çağırmaya, ulusun
bireylerini, bölge halklarını birbirine düşman edip aralarında husumet
yaratmaya yönelik eylemde bulunamazlar.
Demokratik
hak ve özgürlüklerden yararlanılarak, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne karşı gerçekleştirilen eylemler kabul edilemez. Bu durumda hak ve
özgürlüklerin kötüye kullanılmasına engel olmak, devletin görevi ve varlık
nedenidir. Teröre destek verip ondan destek alan bir siyasî partinin Anayasa ve
yasaya göre varlığını sürdürmesi düşünülemez.' Şeklinde belirlediği ilkeler
karşısında davalı partinin ön savunmasında yer alan iddiaların yerinde olmadığı
sabittir.
3-
Gerek Anayasa'nın 68 ve 69. maddelerinde gerekse Siyasi Partiler Yasasının 101
ve 103. maddelerinde bir siyasi partinin kapatılmasına konu olan bireysel
eylemlerin yargılamalarının tamamlanması ve buna bağlı olarak belli bir suç
veya suçlardan mahkumiyet şartı öngörülmemiş, eylemin gerçekleştirilmesini esas
almıştır. Söz konusu düzenlemelere göre odaklığı tesbit ederken Anayasa
mahkemesi 'eylemleri' değerlendirecektir. Bu itibarla davalı partinin ön
savunmasında ileri sürdüğü suç ya da eylemlerin yargı sürecinin beklemesi
gereğine dair itirazın hukuki gerekçesi bulunmamaktadır. Nitekim, Anayasa
Mahkemesi 16.01.1998 günlü 'Refah Partisi' kararında
'Davalı
Parti, Türk Ceza Kanunu'nun 163. maddesi yürürlükten kaldırıldığı için parti
üyesi milletvekillerinin bu madde kapsamına giren eylemleri nedeniyle
kapatılmaya bağlı olarak milletvekilliklerinin düşmesine karar verilemeyeceğini
ileri sürmektedir.
TCK'nun
163. maddesi 12.4.1991 günlü, 3713 sayılı Yasa ile yürürlükten kaldırılmıştır. Buna
karşılık, madde kapsamına giren suçlara ilişkin eylemler, Anayasa ve Siyasi
Partiler Yasası'nda yasaklanan eylemler arasında yerlerini korumuşlardır.
Bunlara aykırılık, ancak partiye bağlanabildiğinde, onun yönünden yaptırım
uygulanmasına neden olmaktadır. Yaptırımın partili milletvekillerine
yansıyan sonuçlar doğurması ise, Anayasa'nın 84. maddesindeki özel düzenlemeden
kaynaklanmaktadır. Başka bir anlatımla, milletvekillerine uygulanan yaptırım,
salt partiyle olan bağlantı sonucu oluştuğundan partinin söz ve eylemine
dönüşüp onun kapatılmasına neden olmadıkça uygulanma olasılığı yoktur.'
Biçiminde yaptığı değerlendirmeler bu iddiamız doğrulamaktadır.
4-
Davalı Parti, Siyasi Partiler Yasasının 78, 80, 81, 101 ve 103. maddelerinin
Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia etmiş ise de; 78, 80 ve 81. maddelere ilişkin
Anayasa Mahkemesinin 13.03.2003 günlü 1/1 sayılı Halkın Demokrasi Partisi
(HADEP) hakkında verdiği kararda yaptığı değerlendirme sonunda;
'Kapatılma
davası Parti'nin, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı
eylemlerin odağı haline geldiği ileri sürülerek açılmıştır.
Bu durumda
olayda Siyasi Partiler Kanunu'nun eyleme uyan 101. maddesinin (b) fıkrasının
uygulanması gerekir.
Oysa
Yasa'nın 78., 79., 80., 81. ve 82. maddelerinin uygulanabilmesi davanın
Yasa'nın 104. maddesine göre açılmasına bağlıdır.
Bu
nedenle, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun Anayasa'ya aykırılığı ileri
sürülen 78., 79., 80., 81. ve 82. maddeleri bakılmakta olan davada uygulanacak
kurallar niteliğinde bulunmadıklarından Anayasa'ya aykırılık iddiasının
reddine'karar vermiştir. SPY.nın 101 ve 103. maddeleri ise tamamen Anayasa
hükümleri paralelinde düzenlemeler içermekte olup, Anayasaya aykırılıklarından
söz edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle davalı partinin SPY hükümlerinin
Anayasa'ya aykırılık iddialarının reddi gerekmektedir.
5-
İddianamemizde halen İmralı Cezaevinde hükümlü olarak bulunan PKK terör örgütü
elebaşı Abdullah Öcalan'ın avukatları aracılığıyla verdiği talimatlar
çerçevesinde DTP'nin kurulup örgütlendiği belirtilmiş, dayanak olarak 2004
yılından itibaren internet ortamında 'Avukat Görüşmeleri' adı altında
yayımlanan (bu nedenle avukatları hakkında açılan davalar devam etmektedir)
bilgilere yer verilmiştir. Nitekim sonraki tarihlerde günlük gazetelerde de
(bakınız, 23 Ekim 2004 tarihli Vatan ve 26 Ekim 2004 tarihli Star Gazetesi) bu
durum tüm açıklığı ile haber haline getirilmiştir. Henüz ortada Demokratik
Toplum Partisi adında bir parti veya düşünce dahi yok iken teröristbaşının
talimatları ile bu çalışmanın başlatıldığı, hatta yönetici kadroların ve
eşbaşkanlık gibi uygulamaların talimatlar doğrultusunda yaşama geçirildiği,
tarihsel olarak bir bütünlük gösterdiği hususları İddianamede açıklanmıştır.
Davalı partinin ön savunmasında 'İmralı Cezaevinde görüşmelerin çıkarılan bir
yasa ile hakim gözetiminde yapıldığı', tamamının 'kayıt' altına alındığı,
Başsavcılığımızın bu 'resmi' kayıtları istemeden iddialarını dayandırdığı ileri
sürülmüş, sonuç bölümünde de İmralı Cezaevi Müdürlüğünden görsel ve yazılı
görüşme kayıtlarının istenmesi talep edilmiştir. Bilindiği gibi hükümlülerin
görüşmelerinin de dahil olduğu infaz hukukuna ait düzenlemeler 5275 sayılı Ceza
ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde
gerçekleştirilmekte olup, anılan yasaya göre iddia edildiği gibi görsel ve
yazılı kayıt altına alınması hukuken mümkün olmadığı gibi ' çıkarılan bir
yasa ile hakim gözetiminde yapıldığı' iddiası da gerçeği yansıtmamaktadır.
Bu itibarla davalı partinin ön savunmasının sonuç bölümünde 2 numaralı sırada
görüşme kayıtlarının istenmesi yolundaki (mümkün olmayan) talebin reddine karar
verilmesi gerekmektedir.
6-
Ön savunmanın sonuç bölümünün 3 ve 4. numaralarında yer alan, davanın konusu
ile ilgileri olmayan ve hükme etkisi bulunmayan taleplerin reddi gerekmektedir.
7-
Davalı parti Ön savunmanın 'E-DAVA SİYASİDİR' başlığının 14 numarasında;
'İddianamede yer alan 'PKK'lı teröristlerin yol kesip, 22 Temmuz 2007 tarihinde
yapılan milletvekili seçimleri için DTP destekli seçime giren seçimden sonra
DTP'ye katılan bağımsız adaylara oy verilmesi için propaganda yapıldığını kanıtlayan
herhangi bir delil sunulmadığını, kaldı ki böylesi bir propaganda gerçek olsa
bile, DTP'yi suçlama nedeni olamayacağını belirtmiştir. Olay tarihinde basında
yoğunlukla yer alan haberlere karşı davalı parti tarafından hiçbir tepki veya
yalanlama getirilmemesi olayın gerçekleştiğini, isnad edilebilir olduğunu
göstermektedir. Terör örgütünün açık desteğinin demokratik hukuk devleti
ilkeleriyle izah edilmesi mümkün görülemeyeceği gerçeği karşısında savunmaya
iştirak edilememiştir.
8-
Davalı partinin eylem ve söylemlerinde 'şiddet' unsurunun bulunmadığı yolundaki
savunmasına gelince;
Davalı
parti temsilcilerinin Öcalan zehirlendi iddiası ile yoğun olarak başlattıkları
kampanyalar ve söz konusu süreçte gerçekleştirilen şiddet olayları tesbit
edilmiştir. Avrupa Konseyi bünyesinde faaliyet gösteren İşkence ve Kötü
Muameleyi Önleme Komitesi'nin (CPT); Abdullah Öcalan'ın Türk makamlarınca
zehirlendiğine yönelik iddiaları yayımladığı bir raporla yalanlaması karşısında
davalı partinin yaratmak istediği gerilim, şiddet içerikli gösteriler ve buna
bağlı kaos ortamının demokratik hukuk devleti ilkeleri ile uyuşmadığını, ancak
terör örgütünün amaç ve yöntemleri ile örtüştüğünü ortaya koymaktadır.
İddianamede
olaylar ve değerlendirmeler bazında ayrıntılı olarak belirtildiği gibi
Demokratik Toplum Partisi ile terör örgütü PKK arasındaki bağlantı belirgindir.
Üyeleri, görevlileri, yöneticileri, genel başkan yardımcıları, milletvekilleri
ve hatta genel başkanlarının terör örgütü üyeliği suçundan yargılanıp mahkum
edilmesi (veya halen yargılanması), tüm toplantı ve mitinglerinde terör örgütü
lehine gösteriler yapılması, güvenlik kuvvetlerine, kamu ve özel kişilere ait
malvarlıklarına taşlı saldırılarda bulunulması, Türk Bayraklarının tahrip
edilmesi davalı partinin ülkedeki demokratik rejimi tehlikeye sokacak siyasi
projesinin bulunduğunu, siyasi amaçlar için gerektiğinde şiddete başvurmayı
amaçladığını, ırkçılığı, terörü, şiddeti, şiddet çağrısını teşvik ettiğini,
hoşgörüsüzlüğe dayandığını göstermektedir. Bu nedenle kapatma yaptırımı İHAS'a
aykırı olamayacaktır.. Bu kapsamda İddianamemizde konu edilen eylemlerle ilgili
yargı süreci hakkında gerekli bilgiler Anayasa Mahkemesinin 23.11.2007 günlü
kararı gereğince Yüksek Mahkemeye bildirilecektir.
Davalı
parti tarafından savunuculuğu yapılan terör örgütünün talimatı ile araçların
kundaklandığı, insanların yoğun bir biçimde yaşadığı kent merkezlerinde
patlatılan tahrip gücü yüksek bombalarla onlarca insanın katledildiği bir
ortamda örgütün arkasında durup, meşrulaştırılmaya çalışılması ifade ve
örgütlenme özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Yine DTP'li Batman BELEDİYE
Başkanı Hüseyin Kalkan'ın PKK'lı teröristleri kastederek 'Dağdakiler bu ülkenin
en onurlu insanlarıdır' demesi, Tunceli BELEDİYE Başkanı Songül Erol Abdil'in canlı
bomba olarak 7 askerin şehit olmasına sebep olan 'Zilan' kod adlı terörist
Zeynep Kınacı'yı 'özgürlük öncüsü' olarak ilan etmesi gibi eylemlerin hiçbir
demokratik hukuk devletinde barışçıl olduğu, şiddeti öngörmediği iddia
edilemez.
9-
Davalı Partinin ön savunmasının 33 ve devamı sayfalarında yer alan 'terör' ve
'terörist' kavramı ile ilgili değerlendirmeler ise 'otuzbini aşkın
vatandaşımızın hayatını kaybetmesine sebep olan ve halen kent merkezlerinde
bomba yüklü araçları patlatıp, onlarca insanı katleden, mayın döşeme,
vatandaşların araçlarının kundaklanması gibi terörizmin en çirkin yüzünü
gösteren eylemlerini artırarak devam ettiren PKK söz konusu olduğunda' uygun ve
kabul edilebilir değildir. Esasında tüm Dünya devletlerince terörist örgüt
olarak kabul edildiği resmi belgelerle kayıtlanmış PKK lehine sarfedilecek
beyan veya eylemlerin örgütü desteklemekten başka bir amacı olamayacağı
açıktır. İddianamenin birçok bölümünde de bu husus vurgulanmıştır.
10-
Demokratik Toplum Partisi iddianamede dava konusu yapılan ve yukarıda
bahsedilen eylemlerin parti tüzel kişiliğinin bilgi ve iradesi dışında olduğunu
savunmuş ise de hiçbir eylemin kınanmaması, failleri hakkında parti içinde
işlem yapılmaması karşısında partinin söz konusu savunmasını inandırıcı kabul
etmek mümkün değildir.
11-
CMK'nun 237. maddesi gereğince mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel
kişiler ilk derece mahkemesinin kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm
verilinceye kadar şikayetçi olduklarını bildirerek kamu davasına
katılabilirler. Siyasi parti kapatma davalarında ise siyasetten yasaklanması
istenilen kişilerin konumları itibarıyla mağdur ve suçtan zarar gören sıfatları
bulunmayıp, eylemleri davalı partinin tüzel kişiliği bünyesinde değerlendirilen
kişilerdir. Bu konuda Anayasa Mahkemesinin 14.07.1993 tarihli Halkın Emek
Partisi (HEP) kararında 'Anayasa'nın 149. maddesinin dördüncü fıkrasında
Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri
dosya üzerinden inceleyeceği, ancak gerekli görüldüğü durumlarda sözlü
açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları
çağırabileceği öngörülmektedir. Anayasa Mahkemesi, gereksinim duyarak sorular
yöneltip bilgi almak ve ayrıntılarla teknik konularda daha çok açıklık kazanmak
için 9.2.1993 günlü kararıyla, kendiliğinden 2949 sayılı Yasa'nın 33. maddesini
gözeterek HEP'in Genel Başkanı ile iki yetkiliden oluşacak üç kişiyi
çağırmıştır. Sözlü açıklamada bulunacak temsilcilerin hazır bulundurulmalarını
sağlamak üzere HEP Genel Başkanlığı'na yine aynı kararın 3. bendi gereğince
bildirimde bulunulmuştur. Sözlü açıklama bu karara göre yapılacağından HEPle
hukuksal bağı olmayan bir kimsenin HEP yetkilisi ve temsilcisi sayılıp
dinlenmesi olanaksızdır. Çağırma kararı 'yetkili temsilci' sıfatlarını açıkça
içerdiğinden bu nitelikte olmayan kimsenin dinlenmesi hem Anayasa'nın 149.
maddesinin Dördüncü fıkrasıyla, 2949 sayılı Yasa'nın 30. maddelerine, hem de bu
maddelere dayanılarak alınmış karara aykırı düşer. Mahkeme, önceden 'ilgili' ya
da 'bilgisi' olan, aransa ve istense idi dosyada kapatma nedeni sayılan
sözlerin sahiplerinden birini çağırabilirdi. Genelde 'ilgisi' ve 'bilgisi'
olan, ceza yargılaması yönteminin ağırlıklı biçimde uygulandığı bu davada esas
alınamaz. Tanık ya da bilir kişi dinleme niteliğinde uygulama da olamaz. Kaldı
ki sözlü açıklama tutanağının 3. sayfasında açıkça yazılı olduğu üzere Mahkeme
Başkanı'nca Fehmi IŞIKLAR'ın yüzüne karşı '. . . Ancak, Sayın Türk ile Sayın
Yazar, konuşmalarında Fehmi IŞIKLAR'ın söyleyecekleri varsa, elinde belgeleri,
bilgileri varsa kendi sunuşları içinde onları mahkememiz dosyasına
sunabilirler. Buyurun Fehmi Bey, Sizi dışarıya alalım konuk olarak'
denilmiştir. Tutanağın 25. sayfasında da 'bir kere daha hatırlatıyorum, Sizi
burada dinledik; ama IŞIKLAR'ın konuşma metnini, IŞIKLAR'ın konuşması olarak
değil, siz bize kitap ta verebilirsiniz, bant ta verebilirsiniz, dergi de
verebilirsiniz. O anlamda veriyorsanız alabiliriz, dosyaya koyarız,
vermiyorsanız bir diyeceğimiz yoktur. Hatırlatılmadı, bir başka konuşma, bir
başka savunma, olanağının kapısı kapatıldı gibi bir anlayış olmasın.' uyarısı
da yapılmıştır. Siyasi Parti Kapatma davalarında Sözlü açıklama (savunma
toplantısı olmayıp davalı parti tarafından savunma yazılı olarak verilmekte),
sorular yanıtlanarak yapılmaktadır.' Şeklinde belirlediği kurallar nazara
alındığında davalı partinin ön savunmasının sonuç bölümünün 6. sırasında yer
alan talebin reddi gerekmektedir.
IV-DEĞERLENDİRMELER
Anayasa
ve yasa hükümleri Resmi Gazetede yayımlanmış, herkesçe anlaşılabilir açıklıkta
ve kolaylıkla ulaşılabilir düzenlemelerdir.
2820
sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 90/1 inci maddesine göre 'siyasi partilerin
tüzük, program ve eylemleri Anayasa ve bu kanun hükümlerine aykırı olamaz'
hükmünü içermektedir. Partinin; tüzük, program ve yönetmeliklerini hazırlarken
Anayasa ve 2820 sayılı Yasa'ya ulaştığı, eriştiği ve bu metinlerin içeriğinden
haberdar olarak, kendi düzenlemelerini yaptığı anlaşılmaktadır.
Davalı
partinin eylemlerine kapatma yaptırımının öngörülmesi ise, ulusal güvenlik,
kamu düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi, başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması amaçlarına dayanmaktadır.
Davaya
konu edilen eylemlerin bir kısmı, eylemin işlendiği an itibarıyla parti genel
başkanı ve genel sekreteri olan kişiler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bunların eylemlerinin kendi kişisel görüş ve iradelerini içerdiğini
açıklanmadıkları sürece, parti adına yapıldığı ve partiyi bağlayacağı, yerleşik
ulusal ve uluslararası yargısal uygulamaların gereğidir. Ayrıca parti organlarında
yer alan ya da parti üyesi olan diğer kişilerin, eylemlerini
gerçekleştirmelerinden sonra DTP tarafından o kişiler hakkında hiçbir disiplin
işlemi yapılmamış, hatta bu nedenle eleştirilmeleri yoluna dahi gidilmemiştir.
Bu şekildeki eylemlerin sürekli olarak tekrarlanmasına, Parti olarak engel
olmamak suretiyle sahiplenmişlerdir. Bu nedenle iddianameye konu edilen
eylemlerin partiye isnat edilebilirliği konusunda bir tartışmada söz konusu
değildir.
Eylemler
irdelendiğinde;
Odak
Olma Yönünden:
Anayasa
ve yasa, söz konusu fiillerin odağı olmayı, Anayasanın 68 nci maddesinin 4 ncü
fıkrasındaki fiillerin, davalı parti tarafından,
-
Parti üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi,
-
Bu durumun o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya
yönetim organları veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsenmesi,
-
Yahut bu fiillerin doğrudan parti organlarınca kararlılık içinde işlenmesi
şeklinde
tanımlamaktadır.
Davalı
partinin, ülkenin bölünmez bütünlüğüne yönelik eylemlerde bulunan yasa dışı
bölücü silahlı terör örgütü PKK ve yöneticisi hükümlü Abdullah Öcalan lehine
bildiri dağıtan, basın açıklaması yapan, bu örgüte çeşitli biçimlerde yardım ve
yataklık edenleri yapısında barındırması, bu eylemlerin partinin hiyerarşik
yapısı içerisinde, Genel Başkanından tüm teşkilat birimlerince
gerçekleştirilmesi, bu eylemlerin çeşitli tarihlerde ve yoğun biçimde
tekrarlanması; haklarında dava açılanların dosyalarındaki eylemlerinin
demokratik bir sistem içerisinde savunulmasının mümkün olmaması ve terör örgütü
ile yakın bağlantı içerisinde olması Anayasa ve yasadaki hükümlere aykırı
fiillerin odağı haline geldiğini göstermektedir.
Demokratik
Toplum Düzeni Yönünden:
Demokratik
bir toplumun, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü tanıması, bu özgürlüklerden
yararlanacak olanların demokratik sistem dışına çıkmalarına, ülkenin
bölünmesine yönelik eylemlerde bulunan örgüte yardım ve yataklık etmelerine
imkan verdiği şeklinde yorumlanmasına elverişli değildir.
Demokratik
toplum, şiddete başvuran oluşumlara karşı da kendisini koruyan toplumdur. O
nedenle, evrenselleşmiş olan hakkın kötüye kullanımı yasağını düzenleyen
Anayasanın 14/2. maddesi 'Anayasada yer alan hükümlerden hiçbirinin 'kişilere,
Anayasayla tanınan temel hak ve özgürlüklerin yok edilmesini(') amaçlayan bir
faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz' hükmünü içermektedir.
Ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan Türkiye Cumhuriyetinin bölünmesi
amacıyla faaliyette bulunan silahlı bölücü terör örgütü lehine propaganda, yardım
ve yataklıkların demokratik bir sistemde legal siyasi parti faaliyeti şeklinde
değerlendirilmesi mümkün değildir. Çünkü demokratik toplum, hoşgörülü, çoğulcu
ve düşünceye açıklık esası üzerinde yükselebilir. Siyasi partiler de bu çoğulcu
yapıda yaşayabilir. Dolayısıyla demokrasi ilkeleri çerçevesinde faaliyetlerini
sürdürmesi ve şiddete karşı olması gereken partinin, demokrasi içerisinde,
ancak demokratik düzenle bağdaşmayan silahlı ve bölücü faaliyetleri
desteklemesi kabul edilemez. Bu durumda devletin bölünmezliği ilkesine karşı
fiilen eylemlerini sürdüren bölücü terör örgütüne çeşitli biçimlerde destek
veren davalı partinin kapatılması zorunluluk halini almıştır.
Demokratik
bir toplumda ifade ve örgütlenme özgürlüğüne 'suçların önlenmesi, ulusal
güvenlik ile toprak bütünlüğünün, kamu düzeni ve güvenliğinin korunması' için
sınırlamalar getirilebilir. Düşünce açıklamalarının 'kırıcı (taciz edici),
sarsıcı (şok edici), saldırgan ve rahatsız edici' olmaları demokratik bir
düzende hoşgörü ile karşılanabilir. Ancak davalı partinin genel başkanından
başlayıp il, ilçe başkanları ve çeşitli kademelerde görevli yetkililerince
işlenen fiiller ve bu fiiller nedeniyle bir kısım parti yetkililerinin mahkum
olmaları, bu fiillerin bölücü silahlı terör örgütü ile bağlantıları
gözetildiğinde, parti yetkililerinin ifade ve örgütlenme özgürlüğü sınırları
içinde kalan faaliyetlerde bulunmadıkları gibi, davalı partiye üye olanlar
arasında terör örgütü ile ilişkileri nedeniyle sabıkalı olanların da yer alması
ve parti yetkililerince bu durumun bilinmesine karşın önlem alınmaması, davalı
partinin şiddet kullanan yasa dışı örgütle yakın bağlantısını ortaya
koyduğundan beyan ve eylemlerin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığından söz
edilemez.
Devletin
uzun süredir terörle mücadele etmesi, binlerce insanın yaşamını kaybetmesi ve
davalı partinin bu durumu bildiği halde terör örgütüne yardım etme ve örgüt
liderlerini övme biçiminde desteklemesi nedeniyle, mevzuatımızdaki kapatma
önlemi, terörün vahameti karşısında radikal bir önlem sayılmaz.
Anayasa'nın
15 inci maddesi temel hak ve özgürlüklerle ilgili olağanüstü önlemleri
düzenlemektedir. Benzeri düzenlemeler uluslararası metinlerde de yer
almaktadır. Bölücü terörün insan hayatına ve demokratik sistemin devamına karşı
devletimizde oluşturduğu tehditin önemi dikkate alındığında, terör örgütü ile
yakın bağlantı içerisinde olan bir siyasi partinin temelli kapatılması ülkemiz
açısından zaruridir. Bölücü silahlı terör örgütünün eylemlerine destek veren
bir partinin kapatılmaması, hem ülkenin bölünmez bütünlüğüne, hem de
demokrasiye zarar verecektir.
Kapatma
önlemi, ülkenin bölünmez bütünlüğünün korunması amacı ile alındığından,
terörizmin önlenmesi, teröre pirim verilmemesi nedenleriyle, hedeflenen amaç
ile orantısız da sayılamaz. Zira böyle bir önlemin alınması demokratik bir
toplum için uygun ve zorunlu sosyal bir ihtiyaçtır.
V-
SONUÇ VE İSTEM
A-
1) Yukarıda 'III- DAVALI PARTİNİN EYLEMLERİ VE ÖN SAVUNMASININ İRDELENMESİ'
bölümün (5). maddesinde belirtilen gerekçe nedeniyle Davalı Partinin ön savunmasının
sonuç bölümünde yer alan (2) numaralı,
2)
Yargılamaya ve sonuca etkili görülmediğinden ön savunmasının sonuç bölümünde
yer alan (3) ve (4) numaralı,
3)
'III- DAVALI PARTİNİN EYLEMLERİ VE ÖN SAVUNMASININ İRDELENMESİ' bölümün (4).
maddesinde belirtilen gerekçe nedeniyle Davalı Partinin ön savunmasının sonuç
bölümünde yer alan (5) numaralı,
4)
'III- DAVALI PARTİNİN EYLEMLERİ VE ÖN SAVUNMASININ İRDELENMESİ' bölümün (11).
maddesinde belirtilen gerekçe nedeniyle Davalı Partinin ön savunmasının sonuç
bölümünde yer alan (6) numaralı,
istemlerinin
reddine,
B-
Başsavcılığımızca düzenlenen 16.11.2007 gün ve SP 135 Hz 2007/2 sayılı
İddianamede belirtilen eylemleri gerçekleştirmiş olan davalı DEMOKRATİK TOPLUM
PARTİSİ'NİN, Anayasanın 69 ncu maddesinin 6,7 ve 9 ncu fıkraları ile 2820
sayılı yasanın 101 nci maddesinin 1 nci fıkrasının (b) bendi ve 103 ncü
maddesinin 2 nci fıkrası gereğince;
1)
Temelli kapatılmasına,
2)
İddianamemize göre beyan ve faaliyetleri ile partinin temelli kapatılmasına
neden olan; isimleri belirtilen kişilerin (İsim benzerliği nedeniyle
yanlışlıkla yer alan Halil İmrek ve vefat ettiği anlaşılan Fevzi Kara hariç
olmak üzere) temelli kapatmaya ilişkin kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından
itibaren beş yıl süreyle bir başka siyasi partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi
ve deneticisi olamayacaklarına,
karar
verilmesi talep olunur'.
IV-
ESAS HAKKINDA SAVUNMA
Davalı
Parti'nin 12.6.2008 günlü esas hakkındaki savunması şöyledir:
'I-
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞININ İDDİA VE İSTEMİ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı SP-135. Hz.2007/2 sayılı ve 16.11.2007 günlü
iddianamesinde ve 10.03.2008 günlü 'Esas hakkındaki görüşün' de;
-
Davaya konu edilen eylemlerin bir kısmının, eylemin işlendiği an itibariyle
Parti genel başkanı ve genel sekreteri olan kişiler tarafından
gerçekleştirildiği, bunların eylemlerinin kendi görüş ve iradelerini içerdiğini
açıklamadıkları sürece parti adına yapılmış olacağı ve partiye bağlayacağının
yerleşik ulusal ve uluslar arası yargısal uygulamaların gereği olduğu, ayrıca
parti organlarında yer alan ya da parti üyesi olan diğer kişilerin eylemlerini
gerçekleştirmelerinden sonra Parti tarafından o kişiler hakkında hiçbir
disiplin işlemi yapılmamış, hatta bu nedenle eleştirmeleri yoluna dahi
gidilmemiş olduğu, BU ŞEKİLDE EYLEMLERİN SÜREKLİ OLARAK TEKRARLANMASINA, PARTİ
ADINA ENGEL OLMAMAK SURETİYLE SAHİPLENİLDİĞİ, BU NEDENLE İDDİANAMEYE KONU
EDİLEN EYLEMLERİN PARTİYE İSNAT EDİLEBİLİRLİĞİ KONUSUNDA BİR TARTIŞMANIN DA SÖZ
KONUSU OLAMAYACAĞI,[1]
-
Anayasa ve yasanın, söz konusu fiillerin odağı olmayı, A.Y. nın 68 nci
maddesinin 4 ncü fıkrasındaki fiillerin, Parti tarafından,
*
Parti üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi,
*
Bu durumun o partinin büyük kongre,
*
veya genel başkan,
*
veya merkez karar,
*
veya yönetim organları,
*
veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkca benimsenmesi
*
yahut bu fiillerin doğrudan parti organlarınca kararlılık içinde işlenmesi,
olduğu açıklandıktan sonra,[2]
-
Davalı Parti' nin,
*
'ülkenin bölünmez bütünlüğüne' yönelik eylemlerde bulunan yasa dışı bölücü
silahlı terör örgütü PKK ve yöneticisi hükümlü Abdullah Öcalan lehine bildiri
dağıtan, basın açıklaması yapan, bu örgüte çeşitli biçimlerde yardım ve
yataklık E D E N L E R İ yapısında barındırmasının,
*
bu eylemlerin partinin hiyerarşik yapısı içerisinde Genel Başkanın dan tüm
teşkilat birimlerince gerçekleştirilmesinin,
*
bu eylemlerin çeşitli tarihlerde ve yoğun biçimde tekrarlanmasının,
* haklarında dava
açılanların dosyadaki eylemlerinin 'demokratik bir sistem' içerisinde
savunulmasının mümkün olmadığının,
*
'terör örgütü ile yakın bağlantı içerisinde olmasının' ifade edilmesinden
sonra,[3]
-
Müvekkilimiz Parti'nin ilk savunmasının sonuç bölümünün 2,3,4,5,6 numaralı
bentlerinde yer alan istemlerin reddine[4],
-
'Davalı Demokratik Toplum Partisi'nin Anayasa'nın 69'ncu 6, 7 ve 9 ncu
fıkraları ile Siyasi Partiler Yasası'nın 101/1-b ve 103/2 nci fıkaraları gereği
TEMELLİ KAPATILMASINA[5],
-
İddianameye göre beyan ve faaliyetleri ile partinin kapatılmasına neden olan
isimleri belirtilen kişilerin ( maddi hata ve öldüğü anlaşılan kişi hariç)
temelli kapatılmaya ilişkin kararın Resmi Gazetede yayınlanmasından itibaren
beş yıl süre ile bir başka siyasi partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve
deneticisi olamayacaklarına karar verilmesi[6],
istenmektedir.
I/I-ÖRGÜTLENME
ÖZGÜRLÜĞÜ/SİYASİ PARTİLER AÇISINDAN DAVANIN ULUSAL/ULUSAL ÜSTÜ YASAL ve
HUKUKSAL DAYANAKLARI
Bilindiği
üzere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (AİHS)
taraftır. Bu yasal durum ise Türk mevzuatının ve bu mevzuatın uygulamasının
AİHS standartlarına uygun olmasını gerektirmektedir. Diğer yandan Avrupa
Birliği'ne adaylık sürecindeki Türkiye'nin, karşılaşması gereken koşullardan
bir diğeri Kopenhag Kriterleri olarak bilinen insan hakları standartlarıdır.
Kopenhag Kriterleri ise, Avrupa Birliği ile AİHS'in yapıcısı Avrupa Konseyinin
kesişme noktasını oluşturmaktadır. Bu sebeple Avrupa Birliği adaylık sürecinde,
Türkiye'nin insan hakları alanındaki konumunu ve durumunu da etkileyecek 'BU
DAVADA' zorunlulukla AİHS standartlarının gözetileceğine inanmaktayız.
Üstelik
Anayasa'da yapılan 2001 ve 2004 değişiklikleri sonrası, başta AİHS olmak üzere
insan haklarına dair uluslararası sözleşme hükümleri ile ileride ayrıntı ile
tartışacağımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM; öncesi Komisyon ve Divan
kararları da bu çerçevede değerlendirilecektir.) içtihatlarının ulusal mevzuattan
öncelikle hususu Yüksek Mahkeme'ye izahtan vareste bir keyfiyettir. Yani ulusal
mevzuatın bir hükmü ile insan haklarına dair uluslararası sözleşme hükümleri
veya bu hükümleri yorumlayan mahkeme kararları çatıştığında, sözleşme hükümleri
ve ulusal üstü mahkeme kararları esas alınacaktır. Bu da, ulusal mevzuatın AİHS
ışığında incelenmesini zorunlu kılmaktadır.
I/I-A)Öncelikle
belirtelim ki; 'Örgütlenme özgürlüğü, AİHS (md.11)'de düzenlenmiştir. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin de çeşitli defalar açıkladığı üzere örgütlenme
özgürlüğü ifade özgürlüğünün özel bir görünüş biçimidir (lex specialis).
Bu sebeple ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. Sözleşme sistemi içinde
erken dönemden itibaren ortaya konulan içtihatlarla Sözleşme (md.11)'de
düzenlenen örgütlenme özgürlüğü hakkının kapsamı belirlenmiştir. Örneğin,
'Dernek X. v. İsveç' vakasında Komisyonun 06/07/1977 tarihli kabul edilmezlik
kararında şöyle denilmektedir.'[7]
'Bu
madde, belli bir ölçüde sendikalara ilişkin olarak yapılan belirleme dışında,
örgütlenme özgürlüğünün içeriğine ilişkin herhangi bir spesifik belirleme
içermemektedir. Bu vakada başvurucu örgüt (öğrenci derneğidir), geleneksel
anlamında sendika olmamakla birlikte, bu durum başvurucunun (md.11)'deki
spesifik korumadan yararlanamayacağı anlamına gelmez. Örgütlenme özgürlüğü,
vatandaşlar bakımından, Devletin müdahalesi olmaksızın, çeşitli amaçlarla
örgütlerde bir araya gelmelerine dair bir genel ehliyettir/yeterliliktir.
Bununla birlikte, bu tür amaçlara bağlamında başarılı sonuç elde etme şeklinde
bir hak madde 11 ile güvence altına alınmamıştır', (parag.52).
Bu
vakada, başvurucu dernek, Üniversiteler Yasası uyarınca; üniversitedeki bütün
öğrencilerin 'öğrenci derneğine' üye olması zorunluluğu öngören hükmün de
(md.11)'i ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Bu bağlamda Komisyon, (md.11/1)
hükmünün, kamu kurumlarına değil, sadece özel derneklere/örgütlere ve
sendikalara ilişkin olarak koruma getirdiğini belirtmiştir. Komisyona göre,
anılan 'öğrenci derneği, mesleki etik kuralları ya da disiplini belirleyen
yahut üyelerinin menfaatlerini dışarıdaki uyuşmazlıklarda koruyan bir meslek
örgütü olarak mütalaa edilemez. Keza, bu öğrenci derneği, işverene karşı iş
uyuşmazlığı durumunda öğrencileri temsil etme anlamında bir sendika olarak da
mütalaa edilemez. Yukarıda (parag.52)'de belirtildiği üzere, Komisyon, bu
öğrenci derneğinin, üniversitenin bir parçasını teşkil eden ve, özellikle de,
resmi yoldan, öğrencilerin üniversite yönetimine katılımlarını sağlayan bir
kuruluş olduğu görüşündedir. Bu derneğin demokratik bir şekilde teşkil edildiği
ve öğrencilerin, derneğin benimseyebileceği siyasi tavra karşı çıkma
özgürlükleri bulunduğu gözükmektedir', (parag.63).
'Young, James ve Webster v. Birleşik Krallık'vakasında Komisyon 14/12/1979 tarihli Raporunda
(Rapor, parag.167), Madde 11'de geçen 'örgüt' teriminin, 'bir ortak amaç
etrafındaki bir gönüllü birleşmeyi/(grouping) varsaydığını'
belirtmektedir. Mahkeme, bu vakada verdiği 13/08/1981 tarihli kararında,
(md.11)'in, sendika kurma ve sendikaya katılma hakkı dahil, örgütlenme
özgürlüğünü sadece pozitif anlamda değil ve fakat bunun yanı sıra, belli bir
sendikaya girmeye zorlanmama şeklinde negatif yükümlülük anlamında da ele
alınması gerektiğine işaret etmiştir. Mahkemeye göre, (md.11)'in, sendika
alanında herhangi bir türde zorlamaya cevaz verir şekilde yorumlanması, bu
madde ile güvence altına alınan özgürlüğün özünü zedeler, (parag.52). Mahkemeye
göre,
'düşünce,
vicdan ve din özgürlüğü ile ifade özgürlüğü şeklinde Madde 9 ve 10 ile koruma
altına alınan bireysel görüş, Madde 11 ile güvence altına alınan örgütlenme
özgürlüğünün amaçlarından biridir', (parag.57).
Kamu
hukuku çerçevesinde kurulan ve buna tabi meslek kuruluşları, bireyler
tarafından kurulmadığı, kamusal makamlar tarafından kurulduğu, kurucu yasaları
çerçevesinde faaliyette bulundukları, bir kamusal yetki kullandıkları için,
(md.11)'de geçen anlamında 'örgüt' teriminin kapsamına girmez. Örnek olarak Mahkeme,
'Le Compte, Van Leuven ve De Meyere v. Belçika' vakasında verdiği 23/06/1981
tarihli kararında[8], olayda söz konusu Tabip Odasını (md.11)
anlamında örgüt terimi içinde mütalaa etmemiştir, (parag.62-66). Benzeri
şekilde, Komisyon 12/03/1981 tarihli 'Barthold v. Federal Almanya' vakası
kararında Veteriner Hekimleri Konseyinin, özel bir örgüt olmayıp, yasayla
kurulan kamu hukukuna tabi bir kuruluş olduğu ve bu nedenle (md.11)'deki
'örgüt' terimi kapsamına girmeyeceği belirlenmiştir.
Mahkeme
'Vogt v. Almanya' vakasında (No.7/1994/ 454/535) verdiği 26/09/1995 tarihli
kararında[9], Komünist Partisi üyesi olduğu için görevden
uzaklaştırılan öğretmen olan başvurucu hakkındaki tasarrufu, Sözleşme (md.10 ve
11) hükümlerinin ihlali olarak belirlemiştir. Mahkemeye göre, bir kişinin
memuriyete atanma talebinin reddi, Sözleşme çerçevesinde şikayete konu olamasa
da, görevde bulunan bir memurun Sözleşme haklarını ihlal eden tarzda görevden
çıkarılması işlemi, Sözleşme çerçevesinde şikayete konu olabilir. Bu anlamda,
memurlar, Sözleşme kapsamı içindedir, (Karar, parag.43). Keza Mahkeme, kamu
hizmetleri kavramının, Anayasanın ve demokrasinin garantörü olduğu düşüncesine
dayandığını da tespit etmektedir. Buradan hareketle, özgürlüğe müdahale eden
tasarrufla (md.10/2) anlamında bir meşru amaç güdülmüş olduğu sonucuna
varmaktadır, (parag.51). Bunun ardından Mahkeme, anılan işlemi, 'demokratik bir
toplumda gereklilik' ölçütü süzgeci ile ele almaktadır. (md.10) eksenli
içtihadi standartlarını hatırlatan Mahkeme, bu ilkelerin, kamu görevlileri
bağlamında da uygulanabilir olduğunu tespit etmiştir. Mahkeme, bireyin ifade özgürlüğü
ile, kamu hizmetlileri bağlamında Devletin (md.10/2)'deki sınırlamalara uygun
kayıtlamaları arasında, bu somut vakada 'adil bir denge' bulunup bulunmadığını
sorgulamıştır, (parag.52-53). Mahkeme, bu aşamada, başvurucunun görevden
uzaklaştırılmasının 'zorlayıcı sosyal ihtiyaca' dayalı olup olmadığı ile
tasarrufun 'izlenen meşru amaçla orantılı' olup olmadığı meselesi üzerinde
durmaktadır, (parag.57). Mahkeme, görevden uzaklaştırma disiplin önleminin ağır
bir yaptırım olduğunu saptamaktadır. Bunu, hem kişisel şöhret hem de yeni bir
iş bulmadaki güçlük faktörlerini dikkate alarak değerlendirmiştir. Ayrıca,
kişinin görevinin, herhangi bir güvenlik riski taşımadığı da dikkate
alınmıştır. Başvurucunun üyesi olduğu parti ise, Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklanmış
olmadığı gibi, başvurucunun parti eksenli çalışmaları da bütünüyle hukuka
uygundur, (parag.60). Sonuç olarak, görevden uzaklaştırma, izlenen meşru amaçla
orantılı olmayan bir önlem olmakla (md.10) ihlali söz konusudur, (parag.61).
'Vogt
v. Almanya' vakası kararında Sözleşme (md.11) bağlamındaki değerlendirme
şöyledir: Bu maddenin özerk niteliğine halel gelmeksizin, bu davada, Mahkemeye
göre, (md.11) hükmü, (md.10) ışığında yorumlanmalıdır. Mahkemeye göre, 'Madde
10 ile güvence altına alınan kişisel görüşlerin korunması, Madde 11'de
düzenlenen toplanma ve örgütlenme özgürlüklerinin amaçlarından biridir',
(Karar, parag.64). Daimi statüde çalışan bir kamu görevlisi olarak başvurucu,
Madde 11'in korumasına da hak sahibidir. Başvurucu, Alman Komünist Partisi
üyeliğinden ayrılması yönündeki taleplere, bu üyeliğin kendisinin görevinden
kaynaklanan sadakat borcu ile bağdaşmayan bir yönü bulunmadığı görüşünde olduğu
için uymamış ve bunun sonucunda görevden uzaklaştırılmıştır. Dolayısıyla,
başvurucunun (md.11/1)'de korunan hakkına bir 'müdahale' söz konusudur,
(parag.65). Mahkeme bu tür bir müdahalenin ancak (md.11/2)'deki gereklere uygun
olması halinde haklı görülebileceğini belirtmektedir, (parag.66). mahkemeye
göre, 'Devlet idaresi' kavramı, özellikle başvurucunun işgal ettiği makam göz
önünde tutulduğunda, dar yorumlanmalıdır, (parag.67). Her ne kadar,
öğretmenler, (md.11/2) amaçları bakımından 'Devlet idaresi'nin bir parçası
olarak mütalaa edilebilecek olduğunda bile, yukarıda (md.10) ile bağlantılı hükümlerde
gösterilen gerekçelerle, başvurucunun görevden uzaklaştırılmasında 'izlenen
meşru amaçla orantılılık' bulunmamaktadır. Bu nedenle, (md.11) hükmü de ihlal
edilmiştir, (parag.68).
Siyasal
partilerin (md.11)'deki 'örgüt' terimi içinde mütalaa edileceği, Komisyonun,
'Komünist Partisi v. Federal Almanya' vakasındaki 20/07/1957 tarihli kararından
bu yana netlik kazanmıştır.
Siyasal
partiye üye olma (md.11)'de tanımlanan 'örgüt' teriminin kapsamına girmektedir.
Örneğin Komisyon 'Hendrikus Van Der Heijden v. Hollanda' vakasında verdiği
08/03/1985 tarihli kabul edilmezlik kararında[10],
başvurucunun bir siyasi partiye üye olması nedeniyle çalıştığı bir Vakıftaki
görevinden uzaklaştırılmasının (md.10 ve 11) ihlali olduğu iddiasını
incelemiştir. Bu kararında Komisyon, şikayetçinin ileri sürdüğü işlemin,
'başvurucunun ifade ve örgütlenme özgürlüklerine bir müdahale oluşturduğu şeklinde
mütalaa edilmesi gerektiğini' belirlemiştir. Her ne kadar sonuçta Komisyon,
yapılan bu müdahalenin/(işten uzaklaştırma işleminin), Sözleşme (md.10 ve
11)'in ikinci fıkralarında öngörülen 'başkalarının haklarının korunması' ölçütü
ışığında 'demokratik bir toplumda gerekli' görerek kabul edilmezlik kararı
vermişse de, kararın bu bağlamda bizi ilgilendiren yönü, siyasal partilerin
(md.11) anlamında 'örgüt' terimi kapsamına girdiği içtihadıdır.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye'deki siyasi parti kapatma tasarrufları
sonrasında yapılan çok sayıda başvuruda karar üretmiştir. Şu kararları
hatırlatmak mümkündür.
'Türkiye
Birleşik Komünist Partisi v. Türkiye', (Başvuru. No.19392/92)
(133/1996/752/951), Karar tarihi: 30/01/1998, (AİHS, md.11-ihlal; maddi-manevi
tazminat yok, ihlal kararı yeterli); 'Sosyalist Parti v. Türkiye',
(No.21237/93), Karar tarihi: 25/05/1998, (AİHS, md.11-ihlal; maddi tazminat
yok; manevi tazminat: 100.000 Fransız frangı); 'Özgürlük ve Demokrasi Partisi
v. Türkiye', (Başvuru No.23885/95), Karar tarihi: 08/12/1999, (AİHS,
md.11-ihlal, maddi tazminat yok; manevi tazminat: 30.000 Fransız frangı);
'Refah Partisi vd. v. Türkiye' (Başvuru No.41340/98, 41342/98), Daire kararı:
31/07/2001 (AİHS, md.11-ihlal yok), Büyük Daire kararı: 13/02/2003, (AİHS,
md.11-ihlal yok); 'Yazar, Karataş, Aksoy ve Halkın Emek Partisi v. Türkiye',
(Başvuru No.22723-25/93), Karar tarihi: 09/04/2002, (AİHS, md.11-ihlal; maddi
tazminat yok; manevi tazminat: 30.000 Euro).[11]
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine göre, siyasal partiler, çoğulculuğun tesisi ve düzgün
biçimde işleyen bir demokrasi bağlamında zorunlu/gerekli bir rol üstlenirler.
Mahkemenin çok sayıdaki kararları arasında, örnek olsun, 'Loizidou v.
Türkiye' vakasındaki vurgusuyla, 'demokrasi, Avrupa kamu düzeninin temel
özelliğidir', (Karar, parag.75).[12]
Mahkemeye
göre; 'İHAS, insan hakları mekanında, Avrupa kamu düzeninin Anayasal cihazı'.
Komisyon
ve Mahkeme, 'Anayasa'nın kurumsal yapı düzenlemeleri karşısında bugün sadece
görünüşte eksik kalan Sözleşme denemelerini, 'Demokratik toplum düzeni' yeni
yorumu ve özellikle 6. maddeyi kullanarak, Kuvvetler Ayrılığı Prensibi
çerçevesinde yeniden üretiyor. 'İncal Türkiye'ye karşı' davası bu konuda
verilebilecek örneklerden sadece biri.[13]
'Lentia
v. Avusturya' vakası kararında AİHM, Sözleşme Tarafı Devletleri,
çoğulculuk ilkesinin nihai garantörü olarak tanımlamıştır. Devletin bu siyasi
sorumluluğu, Protokol No.1 (md.3) anlamında, yasama meclisi seçimlerinde halkın
düşüncesini özgürce ifade edebileceği koşullar altında, makul aralıklarla ve
gizli oyla serbest seçimlerin yapılmasını temin etmektir, (Karar, parag.38).
Lentia vakası standardına gönderme ile 'TBKP v. Türkiye' vakasında,
AİHM ayrıca, sadece siyasi kurumların içinde bulunarak değil ama bunun yanı
sıra kitle iletişim organlarının da yardımıyla, toplum yaşamının her
düzeyindeki düşünce yelpazesine dayanmak suretiyle siyasi partiler, demokratik
bir toplum kavramının tam özünde yer alan siyasal tartışmalar bakımından yeri
doldurulması mümkün olmayan katkıda bulunurlar, (Karar, parag.44). Siyasi
partiler söz konusu olduğunda, Sözleşme (md.11/2)'deki sınırlamalar, ancak dar
anlamda yorumlanabilir. Taraf Devletler, siyasi partilerin örgütlenme
özgürlüğünü sınırlama tasarrufları, (md.11/2) çerçevesinde ancak, 'zorlayıcı
nedenler'i göstermek suretiyle haklı kılabilirler ve bu bağlamdaki takdir
yetkileri sınırlı olduğu gibi, Sözleşme organının denetimine de tabidir.
Mahkeme bu denetimi yaparken, bir yandan, Taraf Devletin sınırlamaya ilişkin
takdir yetkisini kullandığı tasarrufu 'makul, dikkatli ve iyi niyetli' olarak
yapıp yapmadığına; öte yandan da, özgürlüğe müdahale teşkil eden tasarrufa bir
bütün olarak bakarak, bu müdahalenin 'izlenen meşru amaçla orantılı' olup
olmadığını ve bu eksende sunulan gerekçelerin konuyla 'bağlantılı ve yeterli'
sayılıp sayılamayacağını değerlendirir, (Karar, parag.46-47).[14]
I/I-B)
ÖZGÜRLÜKLER AÇISINDAN ANAYASAMIZ.
Anayasada
'1982 Anayasası'nda gösterilen 'Demokrasi' ibaresi ile 'Türk Tipi Demokrasi'
modeli yaratılmaya çalışılmıştır.[15]
İfade
özgürlüğü ancak çoğulcu özgürlükçü bir rejimde yeşerebilir ve bu rejimi
zenginleştirir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Anayasası çoğulcu-özgürlükçü bir
demokratik rejimi tam olarak yansıtmamaktadır. Örneğin AY Başlangıç bölümünün
3. paragrafında, 'millet iradesini kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi
ve kuruluşun 1982 Anayasasında gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun
icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı' hükme
bağlanmıştır.
'1982
Anayasasında gösterilen demokrasi' ibaresi, 'Türk tipi demokrasi'
anlayışının Anayasal formülüdür ve 'demokrasiyi' evrensel standartlarıyla
bütünleştirmek yerine, 'yerelleştirerek', başka deyişle 'bize özgü demokrasi'
haline getirerek, eksiklik ve yetersizlikleri meşrulaştırmaya hizmet
etmektedir.
1982
Anayasasınınçoğulcu-özgürlükçü bir
demokratik anlayışı benimsemediği diğer düzenlemelerinden de
anlaşılabilmektedir. Bir kere, yapılan son derece önemli ve olumlu
değişikliklere rağmen, Anayasanın birey özgürlükleri karşısındaki
tutumu son derece katıdır. AY'daki hak ve özgürlükleri düzenleyen normlarda yer
verilen bazı sınırlama ölçütleri ise, öngörüldükleri hakkı sınırlamak
bakımından elverişli içerikte değildir. Diğer bazı sınırlama ölçütleri ise, bu
sınırlamaların uygulanmasını sağlayacak ilgili kanunda yer almayarak daha
baştan uygulanamaz hale gelmiştir. Ve nihayet, bir hakkın sınırlanması
bakımından ilgili kanunda öngörülen bazı sınırlama ölçütlerinin ise anayasada
karşılıkları yoktur. Bu son durum, büyük ölçüde, 03/10/2001 tarihinde 4709
sayılı Kanunla değiştirilen Anayasa (md.13) yüzünden meydana gelmiştir. Burada
yer alan ve bütün temel hak ve özgürlükler için uygulanan genel sınırlama
ölçütleri 4709 sayılı Kanunla değiştirilmiştir. AY (md.13)'den
çıkartılan bu genel sınırlama ölçütleri, tek tek her bir hakkın altına
yerleştirilmiştir. İşte bu arada kimi sınırlama ölçütlerinin ilgili maddeye
taşınması işinin tam yerine getirilmediği saptanabilmektedir. Sonuç olarak, bir
çok kanunda anayasal temeli olmayan sınırlama ölçütlerine yer verilmiş
durumdadır. Bu durum herhalde, kanun koyucunun özensizliğini ve sistemsiz
şekilde çalıştığını gösteren bir veri olmanın da ötesinde bir şeydir.
1982
Anayasasında, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayan ve yargısal denetimden
korunaklı alanlar yaratılmıştır. Örneğin, AY (md.125)'deki 'Cumhurbaşkanın tek
başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askeri Şuranın kararları yargı denetimi
dışındadır' hükmü hatırlatılabilir. Keza, AY (md.129/son) daki memurlar
hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılmasını,
istisnaları dışında, kanunun gösterdiği idari merciin iznine bağlayan düzenleme
de, demokratik bir rejimde haklılaştırılması pek mümkün olmayan memurlar lehine
kayırma ve kollamanın Anayasal dayanağıdır. Kamusal yetkileri kullananlara
ilişkin olarak yargısal denetimden bağışıklıklar, kollama ve kayırmalar
yapılması demek, memurlar ile memur olmayanlar hakkında makul olmayan ölçüde
farklı/eşitliksizci rejimin kurumsallaşması anlamına gelmekte ve bu durum, son
tahlilde, birey hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması bakımından
sorunlar ortaya çıkarmaktadır.
1982
Anayasası, özgürlükler rejimine ilişkin düzenlemeleriyle sistemli bir sivil
toplum karşıtlığını da kurumsallaştırmayı amaçlayan bir belgedir. Sadece
bireyleri değil, örgütleri de siyasetten uzaklaştırmaya çalışan bir belgedir.
Nitekim, AY (md.135/III) hükmüne göre, kamu kurumu niteliğindeki 'meslek
kuruluşları, kuruluş amaçları dışında faaliyet gösteremezler.' Kısacası siyasi
açıklamalarda bulunamazlar; eleştiri yapamazlar. Yaparlarsa, bunların sorumlu
organlarının görevine son verilir. Ayrıca bulundukları yerin en yüksek mülki
amirince gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, bir yargı kararına kadar geçici
olarak kapatılabilirler, (md.135/VI-VII).
1982
Anayasasında bir çok ikicilik kurumsallaştırılmıştır. Anılan ikiciliklerin
ilki, 'olağan rejim-olağanüstü rejim' şeklinde iki farklı yönetim usulünün
öngörülmüş olmasıdır, (md.119-122). Bu konudaki sorun hem derin hem de
karmaşıktır. Bu ikicilik açısından bakıldığında, 1982 Anayasası adeta iç içe
geçmiş iki ayrı anayasal rejim içermektedir. Öngörülen kurallar açısından bu
iki rejim arasında esaslı farklılıklar bulunmaktadır. 'Olağan-olağanüstü rejim'
ikiciliğinin ve istisnai rejim uygulamasının ciddiyetini göstermek üzere,
sadece Cumhuriyet tarihinin yaklaşık yarısının olağanüstü rejim altında
geçtiğini vurgulamak yeterlidir.[16]
Anayasada
görülen bir başka sorunlu ikicilik alanı 'sivil yargı ' askeri yargı' şeklinde
iki ayrı yargı manzumesinin düzenlenmiş olmasıdır. Bu şekilde, bir başka insan
hakları ihlali sorunu alanı da yaratan, olağanüstü yargı yerlerinin
kurulmasının önü açılmakta ve kanuni yargıç ilkesi ve güvenceleri zedelenmekte
ve tarafsız bir yargılama sürecine zarar verilmektedir. Nitekim Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi, askeri ceza yargısına dahil olan Askeri Mahkemeler ile Askeri
Yargıtay ve Disiplin Mahkemelerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine
(AİHS) bir çok yönden uygun olmadığı rahatlıkla ileri sürülebilir.[17]
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye'ye ilişkin çok sayıda kararında
sıkıyönetim askeri mahkemelerinin AİHS (md.6/1) anlamında 'bağımsız ve
tarafsız mahkemeler olmadığı' gerekçesiyle Sözleşme ihlali hükmüne ulaşmıştır.[18]AİHM'nin,
askeri hakim içeren kompozisyonu nedeniyle Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM)
özelinde de Sözleşmeye aykırılık sonucuna vardığı ve bunun da yerleşik bir
içtihat haline geldiği bilinmektedir.[19]
Burada,
ulusal kamuoyunda yeterince tartışılmayan bir hususa işaret etmek yararlı
olacaktır. DGM'ler özelinde, AİHM kararları sonrasında gerek Anayasada gerekse
ilgili DGM Kanununda gerekli değişiklikler, Öcalan'nın DGM'de yargılanması ve
bu yargılama ve hüküm nedeniyle ortaya çıkabilecek olası uluslararası baskı ve
eleştirilerin karşılanabilmesi arayışı ile gerçekleştirilmiştir. Ne var ki,
yine AİHM kararları sonrasında, sıkıyönetim askeri mahkemeleri özelinde,
konuyla ilgili kanun ve Anayasada bu bağlamda yapılması gereken değişiklikler
ise gerçekleştirilmemiştir. Ulusal yetkili makamların, özellikle yasama
organının, bu süreçte onca reform kanunu çıkartmasına rağmen sıkıyönetim askeri
mahkemeleri özelinde yapısal reformlar için hiç bir girişimde bulunma
ihtiyacını hissetmemiş olması, büyük ölçüde, halihazırda sıkıyönetimin
uygulanmaması ve konunun ulusal ve uluslararası kamuoyunun gündeminden düşmüş
gözükmesi ile alakalı olmalıdır. Bu tablo aynı zamanda, büyük reform paketleri
olarak sunulan ve övgü de alan yasa ve Anayasa değişikliği girişimlerinin,
ulusal hukuk düzeninin iki kolonundan biri olan 'olağanüstü rejim mevzuatı'
boyutundaki reform ihtiyacını bütünüyle devre dışında tuttuğunu ya da inkar
ettiğini ortaya koymaktadır.
1982
Anayasasında görülen ikiciliklerden bir diğeri 'sivil otorite- askeri otorite'
ilişkisi bağlamında açığa çıkmaktadır. Gerçekten de 1982 Anayasasının kurduğu
politiko-juridik düzen içinde askeri otorite lehine ve sivil otorite aleyhine
aşırı bir güçlendirme eğilimi ortaya çıkmaktadır. Anayasa (md.118)'de
düzenlenen Milli Güvenlik Kurulunun görev ve yetkileri buna örnektir. Her ne
kadar yakın tarihli yasal değişikliklerle Milli Güvenlik Kurulunun görev ve
yetki alanında bir daraltma gözlemlenmekteyse de, bu organın ideolojik misyon
ve işlevi, kamuoyuna reform olarak sunulan yasal değişikliklere rağmen halen
yürürlüktedir. Milli Güvenlik Kurulu varlığı ve işlevi ile, 'Devlet politikası'
üretim aygıtlarının başında gelmektedir. 'Devlet politikası' alanı, önsel
olarak bir dokunulmazlık, eleştirilmezlik zırhıyla korunan bir alan anlamına
gelir. Bu alana giren konularda farklı görüşlerin üretilmesi hem bilgi edinme
imkanının olmamasından ötürü olanaksızdır, hem de farklı görüş üretilse bile
bunun ifadesi cezai yaptırımlara bağlanmıştır. Bu bağlamda özellikle 'milli
güvenlik siyaseti' kavramının açılan bu dava açısından da etkileyici olduğunu
ifade etmek zorundayız.
Sivil
otoriteyi askeri otorite karşısında daha geri plana iten anlayış ve yaklaşımla
biçimlendirilen anayasal normlar ve bunlara paralel alt derece mevzuatın
doğurduğu ikinci sonuç, askeri bürokrasiye ya da genel olarak ülkenin güvenlik
bürokrasisine ilişkin konularda, değil eleştiri üretilmesi, bir görüş sahibi
olmanın ön koşulu olan bilgi edinilmesinin bile güçleştirilmesi yahut tamamen
olanaksız hale getirilmesidir. Bir konu, bilgi edinmenin sınırları dışına
çıkartıldığında, dokunulamaz ve sorgulanamaz alan yaratılmış demektir. Bunun
yasal teknikleri 'devlet sırrı, gizlilik ve milli güvenlik'gibi ölçütlere
başvurularak yapılmaktadır. Bundan ötürü de, bu çerçevede yer alan konuları
düşünmek, ifade etmek, eleştirmek evleviyetle ceza yaptırımlarına bağlanan
alanlar haline getirilmiştir.
Aynı
mantığı özerk kurum ve kuruluşlar bağlamında da sürdüren Anayasa, bağımsız
idari otoritelere çok sınırlı yetkiler tanımış veya 1961 Anayasasına göre özerk
kuruluşların bu niteliği törpülenmiştir. Özellikle TRT ve üniversiteler bu
bağlamda hatırlatılmalıdır. 1982 Anayasanın yüksek öğretim kurumlarını
düzenleyen (md.130/IV) hükmü şöyledir:
'Üniversiteler
ve öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve
yayında bulunabilirler. Ancak, bu yetki, Devletin varlığı ve bağımsızlığı ve
milletin ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhinde faaliyette bulunma
serbestliği vermez.'
Böyle
bir norm, insan hakları standartlarına aykırı olduğu gibi, bilimsel faaliyetin
doğasıyla da çelişmektedir. Öte yanda, devlet aygıtı içindeki özerk organların
kompozisyonunda, askeri güvenlik bürokrasisi doğrudan temsilcisi eliyle yer
almaktadır. 1982 Anayasası, özgürlükler kadar, özerklikler de karşıtı bir
belgedir. Yapılan AY değişiklikleri, 1982 belgesinin bu temel vasfını
değiştiren çap ve boyutta olmamıştır.
1982
Anayasası, hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu konumundaki yargı
bağımsızlığını da zedeleyen düzenlemeler içermektedir. Dayanağını Anayasa
(md.159)'da bulan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, özellikle kompozisyonu ve
kararlarının yargı denetiminden bağışık olması itibariyle, yargıç
bağımsızlığını zedeleyecek öğeler taşımaktadır. Kurulda Adalet Bakanının
başkan, Adalet Bakanlığı müsteşarının doğal üye olması sebebiyle savcı ve hakim
atamalarında siyasi unsurların etkili olmasına yol açabilmektedir. Yargı
mensuplarının kendilerini atayan, nakleden, yükselten ve birinci sınıfa ayıran,
meslekten atabilme ve disiplin cezası verebilme gibi yetkilere sahip olan Kurul
karşısından ne kadar bağımsız olabilecekleri oldukça tartışmalıdır.
Bu
çerçevede; ülkemizdeki 'Ceza Yargısı'da hem düşünce, hem de örgütlenme
özgürlüğünü 'özel bir yargılama sistemi' ile zapturapt altında tutmayı
sürdürmekte ve 5271 sayılı Ceza Yargılaması Kanunun 250 vd. mad.ile 5237 sayılı
Türk Ceza Yasası'nın 'Millete ve Devlete Karşı Suçlar' kısmının, önemli
bölümlerine ilişkin soruşturma ve kovuşturmalar bu 'özel bir yargılama sistemi
içinde' sürdürülmektedir.
Bu
dava dosyasının kanıtı olarak sunulan bir çok ceza soruşturması ve kovuşturması
dosyaları, böyle bir yargılama sürecinden geçmektedir. Oysa aşağıda tek tek
değineceğimiz soruşturma/kovuşturma dosyalarının büyük çoğunluğu bireysel
'ifade özgürlüğünün' kullanımına karşı açılmış soruşturmalardır.
I/I-C)
ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜNÜN DE ANASI 'İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ' AÇISINDAN.
Yukarıda
da belirttiğimiz gibi, Avrupa Konseyi bünyesinde ve özellikle Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi sistemi içerisinde 'ifade özgürlüğü', sadece kendi başına
önemli bir hak olmakla kalmaz, ama aynı zamanda, Sözleşme çerçevesindeki diğer
hakların korunması bakımından da belirleyici rol oynar.
Avrupa
Konseyi Parlamenterler Meclisi, Bakanlar Komitesi, Avrupa İnsan Hakları
Komisyonu (AİHK) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından üretilen
çok sayıda ve yerleşik hale gelen karar ve hükümler, ifade özgürlüğünün,
demokratik bir toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişmesi için temel
koşullardan biri olduğunu ortaya koymuştur.
Burada
adı geçen 'demokratik toplum'un anahtar iki kavramı ise, üretilen kararlarda
teyit edildiği üzere, 'çoğulculuk' ve 'hoşgörü/tolerans'tır. Kısacası ifade
özgürlüğü demokratik bir toplumun zorunlu temelidir.
AİHS,
'Handyside v. Birleşik Krallık' vakasında 07/12/1976 tarihinde verdiği
kararında[20]şunu açıkça hüküm altına almıştır:
'İfade
özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan
biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade
özgürlüğü, 10. Maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen ya
da zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi ve düşünceler için değil,
ama ayrıca Devletin ya da nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, çarpıcı
gelen/şok eden, rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın
demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeylerle birlikte, bu alanda
getirilen her formalite, koşul, yasak ve ceza, izlenen meşru amaçla orantılı
olmalıdır', (parag.49).
'İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi'nin taraf Devletler 'Kurucu Otoriteleri tarafından
tartışma konusu yapılamaması, 'ANAYASAL DEVLET MODELİ'ni değiştiriyor(54).
54L. Favoreu, La nobon de Cour constitubonnelle, in De la
Constitution. Etudes en I'Honneur de J-F. Aubert, Helbing et Lichtenbahn, Bale
et Francfort-Sur-leMain, 1996, s. 26 vd; F. Sudre, L'intercfictlon de
ravorttement: le conflft entre le juge constitutionnel iriandais et la Cour
europeenne des droits de rhomme, RFDC, 1993, s. 222 vd.
Bu
gelişmeler, taraf Devletlerin Sözleşme'yi onaylamalarıyla, 'ANAYASAL
EGEMENLİK' AYRIKLIĞINDAN, ferdi başvurularla çalıştırılan 'SÜREKLİ
DEMOKRASİ adıyla vazgeçmeleri anlamına geliyor(57).
57
D. Rousseau, De la democratic continue, In La democratic continue, Bruylant,
Bruxelles, LGDJ. Paris, 1995.([21])
1.
Plüral izmle Tanımlanan 'Demokratik Toplum Düzeni
Strasbourg
yargı yerleri, 'Demokratik Toplum Düzeni Hukuku'nu, 'PLÜRALiZM'le tanımlıyor.
Strasbourg
organları İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin tanıdığı hakları yeni bir Hukuk
tanımında kullanmakta. Bu yeni tanımda Hukuk, Devlet'in tanımı değil ama
Toplum'un tanımı; Hukuk'la gerçekleştirilen 'Demokratik Toplum Düzeni'(62).
Özellikle de grupsal kullanımlı hakların yorumunda 'Plüralizm' ya da
farklılaşma hakkı, 'Sivil Toplum' - 'Devlet' münasebetlerinde 'Hukuk Devletinin
yeni tanımı. Kısaca, bugünün Hukuk Devleti, dünün Hukuk Devleti değil... Sivil
Toplumla tanımlanan Hukuk, Devlet'le tanımlanan Hukuk'un yerine geçiyor. Hukuk
üreticileri ya da Politika'nın aktörleri de farklı.
Avrupa
Komisyon ve Mahkemesi jurisprüdansında 'Demokratik Toplum'; AYRIMCILIK YASAĞl(63),
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ (64), PLÜRALiZM PRENSİBİ (Düşünsel, Siyasal,
Sendikal) de tanımlanıyor. Bu durumda, Delmas Marty'in not ettiği gibi, 'ulusal
gelenekler karşısında plüralizmin korunması ciddi bir sorun'(65).
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi'ne göre 'Demokratik Toplum'; plüralizmin, hoşgörünün
düşünceye açıklığın, farklı olma hakkına saygının gerçekleştiği bir toplum.
Kısaca çoğul yaşama hali, 'plüralizm', 'Demokratik Toplum'un kurucu unsuru.
İnsan
Hakları Avrupa Sözleşmesi hukuku, Velu ve Ergeç'in not ettiği gibi bütünü ile
Demokratik Toplum düşüncesi üzerine kurulu (66)([22]).
64Bk. P. Wachsmann. 'La Prominence du droit dans la
jurisprudence de la CEDH'. in Le droit des organisations intemationates,
Bruylant, 1997, s, 211 vd.; Klas v. Germany, Sen A No: 28 (6Eylul197B), par.
25-26.
65
M. Delmas Marty, 'Plurahzme et traditions nationales',
Colleque de Rouen, Bruylant. 1996, s. 81 vd.
66Cf,, J. Velu, R. Ergeg, La Cour EuropSenne des Drolls de
I'Homme. Bruylant. Bruxelles, 1990, s. 151 vd. Aynca bk. D.S. Ham's et al, Law
of the European Convention on Human([23]).
AİHS,
'Sunday Times v. Birleşik Krallık (No.I)' vakasında 26/04/1979 tarihinde
verdiği kararında[24]şunları vurgulamıştır:
'Mahkemenin
Handyside kararında belirttiği üzere, ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun
esaslı temellerinden birini oluşturur; düşünce özgürlüğü, 10. Maddenin 2.
paragrafı sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen, zararsız, ya da
ilgilenmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, ama ayrıca, Devlete
ya da nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, çarpıcı gelen/şok eden ya da
rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır... Bu tür haber ve
düşünceleri vermek basın yayın kuruluşları için sadece bir görev değildir,
halkın da bu haber ve düşünceleri edinme hakkı vardır',(parag.65).
Mahkemenin
'Sunday Times Vak'ası (No.I)'nda ortaya koyduğu içtihada göre, bir yanda,
görüşleri ifade etme hakkı söz konusudur; öte yanda ise, bundan bağımsız
olarak, bu ifadeyi dinlemek hakkı bulunmaktadır. O halde ifade özgürlüğü,
niteliği gereği,
-Hem
ifade edenin/sahibinin özgürlüğüdür,
-Hem
de, o ifadenin yöneldiği adresin, kişinin/kişilerin özgürlüğüdür.
Mahkeme,
26/11/1991 tarihli 'Observer and Guardian v. Birleşik Krallık'[25]ve yine 26/11/1991 tarihli
'Sunday Times v. Birleşik Krallık (No.II)'[26]ve 25/06/1992 tarihli 'Thorgeir
Thorgeirson v. İzlanda'[27]vakaları kararlarında, ifade
özgürlüğüne ilişkin norm ve içtihatlarla ortaya konan genel ilkeleri bir kez
daha sıralamıştır. Buna göre, ifade özgürlüğü,
-
Demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden biridir; Sadece lehe olanları
değil, farklı, rahatsız edici türdeki bilgi ve düşünceler bakımından da
geçerlidir;
- Bu
özgürlüğün kullanımı bir dizi istisnaya tabidir, ancak istisnalar mutlaka dar
yorumlanmalıdır ve açıkça yasayla öngörülmüş olmalıdır;
-
İfade özgürlüğü, basın bakımından özel
önem taşır; basın, kamunun yararına olan meseleler hakkındaki bilgi ve
görüşleri yayma hakkına sahiptir ve bununla da ödevlidir;
-
Bilgi ve görüşü yayma basının görevi olduğu kadar, bunları edinme kamunun da
hakkıdır;
-
Madde 10, paragraf 2'de geçen 'gerekli' terimi, bir 'sosyal ihtiyaç
baskısının' varlığına işaret eder;
-
Sözleşmeci Devletlerin bu tür bir ihtiyacın varolup olmadığını tartmada bir
takdir payı vardır, ancak bu Avrupa'nın gözetimi ile yan yana gider;
-
AİH Mahkemesinin, ifade özgürlüğüne getirilen bir kayıtlamanın, Madde 10 ile
korunan bu özgürlüğe uygun düşüp düşmediği hususunda nihai olarak karar verme
yetkisi vardır;
-
Mahkeme bu denetimi ve gözetimi yaparken, ulusal makamların ifade özgürlüğüne
yaptığı müdahalenin, 'makul', 'dikkatli', 'iyi niyetli',
'izlenen meşru amaçla orantılı' olup olmadığını ve bu özgürlüğe müdahaleyi
haklı göstermek için ulusal makamların ortaya koydukları gerekçelerin
'uygun ve yeterli' görülüp görülemeyeceğini de değerlendirerek karara
bağlar.
Düşünce
ve ifade özgürlüğü'nün 'toplu kullanım biçimlerinden' biri olan 'siyasi parti
partilerin;
*
Hem tüzel kişilik,
*
Hem Parti Genel Başkanı,
*
Hem Tüm Parti Organları,
*
Hem Meclis Grubu,
*
Hem de tüm diğer il ve ilçe örgürleri ile
*
Parti üyelerinin,
-
düşünce, ifade,
-
açıklama, eylem
-
ve çalışmalarına,
bu
genişlik ve ölçekte bakmak bile ülkemizdeki ve 'BU DAVADAKİ' BİRÇOK SORUNU ÇOK
KOLAY VE YALIN OLARAK ÇÖZMEYE YETEBİLECEKTİR.
I/IV-
İDDİANIN DAYANAĞI MADDİ VAKILAR
I/IV-A)
DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİNİN KURULUŞU AŞAMASINA AİT EYLEMLERE İLİŞKİN İDDİALAR
1.İDDİA:'AVUKAT
GÖRÜŞMELERİ' veya 'GÖRÜŞME NOTLARI' adı altında teröristbasının talimatları örgüte
yakın çeşitli gazete ve dergilerin yanı sıra çok sayıda değişik internet
sitesinde de (ROJACİVAN, RIZGARI, VELATPEREZ, NASNAME gibi) yayınlanarak
talimatların ilgililere ulaşması sağlanmıştır.
SAVCILIK
DEGERLENDİRMESİ:
Terör
örgütü PKK'nın lideri Abdullah Öcalan'ın emirleri ile adı, kurucuları ve genel
başkanı hatta eşbaşkanlık sistemi de dahil olmak üzere DEMOKRATİK TOPLUM
PARTİSİ (DTP) nin kurulmasından çok önceden şekillendirildiği, kuruluş
çalışmalarının tamamen Öcalan'ın direktifleri doğrultusunda gelişip
sonuçlandırıldığı açıkça ortaya çıkmaktadır.
KANIT:
23
Ekim 2004 tarihli Vatan Gazetesi ve 26 Ekim 2004 tarihli Star Gazetesi'nde bu
durum tüm açıklığı ile haber haline getirilmiştir.
ÖNSAVUNMA:
Abdullah
Öcalan'ın avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde, avukatları ile kendisi arasında
geçen diyalog ve görüşmeler, sonrasında avukatların yapmış oldukları iddia
edilen açıklamalar ya da söylemler Demokratik Toplum Partisi'nin bilgisi
dışında olup, bu açıklamaların müvekkil partiyi bağlamayacağı açıktır.
Kaldı
ki, iddianamede tüm bu görüşme notlarının kaynağı da belirtilmemektedir. Sayın
Başsavcının kaynak olarak gösterdiği internet sitelerinin ulusal ve ulusalüstü
hukuk açısından kanıt olamayacağı ise izahtan varestedir. İnternet sitelerinin
dışında başka bir kaynak da gösterilmemiştir.
'İmralı
Kapalı Cezaevi' kişiye özel bir cezaevi olup, iç yönetmeliği de 'kişiye özel'
tek kişilik bir yönetmeliktir. (')Yapılan tüm görüşmeler kayıt altında
olup,Başsavcılık kanıtları arasında bu resmi kayıtlar yer almamaktadır.
BAŞSAVCILIK
ESAS HAKKINDA GÖRÜŞÜ:
(')Bilindiği
gibi hükümlülerin görüşmelerinin de dahil olduğu infaz hukukuna ait
düzenlemeler 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun
Hükümleri çerçevesinde gerçekleştirilmekte olup, anılan yasaya göre iddia
edildiği gibi görsel ve yazılı kayıt altına alınması hukuken mümkün olmadığı
gibi,'çıkarılan bir yasa ile hakim gözetiminde yapıldığı' iddiası da
gerçeği yansıtmamaktadır. Bu itibarla'..görüşme kayıtlarının istenmesi
yolundaki (mümkün olmayan) talebin reddine karar verilmesi gerekmektedir.
SAVUNMA:
İmralı
Cezaevi, Bakanlar Kurulunun 1996/ 8716 sayı ve 30.09.1996 tarihli kararıyla
düzenlenen 09.01.1997 tarihinde Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe giren
Başbakanlık Kriz Merkezi Yönetmeliği uyarınca yönetilmekte olup, anılan
yönetmeliğin hem anayasaya, hem A.H.İ.S.' ne aykırı olması nedeniyle,
yönetmelik hakkında idari yargıda İstanbul Barosunca iptal davası açılmıştır.
(Daire no:10 esas no:1997/ 1030)
Diğer
yandan, İmralı Cezaevinde ki Avukat Görüşmelerinin, Başsavcılığın öne sürdüğü
gibi Ceza İnfaz Yasasına göre değil, önsavunmamızda açıklanan koşullarda
yapıldığına ilişkin YARGITAY DOKUZUNCU CEZA DAİRESİ BAŞKANLIĞININ: 1999/1296
Esas, 1999/3623 Karar Numaralı dosyasına sunulan dilekçenin ilgili bölümünün
örneği aşağıda sunulmuştur.
-YARGITAY'DA
AVUKATLARIN SAVUNMASI-
21
Ekim 1999 YARGITAY DOKUZUNCU CEZA DAİRESİ BAŞKANLIĞINA
DOSYA
NO : ANKARA 2. DGM 1999/21 ESAS, 1999/73 KARAR.
SANIK
: Abdullah ÖCALAN
VEKİLLLERİ
: Av. Ercan KANAR- Av. Niyazi BULGAN- Av. İrfan DÜNDAR- Av. Hamza YILMAZ- Av
Kemal BİLGİÇ- Av. Doğan ERBAŞ
KONU
: Yerel Mahkemenin 1999/21 Esas sayılı mahkumiyet kararına ilişkin temyiz
layihamızdır.
Soruşturmanın
tüm aşama ve kuralları Genel Kurmay Başkanlığı'nın etkin olduğu Başbakanlık
Kriz merkezince belirlenmiştir.
Yargılamanın
üzerindeki Başbakanlık Kriz Merkezi vesayetidir. Yani askeri ve idari
otoritenin belirlediği kuralların ceza yargılaması hükümlerinin yerini
almasıdır Açık gerçeklik odur ki hukuk sistemimizde yeri olmayan soruşturma
yöntemi ve koşulları, müvekkil daha Türkiye'ye getirilmeden önce düşünülmüş ve
hazırlıkları yapılmıştır. Bu yargılamayı yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı
açısından da tartışma konusu yapan ve kuşkulu hale getiren sadece DGM'nin
niteliği ve varlığı değildir. Ondan da önemlisi. Başbakanlık Kriz Yönetim
Merkezi bu yargılamayı nasıl etkilemektedir' Bu nokta idrak edilmeden
hakkaniyete uygun yargılama konusu çözüme kavuşturulamaz. Bakanlar Kurulunun
1996/ 8716 sayı ve 30.09.1996 tarihli kararıyla düzenlenen 09.01.1997 tarihinde
Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe giren Başbakanlık Kriz Merkezi
Yönetmeliği'nin hukuki yasal bir dayanağı yoktur. Bu yönetmelikle, daha üst
normlar ile bazı makam yada mercilere verilen yetkiler yasalara ve anayasaya
aykırı bir şekilde başka makam ve mercilere devredilmiştir.
Başbakanlık
Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği'nin kaynaklandığı bir tüzük, bir kararname,
bir yasa olmadığı gibi, mevcut anayasada da bu yönde bir hüküm bulunmamaktadır.
Dolayısıyla, bu yönetmelik hukuksal dayanaktan yoksundur. Bu yönetmelik
anayasada belirtilen dört tür olağanüstü rejimden önce ve adeta bir ara
olağanüstü rejim olarak kriz halini düzenlemiştir. Bu yönetmelik hem anayasaya,
hem A.H.İ.S.' ne aykırıdır. Nitekim, yönetmelik hakkında idari yargıda İstanbul
Barosunca iptal davası açılmıştır. (Daire no:10 esas no:1997/ 1030)
Türkiye
infaz hukuku tarihinde ilk kez, sadece bir kişi için cezaevi ihdas edilmiştir.
A.İ.H.M'nin soruşturması neticesi, alelacele İmralı Ceza ve Tutukevi İç
Yönetmeliği hazırlanmıştır. Bu yönetmeliğin hükümleri Ceza İnfaz Tüzüğünün 155,
CMUK'un 144. Maddesine aykırıdır. Uygulamalar, yönetmeliği dahi aratacak
nitelikte olmuş, yazılı mevzuatın yerini kriz birimlerinin askeri
yetkililerinin emirleri almıştır.
Müvekkil
ile ilgili tutukluluk statüsüne ters, hükümlülük statüsünden de daha ağır
tecrit koşulları fiziksel ve beyinsel tahribatı üreterek kriz merkezleri
birimlerince devam ettirilmiştir. Kriz Merkezi uygulamalarıyla, CMUK 144.
Maddesinin, tutukluya tanıdığı tüm haklar kısıtlanmıştır. 144. Madde bu sanık
için rafa kaldırılmıştır. Yasanın şart koşmamasına rağmen vekaleti de olduğu
halde tüm müvekkil avukat görüşmeleri kriz merkezinin iznine tabi tutulmuş,
görüşme süreleri azami sınırlanmış, görüşmeler görevlilerin yakın ve bitişik
denetim ve gözetimi altında yapılmıştır.
Avukatlar,
her görüşte meslek onurları çiğnenerek Avukatlık Kanunu, CMUK, Anayasal hakları
ihlal edilerek 4-5 kez aramaya tabi tutulmuş, aramalarda mesleki malzemeler
dahil her şeye el konmuştur. Her görüş sonrası görüşme notları, askeri
yetkililerce ayrıntılı bir denetime tabi tutulmuştur. Askeri yetkililerce
avukatların parmak izlerinin alınması, ayakkabılarının aranması, yasalara
aykırı tebligatlar imzalatılması gibi uygulamalar dayatılmıştır.
Bu
yargılama, tarihe hiç kuşkusuz savunma makamının idari ve askeri organlarca en
çok saldırıya uğradığı hem sanığın, hem savunma makamının haklarının en çok
gasp edildiği bir soruşturma olarak geçecektir. Soruşturmanın tüm safhalarında
kriz merkezinin uygulamalarıyla savunma bağışıklığı tamamen ihlal edilmiştir.
Savunmanın sanık ve müdafii ile birlikte baş başa hazırlanma olanağı sürekli
engellenmiş, savunma kuşatma ve yönlendirme altına sokulmuştur. AHİM'in 4-3-99
tarihli tedbir kararı uyarınca yapılan tüm yazışmalara rağmen kriz yönetiminin,
savunmaya yönelik engellenme ve saldırıları sürmüştür. - Kriz merkezinin
uygulamalarıyla tüm tutuklu hakları sanıktan esirgenmiş, yasal yayınları
izleme, radyo ve TV izleme hakları tanınmadığı gibi, aylarca günlük gazeteler
dahi verilmemiş, 31 Mayıs duruşmasından sonra bazı gazeteler sansürlü olarak
verilmeye başlanmıştır.
Sanık
31 Mayıs duruşmasına (ilk duruşma sorgusu) iddianame dışındaki dava dosyası
belgelerinin, delillerini inceleme olanağı tanınmadan çıkmıştır. Kriz
yönetimince savunma bütünselliği engellenmiş, dava dosyası ile ilgili hangi
belgelerin verilip verilmeyeceğine askeri yetkililer karar vermiştir. Ceza
muhakemesi hükümleri uyarınca, sanığın da dava dosyası fotokopilerini alması ve
bunları inceleyerek, müdafileri ile görüşerek sorgu ve savunmasını hazırlaması
en doğal hakkı olduğu halde, bu hak sanığa tanınmamıştır. Uzun süren cezaevine
dava dosyası örneği sokulamamıştır. Tarafımıza, buna izin verecek merci mahkeme
değil Kriz Merkezi birimleri olduğu sözlü olarak iletilmiştir. Bu hal,
yürütmenin Anayasa'nın 138. Maddesine aykırı olarak yargı bağımsızlığına direk
müdahalesi anlamına gelmektedir. Müdafilerin cezaevlerine dosya sokmadan
savunma hazırlığını görüşmesi 'de facto' olarak mümkün değildir. Dünyanın
hiçbir yerinde, hiçbir hukuk devletinde böylesi bir uygulama söz konusu
değildir. AHİM'in 4622 / 70 E. Sayılı kararında 'sanığın gerek kendisi gerekse
avukatları tarafından etkili bir savunma hazırlanabilmesi için, en geç
iddianamenin çıktığı anda kendisine isnad edilen suç ile ilgili olarak,
dosyadaki bütün bilgi ve belgelere ulaşma koşulları sağlanmalıdır' denmektedir.
CMUK 144'e aykırı Kriz Yönetimi uygulamakla aynı zamanda AİHS'in 6/3 maddesine
aykırı da oluşmuştur.
Başsavcılığın,
varlığını inkar ettiği 'Başbakanlık Kriz Yönetmeliği ve uygulamalarını'
bilmediği düşünülemeyeceğine göre, 'görüşme kayıtlarının istenmesi' ne ilişkin
istemimizin reddini talep etmiş olması, Başsavcılığın iddianamesine güvenmediğinin,
bir başka deyişle iddianamenin en azından bu maddede yer alan kanıtlar yönünden
gerçek dışı ve hayali olaylara dayandığının göstergesidir.
Kaldı
ki, bu görüşmeler iddianamede yer aldığı gibi olsa dahi görüşmelerde şiddet ve
şiddete çağrı yoktur. Aksine ülkenin birliği içinde Demokratik Cumhuriyet
yapılanmalarına ve silahtan arındırılmış barışçıl söylemlere ısrarla vurgular
yapıldığı görülmektedir. Çünkü şöyle deniliyor:
'Alttan
yönetim oluşturulur. Birçok sivil toplum örgütü temsilcisi de katılır. Yeşiller
örneği var. Üç binin üzerinde sivil toplum kurulusunun temsilcisi var içinde.
Tartışmalarınızı sürdürün, en uygun biçimde partileşin. Eski tip partileşme
olmayacak, alternatif bir oluşumdur. Azınlık temsilcileri de olmalı. Ermeniler
ve Araplar da girebilir. Partileşmenizi Türkiye'de Avrupa müktesebatına uygun
biçimde geliştirin. Selamlarımı söyleyin. Demokratik örgütlenme temelinde
kurumlaşmalısınız. Bu önemli'' İllegalite olmayacak, sonuna kadar açıklık
olmalı. Siz de anlamalısınız. Belirttiğim model devlet düşmanlığı yapmaz,
devleti de hedeflemez; ancak devletin borazanı da değildir. Bu yeni model
partileşme Türkiye'yi ileriye taşıyabilir. Sağ ve sol sekterler bunu
gerçekleştiremezler. Pratikleri ile bu netleşmiştir. Su ana kadar ki partileşmeler
yozlaşmış partilerdir, oligarşiye hizmet eden partilerdir. Gençleri,
cezaevinden çıkanları, halkımızı, aydınları DTH'ne katılmaya çağırıyorum.
Binlerce kişi var, herkesi katın''Yerel konferanslardan kongreye doğru
gidersiniz. Demokratik katılımı esas almak gerekir. Demokratik tarzda ve
topluma dayalı olarak gelişmelidir' Demokratik Toplum Partisi, tüm Türkiye'nin
partisi olur. Bu önemli bir çalışmadır. Kürtler, Türkler, azınlıklar girebilir.
Ama seksiyon tarzı örgütlenme de olabilir. Bu Boockhin'de de var. Ege'de,
Karadeniz'de ayrı seksiyonlar olabilir. Demokratik toplum hareketi toplum
odaklı, demokrasi hedefli geliştirilir.' Türkiye'nin buna ihtiyacı var.
Toplumsal barış projesi olarak öngörmesini önemli buluyorum. Bu projenin önü
açıktır. Barış için bu gereklidir denebilir. Bunu önemsiyorum. Güçlerin
birleştirilmesi demokrasiye kazandırır.
2.
İDDİA:
Öcalan
19 Mayıs 2004 tarihli görüşmede örgütün yönetici kadrolarına talimatlar vermiş,
istediklerinin yapılmaması olasılığına karsı da ilgilileri tehdit etmekten geri
durmamıştır. Tüm bu bahsi geçen görüşmelerde geçen talimatların ne kadar etkili
olduğu zaman içinde gözlenebilmiştir.
Teröristbaşının
hem terör örgütünü, hem de Demokratik Toplum Partisini (öncesinde DEHAP'ı)
talimatları ile yönetip, yönlendirdiği kuşkuya yer vermeyecek biçimde ortaya
çıkmıştır.
KANIT:
16.07.2004
tarihli 'HÜRRİYET' Gazetesi'nin 1. sahifesi'nde manşetten 'Örgütte hortum
zabıtları' başlığı ile terör örgütü PKK/KADEK/KONGRA-GEL' in eski Avrupa
sorumlusu Rıza ALTUN'un savunması adı altında yayımlanan habere bir tepki
verilmemesi olgusu dahi 'DEHAP'ın ve sonrasında DTP.nin terör örgütünün kontrol
ve güdümünde faaliyet gösterdiğini kanıtlamaya yeterlidir.
SAVUNMA:
Sayın
Başsavcının bu denli ciddi iddialara karşı dayanak ve kaynak olarak gösterdiği
GAZETE HABERİ'nin ulusal ve ulusalüstü hukuk açısından kanıt değeri
yoktur.Başka bir kaynak da gösterilmemiştir.
4.
İDDİA:
Nitekim
sonraki tarihlerde DTP bünyesine katılan ve halen görevde olan BELEDİYE
başkanlarının eylemleri, PKK tarafından atanmaları konusunda kuşkuya yer
vermeyecek boyutlarda ortaya çıkmıştır.'
KANIT:
16.07.2004
tarihli 'HÜRRİYET' Gazetesi'nin 1. sahifesinde manşetten 'Örgütte hortum
zabıtları' baslığı ile terör örgütü PKK/KADEK/KONGRA-GEL' in eski Avrupa
sorumlusu Rıza ALTUN'un savunması adı altında yayımlanan 'habere bir tepki
verilmemesi olgusu.'
SAVUNMA:
İddianamede,
ulusal çapta yayın yapan bazı gazetelerin anılan iddialara yönelik yaptığı bazı
haberlerin de kaynak olarak gösterildiği görülmektedir. Haberlerde yer alan
iddiaların hukuksal olarak kanıt oluşturmayacağı bir yana, yapılan haberlerin
gerçekliğinin saptaması da soruşturulması da, geniş olanaklara karşın yetkili
organlar tarafından yapılmamıştır.
Bir
haberin yalanlanmamış veya tekzip edilmemiş olması yasalarımıza göre suç
değildir. Kaldı ki, böyle bir konuda 'basın hukukunu' ilgilendiren ihmali
davranışın bu denli bir ağır bir suçlamanın kanıtı gösterilmesi anlaşılabilir
değildir.
5-
İDDİA:
DTP'nin
terör örgütü PKK ile bağlantısını kanıtlayan bir olay da Demokratik Toplum
Partisi'nin kurulusu aşamasında gerçeklesen Hikmet Fidan cinayetidir. Zira
hiçbir DTP (DEHAP)'li olayı kınayamamış, hatta cenazenin kaldırılması için
Diyarbakır Büyükşehir BELEDİYEsinden ambulans talebi dahi 'deposu delik'
gerekçesi ile karşılanmamıştır.
KANIT:
Milliyet
Gazetesi'nin 25.10.2005 tarihli nüshasında yer alan HABER
ÖN
SAVUNMA:
Bu
iddiaların herhangi somut bir kanıtı olmadığı gibi, Demokratik Toplum Partisi
ile bağdaştırılmasını da anlamış değiliz. ( ') Sayın Başsavcı bu konuda
sağlıklı bir araştırma yapmış olsaydı, DTP nin kurucu başkanı ile birlikte
birçok kurucusunun taziye ziyaretinde bulunduğunu, cenaze törenine katıldığını
ve böylesi şiddet eylemlerine karşı tavır aldığını öğrenmiş olacaktı.
ESAS
HAKKINDA GÖRÜŞ:
Bu
konuda herhangi bir görüş bildirilmemiştir.
SAVUNMA:
Başsavcılığın,
DTP'nin kapatılması hakkında düzenlediği iddianame bu maddede yer alan suçlama
ile vehim ve hayal boyutunu aşmış, 'iftira' noktasına ulaşmıştır. E-Yargı,
Uyap, E-Adliye aşamasında Başsavcının İnternetten yararlanmadan iddianame
düzenlemesi inandırıcı değildir. Ancak Başsavcı aynı internete bizim de
ulaşabildiğimizi göz önünde bulundurmamış olmalı ki, bu fütursuz ve ciddiyetsiz
suçlamaları kaleme alabilmiştir. Nitekim, aşağıda görüntülenen google
sayfasında müvekkil parti yetkililerinin Hikmet Fidan olayında gösterdikleri
tepkilere ilişkin haberlerin yalnızca bir kısmı yer almaktadır.
Hikmet
Fidan Haberleri
Hikmet
Fidan`ın ailesini telefonla arayarak taziye dileklerini ileten yazar ...
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Demokratik Toplum Partisi`nin' (DTP) www.tumgazeteler.com/haberleri/hikmet-fidan/'start=80
- 4k '
Kapatılan
HADEP Haberleri
Kapatılan
HADEP Genel Başkan Yardımcısı Hikmet Fidan`ın öldürülmesi olayı duruşması sanık
Fırat ... Siyam Fidan, taziye ziyaretine gelen Leyla Zana ... www.tumgazeteler.com/haberleri/kapatilan-hadep/'start=90
- 4k -
Rizgari
- Ümit Fırat: Öcalan'sız DTP gerek
Özellikle
Hikmet Fidan'ın öldürülmesi hadisesinden sonra... İzmir'de taziye evinde
tartışmışlar, Ahmet Türk cinayete çok sert tepki göstermiş, ... www.rizgari.com/modules.php'name=News&file=print&sid=9971
- 19k -
Ceylanpınar
Ceylanpınar
İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından fidan dikimi yapıldı. ... DTP'lilerin
taziye ziyareti kalabalık bir basın mensubu grubu tarafından takip ... www.ceylanpinari.com/yorehaber.htm
- 207k -
Diğer
yandan, yine internette yaptığımız araştırmada, Hikmet Fidan davasında kesin
karar verilmemiş olmakla birlikte, iddianamenin tamamlandığı, iddianamede,
cinayete karışan F.K. hakkında ömür boyu, M.K.O. ve V.A. hakkında ise 10'ar
yıla kadar hapis cezası isteniyor. Ayrıca Fidan'ı öldüren tetikçinin hala
aranan terör örgütü PKK üyesi Serkan Ş. Olduğu, ve anılan iddianamede çok doğal
olarak müvekkil partinin adının hiçbir şekilde geçmediği anlaşılmaktadır.
Hikmet
Fidan'ın davasında 3 kişiye hapis istemi!
Diyarbakır'da
kapatılan HADEP'in eski Genel Başkan Yardımcısı Hikmet Fidan'ın öldürülmesi
olayıyla ilgili iddianame tamamlandı.
Cumhuriyet
Başsavcılığı'nca hazırlanan iddianamede, cinayete karışan F.K. hakkında ömür
boyu, M.K.O. ve V.A. hakkında ise 10'ar yıla kadar hapis cezası isteniyor.
Ayrıca Fidan'ı öldüren tetikçinin hala aranan terör örgütü PKK üyesi Serkan Ş.
olduğu belirtiliyor.
Başsavcılık
makamının, müvekkil parti hakkında böylesi ağır suçlamalarda bulunmadan önce,
iddiasına konu ettiği olayları, en azından adli olayları soruşturup araştırması
beklenirken, bu özeni dahi göstermemiş olması iddianame ve davanın zafiyetinin
bir başka göstergesidir
6-
İDDİA:
Demokratik
Toplum Partisi'nin daha kurulusunda kan ve terör örgütü PKK'nın emirleri
üzerine oturtulduğu, hiçbir şekilde ve hiçbir kaynaktan muhalefete imkan
tanımadığı, ortaya çıkmıştır. PKK ile DTP (DEHAP) organik bağlantısı artık
kamuoyunun gözünde tartışmaya yer vermeyecek biçimde kanıtlanmıştır.
KANIT:
Milliyet
Gazetesi yazarı Hasan Cemal'in 16.07.2005 tarihli 'Kürt aydınları tedirgin',
19.07.2005 tarihli 'Sus, yoksa hain derler',Taha Akyol'un 12.07.2005 tarihli
'PKK ve Kürt hareketi' baslıklı yazıları.
SAVUNMA:
Sn.
Başsavcıyı, iddianamesine kanıt oluşturacak kadar etkileyen iki yazar Hasan
Cemal'in 'Şiddete karşı akılla, sabırla mücadele!' ve Taha Akyol'un 'Parti
kapatmak yanlıştır!'başlıklı makalelerinin de parti kapatmanın yanlışlığını kamuoyunun
gözünde tartışmaya yer vermeyecek biçimde kanıtlamış olmasını umuyor, anılan
makaleleri aşağıda sunuyoruz.
Hasan
CEMAL-haber sitesi en son haber-
Şiddete
karşı akılla, sabırla mücadele!20 Kasım 2007 Salı
Evet,
bu ülkede siyasal parti kapatmanın barış ve istikrara herhangi bir yararı
dokunmuyor. Bu filmi çok seyrettik. Kaç tane parti kapatıldı. Ama Türkiye her
seferinde rahatlamadı, tersine sıkıştı. İçte ve dışta siyasi manevra alanı
daraldı. Lütfen anımsayın.
1990'ların
ilk yarısında DEP kapatılmıştı. DEP'li milletvekilleri dokunulmazlıkları
kaldırılıp hapse atılmışlardı. TBMM, hem demokrasi adına kötü bir sınav vermiş,
hem de bir yandan yurtiçinde PKK'nın elini güçlendirirken, yurtdışında da
Türkiye'nin yıpratılmasına, imajının kötüleşmesine kapıyı aralamıştı. Terörle
mücadele derken demokrasinin kolu kanadı kırılmıştı. Böylece, terör ve şiddet
odaklarının ekmeğine yağ sürülmüştü.
Onun
için dikkat! Bugün de farklı olmaz.
DTP'nin
kapatılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yapılmış durumda.
Bilmiyorum,
oynanmak istenen oyunun ya da oyun içinde oyunun ne kadar bilincindeyiz.
PKK
ve İmralı, anlaşılan o ki, DTP'nin kapatılmasını düğün bayram ederek
karşılamaya hazırlanıyor. Kitleler daha şimdiden meydanlara dökülüyor.
Toplulukların güvenlik güçleriyle çatıştırılması için kışkırtıcı, provokatif
taktikler uygulanıyor. Bir başka deyişle:
Kan
dökülmesi isteniyor. İşaretler öyle. Gelen sinyaller öyle. Aslında oyun açık
oynanıyor.
PKK
demek istiyor ki:'Oy verdiniz, Ankara'ya gönderdiniz. Ama bakın oy verdiğiniz
parti kapatılıyor. Seçtiğiniz milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılması gündemde. Sizin iradenizi hiçe sayıyorlar, sizi adam yerine
koymuyorlar. Bunun için de tek yol dağdır, düşün bizim arkamıza!'Oyun kabaca
budur. Güneydoğu'da, AKP karşısında zemin ve seçim kaybeden PKK yeniden
güçlenebilmenin yolunu böyle arıyor.
Şimdi
soru: Parti kapatarak PKK'nın işi kolaylaştırılacak mı' Siyasetin penceresinden
bakarak bu soruyu sorumluluk sahibi herkesin, yakın geçmişin deneyimlerini de
göz önünde tutarak etraflıca düşünmesi gerekiyor.
Bu
açıdan 1980'lerden, 1990'lardan çıkarılacak çok ders var.
Öte
yandan, yine bu yıllarla ilgili olarak Türkiye'de yaşanan olumlu bir değişime
de dikkat çekilmeli.
DTP'nin
kapatılması konusunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın girişimi gerek
siyaset kurumunda, gerekse medyada genel olarak olumsuz karşılandı,
eleştirildi.
Bu
da olumlu bir değişim.
TBMM
Başkanı Toptan da, Başbakan Erdoğan da, Adalet Bakanı Şahin de, İçişleri Bakanı
Atalay da DTP'nin kapatılması ve dokunulmazlıkların kaldırılması konusuna
demokrasi açısından olumlu bakmadıklarını herhangi bir kuşkuya yer bırakmayacak
şekilde belirttiler.
Bunun
gibi, medyanın genel havasıyla köşe yazarlarının tepkisinde de demokrasi adına
sevindirici çizgiler ağır basıyor.
Kısacası:
Şiddet
ve teröre karşı mücadelenin akılla, sabırla, demokrasinin kolunu kanadını
kırmadan, İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın deyişiyle, 'Demokrasiyi teröre feda
etmeden' verilmesi gerekiyor.
Acılarla
yüklü yakın geçmişten çıkarılacak önemli derslerden biri budur.
Milliyet-Taha
AKYOL Objektif
Parti
kapatmak yanlıştır!
DTP
hakkında kapatma davası açıldı. Günlerdir DTP'yi şiddetle eleştiren bir yazar
olarak belirteyim ki, parti kapatmak yanlıştır!
7-
İDDİA:
23.07.2005
tarihli Milliyet Gazetesi'nde yer alan;'AB, Dönem Başkanı İngiltere'nin Ankara
Büyükelçiliği aracılığıyla dün yaptığı açıklamada, 'Türkiye'deki tüm siyasi
grupları her türlü şiddeti kınamaya çağırdı.'BAŞLIKLI haber içeriğine göre de
DEHAP ve DTP'nin PKK organı seklindeki faaliyetlerinin uluslararası platformda
da aynı şekilde değerlendirilip, kınandığını göstermektedir.
KANIT:
06.06.2005
tarihli Milliyet Gazetesi'nde yer alan; 'DEHAP'A KRİTİK UYARILAR' baslıklı
haber'
SAVUNMA:
Başsavcılığın
cımbızlama kanıtları arasında yer alan bu maddedeki yazı da, AB 'nin müvekkil
partiye bakışını çarpıtmaktadır. AB ve yetkili organlarının müvekkil partiye ve
huzurdaki davaya yaklaşımlarına iliş- kin bazı açıklamaları aşağıdadır. Yine,
internette yapılacak basit bir arama ile de aşağıda yer alan bulgulara
ulaşılmaktadır.
'Türkiye-AB
Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk AB'nin DTP aşkı
tutkunlarından. 'Kapatmak çözüm olmaz. Demokratik mücadele kanalı
kapatılmamalı' diyor.O da bizdeki benzer yorumlara katılıyor ve 'DTP'yi
kapatmak PKK'ya yarar' diyor.
BRÜKSEL(20.11.2007)-
Avrupa Birliği'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn DTP'ye yönelik
kapatma davasını yakından izlediklerini söyledi. Belçika'nın Başkenti
Brüksel'de yapılan Türk Dışişleri Bakanı Ali Babacan, AB'nin Genişlemeden
Sorumlu Komiseri Olli Rehn ve AB Dönem Başkanı Portekiz Dışişleri Bakanı Luis
Amada ve AB Dönem Başkanlığı'nı devralacak Slovanya'nın Dışişleri Bakanı
Dimitrij Rupel'ın katıldığı Türkiye-Avrupa Birliği Troyka toplantısı sona erdi.
Toplantı sonrası Türk Dışişleri Bakanı Babacan'la basın toplantısı düzenleyen
AB Genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn DTP'ye yönelik kapatma davasını
yakından izlediklerini söyleyerek, ''DTP'nin Meclis'te olmasını dağda olmasına
tercih ederiz' dedi. (www.cayport.info internet sitesinden
alıntıdır)
AB'DEN
DTP KAPATMA DAVASINA: ÇOĞULCULUK ÇAĞDAŞ DEMOKRASİNİN EN ÖNEMLİ UNSURLARINDAN
29.01.2008,
12:53
Avrupa
Parlamentosu'nda DTP hakkındaki kapatma davasıyla ilgili bir yazılı soru
önergesini yanıtlayan AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn,
'11 Temmuz seçimleriyle Türk parlamentosu ülkenin siyasi çeşitliliğini şu anda
daha geniş biçimde temsil etmektedir. Çoğulculuk artmıştır ve Türk
demokrasisinin kalitesi yükselmiştir' dedi.
BRÜKSEL
(ANKA) ' AB Komisyonu Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından DTP hakkında
açılan kapatma davası konusundaki görüşlerini '11 Temmuz seçimleriyle Türk
parlamentosu ülkenin siyasi çeşitliliğini şu anda daha geniş biçimde temsil
etmektedir. Çoğulculuk artmıştır ve Türk demokrasisinin kalitesi yükselmiştir'
ifadeleriyle açıkladı.
AB
Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, Avrupa Parlamentosu Üyesi
Hollandalı Parlamenter Frank Vanhecke'nin DTP hakkında başlatılan kapatılma
girişimine ilişkin yazılı soru önergesini yanıtladı. AP'nin aşırı sağ kanadına
mensup Frank Vahnecke soru önergesinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
'Kürt yanlısı' DTP'nin kapatılmasına ilişkin kapatma davası açtığını
hatırlattı. Vahnecke, iddianamede 'Parti liderleri tarafından ortaya konulan
eylemler ve yapılan konuşmaların partinin devletin bağımsızlığı, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik eylemlerin odağı haline geldiğini
ortaya koyduğu' iddiasının yer aldığını kaydetti. Konunun AB Komisyonu
temsilcisinin de hazır bulunduğu, Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve AB Troykası
tarafından yapılan toplantıda ele alındığını kaydeden Vanhecke, önergesinde,
'Komisyon yukarıda belirtilen yasal süreci, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin
içtihatları ışığında, ifade ve örgütlenme özgürlüğü bağlamında nasıl mütalaa
etmektedir' dedi. Frank Vanhecke, Komisyon'un olaya karşı yaklaşımını da sordu.
-
REHN: TÜRK DEMOKRASİSİNİN KALİTESİ YÜKSELDİ
AB
Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn ise, yanıtında Başsavcının
DTP'nin Türkiye'nin birlik ve bütünlüğüne karşı hareketler için odak noktası
haline geldiğini iddia ettiğini, kapatılmasını ve 221 parti yöneticisinin beş
yıl siyasi yasaklı ilan edilmesini istediğini belirtti. Rehn, Anayasa
Mahkemesi'nin de 23 Kasım'da başvuruyu kabul ettiğini bildirdi. Partinin
savunmasını hazırlamak durumunda olduğunu belirten Rehn şöyle devam etti:
'Başbakan
Erdoğan dahil, Hükümetin önde gelen üyeleri, kapatma davasını uygun bulmadıklarını
açıkça ifade etmişlerdir. Keza diğer siyasi partilerin üyeleri ve basın da bu
davayı eleştirmiştir.
Siyasal
çoğulculuk çağdaş demokrasinin en önemli özelliklerinden biridir. 11 Temmuz
2007 Parlamento seçimleriyle Türk parlamentosu ülkenin siyasi çeşitliliğini şu
anda daha geniş biçimde temsil etmektedir. Çoğulculuk artmıştır ve Türk
demokrasisinin kalitesi yükselmiştir. Komisyon bunu 6 Kasım 2007 İlerleme
Raporu'nda da değindiği gibi memnuniyetle karşılamaktadır.
Komisyon
DTP'nin kapatılması davasıyla ilgili tüm gelişmeleri yakın bir şekilde bu
perspektiften izleyecektir.' (ANKA) (ORH/ZG)Haber-x internet sitesinden
alınmıştır.
HaberX-AB'DEN
DTP KAPATMA DAVASINA: ÇOĞULCULUK ÇAĞDAŞ'
Avrupa
Parlamentosu'nda DTP hakkındaki kapatma davasıyla ilgili bir yazılı soru
önergesini yanıtlayan AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn,
... www.haberx.com/n/1080776/abden-dtp-kapatma-davasina-cogulculuk.htm - 20k -
HABER:
AB'den DTP Kapatma Davasına: Çoğulculuk Çağdaş Demokrasinin ...
AB'DEN
DTP KAPATMA DAVASINA: ÇOĞULCULUK ÇAĞDAŞ DEMOKRASİNİN EN ÖNEMLİ UNSURLARINDAN -
Avrupa Parlamentosu'nda DTP Hakkındaki Kapatma Davasıyla İlgili Bir ...
www.haberler.com/haberbul.asp'yon=onceki&haber=1197097
- 81k -
AB'den
DTP kapatma davasına tepki | Güncel Haberler | Haber ...
Olli
Rehn, '11 Temmuz seçimleriyle Türk parlamentosu ülkenin siyasi çeşitliliğini şu
anda daha geniş biçimde temsil etmektedir. Çoğulculuk. www.kimnededi.net/abden-dtp-kapatma-davasina-tepki-haberi/29-01-2008/haber-no:35194.html
- 46k -
Rehn:
DTP kapatma davasını yakından izliyoruz - Cayport
BRÜKSEL(20.11.2007)-
Avrupa Birliği'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn DTP'ye yönelik
kapatma davasını yakından izlediklerini söyledi. ...
www.cayport.info/community/showthread.php't=14719 - 21k -
Kusca
Websitesi - DTP: Kapatma davası bir hukuk skandalı
Ama
DTP'nin kapatılması dışlanması gibi bugüne kadar AB'nin bir yaklaşımı olmadı,
tersine DTP'nin Türkiye için önemli olduğu birçok açıklamalarında ortaya ...
www.kusca.biz/modules.php'name=News&op=NEArticle&sid=3316 - 89k -
9-
İDDİA:
Ulusal
platformda değerlendirilmesi gereken bir olay da İnsan Hakları Derneği (İHD)
kurucu üyelerinden olan yazar Adalet Ağaoğlu'nun, derneğin Emin Galip
Sandalcı'nın İstanbul Başkanlığından düşürülmesinden sonra PKK yanlısı politika
izlediği, tek yanlı ırkçı-milliyetçi bir tutum takındığını gibi gerekçelerle
İHD'den istifa etmesidir. Bulunması gereken konumla ilgisiz bir konuma
sürüklendiği anlaşılan İHD'nin davalı DTP (ve terör örgütü PKK) ile hemen her
platformda ortak görüş bildirmesinin altında yatan sebebin Sayın Ağaoğlu'nun
tesbitleri olduğu, dolayısıyla İnsan Hakları Derneği'nin tamamen terör örgütü
PKK'nın kontrolünde faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır.
KANIT:
Adalet
Ağaoğlu'nun açıklamasının bir kısmı
SAVUNMA:
Müvekkil
parti ile organik ve /veya inorganik hiçbir bağlantısı olmayan Adalet Ağaoğlu
ve İHD nin bu iddianame düzeneğindeki yeri anlaşılamamış olmakla birlikte,
Adalet Ağaoğlu'nun gerek iddianame gerekse kapatma davasına ilişkin açıklaması
Başsavcının diğer kanıtları gibi bu kanıtının da asılsızlığının göstergesidir.
Ağaoğlu'ndan
devlete DTP tepkisi
DTP'nin
kapatılması iddianamesinde adının geçmesine ve tesbitlerinin deliller arasında
sayılmasına yazar Adalet Ağaoğlu tepki gösterdi: DTP bu Meclis'te olmalı. Yazar
Adalet Ağaoğlu, DTP'nin kapatılması iddianamesinde adının geçmesi ve
tesbitlerinin deliller arasında sayılmasına tepki gösterdi. Rahatsızlığı
nedeniyle bu konudaki haberleri izleyemediğini belirten ve haberi NTVMSNBC'den
öğrenen Ağaoğlu, 'Sadece şunu söyleyebilirim; Nereden çıkarıyorlar!' dedi.
Ağaoğlu
şöyle devam etti:
Sadece
şunu söyleyebilirim, nereden çıkarıyorlar, DTP'nin kapatılmasıyla benim istifa
metnim arasındaki bağlantıyı' İşte bahane! Daha doğrusu ben DTP'nin Meclis'te
kalmasına taraftarım, asla kapatılmasını da istemem. Seçimle gelmişlerdir,
Meclis'telerdir ve bunu çok yararlı buluyorum. Orada üstlerine düşen görevleri
de yapmalarını bekliyorum.
BENİM
İSTİFAMIN OLUMLU SONUCU Benim istifamın gerekçelerine bakarsanız 'şimdiki
zamanda' diyorum; O zaman DTP Meclis'te filan değildi. Bunu, benim istifamın
çok olumlu bir sonucu olarak görüyorum. Ve orada kalmasını da savunuyorum. DTP
ile İHD'nin birleştirilmesi meselesini kapatalım şimdi. Bu uzun bir konu ve
hukuki bir sorun. DTP'nin değil, hiçbir partinin, hiçbir güç tarafından
kapatılmasına taraftar değilim.
ADALET
AĞAOĞLU-forumex.com 17.11.2007
I/I-A)
DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİNİN KURULUŞU SONRASI EYLEMLERE İLİŞKİN İDDİALAR
Başsavcı,
kendi suçlamasına neden olan iddiaları dışında DTP'nin herhangi bir eylemi,
faaliyeti olmadığını ileri sürmüştür. Meclis tutanakları getirtilirse DTP'nin
20 kişilik grubuyla her konuda çalışmalara katıldığı, önergeler verdiği,
raporlar sunduğu görülecektir. Tutanaklar celbedildiğinde, DTP milletvekillerinin
çalışmalarının, diğer partilerde kişi başına düşen konuşma ve faaliyetin çok
daha üstünde olduğu rahatlıkla görülebilir.
1-İDDİA:
DTP'Lİ
CİZRE BELEDİYE BAŞKANI AYDIN BUDAK'IN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI
NİTELİĞİNDEKİ BEYANI:
14.01
2006 tarihinde Cizre BELEDİYE Başkanı olan Aydın BUDAK'ın Memu-Zin Kültür
Merkezinde yaptığı konuşma
KANIT:
Kesinleşmemiş
Mahkeme Kararı -Cizre Asliye Ceza Mahkemesinin 09.06.2006 gün ve 2006/100-440
sayılı kararı ile TCY.nın 220/8-1. maddesi gereğince 1 yıl 3 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
SAVUNMA:
Karar
henüz kesinleşmemiştir, İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken
bir olaydır. Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında
ulusalüstü belgelere aykırıdır.
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
2-
İDDİA.
DTP'Lİ
CİZRE BELEDİYE BAŞKAN YARDIMCISI ABDÜLKADİR İNEDİ'NİN EYLEMİ:
İDDİA:
02.03.2006
tarihinde Cizre ilçe merkezinde bir askeri aracın pusuya düşürülerek silahla
taranması ve bomba ile yakılması olayında BELEDİYE başkan yardımcısı Abdülkadir
İnedi'nin teröristlere yardım ve yataklık ettiği anlaşılarak cezalandırılması
istemiyle açılan dava Diyarbakır 6. Ağır ceza Mahkemesinin 2006/186 esas
sırasında kayıtlı olup halen yargılaması devam etmektedir.
KANIT
:
Dava
dosyası DERDESTTİR.
SAVUNMA:
Dava
sonuçlanmamıştır. Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır.
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
3-
İDDİA:
DTP
DİYARBAKIR iL YÖNETİMİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI AMAÇLI EYLEMİ:
14.02.2005
tarihinde 'Abdullah Öcalan'ın Kenya'dan ülkemize getirilisini protesto etmek
amacıyla DTP Diyarbakır il yönetimi tarafından organize edilen gösteri, pankart
açılMASI, sloganlar atılması.
KANIT:
Olayla
ilgili terör örgütünün propagandasını yapma suçundan açılan Diyarbakır 4. ağır
ceza mahkemesinin 2006/245 esasında kayıtlı kamu davası derdesttir.
SAVUNMA:
Maddede
yer alan eylem ve devamında kanıt olarak verilen dava dosyasında sanığın bile
kim olduğu belli değildir. Dava derdesttir, örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır. Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
4-
İDDİA:
DTP
MERSİN iL BAŞKANI ALİ BOZAN'IN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI NİTELİĞİNDEKİ BEYANI:
15.02.2006
tarihinde 'DTP Mersin il yönetimi tarafından organize edilen gösteri.
KANIT:
İl
başkanı olan Ali Bozan tarafından Terör örgütü PKK ve Abdullah Öcalan'ı övücü
sözler sarfedilmesi nedeniyle hakkında suçu ve suçluyu övme eylemi nedeniyle
TCY.nın 215/1 maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle açılan dava Mersin
3. Sulh Ceza Mahkemesinin 2006/460 esas sırasında devam etmektedir.
SAVUNMA
:
Dava
derdesttir, örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken
bir olaydır. Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında
ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
5-
İDDİA:
DTP
ERZURUM iL BAŞKANI BEDRİ FIRAT'IN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI NİTELİĞİNDEKİ
EYLEMLERİ:
17.02.2006
ile 20.03.2006 tarihleri arasında DTP Erzurum il başkanı olan Bedri Fırat'ın
AÇIKLAMALARI, PKK örgüt üyesinin anısına saygı durusunda bulunması, çalışma
masası üzerinde Abdullah Öcalan'ın resmini bulundurması,
KANIT:
Erzurum
2. Ağır ceza Mahkemesinin 2006/59 esas sırasında kayıtlı dosya üzerinden
yapılan yargılaması sonucu terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 2 yıl
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
SAVUNMA:
Sanığın
DTP de yalnızca 1 ay il başkanlığı yaptığı, kararın kesinleşmediği
görülmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır. Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
6-
İDDİA:
DTP
MALATYA iL TEŞKİLATININ TERÖRİST BASINI ÖVEN BASIN BİLDİRİSİ:
09.02.2006
tarihinde DTP Malatya il ve merkez ilçe yönetiminde görevli BAZI KİŞİLERİN
Öcalan'ı öven bildiri dağıtmak, sözde baskıların kaldırılması için açlık grevi
başlatmak seklindeki eylemleri.
KANIT:
Açılan soruşturma Malatya C.Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
2
yıldır sürmekte olan soruşturmada Zanlı isimleri dahi belirlenmemiştir. İsmi
dahi belli olmayan kişilerin parti yöneticisi olduğu iddiası hukuk ciddiyeti
ile bağdaşmamaktadır.
7-
İDDİA:
DTP
İSTANBUL iL ÖRGÜTÜNÜN TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM AMAÇLI EYLEMİ:
'Ülkede
Özgür Gündem' gazetesinin geçici süre ile kapatılması üzerine Toplumsal
Demokrasi Gazetesi'nin 19.11.2006 tarihli nüshasının 6. sahifesinde DTP
İstanbul il yönetiminde görevli Mehmet Sakar, Ömer Askara, Lezgin Bingöl, Ayşe
Arslan, Çiçek Arıç, Osman Taşdemir, Lezgin Örnek, Yüksel iğdeli, Hüseyin
Çalısçı, Mustafa Eraslan, Meliha Varışlı, Doğan Erbaş, Cafer Selçuk ve
Nizamettin Öztürk tarafından yayımlanan Ateşkes sürecinin kalıcı barışa
dönüşmesi ve kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı yaşanan savasın son
bulması için tüm Kürt ve Türk gençlerini askere gitmemeye çağırıyoruz''
İÇERİKLİ Bildiri.
KANIT:
Bağcılar
2. Asliye Ceza Mahkemesinde GÖRÜLEN dava
SAVUNMA:
Davanın
ESAS NUMARASI dahi yazılı değildir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade
özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır. Başsavcılığın
iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere
aykırıdır.
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
8-
İDDİA:
DTP
KURUCU ÜYESİ HATİP DİCLE'NİN TERÖRİST BASI ABDULLAH ÖCALAN'IN DİREKTİFİ iLE
HAREKET ETTİKLERİNE DAİR BEYANI:
DTP
kurucu üyesi Hatip Dicle'nin 'Öcalan'ın partisiyiz' seklinde beyanı
KANIT:
Kamu
davası Bağcılar Asliye Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
DAVA
B E R A A T ile sonuçlanmıştır.
9-
İDDİA:
DTP'Lİ
DİYARBAKIR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI OSMAN BAYDEMİR'İN ÖRGÜT MENSUPLARINI
DESTEKLEYEN BEYANI:
29.03.2006
tarihinde Diyarbakır ilinde meydana gelen olaylarda BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE başkanı
olan Osman Baydemir'in yaptığı basın açıklaması ve sokakta eylemcilerle yaptığı
görüşme sırasında sarfettiği sözler.
KANIT:
Açılan kamu davası Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/199 esas sırasında
devam etmektedir.
SAVUNMA:
Davanın
ESAS NUMARASI dahi yazılı değildir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade
özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır. Başsavcılığın
iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
10-
İDDİA:
DTP
GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SEDAT YURTDAS'IN TERÖRİSTBAŞI ABDULLAH ÖCALAN'I ÖVÜCÜ
AÇIKLAMASI:
DTP
Genel Başkan yardımcılarından Sedat Yurtdas, 11.01.2006 tarihinde Öcalan için
sayın sıfatını kullanmıştır.
KANIT:
Diyarbakır
1. Sulh Ceza Mahkemesinin 01.03.2007 gün ve 2007/46 sayılı kararı ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
SAVUNMA:
Kararın
kesinleşmediği görülmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir olaydır. Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa
hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
11-
İDDİA:
DTP
GENEL BAŞKANI AHMET TÜRK'ÜN TERÖRİSTBAŞI ABDULLAH ÖCALAN'I ÖVÜCÜ AÇIKLAMASI:
18.01.2006
tarihinde davalı Demokratik Toplum Partisi Genel başkanı Ahmet Türk yaptığı
basın açıklamasında terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan için sayın sıfatını
kullanması.
KANIT:
Diyarbakır
1. Sulh Ceza Mahkemesinin 28.02.2007 gün ve 2006/548-2007/49 sayılı kararı ile
TCY.nın 215/1. maddesi gereğince 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir.Parti Genel başkanı olması itibarıyla beyan ve eylemleri önemli ve
parti için bağlayıcıdır.
SAVUNMA:
Kararın
kesinleşmediği görülmektedir. Kaldı ki Ahmet Türk milletvekili dokunulmazlığına
sahiptir. İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır.
Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü
belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
12-
İDDİA:
DTP'Lİ
SİİRT BELEDİYE BAŞKANI MURAT AVCI'NIN TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM NİTELİĞİNDEKİ
AÇIKLAMALARI:
DTP
Siirt il başkanı olan Murat Avcı'nın 28.03.2006 ve 29.03.2006 tarihlerinde
yaptığı basın Açıklamaları
KANIT:
Diyarbakır
4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/150 esas sayılı dosyası üzerinden yargılanması
devam etmektedir.
SAVUNMA:
Dava
halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır. Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
13-
İDDİA:
DTP'Lİ
BATMAN BELEDİYE BAŞKANI AYHAN KARABULUT'UN TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE YAPILAN ŞİDDET
İÇERİKLİ GÖSTERİLERE KATILMASI:
30-31.03.2006
tarihlerinde Batman belediye başkanı olan Ayhan Karabulut'un molotof
kokteyllerinin atılıp, kamu binalarının yağmalandığı, PKK'yı simgeleyen
bayrakların taşınıp, yasa dışı örgüt lehine sloganların atıldığı EYLEME
KATILDIĞININ anlaşılması
KANIT:
Diyarbakır
6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/187 esas sayılı dosyası üzerinden devam
etmektedir.
SAVUNMA:
Dava
halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır. A.Karabulut, bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne
katılmıştır, şiddet içeren herhangi bir eylemde bulunmamıştır. Başsavcılık
cümleyi öyle kurmaktadır ki, okuyan toplantıya katılmak değil de şiddet
uygulamaktan yargılama sürüyor sanmaktadır. Başsavcılığın iddiası öncelikle
Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır.
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
14-
İDDİA:
DTP
ADANA İL BİNASININ YASADISI ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
06.02.2006
tarihinde DTP Adana il binasında yapılan izinli arama sonucu bina içerisinde
terör örgütü elemanlarına ait resimlerin duvarlarda sergilendiği, terör
örgütüne ait çok sayıda döküman bulunmuştur.
KANIT:
DTP
il yöneticileri haklarında açılan kamu davası Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin
2006/88 esasında devam etmektedir.
SAVUNMA:
Dava
halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır. Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
15-
İDDİA :
CİZRE
BELEDİYESİ DTP'Lİ ENCÜMEN ÜYESİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNE MERMİ VE DİGER İHTİYAÇ
MALZEMELERİNİ GÖTÜRMESİ:
DTP
Cizre encümen üyesi Muhsin Gasır ve arkadaşı Mehmet Canımana isimli şahıslar
terör örgütüne basta mermi, gıda ve sair ihtiyaç malzemelerini götürmek üzere
iken yakalanmış, haklarında terör örgütü elemanı olma suçundan açılan kamu
davasının Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılaması sonucu
mahkumiyetlerine karar verilmiştir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Başsavcılığın iddiası öncelikle
Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
16-
İDDİA:
NUSAYBİN
DTP iLÇE BİNASININ YASADISI ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
14.04.2006
tarihinde Nusaybin DTP ilçe binasında yapılan aramada PKK terör örgütü lideri
Abdullah Öcalan ve çeşitli örgüt militanlarına ait fotoğrafların duvarlarda
asılı olduğu, yasa dışı sloganlar içeren çeşitli pankart ve dökümanın bulunduğu
tesbit edilmiştir.
KANIT:
Diyarbakır
4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/170 esassına kayıtlı olarak devam etmektedir.
SAVUNMA:
Dava
halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır. Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
17-
İDDİA:
DTP
MERSİN İL YÖNETİCİLERİNİN MİTİNGDEKİ KONUŞMALARI iLE HALKI KİN VE DÜSMANLIGA
TAHRİK ETMELERİ:
19.03.2006
tarihinde DTP Mersin il yönetimi organizasyonunda 'Nevruz Senliği' adı ile
gerçekleştirilen miting sırasında il yöneticileri yaptıkları konuşmalar.
KANIT:
Dava
Mersin Asliye Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
Sanık
ismi ve davanın ESAS NUMARASI dahi yazılı değildir.Dava halen derdesttir.
Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır.
Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü
belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
18-
İDDİA:
DTP
MERSİN İL BAŞKANI ALİ BOZAN'IN TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE YASADISI GÖSTERİ ORGANİZE
ETMESİ:
21.04.2006
tarihinde DTP Mersin il başkanı olan Ali Bozan terör örgütü üyesi Mehmet
Alkan'ın cenazesinde sloganlar atılmasına bayraklar açılmasına kamu kurum ve
özel is yerlerine saldırılarda bulunulmasına imkan tanıdığı
KANIT:
Soruşturma,
halen Adana Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
2
yıldır sürmekte olan soruşturmada Zanlı isimleri dahi belirlenmemiştir. İsmi
belli olmayan kişilerin parti yöneticisi olduğu iddiası hukuk ciddiyeti ile
bağdaşmamaktadır.
19-
İDDİA:
DTP
KARS iL BİNASINDA TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE YASADISI GÖSTERİ ORGANİZE EDİLMESİ:
11.02.2006
Günü Kars DTP il binası önünde yapılan basın açıklamasından sonra parti
binasındaki grup tarafından 'pankartları yapıştırıldığı, sloganlar atılması,
KANIT:
söz
konusu eylemler nedeniyle Aydın Göktaş, Orhan Aras, Faruk Özyavuz, Sihan Keles,
İsmail İmre ve Abdullah Kutmaral haklarında suç ve suçluyu övme suçundan açılan
kamu davası Kars Sulh Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
SANIKLAR
PARTİ ÜYESİ OLMADIKLARI gibi Sanıkların parti üyesi olduğu iddiası da yoktur.
Davanın ESAS NUMARASI dahi yazılı değildir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme
ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır.
Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü
belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
20-
İDDİA:
CİZRE
İLÇESİNDE DTP'NİN ORGANİZE ETTİĞİ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ NİTELİKTE GÖSTERİ:
21.03.2006
tarihinde Cizre ilçesinde Nevruz kutlamaları adı altında yapılan gösteride
Fecriye Benek, İbrahim Erkul, Ali Gün, Aydın Budak, Mesut Demir, Pınar Akman ve
Zeydin Gökalp'in Öcalan posterleri ve örgüt bayrağını açıp, taşıdıkları
sloganlar atmaları
KANIT:
Diyarbakır
6. Ceza Mahkemesinin 2006/180 esas numarasında devam etmektedir.
SAVUNMA:
Sanıkların
parti üyesi olduğu iddiası yoktur. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade
özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır. Başsavcılığın
iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
21-
İDDİA:
DTP
YÖNETİCİSİ ZEKİ KILIÇ'IN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN EYLEM TALİMATLARINI BİLDİRİ HALİNDE
HALKA DAGITMASI:
İstanbul
DTP il yönetiminde görevli Zeki Kılıç'ın 27.03.2006 tarihinde bildiri dağıttığı
anlaşılmış, eylemine uyan yasadışı örgüt üyeliği suçundan Türk Ceza Yasasının
220/7 Maddesi uyarınca Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 17.05.2007 gün ve
2007/201 sayılı kararı ile 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır.
SAVUNMA:
Sanığın
ÖRGÜT ÜYESİ O L M A D I Ğ I MAHKEMECE SAPTANMIŞTIR.
TCK
MD 220(7) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte
bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
22-
İDDİA:
DTP
ERZİNCAN İL BAŞKANI HÜSEYİN BEKTAŞOGLU'NUN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI
NİTELİĞİNDEKİ BEYANI:
DTP
Erzincan il başkanı olan Hüseyin Bektaşoğlu 09/04/2006 tarihinde Roj TV'ye
yaptığı canlı telefon bağlantısındaki KONUŞMA
KANIT:
Erzincan Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılaması sonucu TCY.nın 220/8 ve
301/2. maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmiştir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
23-
İDDİA:
DTP
VAN iL YÖNETİCİSİ İBRAHİM SUNKUR'UN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI NİTELİĞİNDEKİ
BEYANI:
DTP
Van il Yönetim Kurulu üyesi olan İbrahim Sunkur öldürülen terör örgütü
Mensubunun(') cenazesinde yaptığı konuşma da 'disiplin içinde şehidin evine
gidelim, bas sağlığı dileyelim-Türkiye Cumhuriyeti de bilsin ki yüzlerce
binlerce şehit versek de bu yoldan dönmeyeceğiz' seklinde sarf ettiği terör
örgütünü övücü sözleri
KANIT:
Van
3. Ağır Ceza Mahkemesinin 15.05.2007 tarih 2006/87 esas 2007/143 karar sayılı
ilamı ile TCY'nın 220/8. maddesi gereğince 1 yıl 6 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karar kesinleşmiştir.
SAVUNMA:
Tüm
iddiaların içinde kesinleşmiş 3 dosyadan biridir. Partinin odak olduğu eylemlerin
yoğunluğuna ve parti tarafından benimsenmesine bağlıdır.141 eylemde 3 karar
yoğunluğun olmadığına kanıttır.
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
24-
DTP KOCAELİ iL TEŞKİLATI YÖNETİCİLERİNİN TERÖRİSTBAŞI ABDULLAH ÖCALAN'I ÖVÜCÜ
AÇIKLAMALARI:
İDDİA:
21.05.2006
tarihinde Kocaeli il teşkilatı 1. Olağan Genel Kurul toplantısında parti
yöneticisi olan Medeni Kırıcı, Büro Görmez, Akif Hamitoğlu ve Alaattin Enün'ün
yaptıkları konuşmalar
KANIT:
dava Kocaeli 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/137 esas sırasında devam
etmektedir.
SAVUNMA:
DAVA
BERAATLA SONUÇLANMIŞTIR.
25-
İDDİA:
DTP
NUSAYBİN iLÇE DELEGESİ HASAN BOZKURT'UN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ AÇIKLAMASI:
DTP
Nusaybin ilçe delegesi olan Hasan Bozkurt 03.04.2006 tarihinde ROJ TV isimli
televizyon kanalının ana haber bültenindeki konuşma
KANIT:
Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/143 Esas sayılı dosyası üzerinden
yapılan yargılaması sonucu 1yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
26-
İDDİA:
DTP
ÜYESİ OLDUĞUNU BEYAN EDEN DENİZ YEŞİLYURT'UN TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE YAPILAN YASA
DIŞI GÖSTERİYE KATILIP ŞİDDET İÇERİKLİ EYLEMLERDE BULUNMASI:
KANIT:
DTP
üyesi olduğunu beyan eden Deniz Yeşilyurt'un 23.03.2006 ve önceki tarihli
eylemlerinde molotof kokteyli atarken, yasa dışı slogan atarken, PKK bayrağı
taşırken görüntülenmesi davası halen İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin
2004/35 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
DTP
üyesi olduğu kanıtlanmamıştır. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade
özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın
iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
27-
İDDİA:
DTP
ERZURUM İL BAŞKANI BEDRİ FIRAT'IN TERÖR ÖRGÜTÜ VE ELEBAŞINI ÖVÜCÜ AÇIKLAMASI:
DTP
Erzurum il başkanı Bedri Fırat ve arkadaşları 20.03.2006 tarihinde Hınıs
ilçesinde gerçekleştirilen miting sırasında terör örgütünün propagandasını
yapmak
KANIT:
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
Dosya
No belli değildir. Karar kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve
İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın
iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere
aykırıdır.
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
28-
İDDİA :
DTP
KURUCU ÜYESİ SELİM SADAK'IN TERÖRİSTBAŞI ÖCALAN SAHSINDA SUÇ VE SUÇLUYU ÖVMESİ:
23.04.2006
tarihinde Nusaybin DTP ilçe teşkilatının açılış töreninde Selim Sadak'ın
yaptığı konuşma
KANIT:
Diyarbakır
6. Ceza Mahkemesinin 2007/255 esas sırasına kayıtlı dosya üzerinden devam
etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
29-
İDDİA:
DTP'Lİ
HAKKARİ BELEDİYE BAŞKANI METİN TEKÇE'NİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVEN AÇIKLAMASI:
16.03.2006
tarihli basın açıklamasında DTP'li Hakkari BELEDİYE BAŞKANI Metin Tekçe yaptığı
basın açıklaması
KANIT:
Van
4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/129 esas sayılı dosyası üzerinden yargılanmasına
devam edilmektedir.
SAVUNMA
:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
30-
İDDİA:
DTP
BATMAN iL TEŞKİLAT GÖREVLİSİ KENAN DEMİR'İN BATMAN ADLİYESİNE BOMBA KOYMASI:
Geçmişte
de PKK örgütü elemanı olmak eylemi nedeniyle yargılanıp mahkum olan ve halen
DTP Batman il Teşkilatında görevli olan Kenan Demir ile DTP çalışmalarına
katılan(') Bahar Yeşilyurt'un 20.10.2005 tarihinde Batman Adliye Binasının
bayanlar tuvaletine patlayıcı madde yerleştirdikleri, patlama sonucu maddi
hasar meydana geldiği, , DTP il binasında sanık Kenan Demir'in Sedat Ongun
adına düzenlenmiş sahte nüfus cüzdanı ile birlikte yakalandığı
KANIT:
Diyarbakır
6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/156 esas sırasında yargılamasının devam ettiği
anlaşılmıştır.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Başsavcılığın iddiası öncelikle
Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
31-
İDDİA:
DTP
ÜYESİ PAKİZE UKSUL'UN ÖLDÜRÜLEN TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİNİN MEZARINA ÖCALAN'IN
RESMİNİ ASMASI:
29.03.2006
tarihinde DTP üyesi Pakize Uksul'un öldürülen terör örgütü mensubunun mezar
tasına Abdullah Öcalan'ın, Mahsun Korkmaz'ın fotoğraflarını asması
KANIT:
Diyarbakır
5.Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/221 esas sayılı dosyası üzerinden devam
etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
32-
İDDİA:
DTP
MARDİN İL VE KIZILTEPE İLÇE BAŞKANLARININ ROJ TV İSİMLİ TELEVİZYON KANALINA
VERDİKLERİ DEMEÇLER:
06.04.2006
tarihinde terör örgütünün yayın organı Roj Tv'ye telefonla bağlanan DTP Mardin
il başkanı Ferhan Türk ile Kızıltepe ilçe başkanı Ali Aslan'ın konuşmaları
KANIT:
Diyarbakır
6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/114 esas numarasına kayıtlı olarak yargılamaya
devam edilmektedir.
SAVUNMA:
DAVA
BERAATLA SONUÇLANMIŞTIR.
33-
TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE YAPILAN VE ŞİDDET iÇEREN YASA DIŞI GÖSTERİYE DTP BATMAN iL
YÖNETİMİNDE GÖREVLİ SEYİTHAN KIRAR'IN TAS ATMAK SURETİYLE FİİLEN KATILMASI:
31.03.2006
tarihinde DTP Batman il Yönetiminde görevli Seyithan Kırar'ın tas attığının ve
eyleme fiilen katıldığının anlaşılması kamu davası devam etmektedir.
SAVUNMA:
MAHKEME,
ESAS NO yazılı değildir. Karar kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir.
Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır
Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü
belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
34-
DTP'Lİ BATMAN BELEDİYE BAŞKANI HÜSEYİN KALKAN'IN YABANCI BASINA ÖCALAN'I ÖVÜCÜ
DEMEÇ VERMESİ:
DTP'li
Batman BELEDİYE BAŞKANI Hüseyin Kalkan'ın Los Angeles Times Gazetesi'ne verdiği
demeçte PKK ve Öcalan'ı övücü beyanlarda bulunması nedeniyle hakkında TCY'nın
220/8. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan
kamu davası Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/181 esas sırasında devam
etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
35-
DTP'Lİ SİİRT İL BAŞKANI MURAT AVCI'NIN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ DEMEÇ VERMESİ:
19.03.2006
tarihinde SİİRT DTP il başkanı olan Murat Avcı'nın yaptığı konuşmada PKK ve
Öcalan'ı övücü sözler söylediği,' Sayın Öcalan benim irademdir'kampanyasını
selamlıyor ve saygıyla karşılıyorum seklinde sarf ettiği sözler nedeniyle
TCY'nın 314/2. maddesi gereğince silahlı örgüte üye olmak suçundan
cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası Diyarbakır 6.Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/112 esas sırasına devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
36-
DTP'Lİ CİZRE BELEDİYE BAŞKANI AYDIN BUDAK'IN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ DEMEÇ VERMESİ:
16.06.2006
tarihinde DTP'li Cizre BELEDİYE BAŞKANI Aydın Budak'ın BELEDİYE tarafından
organize edilen etkinlikte sarf ettiği 'imralıyı muhatap almak zorundasınız,
geçmişte Türkiye biraz düzeldiyse bu tek taraflı ateşkes sayesindedir ve
benzeri sözlerle terör örgütü PKK'nın propagandasını yapması nedeniyle hakkında
terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan dava Diyarbakır 6. Ceza
Mahkemesinin 2007/37 esas sırasına kayıtlı olup, yargılaması halen devam
etmektedir
SAVUNMA
:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
37-
DTP DİYARBAKIR İL YÖNETİM KURULU ÜYELERİNİN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
14.02.2006
tarihinde DTP Diyarbakır il Yönetim Kurulu üyesi olan Hilmi Aydoğdu, Necdet
Atalay ve Musa Farisoğulları tarafından hazırlanan basın açıklamasında terör
örgütü lideri Öcalan'ı komplo sonucu Türkiye'ye getirildiği,muhatap alınması
gerektiği gibi ifadelerle örgüt liderini övme eylemini gerçekleştirdikleri, bu
nedenle TCY'nın 220/8. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak
suçundan açılan kamu davasının Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/245
esas sayılı dosyası üzerinden devam ettiği anlaşılmıştır.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
38-
DTP CEYLANPINAR TEŞKİLATI ÜYELERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN TALİMATI DOGRULTUSUNDA
KEPENK KAPATMAYAN ESNAFI TEHDİT ETMELERİ:
03.04.2006
tarihinde DTP Ceylanpınar ilçe başkanı olan Halit Kahraman ve ilçe yönetim
kurulu üyeleri Mehmet Salih Sağlam ve Abdülkadir Fırat'ın PKK terör örgütünün
internet yoluyla ilettiği eylemlerin devam etmesi seklindeki talimatı
doğrultusunda ilçe merkezinde kepenk kapatma eylemine katılmayan esnafları
tespit ederek bu kişilere örgütün kepenk kapatılması hususundaki talimatlarını
ileterek kepenklerini kapatmaları konusunda uyardıkları, is yerleri açık olan
kişileri 'neden kepenklerini kapatmadın', utanmıyor musun', bunun hesabını
verirsin' seklinde tehdit ettikleri nedeniyle TCY'nın 314/2. maddesi gereğince
silahlı örgüte üye olmak suçundan cezalandırılması istemiyle açılan kamu
davasının Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi 2006/58 esas sırasında devam
etmektedir
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
39-
SİİRT DTP İL BİNASININ YASADISI ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
30.08.2006
tarihinde DTP SİİRT il Binasında izinli olarak yapılan arama sonucu terör
örgütünü ve elebaşısı Öcalan'ı övücü pankartların,özel olarak kesilmiş yüz
maskelerinin, terör örgütü bayraklarının, Öcalan posterlerinin, örgütü tanıtan
ve öven yayınların, örgüt militanlarının resimlerinin bol miktarda bulunduğu
anlaşılmıştır.Görüntü itibariyle siyasi parti genel merkezinden ziyade terör
örgütünün kampı kanısını uyandırmaktadır.il yöneticisi olan sanıklar Burak
Avcı, Saniye Turhan, Hanım Adıgüzel, Mahfuz Talu, Gürü Toprak, Halit Tasçı,
Halil Adıgüzel, Ahmet Aydın, Eyyüphan Aksu, Fehime Ete ve Osman ibek haklarında
örgüt propagandası yapmak suçundan açılan kamu davası Diyarbakır 5. Ağır Ceza
Mahkemesinin2006/137 esas sırasına kayıtlı olarak yargılamasına devam
edilmektedir.
SAVUNMA
:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
40-
DTP GEBZE İLÇESİ DARICA BELDE BİNASININ YASADISI ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
30.08.2006
tarihinde Gebze ilçesi Darıca Beldesi DTP Belde Binasında izinli olarak yapılan
aramada Abdullah Öcalan ve örgütün diğer üyeleri resimlerinin asılı olduğu,
yasaklanmış yayınlardan bol miktarda bulunduğu tespit edilmiş, parti
yöneticileri Veli Aramaz, Raif Gündogdu ve ismail isçimen haklarında 3713
sayılı yasanın 7. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak
suçundan açılan kamu davası İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/234 esas
sırasında devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
41-
DTP OLAĞAN KONGRESİNİN YASADIŞI ÖRGÜT GÖSTERİSİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
25.06.2006
tarihinde Ankara'da gerçekleşen DTP Birinci Olağan Büyük Kongresinde terör
örgütü PKK'yı simgeleyen bayraklar, elebaşısı Öcalan'ın resimlerinin salonda
dolaştırılması ve Kürtçe slogan atılması suretiyle terör örgütünün gösterisine
dönüştürülmüş, bu duruma seyirci kalmaları, engellememeleri nedeniyle divan
başkanı Osman Özçelik ve üyeleri Kudret Ecer ile Çimen Işık haklarında 2820
sayılı yasanın 117. maddesi gereğince Siyasi Partiler Yasasına muhalefet
suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası Ankara 5. Asliye Ceza
Mahkemesinin 2007/391 sayılı esas sırasında devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
42-
DTP KARAÇOBAN İLÇE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜ ELEMANLARINA MADDİ DESTEK SAGLAMASI:
13.07.2006
ve önceki tarihlerde DTP Karaçoban ilçe başkanı Fehtah Dadas ve yeğeni Ersin
Dadas'ın terör örgütü elemanları ile irtibat kurarak gıda, ilaç ihtiyaçlarının
yanında telefon kontörü temin ettikleri hatta bu konuda maddi kaynak yaratmak
için Fehtah Dadas'ın parti bünyesinde bir fon oluşturduğunun anlaşılması
nedeniyle haklarında silahlı örgüte üye olmak suçundan açılan davanın yapılan
yargılanması sonucu Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.12.2006 tarihli ve 2006/128-175
sayılı kararı ile Fehtah'ın TCY'nın 314/2 3712 sayılı yasanın 5.maddesi
gereğince 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, söz
konusu karar Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir.
SAVUNMA:
Dava
münferit bir olay olup yoğunluk yaratacak boyutta değildir.Esasen kararı veren
Mahkeme'nin gizli bir 'Devlet Güvenlik Mahkemesi' olduğunu düşünüyoruz. Ve bu
mahkemelerden verilen kararların genel olarak AHİM de Türkiye aleyhine
sonuçlandığını görüyoruz.
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
sorumluluğu şahsîdir.
43-
DTP GENÇLİK MECLİSİ OLAGAN KONGRESİNİN YASADISI ÖRGÜT GÖSTERİSİNE
DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
12.12.2006
tarihinde DTP Gençlik Meclisi Birinci Olağan Kongresi sırasında salonda terör
örgütünü simgeleyen bez parçalarının açılıp dolaştırıldığı, Abdullah Öcalan
posterlerinin sergilendiği 'Biji serok Apo, dişe diş kana kan seninleyiz
Öcalan,Öcalansız dünyayı basınıza yıkarız' gibi terör örgütünü ve liderini
övücü mahiyette sloganlar atıldığının anlaşılması üzerine görüntü kayıtlarından
yapılan inceleme sonucu Burhan Sönmez ve arkadaşları hakkında 3713 sayılı
yasanın 7. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/404 esasına kayıtlı olarak devam etmektedir.Olayla ilgili
görüntü kayıtları incelendiğinde parti kongresi adı altında gerçekleştirilen
faaliyetin terör örgütünün gösterisine dönüştürüldüğü anlaşılmıştır.
SAVUNMA:
SANIK
BURHAN SÖNMEZ PARTİ ÜYESİ DEĞİLDİR.
44-
DTP TORBALI iLÇE TEŞKİLATI TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN GÖSTERİNİN TERÖR
ÖRGÜTÜNÜ ÖVME MİTİNGİNE ÇEVRİLMESİ:
20.03.2006
tarihinde Torbalı ilçesinde DTP tarafından gerçekleştirilen ve PKK örgütünün
gösterisine dönüşen eylem nedeniyle yapılan incelemede terör örgütünü
simgeleyen bez parçalarının ve örgüt elebaşısı Öcalan'ın resimlerinin bolca yer
aldığı, yasadışı sloganlar atıldığı, soruşturmanın devamı sırasında DTP üyesi
Suphi Kahraman'ın evinde yapılan aramada ruhsatsız tabanca ele geçirildiği,
sanıklar Mahmut Denli, Vedat Elis, iskender Mençuk, Faruk Günes, Suphi
Kahraman, Sedat Elis, Mehmet Topçu, Nurullah Topçu, Mahmut Kimsesiz, Abdulvasih
Büyükdeniz, Mehmet Kayaalp, Halit Samancan, ihsan Seker, Hacı Özbay, Resül
Yasar, Salih Elis, Kudret Ece, Hüsnü Koyuncu, Ugur Saraç, Mustafa Atmaca,
Mehmet Kodaman, Ahmet Karaca haklarında 3713 sayılı yasa gereğince terör
örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan
kamu davası İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/15 esas sayılı dosyası
üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
45-
DTP DİYARBAKIR YÖNETİCİLERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVME AMAÇLI YASADISI GÖSTERİYE
KATILMALARI:
31.03.2006
tarihinde DTP Diyarbakır Merkezi ilçe Yönetim Kurulu Üyesi Nusrat Akın, Muhlis
Altun, Musa Farisoğulları ve arkadaşlarının teröristlerin öldürülmesini
protesto etmek amacıyla düzenlenen yasadışı gösteride Öcalan bayraklarıyla
katıldıkları eylemlerin içinde yer aldıkları görüntü kayıtlarıyla tespit
edilmiş, bu nedenle TCY'nın 314/2. maddesi gereğince silahlı örgüte üye olmak
suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası Diyarbakır 6. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2006/134 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
İlçe
yöneticileri, Nusret Akın ve Muhsin Altun BERAAT etmiştir.
Musa
Farisoğulları hk açılan dava 10 ay hapisle sonuçlanmış olup. Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
46-
DTP ALTINDAG iLÇE BİNASINDA ÖLDÜRÜLEN TERÖR ÖRGÜTÜ ELEMANLARI İÇİN ANMA TÖRENİ
DÜZENLENMESİ, ÖRGÜTÜN VE ELEBAŞININ PROPAGANDALARININ YAPILMASI:
21.08.2006
tarihinde DTP Altındağ ilçe örgütüne ait bina içerisinde öldürülen terör örgütü
mensuplarını anma töreni düzenlendiği, dua okunduğu, PKK'yı ve Abdullah
Öcalan'ı övücü konuşmalar yapıldığı olaya ilişkin görüntü kayıtları ile
anlaşılmıştır. Olayı tertipleyen parti yöneticisi olan sanıklar Memet Tusun,
Fevzi Kara, Salih Karaaslan, Mehmet Sirin Karademir, Yıldız Bahçeci, Mehmet
Hanefi Selem, Meryem Altun, ismet Aras, Abdurrahim Bilen, ihsan Güler, Nurhayat
Altun, Sinan Ugur, Kibar Kara, Sırrı Keles, Nedim Tas, Battal Arıcan ve
Menderes Öner haklarında 3713 SY.nın 7. maddesi gereğince terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası Ankara 11. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2007/50 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
47-
DTP ADANA İL YÖNETİMİ TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN ETKİNLİĞİN TERÖR ÖRGÜTÜ
PROPAGANDASINA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
19.03.2006
tarihinde DTP Adana il yönetiminde görevli Mehmet Yasık, Halil irmek, Eylem
Güden, Yılmaz Gül, Mehmet Aslan, Fadıl Bozan, Ezgi Dursun ve Sima Dorak
tarafından organize edilen Nevruz etkinliği tamamen terör örgütü gösterisine
dönüşmüş, PKK ve Öcalan lehine sloganlar atılması, örgütü simgeleyen bayrak ve
teröristbaşının resimlerinin dolaştırılması suretiyle olayın tamamen örgüt
propagandasına dönüştürüldüğünün tesbit edilmesi nedeniyle ilgilileri hakkında
terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası Adana 6. ağır
ceza Mahkemesinin 2006/218 esas sırasına kayıtlı olarak devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
48-
DTP SELÇUK iLÇE YÖNETİMİ TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN ETKİNLİĞİN TERÖR ÖRGÜTÜ
PROPAGANDASINA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
21.03
2006 tarihinde Selçuk ilçesinde izinli olarak DTP İzmir yöneticileri Zeki
Aslan, Sıtkı Adsız, Osman Dursun, Reşit Adsız, Mehmet Salih Duran, Abdurrahim
Süer, Mehmet Ayas, Mehmet Bayar, Suna Akkuş, ilhan Görür, Halit Katlav, Tahir
Arslan, Abbas Delidolu, Yasar Yağmur, İbrahim Tül ve Kudret Acar tarafından
organize edilen Nevruz etkinliği sırasında terör örgütünü ve elebaşısı Öcalan'ı
övücü konuşmalar yapılmış, sloganlar atılmış ve örgütü simgeleyen bez parçaları
alanda dolaştırılmıştır. Söz konusu yaşananlar olayı tamamen terör örgütünü
destekleme haline dönüştürmüştür. İlgilileri hakkında terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası İzmir 8. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/435 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
21.03.2006
tarihinde İzmir Selçuk ilçesinde yapılan Newroz Mitingi sonrası açılan davada
yer alan isimlerden DTP İzmir yöneticileri Zeki Aslan, Sıtkı Adsız, Osman
Dursun, Reşit Adsız, Mehmet Salih Duran, Abdurrahim Süer, Mehmet Ayas, Mehmet
Bayar, Suna Akkuş, Tahir Arslan, Abbas Delidolu, Yasar Yağmur, İbrahim Tül ve
Kudret Acar BERAAT İLE SONUÇLANMIŞTIR.
İlhan
Görür, Halit Katlav 10 ay hapis cezası almış. Karar kesinleşmemiştir.
Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır
Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü
belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
49-
DTP İZMİR İL YÖNETİCİLERİNİN ÖCALAN'I ÖVME AMAÇLI BASIN AÇIKLAMALASI:
04.04.2006
tarihinde DTP İzmir il başkanı Kudret Ecer ve yardımcısı Mehmet Bayraktar'ın
yine terör örgütü ve Öcalan'ı övücü mahiyette yaptıkları basın açıklaması
nedeniyle haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan kamu davası
açılmıştır. Yargılama İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/543 esas sayılı
dosyası üzerinden devam etmektedir
SAVUNMA
:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle
Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
50-
DTP MERSİN İL YÖNETİMİ TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN ETKİNLİĞİN TERÖR ÖRGÜTÜ
PROPAGANDASINA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
21.01.2007
tarihinde Mersin DTP il Teşkilatı tarafından düzenlenen izinli miting sırasında
terör örgütünün sözde bayraklarının dolaştırıldığı, elebaşısının resimlerinin
taşındığı,'biji serok Apo, barış elçisi İmralı'dadır, dişe diş kana kan
seninleyiz Öcalan' ve bunun gibi yasadışı sloganlar atılmış, hükümet
komiserinin uyarısı üzerine dahi söz konusu olaylar engellenmemiştir. Olayla
ilgili Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde soruşturmalar devam etmektedir.
SAVUNMA:
21.01.2007
tarihinde Mersin İl Örgütü tarafından düzenlenen miting için boşaltılan
soruşturma TAKİPSİZLİKLE sonuçlamıştır.
51-
DTP VAN İL BİNASININ ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
Van
il Teşkilat binasında yapılan izinli aramada bölücü terör örgütüne ait çok
sayıda dökümanın ele geçirilmesi, örgüt üyelerinin resimlerinin duvarlarda
asılı olması nedeniyle haklarında açılan soruşturma Van Cumhuriyet Başsavcılığı
nezdinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturmalar
devam etmektedir Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
52-
DTP KAHTA İLÇE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
24.11.2006
tarihinde DTP Kahta ilçe başkanı olan Emin Uslu'nun öldürülen örgüt mensubunun
defin işlemleri sırasında' şehit Vedat'a Allah'tan rahmet diliyoruz demek
suretiyle terör örgütünü övmesi nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapmak
suçundan yapılan yargılama sonunda Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin17.05.2007
gün ve 2007/20-50 sayılı kararı ile 10 ay hapis cezası ile cezalandırıldığı
anlaşılmıştır
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
53-
DTP GEBZE İLÇE BİNASININ ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
11.03.2007
tarihinde DTP Gebze ilçe binasında çıkan Bülent Uskur'un üzerinde üç adet
kullanılmaya hazır molotof kokteyli ile yakalanması ve içinde bulunduğu durumun
kaçarken iki molotof kokteylini yere atmaları üzerine parti binasında yapılan
izinli aramada yasadışı PKK terör örgütünü ve elebaşısı Abdullah Öcalan'ı öven
yazılar, yayınlar, örgüt mensuplarının da dahil olduğu fotoğraflar, sözde şehit
fotoğrafı olarak nitelendirilmiş örgüt mensuplarının yer aldığı bir panonun
olduğu görülmesi üzerine Cemil Akın, Gültay Uzun, inan Gönül, Pakize Uksul,
Meral Kurum, Mehmet Sefa Güngör, Tanel Temel, Bülent Buluç, Erdinç Bolcal, Ufuk
Sünger ve Taner Gökçe haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
açılan kamu davası İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/181 esas sırasında
devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
54-
DTP KARS iL BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
DTP
Kars il başkanı Mahmut Alınak'ın 05.09.2006 tarihinde yaptığı konumsa
içeriğinde terör örgütüne paralelinde amaçlarını savunur biçimde beyanda
bulunduğu iddiasıyla TCY'nın 215 ve 217. maddeleri gereğince suç ve suçluyu
övme suçundan açılan kamu davası Kars Sulh Ceza Mahkemesinin 2006/477 esas
sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle
Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
55-
DTP EDİRNE İL YÖNETİCİLERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
02.12.2006
tarihinde DTP Edirne il Yöneticileri olan Besir Belke, Yakup Aslan ve Hilmi
Karaoglan haklarında yaptıkları basın açıklaması ile terör örgütünü ve liderini
övdüklerinin anlaşılması nedeniyle TCY'nın 215. maddesi gereğince suç ve
suçluyu övme suçundan açılan cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası
Edirne 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/143 esas sırasında devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
56-
DTP TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE GÖSTERİ VE KONAK İLÇE
BİNASININ TERÖR ÖRGÜTÜ KAMPINA ÇEVRİLDİĞİNİN ANLASILMASI:
15
02.2007 tarihinde İzmir ili Konak ilçe binasında yapılan Öcalan'ın ülkeye
getirilmesini protesto amaçlı terör örgütünü övücü nitelikteki basın
açıklamasının PKK gösterisine dönüştürüldüğü, aynı gün ilçe binasında yapılan
izinli aramada terör örgütünü simgeleyen çok sayıda bayrak, Öcalan posterleri,
terörist resimlerinin bulunduğu anlaşılmıştır. Yöneticilerin ikametgahlarında
yapılan izinli aramalar sonucunda da benzer nitelikte örgütsel dökümanlar
ortaya çıkarılmıştır. Söz konusu eylemler nedeniyle Ferhat Önder, Sinan Avu,
Mehmet Muhdi Aslan, Burhan Yürek, Aslan Kızıl, Hüsnü Koyuncu, Abdurrahim Marol,
Mehmet Kodaman, Ayse Oyman, Gülçiçek Günel, Funda Apak, Mehmet Emin Yıldız,
Yusuf Kaya, Ali Sarı, İsmail Karasu, Ayse Arga, Faysal Yacan, Mesut Atıcı ve
Mehmet Sadık Sürer haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
açılan kamu davası İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/77 esas sırasında
kayıtlı olup, yargılama devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
57-
DTP SURUÇ YÖNETİCİLERİNİN ÖLDÜRÜLEN TERÖR ÖRGÜTÜ ELEMANININ PKK GÖSTERİSİNE
DÖNÜŞTÜRÜLEN CENAZESİNE KATILMALARI:
22.04.2007
tarihinde öldürülen terör örgütü üyesi Cihat Binici'nin Suruç ilçesindeki
cenazesinde atılan sloganlar, taşınan ve cenaze arabasının üzerine asılan PKK
bayrakları, yakalarda taşınan ölen teröristin sözde PKK bayrağı önünde çekilmiş
resimleri ile yine PKK gösterisine dönüştürülmüş, olaya katılan DTP Suruç ilçe
başkanı İbrahim Binici ve DTP'li BELEDİYE BAŞKANI Etem Sahin'in de aralarında
bulunduğu kişiler hakkında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
başlatılan soruşturma devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
devam etmektedir.Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
58-
MERSİN İLİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE YAPILAN YASA DIŞI GÖSTERİYE
DTP İL YÖNETİCİSİNİN KATILMASI:
11.03.2007
tarihinde Mersin ilinde gerçekleştirilen PKK bayraklarının taşınıp, 'biji serok
apo', hpg Mersin'e', 'Öcalan Öcalan' sloganlarının atıldığı korsan gösteriyi,
incelenen görüntü kayıtlarından organize edip, katıldığı anlaşılan DTP mersin
il yöneticisi Ahmet Ay hakkında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
başlatılan soruşturma devam etmektedir.
SAVUNMA
:
soruşturma
devam etmektedir Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
59-
DTP HATAY iL BAŞKANININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
17.03.2007
tarihinde DTP Hatay il başkanı olan Halis Yurtsever yaptığı basın açıklamasında
'sayın Öcalan'ın zehirlenmesi halkta büyük tedirginlik yaratmıştır.' Seklindeki
sözleri ile terör örgütü elebaşısını övmesi nedeniyle hakkında suç ve suçluyu
övme suçundan açılan kamu davası nedeniyle Hatay 1. Sulh Ceza Mahkemesinin
2007/310 esas sayılı dosyası üzerinden yargılanmaktadır.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
60-
DTP MERSİN İL YÖNETİMİ TARAFINDA ORGANİZE EDİLEN ETKİNLİĞİN PKK LEHİNE
GÖSTERİYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
Mersin
DTP il yönetimi tarafından organize edilen 21.03.2007 tarihli miting yine
Öcalan resimleri, terör örgütü bayrakları, atılan sloganlar ve taşınan
pankartlarla PKK gösterisine dönüştürülmüştür. Olayla ilgili terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan başlatılan soruşturma devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
devam etmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
61-
DTP BALIKESİR İL BİNASININ ÖRGÜT KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
06.03.2007
tarihinde Balıkesir DTP il binasında yapılan izinli aramada Öcalan ve terör
örgütü elemanlarına ait resimlerin sergilendiği, terör örgütünü öven yayınların
ve yazıların bol miktarda bulunduğu belirlenmiştir. ilgililer hakkında terör
örgütünün propagandasını yapmak suçundan başlayan soruşturma devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
devam etmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
62-
DTP TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN VE PKK LEHİNE MİTİNGE DÖNÜSEN ETKİNLİKTE DTP
MİLLETVEKİLİ AYSEL TUGLUK'UN ÖCALAN'I ÖVMESİ:
11.12.2006
tarihinde Doğubayazıt ilçesinde düzenlenen ve slogan, terör örgütünü simgeleyen
bayraklar ve Öcalan posterleri ile PKK mitingine dönüştürülen açık hava
toplantısında konuşan Genel Başkan yardımcısı Aysel TUGLUK'un sarfettiği 'halen
operasyonlar devam ediyor, halen dağlarda kardeşlerimiz yaşamlarını kaybediyor,
halen tecrit devam ediyor'' seklideki sözlerin suçu ve suçluyu övme niteliğinde
olduğunun belirlenmesi karsısında açılan kamun davası Doğubayazıt Asliye Ceza
Mahkemesinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
63-
DTP TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN VE PKK LEHİNE MİTİNGE DÖNÜSEN ETKİNLİKTE DTP VAN
iL YÖNETİCİSİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVMESİ:
01.09.2006
tarihinde Van ilinde yapılan ve sloganlar, PKK elemanlarının resimlerinin
taşınması suretiyle PKK' ya destek sekline dönüşen mitingde konuşan DTP Van il
yöneticisi Mehmet Veysi Dilekçi'nin konuşmasının terör örgütünün propagandası
mahiyetindeki içeriği itibarıyla hakkında yapılan soruşturma sonucu açılan kamu
davası Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/204 esas sayılı dosyası üzerinden
devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
64-
DTP TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN VE PKK LEHİNE MİTİNGE DÖNÜSEN ETKİNLİKTE DTP iL
YÖNETİCİSİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVMESİ:
17.03.2007
tarihinde DTP tarafından Erzurum ilinde gerçekleştirilen etkinlikte DTP il
disiplin kurulu üyesi olan Ahmet Yalçıntas'ın terör örgütü elebaşı Öcalan'ı
övücü nitelikte Kürtçe şarkı söylediği, şarkının 'sirin apo kahramansın sen,
halkımızın önderi' sözleri ile bittiği anlaşılmıştır. Bu fiilinden dolayı
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 22.05.2007 gün ve 2007/108-94 sayılı kararı
ile terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan 3713 SY.nın 7. maddesi
gereğince 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsîdir
65-
DTP'Lİ CİZRE BELEDİYE BAŞKANI AYDIN BUDAK'IN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
21.03.2007
tarihinde DTP'li Cizre BELEDİYE BAŞKANI Aydın Budak açık havada kalabalığa
yaptığı konuşmada PKK ve elebaşısı Öcalan'ı övücü sözleri nedeniyle 3713 SY.nın
7. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası sonucu Diyarbakır 5. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2007/233 esas sırasında kayıtlı dosya üzerinden yargılanmaktadır.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
66-
DTP ERZİNCAN iL BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMASI:
Erzincan
DTP il başkanı Hüseyin Bektaşoğlu hakkında 2005 yılı ve devam eden süre
itibarıyla PKK propagandası içerikli eylemlerde bulunması nedeniyle 3713 sayılı
yasanın 7. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası sonucu Erzurum 3. Ağır Ceza
Mahkemesinde yargılanmasına devam edilmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
67-
DTP VAN iL BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMASI:
26.01.2007
tarihinde DTP Van il başkanı olan İbrahim Sunkur mahalli Bölge Gazetesi'ne
verdiği ve yayınlanan röportajda; PKK'nın terör örgütü olmadığı tam tersine
devletin terörist olduğu yolundaki iddiaları ile benzer biçimde söylemleri ile
terör örgütünün propagandasını yaptığı anlaşılmıştır. Hakkında 3713 SY.nın
7.maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle terör örgütünün propagandasını
yapmak suçundan açılan kamu davası Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/165 esas sırasında
kayıtlı dosya üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
68-
DTP BİNGÖL iL BAŞKANININ SUÇ VE SUÇLUYU ÖVME EYLEMİ:
Bingöl
DTP il başkanı olan Mehmet Emin Acar, 25.02.2007 tarihinde 'Kerkük'e yapılmış
saldırıyı Diyarbakır'a yapılmış sayarız' seklinde açıklama yapan Diyarbakır DTP
il başkanının tutuklanması ile ilgili 'Diyarbakır il başkanının tutuklanmasını
kınıyor, aynı suçu islediğimizi deklare ve ilan ediyoruz' seklinde basın
açıklaması yapmıştır. Suçu ve suçluyu övme niteliğindeki bu eylemi nedeniyle
açılan kamu davası Bingöl Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/218 esas sırasında
kayıtlı dosya üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
69-
DTP OSMANİYE iL BİNASININ TERÖR ÖRGÜTÜ KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
27.11.2006
tarihinde DTP Osmaniye il teşkilatında yapılan izinli aramada çok sayıda yasak
yayın, örgütsel dökümanın yanında duvarlarda terör örgütü PKK üyelerinin
silahlı resimlerinin çerçevelenmiş halde asılı oldukları görülmüştür. DTP il
yöneticisi olan Metin Sakır ve Bedri Arslan haklarında 3713 sy.nın 7. maddesi
gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmaları
istemiyle açılan kamu davası Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/279 esas
sırasında kayıtlı olarak devam etmektedir.
SAVUNMA:
SANIKLAR
İL YÖNETİCİSİ OLMADIKLARI GİBİ PARTİ ÜYESİ DAHİ DEĞİLDİRLER. Kaldı ki, Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
70-
DTP MARDİN iL ÖRGÜTÜNCE YAPILAN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
10.03.2007
tarihinde DTP Mardin il örgütü tarafından düzenlenen basın açıklamasında
Öcalan'ı övücü sözler söylenmiş, 'Öcalan'sız dünyayı basınıza yıkarız' ve
benzeri yasa dışı sloganlar atılmıştır. Olaya karısan Mardin DTP üyeleri ilhan
Ögmen, Sait Abukan, Osman Akkoyun, Ramazan Özmen, Ferhan Türk ve Mehmet Latif
Alp haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan başlatılan
soruşturma devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
71-
DTP BATMAN iL BİNASININ TERÖR ÖRGÜTÜ KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
01.03.2007
tarihinde Batman DTP il binasında yapılan izinli arama sonucu çok sayıda yasak
dökümanın yanı sıra terör örgütünü simgeleyen bayrak, pankart ve duvarlarda
asılı Öcalan resimleri bulunduğu, PKK propagandası içeren görüntü kayıtları
elde edildiği anlaşılmıştır. DTP Batman il yöneticisi olan sanıklar Dicle
Manap, Cemalettin Padir, Mehmet Sirin Tetik ve Ayhan Karabulut haklarında 3713
sy.nın 7. maddesi gereğince cezalandırılmaları istemiyle terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2007/292 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
72-
DTP ŞIRNAK iL BAŞKANI TARAFINDAN YAPILAN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
02.12.2006
tarihinde DTP Şırnak il başkanı olan izzet Belge yaptığı basın açıklamasında
kullandığı ifadelerle PKK terör örgütünün elebaşı Abdullah Öcalan'ın saygıdeğer
biri olduğunu söylemek ve bu kişiyi barış elçisi gibi göstermek suretiyle bu
kişinin sahsında PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı anlaşıldığından
3713 SY.nın 7. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası halen devam etmektedir.
SAVUNMA:
Mahkeme,
esas no yazılı değildir. Karar kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir.
Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır
Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü
belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
73-
DTP SURUÇ iLÇE YÖNETİCİLERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜ VE ÖCALAN'IN PROPAGANDASI AMACIYLA
TAKVİM DAGITMALARI:
26.12.2006
tarihinde DTP Suruç ilçe yöneticileri Mehmet Fayık Taskın, Şükrü Binici ve
İbrahim Halil Parıldar tarafından üzerinde terör örgütü PKK 'yı simgeleyen
sözde bayrak ile örgüt elebaşı Abdullah Öcalan'ın resimleri bulunan takvimin
DTP adına bastırılarak dağıtılması suretiyle terör örgütünün propagandası
yapıldığı anlaşıldığından 3713 SY.nın 7. maddesi gereğince terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası
devam etmektedir.
SAVUNMA:
Mahkeme,
esas no yazılı değildir. Karar kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir.
Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır
Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü
belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
74-
DTP GAZİANTEP iL BAŞKANININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇILAMASI:
11.03.2007
tarihinde DTP Gaziantep il başkanı olan Vakkas Dalkılıç'ın terör örgütünün
elebaşısı Öcalan'a saygıyla yaklaşıp, söz ve eylemlerini onaylamak seklinde
yaptığı basın açıklaması nedeniyle hakkında açılan soruşturma halen devam
etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
halen devam etmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa
hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
75-
YİNE DTP GAZİANTEP iL BAŞKANININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇILAMASI:
02.12.2006
tarihinde yine DTP Gaziantep il başkanı olan Vakkas Dalkılıç terör örgütünün
elebaşısı Öcalan'a saygıyla yaklaşıp, söz ve eylemlerini onaylamak seklinde
yaptığı basın açıklaması nedeniyle hakkında açılan soruşturma halen devam
etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
halen devam etmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
76-
DTP HATAY iL BAŞKANININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇILAMASI:
07.04.2007
tarihinde DTP Hatay il başkanı olan Halis Yurtsever tarafından DTP il binasında
Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan için 'doğum günü kutlaması' düzenlenmiş,
ayrıca 'böylesine coşkulu bir gün, gerçekten önemli bir gün yani Ortadoğu
halklarının ve kürt halkının önderi olan sayın Öcalan'ın 4 nisan doğum günü'
seklindeki sözleri ile suç ve suçluyu övdüğü anlaşıldığından TCY.nın 215. maddesi
gereğince cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası halen Adana 8. Ağır
Ceza Mahkemesi nezdinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
Mahkeme
esas no yazılı değildir. Karar kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir.
Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır
Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü
belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
77-
DTP HATAY iL YÖNETİCİSİNİN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇILAMASI:
21.03.2007
tarihinde DTP Hatay il yöneticisi olan Mehmet insan düzenlenen toplantıda
Öcalan'a saygıyla yaklaşıp, söz ve eylemlerini onaylamak seklinde yaptığı
konuşma nedeniyle hakkında suç ve suçluyu övme suçundan açılan kamu davası
Erzin Sulh Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
Mahkeme,
esas no yazılı değildir. Karar kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir.
Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır
Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü
belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
78-
DTP ADIYAMAN iL YÖNETİCİSİNİN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇILAMASI:
21.03
2007 tarihinde Adıyaman DTP yöneticisi Kemal Çalgan parti tarafından düzenlenen
etkinlikte yaptıkları Öcalan'a saygıyla yaklaşıp, söz ve eylemlerini onaylamak
şeklinde konuşmalar nedeniyle haklarında TCY.nın 215. maddesi gereğince
cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası Adıyaman Sulh Ceza Mahkemesinin
2007/332 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
79-
DTP VAN iL YÖNETİCİSİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNE ELEMAN GÖNDERİRKEN YAKALANMASI:
15.12.2006
tarihinde DTP Van il yöneticisi olan Hadice Adıbelli'nin ihbar üzerine
yakalanması sonrası yapılan incelemede cep telefonunda çok sayıda terör
örgütünü övücü mesaj yer aldığı ayrıca terör örgütüne katılmak üzere Gebze'den
Van'a gelen Adem Tunç'u parti binasında karşılayıp, ilgilendiği, kalacağı eve
götürdüğü, kısaca kırsala sevk etmek üzere iken yakalandığı anlaşılmıştır.
Hakkında TCY.nın 314/2. maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle terör
örgütüne üye olmak suçundan açılan kamu davası halen devam etmektedir.
SAVUNMA:
Mahkeme,
esas no yazılı değildir. Karar kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir.
Örgütlenme ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır
Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü
belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
80-
DTP YÜKSEKOVA iLÇE YÖNETİCİSİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMASI:
16.02.2007
tarihinde DTP Yüksekova ilçe yöneticisi Bedirhan Aklan yasa dışı sloganların
atıldığı bir basın toplantısı düzenleyerek, Öcalan'ın ülkeye getirilisini
uluslararası bir komplo olarak tanımlamıştır. Konuşması ile terör örgütü lehine
propaganda yaptığının anlaşılması nedeniyle hakkında 3713 SY.nın 7. maddesi
gereğince cezalandırılması istemiyle terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
açılan kamu davası Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/251 esas sayılı dosyası
üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
81-
TERÖR ÖRGÜTÜNÜN YAN KURULUSU ÜYESİ OLAN DTP iL YÖNETİCİSİNİN EVİNDE ÖRGÜTSEL
DOKÜMAN BULUNMASI:
14.03.2007
tarihinde bir ihbar üzerine yapılan soruşturma sonucu PKK.nın yan örgütlerinden
Özgür Yurttas Hareketi üyesi olduğunu beyan eden, DTP Tunceli il yönetim kurulu
üyesi Cemal Kuhak'ın evinde yapılan aramada örgütsel doküman bulunması
nedeniyle TCY.nın 314/2. maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle terör
örgütüne üye olmak suçundan açılan kamu davası Malatya 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2007/66 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
82-
DTP IGDIR iL TEŞKİLATI ÜYESİNİN PKK ELEMANINDAN TALİMAT ALIP, TERÖR ÖRGÜTÜ
LEHİNE YAZILAMA YAPMASI:
20.03.2007
tarihinde DTP Iğdır il teşkilatı üyesi olan Ayhan Ayaz'ın telefonla çok defa
Azat (K) isimli PKK terör örgütü mensubu ile konuştuğu, ondan talimat ve para
aldığı, molotof kokteyli yapmayı öğrenip, PKK lehine yazılamalara katıldığı
anlaşıldığından 3713 SY.nın 7. maddesi gereğince terör örgütünün propagandasını
yapmak suçundan cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası Erzurum 2. Ağır
ceza Mahkemesinin 2007/150 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
83-
DTP HALFETİ İLÇESİ YUKARIGÖKLÜ BELDE BİNASININ TERÖR ÖRGÜTÜ KAMPINA ÇEVRİLMESİ:
17.05.2007
tarihinde Halfeti ilçesi Yukarıgöklü Beldesi DTP teşkilatında Operasyonlar
durdurulsun, tecrit kaldırılsın afisleri altında açlık grevine gidildiği, parti
binasında izinli olarak yapılan arama sonucu bol miktarda örgütü övücü yasak
yayın ele geçirildiği, eylemin. DTP ilçe yöneticileri Salih Yalçınkaya, Seyit
Ahmet Öcalan, Müslüm Kılıç, Saban Yılmaz ve Mehmet Ali Öcalan'ın idaresinde
gerçekleştiğinin anlaşılması karsısında, ilgililer hakkında terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan başlatılan soruşturma devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
84-
DTP GENEL BAŞKAN YARDIMCISININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇILAMASI:
25.03.2007
tarihinde DTP organizasyonunda Ankara'da gerçeklesen gösteride konuşan DTP
genel başkan yardımcısı Orhan Miroglu, terör örgütü ve amacı ile elebaşı
Abdullah Öcalan'ı övücü beyanları nedeniyle 3713 SY.nın 7. maddesi gereğince
terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezalandırılması istemiyle
açılan kamu davası Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/160 esas sırasında
kayıtlı dosya üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
85-
DTP KURUCU ÜYESİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMASI:
05.07.2007
tarihinde öldürülen PKK elemanının idil ilçesi Yarbası köyünde açılan taziye
çadırına giden DTP kurucu üyesi Selim Sadak'ın ' gençlerin aç ve cahil olduklarından
dağa çıktıklarını söylerlerdi ancak bu böyle değildir. Rojda (Öldürülen PKK'lı)
Avrupa'da eğitimini almış ve açlık sorunu olmadığı halde Avrupa'dan
katılmıştır. Rojda'nın sadece özgürlük sorunu vardı, bir nefes özgürlük için
dağlara çıktı' seklindeki terör örgütünü ve amacını övücü sözleri nedeniyle
başlatılan soruşturma devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
devam etmektedir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
86-
GEÇMİŞTE TERÖR ÖRGÜTÜ MENSUPLARINA YURT DIŞINA ÇIKABİLMELERİ İÇİN SAHTE KİMLİK
BELGESİ DÜZENLEYEN ARİF YAYLA'NIN DTP SEHİTKAMİL İLÇE YÖNETİM KURULU ÜYESİ
OLMASI:
07.02.2004
tarihinde terör örgütü mensuplarına yurt dışına çıkabilmeleri için sahte kimlik
belgesi düzenlemek eylemi nedeniyle yargılanıp, 765 sayılı TCY.nın 169. maddesi
gereğince mahkum olduğu 3 yıl 9 ay hapis cezası Yargıtay'ca onanması suretiyle
kesinlesen Arif Yayla'nın DTP Gaziantep ili Şehitkamil ilçesi ilçe yönetim
kurulu üyesi olarak görev yaptığı anlaşılmıştır. DTP.nin kurulusundan önce söz
konusu eylemi ile kişilik yapısı ortaya çıkan Arif Yayla'nın DTP kadroları
içerisinde yönetici sıfatını alabilmesi DTP.nin PKK terör örgütü ile olan
organik bağıyla ilgili olduğunu göstermektedir.
SAVUNMA:
SUÇ
tarihi PARTİ kuruluşundan öncedir. İktidar Partisi dahil Halen birçok partide
hüküm giymiş birçok kişi yeralmaktadır. Bu anlayışla Başsavcılığın tüm partiler
için kapatma davası açması gerekirdi.
87-
DTP MİLLETVEKİLİ SABAHAT TUNCEL'İN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN KONGRESİNE DELEGE OLARAK
KATILMASI:
İstanbul
ilinde karıştığı bir cinayet olayı nedeniyle sorgulanan İbrahim Çakmaz isimli
sahsın beyanlarında bir ara PKK örgüt kamplarına katıldığını ancak daha sonra
İstanbul'a döndüğünü, bu arada DTP faaliyetleri içinde gördüğü kişilerden
bazılarının da örgüt kamplarına katıldığını bunlardan teşhis ettiği kişi olarak
DTP merkez yürütme kurulu üyesi Sabahat Tuncel'i göstermiş ve kendisinin
üzerinde örgüt elemanlarının giydiği kıyafet olduğu halde 2004 yılında yasa dışı
örgütün kongresine delege olarak katıldığını beyan etmiştir. Bu şekilde örgüt
kamplarında terörist kıyafetleri içinde dolasan Sabahat Tuncel hakkında TCY.nın
314/2. maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası tutuklu
olarak devam ederken, ilgili 22.07.2007 tarihinde yapılan milletvekili
seçimlerine DTP destekli bağımsız aday olarak katılmış ve seçim sonucu
milletvekili olmuş, daha sonra da Demokratik Toplum Partisi'ne katılmıştır.
Halen yargılanmasına İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/358 esas sayılı
dosyası üzerinden devam edilen Sabahat Tuncel'in yasa dışı terör örgütü
delegeliğinin yanı sıra DTP Milletvekili ünvanını da taşıması davalı partinin
terör örgütü ile ne kadar içlidışlı olduğunu kanıtlamaktadır.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
88-
TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE GÖSTERİYE DÖNÜSEN MİTİNG SIRASINDA DTP MİLLETVEKİLİ VE
GENEL BAŞKAN YARDIMCISI AYSEL TUGLUK'UN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
21.03.2007
tarihinde Van ilinde DTP tarafından düzenlenen miting sırasında teröristbası
Öcalan'ın posterleri sergilenmiş, PKK üyelerinin resimlerinin bulunduğu
pankartlar açılmış, PKK'yı simgeleyen bayraklar ortada dolaştırılmıştır. Bu
ortamda konuşma yapan DTP genel Başkan yardımcısı Aysel Tugluk, 'sayın Öcalan
sıradan biri değildir. Kürt sorunu konusunda savunduğu fikirler geniş kesimler
tarafından kabul görmektedir' ve benzeri sözlerle terör örgütünün ve elebaşının
propagandasını yapması nedeniyle hakkında 3713 SY.nın 7. maddesi gereğince
terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezalandırılması istemiyle
açılan kamu davası Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/273 esas sırasında devam
etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
89-
DTP HATAY iL BAŞKANININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
21.03.2007
tarihinde DTP Hatay il başkanı olan Halis Yurtsever düzenlenen toplantıda
Öcalan'a saygıyla yaklaşıp, söz ve eylemlerini onaylamak seklinde yaptığı
konuşma nedeniyle hakkında suç ve suçluyu övme suçundan açılan kamu davası
Dörtyol Sulh Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
90-
DTP GAZİANTEP iL BAŞKANININ ÖLDÜRÜLEN TERÖRİSTİN CENAZESİNDE TERÖR ÖRGÜTÜNÜN
PROPAGANDASINI YAPMASI:
04.09.2007
tarihinde öldürülen terör örgütü elemanının Nizip ilçesinde yapılan cenazesine
katılan DTP Gaziantep il başkanı Mustafa Tuç'un burada yaptığı konuşmada
öldürülen teröristleri Kürdistan şehidi diye tanımladığı, bu ve diğer ifadeleri
ile terör örgütünün propagandasını yaptığı anlaşılması nedeniyle hakkında
başlatılan soruşturmaya Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK 250. md. ile
yetkili) 2007/522 sayılı evrakı üzerinden devam edilmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
sürmektedir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken
bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında
ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
91-
DTP DİYARBAKIR iL BAŞKANININ ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
24.01
2006 tarihinde Diyarbakır DTP il başkanı olan Ahmet Cengiz terör örgütü ve
Öcalan'ı övücü mahiyette yaptıkları basın açıklaması nedeniyle hakkında suç ve
suçluyu övme suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış, yapılan
yargılaması sonucu Diyarbakır 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 12.12.2006 gün ve
2006/431-296 sayılı kararı ile TCY.nın 215 maddesi gereğince mahkumiyetine
karar verilmiştir.
SAVUNMA:
DTP
Diyarbakır il başkanı Ahmet Cengiz hakkında suç ve suçluyu övmekten açılan dava
sonucu 1 ay ceza verilmiş ceza 1000 ytl para cezasına çevrilmiştir. Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
92-
DTP MİLLETVEKİLİ SELAHATTİN DEMİRTAŞ'IN ROJ TV'DE TERÖR ÖRGÜTÜNÜN
PROPAGANDASINI YAPMASI:
05.07.2005
tarihinde daha sonra DTP milletvekili olan Selahattin Demirtaş, ROJ TV isimli
televizyon kanalına canlı telefon bağlantısı yolu ile katılarak, Öcalan'ın
saygıdeğer bir insan ve Kürtlerin önderi olduğunu belirterek övdüğü, '..
hükümet ve ordu buna karsı duyarlı davranırsa, bu taleplere duyarlı davranılırsa
artık bayraklara sarılı yada kesk-zor-zerlere (yeşil, sarı ve kırmızılara)
sarılı cenazeler gencecik evlere gitmeyecek diye düşünüyorum' diyerek PKK terör
örgütünü mensuplarının cenazelerine sahip çıktığı ve destek vermek suretiyle
örgütün propagandasını yaptığı anlaşıldığından yargılandığı Diyarbakır 5. Ağır
Ceza Mahkemesinin 14.11.2006 gün ve 2005/258-2006/175 sayılı kararı ile TCY.nın
220/8. maddesi gereğince 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
93-
DTP SİLOPİ iLÇE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜ VE ELEBAŞINI ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
21.03.2006
tarihinde Silopi ilçesinde yapılan gösteride konuşan DTP ilçe başkanı Hacı Üzen
ve parti üyesi Kemal Aktas haklarında terör örgütü ve amacını ile elebaşı
Abdullah Öcalan'ı övücü beyanları nedeniyle terör örgütünün propagandasını
yaptıkları gerekçesiyle 3713 SY.nın 7. maddesi gereğince cezalandırılması
istemiyle açılan kamu davası Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/204 esas
sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
94-
DTP ARDAHAN iL BAŞKANI ÖMER YILMAZ'IN BASIN AÇIKLAMASI:
01.09.2006
tarihinde DTP Ardahan il başkanı olan Ömer Yılmaz yaptığı basın açıklamasında
terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan için sayın sıfatını kullanması ve konuşma
içeriğinde kendisinden bahisle yaptığı islerin önemli olduğunu ve barışın
sağlanmasında önemli bir rol oynadığını beyan etmesi, bu şekilde ilgili sahsı
övüp, yücelttiğinin sabit olması karsısında suç ve suçluyu övme suçu nedeniyle
başlatılan soruşturma Ardahan Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde devam
etmektedir.
SAVUNMA:
DTP
Ardahan il başkanı Ömer Yılmaz hk suç ve suçluyu övmekten açılan dava sonucunda
25 gün hapis cezası verilmiş olup, ceza 500 ytl para cezasına çevrilmiştir.Dava
Yargıtay aşamasındadır.
Örgütlenme
ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır
Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü
belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
95-
DTP GAZİOSMANPAŞA ARNAVUTKÖY BELDE TEŞKİLATINDA YAPILAN İZİNLİ ARAMA:
11.09.2006
tarihinde DTP Arnavutköy Belde teşkilat binasında izinli olarak yapılan arama
sırasında teröristbası Öcalan'ın resimlerinin duvardaki panolarda bulunduğu,
yine öldürülen teröristlerin resimlerinin yanında 'şehitlerimize sahip çıkalım'
ibarelerinin yer aldığı, Türkiye'nin bir bölümünün sınırları içerisinde
Kürdistan olarak gösterilen haritanın asılı olduğu ve çok sayıda terör örgütü
ile ilgili yasak yayın bulunduğu tesbit edilmiştir. Dolayısıyla parti
binasından ziyade terör örgütü PKK kampı izlenimi uyandıran bulgular elde
edilmesi üzerine teşkilat görevlileri olan Mehmet Cevat ince, Memet Akkus,
Ahmet Coskun, Enver Özbil, Bedrettin Metin ve Sedat Çaycı haklarında yasadışı
silahlı örgüte üye olma suçundan dolayı açılan kamu davası İstanbul 9. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2006/226 esas sırasında kayıtlı dosya üzerinden devam
etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
96-
DTP KARS iL BAŞKANININ BASBAKAN'A KÜRTÇE MEKTUP GÖNDERMESİ:
06.01.2007
tarihinde DTP Kars il başkanı Mahmut Alınak yaptığı basın açıklamasında
Başbakan Recep Tayip Erdogan'a hitaben taleplerini anlatan tamamı Kürtçe bir
mektup (dilekçe) gönderdiğini beyanla metni okumuştur. 2820 sayılı Siyasi
Partiler Yasasının 81. maddesinde ' Siyasi parti veya temsilcilerinin Türkiye
Cumhuriyeti üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil
farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremeyecekleri hüküm altına
alınmıştır. İlgilinin söz konusu eyleminin tahrik edici, bölücü nitelikte
olduğu, toplumu germe ve vatandaşları birbirlerine karsı kışkırtma amaçlı
yapıldığı, bunun da terör örgütünün amaçları ile örtüştüğü kuşkuya yer
vermeyecek şekilde ortadadır. Siyasi partiler yasasına aykırı davranma suçu
nedeniyle Mahmut Alınak hakkında açılan kamu davası Kars 1. Asliye Ceza
Mahkemesinin 2007/163 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
97-
DTP YÖNETİCİLERİNİN TERÖRİST CENAZESİNE PROPAGANDA AMAÇLI KATILMALARI:
19.07.2006
tarihinde öldürülen terör örgütü mensubunun PKK gösterisine dönüştürülen
cenazesine katılan DTP Hakkari il başkanı Sebahattin Suvagcı, il yöneticileri
Alaattin Ege, Mikail Atan, Selim Engin ve DTP'li Hakkari BELEDİYE BAŞKANI Metin
Tekçe'nin terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde, suç ve suçluyu övme, örgüte
desteğini açıklama amacıyla cenaze töreninde bulundukları anlaşılmakla
haklarında suç ve suçluyu övme suçundan açılan kamu davası halen Van 4. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2006/231 esas sırasında kayıtlı dosya üzerinden devam
etmektedir.
SAVUNMA:
DAVA
B E R A A T İLE SONUÇLANMIŞTIR.
98-
DTP VARTO iLÇE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNE DESTEK AÇIKLAMASI:
18.07.2006
tarihinde DTP Varto ilçe başkanı olan Ali Sever'in terör örgütünün sözcülüğünü
yapmakta olan ROJ TV isimli televizyon kanalına telefonla canlı bağlantı
yaparak,ilçe merkezinde güvenliği sağlama amaçlı bulunan kolluk kuvvetlerini
istemediklerini beyan ederek terör örgütünün propagandasını yapma suçu
nedeniyle hakkında açılan kamu davası halen Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin
2007/19 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA
:
DAVA
B E R A A T İLE SONUÇLANMIŞTIR.
99-
DTP HAKKARİ iL BAŞKANI VE DTP'Lİ BELEDİYE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜ TALİMATI iLE
SEMPOZYUM DÜZENLEMELERİ:
Terör
örgütünün internet siteleri vasıtasıyla ana dilde eğitim, Kürtçe eğitim
taleplerinin artırılması yolundaki talimatı üzerine DTP Hakkari il başkanı
Alaattin Ege ve DTP'li BELEDİYE BAŞKANI Metin Tekçe tarafından 14.08.2006
tarihinde Hakkari ilinde 'Kürt Dili Eğitim Hareketi' isimli sempozyumun
gerçekleştirildiği, bu şekilde ilgililerin terör örgütüne yardım suçunu
isledikleri anlaşıldığından haklarında açılan kamu davası halen Van 4. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2007/29 esasına kayıtlı dosya üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
DAVA
B E R A A T İLE SONUÇLANMIŞTIR.
100-
DTP ANKARA iL BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ DESTEKLEYİCİ BASIN AÇIKLAMASI:
02.12.2006
tarihinde DTP Ankara il örgütü tarafından gerçekleştirilen ve atılan
sloganlarla terör örgütünü destekler nitelikte gerçekleştirilen basın
açıklaması nedeniyle DTP Ankara il başkanı Salih Karaaslan ve arkadaşları
hakkında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası
halen Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/49 esas sayılı dosyası üzerinden
devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
101-
DTP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI AYSEL TUGLUK VE DİYARBAKIR İL BAŞKANI HİLMİ
AYDOGDU'NUN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMALARI:
03.09.2006
tarihinde DTP genel başkan yardımcısı Aysel Tugluk ve Diyarbakır il başkanı
Hilmi Aydoğdu parti tarafından düzenlenen mitingte terör örgütü ve Öcalan'ı
övücü mahiyette yaptıkları konuşmalar nedeniyle haklarında terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası Diyarbakır 4. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/368 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
102-
DTP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI AYSEL TUGLUK VE DTP'Lİ SİİRT iL BAŞKANI MURAT
AVCI'NIN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMALARI:
16.05.2006
tarihinde DTP Batman il kongresine katılan Aysel Tugluk ve Murat Avcı burada
yaptıkları konuşmalarda Öcalan'ın siyasi irade olarak muhatap kabul edilmesi
gerektiğini, PKK'yı terörist ilan etmelerinin sorunun çözümüne katkıda
bulunmayacağını, terörist olarak nitelendirilen insanların kimilerine göre
kahraman olduğunu, Öcalan'ı terörist ilan etmeleri halinde halkın karsısına
çıkamayacaklarını ifade etmeleri nedeniyle oluşan terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davası
halen Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/369 esas sayılı dosyası
üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
103-
DTP MALATYA İL YÖNETİCİ VE ÜYELERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI NİTELİĞİNDEKİ EYLEMLERİ:
15.02.2006
ile 31.03.2006 tarihleri arasında DTP Malatya il yöneticisi ve parti üyesi olan
Onur Geldi, Sebahattin Isıklı, Mahmut Kayar, Pınar Uzun, Emral Dagdelen, Nimet
Özalp, Zeynep Dogan, Mahmut Güngör, Behçet Tunç, Hüseyin Yılmaz, Resul Atay,
Kemal Çağlan, Nuray Kılınç, Mehmet Ali Yaman, Gülhanım Doğan, Yusuf Tokdemir ve
Erdogan Karaca tarafından gerçekleştirilen yasa dışı gösterilerde slogan
attıkları, öldürülen terörist cenazelerinde olay çıkardıkları, Öcalan için
parti, binasında açlık grevi organize ettikleri anlaşıldığından haklarında
terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası halen Malatya
3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/14 esas sayılı dosyası üzerinden devam
etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
104-
DTP ŞIRNAK İL ÖRGÜTÜNÜN ORGANİZE ETTİĞİ İZİNSİZ GÖSTERİDE TERÖR ÖRGÜTÜNÜN
PROPAGANDASININ YAPILMASI:
02.12.2006
tarihinde Şırnak ilinde düzenlenen yasa dışı gösteriye katılan DTP İl başkanı
İzzet Belge ve yönetici Abdullah İsnaç'ın terör örgütünü övücü nitelikte
konuşmaları ve yasa dışı slogan atmaları nedeniyle oluşan terör örgütünün
propagandasını yapmak suçu nedeniyle açılan kamu davası halen Diyarbakır 6.
Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/81 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
105-
DTP BAĞCILAR İLÇE BİNASINDA YAPILAN izinli ARAMA:
05.11.2006
tarihinde bir ihbar üzerine DTP Bağcılar ilçe binasında gerçekleştirilen
aramada teröristbası Öcalan ve terör örgütü elemanlarının resimlerinin asılı
olduğu, çok sayıda yasak yayın bulunduğu, terör suçlarından aranılan şahısların
yakalandığı, dolayısıyla parti binasının terör örgütü PKK kampı görevini yerine
getirdiği görülmüş, DTP yöneticileri Lütfi Dağ, Mikail Varhan, Hüseyin Şahin,
Cihan Gündüz ve Mehmet Sait Şaşmaz haklarında terör örgütü üyesi olmak suçundan
açılan kamu davası halen İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/391 esas
sırasında kayıtlı dosya üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
106-
DTP KADIN MECLİSİ TEMSİLCİLERİNİN YAPTIKLARI BASIN AÇIKLAMASINDA TERÖR ÖRGÜTÜ
VE ELEBAŞINI ÖVME EYLEMLERİ:
24.11.2006
tarihinde DTP üyeleri Sara Aktas, Sebahat Tuncel (DTP Milletvekili), Yıldız
Aktas, Selma Söker, Zahide Besi, Selma Irmak, Aynur Coskun, Sibel Öz, Zeynep
Karaman, Pelgüzar Kaygısız, Çimen Isık, Türkan Yüksel ve Ayfer Ekin tarafından
Ankara'da yapılan basın açıklamasında yer alan ibareler itibariyle oluşan terör
örgütü ve elebaşının propagandasını yapmak suçu nedeniyle açılan kamu davası
halen Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/85 esas sayılı dosyası üzerinden
devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
107-
BUCA DTP GENÇLİK MECLİSİ ADINA TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ BASIN AÇIKLAMASI:
27.05.2007
tarihinde DTP Buca ilçe teşkilatı önünde Yusuf Koçaklı tarafından okunan ' DTP
Buca Gençlik Meclisi' imzalı basın bildirisinde terör örgütü PKK ve onun
elebaşı Öcalan'ı övücü nitelikteki ifadeler nedeniyle örgüt propagandası
yapmak, suç ve suçluyu övmek suçlarından açılan kamu davası halen İzmir 10.
Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/309 esas sırasında kayıtlı kamu davası üzerinden
devam etmektedir.
SAVUNMA
:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
108-
DTP AĞRI iL ÖRGÜTÜNÜN ORGANİZE ETTİĞİ İZİNSİZ GÖSTERİDE TERÖR ÖRGÜTÜNÜN
PROPAGANDASININ YAPILMASI:
21.03.2007
tarihinde DTP Ağrı il teşkilatı tarafından organize edilen izinli gösteri
sırasında yapılan konuşmaların içeriği, atılan yasa dışı sloganlarla gösteri
yine terör örgütünü övme niteliğini kazanmıştır. Olay nedeniyle DTP
yöneticileri Murat Öztürk, Hazal Aras ve Murat Das haklarında terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davası halen Erzurum 2. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2007/156 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
109-
DTP MYK ÜYESİ MEDENİ KIRCI'NIN ÖRGÜT PROPAGANDASI YAPMASI:
21.03.2007
tarihinde DTP MYK üyesi Medeni Kırıcı Bingöl ilinde yaptığı konuşmada terör
örgütü ve elebaşını övücü beyanlarda bulunması nedeniyle hakkında açılan
soruşturma devam etmektedir.
SAVUNMA:
İddianamede
adı geçen Medeni Kırıcı ile Büro Görmez hakkında 12.12.2007 tarihinde Kocaeli
3.asliye Ceza mahkemesinin verdiği beraat kararı önsavunma ekinde sunulmuştur.
110-
DTP İSKENDERUN iLÇE BAŞKANININ VE YÖNETİCİSİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ
KONUŞMALARI:
21.03.2007
tarihinde İskenderun ilçesinde düzenlenen gösteride konuşan DTP ilçe başkanı
Mehmet Salih Koca ve ilçe yöneticisi Mahmut Aydıncı'nın bölücü örgütü övücü
beyanlarda bulunduklarının anlaşılması nedeniyle haklarında suç ve suçluyu
övmek suçlarından açılan kamu davası halen İskenderun 1. Sulh Ceza Mahkemesinin
2007/438 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
111-
DTP SULTANBEYLİ İLÇE TEŞKİLATININ ORGANİZE ETTİĞİ İZİNSİZ GÖSTERİ VE iLÇE
BİNASINDA YAPILAN ARAMA:
11.03.2007
tarihinde izinsiz olarak organize edilen terör örgütü ve elebaşı lehine yapılan
gösteri sırasında molotof kokteyli atma gibi şiddet eylemleri
gerçekleştirilmiştir. Görüntü kayıtlarının incelenmesinde topluluğu DTP
yöneticilerinin yönlendirdiğinin belirlenmesi karsısında DTP Sultanbeyli ilçe
teşkilatında yapılan izinli aramada '9 Ekim senaryosunu nefretle kınıyoruz-Kürt
sorununda çözüm gücü Öcalan'dır, derhal diyalog kurulsun' seklinde ifade içeren
pankart, yasa dışı yayınlar ele geçirilmiştir. Olayla ilgili olarak DTP
Sultanbeyli ilçe başkanı Ahmet Narım'ın da aralarında bulunduğu kişiler
hakkında başlatılan soruşturma devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
devam etmektedir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
112-
DTP KARAYAZI TEŞKİLATINCA GERÇEKLEŞTİRİLEN AÇIK HAVA TOPLANTISININ ÖRGÜTÜ ÖVME
MİTİNGİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
22.03.2007
tarihinde Karayazı ilçesinde gerçekleştirilen izinli gösteri terör örgütü
mitingine dönüştürülmüş, konuşmacı olan DTP Karayazı ilçe başkanı Fuat Arslan,
Karaçoban ilçe başkanı Mehmet Tilki, Erzurum il başkanı Bedri Fırat ve Parti
Meclisi üyesi Cemal Cosgun yaptıkları konuşmalarda 'Önderliğimiz gün be gün
sistematik bir biçimde zehirlenmektedir' gibi ve benzeri ibarelerle terör
örgütünü ve elebaşını övücü beyanlarda bulunmaları nedeniyle olayla ilgili
başlatılan soruşturma devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
devam etmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
113-
DTP PARTİ MECLİSİ ÜYESİ LEYLA ZANA'NIN BÖLÜCÜ NİTELİKTEKİ KONUŞMASI:
DTP
PM üyesi eski DEP milletvekili Leyla Zana 19.07.2007 günü Bingöl ilinde DTP
destekli bağımsız milletvekili adayı Mehmet Nuri Özmen'in seçim mitinginde
yaptığı 'Bana Diyarbakır'lı diyorlar, ben Diyarbakır'lı değil, Kürdistanlıyım.
Buralara Doğu, Güneydoğu diyorlar. Buralar Doğu, Güneydoğu değil Kürdistandır.
Bizlere bölücü diyorlar, aslında bu topraklar bizim' ifadeleriyle yaptığı
konuşmanın bölücü terör örgütünün amaçları doğrultusunda yapıldığına kuşku
bulunmamaktadır. İlgilinin daha önce de benzer eylemleri nedeniyle
mahkumiyetleri bulunduğu, terör örgütüne yakınlığı hatırlandığında toplumu birbirine
karsı kışkırtma görevini üstlendiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Olayla ilgili
soruşturma halen devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
devam etmektedir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
114-
DTP PARTİ MECLİSİ ÜYESİ LEYLA ZANA'NIN DİYARBAKIR'DA YAPTIĞI BÖLÜCÜ VE TERÖR
ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ NİTELİKTEKİ KONUŞMASI:
18.07.2007
tarihinde Diyarbakır ilinde düzenlenen DTP destekli bağımsız milletvekili
adayların seçim mitinginde konuşan DTP PM üyesi eski DEP milletvekili Leyla
Zana çok açık biçimde terör örgütü PKK ve elebaşı Öcalan'ı övmüş, lehlerine
slogan atılmasını sağlamıştır. Önderimiz İmralı'da sözlerini sarfeden Leyla
Zana hakkında açılan soruşturma halen devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
devam etmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
115-
DTP MİLLETVEKİLİ AYSEL TUĞLUK'UN TERÖRİSTBAŞINI ÖVMESİ:
DTP
genel başkan yardımcısı ve Milletvekili olan Aysel Tuğluk'un 17.07.2007
tarihinde yaptığı basın açıklamasında 'Öcalan için sayın ifadesini kullanmaya
devam edeceğiz', 'PKK ve Öcalan Kürt sorunundan bağımsız düşünülemez'
seklindeki sözleri nedeniyle suç ve suçluyu övme ve terör örgütünün
propagandasını yapmak suçlarından açılan soruşturma halen Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığı nezdinde devam etmekte olup, ilgilinin milletvekili olması
nedeniyle yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin sonucu
beklenmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
devam etmektedir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
116-
DTP ÜYELERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ VE ELEBAŞINI ÖVME EYLEMLERİ:
DTP
üyesi olduklarını beyan eden Hediye Tekin ve Nazime Ceren Salmanoglu 08.03.2007
tarihinde yaptıkları konuşmalarda açıkça terör örgütü ve elebaşı Öcalan'ı övücü
beyanlarda bulunmaları sebebiyle haklarında suç ve suçluyu övme ve terör
örgütünün propagandasını yapmak suçlarından açılan kamu davası halen İzmir 10.
Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/311 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
117-
DTP'Lİ BELEDİYE BAŞKANININ SÖZDE KÜRDİSTAN SEKLİNDE HAVUZ YAPTIRMASI:
23.02.2007
ve öncesi tarihlerde yapımı devam eden Diyarbakır Kayapınar Belediyesine ait
havuzun sekli projesinde elips seklinde tasarlandığı halde daha sonra DTP'li
BELEDİYE BAŞKANI Zülküf Karatekin ve elemanları tarafından sekil değiştirilip,
bir kağıda kursun kalemle çizilmek suretiyle müteahhitten yapımı istenildiği,
çizilen seklin terör örgütü PKK tarafından sözde büyük kürdistan olarak
tanımlanan sınırlarla birebir uyumlu olduğunun anlaşılması karsısında ilgililer
hakkında terör örgütünün propagandasını yapma suçundan açılan kamu davası halen
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/277 esas sırasında kayıtlı kamu
davası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Dava
BERAATLA sonuçlanmıştır.
118-
DTP MİLLETVEKİLİ SEBAHAT TUNCEL'İN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
08.09.2007
tarihinde Batman ilinde BELEDİYE tarafından düzenlenen festivalde konuşan DTP
Milletvekili Sebahat Tuncel ' Bize denildi ki; çocuklarınızı terörist ilan
edin, sizi farklılıklarınızla kabul edeceğiz, hiçbir Kürt halkı, hiçbir Kürt
ferdi bunu kabul etmez' seklinde sözlerle terör örgütü PKK'yı açıkça övmüştür.
İlgilinin PKK terör örgütü üyesi olma suçundan yargılamasının devam ettiği
dikkate alındığında sarfettiği bu sözlerin aslında kendisi açısından
yadırganacak sözler olmadığı anlaşılacaktır. Ancak yadırganması gereken;
şiddeti öngörmeden, hukuk platformunda demokratik mücadele yapması öngörülen
siyasi parti bünyesinde terör örgütü üyeliğinden yargılanan ve halen de terör
örgütünü savunan ve hatta bunu kendisine görev edindiği anlaşılan kişilerin
bulunmasıdır. Ulusal ve uluslararası düzenlemelerde siyasi partilerin çalışma
ilkelerini belirleyen kurallar ve evrensel demokrasi ilkeleri açısından üzüntü
verici bu durum, Demokratik Toplum Partisi'nin siyasi parti olarak
çalışmalarının temelinde terör örgütünün dolayısıyla şiddetin yer aldığının
açıkça kanıtıdır. Sebahat Tuncel hakkındaki soruşturma halen devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
devam etmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
119-
DTP MİLLETVEKİLİ VE ESKİ GENEL BAŞKANI AHMET TÜRK'ÜN TERÖR ÖRGÜTÜ İLE İLGİLİ
AÇIKLAMASI:
22
Temmuz 2007 seçimlerine DTP destekli bağımsız aday olarak giren ve milletvekili
seçilen partinin eski Genel Başkanı ve DTP milletvekili Ahmet Türk, 04.08.2007
tarihinde TBMM'de yeminler yapılırken Meclis bahçesinde NTV isimli televizyon
kanalına verdiği röportaj sırasında 'Bize PKK'yı kınayın diyorlar. Kınarsak
etkimiz kalmaz' seklinde beyanda bulunmuştur. Yukarıda belirtilen olaylarda da
görülebileceği gibi DTP yönetici ve üyelerinin hemen hemen tamamında görülen
terör örgütüne yaklaşım aynıdır. Tüm dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği,
ülkemizde otuzbini askın insanımızın hayatına mal olan PKK'yı sadece ve sadece
kınayamamakkınarsa etkilerinin kalmayacağını beyan etmek dahi DTP'nin söz
konusu örgütten izinsiz hiçbir eylemde bulunamayacağının, kendilerinin varlık
sebebi olarak örgütü gördüklerinin kanıtıdır. Söz konusu televizyon programında
sarfedilen sözlerle ilgili Ahmet Türk hakkında başlatılan soruşturma halen
devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
halen devam etmektedir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa
hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
120-
DTP VAN iL YÖNETİCİSİNİN TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMASI:
16.04.2007
tarihinde DTP Van il yöneticisi Mehmet Veysi Dilekçi yaptığı basın
açıklamasında 'PKK bu ülkenin gerçeğidir. Bunu kabul etmek zorundayız. Bizim
PKK ile organik değil duygusal bağımız var''PKK'nın militanları da bu ülkenin
evlatlarıdır. Devlette bunun için çözüm geliştirmek zorundadır''.Öte yandan
hükümetin PKK'nın yaptığı ateşkese ve barış çağrısına cevap vermesini
istiyoruz' seklindeki sözleri nedeniyle terör örgütünü övme suçundan açılan
kamu davası halen Van Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
121-
DTP ŞIRNAK İL ÖRGÜTÜ TARAFINDAN DÜZENLENEN AÇIK HAVA TOPLANTISININ TERÖR
ÖRGÜTÜNÜ ÖVEN MİTİNG HALİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ:
21.03.2007
tarihinde DTP Şırnak il örgütü tarafından gerçekleştirilen toplantıda yapılan
konuşmalarda DTP il başkanı izzet Belge 'doktorlardan bir açıklama gelmeden,
bizim liderimizi sapasağlam görmeden bu gerginlikler devam edecek. Ama Türkiye
bunu yapmıyor, Apo zehirlenmedi öyle bir şey yok, sapasağlamdır ama biz buna
inanmıyoruz. Biz Türkiye'ye sesleniyoruz sağlam bir doktor heyetini İmralı'ya
gönderin onlardan açıklama duyalım biz de rahatlıyalım. iste biz o zaman sakin
olabiliriz.', DTP kurucu üyelerinden Selma Söker'de konuşmasında Öcalan'a
övgüler düzdükten sonra ' sayın Öcalan son görüşmesinde botan halkına
selamlarını iletmiştir. Biz de buradan kendisine özgürlük çığlığımızı
ulaştıralım' seklinde beyanlarda bulunmuş, gösteri sırasında terör örgütü PKK
ve elebaşı Öcalan lehine yoğun biçimde sloganlar atılmış, sözde bayraklar
alanda dolaştırılmıştır. Söz konusu olayla ilgili soruşturma devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
halen devam etmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa
hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
122-
DTP TUNCELİ iL BAŞKANININ TERÖRİST BASI ÖCALAN'I ÖVMESİ:
18.03.2006
tarihinde DTP Tunceli il örgütünün düzenlediği, atılan sloganlarla örgüt
mitingine çevrilen açık hava toplantısında partinin il başkanı olan Özgür
Söylemez yaptığı konuşmada 'sayın Öcalan'a uygulanan ağır tecrit politikalarını
doğru bulmuyoruz' seklinde sözlerle suç ve suçluyu övme suçunu islediği
anlaşıldığından hakkında açılan kamu davasının Tunceli Sulh Ceza Mahkemesinin
2006/103 esas sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılaması sonucu TCY.nın 215.
maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiştir.
SAVUNMA
:
DTP
Tunceli il başkanı Özgür Söylemez hakkında suç ve suçluyu övmekten açılan dava
25 gün hapis cezasıyla sonuçlanmış olup, ceza 500-YTL para cezasına
çevrilmiştir Karar kesinleşmemiştir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa
hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
123-
DTP MYK ÜYESİ MEHMET ZEKİ DOGRUL'UN ÖCALAN'I ÖVÜCÜ BEYANI:
05.05.2007
tarihine DTP Bingöl il teşkilatının olağan kongresinde konuşan partinin MYK
üyesi Mehmet Zeki Doğrul'un 'sayın Öcalan' diye başlayan ve örgüt liderini
övücü sözlerin yer aldığı konuşmasında suç ve suçluyu övme suçunu islediği
anlaşıldığından TCY.nın 215. maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle
açılan kamu davasın halen Bingöl Sulh Ceza Mahkemesi nezdinde devam etmektedir.
SAVUNMA
:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
124-
DTP SİLOPİ iLÇE TEŞKİLATININ DÜZENLEDİĞİ YASA DIŞI GÖSTERİ:
24.04.2007
tarihinde DTP Silopi ilçe başkanı ve yöneticileri olan Haci Üzen, Sabriye
Burumtekin ve Fatma Gündüz tarafından düzenlenen izinsiz gösteri sırasında
'Dişe diş kana kan seninleyiz Öcalan', 'Öcalan'sız dünyayı basınıza yıkarız',
'biji serk Apo' gibi yasa dışı sloganların atıldığı, Fatma Gündüz tarafından
okunan Öcalan'ı övücü nitelikteki basın açıklaması ve gösterinin terör örgütü
gösterisine dönüştürüldüğünün anlaşılması karsısında ilgilileri hakkında 2911
sayılı yasanın 28/1. maddesi gereğince cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu
davası halen Silopi 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/666 esas sırasında kayıtlı
dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA
:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
125-
DTP'NİN YASADIŞI EYLEMLERDE YAŞI KÜÇÜK KİŞİLERİ KULLANMASI:
19.03.2006
tarihinde Antalya ili Konyaaltı Açıkhava Tiyatrosu'nda DTP tarafından izinli
olarak düzenlenen açık hava gösterisi sırasında elde edilen görüntüler üzerinde
ve alanda kolluk kuvvetlerinin yaptıkları tesbitler sonucu terör örgütü PKK'yı
simgeleyen sözde bayrakları taşıyan, üzerlerinde beyaz penye üzerine yazı ile '
Öcalan irademizdir' yazdırılmış ve özel olarak yaptırılmış tişörtleri giyen1990
doğumlu Ayten Dursun, 1989 doğumlu Hüsna Adam ve 1989 doğumlu Hülya Kılıç
yakalanmışlardır. Haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan
açılan kamu davasında İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/348 esas sayılı
dosyası üzerinden yapılan yargılamaları sonucu adı geçenlerin TCY.nın 314/2.
maddesi delaletiyle 220/8. maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar
verilmiştir. Sanıklar söz konusu yargılamaları sırasında verdikleri
ifadelerinde üzerlerine giydikleri tişörtleri ve salladıkları örgüt
bayraklarını olaydan 3-4 gün önce evlerine gelen ve DTP'den geldiklerini
söyleyen kişilerin kendilerine verdiğini ve giymelerini istediklerini beyan
etmişlerdir. Aynı olayda yargılanıp, işlediği fiilin hukuki anlam ve
sonuçlarını algılayamadığı yönünde uzman hekim kurulu raporu bulunması
nedeniyle atılı suçtan ceza tertibine yer olmadığına karar verilen 1992 doğumlu
Dilan Tas'ta aynı şekilde beyanda bulunmuştur. Söz konusu yargılama
dosyasındaki bilgilerden açıkça anlaşılabileceği gibi Demokratik Toplum Partisi
terör örgütünü övme, yüceltme eylemlerinde çocukları dahi kullanmıştır. Yasa
dışı gösteride küçük çocukların kullanılmasının siyasi partinin amaçlarına
ulaşmada kullanması gereken demokratik araçlardan birisi olamadığı
tartışmasızdır.
SAVUNMA:
Başsavcılıkça
'çocuk' olarak nitelenen kişiler,19 ve 18 yaşında, reşit kişilerdir. Kaldı ki,
müvekkil partiyi 'çocukları kullanmakla 'suçlayan Başsavcı, aynı 'çocukların'
yargılanıp ceza almasını olağan karşılamış gözükmektedir. Diğer yandan, anılan
kişilerin parti tarafından yönlendirildikleri kanıtlanmış olmadığı gibi karar
da kesinleşmemiştir.
126-
DTP ÜYELERİNİN YASADIŞI SLOGAN ATTIKLARI Şiddet İÇERİKLİ GÖSTERİ:
24.11.2006
tarihinde Malatya DTP üyeleri Mehmet Emin Yanardağ ve Bayram Bozan'ın da
içlerinde bulunduğu bir grup tarafından gerçekleştirilen yasa dışı gösteride
terör örgütü ve elebaşının sloganlarla propagandasının yapıldığının
belirlenmesi karsısında haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak
suçundan açılan kamu davası halen Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/116
esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
DAVA
B E R A A T İLE SONUÇLANMIŞTIR. Bu davayla ilgili iddia dahi Başsavcı'nın DTP
ile ilgili kanaatinin tarafsız değil hasmane olduğunun iyi bir göstergesidir.
Gerçekten de propaganda ile ilgili bir davanın üstelik Yargıtay Başsavcılığına
gelmiş bir hukuk insanı tarafından ŞİDDET İÇERİKLİ olarak nitelenebilmesinin
hukuka, vicdana ve akla yakın bir açıklaması yoktur
127-
EYLEM YAPMAK için İSTANBUL'A GELEN TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİNİN DTP iL BİNASINDA
KARSILANIP, LOJİSTİK DESTEK SAGLANMASI:
16.09.2006
tarihinde İstanbul ilinde yakalanan PKK terör örgütü üyesi Müslüm Karadağ
ifadesinde PKK terör örgütüne katılısını, örgütün kırsal alanında eğitim
gördüğünü detaylı olarak anlatmış, ifadesinde devamla 2006 yılında eylem için
İstanbul'a geldiğini, burada İstanbul DTP il binasında tanıştığı Lezgin isimli
sahsın barınma konusunda kendisine yardımcı olduğunu, DTP il teşkilatında
bulunan 'yurtsever' tabir edilen ailelere kendisini teslim ederek barınma
konusunda yardımcı olduğunu, bu kapsamda İstanbul'un muhtelif yerlerinde
çeşitli şahıslara ait evlerde kaldığını, gündüzleri ise DTP il binasına
götürüldüğünü beyan etmiştir. Söz konusu olayla ilgili olarak Müslüm Karadağ
hakkında terör örgütü üyesi olmak suçundan açılan kamu davası halen İstanbul
12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006&250 esas sayılı dosyası üzerinden devam
etmektedir.
SAVUNMA:
SANIK
PARTİ ÜYESİ DEĞİLDİR. DTP ile ilgili açıklamalarının doğruluğu
kanıtlanamamıştır. Kaldı ki, Karar kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir.
Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır
Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü
belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
128-
KIZILTEPE İLÇESİNDE DTP TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN ŞİDDET EYLEMLERİ VE PARTİ İL
BİNASINDA YAPILAN ARAMA SONUCU ELE GEÇEN SUÇ UNSURLARI:
02.04.2006
tarihinde 14 teröristin öldürülmesini protesto amaçlı olarak DTP tarafından
düzenlenen basın açıklamasının şiddet eylemlerine dönüştüğü, parti binasından
tas atılması ve bir polis memurunun tabancasının gasp edilip, güvenlik
kuvvetlerinin üzerine ateş açılması üzerine merciinden izin alınarak girilen
DTP Kızıltepe ilçe binasında yapılan aramada; 'BİZLER TÜRKİYELİYİZ AMA KÜRDÜZ
ÖNDERİMİZ ABDULLAH ÖCALANDIR', 'KÜRT HALKINA UZANAN ELLER KIRILSIN', 'KÜRT
HALKI ÖZGÜRLEŞİNCEYE KADAR DİRENECEK' gibi terör örgütü ve elebaşını övüp,
sahiplenen hazır pankartların, bol miktarda asılı Öcalan ve terör örgütü
elemanlarının resimlerinin bulunduğu tesbit edilmiştir. Olaylara fiilen katılan
ve yaptıkları açıklama ve hareketlerle olayları başlatan DTP Mardin il
yöneticileri Ferhan Türk, Cebrail Sayar, Osman Akkoyun, Ahmet Temel, Süleyman
Ökmen ve Gülser Yıldırım'ın da aralarında bulunduğu kişiler hakkında terör
örgütüne üye olma suçundan açılan kamu davası halen Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/159 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa
hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
129-
DTP MİLLETVEKİLİ AHMET TÜRK'ÜN TERÖR ÖRGÜTÜ PKK'YA TESEKKÜR ETMESİ:
DTP
Genel Başkanı Ahmet Türk'ün 06.11.2006 tarihinde Manisa'da yaptığı konuşma
sırasında PKK'ya gerçekleştirdiği sözde ateşkesle ilgili teşekkür ettiği
iddiası ile ilgili olarak kendisine soru yönelten Batman Çağdaş Gazetesi
muhabirlerine olayı doğrulayan beyanda bulunduğu iddiası ile hakkında açılan
soruşturma Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
Teşekkür
nedeni ateşkesle ilgili olup, Soruşturma halen devam etmektedir. Örgütlenme ve
ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın
iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
130-
DTP MİLLETVEKİLLERİ AYSEL TUGLUK VE AYLA AKAT ATA'NIN TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELİĞİ
SUÇUNDAN YARGILANMALARI:
Terör
örgütü PKK'nın kurucusu ve elebaşı Abdullah Öcalan'ın Kenya'da yakalanıp,
ülkemize getirilmesinden sonra gerçeklesen yargılama süreci sonrasında mahkum
olduğu cezası İmralı Cezaevinde infaz edilmektedir. Yasalar gereğince
avukatlarıyla görüşme olanağı tanınan teröristbaşının avukatları yasal
haklarını kötüye kullanarak teröristbaşının terör örgütünü ve kurdurduğu siyasi
partileri (geçmişte DEHAP, simdi ise DTP) yönetmesine olanak sağlayan
talimatlarını her görüşme sonrası 'GÖRÜŞME NOTLARI' adı altında terör örgütüne
yakınlığı ile bilinen internet sitelerinde yayınlanmasını sağlamışlardır. Bu
açıdan bakıldığında elebaşına yakınlıklarından ve sadakatlerinden kuşku
duyulmayacak avukatlarından bazılarının DTP destekli bağımsız aday olarak
milletvekili seçimlerine katılmaları ve hatta milletvekili seçilmeleri
beklenen sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim teröristbaşının bu süreçte
avukatlığını yapan Aysel Tuğluk ve Ayla Akat Ata 22 Temmuz 2007 tarihinde
yapılan seçimler sonucu milletvekili seçilmişler ve derhal Öcalan'ın talimatı
ile kurulun Demokratik Toplum Partisi'ne katılmışlardır. İlgililer hakkında
teröristbaşının talimatlarını gerekli gördükleri yerlere iletmeleri nedeniyle
açılan soruşturma sonucu eylemlerinin çok sayıda olması nedeniyle örgüt
propagandası niteliğini asıp, örgüt üyeliği vasfına ulaştığı anlaşıldığından
terör örgütüne üye olmak suçundan haklarında açılan kamu davaları
birleştirilerek halen İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/358 esas sayılı dosyası
üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Türkiye
de milletvekillerini seçen halk olup,Başsavcının halkın seçimlerinden bile
rahatsız olduğu ortadadır.Kaldı ki, Karar kesinleşmemiştir. Dava halen
derdesttir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken
bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında
ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
131-
DTP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SELMA IRMAK'IN TERÖRİSTBAŞINI ÖVÜCÜ BASIN
AÇIKLAMASI:
DTP
Genel Başkan yardımcısı Selma Irmak 05.10.2007 tarihinde Ankara'da yaptığı basın
açıklamasında terör örgütü PKK'nın elebaşı Öcalan'ı övücü beyanlarda bulunması
nedeniyle hakkında suç ve suçluyu övmek suçundan başlatılan soruşturma Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
halen devam etmektedir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa
hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
132-
DEMOKRATİK TOPLUM PARTİLİ BELEDİYE BAŞKANLARININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN YAYIN ORGANI
ROJ İSİMLİ TELEVİZYON KANALININ KAPATILMASINI ÖNLEMEK İÇİN DANİMARKA BASBAKANINA
MEKTUP YAZMALARI:
Daha
önce Avrupa çıkışlı yayın yapan ve bu yayını ilgili ülkeler nezdinde
Devletimizin 'terör örgütünün sözcüsü gibi yayın yaptığı gerekçesi ile' yaptığı
girişimler sonucu bu durumun sabit olduğunun ilgili ülkelerce de anlaşılmasıyla
kapatılmasına karar verilen MED TV, daha sonra kurulup aynı akıbete uğrayan
MEDYA TV adlı televizyon kanallarının devamı niteliğinde, aynı kadrolar
tarafından kurulan ROJ TV, halen Avrupa çıkışlı olarak yayınına devam
etmektedir. Bu yayının kaldırılmasına ilişkin girişimlerde bulunulması
karsısında etkili propaganda vasıtasını kaybetmekten korkan terör örgütüne
paralel olarak DTP yöneticileri de yayının 'durdurulmaması' için girişimlerde
bulunmuş, bu anlamda çeşitli etkinliklerin yanı sıra DTP'li 56 BELEDİYE BAŞKANI
imzası ile yayının yapıldığı Danimarka Başbakanına bir mektup gönderilmiş,
parti mitinglerinde konuşan tüm yöneticiler söz konusu yayını savunan
beyanlarda bulunmuşlardır. Halen söz konusu televizyon kanalının basında
bulunan Abdullah Hicab adlı kişinin PKK üst yönetiminde de yer alması ve örgüt
tarafından bu isle görevlendirilmesi, terörist bası Öcalan'ın avukat
görüşmelerinde (örneğin 12.Mayıs 2004 tarihli avukat görüşmesindeki beyanları)
söz konusu kanalın yapısını ortaya koymaktadır. Terör örgütünün sözcülüğünü
yaptığından kuşku bulunmayan, bu nedenle Dışişleri Bakanlığı tarafından
yayınlarının engellenmesi amacıyla yayının yapıldığı Danimarka ülkesi nezdinde
başlatılan girişimler karsısında DTP'li BELEDİYE başkanları tarafından Danimarka
Basbakanına yazılan ve ROJ TV'nin kapatılmaması talebini içeren mektup
nedeniyle mektuba imza koyan Osman Baydemir, Fırat Anlı, Abdullah Demirbaş,
Yurdusev Özsökmenler, Zülküf Karatekin, Mehmet Salih Yıldız, Hüseyin Kalkan,
Metin Tekçe, Gülcihan Simsek, Muzaffer Yöndemli, Songül Erol Abdil, Cihan
Sincar, Mehmet Nasır Aras, Demir Çelik, Ali Yıldız, Memet Tahir Kahramaner,
Seyfettin Aydın, Mulla Simsek, Abdülkerim Adam, Nusret Aras, Fahrettin Astan,
Mehmet Selim Demir, Mehmet Tanhan, Mukaddes Kubilay, Fikret Kaya, Kutbettin
Taskıran, Aydın Budak, Hursit Tekin, Seyhmus Bayhan, Faik Dursun, Sükran Aydın,
Ramazan Kapar, Nadir Bingöl, Hüseyin Ögretmen, Murat Ceylan, Abdullah Akengin,
Esat Üner, Osman Keser, Leyla Güven, Etem Sahin, Süleyman Anık, Resul Sadak, Hasan
Karakaya, Nuran Atlı, Zeyniye Öner, Emrullah Cin, Muhsun Kunur, Burhan Kurhan,
Seyfettin Alkum, Hursit Alptekin, Mehmet Kaya, Orhan Özer, Ahmet Ertak,
Abdulkadir Agaoglu, Ayhan Erkmen ve ismail Arslan haklarında silahlı örgüte
bilerek ve isteyerek yardım etmek suçundan açılan kamu davası halen Diyarbakır
5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/205 esas sayılı dosyası üzerinden devam
etmektedir.
SAVUNMA:
DTP
BELEDİYE başkanlarının ROJ TV nin kapatılmaması için Danimarka başkanına
yazdığı mektup nedeniyle açılan dava sonucu her birine 2 ay 15 gün hapis cezası
verilmiş olup, cezalar 1875 ytl para cezasına çevrilmiştir.
Karar
kesinleşmemiştir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine,
devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
133-
DTP MİLLETVEKİLLERİNİN TERÖR ÖRGÜTÜ TARAFINDAN KAÇIRILAN SEKİZ ASKERİN GERİ
ALINMASINI ÖRGÜT PROPAGANDASINA DÖNÜŞTÜRMESİ:
21
Ekim 2007 tarihinde terör örgütü tarafından kaçırılan sekiz askerin geri
alınması olayı DTP milletvekilleri Aysel Tugluk, Fatma Kurtulan ve Osman Özçelik
tarafından tam bir örgüt propagandasına dönüştürülmüştür. Roj TV gibi örgütün
yayın organlarında olaydan sonra askerlerin teslim edilmeleri için özellikle
ailelerinin DTP'ye yönlendirilmeleri ve nihayetinde üç milletvekilinin Kuzey
Irak'a giderek terör örgütü elebaşının resimleri ve sözde bayrakları önünde
askerleri almalarına ait görüntülerle istenilen propaganda amacına ulaşılmak
istenilmiştir. Terör örgütünün aileleri DTP'ye yönlendirmesinden de
anlaşılacağı gibi söz konusu eylemin propaganda amaçlı planlandığı çok açık
olarak ortaya çıkmıştır. Olayla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından Aysel Tugluk, Fatma Kurtulan ve Osman Özçelik haklarında başlatılan
soruşturma devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
halen devam etmektedir. Ancak bu iddiayı anlamak gerçekten güçtür. Bir an için
teslim töreninde PKK bayraklarının olmasının propaganda amaçlı olduğu kabul
edilse dahi propagandaya dönüştüren milletvekilleri değildir ki' Bayrakları
onlar asmamıştır ki' PKK'nın astığı bayraktan neden milletvekilleri sorumlu
olsun' Onların oraya neden gittiği bellidir, amaçlarına da ulaşmış ve 8 eri
alıp dönmüşlerdir. Bu ülkede bazı şeyleri anlamak gerçekten zordur. İnsan
hayatı o kadar ucuzdur ki, televizyonlarda bir saniye PKK bayrağı görüneceğine
8 erin cenazesi görünseydi sanki daha iyi olacaktı. Adalet Bakanı'nın
dönmelerine sevinemediği 8 erin ailelerine kavuşmalarının, hayatta olmalarının
hiç mi önemi yoktur' Bunu değerlendirmek için hukuk bilgisine bile ihtiyaç yok
ki...
Yasama
dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın
iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
134-
DTP MİLLETVEKİLİ İBRAHİM BİNİCİ'NİN TERÖR ÖRGÜTÜ MENSUBUNUN CENAZESİNDE YAPTIĞI
BASIN AÇIKLAMASI:
İran-Irak
sınırında öldürülen terör örgütü PKK mensubu Ayfer Serçe ile ilgili olarak 29.07.2007
tarihinde Viranşehir ilçesinde yasa dışı sloganların atıldığı örgütün
elebaşının posterlerinin açıldığı, sözde bayraklarının sergilendiği gösteri
sırasında basın açılaması yapan DTP Milletvekili İbrahim Binici'nin 'Kürt
halkına karsı tüm bu vahşi ve kanlı yönelimler Türk ve İran Devletlerinin es
zamanlı olarak gerçekleştirdikleri operasyonlarla direk bağlantılı olduğu
bilinmelidir' gibi sözleri nedeniyle islemiş olduğu halkı kin ve düşmanlığa
tahrik etmek suçu nedeniyle hakkında açılan kamu davası halen Viranşehir Asliye
Ceza Mahkemesinin 2007/39 esas sayılı dosyası üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle
Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
135-
DEHAP'IN DTP'YE KATILIS BİLDİRGESİ:
Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik eylemleri odağı olduğu
gerekçesiyle hakkında Anayasa Mahkemesi'ne kapatma davası açılmış olan
Demokratik Halk Partisi (DEHAP) parti meclisi ve il başkanlarının katılımıyla
16 Ağustos 2005 tarihinde ' Demokratik Toplum Hareketi'ne katılım' adı altında
gerçekleştirdikleri toplantının sonuç bildirgesinde DEHAP'ın ''ciddi bir
tecritle iç içe yaşatılan sayın Abdullah Öcalan'ın sorunun çözümünde muhatap
olma bakış açısının kabulünde rolünü oynamaya çalıştığı'.' beyanla, bundan
sonra yola Demokratik Toplum Hareketi (daha sonra DTP olarak partileşen oluşum)
bünyesinde devam edeceklerini deklare etmeleri nedeniyle Tuncer Bakırhan, ve
diğer ilgililer hakkında suç ve suçluyu övme suçundan açılan kamu davası halen
Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/265 esas sayılı dosyası üzerinden devam
etmektedir. Hakkında açılan kapatma davası dikkate alındığında DEHAP'ın
üstlendiği görevi belirterek, aynı yönde çalışmak için DTP'ye katılması, davalı
partinin asıl amacının terör örgütü ve liderinin savunulması olduğunu açıkça
kanıtlamaktadır.
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
136-
DTP ANKARA İL YÖNETİCİSİNİN YASADIŞI GÖSTERİLERİ ORGANİZE ETMESİ:
11
Eylül 2007 tarihinde Ankara TED Koleji çok katlı otoparkında ele geçen
düzenekli patlayıcı yüklü Mercedes Vito marka araçla ilgili yapılan soruşturma
sırasında ulaşılan zanlı Alpaslan Özkan ifadelerinde Ankara'da üniversitelerde
okuyan öğrencilere PKK propagandası yapılarak örgüte eleman kazandırılması
amacıyla kurulan Gençlik Kültür Merkezi (GKM)'nin DTP Ankara il yönetiminde
görevli Fevzi Kara isimli sahsa ait olduğunu, yine DTP Ankara il yönetiminde
görevli Taylan Gürel isimli sahsın sürekli GKM'ne gelip gittiğini, terör
örgütünün yayın organlarında verilen örgüt ve elebaşısı Abdullah Öcalan lehine
yasa dışı eylem talimatlarının gereğini yapmak üzere Ankara DTP il yönetimince
alınan kararların bu şahıslar tarafından duyurulup, eylemlerin organize
edildiğini beyan etmiştir. Olayla ilgili soruşturma halen Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
GKM
(gençlik kültür merkezi) gençliğin sosyal, kültürel maçlı bir araya gelerek
çalışma yürüttükleri bir gençlik örgütüdür. DTP ile organik veya inorganik
hiçbir bağlantısı yoktur, parti organı değildir.
Kaldı
ki, soruşturma halen devam etmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa
hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
137-
DTP MİLLETVEKİLLERİ FATMA KURTULAN VE SEVAHiR BAYINDIR'IN TERÖR ÖRGÜTÜ
KAMPLARINDA Eğitim ALMASI:
Terör
örgütü içerisinde faaliyette bulunduktan sonra ayrılan Dicle kod S.S. isimli
şahıs daha sonra verdiği ifadelerinde; örgüt içerisinde faaliyet gösterdiği
sırada HADEP-DEHAP parti teşkilatından birçok insanın örgütün kamplarına
gelerek siyasi eğitim aldıktan sonra tekrar Türkiye'ye dönerek bu partiler
içerisinde faaliyet gösterdiğini, 2003 yılında (halen DTP milletvekili olan)
Fatma Kurtulan ve Sevahir Bayındır'ın örgüte ait Şehit Harun kampına
geldiklerini, kendilerine üç ay süreyle PJA içerisinde üst düzey sorumlusu
Pelsin kod Gülizar Tural tarafından siyasi eğitim verildiğini, bu süre zarfında
her ikisinin de örgüt kıyafetlerini giydikleri, eğitimin sonunda siyasi
çalışmalarda bulunmak üzere Türkiye'ye döndüklerini beyan ettiği görülmüştür.
Resmi nikahlı esi Salman Kurtulan'ın halen örgüt içerinde faaliyet gösterdiği
anlaşılan Fatma Kurtulan ve Sevahir Bayındır haklarında olayla ilgili
soruşturmaya devam edilmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
halen devam etmektedir. Fatma Kurtulan, bu haberleri
yayınlarken kendisine ait olduğu iddiasıyla bir başka sına ait fotoğrafları
basan Akşam ve Tercüman Gazeteleri aleyhine dava açmıştır. Açtığı davalar da
devam etmektedir.
Örgütlenme
ve İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır
Başsavcılığın
iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
138-
DTP'Lİ ŞIRNAK BELEDİYE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ AÇIKLAMASI:
07
Eylül 2007 tarihinde DTP'li Şırnak BELEDİYE BAŞKANI Ahmet Ertak'ın Şırnak'ta
Fransız haber ajansı 'France 24' kanalına verdiği görüntülü röportaj sırasında
' 'PKK Kürt halkını destekliyor. Bizde PKK'yı destekliyoruz. PKK'yı desteklemek
lazım'' seklinde beyanlarda bulunduğunun anlaşılması karsısında terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan başlatılan soruşturma Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
halen devam etmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa
hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
139-
DTP ÜYESİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMASI, DOGUBAYAZIT İLÇE BİNASININ
TERÖR ÖRGÜTÜ MERKEZİNE ÇEVRİLMESİ:
21.02.2006
tarihinde kuruluş aşamasındaki DTP Doğubayazıt ilçe binasında yapılan izinli
arama sırasında duvarlarda terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın
posterlerinin asılı olduğu, bina içerisinde ' Ben bir Kürdistanlı olarak,
Kürdistan'da sayın Abdullah Öcalan'ı siyasal irade olarak görüyor ve kabul
ediyorum' içerikli Türkçe ve Kürtçe matbu dilekçelerin bulunduğu
belirlenmiştir. Partinin kuruluş çalışmalarını yapan ve terör örgütü üyeliği
suçundan mahkum olduğu önceki cezasını çektikten sonra cezaevinden 01.11.2004
tarihinde tahliye edilen Ahmet Özbay hakkında terör örgütünün propagandasını
yapmak suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucu Erzurum 2.
Ağır Ceza Mahkemesinin 30.05.2006 gün ve 2006/55-76 sayılı kararı ile 3713
sayılı yasanın 7/2. maddesi gereğince 10 ay hapis ve 416.00 YTL adli para
cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır
SAVUNMA:
Karar
kesinleşmemiştir. Dava halen derdesttir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın iddiası
öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
140-
DTP ÜYESİNİN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMASI:
DTP
üyesi olduğunu beyan eden Orhan Tunç'un 02.10.2006 ve öncesi tarihlerde Diyadin
ilçesinde terör örgütü PKK'nın propagandasını yapıp, eleman kazandırmaya
çalıştığının anlaşılması karsısında hakkında başlatılan soruşturma Erzurum
Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde devam etmektedir.
SAVUNMA:
Zanlı
DTP ÜYESİ DEĞİLDİR. Soruşturma halen devam etmektedir. Örgütlenme ve İfade
özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır Başsavcılığın
iddiası öncelikle Anayasa hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir.
141-
DTP'Lİ BELEDİYE BAŞKANININ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖVÜCÜ KONUŞMASI:
02.10.2007
tarihinde öldürülen terör örgütü mensubu Mehmet Bayram'ın ailesi tarafından
Adana ilinde kurulan taziye çadırına gelen Yakapınar beldesinin DTP'li BELEDİYE
BAŞKANI Osman Keser'in burada yaptığı konuşma sırasında ''bugün acı günü
yasıyoruz. Kürdistan halkı bir evladını daha toprağa verdi ve Hamit
arkadaşımızı toprağa verdik. Bu bizim ne ilk şehidimizdir, ne de son şehidimiz
olacaktır'..otuz yıldır silahlarla, operasyonlarla köylerimizi, coğrafyamızı
yok ettiler.Hiçbir sonuç alamadılar ve alamayacaklardır'.' gibi sözlerle açıkça
terör örgütünün propagandasını yapması nedeniyle hakkında başlatılan soruşturma
halen Adana Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde 2007/566 sayılı soruşturma evrakı
üzerinden devam etmektedir.
SAVUNMA:
Soruşturma
halen devam etmektedir. Örgütlenme ve İfade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir olaydır. Başsavcılığın iddiası öncelikle Anayasa
hükümlerine, devamında ulusalüstü belgelere aykırıdır
TC
ANAYASASI MADDE 38.' (')
Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsîdir
Nitekim,
Anayasa Mahkemesi'nin 16.6.1964 günlü, E: 1963/101, K: 1964/49; 3.11.1983
günlü, E: 1983/4, K: 1983/4 (Muhafazakar Parti); ve yukarda konu edilen DYP
kararlarında, parti kapatma dâvâlarında Ceza Hukuku'nun bütün kurallarının, bu
arada Ceza Hukuku temel prensiplerinin uygulanacağı, 'Kanunsuz suç ve ceza olmaz',
'Kıyasa yer verilemez', 'Şüphe sanık lehine yorumlanır', 'Kanun boşluğu, ancak
yine kanunla doldurulabilir, yorum ve içtihatla suç ve ceza ihdas olunamaz',
'Ceza sorumluluğu şahsidir. Bir kimse başkasının fiilinden sorumlu tutulamaz'
ilkelerine de atıfta bulunularak, CEZA HUKUKUNUN TEMEL, GENEL VE EVRENSEL
DEĞERLERİNE ATIFTA BULUNMUŞTUR. Ve özellikle suç ve cezalara ilişkin
Anayasa'nın 38. maddesi daima göz önünde tutulmuştur
3-
İDDİANAMADE YER ALAN 141 EYLEM PARTİNIN KAPATILMASINI GEREKTİRCEK NİTELİKTE
OLMAYIP, 129'U YANİ %93'Ü İFADE VE ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDA
DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKEN OLAYLARDIR:
İddianamede,
müvekkil partinin kuruluşundan sonraki, KAPATMAYA NEDEN OLACAK eylemleri olarak
141 maddelik bir liste oluşturulmuştur.
Asgari
200 BİN ÜYESİ bulunan, Müvekkilimiz Partinin
kapatılması
nedenini oluşturduğu iddia edilen 141 maddelik eylem (!) listesi
incelendiğinde;
-
129 adet iddianın SÖZLÜ BEYAN VEYA BASIN AÇIKLAMASI OLDUĞU;
-
4 olayda isimleri geçen kişilerin parti üyesi olmadığı
-
8 dava beraatle sonuçlandığı,
-
33 davanın halen derdest olduğu
-
33 hazırlık soruşturmasının devam ettiği;
-
38 davanın Yargıtay aşamasında olduğu,
-
9 davada verilen kısa süreli verilen cezalar nedeniyle cezaların para cezasına
çevrildiği;
-
Bir davada da kısa süreli ceza nedeniyle erteleme mevcut olduğu
anlaşılmaktadır.
-
Esasen birçok mahkumiyet kararında Ceza Muhakemeleri K.'nun 231. maddesindeki
'HÜKMÜN AÇIKLANMASININ ERTELENMESİ' uygulamasının yapılmadığı, yapılması
halinde 'hiçbir hukuksal sonuç doğurmayacağı'
İddianameye
konu olan 141 eylemin 129'u yani %93'ü düşünce
açıklama
özgürlüğüyle ilgili olduğu ve bunların 'kesinleşmeleri' halinde bile,
birçoğunun AİHM den geri döneceği davalar niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
4-
İDDİANAMEDE SUNULAN KANITLARIN BİR KISMI GERÇEĞE AYKIRI, ÇARPITILMIŞ VE HUKUKSAL
DEĞERİ OLMAYAN, ZORLAMA KANITLARDIR :
İddianamede
yer alan 141 maddelik eylem listesinin;
-
8 davada verilen BERAAT KARARLARININ Yüksek Mahkemeden gizlendiği;
-
4 ayrı eylemde partili olduğu iddia edilen kişilerin müvekkil parti ile hiçbir
ilişkisi bulunmadığı,
-
21. sırasında yer alan ' DTP YÖNETİCİSİ ZEKİ KILIÇ'IN TERÖR ÖRGÜTÜNÜN EYLEM
TALİMATLARINI BİLDİRİ HALİNDE HALKA DAĞITMASI: İstanbul DTP İl yönetiminde
görevli Zeki Kılıç'ın 27.03.2006 tarihinde bildiri dağıttığı anlaşılmış,
eylemine uyan yasadışı örgüt üyeliği suçundan Türk Ceza Yasasının 220/7 Maddesi
uyarınca Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 17.05.2007 gün ve 2007/201 sayılı
kararı ile 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır.' ifadesi Sayın
Başsavcının amacına ulaşmak için yüksek Yargıyı yanıltmayı dahi göze aldığının
açık kanıtıdır. Çünkü Başsavcı tarafından müvekkil partinin kapatılmasına kanıt
olarak gösterilen burada sözü edilen kişinin yargılandığı Türk Ceza Yasasının
220/7. maddesi' Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte,
örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak
cezalandırılır' hükmünü amirdir. Buna bağlı olarak, anılan kişinin örgüt üyesi
olmadığı Mahkemece saptanmış iken Başsavcılığın, bu kişiden (sanıktan) 'örgüt
üyesi' gibi söz etmesi, iddianamedeki önyargılı ve taraflı yaklaşımın en açık
kanıtıdır.
5-
İDDİANAME 'KURGU VE ÖNYARGI' ÜRÜNÜDÜR:
Yukarıda
ki açıklamalarımız incelendiğinde, müvekkil partinin kapatılması için ulusal ve
ulusalüstü yasalarca geçerli tek bir yasal neden ve tek bir yasal kanıtın
bulunmadığı ortadadır. Oysaki Başsavcı, aynı iddianamede, yukarıda KANIT
NİTELİĞİ TAŞIMADIĞI açıklanan tümüyle, iddiayı isbata elverişli olmayan
argümanlara dayanarak;
'09.11.2005
tarihinde davalı Demokratik Toplum Partisi kurulmuştur. DEHAP hakkında dava
süreci halen devam etmekte olup, bu arada DEHAP 19.11.2005 tarihinde fesih
kararı almıştır. 1990 yılından bu yana devam eden ve yukarıda özetlenen
süreçten anlaşılacağı gibi hemen hemen aynı kadrolar tarafından kurulup, devam
ettirilen HEP; ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP ve simdi de DTP'nin aynı akıbete
uğramaları rastlantı değildir. Söz konusu partilerin tamamının terör örgütü PKK
ile bağlantılı faaliyet gösterdikleri toplumda inkar edilemeyen bir gerçekliktir.
Nitekim davalı parti DTP'de süreçte görevini yerine getirirken yukarıda
bahsedilen olaylarda açıkça görüleceği gibi tüm eylemlerini terör örgütü
güdümünde gerçekleştirmiş, örgütün ve elebaşısı Abdullah Öcalan'ın
savunulmasından başka demokratik anlamda bir siyasi partiden beklenilebilecek
hiçbir girişim veya söylem geliştirmemiş, deyim yerinde ise kendisini terör
örgütü savunmanlığına özgülemiştir. Terör örgütüne terör örgütü
diyememeninyanında 'kardeşlerimiz', 'tabanımız',muhatap alınması gereken kurum'
gibi ifadeler kullanılmış, parti binaları örgüt kampları gibi terörist
resimleri, sözde örgüt bayrakları ile donatılmış, örgüt lehine eğitim
faaliyetleri yapılan, terör örgütü ve elebaşı lehine yasa dışı gösterilerin
organize edildiği, teröristlerin buluşma noktası haline getirilmiştir.
Öldürülen terör örgütü elemanları 'şehit' olarak tanımlanmış, ROJ TV gibi
örgütün yayın organları birinci derece muhatap alınarak programlarına partinin
her kademesinden kişiler vasıtası ile katılınmış, telefonla canlı bağlantılar
yapılmış, hepsinde de örgüt propagandası içeren, halkı kin ve düşmanlığa tahrik
eden beyanlarda bulunulmuştur. Terör örgütünün yayın organı olduğu kuskusuz
olan, daha önceki versiyonları MEDTV, MEDYA TV gibi televizyon kanallarının yetkili
mercilerin girişimleri üzerine yayın yaptıkları ülkelerce kapatılması
sonrasında kurulan ROJ TV hakkında yine yayın yaptığı ülke nezdinde yayının
engellenmesi girişimlerinde bulunulması üzerine partinin tüm kademelerinde yer
alan görevliler tarafından yoğun bir şekilde sözkonusu kanalın kapatılmaması
için kampanya başlatılmıştır. Davalı partinin tüm gösteri ve toplantıları,
hatta olağan kongreleri dahi terör örgütü ve elebaşısı lehine atılan sloganlar,
taşınan pankartlar, resimler, sözde örgüt bayrakları, sergilenen şiddet
görüntüleri ile gerçekleşmiştir. Parti mensuplarının eylemleri propaganda
boyutlarını asarak şiddet eylemlerinde görev almaya, terör örgütü bildirilerini
halka dağıtmaya, talimatlara uymayanları tehdide, adliye binalarına bomba
koymaya, terör örgütüne eleman kazandırıp, kırsala göndermeye, teröristlerin
talimatlarını alıp, gereğini yapmaya, partililerin örgüt kamplarına gidip,
toplantılara katılmasına, buralarda eğitim aldıktan sonra ülkeye dönüp
faaliyette bulunmaya, hatta gösterdikleri liyakat gözetilerek milletvekili
olmaya, terör örgütünün ihtiyaçlarını karşılamak için halktan para toplamaya
dönüşmüştür. Davalı partinin eylemlerinin demokratik hukuk düzeninde olması
gereken hiçbir unsuru taşımadığı gibi, olmaması gereken tüm unsurları taşıdığı
tartışmaya yer vermeyecek bir gerçeklik olarak önümüzdedir.
PKK'lı
teröristlerin yol kesip, 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan milletvekilliği
seçimleri için DTP destekli seçime giren (seçimden sonra DTP'ye katılan
bağımsız adaylara oy verilmesi için propaganda yapması durumun ne derece vahim
olduğunun kanıtıdır.'
İddiasında
bulunmakta hiçbir sakınca görmemiş.
II-
DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİ DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİ'NİN TÜZÜK VE PROGRAMI
Demokratik
Toplum Partisi'nin Tanımı:
Demokratik
Toplum Partisi, demokratik uygarlık çağı değerleri olan özgürlükçü, eşitlikçi,
adaletçi, barışçı, çoğulcu, katılımcı, çok kültürlü toplumu zenginlik olarak
gören ve yenileşmeyi savunan; insan ve toplum odaklı diyalog ve uzlaşıya
dayalı, otoriter-merkezi-hiyerarşik siyaset yapma tarzı yerine;
demokratik-yerel-yatay işleyişi benimseyen, demokratik iç işleyişi kararlılıkla
savunan, barışçıl demokratik siyaseti esas alan, evrensel değerlere sahip
çıkan, her türlü ayrımcılığı ve ırkçılığı ret eden, insanlığın özgürleşmesini cinsler
arası eşitlikte gören, bu temelde özgür, demokratik-ekolojik toplumu hedefleyen
demokratik özgürlükçü eşitlikçi sol bir kitle partisidir.
Demokratik
Toplum Partisi'nin Amacı
Demokratik
Toplum Partisi; Türkiye'nin hukuki, siyasi, idari, sosyal, ekonomik, kültürel
ve diğer bütün alanlarda kapsamlı demokratik reformlarla yeniden
yapılandırılmasını ve bu sürecin etkin ve kalıcı kılınabilmesi için toplumsal
barışın sağlanmasını acil bir ihtiyaç olarak tespit eder. Bunun için, halkın
demokratik iradesine dayalı, etnisite, sınıf, cins ayrımı yapmadan, başta
emeğiyle geçinen tüm toplumsal kesimler olmak üzere, kadın, gençlik ve farklı
inanç gruplarının ortak mücadele örgütü olarak, kuruluşu ve işleyişiyle
özgürlükçü demokratik siyasal mücadelesini kurumlaştırarak yürütür.
AB
sürecini salt bir devletler topluluğu değil, aynı zamanda bir halklar topluluğu
olarak da gören DTP, bu süreci kararlılıkla savunur. Türkiye'nin AB sürecinin
gerektirdiği reform ve düzenlemelerin hayata geçirilmesinin takipçisi olmak ve
bu sürecin toplumun en geniş çıkarlarına hizmet etmesi için başlamış bulunan
müzakere sürecine aktif katılımı öngörecek girişimlerde bulunur.
Türkiye
Cumhuriyeti'nin Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplar tarafından kurulduğunu
ve kardeşliğin temelinin tarihin derinliklerinde yattığını beyan eder;
halkların geleceğini ve Kürt sorunun çözümünü ortak vatanda özgür birliktelikte
ve Demokratik Cumhuriyette görür.
Demokratik
bir mücadeleyle evrensel hukuk kurallarına uygun yeni bir anayasa çerçevesinde,
barışçıl, özgürlükçü, adaletçi, eşitlikçi, değişimci, çoğulcu ve katılımcı bir
demokrasiyi, ihtiyaçlara dayalı yaygın örgütlü sivil toplumu, demokratik
siyasi, herkesin kendi kimlik özelliklerini geliştirebileceği toplumsal bir
yapıyı savunur.
Devleti,
kutsal ve halkın üzerinde gören anlayış yerine, devleti halkın hizmetine
sokacak düzenlemeler yaparak otoriter-bürokratik devletin giderek küçülmesini öngörür.
Yasak ve tabuları temel alan anlayışların terk edilmesi; bireysel, kolektif,
siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel temel hak ve özgürlüklerin etkin biçimde
kullanılmasını sağlayacak siyasal ve toplumsal bir yapılanmanın oluşturulması;
herkese ayrımsız, anadilinde eğitim ve öğretim hakkının sağlanması, basın,
düşün, kültür-sanat ve diğer alanlarda özgürlükçü ve demokratik anlayışın
yerleşmesi için mücadele eder.
Cins
ayrımcılığı ve kadına yönelik her türlü şiddeti ret eder, toplumun
özgürleşmesinin kadının özgürleşmesine bağlı olduğundan hareketle, yaşamın tüm
alanlarında cinsler arası eşitliğin yaratılabilmesi için; hukuki, ekonomik,
sosyal, siyasal ve kültürel tedbirlerin alınmasını sağlar.
Cinsiyet
özgürlüğünü sağlamanın demokratik toplum hedefine ulaşmada belirleyici bir
etken olduğundan hareketle, cinsiyet özgürlüğü önündeki bütün engellerin
ortadan kaldırılması için başta kadınların öz iradesine dayalı olarak gelişecek
kadın örgütlülüğünü yaratarak, kararlılıkla mücadele eder.
Gençliği,
özgür ve demokratik geleceği yaratmanın temel dinamiği olarak görür. Gençliğin
sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik yaşamda kendini ve toplumu
geliştirmesinin önündeki her türlü engelin kaldırılması ve gençliğin özgür
örgütlülüğünü yaratarak siyasetin gençleştirilmesi için mücadele eder.
Ulusal
ve küresel ekonominin dengeli uyumu temelinde kamu ve özel mülkiyetin birlikte
ele alındığı, rantçılığa karşı üretken sermayeye yer veren, sosyal adaleti her
alanda gerçekleştiren, yoksulluğa ve açlığa karşı adil paylaşımı ve üreticiliği
ön gören bir felsefeyle hareket eder.
İnsanlığın
geleceğinin doğa ve çevre ile uyumlu demokratik bir toplumdan geçtiğini
savunur; doğa üzerinde sistemli bir şekilde sürdürülen tahribatı sona erdirecek
ekolojik-demokratik bir toplumun yaratılması için mücadele eder.
Her
türlü inancın kendisini özgürce ifade edebileceği, devletin tüm inançlara eşit
mesafede duracağı, bilimsel düşünceyi esas alan, özgürlükçü, demokratik laiklik
anlayışın esas alınması için mücadele eder.
Türkiye'nin
katı merkeziyetçi ve tekçi yapılanmasına karşı yerinden yönetimi ve yerel
demokrasinin geliştirilmesini savunur. Yerel demokrasinin bir an önce hayata
geçirilebilmesi için, Türkiye'nin mevcut idari işleyişinde gerekli acil
reformları gerçekleştirmeye yönelik kapsamlı çalışmalar yürütür, bu amaç
doğrultusunda bilimsel araştırma ve tartışmalar geliştirir.
Demokratik
Toplum Partisi, yaşamın her alanında kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasını
savunur. Kadın-erkek eşitliğinin siyasal alanda uygulanabilmesi için her türlü
önlemi alır. Kadın-erkek eşitliğini en üst düzeyde sağlamak üzere 'eşbaşkanlık'
sistemini savunur ve bunun kurumsallaşması için mücadele yürütür.
DEMOKRATİK
TOPLUM PARTİSİ, AB'YE TAM ÜYE OLMUŞ BİR TÜRKİYE'Yİ HEDEFLEMEKTEDİR
Dünyadaki
değişim ve dönüşümler, insanlığın paylaştığı ortak değerler noktasında
bireyleri ve sistemleri demokratikleşmeye zorluyor.
Demokratikleşmenin
önemli bir boyutu da, siyasetin demokratikleşmesidir. Bu da ancak farklı
toplumsal taleplerin belirli bir zeminde karşılanması, tartışılması, uzlaşması
ve karar süreçlerine ulaşmasıdır.
Türkiye'nin
dış politikada söz sahibi olabilmesi, ancak iç ve dış kamuoyunun desteği ile
yapacağı cesur reformları, ayrıca ekonomik istikrar ve demokratikleşmeyi
başarmasına bağlıdır. Radikal bir hukuk reformuyla bunlar mümkündür.
Türkiye
Avrupa Birliği ilişkileri, Kopenhag Kriterlerinde ifadesini bulan, sürece ve
pratik içinde daha somutlaşacak olan ilke ve kuralların benimsenmesini
gerektirir.
DTP,
Türkiye'nin çağcıl bir dünya ülkesi olması için, iç ve dış diplomasi
girişimleriyle her platformda büyük gayretler göstermiştir.
Türkiye'nin
AB'ye tam üye olması için ülkede kamuoyu oluşmasında, ülke dışında tüm
diplomasi olanaklarıyla en büyük çabayı gösteren partidir.
Türkiye
Cumhuriyeti, kurulduğundan beri, her alandaki büyüme ve çağdaşlaşma
stratejisini AB'ye katılmada görmüştür. DTP'nin program ve siyasetinin önemli
bir ayağı da bu stratejinin gerçekleştirmesini hızlandırmaktır.
DTP,
Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü içinde, barışı, toplumsal uzlaşmayı ve demokratikleşmeyi
savunur. Bunu partinin tüm resmi başvurulu eylem ve etkinlikleriyle, her
kademedeki tüm yöneticilerinin söylem ve mesajlarıyla kanıtlanmıştır.
Demokrasilerde
elbette, muhalif görüşler ve bu görüşlerin siyasi partileri olacaktır. Var olan
sisteme, statükoya alternatif politikalar oluşturmak; sistemin iktidarını,
söylem ve eylemleriyle eleştirmek, demokrasinin vazgeçilmezliğidir.
Bu
duruş ve bakış açısı ile meşru eylemleri hukuken ve siyaseten parti kapatma
gerekçeleri olamaz.
Görüldüğü
gibi Demokratik Toplum Partisi'nin tüzük ve programı Anayasa ve hukuk düzeni
çerçevesi içindedir. Esasen Savcı da iddianamesinde program ve tüzükten
bahsetmemektedir.
III-
SONUÇ DEĞERLENDİRMELERİ:
III/I-
DAVADAKİ HUKUKSAL DURUM.
(2001
ÖNCESİ /2001/4709 SAYILI DEĞİŞİKLİK SONRASI DURUM ANAYASAL ve YASAL NORMLAR)
Öncelikle
belirtelim ki Anayasamızdaki 2001 değişiklikleri öncesinde; Türkiye'ye karşı
11. maddenin ihlali iddiasıyla yapılan başvuruların önemli bir kısmı, kapatılan
siyasi partilerle ilgilidir. Bu başvurular içinde AİHM, kapatılan 6 siyasal
parti bakımından 11. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir: TBKP, SP,
ÖZDEP, HEP, DEP ve STP. Buna karşılık Refah Partisinin başvurusunda herhangi
bir Sözleşmeye aykırılık saptanmamıştır.
Siyasal
partilerin kapatılması konusundaki AİHM içtihadı, bu konudaki ilk başvuru olan Türkiye
Birleşik Komünist Partisi (TBKP) ve diğerleri [28] davasında ortaya
konulmuştur. Bu başvuruda 4 Haziran 1990'da kurulan TBKP'nin Anayasa
Mahkemesi'nce 16 Temmuz 1991'de kapatılmasının[29]ve parti liderlerinin bir başka
siyasal partinin kurucusu ve yöneticisi olmalarına getirilen yasağın 412 [30]örgütlenme özgürlüğünü ihlal
ettiği ileri sürülmüştür.
Kararında
öncelikle 11. maddenin bu davada uygulanabilirliği
Sorununu
ele alan AİHM, 11. maddenin siyasal partilere uygulanamayacağı yönündeki
Hükümet tezini kabul etmemiş ve siyasal partilerin de 11. maddenin
korunmasından yararlanacağı görüşüne ulaşarak, 11. maddeyi uygulanabilir
bulmuştur. TBKP'nin kapatılmasının 11. maddeye uygunluğunu incelerken de,
başvurucuların örgütlenme özgürlüğüne bir müdahalenin varlığını saptamış ve bu
müdahalenin ' Anayasanın ve 2820 sayılı Siyasal Partiler Yasasının ilgili
hükümleri çerçevesinde ' ' hukuken öngörüldüğünü' ve -m. 11/2'de sayılan 'enaz
bir 'meşru amaca' (ulusal güvenlik) dayandığını kabul etmiştir. TBKP'nin
kapatılmasını 'demokratik toplumda gereklilik' koşulu bakımından incelenmesi
sonucunda ise, bu müdahalenin 'gerekli olmadığı' görüşüne varmıştır:
Mahkeme
bu bağlamda, TBKP'nin henüz faaliyetlerine başlamadan kapatılmasını ve kapatma
kararının yalnız partinin tüzüğüne ve programına dayandığını kaydetmiştir (par.
51). Anayasa Mahkemesi'nin TBKP'yi kapatma kararının iki gerekçeyle verildiğini
dikkate alan AİHM, daha sonra bu gerekçeleri değerlendirmiştir. Bu
gerekçelerden biri, -2820 sayılı Yasa m. 96/3'e aykırı biçimde- partinin adında
'komünist' sözcüğünün bulunmasıdır. AİHM'ye göre, bir siyasal partinin seçtiği
isim, ilke olarak, tek başına kapatma kadar köklü bir önlemi meşrulaştıramaz.
TBKP'nin 'komünist' olarak adlandırılmayı seçerken ' Türk toplumuna ya da Türk
devletine gerçek bir tehdidi temsil eden bir politikayı seçtiğini gösteren
herhangi bir somut kanıtın olmadığı' kanısına varan AİHM, yalnız partinin
ismine dayanan bir kapatma önleminin kabul edilemeyeceğini belirtmiştir (par.
54).
TBKP'nin
kapatılma kararının gerekçelerinden ikincisi ise, Anayasa Mahkemesi'nin partinin
tüzüğü ve programında 'devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne'
aykırılık saptamış olmasıdır. AİHM, TBKP'nin programında Kürt halkına, ulusuna
ve yurttaşlarına atıfta bulunulmuş olmasına rağmen, Kürtlerin Türk nüfusundan
ayrılmasının talep edilmediğini dile getirmiş (par. 56) ve bu bağlamda ifade
özgürlüğünün önemini vurgulayarak, bir siyasal grubun yalnız nüfusun bir
kısmının durumunukamusal alanda tartışmaya ve demokratik kurallara uygun
çözümler bulmaya çalıştığı için engellenmesinin meşru olmadığını belirtmiştir
(par. 57).
TBKP
ve diğerleri kararının önemli yönlerinden biri, bu davada Sözleşmenin 17.
maddesinin uygulanmasına gerek duyulmamış olmasıdır. Kararın bu yönü, Alman
komünist Partisinin kapatılmasının şikayet edildiği eski bir başvuruyla ilgili
Komisyon kararı göz önünde tutulduğundan önem taşımaktadır: 1956'da Alman Anayasa
Mahkemesi'nce kapatılan Alman Komünist Partisinin başvurusunu Komisyon,
-Sözleşmedeki hak ve özgürlükleri yok etmek için Sözleşmedeki ilkelerin kötüye
kullanılamayacağını öngören- 17. maddeye dayanarak kabul edilemez bulmuştur. [31]TBKP başvurusu hakkında ise
Sözleşme organları, TBKP'nin Alman Komünist Partisinden farklı olduğunu
vurgulayarak, 17. maddenin uygulanmasına gerek olmadığı görüşüne varmışlardır:
Bu bağlamda Komisyon, TBKP'nin siyasal hedeflerine yalnız yasal yollarla
ulaşmak istediğini belirtmiş ve bu bakımdan TBKP'nin 'devrimci yolla proletarya
diktatörlüğü kurma amacını izlediğini açıkça bildiren' Alman Komünist
Partisinden ayrıldığını dile getirmiştir.[32]AİHM de, TBKP hakkındaki kapatma
kararında Anayasa Mahkemesi'nin 'TBKP'nin, ismine rağmen, bir sosyal sınıfın
diğer sınıflar üzerinde egemenliğini kurmaya çalışmadığını, tersine, siyasal
çoğulculuk, genel seçimler ve siyasete katılma özgürlüğünü içeren demokrasinin
gerekliliklerine uyduğuna' dair tespitlerine büyük ağırlık verdiğini dile
getirmiş ve bu bakımdan TBKP'nin Alman Komünist Partisinden açıkça farklı
olduğunu vurgulamıştır (par 54). TBKP'nin tüzüğü ve programında Sözleşmeye
dayanarak Sözleşmedeki hak ve özgürlüklerin yok edilmesinin amaçlandığına dair
bir şey görmediğini belirten AİHM, sonuç olarak bu davada 17. maddenin
uygulanmasına gerek olmadığı kanaatine varmıştır (par 60).
AİHM,
TBKP ve diğerleri kararından sonra, ikinci olarak Sosyalist Parti (SP) ve
diğerleri[33]davasında 11.
maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. 1 Şubat 1988'de kurulan sosyalist
Parti, Anayasa Mahkemesi'nin 10 Temmuz 1992 tarihli kararıyla [34]kapatılmıştır.
Kapatılma
gerekçesi, partinin Genel Başkanı Doğu Perinçek'in konuşmalarında 'devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne' aykırılık saptanmış olmasıdır. AİHM,
kapatılma önleminin 'demokratik toplumda gerekliliğini' incelerken, TBKP
kararında olduğu gibi, öncelikle demokrasilerde ifade özgürlüğünün siyasal
partiler açısından taşıdığı önemi vurgulamıştır (par. 41). Daha sonra ise partinin
kapatılmasının Perinçek'in konuşmalarına dayandığını dikkate alarak, bu
konuşmaların içeriğini incelemiştir: AİHM, 'Sosyalist Partinin siyasal
faaliyetlerinin amacı ile terör örgütlerinin amacını aynı' (par. 43) bulan
Anayasa mahkemesi'nin görüşüne katılmamış ve Perinçek'in konuşmalarında şiddet
kullanmaya, ayaklanmaya çağıran ya da herhangi bir şekilde demokratik ilkeleri
reddeden bir şey görmediğini belirtmiştir: 'Tersine, Perinçek birçok defa seçim
sandığı ve referandum yoluyla demokratik ilkelere uygun olarak, önerdiği
politik reforma ulaşma ihtiyacını vurgulamıştır' (par. 46). AİHM, Perinçek'in
konuşmalarında 'Türklerin ve Kürtlerin eşit biçimde temsil edileceği ve
gönüllülük temelinde demokratik ilkelere göre bir federal sistemin kurulması'
amacının yer aldığını, bu konuşmalar da 'Kürt ulusunun self-determinasyon
hakkı' ile 'ayrılma hakkı'na referansta bulunulduğunu da belirtmiş, ancak bu
ifadeleri Anayasa Mahkemesi'nden farklı yorumlamıştır: AİHM'ye göre, bu
ifadeler kendi bağlamlarında okunduğunda, Türkiye'den ayrılmayı teşvik eden
ifadeler değildir, daha çok Kürtlerin özgür rızaları olmadan önerilen federal
sistemin mümkün olamayacağını vurgulamak tadır. 'Mahkemenin görüşüne göre ,
böyle bir politik programın Türk devletinin mevcut ilkelerine ve yapısına uygun
sayılmaması, demokrasinin kurallarına aykırı olduğu anlamına gelmez.
Demokrasinin özü, demokrasinin kendisine zarar vermemek koşuluyla, bir devletin
mevcut örgütlenme şeklini tartışmaya çağırsa bile, çeşitli politik programların
önerilmesine ve tartışılmasına izin vermektir' (par. 47). Siyasal partilerin
demokrasilerin işlemesindeki önemli rolünü dikkate alarak, siyasi partiler söz
konusu olduğunda 11. maddedeki istisnaların dar yorumlanması gereğini
vurgulayan (par. 50) AİHM, bu olaydaki müdahaleyi 'radikal' bir müdahale olarak
yorumlamıştır. Sosyalist Parti temelli olarak kapatılmış, malvarlığı Hazineye
geçmiş ve liderleri benzer siyasi faaliyetlerden yasaklanmıştır. Mahkemeye
göre, bu önlemler yalnız çok ciddi olaylarda uygulanabilecek kadar ağırdır
(par. 51). Sonuç olarak Mahkeme, bu önlemleri izlenen amaçla 'orantısız'
bularak, Sözleşmenin 11. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
AİHM'nin
Sosyalist Parti ile ilgili bu kararı, Türkiye'nin bu kararın gereklerini yerine
getirmemesi nedeniyle, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin Türkiye'nin
Sözleşmeden doğan yükümlülüklerini hatırlatmasına da yol açmıştır: AİHM'nin 25
Mayıs 1998 tarihinde verdiği bu karardan sonra Perinçek'in aynı ifadeleri
nedeniyle süren yargılama süreci tamamlanmış ve Yargıtay 8 Temmuz 1998'de
Perinçek hakkındaki 14 aylık hapis cezasını onamıştır. Perinçek'in 29 Eylül
1998'de cezasını çekmeye başladığını ve hakkındaki siyasal faaliyet yasağının
sürdüğünü belirten Bakanlar Komitesi, Türk makamlarından Perinçek hakkındaki
mahkumiyet kararını bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırma yükümlülüğünü
gecikmeksizin yerine getirmelerini istemiştir.[35]Türkiye'nin bu konuda bir adım
atmaması üzerine, Bakanlar Komitesi ikinci bir karar alarak istemini
yinelemiştir.[36]
Gerek
Sosyalist Parti, gerek TBKP hakkındaki AİHM kararlarından sonra, kapatılan bu
partilerin liderleri hakkındaki siyaset yasağının sürmesi, Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi'nin gündemine girmiş ve bazı parlamenterler, sözkonusu
kararların uygulanması hakkında Bakanlar Komitesi'nden bilgi istemiştir.[37]
AİHM,
üçüncü olarak Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP)[38]başvurusunu incelemiştir. 19
Ekim 1992'de kurulan ÖZDEP hakkında Anayasa Mahkemesi 23 Kasım 1993'te kapatma
kararı vermiştir.[39]Partinin kapatılma gerekçesi,
programında 'devletin bölünmez bütünlüğüne' aykırılık saptanmış olması ve
partinin programında Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılmasının savunulmasının
laiklik ilkesine aykırı bulunmasıdır. AİHM, bu gerekçeleri dikkate alarak
kapatılmaya neden olan programdaki ifadeleri incelemiş ve bu ifadelerde
şiddet kullanmaya, ayaklanmaya çağıran ya da demokratik ilkeleri reddeden bir
yön görmemiştir. Bu saptamayı önemli bir faktör olarak kararında dikkate
alacağını vurgulayan Mahkeme, ÖZDEP' in 'genel seçimler yoluyla belirlenen
halkın temsilcilerinden oluşan demokratik bir meclisin yaratılmasını
önerdiğini' ve 'Kürt sorununa barışçı ve demokratik bir çözümü desteklediğini'
kaydetmiştir (Par. 40). AİHM, ÖZDEP' in programında 'ulusal ve dinsel
azınlıkların selfdeterminasyon hakkı'ndan söz ettiğini belirtmiş, ancak bu
ifadeleri Türkiye'den ayrılmayı teşvik edici nitelikte bulmamıştır (par. 41). AİHM'nin
kararındaki önemli vurgulardan biri de, ÖZDEP' in programındaki ifadeler
nedeniyle kapatılmasını, 'yalnız ifade özgürlüğünü kullandığı için
cezalandırıldığı' biçiminde yorumlamasıdır (par. 42). Sonuç olarak,
ÖZDEP'in kapatılmasını izlenen amaçla 'orantısız' bularak 'demokratik toplumda
gerekli olmadığı' görüşüne varan AİHM, 11. maddenin ihlal edildiğine karar
vermiştir.
Bu
bakımdan Yüksek Mahkememizin, yukarıda müvekkilimiz
Partinin
'Tüzük ve Programı'na ilişkin bölümde belirttiğimiz niteliklerine değer
vereceğine de inanıyoruz.
AİHM,
Halkın Emek Partisi (HEP)[40]ve Demokrasi
Partisi (DEP)[41]başvurularında da
bu partilerin kapatılmasının 11. maddeyi ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır. Anayasa
Mahkemesi her iki parti hakkındaki kapatma kararını da, 'devletin bölünmez
bütünlüğüne' aykırılık gerekçesiyle vermiştir.[42]
2001
Anayasa değişikliğinden sonraki durumu kısaca değerlendirdiğimizde, hem
Anayasal düzlemde, hem de yasal düzlemde; gerek siyasal partilerin kapatılması,
gerek temel hak ve özgürlüklerin anası olan 'ifa özgürlüğü' ve bu özgürlüğün
ayrılmaz parçası olan 'örgütlenme özgürlüğüne', özellikle AY.90/son düzenlemesi
ile genişlemeler geldiğini ifade etmek gerekir.
Bu
bakımdan, iş bu davamızda kullanılması gereken ölçütler ve kanıtlanması gereken
unsurlar, Avrupa ölçeğinde İHAS, İHAM düzenlemeleri kararları ile belirlenen
kurallar ve Anayasa'da yapılan son düzenlemeler gereğince ortaya konmalı,
tartışılmalı ve karara bağlanmalıdır. Bu bakımdan, 2001 değişikliğinin
getirdiği yeni hukuki statü, dikkate alınmalıdır:
1-
Şiddetin söz konusu olup olmadığı: parti program, tüzük,
Parti
karar Organlarının, karar ve eylemleri bakımından şiddet öğesinin mevcut olup
olmadığı test edilmelidir. Bu, genel ilkedir.
2-
Ölçülülük ilkesi: 2001 Anayasa değişikliği ile, bu ilke siyasal partilere
yaptırım uygulanması konusunda açıkça öngörülmüştür. Anayasaya aykırılık varsa,
yaptırım gerekir, ancak yaptırım ölçülü olmak zorundadır. Dolayısıyla, Anayasa
mahkememizin elinde artık 'aşamalı yaptırım' için olanak da mevcuttur.
3-
'Odak' kavramının doğrudan Anayasada tanımlanmış olması,
Siyasi
Partiler lehine bir düzenleme (güvence) dir.
4-
Zira, a) en üst normda belirleniyor b) AYM ön sorun yoluyla artık iptal
edemeyecek
5-
Odak kavramının tanımıAnayasa Mahkemesi'ne de bırakılmıyor. Bu durum
karşısında, Başsavcılığın kapatma talep edebilmesi için, 69/6'da yapılan odak
tanımındaki öğeleri teker teker kanıtlaması gerekir. Kapatmaya gerekçe
oluşturabilecek eylemler, yasada tanımlanan çerçeveyle çakışmadığı takdirde,
kapatma kararı verilemeyecektir.
6-
Bu çerçevede kapatma, ya üyelerce yoğun biçimde ortaya konan eylemlerin parti
tarafından benimsendiği, ya da doğrudan parti merkezi tarafından kararlılık ve
süreklilik içinde (bir anlamda, istikrarla, alışkanlık haline getirerek ve
inatla) işlenmiş olmasının ispatlanması koşullarından birine bağlıdır.
7-
Son yıllarda konuya AB uyum sürecinde ve İHAS'a Uygulamaları sürecinde bakacak
olursak, siyasal partileri kapatma yaptırımını tamamen istisnai kılan şu gelişmeleri
kaydedebiliriz: bilindiği gibi, Türkiye'nin siyasal partileri kapatma yönündeki
yoğun uygulaması, Avrupa anayasa hukuku ve anayasa yargısına mal olmuş bir
olgu. Aslında bunu 3 faktörle açıklıyorduk:
a.
Birincisi, mevzuatın katı özelliği idi. 12 Eylül dönemi anayasası ve SPK,
siyasal partiler için çok dar bir faaliyet alanı bırakıyordu.
b.
İkincisi ise, siyasal partilerin zaman zaman sorumluluk duygusundan
uzaklaşmaları idi. Bunda, siyasal partilerin örgütsel süreklilik temelinde
faaliyetlerini sürdürememelerinin payı bulunmaktadır.
c.
Anayasa Mahkemesi de, bu bağlamda siyasal partilere anayasal ve yasal mevzuatı
zaman zaman katı bir şekilde uygulamıştır.
İşte
bu üç faktörün bir araya gelmesi, kapatılan parti sayısını artırdığı gibi,
Türkiye'de demokratikleşme sürecini de sekteye uğratmıştır.
8-
Son yıllara ilişkin anayasal ve siyasal gelişmeler, yakın geçmişte tanık olunan
bu olgular ışığında nasıl anlamlandırılabilir'
a.
Öncelikle, 1982 Anayasası'nda 1995 değişiklikleri ile yetinilmemiş; 2001'de
yapılan değişikliklerle, partilerin kapatılması kademeli yaptırım sistemi ile
ileri derecede zorlaştırılarak, istisnai bir hale getirilmiştir.
b.
Siyasal aktörler olarak partiler de, geçen yıllara oranla, işlem ve eylemlerini
daha bir sorumluluk içerisinde yürütmüşlerdir.
c.
Anayasa Mahkemesi de, bütün bu değişmeler ve gelişmeler ışığında, partilere
daha esnek bir yaklaşımda bulunmak durumundadır.
AYM'nin
içtihadlarını özgürlükler ve demokrasi yönünde dönüştürmesinde, iç gelişmeler
kadar İHAM ölçütleri ve bu konuda ülkemizdeki 'Siyasi Parti Kapatma Kararları'
ile ilgili verdiği kararlarda rol oynamıştır.
Buna
paralel olarak, İHAM'ın da zaman zaman AYM içtihadlarından etkilendiği dikkate
alınırsa, aslında siyasal partiler, AYM ve İHAM içtihadı arasında etkileşim
süreci de pekiştirmiştir.
Ancak
buna karşın; İHAM, İHAS'ı siyasal çerçevesi bulunan bir 'anayasal belge' olarak
nitelemiş ve işte kendisini de, bu belgenin çerçevelediği demokratik
rejimin bekçisi olarak ilan etmiştir, diyebiliriz.
Anayasa
yargılamasında bugün iki 'Çevre' ya da 'Düzeyin varlığı sorusu: İnsan Hakları
Avrupa Mahkemesi 'ANAYASA MAHKEMESİ' midir'[43]
İnsan
Haklan Avrupa Mahkemesi, 'DEMOKRATİK TOPLUM DÜZENİ HUKUKU'NDA, özellikle
'Ezelin Fransa'ya karşı' ve 'Türkiye Birleşik Komünist Partisi' davalarında,
toplantı ve Örgütlenme hürriyetleri ile ifade hürriyeti arasında bir bütünlük
kurdu ama, inanç hürriyeti İle bu hürriyetler arasında 'TERS SİMETRİ YASASI'nı
da uyguladı.
Bu
durumda bu hürriyetler RESMİ ANAYASA İDEOLOJİSİ ile kayıtlanabilir mi'
Düşünce
açıklama ve parti kapatma davalarında, MERMER -Resmi Anayasa İdeolojisi /
MOZAİK - Demokratik Toplum Düzeni'nin plüralist ortak hukuku - ikileminin
anlamı bu soruya getirilecek cevapta (BÖLÜM İKİ).[44]
Özellikle
A.Y.90/son madde de yapılan değişiklikle de durum değerlendirildiğinde,
Anayasa'nın normlarını düzenleme tekeli olan Yüksek Mahkeme (AYM) gibi, İHAS'ın
normlarını yorumlama tekelinin de İHAM da olduğu görünmektedir. Ve Yeni Siyasi
Partiler Yasası ile Anayasa'nın gerek 'siyasi partilere' yönelik, gerekse
'temel hak ve özgürlüklere' yönelik değerlendirmelerini A.Y.90. madde ile İHAM
içtihatları ile birlikte değerlendirme gereği doğmaktadır. Çünkü, A.Y.90.
maddede 'doğrudan uluslar arası mahkemeler' veya 'İHAM içtihatlarını' ifade
etmemiş olması sonucu değiştiremez. Çünkü sonuçta nasıl ki Anayasamız'daki
'normları', özellikle özgürlükleri 'nasıl anlayacağımız ve hatta nasıl yaşama
geçirileceği' sorusunun yanıtı, Anayasa Mahkemesi içtihadının gösterdiği yolda
olacaktır. Ve de İHAS' nin gerek normlarını ve gerekse özgürlükler ile ilgili
düzenlemelerini nasıl anlayacağımız sorusunun yanıtını da Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin içtihadı doğrultusunda diye anlamak ve uygulamak gerekecektir.
İnsan
Haklan Mekanı'nda 'Plüralist ortak bir Hukuk'un varlığı düşünülebilir mi'
Düşünülebilirse bu Hukukun YARGICI kim'
İnsan
Haklan Avrupa Mahkemesi (İHAM) 29 Nisan 1938 tarihli 'Belilos Kararı'nda bu
sorulara bir ilk cevap getirmişti.
'Belilos
Kararı'nda Mahkeme, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ne (İHAS) getirilen genel
nitelikte 'Çekinceleri geçersiz saymış, İsviçre'nin rezervsiz bağlı olduğu
sonucuna varmıştı (4).
'Belilos
Kararı'nda 'Milli-Üstü Bir Mahkeme', ilk defa, uluslararası denetime tek
taraflı getirilen kayıtlamaları, Milletlerarası Adalet Divanı Statüsü 36. madde
düzenlemesini dikkate almadan, geçersiz saydı (5).
Avrupa
Mahkemesi bu yaklaşımını, 23 Mart 1995 tarihli ünlü 'Loizidou Türkiye'ye karşı
Davası'nda da kullandı(6)[45].
Yine
bu temel ve genel çevreler ışığında, davamızda 'ODAK OLMA' kavramı ve
uygulamasına bakarsak;
Öncelikle,
'odak olma' kriterinin geçirdiği serüvene, AYM içtihadına ve İHAM'ın odak olma
hakkındaki değerlendirmesine kısaca göz atalım: 2001 Anayasa revizyonu sonucu
Anayasa 69/6'ya eklenen cümle 2 ile, odak haline gelme kriterinin Anayasal
çerçevesi de çizilmiştir. 'Anayasal çerçeve' diyoruz, çünkü, 'yasal
çerçeve'si anayasal organlar arasında uzun ve yoğun bir mücadele ortamına
zemin hazırlamıştır. Daha önce SPK md. 103/2'de düzenlenen kriter, AYM'nin
sonuçlandırdığı iki siyasal parti kapatma dâvası (RP ve FP dâvaları) öncesinde,
ön-sorun mekanizmasının işletilmesi yoluyla, Anayasa'ya aykırı bulunarak iptal
edilmiştir. Her iki durumda da TBMM bu konuyu 'ihmal' etmemiş ve yasal
norm boşluğunu doldurmuştur. 2820 sayılı SPK, 4.11.1983 tarihli olup; daha
önce, 2001 Anayasa değişikliği ile yürürlükten kaldırılan Anayasa Geçici md.
15/3 korumasındaydı. Dolayısıyla, diğer çok önemli alanlara (dernekler,
sendikalar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, kimlik bildirme, ... vb.) ilişkin
yasal düzenlemeler gibi SPK da, 'somut norm denetimi yolu'yla
Anayasa'ya aykırılığı iddia edilemeyecek normlar kategorisi içerisinde yer
almaktaydı. Gerçi, Geçici md. 15/3 söz konusu yasaların yasama organı
tarafından değiştirilmesine engel değildi ancak, bu yol her nedense denenmedi.
AYM, SPK md. 103/2'yi iptal etmekle, siyasal partilerin kapatılmasında odak olma
kriterinin çerçevesini çizme konusundaki tüm takdir hakkını kendine tanımış
oluyordu. Anlaşılacağı üzere, odak olma kavramı, Anayasa yargısını üstlenen
organ (AYM) ile, Anayasa'yı yasa yaratma aracılığıyla uygulayan normatif
iktidar (TBMM) arasında karşılıklı bir düello sahnesi yarattı. Ancak, bu
mücadelede daha avantajlı olan taraf, hiç kuşkusuz, gerektiğinde Anayasa'yı
değiştirme (türev kurucu iktidar) yetkisine (ve hatta bu mücadelede rakibi olan
Anayasa Mahkemesi'nin yetkilerini daraltma olanağına) de sahip olan TBMM idi.
Beklendiği gibi oldu ve 'türev kurucu iktidar' sıfatıyla TBMM, odak
olma kriterini, AYM'nin (ve aynı zamanda, 'kurulu iktidar' sıfatıyla
TBMM'nin basit çoğunluğunun) asla ve asla ulaşıp dokunamayacağı en üst norm
olan Anayasa'ya taşıdı.
2001
Anayasa Revizyonu ile, siyasal partiler hakkında kapatma dışında daha hafif
nitelikteki 'ara yaptırım'ların öngörülmesinde, Ulusalüstü belgelerin
de önemli rolü olduğu yadsınamaz. Nitekim, Avrupa Konseyi Genel
Sekreterliği'nin isteği üzerine, Avrupa Konseyi Hukuk Yoluyla Demokrasi
Komisyonu'nca, 'Siyasal Partilerin Yasaklanması, Kapatılması ve Benzer
Önlemler Hakkında Genel İlkeler' adıyla hazırlanan ve 'Venedik
Komisyonu Raporu' olarak da anılan 10-11 Aralık 1999 tarihli belgenin 3.
maddesi, İHAM jürisprüdansıyla oluşturulan ilkelerin altını bir kez daha çizer:
'Partilerin yasaklanması ya da kapatılması önlemine çok istisnai durumlarda
başvurulabilir. Hükümetler ya da devletin diğer organları, yetkili yargı
organından bir partinin yasaklanmasını ya da kapatılmasını istemeden önce,
ülkenin durumunu dikkate alarak, söz konusu partinin özgür ve demokratik
siyasal düzen için gerçek bir tehlike oluşturup oluşturmadığını, bu tehlikenin
daha hafif önlemlerle engellenip engellenemeyeceğini değerlendirmelidirler'.[46]. Ayrıca'Guidelines on
Prohibition and Dissoluiton of Political Parties and Analogous Measures'
CDL-INF (2000)-1.Raporun orijinal metnine internet üzerinden erişim için bkz. http://www.coe.fr/venice
Odak
olma kavramını AYM ne ölçüde kullandı'
Yukarıda
da belirttiğimiz üzere, AYM odak olma kriterini çoğunlukla kullanmadı,
dolayısıyla değerlendirmedi, değerlendiremedi. Zira, bu kriteri barındıran yasa
hükümlerini ön sorun yoluyla iptal ederek, kapatma davalarını daha geniş bir
hareket alanı içinde sonuçlandırdı.
Ancak,
odak olma kriteri Anayasa normu haline getirildikten sonra, AYM artık bu norma
dokunamayacağı için, hareket alanı daraldı. Özetle, artık odak olmanın
koşullarını belirleyen bir norm var ve bu norm ön sorun yoluyla bertaraf
edebileceği bir düzeyde de değil. Yani, partinin, birtakım eylemlerin 'odağı'
haline geldiğini saptarken, artık anayasal normdaki koşullarla sınırlı.
Peki,
ne ölçüde kullandı' Nasıl yorumladı ve çerçevesini nasıl çizdi' Geriye doğru
giderek; son 10 yıla bakalım:
Gerekçeli
kararları AYM sitesinde yer alan son 7 parti kapatma talebi, hep aynı nedene
dayanır: (kurulduğu tarihten itibaren aralıksız iki dönem Türkiye Büyük Millet
Meclisi genel seçimlerine katılmama) Anayol Partisi, Devrimci Sosyalist İşçi
Partisi, Türkiye Özürlüsü İle Mutludur Partisi, Büyük Adalet Partisi, Türkiye
Adalet Partisi, Adalet Partisi, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi. AYM bunlarda
hep red kararı verdi.
(Kapatma
+ 46 kişiye 5 yıl siyaset yasağı) 2003/1 Halkın Demokrasi Partisi (Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı haline gelme)
Başsavcı,
iddianamesinde odak hükmünü aktarıyor, ama ne yazık ki hiç değinmiyor,
yorumlamıyor ve partini odak haline geldiğini kanıtlamıyor. HADEP'in ön
savunmasında da, bu durum eleştiriliyor. AYM ise, bu konuda HADEP savunmasını
tekrar özetlemekten ileri gitmemiş.
(kapatma)
2001/2 Fazilet Partisi (Anayasa'nın 2., 24., 68., 69. ve 2820 sayılı Siyasî
Partiler Kanunu'nun 78., 86. ve 87. maddeleri uyarınca kapatılmasına karar
verilmesi istemi).
FP'nin
savunmasında, odak olma kavramının anlamı geniş biçimde değerlendirilmiş. Şöyle
ki:
''İDDİA
VE KANITLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
I.
'Odak'' Kavramının Anlamı ve Unsurları
1.
Anayasal ve Yasal Durum
Anayasa'nın
69. maddesinin altıncı fıkrası 'bir siyasi partinin 68. maddenin dördüncü
fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak
onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa
Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar' verileceğini belirtmiş olmakla
beraber, bu hükümde bir partinin hangi hallerde yasak eylemlerin odağı haline
gelmiş sayılacağı açıklanmış değildir. Mamafih, Siyasi Partiler Kanunu'nun
değişik 103. maddesinde odak kavramının tanımına yer verilmiştir. Bu maddenin
ilgili ikinci fıkrası aynen şöyledir: 'Bir siyasi parti; birinci fıkrada yazılı
fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o
partinin büyük kongre, merkez karar ve yönetim kurulu veya Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ndeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça
benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca
kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş
sayılır.'
Görüldüğü
gibi, Siyasi Partiler Kanunu'nun yeni 103. maddesi odak olmanın unsurlarını
parti üyelerine ve parti organlarına göre ayrı ayrı düzenlemiştir.
a)
Yasak eylemlerin parti üyelerince işlenmesi durumu
Bu
halde bir siyasi partinin yasak eylemlerin odağı haline gelmiş sayılması için
iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekir:
(1)
Söz konusu eylemlerin parti üyelerince 'yoğun bir şekilde işlenmiş' olması,
(2)
Bu durumun partinin 103. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen organlarınca
zımnen veya açıkça benimsenmiş olması.
b)
Yasak eylemlerin parti organlarınca işlenmesi durumu
Bu
halde bir siyasi partinin yasak eylemlerin odağı haline gelmiş sayılması için,
bu eylemlerin belli parti organlarınca 'kararlılık içinde' işlenmiş olması
yeterlidir.
2.
Odaklaşma Halinin Alt Kavramları
Yasak
fiillerin partide odaklaştığının tespiti sorunu, odaklaşma kavramının analitik
bir incelemesi yapılmadan belirlenemez. Başka bir ifadeyle, gerek hukuki
belirlilik ilkesinin gözetilmesi çerçevesinde siyasi hak ve özgürlükleri
güvence altına alan, belirsizlikten uzak bir hukuki kavrama ulaşılması gerekse
de kelimenin anlamının netleştirilmesi açısından odaklaşma kavramının unsurları
ortaya konulmalıdır.
a.
'Yoğunluk'
Parti
üyelerinin yasak fiilleri yoğun bir şekilde işlemiş olduklarına hükmedebilmek
için bu fiillerin hem nicelik hem nitelik hem de sıklık açısından
değerlendirilmesi gerekmektedir. Daha açık bir deyişle, 'yoğunlaşma'dan söz
edilebilmesi için, her şeyden önce partinin farklı üyeleri tarafından değişik
zamanlarda çok sayıda aykırı fiilin işlenmiş olması gereklidir. İkinci olarak,
bu fiillerin aynı zamanda anayasal bakımdan ağır ihlaller niteliğinde olması ve
sıkça vuku bulması da gerekir. Bu duruma göre, kimi parti üyelerinin tek tük
eylemine bakarak bir partinin anayasal ve yasal anlamda yasak eylemlerin odağı
haline gelmiş olduğu söylenemez. Yoğunlaşma kavramı ayrıca, yasak fiillerin
muhtelif parti üyeleri tarafından düzenli ve sürekli olarak işlenmiş olmasını
da gerektirir. Hatta, bu ihlaller parti teşkilatının çoğunluğunca yurt sathında
yaygın olarak işlenmelidir. Buna göre, parti üyelerinin ara sıra, meydana gelen
ve düzenlilik göstermeyen, münferit ve arızi eylemlerine dayanılarak o partinin
bu nitelikteki fiillerin odağı haline geldiğine karar verilemez.
Nitekim.
Refah Partisi'nin kapatılmasına ilişkin 12.1.1998 tarihli kararında (Anayasa
Mahkemesi Kararları Dergisi, Sayı 34, Cilt 2. s. 1019) Anayasa Mahkemesi '...
'odak olma' durumunun oluşması için gerekli olan yasak eylemlerdeki nitelik ve
nicelik ile bunların tekrarındaki kararlılık gibi öğelerin varlığı konusunda,
milletvekillerinin (...) söz ve eylemlerinin tümü değerlendirilmedikçe sağlıklı
bir sonuca ulaşılama'yacağına dikkat çekmiştir.
b.
'Zımnen veya Açıkça Benimseme'
Siyasi
Partiler Kanunu'nun ilgili 103. maddesi, parti üyelerinin yasak eylemleri yoğun
bir şekilde işlemiş olmalarını tek başına odaklaşma için yeterli görmemiş;
ayrıca bu durumun partinin büyük kongre, merkez karar ve yönetim kurulu veya
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki grup genel kurulu veya grup yönetim
kurulunca 'zımnen veya açıkça' benimsenmiş olmasını da şart koşmuştur. Bu
demektir ki, birden çok sayıda partilinin yasak eylemleri yoğun bir şekilde
işlemiş olmaları onlar hakkında (SPK 102. maddeye göre partiden ihraçlarının
istenmesi dahil) birtakım müeyyidelerin uygulanmasını gerektirebilirse de, bu
eylemler parti organlarınca benimsenmedikleri sürece partinin o eylemlerin
odağı haline geldiğinden söz edilemez. Ayrıca, dikkat edilmesi gereken bir
nokta da sadece ismen belirtilen parti organlarının bu eylemleri 'benimsemesi'
veya onaylamasının partiyi ilzam edecek olmasıdır. Yani, partinin bu organlar
dışındaki merci, makam ve kurulları ile varsa yan örgütlerinin tutumu odak olma
hali açısından nazara alınmayacaktır.
Anılan
parti organları, üyelerinin söz konusu yasak fiillerini onayladığını, tasvip
ettiğini, beğendiğini, takdir ettiğini vs. alenen ve sözlü olarak ifade etmek
suretiyle onları doğrudan doğruya benimseyebilirler. Ayrıca, Kanun bu gibi
eylemlerin 'zımnen' de benimsenebileceğini belirtmiştir. Bu durumda, parti
üyelerinin eylemlerine ilaveten partinin anılan organlarının bir tutum veya
davranışı da söz konusu olmak gerekir. Daha açık bir ifadeyle, parti organları
parti üyelerinin yasak eylemlerini onayladığını açıkça belirtmese bile, söz konusu
kişilere işledikleri yasak fiillerde önceden veya sonradan destek vererek,
onları savunarak da onların tutumunu benimseyebilirler. Fakat bunun için de,
her şeyden önce, partinin anılan organlarının parti üyelerinin yasak
eylemlerinden haberdar olmaları şarttır. Tabiidir ki, bir merciin veya kurulun
bilgisi dışında vuku bulan eylemleri ne benimsemesi ne de onaylaması söz konusu
olabilir.
c.
'Kararlılık'
Yukarıda
belirtildiği gibi, odak kavramı bakımından 'kararlılık' şartı özel olarak parti
organlarının yasak eylemleri için öngörülmüş yasal bir şarttır. Yani, Kanun'da
belirtilen parti organlarının yasak fiilleri kararlılık içinde işlemeleri
halinde parti bu eylemlerin odağı haline gelmiş sayılacaktır. Burada da iki
husus önemlidir. Birincisi, eylemleri parti tüzel kişiliğini bu hususta
bağlayacak olan parti organlarının, Kanun'da ismen zikredilmiş olanlardan
ibaret olduğudur, ikinci olarak, bu fiillerin söz konusu parti organlarınca
kararlılık içinde işlenmiş olması halinde odak olma halinden söz
edilebilecektir. Öyleyse, yoğunlaşma durumundakine benzer şekilde, parti
organlarının, ara sıra meydana gelen, tek tük ve arızi eylemlerine bakarak o
partinin yasak eylemlerin odağı haline geldiğine karar verilemez. Keza, bu
fiillerin kararlılık içinde işlenmiş sayılabilmesi için, bu ihlallerin nisbeten
kısa bir zaman dilimi içinde değil, kamu oyunda da bu yönde kanaat hasıl edecek
şekilde uzun süre devam etmiş olması da gerekir.
Kararlılık
kelimesi, ayrıca, eylem iradesindeki sarsılmazlığı, tutumundan hiçbir şekilde
caymamayı ve yılmaz bir ruh halini de ifade eder. Dolayısıyla, şu veya bu
şekilde parti organlarından sadır olan bir aykırı eylemin yarattığı tepki ve eleştirilere
rağmen, tutumunda ısrar etmek ve aynı yolda yürümekten caymamak odaklaşma
yönünde bir kanıt sayılabilir. Buna karşılık, eleştiri ve tepkiler karşısında
geri çekilen, tevil yoluna sapan, kendini mazur göstermeye çalışan bir iradenin
'kararlı' olduğundan söz edilemez.'
Daha
sonra, Yüksek Mahkemeniz sonra, 'Fazilet Partisi'ne ve Üyelerine Yöneltilen
İsnadın 'Odak' Kavramı Açısından Değerlendirilmesi' başlığıyla, iddia edilen
eylemleri sayfalarca değerlendirmiştir.
Ancak
AYM, odak olmanın koşullarını belirleyen ve böylelikle AYM'nin elini kolunu
bağlayan yasa normunu (SPK, md. 103/2), ön sorun yoluyla iptal ederek kendine
bir yol açmış ve Fazilet Partisini kapatmıştır.
Dolayısıyla,
bu davada da odak olma tartışılmamıştır.
Ama
karşı oylarda, odak olmanın anlamı tartışılmıştır.
(Kapatma)
1999/1 Demokratik Kitle Partisi
İddianamede,
'siyasi partilerin Cumhuriyetin ilkelerini tahrip edici bir güç odağı haline
gelmesine seyirci kalınamayacağı' ibaresi geçmektedir. Parti bunu eleştirir ve
istenen hususun bu olmadığını vurgular. AYM ise bunu tartışmamıştır.
(Kapatma)
1998/1 Refah Partisi (lâiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği
savı)
Odak
olma kavramını Parti savunmasında tartışmıştır.
Ama
AYM ön sorun yoluyla yasal engeli kaldırarak kapatma kararı vermiştir.
İHAM
ise, Refah Partisi v. Turkey davasında, odak olmayı değerlendirmiş ve şu
ilkeleri saptamıştır (paragraf 104):
'Bir
siyasi partinin demokratik ilkeleri yok etmeye yönelik bir tehdit oluşturduğu
gerekçesiyle kapatılmasının 'zorlayıcı bir sosyal gereksinimi' karşılayıp
karşılamadığı sorununa ilişkin olarak Mahkemenin toplu incelemesi aşağıdaki
noktalara odaklanacaktır:
(i)
demokrasiye yönelik bir tehdidin mevcudiyetinin kanıtlandığı varsayılarak bu
tehdidin yeterince yakın olduğuna ilişkin inandırıcı kanıtların bulunup
bulunmadığı;
(ii
)siyasi parti liderlerinin ve üyelerinin eylem ve konuşmalarının bütünüyle
ilgili siyasi partiye isnat edilip edilemeyeceği;
(iii)
siyasi partiye isnat edilen eylem ve konuşmaların, 'demokratik toplum'
kavramıyla çelişen parti tarafından algılanan ve savunulan toplum modelinin
sarih bir resmini çizen bir bütün oluşturup oluşturmadığı'
İHAM
bu ilkeler ekseninde, 'siyasi parti üyelerinin eylem ve
Konuşmalarının
o siyasi partiye isnat edilebilirliği' başlığıyla, bu konuları değerlendirmiş,
hatta tehdit oluşturmayı 'kapatılmanın uygun zamanı' başlığında
tartışmıştır.
Burada
belirtmek gerekir ki;
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi, 'DEMOKRATİK TOPLUM DÜZENİ HUKUKU'NDA, özellikle
'Ezelin Fransa'ya karşı' ve 'Türkiye Birleşik Komünist Partisi' davalarında,
toplantı ve Örgütlenme hürriyetleri ile ifade hürriyeti arasında bir bütünlük
kurdu ama, inanç hürriyeti ile bu hürriyetler arasında 'TERS SİMETRİ YASASI'nı
da uyguladı.[47]
III/II-
TÜRKİYE ÖZELİNDE SİYASAL/ TOPLUMSAL DEĞERLENDİRME
SONUÇ
YERİNE:
21.Yüzyılda,
DTP'ye açılan kapatılma davası nedeniyle Yüce Mahkemenize, Müvekkilimiz adına
bu savunmayı sunuyor olmamız, bize biraz anakronik görünüyor. Burası Türkiye
denilebilirse de, bu davanın anlamını ulusal ölçekte açıklayabilmek yine de
zor. Çünkü, küreselleşen dünyamızda Amerika'da yaprak kıpırdasa Çin'de esintisi
duyuluyor. Gerçekten de, gerek AKP'nin, gerekse DTP'nin kapatılma davası, başta
tam üyelik hedefiyle aday olduğumuz AB ve dünya kamuoyu tarafından yakından
izleniyor. Bu ilginin içişlerimize karışmak anlamına geldiğini söylemek artık
pek mümkün değil. Çünkü, 20.Yüzyılın son çeyreğinden, tam tarihiyle söylersek,
imzacısı olduğumuz 1975 Helsinki Nihai Senedi'nden bu yana, insan haklarını
ilgilendiren konuları izlemek ulusalar topluluğunun hem hakkı hem de görevi.
Etnik, kültürel, dinsel, dilsel, cinsiyetle ilgili vb. her türlü ayrımcılığı
dışlayan evrensel hak ve özgürlükler, bir bakıma insanlığın anayasası
katına yükselmiş bulunuyor.
Siyasal
haklar, seçme ve seçilme hakkı da dokunulmaz, devredilmez haklardan ve
Kürtlerin partileri ne zaman TBMM'ye girecek olsa, neredeyse vakit geçirilmeden
çeşitli bahaneler bulunarak kapatılmak isteniyor, kapatılıyor. Bu durumun
sorunun barışçıl çözüm yollarını da tıkadığını görmek gerekir. Silahları
susturmanın en akılcı yolu Kürtlerin siyasal temsiliyken, Kürt partilerinin
kaderi; tanrılar tarafından, bir kayayı her gün dağın tepesine çıkarıp akşam
geri yuvarlamaya sonsuza kadar mahkum edilen efsanedeki Sisiphos'un kaderine
benziyor. Barışçıl çözümden, birlikte yaşamaktan yana partiler yeniden yeniden
kurulmaya çalışılırken, çözümsüzlük, çaresizlik psikolojisi içindeki gençler de
dağa çıkmaya devam ediyorlar.
Oysa,
bu sorunun neden hala var olduğunu ve neden çözemediğimizi anlamak için değişen
dünyaya ve bir türlü bu değişemeyen devlet zihniyetimize bakmak gerekiyor.
Küreselleşme
olgusunun dünyayı nasıl değiştirmekte olduğunu görmemek mümkün mü' Bütüncül
sistem tarzındaki toplumlar, yani kendi içine kapalı toplumsal ve kültürel
bütünler kırılmaya uğradı; ulusal aidiyet duyguları zayıfladı. İletişimin
yaygınlaşması, bilginin demokratikleşmesi vatandaşların kendini ifade etme,
katılım, özgürlük taleplerini artırdı. Ulusal aidiyetin tanıdığı vatandaşlık hakkı,
diğerleri gibi olma hakkıyken, kültürel haklar başka olma hakkı
olarak öne çıktı. Bu durum. bir yandan çeşitli krizlerin, kopuşların, şiddet
türlerinin açığa çıkmasına; diğer yandan etnik, kültürel, dinsel kimliklerin
özgürlük taleplerinin, kimliklerin 'tanınma' taleplerinin yükselmesi
sonucunu getirdi.
'Çalışanlar,
işgal altındakiler, kadınlar, çeşitli türden azınlıklar kendilerine bir öznellik
yarattılar. Böylelikle, egemenlik altındaki onca kategorinin, kurban olmaktan
başka seçenekleri yokmuşçasına, sömürülmesine üzülmekle yetinmek olanaksız hale
geldi.....Kurbanlar bir anda yalnızca kurban olmayı bırakıyorlar, durumlarının
bilincine varıyorlar, itiraz ediyorlar, konuşuyorlar.'[48] Öznelliklerin
yükselişi kendini, Avrupa modernleşmesi krize girerken ve Sosyalist sistem
yıkılışa sürüklenirken duyurdu ve dünyayı etkisi altına aldı..
Günümüzde
hemen hemen tüm dünyada artık, toplumsal bir dilden kültürel bir dile;
toplumsal öznelerden kişisel öznelere ve kültürel hareketlere geçiş çağı
yaşanmaktadır. Yeni özneleri ve yeni hareketleri tanımlamak gerekirse; tıpkı
ulus gibi, sınıf gibi, kendi kendinin bilincinde, kendine göndermeli bir
biçimde hareket etme becerisine sahip öznelerdir, diyebiliriz. 'Bu özne, her
şeyden önce, onu kendinden soğutan ve kendi kendini kurma yönünde hareket
etmesini engelleyen şeye karşı savaşım vererek ortaya koyar kendini.'[49]Onları görmezden gelmemize yol
açan şey ise;ideolojilerin bakışımızı belirlemiş olması ve bu bakışın
nesnesine belli mesafeden bakamaz oluşumuzdur.
Devletin
monolitik ve otoriteryan yapısı ve ideolojisi altında, gelmiş geçmiş siyasal
iktidarların, siyasal çözüm konusundaki cesaretsizliği ve becerisizliği sonucu,
Kürtlerin silahlı başkaldırısının 80'li yılların ortalarında başlamış olması
tesadüfle değil, sözünü ettiğimiz konjonktürle açıklanabilir. Her şeyi emperyalist
güçlerin kışkırtmasına bağlamak iç dinamikleri görmemek, yok saymak anlamına
gelir.
20.Yüzyıl
tarihi, Avrupa'yı kana boyayan, II. Dünya Savaşına yol açan faşist, ırkçı,
yayılmacı yönetimlerin de, diğer totaliter rejimlerin de yıkılışının tarihi
olarak ibretle doludur. Oysa siyasal demokrasiyi yaşatabilenler ulusal
birliklerini korumayı başardılar. İspanya ETA, İngiltere IRA ayrılıkçı
şiddetini geç de olsa siyasal çözümle durdurabildi. Yugoslavya ise, 2000'li
yıllara sarkan bir şiddet ve parçalanma trajedisiyle yıkılıp gitti.
Yakın
tarih bize, ulusal devletlerin bekasını sağlayacak en önemli güvencenin siyasal
demokrasi içinde, evrensel insan hakları temelinde, kültürel ve siyasal
hakların tanınması olduğunu yeterince açıklıkla göstermektedir. Ulus devletin
birleştirici, aynılaştırıcı ideolojisinin gereği olan yurttaşlık kavramının
siyasal hakların tanınması ilkesine dayandığını bile görmezden gelerek,
Kürtlerin siyasal temsilcilerini Parlamentodan çıkartarak, kapatarak, ulus
devlet olmanın asgari gereğini bile yerine getirmiyorsak, Kürtleri bir özne
olarak tanımak istemiyoruz demektir ki, o zaman silahları nasıl susturacağız' Evrensel
bir insan gerçeği olarak, her zaman ve her yerde, iletişim kurmanın,
bütünleşmeyi sağlamanın, birlikte barış içinde yaşamanın yolu, her zaman
'ötekinin' olduğu gibi 'tanınması'ndan geçer.
1-
TÜRK DEVLETİNE VATANDAŞLIK BAĞIYLA BAĞLI HERKESİN TÜRK SAYILMASI, BİRLEŞTİRİCİ
VE BÜTÜNLEŞTİRİCİ BİR ANLAYIŞ DEĞİLDİR:
Sayın
Başsavcı, Anayasanın, Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı herkesi Türk
saymasının, birleştirici ve bütünleştirici olduğunu iddia ediyor. Sayın
Başsavcıya göre Anayasa'daki vatandaşlık tanımının değişmesini istemek,
bölücülük. Oysa asıl bölücülük yaratan şey, Türk devletine vatandaşlık bağıyla
bağlı herkesi Türk saymaktır. Bu, bütünleştirici değil ayrımcı bir bakış
açısıdır. Kürt sorunu her zaman güvenlik politikaları içinde ele alınmış, her
türden gelişme ve değişim çabaları bu kapsamda değerlendirilmiştir. Bir etnik
grubun (egemen ulusun) hâkimiyeti fikrine dayanan, asimilasyonu amaçlayan,
kimlikleri inkâr eden bu politikalar, insan hakları ve demokrasi kavramlarıyla
bağdaşmamaktadır. Esasen DTP'ye yöneltilen bölücülük iddiası, Cumhuriyet tarihi
boyunca Kürtlere karşı tekrarlanmış bir iddianın yansımasıdır. Kürtlerin tüm
demokratik hak talepleri, hemen her zaman bölücülük suçlamasıyla
karşılaşmıştır. Kürtler ne zaman siyaset yapmak istese partileri kapatılmıştır.
Kürtlerin haklarının, Kürt kimliğinin tanınması gerektiğini söyleyen, bu
sorunun çözümü için çalışacağını programına koyan bütün partiler bölücülük
suçlamasıyla kapatılmıştır.
Kürt
sorunu devletin tabu sorunlarından biridir. Hepimiz bu tabunun içine doğduk,
etkilendik, Kürtleri tanımadan, anlamadan Kürtler hakkında fikir edindik.
Kürtlerin ve kurdukları tüm partilerin bölücü olduğu, ulusun bütünlüğünü tehdit
ettikleri yargısının kendisi, bölücülük için uygun bir zemin yaratmaktadır.
Kapatılan diğer partiler gibi DTP'de Türkiye'nin bölünmesini istediği için
değil; Kürt kimliğinin,dilinin ve kültürel hakların tanınmasını istediği,
türdeş ulus yaratma politikasına karşı çıktığı için bölücü olmakla
suçlanmaktadır. Devletin bildiğini herhalde Sayın Başsavcı da biliyordur: DTP
üniter devletle sorunu olmadığını defalarca açıklamıştır. Bunu anlamak için
tüzüğüne, programına, parti yetkililerinin açıklamalarına bakmak bile
yeterlidir. DTP programında, Kürt sorunun çözümünün ortak vatanda görüldüğü
açıkça yazılıdır.
DTP
Meclise girdiği tarihten başlayarak da üniter devlet içinde çözüm aradığını her
vesileyle açıklamayı sürdürmüştür. İnternette google girip 'DTP üniter devlet'
yazdığınızda, DTP, DTP'nin genel başkanlığını, eş başkanlığını yapmış Ahmet
Türk, Aysel Tuğluk, Emine Ayna, Nurettin Demirtaş ve DTP'li çeşitli
yetkililerin, özeti 'Kürt sorununun çözümünü üniter devlet içinde istiyoruz'
olan tam 129.000 haber gelmektedir. Sayın Başsavcı DTP'nin parti belgelerine,
yetkililerinin açıklamalarına rağmen, onların üniter devletten yana değil
bölünmeden yana oldukları konusunda emin görünüyor. DTP'nin programını, DTP'lilerin
söylediklerini, yazdıklarını değil, düşündüklerini sandığı şeyi gerçek kabul
ediyor. Aslında Kürtleri potansiyel bölücüler haline getiren, kendilerinin Kürt
olduklarının kabul edilmesini istemeleri. Sorun bu kadar net ve yalın.
Hepimiz
için hayatın bir amacı, bir anlamı vardır. Hepimiz, hayatımızda bir kez olsun
'Ben kimim' Niçin yaşıyorum' Hayatın, benim hayatımın anlamı ne'' sorularını
sormuşuzdur. Kuşkusuz bu sorulara yanıtımız farklı olmuştur. Farklı olması
doğaldır. İçine doğduğumuz dil, yetiştiğimiz aile, bölge, yetişme koşulları,
algımızı, kimliğimizi etkiler, belirler. Bu farkın doğal olması yüzündendir ki,
hiç kimse bir başkasına 'Sen kendini öyle değil de böyle tanımlamalısın, senin
hayatının amacı, anlamı o değil de bu olmalı.' diyemez, dememelidir. Herkes, bu
yanıtı kendi başına bulmak, bulduğu yanıtın öngördüğü sorumluluğu taşımak
zorundadır. Kişi, ancak bunu başardığında onurlu bir hayat sürebilir. Bir
insanı, bir halkı onun kendini tanımladığı gibi değil de farklı tanımlamak,
onun kendisini dayatıldığı biçimiyle tanımlamasını istemek, şiddetin ta
kendisidir. Tanımlamak yerine tanımak, anlamlandırmak yerine anlamaktır doğru
olan. Kürtlerle Türklerin yaşam deneyleri, hissettikleri, değer verdikleri,
anlam dünyaları farklı olabilir. Bütün bunlar, birinin daha iyi, daha üstün
olduğunu değil, farkı gösteriyor. Biz söylesek de söylemesek de benzerlikler
kadar farklar da var. Ayrımcılığı doğuran ya da birlikte yaşamayı güçleştiren,
farkın kendisi değil, farklara atfedilen değer yargıları. İnsanlar arasında
olduğu gibi kültürler arasında da, çok farklı oldukları için değil, bu farka
hiyerarşik ve dışlayıcı yaklaştıkları, kendisi gibi olmayana yeterli değeri
vermedikleri ve ilgiyi göstermedikleri için sorun çıkıyor.
Dünya
da, Türkiye de biz istesek de istemesek de değişiyor. Önemli olan bu değişimin
iyiye doğru olmasıdır. Her şey değişiyor ama devlet hep aynı devlet. Farklılığı
kabul etmeyen, tek tip vatandaş isteyen, hoşgörüsüz... Devlet ve onun gibi
düşünenler, herkesin kendisi gibi düşünmesini, ülkeyi onun gibi sevmesini,
herkesin bu değerlere göre hizaya girmesini ister. Oysa insan için tek tutarlı
yol, kimsenin efendisi de kölesi de olmamaktır. Ve herkesin ülkesini sevme
biçimi farklıdır. İnsan, ülkesini devletin istediği gibi bütün kirlilikleriyle,
gizli ilişkileriyle, kayıtsız şartsız da sevebilir, Camus'un dediği gibi de:
'Yurtseverlik, yurdunun haksız olmamasını istemek ve bunu yurduna
söyleyebilmektir.'
Neyse
ki yurtseverliği Camus gibi anlayan Türkler de var. Aşağıdaki metin, devletin haksızlık
yaptığını gören, bunun son bulmasını isteyen, aralarında ünlü yazar, sanatçı,
oyuncu, akademisyen ve meslek odası yöneticilerinden Prof. Dr. İonna Kuçuradi,
Prof. Prof. Dr. Şerif Mardin, Prof. Dr. Murat Belge, Prof. Dr. Mete Tunçay,
Prof. Dr. Ayşe Buğra, Prof. Dr. Fuat Keyman, Prof. Dr. Gençay Gürsoy, Prof. Dr.
Baskın Oran, Prof. Dr. Jale Parla, Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, Osman Kavala, Can
Paker, Cengiz Aktar, İbrahim Betil, Oya Baydar, Şevket Pamuk ve Zeynep
Tanbay'ın da bulunduğu 100'ü aşkın aydın tarafından Cumhurbaşkanına
sunulmuştur. Kürt sorununun barışçıl yollardan çözümü konusunda Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül'ü aktif olarak göreve çağıran, 'Kardeşçe yaşamayı özlediğimizi
ilan ediyoruz' diyen aydınların mektubundan, anlatmak istediklerimizi çok iyi özetlediği
için uzunca bir alıntı yapmak istiyoruz:
'Sayın
Cumhurbaşkanı,
22
Temmuz genel seçim sürecinde; yavaşlayan demokratik açılımların hızlanacağı,
siyasi ve ekonomik reform çabalarının canlanacağı, Kürt sorununun diyalog
yoluyla barışçı yöntemlerle çözülmesi için adımlar atılacağı yönünde sözler
verilmiş ve umutlar yaratılmıştı. Ne yazık ki süreç tam ters yönde gelişti;
şiddet, ölümler ve tırmandırılan milliyetçilik, sorunun akılcı çözümünün önüne
geçti. Kaygı, belirsizlik, güvensizlik duygularının derinleşerek yaygınlaştığı;
Türklerin ve Kürtlerin, bu topraklar üzerinde birarada yaşama isteğinin
sarsılmaya ve hızla aşınmaya başladığı bir döneme girdik. Bir süre önce
başlatılan sınırötesi harekâtın da, bölge halkının içinde bulunduğu koşulları
ağırlaştırarak, sorunun çözümüne katkı sağlamak yerine, bunalımı daha da
derinleştireceğinden kaygılıyız. Yine de bütün olumsuzluklara rağmen, bu dönemi
sonlandırmanın, yüzlerce yıldır birlikte yaşayan halkların kardeşliğini tekrar
hatırlamanın ve onarmanın mümkün olduğu inancındayız.
Ülkemizin
geleceğinin; ayrımcılık yapmayan, çocuklarını ölüme göndermeyen, adaleti ve
barışı esas alan bir anlayışla şekillenmesine duyduğumuz ihtiyaçla,
görüşlerimizi sizinle paylaşmak; çözüm yönünde atılacak her adımı ödünsüz
savunacağımızı, yanınızda olacağımızı ifade etmek istiyoruz.
DTP
Kapatılmamalıdır: Yargıtay Başsavcılığı, DTP'nin ülkenin bölünmez bütünlüğü
için tehlike oluşturduğu görüşünde. Biz, iki milyonu aşkın oy almış DTP'nin
kapatılmasının, bütünlüğümüz için daha büyük bir tehlike olduğunu düşünüyoruz.
Siyasi, iktisadi, insani çözümlerin derhal gündeme getirilmesinin gerektiği bu
kritik dönemde, DTP'nin kapatılması davası, gerginliği ve çözümsüzlüğü
derinleştirecek, ayakta tutmaya çalıştığımız demokrasiyi ağır şekilde
zedeleyecektir. Bu ülkede kendi kimlikleriyle siyaset yapmak isteyen Kürtler
yaşıyorsa, partileri de olacaktır. Bu gerçeği bir an önce kabullenmek gerekir.
Sorunun
temelinde, farklılıkları kabul etmeyen, tek tip ve itaatkar vatandaş isteyen,
kendisi gibi düşünmeyeni affetmeyen devlet zihniyetinin bulunduğu kanısındayız.
Her
alanda olduğu gibi, siyasi partiler mevzuatı da, tayin edilen doğrulara itiraz
edilmesine tahammülsüz bir anlayışın ürünüdür. Oysa farklılıklarımızı koruyarak
bütünsel zenginliğimizi ortaya çıkarabilmenin tek yolu, evrensel değerleri
tanımaktan, uygulamaktan geçmektedir. Etnik köken, inanç, kültür, siyasal
anlayış farkından doğan çok çeşitli taleplerin olabileceğini, bu taleplerin
konuşulmasından, tartışılmasından korkmamak gerektiğini artık öğrenmeliyiz.
+Tek
Etkili Çözüm Yöntemi Diyalogdur: Kürt sorunu, sadece şiddet sorunu değildir;
kültürel, sosyal, siyasi, psikolojik, insani, ekonomik boyutları olan; kimlik,
adalet, yoksulluk ve yoksunlukla ilgili bir sorundur. Ortada bir sorun varsa,
bu sorun nasıl doğdu, neden yaşanıyor, neden hala sürüyor sorularının yanıtını
aramak gerekmektedir. Sorunun taraflarının birbirlerinin düşündüklerini,
hissettiklerini anlaması önemlidir. Ancak diyalog sayesinde birbirimizi
anlayabilir, önyargılardan arınabilir ve gerçekte nasıl ise öyle
görmeyi/görünmeyi başarabiliriz. Tanımak yerine tanımlamayı, anlamak yerine
anlamlandırmayı, diyalog yerine dayatmayı seçmek; doğruyu yalnız ben bilirim
demek, gerçekliği sarsıyor, öfke, kırılganlık ve çatışma yaratıyor. Aklımızı,
kalbimizi, bütün anlama pencerelerimizi açık tutacağımız bir diyalog süreci,
bizi birbirimize bağlayan bütün ortak duyguları tekrar hatırlamamızı
sağlayacak, bizi yakınlaştıracak, birlikte yaşama ve karşılıklı affetme
isteğimizi güçlendirecektir.
Ne
yazık ki Kürt sorunu hakkında DTP milletvekilleri ve seçilmiş BELEDİYE
başkanları dışında herkese, ülkemiz dışındakilere, Amerikalılara, Avrupalılara
bile görüşleri soruluyor. Anayasa tartışılıyor; kültürel haklar, vatandaşlık,
kimlik, eğitim, yerel yönetim, yargı... her konuda çalışma yapılıyor ama bu
çalışmaların hiçbirine Kürtler çağrılmıyor. Bu yok sayma halini haksız,
incitici, kaygı verici buluyoruz. Kürt sorunu, ancak tüm tarafların görüşleri
dinlenerek, dikkate alınarak çözülebilir. İki milyonu aşkın Kürt vatandaşımızın
siyasal temsilcileri olan DTP'li milletvekillerinin muhatap alınmaları;
önerilerinin 'bölücülük' ve 'terör örgütüne yardım' sayma alışkanlığı dışında
özgürce tartışılabilmesi, çözüme giden yolun ilk adımı olacaktır.
Eve
Dönüş Yasası Gerçekten Kardeşlik Yasası Olarak Tasarlanmalıdır: TCK'nun 221.
maddesinin dağdaki gençleri dönmeye ikna edememesinin temel nedeni, onlara
onurlu bir dönüş olanağı vermemesidir. Hiç kimse, kendinden bir hiç yaratmak,
onurlu bir insan olma hakkından vazgeçmek anlamını taşıyacak, ahlaki iması
muhbirlik olan bir dönüşü kabul etmez. İnsan hakları öncelikle insan onurunun
korunması anlamını taşır.Yapılacak düzenleme, meydan okuma değil, çağrıya uyma
isteği yaratmalıdır. Hiçbir eyleme katılmayanların affı, dönecek olanların
topluma onurlu ve sorunsuz şekilde katılabilmelerinin sağlanması, yapılacak
çağrının karşılık bulmasını kolaylaştıracaktır. Geçmişte 3713 sayılı Yasa'nın
geçici 1. maddesinde denendiği üzere, infaz indirimi getirilmesi, sosyal
barışın tesisini kolaylaştıracaktır.
Bizler,
bu topraklar üzerinde yaşayan yurttaşlar; aynı acıları, aynı kaygıları
paylaşanlar ve umudu barış olanlar, utanmadan birbirimizin gözlerine
bakabilmeyi, korkmadan birbirimize sarılmayı, kardeşçe yaşamayı özlediğimizi
ilan ediyoruz. Özlemimize sahip çıkacağız, özlemimizi gerçekleştirenlerin
arkasında olacağız.'
Görüldüğü
gibi aydınlar, Sayın Başsavcı'nın aksine, DTP'nin açık kalmasının değil,
kapatılmasının bölünmez bütünlük için tehlike olduğuna işaret ediyor. Kamu
vicdanını temsil eden aydınlar, Kürtlere uygulanan ayrımcılığa, baskıya karşı
çıkıyor, Kürt kimliğinin tanınmasını istiyor. Sayın Başsavcının benimsediği
resmi görüş ise, Kürt kimliğini tanımayı reddediyor; Kürtçenin içine doğan,
ninnilerini, masallarını Kürtçe dinleyen, rüyalarında Kürtçe konuşan, kendini
Kürt bilen/hisseden Kürtlere siz Türksünüz diyor. Doğruyu yalnız ben bilirim
tavrı, çoğulculuğu reddediyor, tekçi, kalıpçı düşünmeyi zorunlu kılıyor. Mutlak
doğrunun sahibi olma iddiasından vaz geçmemek, kaçınılmaz olarak totaliter, otoriter
anlayışları getiriyor.
Dünyadaki
ve toplumlardaki değişiklikler de, ideolojik çoğulculuğa uygun zemin
oluşturuyor. Her alanda çeşitliliğin arttığı, çelişkili süreçlerin iç içe
geçtiği bir dünyada yaşıyoruz. Sanayileşme çağının getirdiği standartlaşmayı
temsil eden, toptan tüketim, toplu üretim, toplu eğitim ve kitlesel iletişimin
politik ifade biçimi olan devletçi ve milliyetçi ideolojiler aşılıyor.
Dünyadaki güç merkezlerinin çoğalmasına koşut olarak, toplumdaki güç merkezleri
de çeşitleniyor. Aynı türden düşünen bütünsel yapılar dağılıyor, sınıfsal,
dinsel, etnik, kültürel büyük gruplar parçalanıyor, kendi içlerinde çatışmaları
olan, çelişkili çıkarlara sahip daha küçük gruplara bölünüyor.
Kısaca
küreselleşme, evrenselleşme, entegrasyon süreçleri ile yerelleşme, çeşitlenme,
parçalanma ve farklılaşma süreçleri iç içe yaşanıyor. Bu durum, hegemonyacı
ideolojileri geçersiz kılıyor, ideolojik çoğulculuk için zemin oluşturuyor.
Bugün
yaşadığımız temel sorunların kökeninde, devlete hakim bu monist zihniyetin
yattığını söylemek yanlış olmaz.
Küreselleşmenin
yaşandığı günümüzde, insanlar kendi etnik kimliklerine daha sıkı sarılıyor, ona
sahip çıkıyorlar. Bu sahip çıkışın karşısında durulamayacağını dünyada
yaşananlar gösteriyor. Diğerinin, azınlıkta olanın kimliğine saygı gösteren
ülkeler bütünlüğünü koruyor, kendi kimliğini dayatan, farklı olana yaşama hakkı
vermeyenler ise bölünüyor. Bunu anlamak için çevremize bakmak yeterli.
TÜRK
KİMLİĞİNİ DAYATMAK, DIŞLAYICI BİR ETKİ YARATIYOR:
Başlangıç
bölümünden anayasanın çeşitli maddelerine kadar her yerde geçen 'devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu' saptaması, milletin ve ülkenin
sahibinin devlet olduğunu gösteriyor. Devlet, millet için değil, millet devlet
için var ve o millet de farklılık taşımayan homojen bir millet.
Milleti,
devletle özdeşleştiren bu tanım, milleti ırk temelinde açıklayarak, toplumda
var olan farklı kimliklere kendini kapatmıştır. Anayasa ve yasalarda sık sık
geçen 'bölünmez bütünlük' kavramı ve bu bütünlüğün olmadığını ifade etme
yasaklarıyla, homojen bir millet yaratılabileceğine inanılmıştır. Oysa gündelik
yaşam bu asimilasyon politikası ile gerçeklik arasındaki çelişkiyi her gün
sergilemekte. Türk kimliği, tarihsel, dinsel, geleneksel ve kültürel tüm farklı
kimlikleri dışlıyor. Millet, ırk birliğine bağlandığından, sonradan edinilmesi
olanaksız bir aidiyet söz konusu. Ötekiler, ya kendi kimliklerinden vaz geçerek
asimile olacak, ya da kendilerini bu milletten saymayacaklar. Heterojen bir
toplumun yasalar ve yasaklarla homojenleştirilmek istenilmesi, kaynaşmayı
değil, ayrışmayı güçlendiriyor. Kimliği tehdit edilen, tanınmayan her kültür,
doğal ve haklı olarak kendi farklılığını öne çıkarma eğilimi gösteriyor. Milletin,
aidiyetlerin çoğulluğunu kucaklayan bir üst kimlik olarak tanımlanmaması,
ülkede yaşayan azınlıkların haklı olarak etnik kimlik iddialarında daha
yoğunlaşmalarını getiriyor.
Türkiye
bir yandan demokratikleşmeye çalışıyor, AB standartlarına uymak için çaba
gösteriyor, kurullar kuruyor, sonra kurduğu kurulların raporları resmi görüşe
ters düşerse bunları geçerli saymıyor. İnsan haklarına ilişkin olarak ilgili
devlet kuruluşlarıyla sivil toplum kuruluşları arasında iletişim sağlamak ve
insan haklarını kapsayan ulusal ve uluslararası konularda danışma organı olarak
görev yapmak üzere, Başbakanın görevlendireceği bir Devlet Bakanına bağlı
olarak oluşturulan İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun 'Azınlık Hakları ve
Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporundan bir özet vermek istiyoruz:
'TÜRKİYE'DE
AZINLIK KAVRAMI, TANIMI, KÜLTÜREL HAKLAR
Milletler
Cemiyeti döneminden bu yana azınlık kavramının ölçütü üçlüdür: etnik, dilsel,
dinsel azınlıklar. Bununla birlikte, Türkiye 1923 Lozan'da bunların üçünü de
kabul etmemiş ve yalnızca gayrimüslim yurttaşların azınlık olduğunu ve
dolayısıyla uluslararası azınlık korumasından yararlanabileceğini kabul
ettirmiştir. (Yukarıda da açıkladığımız gibi, Lozan Anlaşması gayr-i müslüm
azınlıklar için pozitif hak ve özgürlükler öngörürken Müslüman azınlıklardan
söz etmemiştir. Bunun nedeni, Lozan heyetinin Müslüman azınlıklar kavramı
içinde yer alan Kürtlerin, Çerkeslerin, Lazların vs Türklerle kaderini
birleştirdiğini, Türkiye Hükümetinin onları da temsil ettiğini, yönetimde,
mecliste, her alanda eşit haklara sahip olduklarını, bu nedenle azınlık olarak
gösterilmelerine gerek olmadığını savunmuştur. Kürt milletvekilleri de her
alanda eşit ve beraber olduklarına vurgu yaparak azınlık statüsüne karşı
çıkmışlardır. Parantez içi not bize aittir.)
Bununla
birlikte, aradan yaklaşık seksen yıl geçmiş olduğu ve bu arada dünyadaki
azınlık kavramı, tanımı ve hakları büyük gelişme gösterdiği için Türkiye ciddi
sıkıntılarla karşı karşıya kalmaktadır. Üstelik, 1990'dan sonra azınlık hakları
hem mekân hem de nitelik olarak daha da genişlemiş ve güçlenmiştir. Bu sıkıntılar
yalnızca Lozan'ın sınırlı tanımından kaynaklanmamaktadır.
Türkiye,
imzaladığı uluslararası sözleşmelere getirdiği bir tür rezervle (çekince,
ihtirazi kayıt) daha da dar bir kalıp ileri sürmektedir. Bu 'Yorum Beyanı'na
göre, Türkiye, Lozan'ın yanı sıra 1982 Anayasasının kısıtlamalarını da
uluslararası ortamda ileri sürmekte, katıldığı sözleşmelerde getirilen hakların
Lozan'da kabul edilenler dışındakilere de getirilmesi ve 1982 Anayasası
tarafından yasaklanan haklardan olması halinde uygulanmayacağını bildirmektedir.
Türkiye'nin bu konudaki sıkıntılarını iki noktada özetleyebiliriz:
1)
Türkiye'nin bu sınırlayıcı tutumu, dünyadaki eğilimlere gitgide ters
düşmektedir. BM İnsan Hakları Komitesinin 1990'lardaki yorumundan sonra eğilim,
bir ülkede azınlık olup olmadığını o ülkeye sormamak ve eğer 'etnik, dilsel,
dinsel bakımdan farklılık gösteren ve bu farklılığı kimliğinin ayrılmaz parçası
sayan' gruplar varsa, o devlette azınlık bulunduğunu kabul etmek yönündedir.
Fakat, bunlara azınlık statüsü tanıyıp tanımamak tamamen ulus-devletin yetki
alanına girer.
Burada
hemen belirtelim ki Avrupa Birliği'nin, Türkiye'den, farklı kültürel gruplara
azınlık statüsü ve hakları tanınması yolunda bir talebi kesinlikle yoktur.
Yalnızca, kültürel bakımdan farklı bütün yurttaşlara eşit muamele yapılmasını
istemektedir. Bu nokta çok iyi anlaşılmak zorundadır.
2)
Türkiye Lozan'ı da gerektiği gibi uygulamamaktadır ve dolayısıyla Türkiye'nin
bu kurucu antlaşmasının kimi hükümlerini dahi ihlal etmektedir.
Lozan'ın
39/4 maddesi, 'bütün TC yurttaşları'na, 'dilediği dili ticarette, açık ve
kapalı toplantılarda, her türlü basın ve yayın araçlarında kullanma' hakkı
getirmektedir. Yani bu kullanımın tek istisnası, resmî dairelerdir. Bu konuda,
örneğin radyo ve TV'lerde kimse istediği dilde yayın yapamadığı için 03 Ağustos
2002'de Üçüncü Uyum Paketi çıkartılmış, ama o da uygulanamadığı için bir de 30
Temmuz 2003'te Yedinci Paket çıkartılması gerekmiştir. Kasım 2003 sonunda RTÜK
bu konuda bir yönetmelik hazırlamıştır. Burada da zaman ve mekan kısıtlamaları
getirilmiştir.
Oysa,
örneğin Lozan 39/4 uygulansa, örneğin Kürtçe yayın konusunun getirdiği ve
Türkiye'yi boşu boşuna meşgul eden sıkıntılı tartışmalar kendiliğinden sona
erecektir. Türkiye'de uluslararası koruma altında azınlık yaratmamak açısından,
bütün yurttaşlara mümkün olduğu kadar geniş özgürlükler verilmesi gerektiği
açıktır ve bu madde 'tüm TC yurttaşları'ndan söz etmektedir.
Türkiye'de
devletin kendi insanına daha insanca muamele yapmasının, ülkede 'birlik ve
beraberlik' açısından çok yararlı olacağına kuşku yoktur. Çünkü 'zorunlu
yurttaş'lardan oluşan bir ülke zayıf bir ülkedir. İnsanları mutlu ederek onları
'gönüllü yurttaş'lar haline getirmek bizzat devleti kuvvetlendirecektir.
Devletin en az çekineceği vatandaş, hakkını verdiği vatandaştır.
TÜRKİYE'DE
İLGİLİ MEVZUAT VE UYGULAMA
Türkiye'de
azınlıkları ve dolayısıyla kültürel hakları ilgilendiren mevzuat, ülkedeki
azınlık kavramı ve haklarından daha kısıtlayıcı durumdadır.
Bunun
temel kaynağı, Anayasa'nın 3/1 maddesidir: 'Türkiye devleti, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir'. Devletin ülkesiyle bölünmez
bütünlüğü son derece doğal ve tüm dünyada tartışmasız kabul edilen bir
husustur. Fakat 'milletin bölünmez bütünlüğü' kavramı, bizlere doğal gibi
gelivermekle birlikte, bir Batılıya son derece terstir. Çünkü bu terimi
kullanmak milletin tek parça (monolitik) olduğunu söylemektir ki, milleti
oluşturan çeşitli alt-kimliklerin inkârı anlamına gelir ve dolayısıyla
demokrasinin özüne karşıdır. Bu 'yabancı' oluş durumu uluslararası insan
hakları alanında şöyle somutlaş-maktadır: Hakların sınırlandırılmasında
kullanılan ölçütlerde 'milli güvenlik' ve 'toprak bütünlüğü' vardır ama,
'milletin bütünlüğü' yoktur. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kendi önüne
getirilen davalarda, 'ülkede azınlıklar bulunduğunu ileri sürme'nin milli
güvenlik nedeniyle engellenemeyeceğini belirterek ihlal kararı vermektedir.
Diğer yandan, '[Türkiye Devletinin] Dili Türkçedir' ibaresini anlamak hepten
imkansızdır, çünkü devletin dili olmaz. Resmî dili olur ve o ülkedeki
yurttaşlar devletle ilişkilerinde bu resmî dili kullanmanın yanı sıra, ülkede
çeşitli diller konuşurlar ve bu dillerde yayın yaparlar. Nitekim, 1961
Anayasasındaki ifade: 'Resmî dil Türkçedir' biçimindedir (md.3).
Anayasa'nın
ve yasaların sayısız maddesinde tekrarlanan 'devletin ülkesi ve ulusuyla
bölünmez bütünlüğü' ilkesi, 'azınlık yaratmak' adı altında kültürel
alt-kimlikleri reddeder biçimde yorumlanınca, Türkiye'deki mevzuat,
'alt-kimliklerin tanınması' halinde bu bütünlüğün bozulmak istendiğini
varsaymaya ve dolayısıyla bunu yapanları 'bölücülük/yıkıcılık'la suçlamaya
yönelik bir mevzuat olmaktadır. Terörle Mücadele Kanunu, Polis Vazife ve
Selahiyetleri Kanunu, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu, Dernekler Kanunu,
Siyasi Partiler Kanunu gibi önemli yasalarda 'etnik ve dilsel farklılıklara
dayanan azınlıkların var olduğunu ileri sürmek yoluyla azınlık yaratmak'
şiddetle cezalandırılmaktadır.
TÜRKİYE'DE
İLGİLİ MAHKEME İÇTİHATLARI
Anayasa
Mahkemesi ve Siyasal Parti Kapatma Kararları:
Böyle
bir mevzuat karşısında, Anayasa Mahkemesi'nin sık sık parti kapatma kararları
aldığına rastlanmaktadır.
Bununla
birlikte, Anayasa Mahkemesi'nin, yorum yaparken, hukukun kimi temel kavramlarını
gözardı ettiği ve dolayısıyla Türkiye'deki demokrasinin daha da zedelenmesine
yol açtığı da doğrudur. Örneğin Mahkeme, Haziran 1994 DEP kapatma kararında
'Sınırsız hakları sınırlı haklara, ulusun kendisi olmayı azınlık olmaya
dönüştürmenin anlamsız' olduğunu söylerken, 'negatif/bireysel hak' (bütün
yurttaşlara verilen eşitlik hakları) ile 'pozitif/grupsal hak' (yalnızca
dezavantajlı yurttaşlara verilen artı haklar) ayrımını bilmezden gelmiştir.
Ayrıca, Mahkeme'nin bu ifadesi, çoğunluğa mensup yurttaşları birinci sınıf,
azınlığa mensup yurttaşları ise ikinci sınıf addeder niteliktedir.
Anayasa
Mahkemesi örneğin TEP kapatma kararında, önce farklı kimliklerin varlığından
söz etmenin mümkün olduğunu söylemiş, ama hemen arkasından farklı kimlikler
bulunduğunu söylemenin 'zamanla bütünden kopma eğilimine' gireceğini ekleyerek
eski tutumunu sürdürmüştür (TEP kapatma kararı, E:1979 /1, K:1980/1).
Bu
tutum, Türkiye'de farklı etnik, dinsel, kültürel vs. kökenden kişilerin
varlığının tanınmasının, devletin parçalanmasına yol açacağı korkusundan
kaynaklanmaktadır.
TÜRKİYE'DEKİ
DURUMUN TEMELLERİ
İncelediğimiz
bu azınlıklar konusunun Türkiye'de çok dar ve çok yanlış bir açıdan ele
alındığı açıktır. Bu açının temel direkleri şöyle özetlenebilir:
1)
Türkiye, azınlık kavramının ve hukukunun dünyadaki gelişmelerini izlemek
yerine, 1923 yılına takılıp kalmakta, üstelik 1923 Lozan'ı da yanlış/ eksik
yorumlamaktadır.
2)
Azınlığın farklı kimliğinin kabulü ile azınlık statüsü/hakları vermek aynı şey
sayılmakta/sanılmaktadır. Oysa birincisi objektif bir durumdur, ikincisi ise
devletin bileceği iştir.
3)
Demokrasi anlamına gelen 'iç self-determinasyon' ile parçalanma anlamına gelen
'dış self-determinasyon' aynı şey sanılmakta ve sonuçta farklı kimliklerin
tanınması ile devlet toprağının parçalanması aynı şey sayılmaktadır.
4)
Millet konusunda teklik ile birlik aynı şey sayılmakta/sanılmakta ve birincinin
ikinciyi gitgide tahrip etmekte olduğunun farkına varılmamaktadır.
5)
Bir millet olarak Türklerden söz ederken, 'Türk' teriminin aynı zamanda bir
etnik (hatta, dinsel) grup anlamına geldiği görülmemektedir. Bu durumların
ortaya çıkmasının, biri kuramsal diğeri de tarihsel/siyasal olmak üzere iki
temeli vardır.
Kuramsal
Neden: Türkiye Cumhuriyeti'nde Alt-Üst Kimlik İlişkisi Türkiye, Osmanlı
İmparatorluğu yıkıldıktan sonra onun yerine geçerken, onda bulunan
alt-kimlikleri (çeşitli etnik, dinsel, vs.grupları) olduğu gibi miras almıştır.
Fakat İmparatorluk'daki üstkimlik (devletin yurttaşına verdiği kimlik)
'Osmanlı' iken, Türkiye Cumhuriyeti'nde 'Türk' olarak belirlenmiştir. Bu
üst-kimlik, vatandaşı ırk ve hatta dinle tanımlama eğilimindedir. Ör. 'Yurt
dışındaki soydaşlarımız' dendiği zaman Türk etnik kökenden olanlar
kastedilmektedir. Diğer yandan 'Türk' sayılabilmek için ayrıca 'Müslüman' olmak
gerektiği, gayrimüslim yurttaşlarımıza 'Türk' değil 'Vatandaş' denmesinden de
bellidir. Türkiye'de hiç kimse örneğin bir Rum veya Musevi yurttaştan söz
ettiği zaman 'Türk' dememektedir, çünkü Müslüman olmayan bir yurttaştan söz
etmektedir. Bunun devlet uygulamasına ilişkin üzücü örnekleri yukarıda
yeterince verilmiştir.
Bu
durum, kendini Türk ırkından saymayan diğer alt-kimlikleri yabancılaştırmış ve
sorun yaratmıştır. Eğer bu üst-kimlik 'Türkiyeli' olsaydı, bu durum ortaya
çıkmazdı. Çünkü tamamen 'toprak' esasına dayandığı ve 'kan' esasını tamamen
dışladığı için bütün altkimlikleri eşit biçimde kucaklayacak ve işin içine
etnik, dinsel vs. özellikleri karıştırmamış olacaktı.
Bu
konuda, 82 Anayasasının vatandaşlık tanımı, Atatürk'ün 1924 Anayasasının
tanımından çok daha dardır. 24 Anayasası, 'Türkiye Ahalisi' terimini
kullanmıştır. Bu terim, yalnızca üzerinde yaşanan toprağa gönderme yaptığına
değindiğimiz 'Türkiyeli' biçimindeki üstkimliği çağrıştırmaktadır. Bu
üstkimlik, eskiden özdeş sayılan 'milliyet' (belli bir etnik kökene mensubiyet)
ile 'vatandaşlık' (bireyin devletle hukuksal ilişkisi) kavramlarını ayrı ve
bağımsız kavramlar olarak ele almayı sağlayacak ve bu toprakta yaşayan bütün
alt-kimlikleri istisnasız kucaklayacaktır. Böylece 'Gönüllü' vatandaşlardan
oluşacak ulusun, devletini çok daha büyük bir istekle benimseyeceğine hiçbir
kuşku yoktur.
Tarihsel
ve Siyasal Neden: Sevr Sendromu 1990'ların başında Türkiye'nin parçalanma
tehlikesiyle karşı karşıya olduğu hususunda bir 'Sevr Sendro-mu'nun yaşandığı
bilinmektedir. Fakat böyle bir havanın bugün de ileri sürülmesi ve bir
'paranoya' haline gelmiş olması rahatsız edici ve milleti zayıflatıcı bir
durumdur. Bugün Doğu Karadeniz'de bir Pontus Devleti'nin kurulacağından,
Dönmelerin Türkiye'yi idare ettiğinden, Fener Patrikhanesinin İstanbul'da bir
tür Vatikan devleti kuracağından söz edenler böyle bir havayı yaratmaya özen
göstermektedirler. Bu türden bir atmosfer, Türkiye'deki en masum kimlik
taleplerini bile Türkiye'nin parçalanmak istendiği biçimde yorumlamakta ve
anında bastırmak istemektedir. Bu durum, aynı zamanda, büyük Batılı ülkelerin
müdahalesini de davet etmektedir, çünkü Türkiye'nin AB'ye girebilmek için kendi
imzasıyla rıza gösterdiği demokrasiye aykırılık oluşturmaktadır. Kendi yurdunda
böyle bir paranoyayla demokrasiyi geciktirmek, Türkiye'ye hizmet değildir.
Özellikle Kürtçe'nin kullanılması konusunda getirilmek istenen reformlar söz
konusu olduğunda, hemen Türkiye'nin parçalanacağından söz edilmekte, bunun
terörü canlandıracağı söylenmekte, her türlü reform böyle bir paranoya havası
içinde engellenmek istenmektedir. Oysa, bunu yapanlar, reformlar engellendiği
takdirde kimi çevrelerin terörü tekrar tek alternatif olarak algılamaya
sürüklenebileceğini görmemektedirler.
Bununla
birlikte, AB'ye hazırlık süreci, Türkiye'deki azınlık hakları ve kültürel
haklar konusunu çok olumlu bir sürece sokmuştur. Bu süreç, 1920 ve 30'larda
Kemalizm'in ülkeyi çağdaşlaştırmak için 'yukarıdan devrim'le yaptığı hukuk
reformlarının doğrudan devamı niteliğindedir. Nasıl bu yıllarda Kemalist
yukarıdan devrime aşağıdan yukarıya şiddetli tepkiler ('irtica') gelmişse,
bugün de bu Uyum Paketlerine tepki gelmektedir. Bu 'Sevr Paranoyası'nın
beslediği zihniyet, reformlara şiddetle direnmektedir.
SONUÇ
Yıllarca
çok farklı kültürlerin barındığı Anadolu coğrafyası, kültürel ve tarihsel
zenginliklerin de beşiğidir. Osmanlı döneminde ümmet anlayışıyla birçok kimliği
bünyesinde barındıran dönemin ardından Türkiye'de tek kültürlü homojen bir ulus
oluşturma yolunda ciddi adımlar atılmıştır. Ama farklı kimlik ve kültürler bir
mozaik olarak Anadolu topraklarında varlığını sürdürmeye devam etmiştir.
Kemalist
devrimin yapıldığı 1920 ve 30'larda çok doğal olan bu tutum, bizzat Atatürk'ün
'Muasır Medeniyet' tezi icabı artık geride kalmıştır. Bugün Muasır Medeniyet
1920 ve 30'ların Avrupası değil, 2000'lerin Avrupasıdır. Artık, vatandaşlık
anlayışının yeniden gözden geçirilerek, çağdaş Avrupa'daki çok kimlikli, çok
kültürlü, demokratik, özgürlükçü ve çoğulcu bir toplumsal modelin örnek
alınması zorunludur.
Buna
göre özgür, bağımsız, yaratıcı yetenekleri ile kültürel haklarını rahatça
kullanabilen, hak ve görevlerinin bilincinde olan bireylerin sahip bulundukları
siyasal ve hukuksal statünün tanımlanması gerekir. AB Uyum Yasalarıyla parça
parça yapılmak istenen bu tanımlama,
a-
Bireysel özgürlüklere sahip olma hakkı,
b-
Ekonomik ve toplumsal olanaklardan özgürce yararlanma hakkı,
c-
Devlete katılma hakkı,
d-
Kültürel çoğulculuk hakkı
ilkelerinin,
yasalarımızın tümünün taranması sonucu hayata geçirilmesiyle mümkündür. Bu
ilkelerin uygulanması anlamında:
1)
Türkiye Cumhuriyeti anayasası ve ilgili yasalar; özgürlükçü, çoğulcu ve
demokratik bir içerikte ve toplumun örgütlü kesimlerinin katılımıyla yeni
baştan yazılmalıdır.
2)
Eşit haklı vatandaşlık temelinde, farklı kimlik ve kültüre sahip kişilerin
kendi kimliklerini koruma ve geliştirme hakları (yayın, kendini ifade, öğrenim
gibi) güvence altına alınmalıdır.
3)
Merkezî yönetim ve yerel yönetimler, yurttaşların katılımını ve denetimini esas
alacak bir biçimde şeffaflaştırılmalı ve demokratikleştirilmelidir.
4)
İnsan hak ve özgürlüklerine yönelik evrensel normları içeren uluslararası
sözleşmeler ve temel belgeler, özellikle de Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi
çekincesiz imzalanarak onaylanmalı ve hayata geçirilmelidir. Bundan sonra,
artık uluslararası sözleşmelere Türkiye'deki alt kimliklerin inkarı anlamına
gelecek çekinceler ve yorum beyanları getirilmemelidir. ' (Yayıma
Hazırlayanlar, Prof. İbrahim Ö. Kaboğlu ' Kemal Akkurt, s.287 vd)
Evet,
görüldüğü gibi Sayın Başsavcı'nın suç addettiği, bölücülük saydığı hususların
demokratik ülkeler için olması gereken olduğunu, devletin oluşturduğu bir
kurulun raporundan aktardık. Gerçi böyle bir rapor düzenledikleri için kurul
üyelerinin başına gelmeyen kalmadı tabii ama sonuçta devletin böyle bir rapor
hazırlama ihtiyacı duymuş olması ve bu raporu hazırlayanları bu alanda yetkin
görerek onları görevlendirmiş olduğunu gözardı edemeyiz.
ANAYASALARDA
VATANDAŞLIK TÜRK ETNİK TEMELİNE BAĞLANMIŞTIR:
Bütün
hayatını Kürt sorununun çözümüne vakfeden bir Kürt aydını olan Tarık Ziya
Ekinci'nin değindiği anayasa sorunları, meselenin özünü vermektedir: '1924'den
beri devam ede gelen Anayasalarımızın temel felsefesini oluşturan bir diğer öğe
de 'vatandaşlığa' ilişkin tanımlamadır. T.C. Anayasalarının özünü oluşturan
vatandaşlık tanımı son derece önemlidir. Çünkü Türkiye gibi çoğulcu bir
toplumda ırk esasına göre bir vatandaşlık tanımı benimsenmiştir. Oysa, çağdaş
çoğulcu toplumlarda bir ırkı ya da bir etnik grubu çağrıştıracak biçimde
vatandaşlık tanımı yapılmaz. Diğer bir deyimle, çoğulcu bir toplumda herkesin
tek bir ırktan ve tek bir kültürden olmasını zorunlu kılan bir vatandaşlık
anlayışı hukuk dışıdır. 1924 Anayasası'nın 88/1. maddesi vatandaşlığı şöyle
tanımlar:' Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle
(Türk) ıtlak olunur.' Bu tanıma göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes
Türk olmak zorundadır. Diğer bir deyimle bir kimsenin TC vatandaşı olabilmesi
için mensup olduğu etnik grubu reddederek Türk olmayı kabul etmesi gerekir.
Türk
etnik grubuna mensup olmayı çağrıştıran bu vatandaşlık anlayışı 1961 ve 1982
anayasalarında daha da belirginleştirilerek tekrarlanmıştır. Örneğin 1982
Anayasası'nın 66/1. maddesinde 'Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan
herkes Türktür' tanımı kullanılırken etnisiteye daha radikal bir vurgu
yapılmıştır. Görüldüğü gibi tüm anayasalarda vatandaşlık Türk etnik temeline
dayandırılmıştır. Ancak 1924 anayasasında daha esnek bir ifade kullanıldığı
için buradaki tanım görece daha ılımlıdır.
Sonuç
olarak Cumhuriyetin kuruluşundan başlayarak günümüze kadar gelen anayasaların
tümünde Türk olmak vatandaş olmanın önkoşulu sayılmıştır. Bunun, tarihen
oluşmuş bir isim olduğu, farklı etnik özelliklere saygı gösterildiği, iddiası
gerçekçi değildir. Uygulamada, asimilasyonu reddederek, mensup oldukları etnik
grubun tanınmasını isteyenlerin eşit vatandaş muamelesi görmedikleri herkesin
bildiği bir gerçektir. Türkiye'de vatandaşlık haklarını kullanabilmek için tek
koşul Türk olmayı benimsemektir. Diğer bir deyimle Türk olmak ya da Türk olmayı
kabul etmektir. Türkiye Devleti , ülkede yaşayan herkesin Türk kimliğini ve
kültürünü kabul etmesini vatandaş olabilmenin zorunlu koşulu saymaktadır.
Kimlik, dil ve kültür haklarını koruyarak vatandaş olmayı isteyenler ise eşit
haklı, asli vatandaş olarak tanınmamaktadır. Bunlar sadece görevleri olan,
fakat hakları olmayan ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmektedir.
Cumhuriyetin
kuruluşundan beri Türk kimliğini benimseme zorunluluğu, türdeş bir ulus
oluşturma politikasının özü sayılmaktadır. Bu nedenle, Kürtlerin kimlik, dil ve
kültür haklarını koruyarak vatandaş olma istekleri reddedilmektedir. Kürtlerin
talepleriyle, Türkiye Devletinin türdeş ulus oluşturma politikası arasındaki
çelişkinin çözümü için geliştirilen önlemler, devletin Kürt politikasının
esasını teşkil etmektedir. Bu çelişkinin demokratik yöntemler yerine, baskıya
dayanan asimilasyoncu yöntemlerle aşılmak istenmesi 'Kürt sorunu' olarak
karşımıza çıkmıştır. Çıkış nedeni incelendiğinde Kürt sorununun özü itibariyle
insan ve vatandaşlık haklarına saygılı bir demokrasi sorunu olduğu kolayca
anlaşılır. Ne var ki Türkiye'de demokrasi yeterince gelişmediği için
Türkleşmeyi dayatan resmi politika dışında başka bir çözüm biçiminin üretilmesi
mümkün olmamıştır. Oysa dünyada türdeş ulus oluşturma çabaları terkedilmiş,
eşit haklı vatandaşlık anlayışına dayanan çok kültürlü toplum modelleri
benimsenmiştir. Vatandaşlık tanımı da Anayasanın temel felsefesiyle ilgilidir.'
(T.Z.Ekinci, Vatandaşlık Açısından Kürt Sorunu ve Bir Çözüm Önerisi)
MEVCUT
ANAYASAL KİMLİĞİ SORGULAMALIYIZ:
Anayasa,
farklı kimlikleri yok sayarak, farklı düşünceleri engelleyerek özgürleşmenin,
demokratikleşmenin önünü tıkamakta. Türk kimliği anlayışı sorgulanmadan Kürt
sorunu çözülemez. Devlet, öncelikle farklılıkları reddeden resmi tarih ve
ideolojisini, militer yapısını terk etmeli. Kim hangi kimliğini, hangi değerini
korumak istiyorsa koruyup, geliştirebilmeli. Devlet, toplumu yansıtmalı. Kışkırtılmadıkça,
farklı kimliklerin bu topraklarda beraber yaşayabildiğini biliyoruz. Sorunların
ve tarafların varlığı, Anayasadaki vatandaşlık tanımını benimsemeyenlerin
olduğunun açık kanıtı.
Bütünleşmek
istediğimiz Avrupa, kendi bütünleşmesinin ve bunu sürdürebilmenin tek yolunu,
farklılıklarını koruyabilecekleri ortak bir çatıda görüyor. İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi ve ortak belgelerle oluşan ulusal üstü, devletsiz hukuk
anlayışı ile birlikte uluslararası bir anayasanın da çerçevesi beliriyor.
Oluşan devletsiz hukukun en temel yaklaşımlarından biri de, çoğulculuğun,
toplumu sarssa bile farklı olma hakkının korunması. Türkiye de bireysel başvuru
hakkını tanıyarak, uluslararası mahkemenin denetimini tanıdı. Devleti tek kural
koyucu olmaktan çıkıyor, devletin hukuk alanındaki iktidarı parçalanıyor.
Türkiye'de,
etnik, din ve yaşama kültürü açısından farklı gruplar var. Bu farklı unsurları
kendi istekleriyle bir arada tutmanın yolu, onları olmayan bir bütünün içinde
erimiş saymaktan değil, kendi kimlik ve kültürlerini geliştirebilmelerinin
önünü açmaktan geçiyor. Devlet, Kürt siyasal örgütlerinin öne sürdükleri
tezlerin tümünü reddetmektedir. Onların ne kurucu asli unsur, ne ayrı bir halk,
ne de azınlık olarak tanınmalarını kabul etmek istemiyor. Devlet açısından
Kürtler asimile olmaya mahkum ve mecbur Türkiye vatandaşlarıdır. Bugüne kadar
uygulanan politika bu anlayış çerçevesinde yürütülmüştür. 1991'de Kürt
realitesinin tanınmış olması sonucu değiştirmemiştir. Oysa Türkiye'nin
bütünlüğünün güvencesi ortak bir hayat tahayyülüdür ve bu da yeni bir toplumsal
proje ile, oluşmasına hepimizin katılacağı yeni bir anayasa ile sağlanabilir.
Vatandaşlık,
tüm etnik grupları temsil edecek şekilde yeniden düşünülmeli. Farklılıkların
bir arada yaşamasını sağlayacak bir kimlik anlayışı arayışında, yalnızca farklı
kimliklerin tanınması değil, ötekine karşı sorumluluk taşıyan bir anlayışın da
gözetilmesi önemli. Susturulmuş, imtiyazsız, kaygılı kimliklere diğeriyle eşit
muamelesi yapmak, çoğu zaman sorunun yalnızca kağıt üzerinde çözülmüş
görünmesini sağlıyor. Nitekim birçok batı ülkesinden önce kadına seçme-seçilme
hakkı tanımış olmamızla övünür dururuz ama meclisteki ve genel olarak yöneten
konumundaki kadın sayısı acınacak kadar az.. Ötekinin varlığının kabulü ve ona
adeta katlanılması yetmiyor. Kişinin, grupların her türlü baskıdan arınarak tüm
potansiyellerini harekete geçirebileceği özgürleşme sürecinin önü, ancak
ötekine sırtını değil yüzünü çeviren, haklarını kullanmasını yalnızca onun
sorunu olarak görmeyen sorumluluk anlayışının kabulü ile olanaklı. Bu da
ırksal, etnik öğelerden soyutlanmış, ortak bir hukuka özgür iradeyle katılmayı
içeren, milliyetin vatandaşlıkta eridiği bir üst kimlik kavramına
yakınlaştırıyor bizi.
DEMOKRATİK
BİR SÜRECİN ÜRÜNÜ OLAN BİR ANAYASA ÇÖZÜME YARDIMCI OLACAKTIR:
Bir
anayasanın içeriği kadar nasıl yapıldığı da önemlidir, nitekim bu amaçla yola
çıkan Sivil Anayasa Girişimi tarafından başlatılan 'Anayasamı İstiyorum!'
Kampanyası, toplumda büyük ilgi uyandırmıştır. Bu kampanya yürütücüleri çağdaş
demokrasilerin yüzlerce yıllık deneyiminden süzülen birikimi şöyle
aktarıyorlardı: 'Anayasa, devletin yapısını, siyasal rejimi belirleyen teknik
bir metin olmaktan ibaret değil, hayatımızın hemen her alanını etkiliyor. Akla
gelebilecek tüm hak ve özgürlükler, hepsi Anayasa'da ifadesini bulur. Bu yüzden
Anayasa tartışması, yalnızca uzmanlara ve siyasetçilere bırakılamayacak kadar
önemli.
Bu
ülkede nasıl yaşamak istediğimizi bize soran hiç olmadı. Toplum nasıl yaşamak,
nasıl yönetilmek istiyor, tercihleri ne' Bu soruların yanıtlarının bilindiği
iddia edilemez. Etnik köken, din ve yaşama kültürü açısından farklı olanların,
yan yana, birbirini ezmeden, ezdirmeden yaşamanın yolunu birlikte arayıp da
bulamadığı için, gönüllü olarak itişip kakıştığını kim söyleyebilir'
1982
Anayasası da toplumun ne istediğini hiç merak etmeyen, onu tebaa olarak gören
aynı zihniyetin ürünü. Toplum da Anayasa'ya, devletin yaptığı, değiştirdiği,
istediğinde ihlal ettiği kurallar çerçevesi olarak bakıyor. Kendi taleplerini,
çözümlerini, mutabakatlarını yansıtmadığı için sahip de çıkmıyor. Bu defa
farklı olmalı. Gündelik hayatımızı doğrudan etkileyecek, toplumda çatışma
yaratan konuların hepsinin yer alacağı bu metnin oluşumunda yurttaşlar olarak
sözümüzü söylemeli, nasıl yaşamak istediğimize kendimiz karar vermeliyiz.
Demokratik
bir anayasa, demokratik bir toplum anlamına gelmiyor. Toplum, kendine yukarıdan
dayatılan kuralları içselleştirmiyor, sahip çıkmıyor. Anayasanın toplum
sözleşmesi niteliğini kazanması için, bu ülkede yaşayan farklı kimliklerin/kesimlerin/görüşlerin
ortak noktalarda buluşmaları gerekir. Her kesimin görüşlerini açıkladığı,
etkilemeye ve etkilenmeye açık olduğu, birbirini dinlerken dönüştüğü, toplumun
bu tartışmadan haberdar olduğu, bilgilendiği bir süreci yaşamak zorundayız.
Yurttaşlık bilincinin geliştiği, haklarımızı öğrendiğimiz, uygulamaya
başladığımız, siyasal kültürün değiştiği böyle bir sürecin sonunda hazırlanacak
anayasaya 'İşte benim Anayasam' diyebiliriz. Ancak kendi anayasasını yapmayı
başarmış bir toplumun üyeleri, o anayasaya sahip çıkar, kurallarına uygun
davranır, değiştirilmesine, ihlal edilme-sine kayıtsız kalmaz.
Toplumun
bilgilendirilmesine ve katılımına açık yaşanacak demokratik bir tartışma
sürecinde biz de yurttaşlar olarak nasıl bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz,
tercihlerimiz ne, birbirimizi ezmeden, ezdirmeden yan yana nasıl yaşarız gibi
soruların yanıtlarını arayarak bulabiliriz. Farklı toplumsal kesimlerin,
birarada yaşamanın ortak kurallarını birlikte belirledikleri bir toplumsal
sözleşme, giderek derinleşen, kamplaşan toplumun sorunlarının çözümünü de
getirir.
Bütün
dünyada Anayasaların oluşturulmasında iki yol vardır. Bir anayasa ya devlete
egemen güçlerle toplum arasında dayatmacı ve zorlayıcı bir uzlaşma ile yapılır.
Ki, bu anayasalar otoriter ve baskıcıdır. Ya da toplumu oluşturan çeşitli sınıf
ve katmanlarla farklı etnik ve dinsel topluluklar arasında sağlanacak bir ortak
mutabakatla hazırlanır. Bunlar da demokratik anayasalardır.
Birinci
tür anayasalar devleti temsil eden güçler tarafından hazırlanarak toplumun
onayına sunulur. Çoğu kez, hiçbir değişiklik yapılmasına olanak tanınmadan
onaylanması istenir. Bu anayasalar doğası gereği dayatmacı ve otoriter
anayasalardır. Dayatmacı anayasalarla toplumun tümünü kucaklayan, çağdaş
anlamda demokratik bir hukuk devletinin kurulması mümkün değildir. Devlet nasıl
bir yönetim biçimi öngörmüşse, toplum onunla yetinmek zorundadır. Bu tür
anayasalarla oluşacak düzen barışçı olamaz. Aksine otoriter ve çatışmacıdır.
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar yapılan anayasaların tümü devlete
egemen güçler tarafından hazırlanmış ve topluma dayatılmış anayasalardır. Bu
anayasalarla Türkiye'de ne demokrasi kurulabilmiş, ne toplumsal barış ne de
ekonomik kalkınma sağlanabilmiştir. Ancak, toplum otoriter yöntemlerle hizaya
sokularak baskı altında yönetilmiştir''
Kuşkusuz,
anayasanın içeriği kadar yapılma yönteminin ne getirip ne götürdüğünü en iyi
bilebilecek durumda olanlar, Anayasa Mahkemesi üyeleridir. Anayasa açısından
toplumun, toplumsal düzenin en sağlıklı fotoğrafını sizler çekebilirsiniz.
Yine, uygar dünyada anayasalar nasıl yapılmış, nasıl içselleştirilmiş, nasıl
uygulanıyor, parti kapatmaya ilişkin maddelerin yorumu nasıl gelişime ayak
uyduracak şekilde yapılıyor, aynı toplum içindeki farklılıkların birlikte
yaşaması için nasıl bir yorum tarzı benimseniyor kuşkusuz bunu da en iyi
bilebilecek durumda olanlar Anayasa Mahkemesi üyeleri olmalıdır. Anayasanın 90.
maddesi, mevzuatın çağdaş, demokratik yorumu için elverişli bir zemin
yaratmıştır. Biz, siyasi parti kapatma kararıyla ilgili olarak bütün bunların
dikkate alınacağına inanmak istiyoruz.
İNSAN
HAKLARINI İÇİMİZE SİNDİRMELİYİZ:
İnsan
yalnızca aklıyla, bilgisiyle ve gerçekleriyle yaşayamaz, yaşamına anlam katacak
ilişkilere, düşlere, duygulara, değerlere ihtiyacı var. Çabalarımıza, umut ve
umutsuzluğumuza anlam katan ilişkilerimizse, bunun siyasete de yansıması
gerekmez mi' Bu ilişkiler yaşamazsa daha vahşi bir toplumun oluşmayacağının
güvencesi ne'
Basitleştirilmiş,
farklılaştırılmamış bir eşitlik ve özgürlük anlayışı türdeşleştirmeyi ve
dolayısıyla baskıyı getiriyor. Çoğulcu bir eşitlik ve özgürlük anlayışını
savunmak gerekiyor, bu aynı zamanda bir devlet politikası olmadan, Anayasaya
yansımadan hayata geçemez. Farklılaştırılmış eşitlik ve özgürlük anlayışının
gerçekleşebilmesi, daha ayrıcalıksız durumda olan bireylerin, grupların
haklarının diğerlerine karşı korunmasını ve genişletilmesini gerektirir,
onların yok sayılmasını değil.
Şimdi,
insan hakları yalnızca bireyin sivil, siyasi, ekonomik ve sosyal klasik
haklarını değil; çevre, kültür ve kişinin farklı olma ve ötekine karşı
sorumluluğunu da kapsayan çoğulcu, demokrat ve sürekli gelişen, değişen bir
içeriğe sahip. O halde devletin ideolojisi de, tüm görüşlerin denkliğini kabul
eden, çoğul gerçekleri ve kimliği barındıran, ekonomiye yalnızca ekonomik
değerlerle yaklaşmayan insan hakları ideolojisi olmalıdır. İnsan haklarının
kaynağı hukuk değil; insanlık, insan doğası, ahlak. İnsan haklarına yaşamak
için değil, onurlu, özgürce ve insan gibi yaşamak için gereksinim duyuyoruz.
2- KÜRT
SORUNUNU YAŞAYANLAR NEDEN SİLAH DEDİ'
Sayın
Başsavcı, DTP'nin ülkenin bölünmez bütünlüğü için tehlike oluşturduğu
görüşünde. Aslında bu görüş, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türkiye için
şaşılacak, yadırganacak bir görüş değil. Kürtler ya yok sayılıyor ya tehlike
sayılıyor.
Hükümet
Kürt sorunuyla ilgili olarak ABD ile konuşuyor, AB konuyu gündemine alıyor,
bölge valileri ile toplantı yapılıp görüş alışverişinde bulunuluyor ama
Kürtlere sormaya gerek duyulmuyor. Hatta hükümet temsilcisi tüm partileri
bilgilendirirken bile DTP'yi yok sayıyor. Genelkurmay Başkanı DTP'nin adını
ağzına almak bile istemediğini söylemekten kaçınmıyor. Anayasa Mahkemesi, yani
herkese adil davranmasını, eşit mesafede olmasını haklı olarak beklediğimiz,
ülkenin en yüksek hukuk kurumu kuruluş kokteyline tüm parti temsilcilerini
davet ederken DTP temsilcilerini davet etmiyor. Meclisteki partiler, AKP, CHP
ve MHP, Kürtlerin yasal temsilcisi olan DTP'ye ateş püskürüyor. Hemen hemen tüm
iktidar sahipleri, DTP kapatılmalı diyen Başsavcı gibi düşünüyor. Asıl sorun da
bu zaten: Kürtlerin varlığının kabul edilmek istenmemesi.
Ortada
bir sorun varsa bu sorun nasıl doğdu, neden hala sürüyor, gencecik çocukları
ölümü göze alarak dağa çıkmaya iten nedenler nedir sorularının yanıtını aramak
zorunludur. Neden silaha sarıldılar, şiddet neden sürüyor sorusunun bir yanıtı
olmalı. Bu yanıtı aramadan, bulmadan, savaşmak, imha etmek çözüm getirmiyor.
Çözüm getirmediğini generaller bile ifade ediyor.
Hukuk,
hukuk dışında bir çözüm bulunamadığında devreye girer. Bir sorun oluştuğunda
doğal olan, sorunun taraflarının konuşması anlaşmasıdır, bir anlaşma
sağlanamıyorsa hukuk devreye girer. Kamuyu ilgilendiren bir suçun işlenmesi
halinde yine hukuk devreye girer. Suç işleyen DTP'liler varsa yargı yoluna
başvurulması olağandır. Ama 15 yılda, Kürtlerin kurduğu 6 partinin 6'sı için de
kapatma davası açılmışsa ciddi bir sorun var demektir. Bundan çıkan tek sonuç
vardır, o da Kürtlere söz hakkı tanınmak istenmediği, Kürtlerin parlamentoda
temsiline izin verilmediğidir. Yüzde on barajı zaten Kürtlerin temsilini
kısıtlamaktadır. Peki Kürtlere siyaset yolu kapanacaksa Kürtler ne yapsın'
Türkler
uzun yıllardır kendilerini egemen olan olarak görmekle kalmamış, ekonomik
olarak da, ırksal, kültürel olarak da üstün sanmışlar, öyle davranmışlar. Bu
eşitsizlik inancı, değişik görünümlere bürünerek bugüne kadar gelmiş. Siyasi,
ekonomik, kültürel dayatmalar, kibir, bugün de sürüyor. Kırılmayı yaratan da bu
dayatmacı, farklı kimlikleri tanımayan zihniyetin kendisidir.
Toplumlar,
tüm yaşanmış ve yaşanacak olanlardan oluşur; geçmişi ve geleceği de kapsar. Bu
yüzden, geçmişteki yanlışlar için özür dilenmesi gerekir. Bu yüzden,
bulduğumuzdan daha iyi bir dünya bırakma sorumluluğumuz vardır.
Bugün,
geçmişte ırkçı, ayrımcı, dışlayıcı, işkenceci oldukları için kimseyi mahkum edemeyebiliriz.
Ama bütün bunları hatırlayabilir, konuşabilir, oluşan tahribatı gidermeye
çalışabiliriz. Sayın Başsavcı sadece Diyarbakır Cezaevinde yaşananlarla ilgili
kaç cilt kitap yazıldığını biliyor mu' Cezaevindeki çocuklarını görmeye giden
annelerin Türkçe bilmediği ama Kürtçe konuşması da yasak olduğu için bütün bir
görüş süresi boyunca durup durup çocuğunun adını tekrarladığını' Yargısız
infazları, faili meçhulleri' Ya da Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerdeki işsizlik
ve okuma oranını, 1000 lise birincisinin üniversite kazanamadığını, binlerce
köyün yakıldığını, o köylerde yaşayan milyonlarca insanın yakınlarının
yanlarında sığıntı gibi yaşadıklarını, göçü, yoksulluğu/yoksunluğu, bunun
yarattığı öfkeyi görmezden gelebilir miyiz' Kürtlerin yakın zamana kadar kendi
dillerini konuşmalarının dahi yasak olmasının, kendi adlarını seçemeyişlerinin,
köylerinin, derelerinin, mezralarının, sokaklarının adlarının değiştirilmesinin
hiç mi önemi yok' Cumhuriyet tarihinin büyük çoğunluğunu sıkı yönetimle, O HAL
ile geçirdiklerini, olur olmaz nedenlerle evlerinin basıldığını, ezilmek,
horlanmak istenildiklerini unutabilir miyiz'
Elbette
bugün bakmamız gereken şey, bugünkü tutumdur ama değişen ne oldu' Neye
bakabilir Kürtler'
Kürtler
geçmişte yaşanan her şeyi affetmeye hazır olduklarını defalarca açıklamıştır
ama affetmek için artık bugün farklı bir tutum bekliyorlar. Oysa bugüne
bakıldığında da bir anlamda eskisinden farklı bir durum yok. Kürtlerin
partileri yine kapatılıyor, devleti temsil edenler, Kürtlerden 'sözde
vatandaşlar' diye söz ediyor ve son iki yıldır Kürtlere karşı görülmemiş bir
dışlama uygulanıyor. Neler olup bittiğini kavramak için televizyonlarda
gördüklerimizi hatırlamak yeterli. DTP binaları basılıyor, taşlanıyor, camları
kırılıyor, bazılarında üstelik polis camları kıranları seyrediyor; Batı'daki
Kürt ailelerin evleri işaretleniyor, düğün yaptıkları salonlara bile
saldırılıyor, dışarı çıkmalarına izin verilmiyor. Ve Kürtlere yönelik linç
girişimleri 'milli hassasiyetlerin sonucu' denilerek aklanıyor, linç
girişimcileri değil, lince sebep olduğu iddiasıyla Kürtler gözaltına alınıyor,
yargılanıyor. Uygulanan linç öyle boyuta vardı ki, üniversiteler, Kürtlere
yönelik linç girişimleri üzerine araştırmalar yapıyor, tezler hazırlıyor;
aydınlar, köşe yazarlarını tüm Kürtleri hedef haline getiren yayınlar için
Basın Konseyine şikayette bulunuyorlar. Kürtlere yapılanlar, artık Kürt
olmayanlar için de katlanılamaz boyutlara vardı.
Bir
halk bütün bunlara ne kadar dayanabilir' Kaç gün, kaç ay, kaç yıl' Daha ne
kadar'
Kürtlerin
ayrımcılığa uğradığını bir gerçek olarak kabul ediyorsak, ki etmeliyiz, şimdi
dönüp 'Hâlâ ne istiyorsun, gel karış aramıza, kimliğini sürme öne' diyemeyiz.
Elbette Kürt sorunun ekonomik, toplumsal, sosyal yanları var ama asıl olarak
kimliğe, kültürel haklara ilişkin bir sorun olduğunu bu yüzden de ekonomik
paketlerle, yatırımlarla, sadaka gibi dağıtılan paketlerle çözülemeyeceğini
görmek gerekiyor. Kürt sorunu, tek başına yoksulluk, gelişmemişlik ya da
güvenlik, asayiş sorunu değildir. Yoksul oldukları için dışkı yedirilmedi
Yeşilyurt köylülerine. Binlerce köy, kalkındırılamadığı için yakılmadı. Ne için
ayrımcılığa uğradılarsa onunla birlikte kabul edilmek istiyorlar. Kısacası
'insan hakları' gibi genel bir 'hak' söylemi değil artık söz konusu olan. 'Bir
insan' olmak değil dertleri. Bir Kürt olarak kabul görmek, bir Kürt olarak
kamusal alana girmek istiyorlar. Kürt olarak haksızlığa uğrayanların kendini
bir Kürt olarak savunması doğaldır. Sayın Başsavcı 'Ben Türk kimliğimi öne
sürüyor muyum' diye düşünebilir, oysa cevap basit, çünkü Türklüğü baskı altına
alınmadı, kendini, kimliğini inkar etmesi istenmedi. Bir Türk'ün kimlik sorunu
yok. Kürtler, insan oldukları için baskı görmediler, Kürt oldukları için baskı
gördüler. Şimdi de ne için baskı gördülerse onu geri istiyorlar.
Çoğumuz,
dünyayı kendi bildiğimiz kalıplarla görür, öyle değerlendiririz. Bu kalıplara
göre iyiyi, kötüyü, doğruyu, yanlışı buluruz. Farklı düşünmemiz doğaldır,
yanlış olan, kendi düşüncemizi, kendi doğrularımızı başkalarına zorla kabul
ettirmeye çalışmak, başka doğrular olabileceğini kabul etmemektir. Kendi
doğrularımızı tek doğru, tek iyi olarak kavradığımızda farklı düşüneni anlamaya
çalışmaz, mahkum ederiz. Doğruyu yalnız ben bilirim tavrı, kaçınılmaz olarak
objektiflikten, ötekine/bizim gibi olmayana saygıdan uzaklaştırır bizi.
Onaylamadıklarımıza karşı baskıcı olmayı, şiddete varan hoşgörüsüzlüğü getirir.
Gencecik çocukları, ölümü göze alarak dağa çıkartan nedir' Bu sorunun cevabını
Türkler tek başlarına veremez, Kürtlerle konuşarak bulmak zorundayız.
Kürt
sorununun çözümü için diyalog gereklidir. Dünyada ilk kez bizde yaşanmıyor bu
sorun. Uygar dünya çözümü diyalogda bulmuştur. Kürt sorununun temelinde
Kürtleri anlamama, anlamak istememe var. Ancak anlama isteğiyle girilen
diyalog, farklı bakabilmeyi öğretir bize. Dünyanın yalnızca bizim bildiğimiz
gibi olmadığını, farklı görüşler, farklı yaşamlar, farklı kimlikler olduğunu
kavratır bize. Bizim için iyi, doğru, güzel olanın herkes için böyle
olmayabileceğini, bunun pekala mümkün olduğunu, bütün farklılıklarımızla
birlikte yaşayabileceğimizi gösterir, öğretir bize. Başkalarının arasına
karışır, hayatlarına girer, onlara dokunurken, nasıl yaşadıklarını görür, daha
iyi anlarız onları. Sorunları hakkında daha doğru bir kavrayışımız olur.
Kitaplarda okuyamayacağımız, filmlerde göremeyeceğimiz, uzmanlardan
dinleyemeyeceğimiz, diyaloga girmeden ulaşamayacağımız bir bilgilenmedir bu.
DTP'nin de Meclise girdiği ilk günden başlayarak istediği, dillendirdiği tek
husus diyalog olmuştur, şiddet değil.
ANLAMA
İSTEĞİ İLK ADIM:
Kürtlerin
kurduğu tüm partilerin kapatılmasının ardında, Kürtleri potansiyel bölücü
olarak görme eğiliminin getirdiği önyargı ve anlama isteğinin olmayışı da var.
Anlamak isteği, önemli bir adımdır.
Şemdinli'de
patlayan bombaların ardından Yurttaş Heyeti ile bölgeye gittik. 'Sesimizi
duyun, duyurun' diyordu insanlar. Döndüğümüzde çözümü çatışmada ve
çözümsüzlükte görenlerin çabaları arasında sesimizi yeterince duyuramadık,
onların güzel deyişiyle, 'kuyruğundan yakaladıkları canavarın gövdesini çekip
çıkaramadık...'. Yapacaklarımızı tam yapamadık, sözümüzü tam tutamadık,
seslerini tam duyuramadık, hiç değilse burada, hepimizin son sığınağı olan
adaletin tecellisini isterken, gördüklerimizi, duyduklarımızı paylaşalım istiyoruz.
Kürtler ne yaşar, ne ister biraz kulak verelim; hayata bakalım, DTP, neden PKK
terör örgütüdür demez, belki bir nebze anlaşılmasına yardımcı olacaktır
anlatacaklarımız. Evet şimdi biraz hukukun dışına çıkılıyor gibi gelebilir size
ama hukuk, adaletin tecellisi değil midir' Ve adalet, hayattan, hakikatten
bağımsız olabilir mi' Ve zaten PKK terör örgütü dememenin parti kapatma nedeni
sayılması da, hukukun dışında, sadece siyasi bir tutum alış değil midir'
Yurttaş
Heyeti olarak Van, Yüksek Ova, Şemdinli ve Hakkari'de toplantılar yaptık.
Sıradan insanlarla, sokaktaki insanlarla, gençlerle, kadınlarla, yaşlılarla,
çocuklarla konuştuk. Bakın neler gördük, dinledik:
Çocuktan
Al Haberi:
Çocuklarla
ilgili iki gözlem, cilt cilt kitaptan fazlasını anlatıyor: Hakkari'de
kaldığımız otelden çıktığımızda hava kararmıştı. Akşam yemeğine kadar biraz
dolaşmak istiyorduk. Otelin önünde selpak satan 10-11 yaşlarındaki çocuktan
mendil alırken sorduk: 'Sence hangi tarafa gidelim, neresi daha güzel'', 'Bence
hiçbir tarafa gitmeyin. Karanlık oldu.' dedi.
Şemdinli
Kaymakamlığı'na giderken, beş-altı yaşlarında bir grup çocuk gördük. Asker gibi
rap rap yürüyorlardı. Bir arkadaşımız 'Askercilik mi oynuyorsunuz'' diye
seslendi. Çocukların önde yürüyeni 'Hayır' dedi, 'Biz iki taraftan da değiliz.'
Kürtler
ayrılmak istemiyor, Eşit haklı vatandaşlık istiyor: Şemdinli'de, Yüksekova'da,
Hakkari'de düzenlenen toplantılarda, 200'ü aşkın insanla konuştuk Bir kısmı
partili, örgütlü, çoğu örgütsüzdü. Gittiğimiz yerlerde esnafı, sokaktaki insanları
dinledik. Herkes tedirgindi. Yüzlerine bakınca attıkları sessiz çığlığı
duymamak imkansızdı. Hemen hepsi aynı şeyleri söylüyordu:
'Biz
ayrılıkçı olarak görülmekten, potansiyel terörist muamelesi görmekten bıktık.
Biz, bölünmek de ayrı devlet de istemiyoruz. Biz Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşıyız, ama Kürt'üz, Kürt olarak doğduk. Doğuştan gelen bu kimliğimizle
kabul edilmek, saygı görmek istiyoruz. Türkiye, kendi Kürtleriyle barışmalıdır.
Kendi adlarımızı, köylerimizin, yaylalarımızın, sokaklarımızın değiştirilen
adlarını geri istiyoruz. En doğal, en sıradan haklarımızı istediğimiz için
bölücü olarak görülmek istemiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, eşit
haklı vatandaş olarak, Kürt kimliğimizle, korkmadan, kaygılanmadan yaşamak
istiyoruz. Ayrılıkçı değiliz ama kimliğimize sahip çıkıyoruz. Başbakan'ın üst
kimlik/alt kimlik önerisini doğru/uygun buluyoruz'.
Bölge
halkı ısrarla beraber yaşama isteğini dile getiriyor, 'Kendi ülkemize
pasaportla mı gireceğiz' Kim ister bunu'' diyorlardı. Bölge halkının siyasi
temsilcilerinden DTP de hem yazılı belgelerinde hem sözlü açıklamalarında
ayrılıkçı olmadığını, ayrı devlet anlayışı taşımadığını ısrarla söylemiştir.
Nitekim iddianamede Sayın Savcı bunun aksine tek kanıt gösterememiştir ve zaten
kimse de gösteremez.
Devlet
de düşünmeli:
Bir
baba şunları söylüyordu: 'Biri askerde, biri dağda oğullarımın. Uyku haram oldu
bana. Analarının gözünde yaş kalmadı. Her ailenin dağda bir çocuğu var. Devlet
de düşünmeli, bu çocuklar dağa neden çıktı diye. Devlet düşünmeli, ben ne
yaptım ki bana karşı geliyorlar, bırakıp gidiyorlar diye. Hangi genç durup
dururken dağa çıkar' Okul yok, iş yok, gelecek yok, onu adam yerine koyan,
dinleyen yok. Toplumsal barış deyip duruyorsunuz. Bu çocuklar evlerine dönmeden
barış olmaz. Her ailenin bir çocuğu var dağda. Ama bunların çoğu eyleme
karışmadı, devlet de biliyor, ateşkes vardı. Onurlarını almadan onların,
silahlarını almalı devlet.'
Yanımdaki
yaşlı kadın, onu onaylar şekilde başını sallayıp dururken birden kadın olduğumu
farketmişçesine bana dönüp 'Çocuğun var mı'' diye sordu. '22 yaşında bir kızım
var' dedim. Ellerini çaresizce iki yana açıp 'Bilirsin o zaman' dedi 'Anlatmak
gerekmez ki. Sen onun dağa çıkmasını ister misin' Hangi anne çocuğunun dağa
çıkmasını ister' Her ay çıkarıp havalandırıyorum elbisesini, gelince sandık
sandık kokmasın diye. Biz istemez miyiz çocuklarımız okusun, iş aş sahibi
olsun, ev bark geçindirsin, çoluk çocuğa karışsın' İstemez miyiz''
Anlatmak
gerekmezdi sahiden, ama anlatmadan düşünemiyorduk, dinlemeden anlayamıyorduk.
Öyle ki 1000 okul birincisinin üniversite kazanamadığını okuyor, ama bu hangi
sonuca yol açar akıl edemiyorduk. Tıpkı şimdi de dinlemeden, anlamaya
çalışmadan DTP, neden PKK terör örgütüdür demiyor o halde terörü savunuyor
denildiği gibi. Neden kulak verip dinlemiyoruz' Neden bize aktarılanla
yetiniyoruz'
Kürt
kadınlar iki misli eziliyor: Gencecik kadınlar konuşuyordu Şemdinli'de,
Hakkari'de. 'İki misli baskı altındayız. Hem Kürt olduğumuz için, hem kadın
olduğumuz için eziliyoruz. Ne devlet ne aile önemsiyor bizi. Bir erkeğin kızı,
annesi, karısı, kardeşi olduğumuz için işkence gördük, taciz edildik, karakola
kapatıldık. Erkekleri bulabilmek, onları incitebilmek için korucusu, polisi
baskı yaptı bize. Devletin baskısı yetmezmiş gibi, bir de babamızın,
ağabeyimizin, kocamızın şiddetine maruz kalıyoruz. Erkekleri okutamayan aileler
kızlarını hiç okutmuyor. Okusa ne olacak' İş mi var' Eskiden kadınlar sesini
çıkarmaz, başa gelen çekilir, dermiş. Ama şimdi devir değişti. Kızımız da
erkeğimiz de insan yerine konmak istiyor. Kadın olarak, insan yerine
konduğumuz, sesimizi çıkarabileceğimiz tek yer kalıyor: Dağlar. Bakın dağlara,
ne kadar yakınlar, görün. Dağları cazip olmaktan çıkarmak lazım. Devlet,
kadınıyla erkeğiyle Kürtlerin kendi vatandaşı olduğunu hatırlamalı. Bir
İstanbullu ne kadar yurttaşsa bizi de o kadar yurttaş saymalı, bir İzmirlinin
hakları neyse bize de o hakları tanımalı'.
Mecburi
öğretmen, mecburi doktor istemiyorlar: Okullar okula, hastaneler hastaneye
benzemiyordu. Konuştuğumuz herkes hizmet alamamaktan şikayetçiydi: 'Burada
hiçbirimiz insan gibi yaşamıyoruz. Türkiye'nin batısındakiler kadar hak,
özgürlük, iş, okul, hastane istiyoruz. Büyük ve çok yönlü sıkıntımız var. Okul
birincisi olan çocuklarımız bile üniversite kazanamıyor. En basit hastalığı
olanlar tedavi edilemiyor. Fakülte bitirenler iş bulamıyor. Mecburen gelen
doktor, mecburi öğretmen, mecburi hizmetli polis istemiyoruz. Mecburen gelenler
bize ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıyor, buraya istemeden geldiği için işini
iyi yapmıyor, ilk işi rapor almak oluyor. Burası, deneyimsizlerin deney
kazandığı ya da yaptığı kötü şeyler yüzünden sürülenlerin yeri olmasın. Bizi
insan yerine koyan, kendisiyle eşit gören memurlar istiyoruz. Bölgeler
arasındaki eşitsizlik de, Türklerle Kürtler arasındaki eşitsizlik de
giderilsin. Biz de vergi veriyoruz, askere gidiyoruz, Milli Takım'ın elenmesine
en az Fatih Terim kadar üzülüyoruz. Kurtuluş Savaşı'nda, Kıbrıs'ta birlikte
savaştık, bir Türk erkeği devletine ne veriyorsa, ben de veriyorum'.
Konuşanların
hepsi çok dertli, hepsi çok haklıydı. Yine de en yaşlılardan biri şöyle kapattı
toplantıyı: 'Ne diyeyim ki' Görüyorsunuz, dinliyorsunuz. Yine de en önemlisi
şu: Bütün bu acılarımızın, bütün bu yaralarımızın üstüne geldiniz ya, bu bile
yeter bize'.
'Adalet
istiyoruz'
Şemdinli
ayaktaydı. 'Faili meçhullerde, yargısız infazlarda yüzlerce Kürt öldürüldü.
Hiçbir Kürt'ün katili yakalanmadı, hiçbir Kürt'ün katiline ceza verilmedi. Biz
yine de devlete güvendik. Şemdinli'de failleri suçüstü yakaladık. Türkiye'nin
başka yerlerinde yapıldığı gibi linç etmeye, cezasını kendimiz vermeye, kendi
adaletimizi kendimiz sağlamaya kalkmadık. Devlete, hukuka güvendik, failleri
devlete teslim ettik. Şimdi, adalet istiyoruz ama kaygılıyız. Başbakan'ın
'Şemdinliler tanık olamaz' ifadesinin gerçekleşmesinden, olayın üstünün
örtülmesinden endişe ediyoruz. Bombalama olayının görgü tanıkları, tanıklık
yapmayacaksa kim yapacak''
Suçüstü
yapmışlardı. Hukukun Şemdinli'de de uygulanacağını görmek istiyorlardı. Ne
oldu' Şemdinli iddianamesini yazan savcı, Kara Kuvvetleri Komutanı Büyükanıt
için suç duyurusunda bulununca yer yerinden oynadı. Ordu, üyelerine yönelik
iddialar karşısındaki alışılmış refleksini gösterdi: İddiaları, yıpratmaya
yönelik maksatlı bir davranış saydı. Sonuçta savcı hakkında soruşturma açıldı.
Ve dağ fare doğurdu.
Dünyaya
açılan pencere:
Herkesin
ortak taleplerinden biri de Kürtçe televizyondu. 'Bölge halkının diline,
kültürüne, gündelik yaşamına uygun bir televizyon acilen yayına başlamalıdır.
Haberleri, şarkıları, yorumları kendi dilimizden dinlemek hakkımızdır. Hiçbir
yasal engel kalmadığı halde yönetmelik hükümleri ve fiili yasaklarla ana
dilimizde bir televizyonumuzun olmasının yasaklanması, sadece bir hak sorunu da
değildir. Okula gidememiş, Türkçe öğrenememiş milyonlarca insanımız var. Bizim
dilimiz Kürtçe, onun içine doğarız. Ninnilerimizi, masallarımızı, şarkılarımızı
Kürtçe dinleriz, rüyalarımızı Kürtçe görürüz. Türkçe'yi ya okulda ya askerde
öğreniyoruz. Erkekler okula gidemese askere gidiyor ama kadınlar öyle mi ya.
Ancak Kürtçe yayın yapan bir televizyon bizim dünyaya açılan penceremiz,
gözümüz, kulağımız, dilimiz olabilir. Kürtçe yayın yapan bir televizyon
açılmadan ROJ TV'nin kapatılması, ağzımıza, gözümüze, kulağımıza kilit
vurulmasıdır' diyorlardı.
Şiddetsiz
bir yaşam özlemi: Hemen her konuşanın altını çizdiği konulardan biri de
şiddetsiz yaşam özlemiydi. 'Ölümlerin son bulduğu, silahların sustuğu, şiddetin
sona erdiği bir hayatı özlüyoruz. Huzura ve güven içinde yaşamaya ihtiyacımız
var.'
Gezdiğimiz
evlerin çoğunun koridorlarında yatak denkleri vardı. Karışık günlerde,
dışarıdan gelecek bir tehlikeye karşı evin ortasındaki koridorlarda
yatıyorlardı. Bazı evlerde, boy hizasında olması gereken pencereler, güvenlik
nedeniyle tavana yakındı. 'Çocuklarıma ilk öğrettiğim şeylerden biri, silah
sesi duyunca yatak altına girmektir. İki yaşını geçmiş her çocuğuma ilk bunu
öğrettim' demişti bir kadın.
'Baraj
kalksın'
Seçim
barajları en çok dile getirilen konulardan biriydi. Kürt sorununu konuşmak için
muhatap bulamamaktan şikayet edenler bu ortak sese kulak vermeli: 'Seçimlerde
yüzde 10 barajı kalksın. Bizim temsilcilerimiz Meclis'e girebilsin. Eskiden
Kürt sorunundan söz açılamazken şimdi Başbakan bile 'Kürt sorunu vardır' diyor.
Bu da bir ilerleme elbet. Ama Kürt sorunu konuşulurken bizim temsilcilerimiz
olmasın mı' Türkler kendi aralarında konuşarak mı çözecekler Kürt sorununu'
İnsanı asarken bile ifadesini alırlar, bizim ne istediğimizi soran da söyleyen
de olmayacak mı' Biz düşman da değiliz, sömürge halkı da'.
'Köylerimize
geri dönelim'
Görmezden
geldiğimiz en önemli sorunlardan birinin de göç sorunu olduğu açıktı. 3000'den
fazla yer boşaltılırken, bir milyonu aşkın Kürt yer değiştirmişti. Yaşlı bir
erkek yakılan köyünü anlatırken şöyle diyordu: 'Arılar bile yandı kovanlarında,
köy bomboş kaldı. Hoş artık çocuklar da dönmek istemiyor. Nereye dönsünler' Ev
yok, bark yok. Okul yok, iş yok. Olsun, hiçbir şey olmasa da ben oraya dönmek
istiyorum. Bak bak bu taş binalara, geçmez günler. Olanla ölene çare yok. Atmasaydı
köyümüzden, etmeseydi yurdumuzdan demenin manası yok. Olan oldu artık, bari
evimize dönelim. En çok ne özlersin dersen bana, tarlamdaki cevizin gölgesine
oturup, püfür püfür esen rüzgarı özlerim. Doğduğum yerlere gömüleyim isterim'.
Yanındaki
aldı lafı: 'Boşaltılan köylerimize geri dönmeyi hepimiz istiyoruz. Hakkari'de
yapılan 21.000 başvurudan yalnızca 700'üne cevap verildi. Bir an önce
işlemlerin tamamlanmasını istiyoruz. Göç alan şehirlerde birkaç aile aynı evi
paylaşıyoruz. Bir aileye bir oda düşerse, iyidir, diyoruz. Hepimiz işsiz, aşsız
kaldık, okula gidemeyen çocuklarımızın eline bakar olduk, mendil satıyor,
ayakkabı boyuyor, kaldığımız eve üç kuruş getirmeye bakıyorlar. Kendi
evlerimize, tarlalarımıza, kendi hayatlarımıza dönmek istiyoruz. Biz şehir
insanı değiliz. Köyde bildiklerimiz şehirde nafile. İşe yaramaz olup çıktık
buralarda. Şehirde ne yapılır, ne edilir bilmeyiz. Biz toprağın dilinden
anlarız, toprak bizden anlar. Köyde bir çayla şeker derdimiz olur, şehirden bir
onları alırdık, gerisi bize kalmıştı, her şeyimizi kendimiz yapar kendi
yağımızla kavrulurduk. Buralarda işsizlik zaten varken, bir de biz eklendik'.
Aylar
sonra, Bilgi Üniversitesi'ndeki Kürt Konferansı'nda göçle ilgili bir belgesel
izledim. Zorunlu göçle metropole gelen bir genç konuşuyordu perdede: 'Çöp
kutularından işe yarar ne varsa toplayıp satıyorum hurdacılara. Bu işe ilk
çıktığım gecelerde, yanımdan biri geçerken kafamı kutunun içine, çöplerin ta
ortasına sokardım, yüzümü görmesinler, kim olduğumu bilmesinler diye. Öyle
utanırdım. Sonra fark ettim ki kimse bana bakmıyor, kimse beni görmüyor. Meğer
ben görünmez adam olmuşum, ne çöp karıştırırken ne kaldırımda yürürken
görünmüyorum kimseye. Şimdi utanmıyorum. Niye utanayım ki' Yolsuzluk
yapmıyorum, hırsızlık yapmıyorum. Beni bu hale koyanlar utansın'.
'Bütün
bunları bir yanlışlık olarak kabul etmeye hazırız'
Oğlu
çatışmada öldürülen bir babanın Şemdinli toplantısında vurguladığı husus, genel
kabul görüyordu: 'Bütün bu olup biteni bir yanlışlık olarak kabul etmeye
hazırız, yeter ki adım atılsın.'
Bekledikleri
adım, partilerinin kapatılması değil kuşkusuz. Sonra Diyarbakır sokaklarında
taş atan çocukları görünce kızıyoruz, PKK üyesi bunlar diyoruz. Zaten BELEDİYE
Başkanı da onlara hak veriyor diyoruz ve bütün bunları, Kürtlerin önemli bir
bölümünü temsil eden partilerinin kapatılması için gerekçe yapıyoruz.
Unutmayalım ki, iki yaşında yatak altına saklanmayı öğrenen, devlet diye
sokaklardaki kar maskeli adamları görerek büyüyen, köyündeki evi yakılıp
yıkılan, rızası alınmadan şehre sürülen, başkalarının evinde yaşamak zorunda
bırakılan, adı bilinmeyen, yüzü seçilmeyen, kimliği yok sayılan çocuklar,
Diyarbakır sokaklarında taş atarken gördüklerimiz. Ellerine taş alıp sokağa
çıkmaları da, silah alıp dağa çıkmaları da kolay. Tıpkı seslerine kulak
verilirse, o taşları, o silahları ellerinden bıraktırmanın da kolay olduğu
gibi.
Kürt
sorununa terör sorunu ya da yalnızca kalkınma sorunu teşhisi koymak, kimlik,
kültürel haklar konusunda ısrarlı partilerini kapatmak çözüm getirmez. İmha
siyaseti çözüm getiremeyeceği gibi, siyasi temsilcilerini siyaset sahnesinden
silmek, yok etmek de sorunu ancak derinleştirir. Elbette iş aş bulunması,
yoksulluk ve yoksunluğun giderilmesi, ekonomik paketler hazırlanması,
uygulanması önemlidir ama yetersizdir. Soruna yalnızca terör ya da kalkınma
sorunu gibi çözüm aramak, her iki tarafta da birer avuç olan, ama sesi güçlü
çıkan şiddet yanlılarının ekmeğine yağ sürer. Bu, 'Biz bölücü değiliz, ama eşit
haklı vatandaşlar olarak birlikte yaşamak istiyoruz. Bu, 'bunu duyun, duyurun'
diyen bölge halkını da duymamak olur.
SAVAŞIN
DEĞİL BARIŞIN DİLİNE İHTİYACIMIZ VAR:
Kürtlerin
ve Türklerin birbirlerinin düşündüklerini, hissettiklerini anlamaları önemli.
Tanımak, anlamak, önyargılardan arınmayı, onu, onun kendini gördüğü gibi
görebilmeyi gerektirir. Kendi algılama tarzını, onu nasıl gördüğünü diğerine
anlatabilme; diğerinin seni nasıl gördüğünü anlayabilme, ancak diyalog
sürecinde gelişebilir. Kürtler kendilerini dışlanmış, hırpalanmış hissediyor.
Devlet ve onu temsil edenler ise tanımak yerine tanımlamayı, anlamak yerine
anlamlandırmayı seçiyor. 'Ben, seni senden daha iyi tanırım, tanımlarım' demek,
kimliklerini yok saymak, potansiyel bölücü olarak görmek, Kürtlerde öfke ve
içerleme yaratıyor. Bugün yalnızca yoksullar, işsizler değil, üniversite
mezunları, hemen iş bulabilecek kapasitede olanlar da PKK içinde yer alıyorsa
durup düşünmek gerekir, ne oluyor, neyi yanlış yapıyor devlet ve devlete
endeksli düşünenler diye.
3-
ANA DİLDE EĞİTİM İSTEMEK SUÇ MUDUR'
DTP,
resmi dilin Türkçe olmasına karşı çıkmamıştır. Kaldı ki karşı olduğunu
açıklasaydı da, bu bir düşünce açıklama sayılır ve bir suç oluşturmazdı. Ana
dilde eğitim istemek, devletin resmi dilinin Türkçe olmasına karşı çıkmak
anlamına gelmez. DTP'nin programı nettir. Bugün ne düşündükleri de bugün yazıp,
söyledikleri de programından farklı değildir. Emine Ayna'nın Taraf Gazetesine
verdiği söyleşide de belirttiği gibi, 'devletin resmi dili Türkçe olmalı ama
bir de bölge dili olmalı. Devletle yazışmalarında Türkçe kullanırken kendi iç
yazışmalarında bu dili kullanabilmeli.' demektedir. Uygar dünyada da sorun
böyle çözülmektedir. Sorunun çözümü için önce ne dendiğini anlamayı gerçekten
istemek gerekir. Resmi dilinin yanı sıra başka dilleri de kabul eden ülkeler
var. Üstelik bölünme tehlikesinin en olmadığı ülkeler onlar. Bizdeki sorun daha
çok zihniyetle ilgili.
Ne
zaman ana dilde eğitim sorunundan söz edilse hemen üniter devlet tartışması
başlatılır. Ne ilgisi var' Çok dilli ülkeler bölünmüş mü' Kuşkusuz kimliğini yadsıyan,
bir başka kültüre geçebilen insanlar vardır. Ancak bu, az görülen bir durumdur.
Kendi dilini, kültürünü yaşama isteği makul, meşru ve haklı bir beklentidir.
Kendimizi, sevdiklerimizi, sevinç ve acılarımızı anlattığımız; konuşurken,
düşünürken, rüya görürken kullandığımız dilin yasaklanmasını hiçbir gerekçe
haklı kılamaz. İçine doğduğumuz çevreye ilişkin, kolay açıklanamaz ortak
bilgimiz, görgümüz, tek tek sıralanması imkansız çağrışımlarımız vardır.
Tahayyül dünyamızın belirlenmesinde, ortak değerlerin, iletişim biçimlerinin,
tutum benzerliklerinin, ninnilerin, şarkıların, masalların payı, sandığımızdan
daha çok çoktur. Bizi biz yapan, diğerinden farklı kılan her şeye; ne denli
yaralı da olsa tüm geçmişimize, bugünümüze ve yarınımıza bir çizgi çekmemizi
isteyen kim olursa olsun buna direniriz. Yabancılaşma lüksü olmayanlar, kendi
kültürlerini tehdit altında hissedenler için, bu bağların daha güçlü olması
doğaldır.
Ana
dil, kimlik, kültürel farklılık, yasayla ya da anayasayla oluşturulamadığı gibi
bastırılamaz da. Türkler için tartışmalı olan Kürt kimliğinin Kürtler için
tartışmalı olmadığını biliyoruz. 'Ben Kürt'üm diyen birine 'Hayır sen Türk'sün'
diyerek homojen bir toplum yaratılamadığını görüyoruz. Yasalar ne derse desin
herkes her zaman kendi kimliğine sahip çıkıyor, Kürtler de kendi kimliklerine
sahip çıkıyor, bedeli ne olursa olsun ödeyecek ve sahip çıkmaya devam
edecekler. Bu da görülüyor.
Bir
yandan emekli generaller geçmişte Kürtçe konuşmanın yasaklanmasının yanlış
olduğunu itiraf ediyor, sosyal taleplerini yıkıcılık saydık diyor, bir yandan
hukuken Kürtçe serbest bırakılıyor bir yandan da güvenlik güçleri 'tek dil '
diye bağıra bağıra Diyarbakır'da yürüyor. Türklerin tek tük bulunduğu, herkesin
Kürtçe konuştuğu bir ilin sokaklarında 'tek dil' diye bağıra bağıra yürüyenler
yalnızca sokakların değil, gerçeğin ve adaletin de üstünde yürümektedir. Ve
Sayın Başsavcı, tek dilli olduğumuzu, bunun aksini söylemenin suç olduğunu
söylüyor. Türkiye, tek dillidir demek, gerçeğin ve adaletin inkarıdır. Türkiye'nin
resmi dili Türkçe'dir demek başka bir şey, Türkiye tek dillidir demek başka
şeydir. Türkiye'de resmi dilin Türkçe olduğunu DTP zaten kabul ediyor, bunu
programında da görebilirsiniz.
Kürtlerin
Kürt olabilme hakkını, onların yasal temsilcisi DTP savunamayacaksa kim
savunacak' Kürt sorununu Türkler tek başlarına mı çözecek' Türk olmayanların,
Kürtlerin, ne istediklerini, ne yapacaklarını, nasıl yaşayacaklarını söyleme
hakkı yok mu' Kendisi dışındakilerin özgürlüğünü, söz söyleme hakkını reddeden
bir demokrasi anlayışı ne kadar inandırıcı olabilir'
Ana
dilde eğitim hakkı istemeyi bölücülük sayan mantık, çağdaş, demokratik bir
mantık olmaktan uzaktır. Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu'nun
Başbakan'a mektubundan bir alıntı ile sürdürmek istiyoruz açıklamamızı:
'AB
üyeliği için imzalanması zorunlu olan ancak Türkiye'nin henüz imzalamamış
olduğu 7 sözleşmeden 6 tanesi doğrudan Kürt sorunu ve Kürt dilini kullanma
hakkı ile ilgilidir. AB nin 2004, 2005, 2006 ve 2007 yılı ilerleme raporlarında
da sorunla ilgili yeterince örnek vardır.
Kürtler'in
kendi ülkelerinde en doğal hakları olan kendi ana dilleri ile konuşabilme,
eğitim görme ve hizmet alma hakları sorunludur. Kürtler, mülteci veya işçi
olarak gittikleri yabancı olarak yaşadıkları Almanya, İsveç gibi ülkelerde
sahip oldukları haklara kendi ülkelerinde sahip değildirler. Bakalım Kürtler,
Türkler ve başka yabancılar GÖÇMEN oldukları ülkelerde ana dil kullanımı
konusunda hangi hak ve özgürlüklere sahiptirler ve Kürtler kendi topraklarında
bu konuda nasıl bir uygulama ile karşı karşıyadırlar'
Önce
İsveç'teki yasal düzenlemelere ve uygulamalara bakalım.
İsveç'te
yabancıların ve yerleşik azınlıkların (national minorites) kendi ana dillerini
okul öncesi eğitim kurumlarından başlamak üzere tüm temel eğitim ve lise
eğitimi boyunca öğrenme hakları, bu grupların çocuklarının ana dillerinde okuma
ve eğitim görme hakları ve ana dillerinde ders yardımı alma hakları Anayasa'dan
kaynağını alan yasalar ile düzenlenmiş ve bu hakların kullanımı devlet
güvencesi altında BELEDİYEler tarafından uygulanmaktadır.
İsveç,
bu ülkede yaşayan ve ana dilleri İsveççe'den başka bir dil olan yabancıların ve
Laponlar, Romanlar gibi yerleşik ulusal azınlıkların çocukları için ana dil
eğitimi görme hakkını ilk olarak 1968 yılında düzenlenmiştir. 1975 yılında
'eşitlik, katılımcılık ve seçme özgürlüğü' sloganıyla bu hak Anayasal güvenceye
kavuşturulmuştur.
Aşağıda
aktardığımız yasa, kaynağını İsveç Anayasası'nın Temel Hak ve Özgürlükler ile
ilgili faslının 21. Maddesinden almaktadır ve buna göre düzenlenmiştir. Bugün
yürürlükte olan 1994:1194 sayılı Yasa ile düzenlenmiş olan Temel Eğitim Okulları
Yönetmenliği'nin (Grundskoleförordning) 9. maddesinde bu hak şu biçimde
tanımlanmıştır.
'Madde
9: Bir öğrencinin velayetine sahip ebeveynlerinden birisi veya her ikisi
İsveççe'den başka bir ana dile sahip iseler ve bu dil çocuk ile günlük
ilişkilerinde kullanılan dil ise, öğrenci aşağıda belirtilen şartları yerine
getirmek üzere sözkonusu dilde ders olarak eğitim (ana dil eğitimi) alma
hakkına sahiptir;
1.
Çocuk ana dilinde (sözkonusu dilde) temel bilgilere sahip olmalıdır.
2.
Çocuk bu dilde eğitim almayı istemelidir.
Laponca,
Fince, Romanca, İbranice ve Meankelice dillerinde ana dil eğitimi bu diller
çocuk ile gündelik ilişkilerde kullanılan bir dil omazsa bile çocuğa
verilmelidir. Bu durum evlatlık edinilmiş ve ana dili İsveççe'den başka bir dil
olan çocuklar için de geçerlidir.
Bu
Yasa'nın 5. faslının 2. ve 3. maddelerinde öğrencinin ana dilinde ders yardımı
alabilmesi için düzenleme yer almaktadır, 2008:97 sayılı yönetmelik.'
İsveç'in
İstatistik Merkez Bürosu'nun (Centrala Statistiskabyran) verilerine göre 2006
yılında İsveç'te Kürtçe ana dil dersi eğitimi alan toplam çocuk/öğrenci sayısı
6267 dir. (kaynak: www.scb.se).
İsveç'te
157 farklı dil istatistiklerde kayıtlıdır ve toplam 90000'in üzerinde öğrenci
ana dil eğitimi almaktadır. Yukarıda belirtilen kaynaktan aynı bilgiler
edinilebilir.
İsveç
Parlamentosu'nun (Sveriges Riksdag) internet sitesi aralarında Kürtçe'nin ve
Türkçe'nin de olduğu 24 dilde yayın yapmaktadır. Bkz. http://www.riksdagen.se/templates/R_Page__10571.aspx
İsveç'te,
bütün devlet ve yerel yönetim (BELEDİYE, il genel meclisi) kurumları ile
ilişkilerde, İsveç vatandaşı olup olmadığına bakılmaksızın, İsveç'te oturma
hakkına sahip herkes kendi ana dili ile iletişim kurma ve kendi ana dilinde
hizmet alma hakkına sahiptir.
İsveç'te
anadil dersi veren öğretmenler de öğretmenlik öğrenimlerini İsveç Yüksek
Öğretmen Okullarındaki eğitim ile yapmaktadırlar. Örneğin Stockholm Yüksek
Öğretmen Okulu Ana Dil Öğretmenliği bölümünde anadil öğretmeni eğitimi
1984-1985 öğretim yılında başlamıştır. İsveç Okullar Genel Müdürlüğü 70000
kelimelik İsveççe-Kürtçe sözlüğü kendisi yayınlamıştır.
Tüm
bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, İsveç'te göçmen işçi veya siyasi mülteci
olarak kendi ülkelerinden uzakta yaşamak zorunda kalmış insanlar, Kürtler,
Türkler ve 77 milletten insanlar hem hendi ana dillerini öğrenme, hem kendi ana
dillerinde eğitim görme hem de (devlet tarafından finanse edilen tercümanlık ve
çeviri hizmetleri ile) kamusal alanda kendi anadillerini kullanma ve kendi ana
dilleri ile hizmet alma hakkına sahiptirler...
Almanya
ise bazı farklılıklara rağmen bu konuda daha geride değil...
Bazı
farklılıklar ile birlikte genel olarak 1970 yılında Almanya'nın göçmen işçi
kabul ettiği ülkeler ile yapılan ikili anlaşmalar çerçevesinde başlayan ana dil
eğitimi uygulaması süreç içinde Federal düzeyde yasa durumuna gelmiş ve bu
Federal Yasa'ya uygun olarak her eyallette ihtiyaca göre ana dil eğitimi
uygulaması yürütülmüştür.
Bu
konuda Türkiye ile ilk anlaşmanın 1957 yılında imzalanmış olduğunu da
hatırlatmak gerekiyor.
Ancak
belirtildiği üzere Almanya'da (eski Federal Almanya) adı geçen uygulama 1970'li
yılların ortalarında artık ikili anlaşmalar çerçevesinden çıkmış ve bir iç
hukuk durumuna gelmiştir. Bugün de devam eden uygulama hem Almanya'nın kendi
benimsediği hem de uluslararası sözleşmelerin konuya ilişkin hükümlerinin
uygulanmasının bir sonucudur.
Pratik
uygulamalara bakıldığı zaman, şu bilgiler aktarılabilir:
1996-1997
öğrenim yılında Kuzey Ren Westfalya Eyaletinde (Orta Almanya -Köln ve civarı-
86.000 Türk öğrenci ana dil eğitimi almış ve 7000 öğrenci de Türkçe'yi 2. veya
3. dil olarak okumuştur. (7. sınıftan sonra ana dil dersi isteğe bağlı
olarak seçmeli dil dersi, örneğin İngilizce, Fransızca, Rusça vb.
alınabiliyor).
Yine
aynı öğrenim yılında Baden Baden Wurtenberg eyaletinde tamamı Türk olan 28.551
öğrenci ana dil dersi eğitimi almıştır. Bu uygulamaların finansmanı hakkında
zaten bir şey belirtmeye gerek yok. Ders araç gereçlerinden, öğretmen eğitimi
ve tayinine kadar tüm işlemler devlet tarafından ve devlet finansmanı ile
olmaktadır.
Belirtilen
bu kurallar göçmen işçi/mülteci olanlar ve çocukları için geçerlidir.
Yani
Kürtler gibi tarihin bilinen zamanından beri kendi topraklarında yaşayan bir
halktan değil, iş bulmak için veya özgür yaşamak için Almanya'ya giden
göçmenlerden bahsediyoruz. Kürtler Türkiye'de göçmen bile olamıyorlar.
Göçmenlerin sahip oldukları haklara bile sahip değiller.'
Türkiye'nin,
AB üyeliğinin temelini oluşturan Kopenhag Kriterlerine esas teşkil eden 21
uluslararası sözleşmeden bir kısmını imzalamaması ya da imzalanan bir kısım
sözleşmelere kimi çekinceler koymasının nedeni de Kürtlere ana dilde eğitim
hakkının tanınmaması içindir. Hem Almanya hem İsveç ve hem de diğer AB üyesi
ülkeler, bu hakları, imzaladıkları uluslararası sözleşmelerin ve AB üyeliğinin
de gereği olarak Anayasal hak biçiminde içselleştirmiş bulunmaktadırlar.
Bu
konuda ayrıntılı bilgiyi ilk dilekçemizde vermiştik.
4-
HUKUKİ DEĞERİ OLMAYANIN KANIT DEĞERİ DE YOKTUR:
DTP'nin
PKK için 'terör örgütü' dememesi de, DTP'lilerin Öcalan'a 'Sayın' dememesi de
suç olmadığı gibi kapatma nedeni de olamaz:
Bir
şeyleri hayat boyu aynı şekilde algıladığımızda, sadece alıştığımız şekilde
görüyoruz. Oysa bir sorun varsa, o sorunun taraflarının birbirlerinin ne düşündüklerini,
ne hissettiklerini anlamaları önemli. Kürtler ne yaşar, ne düşünür, ne ister,
Sayın Başsavcı bildiğini iddia edebilir mi' Peki bunu bilmeden DTP'lilerin
niçin 'PKK terör örgütüdür' demediğini ya da niçin 'Sayın Öcalan' dediklerini
bilebilir mi' Bu dava, suçlamaların, iddiaların net ve hukuka uygun olduğu,
sınırları belli, uygulanacak kuralları belli, kuşkuya yer bırakmayan, hukuken
ne dendiğinin anlaşıldığı bir dava değildir. Bu tarihsel, toplumsal, politik,
kültürel ve elbette psikolojik yanları olan bir iddianame ile açılmış hukuki
değil siyasi bir davadır. Öyleyse karar vermek için de bütün bu faktörlerin
ışığında düşünmek gerekmektedir. Bu iddianame ile DTP'nin kapatılmasına karar
verilmesi, Kürtlere çözümü siyasette aramayın demek anlamına gelir.
Sayın
Başsavcı, DTP'nin ne dediğini dahi izlememiş. DTP'nin programı, tüzüğü ve
verdiği mesajlar nettir. Sayın Başsavcı, DTP'nin 'PKK terör örgütüdür'
demeyişini PKK'ye destek olarak kabul ediyor. Evet DTP, PKK terörist bir
örgüttür demiyor ama her fırsatta şiddete karşı olduğunu ifade ediyor. Sayın
Başsavcı, Ahmet Türk'ün 'PKK terör örgütüdür' demem, sözünü terörü desteklemek
olarak algılıyor. Düşünce açıklamanın suç olmaktan çıktığı bir çağda düşünce
açıklamamayı suç saymak ne hukukla ne vicdanla bağdaşır. Hukuk, adaleti
amaçlamalı, adaleti gözetmelidir. Adalet duygumuzu inciten bir hukuk anlayışı
hepimize zarar verir. Sayın Başsavcı'nın, bu konuda topladığını iddia ettiği
kanıtların hiçbirinin hukuki değeri yoktur. Hukuki değeri olmayanın kanıt
değeri de olamaz. Kanıtlar, hukuka uygun olmak zorundadır.
Kapatma
kararı verilirse bu beyanlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde kanıt olarak
kabul görebilir mi' Türkiye uluslar arası platformlarda tartışılan bir ülke
olmaktan bir türlü çıkamıyor diye hayıflanır dururuz. Kanıt değeri olmayan
iddialarla parti kapatılmasının istenildiği bir ülke olmaktan çıkamazsak
sürekli tartışılır olmaktan da çıkamayız elbette.
YALNIZCA
ALEYHTE DELİLLERİN TOPLANMASI, LEHTE DELİLLERİN TOPLANMAMASI EKSİK İNCELEMEYE
YOL AÇACAKTIR:
Sayın
Başsavcı lehte delil toplamamıştır. Elbette Anayasa Mahkemesinde bir hukuk ya
da ceza mahkemesindeki usul uygulanmaz, peki ama neye göre karar verilecektir' Başsavcı,
kanaatini keyfi şekilde açıklayabilir diyebilir miyiz' Hukuk devleti
anlayışıyla bağlı değil midir, Başsavcı da mahkeme de' Toplanan açıklamaların
ya da susma beyanlarının hiçbir hukuki değeri yokken bunların kanıt olarak
sunulması adil midir' Bir an için toplanan beyanların kanıt niteliğinin
olduğunu kabul edelim. Bu deliller tek taraflı olursa hakikat nasıl ortaya
çıkacaktır' Sayın Başsavcının, bir siyasi partinin kapatılmasını istemesi için
hem lehe hem aleyhe olduğunu düşündüğü kanıtları toplaması ve buna göre karar
vermesi gerekmez mi' Sadece aleyhe olduğunu düşündüğü kanıtları toplarsa
kendisi de mahkeme de sağlıklı bir karar verebilir mi'
Ahmet
Türk seçildiğinde, meclise girişlerini bir çözüm süreci olarak
değerlendireceklerini, çözüme ve diyaloga önem vereceklerini, diyalogda
muhatabın kendileri olması gerektiğini söyledi, Aysel Tuğluk benzer şekilde
şöyle yazdı:' DTP bu süreçte Mecliste dışlanması gereken değil diyalog
kurulması gereken bir partidir. DTP'siz bir çözüm süreci sağlıklı işlemez!
Çünkü DTP sadece meclis temsiliyetinden dolayı değil, Kürt sorunu dediğimiz
mesele içinde aidiyet duygusundan tutun da, ekonomik sorunlarına kadar
cumhuriyetle sorun yaşayan topluluğun politik iradesi olmasından dolayı da
muhatap kabul edilmesi gereken bir partidir.'
Yine
Aysel Tuğluk, gazetecilerin DTP, PKK şiddetine karşı mı' sorusunu şöyle
yanıtlamıştır: 'Şiddetin politik eylemimizi belirlemesine izin vermemeliyiz.
Biz şiddetin çözüm olmadığını ve silahların susması gerektiğini ve PKK'nin de
silah bırakması gerektiğini zaten söylüyoruz. Ancak bizim tek yanlı
çağrılarımız yetmiyor. Bu noktada hükümetin bir çözüm planı varsa biz bu çözüm
sürecine hem katılmak, hem katkı sunmak hem de aktif bir siyasetle yapıcı rol
oynamak istiyoruz. 21. yüzyılda yaşıyoruz ve bu çağda sorunların çözüm yöntemi
şiddet değil, demokrasidir. Bu yüzden şiddetin mutlaka durması gerekiyor. 21.
asrın ilk çeyreğini yaşadığımız şu zamanda silahlı mücadele dönemi bitmiştir! .
Biz Kürt sorununun çözümünü istiyoruz. Dağdakilerin silahları bırakmasını
sağlamak istiyoruz. Bunun bedeli neyse ödemeye hazırız. Birlikte yaşamak için
birlikte çalışalım diyorum...'
Sayın
Başsavcı'nın iddia ettiği gibi yalnızca ölen Kürt gençleri için şehitlerimiz
demediler, ölen Türk gençleri için de şehitlerimiz dediler. Diyalogun diğer
tarafı olabilecekler ise 'diyalog için önce PKK'nin terörist bir örgüt olduğunu
itiraf edin' dediler. Milyonlarca seçmenin oyunu alarak Mecliste olan DTP
milletvekillerinin, DTP'nin meşruluğunu 'evet onlar terörist' demelerine bağladılar.
Kürtleri anlamak, barışın dilini kurmak yerine tersine şiddetin, ayrımcılığın
dilini, tavrını benimsediler. İşte bu bakış açısının değişmesi, suçlamak, ön
yargılı davranmak yerine biraz da dinlemeyi seçmek gerekiyor. 'Bu yanlış, bunu
yapma, yoksa seni cezalandırırım' demek, sorunu çözmüyor.
Ahmet
Türk, tabanımız PKK ile aynı deyince kıyamet koptu. Kürtler geniş aile yapısını
koruyor. Bugün hemen her Kürt ailesinin dağda bir yakını olmuştur. Tabanının
aynı olması olağan. Parti kapatma kararı için önemli olan, tabanının aynı
olması ya da PKK terörist bir örgüttür denilip denilmemesi değil, DTP'nin
şiddete, silaha yaklaşımıdır. DTP; şiddete karşı olduğunu ısrarla açıklamış bir
partidir.
Emine
Ayna PKK ile DTP'nin çözüm için aynı şeyleri talep ettiğini söyleyince bu da
saptırılmak istendi. Oysa Kürt sorununun nedenleri de çözümü de belli, bunu
hem DTP'nin hem PKK'nın dillendirmesi, söylenenin yanlış olduğuna, bunun
şiddetle, bölücülükle sağlanmak istendiğine kanıt olamaz. Ne söyledikleri,
söylediklerinin içeriğinin ne olduğudur önemli olan. Eğer DTP çözüm için doğru,
barışçı, şiddeti dışlayan öneriler getiriyor ve fakat bunu PKK'de söylüyorsa
bunda tedirgin olacak bir şey yoktur. Tersine bu durum, PKK'nin de siyasi çözüm
istediği, beklediği, değişim istediği şeklinde algılanmalıdır. Çözüm için
önerilen içerik, ya suç kapsamındadır ya da değildir. Söyleyene göre suç
oluşturulamaz. Suç, söyleyenden bağımsız olarak ya vardır ya yoktur.
Emine
Ayna Taraf Gazetesinde yapılan söyleşide DTP ile PKK'nin farklarını şöyle
açıklıyor: 'Onlar silahla çözmek için oraya çıkmışlar. Biz ise siyaset yapmaya
çalışıyoruz. Silahı kesinlikle onaylamıyoruz.' Neşe Düzel'le yapılan aynı
söyleşide Ayna 'Niye terör örgütü demiyorsunuz, deniyor. Benim düşüncem şu:
Dağdaki o insanlara terörist veya terör örgütü deyince, öldürülmeleri
meşrulaşıyor. 'Teröristtir öldürülsün' deniliyor. Ayrıca terörist demek,
yapılan yanlışları da meşrulaştırıyor. Bombalanıp parçalandığı zaman, kimyasal
bomba kullanıldığı zaman, yandığı zaman, kefene konmadan gömüldüğü zaman
'terörist bu' denildiği için yapılan yanlışa da yanlış diyemiyorsunuz. Sanki
yapılanları hak ediyor o. Terör ve terörist tanımlamaları bu insanlık dışı
uygulamaları meşrulaştırıyor. Bu tür tanımlamalarla çözüm olmuyor. PKK, Kürt
sorununun nedeni değil, sonucudur.'
SUSMA
HAKKI YASAL BİR HAKTIR:
Anayasa
Mahkemesi'nin de tüm organlar gibi hukuk devleti kurallarıyla bağlı olduğuna
kuşku yoktur. Demek ki bir siyasi partinin kapatılması için, ceza mahkemesinde
olduğu gibi 'suç' işleyip işlemediğine bakılmayabilir ama hukuk devleti
kuralları uyarınca Anayasa Mahkemesi de normlarla bağlıdır. Normlara ve insan
haklarına aykırı, onları zedeleyen tüm iddialar geçersizdir. Temel hak ve
özgürlükler, Başsavcının iddianamesini hazırlamasında da, Anayasa Mahkemesi
üyelerinin kararlarında da geçerli ise 'susmak' parti kapatma nedeni olabilir
mi' 'Söylediğimi tekrar et! Tekrar etmezsen terör örgütünü desteklemekten
partini kapatırım' demek ve gerçekten bu yaptırımı uygulamak, hukuk devleti
ilkeleri ve insan haklarına uygun bir davranış olabilir mi' Hangi konuda olursa
olsun susmak kanıt sayılabilir mi'
Delillerin
elde edilmesiyle ilgili kurallar içinde en önemlilerinden biri de susma
hakkıdır. Bu anayasal hak, ayrıca muhakeme hukukumuza da girmiştir. Sayın
Başsavcı böyle bir gelişme yokmuş, ya da bir iddianame değil de arkadaşına
mektup yazıyormuş gibi 'Sükut ikrardan gelir' mantığıyla iddianame hazırlayamaz
ki' Hazırlarsa bunun hukuki bir değeri olmaz ki' Susma hakkı her aşamada ve
ölçüde kullanılabilen bir haktır.
Aslında
neden DTP'nin PKK için terörist demesinde ısrar edildiğinin ahlaki, hukuki,
vicdani bir açıklaması yoktur. DTP 'onlar terörist' dediğinde terör bitecek
midir' Bitmeyecekse bu ısrarın anlamı nedir' Boyun eğdirmek midir amaç' Dağa
çıkma nedenini kaldırmadıkça, biri ölür, diğeri çıkar. Kara Kuvvetleri Komutanı
da bunu söyledi. Harekatla, imha ile örgütün çözülmediğini beyan etti, 'PKK'ye
katılımlar, silahlı mücadelenin sürdüğü 23 yıl boyunca önlenemedi, başarılı
olamadık, dedi. İç İşleri Bakanlığı döneminde1000 köy yaktığını, operasyon
yaptığını gururla açıklayan Mehmet Ağar, DYP Genel Başkanı olduğu dönemde
'dağdakilere siyaset yolunu açmak gerekir' dedi. Baykal bile söylemini artık
değiştirdi. DTP'de bunu söylüyor, 'PKK bir sonuçtur, nedenlerini konuşalım'
diyor.
DTP,
çocukları dağda olan ailelerin oylarını almıştır kuşkusuz. Peki bu neyi
gösterir' Sayın Başsavcı'nın iddia ettiği gibi PKK ile özdeşliği mi, yoksa o
ailelerin çocuklarının dağdan indirilmesi için siyasi çözümü bulun diye DTP'ye
umut bağladıklarını, oy verdiklerini mi gösterir'Hiç kuşkunuz olmasın ki ikinci neden doğrudur. Peki böyle
bir durumda DTP, kendisine siyasi çözüm için oy veren milyonlarca insanın
çocukları, yakınları dağda iken PKK terör örgütüdür nasıl der, niçin desin'
Kürt sorununun çözümü için dağdakilerin inmesi şarttır, onları indirmenin yolu,
onları tek tek yok etmekten, varlıklarını inkar etmekten, yok saymaktan değil,
niçin orada olduklarını dinlemekten, konuşmaktan, anlatmaktan, ikna etmek ve
ikna olmaktan geçer. Bu ancak onları anlayanlarla, çözebilecek yetkiye,
iktidara sahip olanlar arasındaki diyalogdan geçer. DTP ancak diyalogla çözüm
bulunulabileceğini, diyalog için kendisinin muhatap alınması gerektiğini
defalarca açıkladı.
İddianame
hukuki olmaktan uzak, siyasi bir bakış açısıyla hazırlanmıştır. Ve vurgusundan
öyle bir sonuç çıkıyor ki DTP, 'PKK terör örgütüdür' deseydi ve yöneticileri,
üyeleri 'Sayın Öcalan' demeselerdi, partinin kapatılması istemiyle dava
açılmayacaktı. Peki bu hukuki bir durum mu' Yani susmak, istenen konuda
konuşmamak, ifade açıklamamak ya da kim olursa olsun birine Sayın demek suç
sayılabilir mi' Kapatma nedeni olabilir mi' Hangi yasada böyle hüküm var' Bu
bakış açısı doğru olsaydı, uyuşturucudan, kumarhanelere, faili meçhullerden yargısız
infaza kadar her türlü kirli ilişkiye bulaşmış insanlara hem de adliye giriş
çıkışlarında, mahkemelerde yani savcıların yargıçların gözü önünde 'Türkiye
seninle gurur duyuyor' diye bağıranlar hakkında da davalar açılıp, onların
üyesi oldukları partiler için de kapatma davaları açılması gerekmez miydi'
Neden açılmadı' Neden hiç kimse dava açılmamasını sorgulamadı' Herkes bu
davranışı onayladığı için değil, bunu söylemenin suç oluşturmaması, parti
kapatma nedeni sayılmaması nedeniyle kimse bunun üzerinde durmadı. Kürtlerin
partilerini, hem de yeterli hiçbir hukuksal kanıt bulunmadan kapatmak, gerçeğe,
adalete, hukuka, demokrasiye, hakkaniyete, vicdana aykırı olur.
Aidiyet
sorunlarının, ana dil sorunlarının askeri yöntemlerle, yasaklarla, parti
kapatarak bastırılmaya çalışılması, dünyanın her yerinde milliyetçi, ayrılıkçı
eğilimleri güçlendiriyor. Diğer yandan yine dünyada görülüyor ki, ekonomik ve
sosyal hakların tanınması, geliştirilmesi ancak kültürel haklarla birlikte
anlamlı olabiliyor. Nitekim ekonomik ve sosyal haklar tüm uluslararası
belgelerde kültürel haklarla birlikte anılır. Yaşadığımız süreç, insani,
vicdani, ahlaki, ekonomik tüm boyutlarıyla hepimizi derinden etkiledi. Her
sağlıklı toplum, öncelikle o toplumun aydınları, hukukçuları, böylesi bir
süreci tartışır, nedenlerini irdeler, sonuçlar çıkarır. Yapılması gerekenleri
ortaya çıkarır, şiddetin ektiği öfke tohumlarını söküp yerine iletişim
tohumları serpmeye çalışır. Bütün bu acılar bir daha yaşanmasın diye ne yapmak
gerekirse onu yapar. Bu iddianamenin bir partiyi kapatmaya yetecek hiçbir
hukuksal dayanağının olmadığı açık. Bu dava siyasi bir dava. Bu davada Kürtler,
her zaman olduğu gibi çoğunluğun insafına mı terk edilecek, yoksa onların
parlamentoda temsil edilmelerini içimize sindirecek miyiz, mesele bundan
ibarettir.
Hukuk
niçin vardır sorusunun bir yanıtı olmalı. Bu yanıt, vicdanımızı sızlatmamalı.
Aydınların
Cumhurbaşkanı'na yazdıkları mektuptaki dileği tekrarlıyoruz: Anayasa Mahkemesi,
kapatma kararı vermeyerek, bütün olumsuzluklara rağmen, bu dönemi
sonlandırmanın, yüzlerce yıldır birlikte yaşayan halkların kardeşliğini tekrar
hatırlamanın ve onarmanın mümkün olduğunu gösterecektir inancındayız.
IV- SONUÇ VE İSTEM
Hukuka
ve adalete aykırı, artık bu ülkenin taşıyamayacağı kadar ağır yükler getirecek
istemleri içiren davanın REDDİNE karar verilmesini vekil ve müdafiler olarak
dileriz'.
V- SÖZLÜ AÇIKLAMA
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının 24.6.2008 günlü sözlü açıklaması şöyledir:
'YARGITAY
CUMHURİYET BAŞSAVCISI ABDURRAHMAN YALÇINKAYA - Sayın Başkanım, Şahsınızda
Yüksek Mahkemenizi saygıyla selamlıyorum.
Demokratik
Toplum Partisi (DTP) hakkında Başsavcılığımız tarafından 16 Kasım 2007 tarihli
iddianame ile Anayasa'nın 68/4. maddesine aykırı eylemleri nedeniyle
Anayasa'nın 69/6 ve Siyasi Partiler Yasası'nın 101/1·b ve 103/2. maddeleri
uyarınca temelli kapatılması istemiyle dava açılmıştır.
Anayasa'nın
68 nci maddesinin 2 nci fıkrasında belirtildiği gibi demokratik siyasi hayatın
vazgeçilmez unsurları olan kuruluş ve faaliyetlerinde serbestlik tanınan siyasi
partilerin; 'devletin bağımsızlığına ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,
hukuk devleti ilkesine ve Anayasal demokratik yapısına' duyulan güvenin
sarsılmasına neden olan tavır sergilemeleri, amaçlarına ulaşmak için şiddet
unsurunu kullanmaları veya mevcut şiddeti desteklemeleri halinde demokratik
kamu düzenini bozacakları tartışmasız olup, bu durumda devletin kendi varlığına
yönelen tehditlere karşı önlem alması demokratik hukuk devleti olmanın
gereğidir.
Yaklaşık
yirmi beş yıldır on binlerce vatandaşımızın ölümüne sebep olan, gerek kırsal
alanda gerekse kent merkezlerinde asker-sivil, çocuk-yaşlı ayırt etmeden; mayın
döşeme, bombalama, kamu binalarını, toplu taşıma araçlarını, Türk Bayrağı'nı
tahrip etme, adam kaçırma, haraç alma, uyuşturucu pazarlama, her türlü sabotaj
ve insan öldürme gibi şiddet eylemlerini gerçekleştiren, kuruluş amacı Türkiye
Cumhuriyeti Devleti topraklarının bir kısmı üzerinde etnik milliyetçilik
temeline dayalı bağımsız bir devlet kurma olan PKK'nın uluslararası kamuoyu ve
kurumlarca da terör örgütü olarak kabul edildiği ve kınandığı bilinen bir
gerçektir.
Eylemleriyle
ülkemize maddi anlamda verdiği zararın yanında, vatandaşlarımız arasında kin ve
düşmanlık yaratmaya çalışan terör örgütü, amaçlarını gerçekleştirebilmek için
geçmişte kapatılan veya haklarında kapatma davası devam eden siyasi partiler
(HEP-ÖZDEP-DEP-HADEPDEHAP) vasıtasıyla siyasal alana da el atmıştır.
Söz
konusu partilerle ilgili kapatma davalarına ilişkin yasal süreçler içerisinde
de gündeme getirilen 'İFADE ÖZGÜRLÜGÜ VE ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜGÜ' kavramları 16
Kasım 2007 tarihli İddianamede değerlendirilmiş olmakla birlikte; Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin ifade özgürlüğü yönünden 10. maddesinin 2. fıkrasında,
örgütlenme özgürlüğü yönünden 11. maddesinin 2. fıkrasında ve 17. maddesinde
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 30. maddesinde yer alan düzenlemeler
Anayasa'nın 14. maddesinde yer alan hükümle örtüşmekte olup, bu itibarla
özgürlükler açısından ulusal düzenlemenin uluslararası düzenlemeye uygunluğu
hususunda bir kuşku yoktur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ifade ve
örgütlenme özgürlüğü konusunda ortaya koyduğu ölçütler davalı partinin
savunmasında da bahsi geçen ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ PARTİSİ (ÖZDEP) ve TÜRKİYE
BİRLEŞİK KOMÜNİST PARTİSİ' (TBKP) ile ilgili verilen kararlarda yer almaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi söz konusu kararlarında temel olarak
demokrasilerde çok sesliliğin esas olduğunu, bu itibarla benimsenenden daha
farklı bir siyasi tasarım içeren, kırıcı, şok ve rahatsız edici bilgi ve
fikirlerin de ifade özgürlüğü içinde yer aldığını, bu itibarla söz konusu
siyasi partilerin tüzük ve programlarında yer alan ifadelerin açıkça şiddeti
teşvik etmemesi ve şiddeti öngördüklerine dair yeterli veri bulunmaması
nedeniyle kapatma kararları ile sözleşmenin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Burada
özellikle vurgulamak istediğimiz husus söz konusu partiler hakkında açılan
kapatma davalarının konusunun sadece tüzük ve programlarında yer alan hükümler
olduğudur, Demokratik Toplum Partisi hakkında açılan kapatma davasında ise
sadece partinin tüzük ve programı değil, mensuplarının açıkça terör örgütünü
kollayıp, propagandasını yapmaları ve hatta zaman zaman örgüt elemanı gibi
davranıp, şiddet eylemlerinin içerisinde yer almaları kapatma nedeni olarak
kabul edilmiştir.
Ülkemizde
gerçekleşen PKK terörünün ve partililerin katıldığı eylemlerin vehameti
karşısında; örgüt elebaşının talimatıyla kurulup, örgüt güdümünde faaliyet
gösterdiği açık olan davalı partinin faaliyetlerinin Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi ölçütlerine göre de ifade ve örgütlenme özgürlüğü sınırlarını aştığı
tartışmasız bir gerçektir.
Demokratik
toplumlarda demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olan siyasi
partilerin; toplumsal yaşama ait düşünce ve öngörülerini yine demokratik
vasıtalarla ortaya koymaları, bunun yanında talepleri ile de kamu düzenini ve
toplumsal barışı tehdit etmemeleri gerekmektedir. Buna karşılık bir siyasi
partinin öngörülerini toplumu tahrik ederek olmazsa olmaz tarzında kabul
ettirmeye çalışması, aksi halde çok kan döküleceği yolundaki tehditvari söylemleri,
hiçbir demokratik ülkede hoşgörüyle karşılanamaz.
Bu
bağlamda davalı partinin terör örgütü ile olan bağlantılarının yanında, kamu
düzeninde yapılmasını öngördükleri değişikliklerin kamuoyunda tepki yaratacağı
bilinmesine rağmen, tehdit içeren tarzda söylem ve şiddet içeren gösterilerle
ifade edilmesi, vatandaşlarımız arasında farklılaşma, giderek gerginlik, nefret
ve neticesinde kitlesel şiddet ortamı yaratacağı kuşkusuzdur. Buna karşılık
Demokratik Toplum Partisi, geçmişteki eylemlerinde olsun savunmalarında ileri
sürülen görüşlerinde olsun demokratik toplum gelenekleri dışına çıkarak,
toplumsal barışı tehdit etmeye açıkça ve ısrarla devam etmektedir.
Anayasa'nın
69. maddesinin 6. fıkrası ile Siyasi Partiler Yasası'nın 101 ve 103.
maddelerindeki düzenlemelere göre kapatmaya konu eylemlerin sadece işlenmiş
olması yeterli olup bu eylemlerin hükmen sabit olması koşulunun aranmadığı
gözetilerek açılan ceza davalarının mahkumiyetle sonuçlanmasının beklenmesi
gerekmemektedir. Zira eylemlerin işlenmiş olması, kamuya yansıması,
alenileşmesi ve bu eylemlerin Anayasa'nın 68. maddesinin 4. fıkrası ile tarafı
olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11 nci maddesinin 2 nci fıkrası
kapsamında kalmaları, diğer bir ifade ile Türk ve Avrupa Kamu Düzeni içerisinde
kabul ve koruma göremeyecek nitelikte olmaları yeterlidir.
Düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğünü düzenleyen Anayasa'nın 26 ncı maddesinde; ' ...
milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve
Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların
önlenmesi, suçluların cezalandırılması...' amaçlarıyla düşünceyi açıklama ve
yayma özgürlüğünün sınırlanabileceği belirtilmiştir.
Biraz
evvel de bahsettiğimiz gibi, Anayasa'nın 68. maddesinin 4. fıkrası ile 69. maddesinin
6. fıkrasına göre ise; siyasi parti kapatılması demokratik hukuk devletinin,
Anayasal düzenin ve demokrasinin kendi varlığına yönelen tehditlere karşı
hukuki yollarla kendisini koruması için alması gereken koruyucu bir önlem
niteliğindedir.
Bu
bağlamda, bir siyasi partinin il ve ilçe binalarının terör örgütü kampına
çevrilmesi, tüm kademelerdeki kongre ve toplantılarında terör örgütü elebaşı ve
örgüt lehine sloganların atılması, yasa dışı örgütü övücü resim, bayrak ve
pankartların taşınması, zaman zaman taş ve molotof kokteyli atmak, suretiyle
çevreye zarar verilen şiddet eylemlerine dönüştürülmesi, parti mensuplarının
bombalama eylemine katılması, örgüt mensuplarına mermi, gıda ve sair ihtiyaç
malzemelerini temin etmesi, kentlerde lojistik destek sağlaması, terör
örgütünün talimatları doğrultusunda halkı tehdit edip örgüt bildirilerini
dağıtması, yazılama yapması, terör örgütünün kamplarında eğitim ve diğer
çalışmalara örgüt mensupları ile birlikte katılması, hemen hemen tüm konuşma ve
beyanlarının terör örgütü elebaşını ve örgüt üyelerini yüceltmek, örgütün
propagandasını yapmak, bu amaçla hiçbir fırsatı kaçırmamak şeklinde
gerçekleşmesi demokratik bir hukuk devletinde kabul edilebilir siyasi
faaliyetler değildir.
İddianamemizde
de yer alan ve muhtelif internet sitelerinde 'görüşme notları' adı altında
yayınlanan terör örgütü PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan'ın beyanları
incelendiğinde, daha önce izah edildiği gibi kuruluşundan çok önce isim,
yöntem, yönetici gibi hususlar belirtilmek suretiyle davalı partinin kurulması
talimatı verildiği ve kuruluş süreci incelendiğinde söz konusu talimatların
harfiyen yerine getirildiği sabittir. Bu kadar açık olan bir gerçek karşısında
önce söz konusu açıklama ya da söylemlerin davalı partinin bilgisi dışında
olduğu, daha sonra ise İmralı Cezaevinde görüşmelerin yapılışı ile ilgili yasal
mevzuatın ve Öcal'ın şiddeti öngörmediğine dair görüşme notu örneğinin savunma
olarak gösterilmesi, tutarsızlığı nedeniyle itibar edilir görülmemiştir.
Diğer
yandan, bazı olaylara veya beyanlara davalı partinin tepki vermemesi susma
hakkının kullanımı olarak savunulmuş ise de, susma hakkının ceza yargılamasında
sanıklara tanınan bir hak olduğu, bir siyasi partinin tüm kamuoyu önünde
kendisine yöneltilen çok ağır ithamlara karşı cevap vermemesi veya
verememesinin susma hakkıyla ilgisi olmayıp Anayasa'nın 69/6. fıkrası uyarınca
zımnen benimseme sayıldığı gözetildiğinde yerinde de görülmemiştir.
İddianamemizde
geniş biçimde yer alan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 25 kasım 1997 tarihli
'Zana-Türkiye' kararında mevcut ifade özgürlüğüne yönelik değerlendirmeler ve
örgütlenme özgürlüğünün 'suç örgütü kurma veya suç örgütünü destekleme
özgürlüğünü kapsamadığı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ifade ve
örgütlenme özgürlüklerinin 'demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler
niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu
emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi'
için sınırlanabileceği ve yaptırıma bağlanabileceği hususları Devletimizin
yıllardır yaşadığı yoğun PKK terörü ile birlikte dikkate alındığında; davaya
konu edilen eylemlerin içerikleri ve terör örgütü ile olan bağlantıları
nedeniyle ifade veya örgütlenme özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
imkânsızdır.
İddianame
ve esas hakkında görüşümüzde belirtildiği gibi Avrupa insan Hakları Sözleşmesi
hükümleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve bu kapsamda Venedik
Komisyonu İlkeleri ayrıntılı olarak değerlendirilmiş, uluslararası hukuka da
uygunluğunun tespiti sonucu işbu dava açılmıştır. Bu itibarla davamızın bir
Devlet politikası olan Avrupa Birliği'ne üyelik sürecini olumsuz
etkileyebileceği iddiası yerinde ve gerçekçi kabul edilemez.
Ulaşılabilir
ve anlaşılabilir metinler olan Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası hükümleri bu dava
için düzenlenmiş veya değiştirilmiş değildir. Anayasa'nın 38. maddesi dikkate
alındığında; uygulama tarihi itibarıyla önceden bilinen ve yürürlükte olan
mevzuatın yerinde görülmeyip, Anayasa'da olsun Siyasi Partiler Yasası'nda olsun
yeni düzenlemeler talep edilmesi imkânı iç hukukumuzda olduğu gibi evrensel
hukuk ilkeleri arasında da yer almamaktadır. Davalı partinin savunmasında yer
alan Anayasa ve yasa hükümlerinin yeniden düzenlenmesi şeklinde ifade
edilebilecek olan bölümün mercii itibarıyla yargı ile ilgisi olmadığı çok
açıktır. Ancak vatandaşların bir kısmının azınlık olarak kabul edilip buna
bağlı olarak Anayasa'nın değiştirilemez hükümlerinin, dolayısıyla Devletimizin
üniter yapısının bertaraf edilmesini öngören söz konusu taleplerin terör örgütünün
nihai amacına hizmet etmesi, davalı partinin varlık amacını ve bağlantılarını
göstermesi açısından ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husustur.
Davalı
parti iddianamede delil olarak gösterilen eylemlerle ilgili olarak Anayasa'nın
38. maddesine atıfta bulunarak kararların büyük bir kısmının kesinleşmediğini
savunmuş ise de; Anayasa'nın 68. maddesinin 4 ve 69. maddesinin 6. fıkraları
eylemlerin varlığından bahsetmiş, ayrıca eylemler nedeniyle mahkûmiyet
hükümlerinin varlığını şart koşmamıştır. Nitekim önceki siyasi parti kapatma
davalarında bu husus kuşkuya yer vermeyecek biçimde açıklıkla vurgulanmıştır.
Beraat
kararlarının yüksek mahkemeden gizlendiği iddiası ise delil olarak gösterilen
dava ve soruşturmaların aşamalar halinde akıbetlerinin yüksek mahkemeye
sunulduğu gerçeği karşısında kabul edilemez nitelikte bir iddiadır. Davalı
partinin savunmasında mahkemesi veya dosya numarası yazılmadığı iddia edilen
delil dosyaları hususunda ise; dosya numarası olmadığı iddia edilen kovuşturma
dosyalarından iddianamemizin ek-35. sırasındaki dosyanın Erzurum 2. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2007/184, ek-41. sıradaki dosyanın Diyarbakır 5. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/145, ek-80. sıradaki dosyanın Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2007/81, ek-81. sıradaki dosyanın Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2007/105, ek-84. sıradaki dosyanın Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin
2007/74, ek-85. sıradaki dosyanın Erzin Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/80 ve
ek-87. sıradaki dosyanın Van 3. Ağır ceza Mahkemesinin 2007/111 esas
sıralarında kayıtlı olarak yargılamaları devam etmekte olup, Yüksek
Mahkemenizin istemi doğrultusunda aşamaları hakkında bilgi sunulmaktadır.
Yine
savunmada 'davalı partinin asgari iki yüz bin üyesi bulunduğu' şeklinde bir
bilgi yer almış ise de 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 10. maddesi
gereğince siyasi parti sicillerini tutmakla görevli olan Cumhuriyet
Başsavcılığımıza davalı parti tarafından dava tarihi olan 16 Kasım 2007
tarihine kadar bildirilen üye sayısı sadece 147 dir. Davanın açılmasından sonra
11 Ocak 2008 tarihinde 21.890 yeni üye bildirilmiştir. Savunmada parti üyesi
olmadığı iddia edilen kişilere ait soruşturma evrakları incelendiğinde söz
konusu kişilerin kendilerini Demokratik Toplum Partisi üyesi olarak
tanıttıkları da görülecektir. Burada şunu açıkça belirtmek gerekir ki: Terör
örgütü ile ilişkisi nedeniyle takip edilen olayların yoğunluğu dikkate
alındığında, davalı partinin tüm üyelerini zamanında bildirmesi halinde davada
delil olarak gösterilecek eylem sayısının birkaç misli fazla olacağı tartışmasızdır.
Partililerin
eylemleri bölümünde 21. sırada bahsi geçen davalı parti İstanbul il yönetiminde
görevli Zeki Kılıç'ın terör örgütü PKK'nın talimatı gereği halkı yasa dışı
eylemlere davet eden bildiri dağıtması olayı ile ilgili olarak TCK.nun 220. maddesinin
7. fıkrası gereğince verilen mahkumiyet kararını, davalı partinin savunmasında
'örgüt üyesi olmadığının' saptanması olarak sunmaya çalışması davalı partinin
olaylara ve demokratik hukuk sistemine hangi açıdan baktığını gösteren bir
ibret belgesi niteliğindedir.
Söz
konusu eylem, ilgiliye uygulanan yaptırım ve davalı partinin bütün bunlara
getirdiği savunma birlikte değerlendirildiğinde davalı partinin kapatılması
talebinin ne kadar zorunlu, orantılı ve sosyal yönden gerekli olduğu,
eylemlerin işlenmesindeki kararlılık ve yoğunluk nazara alındığında Anayasa'da
öngörülen odaklık unsurunun gerçekleştiği kuşkuya yer vermeyecek bir biçimde
ortaya çıkmaktadır.
Saygıdeğer
Başkan ve çok değerli sayın üyeler;
Açıklamalarım
ışığında;
Devletin
bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı olduğu belirlenen, davalı
Demokratik Toplum Partisi'nin Anayasa'nın 69 ncu maddesinin 6 ncı fıkrası ve
Siyasi Partiler Yasası'nın 101 nci maddesinin 1 nci fıkrasının (b) bendi
uyarınca temelli kapatılmasına;
Eylemleri
ile partinin temelli kapatılmasına neden olan ve iddianamede esas hakkındaki
görüşte isimleri belirtilen kişiler hakkında, Anayasa'nın 69 uncu maddesinin 9
uncu fıkrası ve 84 üncü maddesinin 5 inci fıkrası ile 2820 sayılı Siyasi
Partiler Yasası'nın 95 inci maddesi uyarınca kapatma kararının Resmi Gazete'de
yayımlanmasından itibaren beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi,
yöneticisi ve deneticisi olamayacaklarına karar verilmesi,
Kamu
adına talep olunur.
Saygılarımla'.
VI- SÖZLÜ SAVUNMA
Davalı
Parti'nin 16.9.2008 günlü sözlü savunması şöyledir:
'DEMOKRATİK
TOPLUM PARTİSİ GENEL BAŞKANI AHMET TÜRK ' Sayın Başkan, Yüce Mahkemenin sayın
üyeleri; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Demokratik Toplum Partisi hakkında
açmış olduğu kapatma davasında sözlü savunmamızı sunacağız. Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyoruz.
Kapatılan
Halkın Emek Partisi (HEP) Genel Başkanı olduğumdan bu yana aradan yirmi yıla
yakın bir süre geçti, bu süre zarfında onlarca hükümet değişti, Türkiye siyasi
tarihine damgasını vurmuş anlı şanlı partilerin çoğu silinip gitti, Türkiye AB
müzakere sürecini yaşamaya başladı, bu çerçevede başta Anayasa olmak üzere
temel yasalarda çok sayıda değişiklik yapıldı, hükümetler tarafından on tane
uyum paketi açıklandı. Ancak bunca değişim iddialarına rağmen ne yazık ki 2008
Türkiye'sinde bir başka parti kapatma davası nedeniyle karşınızdayız. Her
şeyden önce bu durumdan üzüntü duyduğumuzu belirtmek isterim.
Diğer
yandan, yüce mahkemenin Hak-Par ve ardından AK Parti kapatma davalarında
verdiği kararları ve yaptığı açıklamaları da önemsiyoruz, önemli buluyoruz
Siyaset kurumu üzerine düşen görevleri yapamamakta, sorumluluğunu yerine
getirememektedir. En başta 12 Eylül askeri darbesinin ürünü olan ve halen
yürürlükte bulunan 1982 Anayasası değiştirilememiştir. Siyasi parti kapatma
hükümlerini, Siyasi Partiler Yasası'nı, Seçim Yasası'nı değiştirme
sorumluluğunu yerine getiremediği için bugün Anayasa Mahkemesi hâlâ parti
kapatma davaları ile muhatap olmaktadır veya muhatap bırakılmıştır.
Sayın
Başkan, sayın üyeler; Siyaset kurumu sorumluluğunu yerine getirecek olgunluğa,
erdeme ve cesarete sahip değilse, bu noktada hukuk üzerine düşen görevi yerine
getirmek durumundadır. Çağdaş demokrasilerde hukuk kurumları toplumsal
ihtiyaçları ve değişimi de gözeterek siyasetin önünü açabilecek bir role
kavuşmuştur. Bu davanın da böylesi bir gelişmeye hizmet edeceğine inanıyoruz.
Ön savunmamızı ve esas hakkında ki savunmamızı tekrar ederken, iddialara karşı
cevaplarımızı sunmaya çalışacağız.
Sayın
Başkanım, eğer izin verirseniz iki bölümde savunmamızı özetlemeye çalışıyoruz.
Esas dosyamızı da size sunacağız. Birinci bölümü Bengi Yıldız arkadaşım, izin
verirseniz, yapacak. Partiyle ilgili iddialara da ben yanıt vereceğim.
BAŞKAN
' Tabii ki.
Buyurun
Sayın Bengi Yıldız.
DEMOKRATİK
TOPLUM PARTİSİ MERKEZ YÜRÜTME KURULU ÜYESİ BENGİ YILDIZ ' Sayın Başkan, Yüce
Mahkemenin değerli üyeleri; ben de hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum.
Demokrasinin
Gelişim Tarihi:
Demokrasi
kültürünün kökeni insanlık tarihi kadar eskidir ve özü dar anlamda, halkın
kendi kendini yönetmesidir. Demokrasinin bir sistem haline gelmesi birey ve
toplumun devlete karşı hak ve özgürlük mücadelesiyle yakından bağlantılıdır.
İlk devletleşme bireyi, toplumu ve bunların iradesini yok sayarak kul ve köle
haline getirmiştir. Buna karşın demokrasi; bireyin ve toplumun, kendi
özgürlükleri lehine devlet iktidarının sınırlandırılması yönünde başlattıkları
mücadelenin sonucunda, ilk kez İlkçağ Atina'sında bir yönetim biçimi haline
gelecektir. İlk Atina demokrasisi; köleci devletlere karşı mücadele içinde
büyüyecek, olgunlaşacak ve günümüzün çağdaş demokrasisi olacaktır. Tüm bu
büyüme ve olgunlaşma sürecinin kökeninde şüphesiz ki insan hakları, özgürlük ve
eşitlik mücadelesi vardır. Bu nedenle demokrasiyi sadece 'halkın kendi kendini
yönetmesi olarak' ele almak oldukça dar bir tanım olacaktır. Demokrasinin
gerçek tanımı, devletin sahip olduğu iktidarını toplumun ve bireyin
özgürlükleri lehine sınırlaması, özgürlük ve eşitlik ilkelerine dayanması, bu temelde
devletin kutsal olmaktan çıkarılarak insan hakları ve hukukun üstünlüğünü esas
alan bir hizmet aracı halinegetirilmesidir. Tarihte ilk kez Sümerlerde
ortaya çıkan devletleşme olgusu, Sümer Rahip tapınaklarında sınıflaşmanın
başlamasıyla gelişmiştir. Bu tapınaklarda özetle Zigguratlarda geliştirilen
devlet karşısında insan yoktur, haklarından bahsedilemez, sadece görevleri
vardır. O da tanrılara sınırsız hizmet ve kulluk etme görevidir.
İnsan,
artık doğal toplumun doğal bireyi olmaktan çıkmış, tanrılara ve onun
yeryüzündeki gölgesi devlete kulluk edendir. Kulluk temelinde başlayan
devlet-birey ilişkisi, devletin Sümer fetih hareketleri ile diğer siteleri ve
toplumları egemenlik altına almasıyla birlikte kölelik ilişkisini de
beraberinde getirecektir. Savaşlarda köle edilen insanlar kullarla birlikte
devlete hizmete koşturulacaktır. İlk Asur Köleci İmparatorluğu, ardından gelen
diğer köleci imparatorluklar ve son köleci imparatorluk Roma'ya kadar
uzanmaktadır.
Bu
özet girişi, insan hakları ve demokrasi mücadelesinin temeline işaret etmek
için verdik. Çünkü insan hakları mücadelesi, insanlık tarihinin çok uzun bir
dönemini kapsayan bu kulluk ve köleliğe karşı verilen mücadele ile başladı.
Zerdüşt düşüncesinin merkezinde 'iyi düşünen, iyi konuşan ve iyi yapan insan'
vardır. İnsanın kendi bilgisizliği ile mücadele edip aydınlanmasını, giderek
kişiliğini ve iradesini oluşturmasını ve bu gelişimini süreklileştirerek, üst
insan, bilinçli insan, yetkin insan olmasını savunur. Bu düşünceler, yeniden
gelişen devletleşme karşısında egemen olmasa da toplumsal bağlamda Hz. İbrahim
ile başlayan peygamberlik hareketlerini etkileyen ana kaynak olur. İnsan
hakları mücadelesi böylece Ortadoğu özgülünde peygamberlik hareketleri içinde
varlığını sürdürür. Peygamberlik hareketleri katı kulluk ve kölelik sistemini
yumuşatıcı bir rol oynar. Tevrat, İncil, Kuran incelendiğinde bu yumuşamanın
izleri görülebilir. Köleliğin büsbütün kaldırılmasını amaçlayan hareket
Spartaküs ayaklanmasıdır. Bu ayaklanma başarılı olamayıp kanlı bir şekilde
bastırılsa da, bu temel üzerinden insanın köleliğe ve kulluğa karşı mücadelesi
daha da güçlenerek devam eder. Devlet iktidarının sınırlanması tartışmaları
artık önü alınamaz şekilde yükselir. İktidarın mutlak olmadığı, önceleri Tanrı
emirleriyle bağlı olduğu şeklinde başlayan bu tartışma, giderek iktidarın
toplumun hizmetinde olması gerektiği, devlet iktidarının göksel değil, yersel
olduğu ve toplum sözleşmesi ürünü olarak ortaya çıktığı ve bu nedenle bu
sözleşmeye bağlı kalması gerektiği, bu temelde iktidarın kendisine yetki
devreden bireye ve topluma karşı keyfi davranarak zulüm yapamayacağı, sözleşme
ile bağlı olması gerektiği hatta sözleşme dışına çıkarak zulüm eden iktidarlara
karşı direnme hakkının olduğu tartışmalarına dek varır. Bu tartışmalar ve
verilen mücadeleler birbirini besleyerek, adım adım mutlak devlet iktidarının
sınırlanmasını beraberinde getiren yazılı ve kalıcı belgelere dönüşür. Devletin
birey ve toplumun özgürlüğü lehine sınırlandırılması anlayışı, Ortaçağ'da
yürütülen mücadeleler sonucunda Rönesans ve Reform Hareketi ile daha da bir hız
kazanır. Bu temel üzerinde gelişen 1689 da ilan edilen İngiliz Haklar
Bildirisi, 1776 Virjinya İnsan Hakları Bildirisi ve 1789 Fransız İnsan ve
Yurttaş Hakları Bildirisiyle, insan hakları çağdaş hukukun temel konusu olur.
Bu durum, 'birey ve toplum, devlet içindir' anlayışından 'devlet, birey ve
toplum içindir' anlayışına geçişin ilk adımıdır. Bu temelde gelişen demokratik
anayasacılık hareketlerinin özü, 'otorite karşısında insan hak ve özgürlüklerini
güvence altına almak' olmuştur. Bu anlayış, gelişimini üç kuşak insan hakları
biçiminde sürdürerek, devleti birey ve topluma hizmet eden teknik bir aygıt
durumuna indirger. Bu gelişimin yazılı ifadesi anayasalardır. Köleliğe, kulluğa
ve dinsel doğmalara karşı yürütülen hak talebi mücadelesi, kişisel ve siyasal
hakları; bu haklar da kendi içinden veya bağrından ekonomik, sosyal, kültürel
hakları doğurmuştur ve bu haklar da kendi içinden halkların barış ve kendi
kaderini tayin hakları, kadın, çocuk hakları, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı
ve gelişme haklarını doğurmuştur. Üç kuşak olarak nitelenen insan hak ve
özgürlüklerinin bu birbiriyle bağlantılı, bir zincirin halkaları gibi kopmaz
bütünlüğü, tarihsel süreç içinde önce ulusal temelde kimi ülke anayasalarında,
İkinci Dünya Savaşından sonra ise giderek uluslar arası alanda Birleşmiş
Milletler ve Avrupa Birliği belgelerinde yerini alarak evrensel ilkelere
dönüşmüştür.
4
Kasım 1950 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, üç kuşak
insan hak ve özgürlüklerini düzenlemekte ve bu hakları soy, din, dil, yurttaş,
yabancı ayrımı yapılmaksızın tüm insanlara tanımaktadır. Bu yönüyle evrensel
olan sözleşmenin korumaya aldığı değer devlet değil, insandır. Çünkü
demokrasilerde 'halk devlet için değil, devlet halk içindir'. İsviçre, Belçika,
İsveç, Fransa, Portekiz, İspanya, İtalya ve hatta Yunanistan örnekleri bu
konuda çeşitli ve zengin çözümleri ortaya koymuş, etnik nitelikli şiddete yol
açan haksızlıkları bu yolla ortadan kaldırmıştır. Elbette ki bunu tamamen
anayasal yoldan çözüme kavuşturarak yapmıştır.
Fransa
Örneği:Ulus-devlet modelini demokratikleştiren Fransa örneğine bakıldığında
önemli sonuçlar çıkarmak mümkündür. Ulus-devletle 'kurulmak' istenen devletin
kendi ulusunu yaratmaya çalıştığı anlatılmak isteniyor. Çünkü kurulan devlet,
milliyetçilik ve bunun sonucu olarak 'tek dil, tek ideal, tek kültür ve tek
ideoloji' politikalarıyla 'kendi ulusu'nu yaratırken, tehlikeli bir şekilde
farklı dil ve kültürleri de ulusal birlik adına asimile etme politikasını
uygular ve farklılıkları ulusal birlik için de bir tehdit olarak ele alır. 22
Eylül 1792 tarihli bildirge 'Fransız Cumhuriyeti tek ve bölünmezdir' derken,
kültürel çoğulculuğu dahi kabul etmiyordu. Örneğin Cumhuriyetin birliği, dilde
birlik anlamını taşıyordu. Bu temelde bölgesel diller olarak adlandırılan Aşağı
Brötanca, Baskça, Alsakça, Korsika dili ve 30'a yakın taşra ağzı, ulusal
birliğin önünde bir engel olarak görülmüş ve 1794'ten itibaren bu dillerin
kamusal ve özel işlemlerde yasaklanması yoluna gidilmiş ve Fransızca'nın tek
ulusal dil olarak tüm Fransa'da yaygınlaştırılması amacıyla eğitim, kültür vb.
her alanda asimilasyon politikaları uygulamaya konulmuştur. Ancak tüm bu
yasaklama ve asimilasyon uygulamalarına rağmen bölgesel diller yok
edilemediğinden Fransa, sonuçta 1951 tarihli Dexonne Yasası ile beş bölgesel
dili resmen ve hukuken tanımıştır. Bunlar Baskça, Brötanca, Katalanca,
Korsikaca ve Oksitan dilleridir. Fransızca, sadece resmi dil olarak
öngörülmüştür. Dillerin inkârı politikası böylece terkedilmiştir. Ancak
demokrasinin üçüncü kuşak hak ve özgürlükleri de içine alarak gelişmesi
karşısında Fransa, De Gaulle'nin 'artık ulusal birlikten kaygı duymaya gerek
yoktur' çıkışıyla bölgelerin kültürel kimliğini de resmen tanımıştır. 2 Mart
1982 Yasası öncesinde henüz yasal düzenleme yokken, fiili girişimler olmuş ve
özellikle yerel yönetimlerle devlet arasında gerçekleştirilen kültürel
şartlarla bu konuda önemli ilerlemeler sağlanmış, Brötanya'da kurulan Kültürel
Konsey ve bu bağlamda Bröton dili öğretiminin geliştirilmesi, radyo, TV'de
Bröton dilinin kullanımına geçilmiştir. 2 Mart 1982 Reform Yasası'ndan sonra bu
bölgesel dillerin öğretimi olanağı da isteğe bağlı (seçmeli) olmak kaydıyla
açılmıştır. Üniversitelerde lisans ve yüksek lisans düzeylerinde bu dillerin
öğretimine başlanmıştır. Ayrıca 23 Eylül 1985 tarihli bir kararnameyle danışma
işlevli bir Bölgesel Diller ve Kültürler Ulusal Konseyi kurulmuş ve bu
kuruluşun örgütlenmesi çerçevesinde kimi bölgelerde Bölgesel Kültür Ofisi kurulması
yoluna gidilmiştir. 1982 Reformu'nun 3.Maddesi uyarınca devlet ile yerel
yönetimler arasında yetki paylaşımı yapılmış, kültürel yetkileri tamamlayan
eğitim-öğretim ve araştırma alanındakilere bakıldığında devlet, bölge
meclislerinin görüşlerini alarak öğretim kurumlarının genel pedagojik yapısını
belirlerken, ilgili yerel yönetimlere danışarak yüksek öğretim kurumlarının
kuruluşu ve düzenlenmesi etkinliğini yürütmüştür. BELEDİYEler ise, ilköğretim
ve anaokulları alanında yetkili kılınmıştır. Bu haklarla birlikte Fransa
bölünmemiştir.
İspanya-İtalya-Belçika
Örneği:
Farklı
dil ve kültürleri anayasal düzeyde tanıma en belirgin biçimde İspanya
Anayasası'nda görülmektedir. 1978 tarihli İspanya Anayasası'nın 2.Maddesine
göre; 'Anayasa, İspanyol ulusu birliğinin ayrılmazlığını ve bütün İspanyolların
ortak vatanın bölünmezliğini kesinlikle belirtir ve onu oluşturan bölge ve
milliyetlerin özerklik hakkını ve aralarında dayanışmayı garanti eder'
ibaresiyle anayasal tanımanın çerçevesi çizilmiştir. Yine farklılıkların
anayasaca tanınmasına bir örnek İtalya'dır. İtalyan Anayasası'nın 6.maddesinde;
'Cumhuriyet, dil açısından mevcut azınlıkları uygun önlemlerle korur'
demektedir. Belçika Anayasası ise, 'dil esası'na dayalı federalizmi
tanımlamaktadır. 1.Maddesinde, 'Belçika, topluluklar ve bölgelerden oluşan
federal bir devlettir' demektedir. Bu haklarla birlikte İspanya, İtalya ve
Belçika bölünmemiştir.
İsviçre
ve Kanada Örneği:
İsviçre,
1848 Anayasası'nda Fransızca, İtalyanca ve Almanca'yı ulusal diller olarak ve
resmi kullanım içinde eşit olarak tanımıştır. Ülkenin güneydoğu köşesinde
dağlık bölgede yer alan Grisona Kantonu'nda kabaca Almanlaştırılmış
İtalyancanın bir biçimi denilebilecek Romache dilini konuşan yaklaşık elli bin
kişilik bir azınlık grubu yaşamaktadır. Bu grup kendi dillerini bir lehçe
düzeyinde bağımsız bir dil düzeyine çıkarmak ve dördüncü ulusal dil olarak
tanınmak istemişlerdir. Bunun üzerine 1938'de yapılan referandumda bu durum
kabul edilmiştir. Dolayısıyla İsviçre, demokratik teknikleri kullanarak her bir
toplumsal gruba kendi geleceğini belirleme hakkını vererek, demokrasinin
ideallerine katkıda bulunmuştur. Açık olan şey; çokuluslu bir devlet içinde
dayanışma ve ortak amaç duygusunu ilerletmenin geçerli bir yolu varsa, bu,
ulusal kimliklerin boyun eğdirilmesinde değil, uzlaştırılmasından geçer. Farklı
ulusal gruplardan oluşmuş halk, ancak büyük siyasi yapılanmayı kimliğine boyun
eğdiren değil, kimliğinin besleneceği bir bağlam olarak görürse bu yapıya
bağlılık gösterecektir. Örneğin Kanada'da uzun yıllar süren 'ırklar savaşı'
yerini demokrasinin ilkelerine bırakmıştır. Kanada Haklar Bildirgesi'ndeki
eşitlik ilkesinin nasıl yorumlanması gerektiğini açıklayan Kanada Yüksek
Mahkemesi bir kararında; 'farklılıkların onay görmesi gerçek eşitliğin özüdür'
içtihadında bulunmuştur. Yine Kanada'nın yerli Kızılderili halkı olan
Quebecliler kendi ayrı kimliklerinin anayasal ilke düzeyinde tanınması ve
onaylanmasını temel bir saygı meselesi olarak görmektedirler.
Dile
Bağlı İnsan Hakları:
1945
sonrası Birleşmiş Milletlerin çalışmalarına öncülük eden kilit belgelerde dil;
insan hakları meseleleri içinde en önemli konulardan biri olarak ele
alınmıştır. Birleşmiş Milletler'in, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve
Cezalandırılması için Uluslar arası Konvansiyon (E 793, 1948) hazırlık
çalışmasında, dilsel ve kültürel soykırım fiziksel soykırım ile birlikte ele
alınmış ve insanlığa karşı işlenen suçlar arasında sayılmıştır. Birçok devletin
kabul ettiği 1948 Birleşmiş Milletler Konvansiyonu'nda dilsel soykırım şöyle
tanımlanmıştır; 'Gündelik konuşmalarda ya da okulda grup dilinin kullanımını
yasaklamak veya grup dilindeki yayınların basımını ve dolaşımını yasaklamak'.
Yine
Birleşmiş Milletler Şartı'nın 13. maddesinde; imzalayan devletlerin
geliştirmekle yükümlü oldukları konular 'ırk, cinsiyet, dil ve din' olarak
belirtilmiştir. Maddede, bütün devletlerin '...ırk, cinsiyet, dil ve din ayrımı
yapılmaksızın herkesin temel özgürlüklerine ve insan haklarına' uygun davranıp
davranmadığının izleneceği belirtilmiştir. Birleşmiş Milletler Kişisel ve
Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin 27.maddesine göre; 'Etnik, dini veya dil
azınlıklarının yaşadığı devletlerde azınlıkların mensuplarının, gruplarının
diğer üyeleriyle birlikte, kültürlerini yaşama, dinlerini öğretme ve uygulama
veya kendi dillerini kullanma hakları inkar edilemez'. 6 Nisan 1994 tarihli
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi Kararı, bu maddeyi geniş kapsamlı ve
pozitif olarak yorumlamıştır: Madde'de belirtilen azınlıklara mensup olup
olmadıklarına bakılmaksızın Devletler, egemenlik alanında veya egemenliğinde
bulunan bireyleri korur. Bir azınlığın varlığı Devletin kararına
dayandırılamaz. Nesnel ölçütlere göre değerlendirilir. 'Hakkın' varlığını
tanır; ve devletlere pozitif görevler yükler.
Gerek
AGİK belgesi, gerekse de Azınlıkların Korunmasına Dair Çerçeve Sözleşmesi ve
ardından gelen Azınlık Dilleri Şartı ile AİHS M.14'te düzenlenen birey
haklarına grup hakları da eklenmiş ve devletler pozitif yükümlülük altına
konulmuştur. Kopenhag Belgesi'nin 31. paragrafında eşitlik ve ayrımcılık
yapmama ilkeleri yanında bu ilkelerin tam ve etkili uygulanabilmesi için
devletlere gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de getirilmiştir. 20.11.1989
tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 2'nci maddesinde,
taraf devletlere, bu sözleşmede yazılı haklar arasında özellikle vurgulanan
çocuğun anadilinde eğitim hakkı ve olanağını kendi yetkileri altında bulunan
her çocuğa, dil ayrımı yapmadan tanıma yükümlülüğü getirmiştir. Bu sözleşmenin
gereği olarak, Anne-babalar sadece çocuğuna sözlü olarak dilini vermekle
yetinmemekte, ayrıca okullarda bu dilin eğitiminin de verilmesini isteyerek,
çocuğunun anadilini unutmamasını, geliştirmesini ve gelecek kuşaklara
aktarılmasını güvence altına alarak dilinin yok olmasının önüne geçmektedir. Ulusal
Azınlıkların Eğitim Hakları ile İlgili Hague Tavsiyesi'nde bu durum, 'Azınlık
dilinde eğitimin azınlıklar için hayati öneme sahip olduğu da kesindir'
şeklinde tespit edilmiştir. Bir diğer pozitif gelişme de AGİT Etnik
Gruplararası İlişkiler Vakfı tarafından yayınlanan Ulusal azınlıklar Yüksek
Komiseri Max Van Der Stoel'un Ulusal Azınlıkların Eğitim Hakları ile ilgili
Hague tavsiyeleri-Açıklayıcı Not... Buna göre; 'Müfredatın yalnızca devlet
diliyle öğretildiği ve azınlık çocuklarının bütünüyle çoğunluk çocuklarıyla
aynı sınıfta eğitim gördüğü bastırma-türü yaklaşımlar uluslararası standartlara
uygun değildir' 'İlk ve ortaokullarda azınlık eğitimi' bölümünde, egemen
devletin, iki dilli öğretmenleri eğitmesi görevi olduğu belirtilmiştir. Ayrıca
ikinci dil de dahil olmak üzere eğitimin ana-dilde yapılması her düzeyde
tavsiye edilmiştir. Bu, tüm dil topluluklarının, anaokulundan üniversiteye
kadar eğitimin anadilde yapılması için gerekli fonları devletten almaya hakkı
olduğu anlamına gelir. Devletlerin azınlık dilde eğitimi sağlama yükümlülüğüne
işaret eden bir başka belge de 1992 Kasımında Birleşmiş Milletler Genel Kurul'u
tarafından kabul edilen ulusal veya etnik, dini ve dilsel azınlıklara mensup
kişilerin hakları ile ilgili Birleşmiş Milletler Deklarasyonu'dur. Deklarasyon,
anadilde eğitim haklarının sağlanması için devletlere pozitif görevler
yüklemiştir. Buna göre 'Devletlerin mümkün olan her yerde, azınlıklara mensup
kişilerin anadillerini öğrenmek ve anadillerinde eğitim görmek için yeterli
fırsatlara sahip olmaları için uygun önlemleri alması gerekir.'
Türkiye'de
Demokrasinin Gelişim Tarihi ve sorunları:
Türkiye
demokrasi tarihi, devlet ve siyaset geleneğinden ayrı ele alınamaz. Türkiye'de
siyaset geleneği, askeri, elitist ve halktan kopuk bir karakter taşır. Örneğin
Osmanlı devlet geleneği için 'siyaset' kavramı, ceza ve özellikle 'ölüm cezası'
anlamında kullanılmaktadır. 'Siyaseten katl' yani idam cezası, padişahın
verdiği cezalar için kullanılan bir terimdi. İdam sehpasının kurulduğu alanlara
'siyaset meydanı' denildiği bilinmektedir. Ülkemiz demokrasi tarihi, Osmanlının
son dönemlerinden itibaren başlar. III. Selim'den itibaren, modernleşmeye
yönelik bir dizi adım atılır. Askerî, siyasi, eğitim ve ekonomik alanlarda
batılılaşma çerçevesinde birçok düzenlemeler yapılır. Tanzimat Fermanı, devlet
yapısının yeniden düzenlenmesi girişimidir. Bütün bu değişimler, 'devleti
kurtarma' operasyonu olarak gündeme gelir. Batı'nın teknolojide, siyasette,
bilimde ve dünya coğrafyasını yeniden düzenlemek konusunda elde ettiği üstünlük
karşısında, Osmanlının cihan devleti özelliğini kaybetmeye başlamasıyla devlet
yapısında ve yönetim sisteminde değişikliklerin yapılması zorunluluğu
doğmuştur. Osmanlı elitleri, çözümü devleti modernleştirmekte bulmuştur.
Devleti kurtarma amacına dönük olarak gerçekleştirilmeye çalışılan reformlar,
genellikle bürokratik idari yapıyı değiştirmeyi hedefler. Nitekim devletin
idari, askeri, mali yapıları modernleştirilir. Osmanlı'da halk, reayadır.
Kelimenin kökeni raiyye' den gelir. Raiyye; 'Otlatılan hayvan sürüsü' ve 'vergi
veren halk' anlamına gelmektedir. Yani, reâyâ kendi görevi olan üretimle
uğraşmalı ve yönetici sınıfa geçmeye çalışmamalıdır. Toplum düzenindeki yerini
bilmeli ve ona göre davranmalıdır. Bu davranış tarzı, yöneten-yönetilen
ilişkisinde çok köklü bir statüye yol açmıştır. Birinci Dünya Savaşı'nda
yenilgiye uğrayan Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasını takiben imparatorlukta
görev yapan asker-sivil bürokrasisinin öncülüğünde yürütülen Kurtuluş
Savaşı'nın kazanılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti kurulur. Cumhuriyetin kurucuları
Osmanlı monarşisini tasfiye etmekle birlikte onun devlet geleneğini
sürdürürler. Kaldı ki 600 yıllık devlet geleneğinin bir anda ortadan kalkması
düşünülemez. Kurtuluş savaşına öncülük eden kişiler Osmanlı askeri
bürokrasisinden gelmektedirler. Cumhuriyet, taşıdığı ilerici dinamiklere
rağmen, ülkede sosyal sınıfların yeterince gelişmemiş olmaları ve modern
kuruluşun devletçi seçkinler eliyle gerçekleştirilmiş olması nedeniyle sağlıklı
bir demokratik gelişim çizgisi izleyememiştir. Reformlar da sosyal sınıfların
katılımı ve öncülüğüyle değil, devlet eliyle gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle
toplum tarafından yeteri kadar içselleştirilememiş, hatta Cumhuriyet
inkılâpları arasında sayılan Kılık-Kıyafet Kanunu'nun uygulanışı sırasında bile
görüldüğü üzere, direnişler ve ölümler yaşanabilmiştir. Devlet eliyle kurulan
yeni 'modernleşme' alanında tarih, kültür, siyaset ve toplumsal yaşam yeniden
kurgulanmış, ancak toplumsal katmanlar kendilerini bu alanlar içerisinde yeteri
kadar bulamamışlardır.
Atatürk'ün
ölümünden sonra yerine gelen İsmet İnönü de Osmanlı askeri bürokrasisinden
gelmektedir. Kendi adına para bastırır, ülkeyi tek şef olarak ve 'kuvvetler
birliği' ilkesine göre yönetir. Faşizmin yenilgisiyle sonuçlanan İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonra değişen dünya koşullarına uyum sağlamak ve ülkedeki sosyal
gelişmelerin gereklerini karşılamak için çok partili siyasal sisteme geçilir.
Ancak devletin temel felsefesinde hiçbir değişiklik yapılmaz. Temelde bir
hizmet aracı olması gereken devlet, Türkiye Cumhuriyeti anayasalarında ülkenin
ve milletin mutlak sahibi olan kutsal bir varlık olarak tanımlanır.
Cumhuriyetin daha ilk yıllarından beri demokrasiye geçme yönünde denemeler
olmuş ve buna sempati ile bakılmıştır. 1924 yılında kurulan Terakki Perver
Cumhuriyet Fırkası, ikinci meclisteki muhalif grupların temsilcisi haline
gelmiştir. Ancak toplumsal düzeyde geniş bir muhalefet ortamı ortaya çıkınca
kapatılmıştır. Bu kez 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuş ve o da aynı
nedenlerden dolayı kapatılmıştır. Bu dönemin en önemli demokratik adımlarından
biri de kadına seçme ve seçilme hakkının verilmesidir. Devletin ortaya koyduğu
ölçüler topluma yukarıdan aşağıya dayatılmıştır. Toplumsal örgütlenmelere de
genç cumhuriyeti koruma kaygısıyla izin verilmemiş, başta sol ve sosyalist
olmak üzere çeşitli muhalefet odaklarının faaliyetleri yasaklanmıştır.
Cumhuriyet ilan edildiğinde, işçilerin hak ve özgürlükleri gelişmemiş, aksine
örgütlenme özgürlüğü için mücadele Cumhuriyet döneminde de sürmüştür. Bugün
bile karanlık cinayetlerden biri olarak tarihe geçen, 28/29 Ocak 1921'de
Mustafa Suphi ve arkadaşları öldürülür. Mustafa Kemal'in çağrısı üzerine
Ankara'ya görüşme yapmak üzere Bakü'den yola çıkan Mustafa Suphi ve 14 arkadaşı
organize bir saldırıyla karşılaşırlar. Ardından Türkiye Halk İştirakiyyun
Fırkası adıyla örgütlenen komünistler de İstiklal Mahkemeleri tarafından ağır
cezalara çarptırılırlar. Bilinenin aksine Türkiye'nin en eski partisi olan
Türkiye Komünist Partisi, Kurtuluş Savaşı'na katılır, Millet Meclisi'nin ilk
yıllarında parlamenterleriyle temsil edilir, işçi sendikalarının, köylü
kooperatiflerinin, gençlik, kadın, barış örgütlerinin kurulmasında öncü rol
oynar. Bu etkinlikleri nedeniyle hedef alınır, kuruluş yıllarındaki kısa yasal
dönemi dışında, bütün faaliyetlerini yasadışı olarak sürdürmek zorunda
bırakılırlar.
1950'lerden
sonra toplumun örgütlenmeye başladığı, toplumsal dinamiklerin değişme eğilimi
gösterdiği ve siyasal partilerin halkın tercümanı durumuna geldiği görülür.
Vesayetçi dönemde devlet partisi olarak kurulan ve siyasi temsildeki tek adres
olan CHP'nin yerini bu kez çevrenin, toplumun ve toplumsal grupların
değerlerini taşıyan partiler almaya başlar. Bu süreç 1950 yılında seçimden
büyük bir zaferle çıkan Demokrat Parti ile başlar. Demokrat Parti
devletçi-seçkinlerin karşısına siyasi-seçkinler kimliği ile çıkar ve toplum ile
devlet arasında bir köprü oluşturur. Demokrat partinin yönetime gelmesi devlet
elitlerini ve CHP'yi tedirgin eder. CHP yöneticilerinden Cevdet Kerim İncedayı
'Memleketin yönetimini Hassolara, Memolara bırakacağız' diyerek bu
tedirginliğini ifade edecektir.
Demokrat
Parti'nin iktidara gelmesi ile siyasi ve askerî devletçi seçkinlerle, seçimle
gelen siyasi seçkinler arasında bir çatışma başlar. Nitekim çatışma ordunun 27
Mayıs 1960 darbesiyle, Demokrat Parti aleyhine sonuçlanır. Demokrat Partinin
lideri Adnan Menderes ile iki bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam
edilirler. Darbeden sonra hazırlanan 1961 Anayasası ile yeniden çok partili
sisteme geçilir. Bu kez Demokrat Parti'nin yerini Adalet Partisi alır. Adalet
Partisi ile beraber halkçı üslup siyasal söylemin ana unsurunu oluşturur. Bu
dönemden sonra CHP ile AP arasındaki siyasi çekişmeler siyasal yaşamın nabzını
oluşturur. Adalet Partisinin yeniden iktidara gelmesi bir kez daha devletçi ve
siyasal seçkinlerin çatışmasına yol açar. Ordu yeniden 12 Mart 1971 tarihinde
darbe yapar. Yani bir kez daha çevrenin temsilcisi durumunda olan bir siyasal
parti iktidardan uzaklaştırılarak, çevreden gelen 'tehdit' savuşturulur. 27
Mayıs darbesinden sonra kurulan MGK'ye ülke yönetiminde verilen rol
yasallaştırılır. Ordu ülkenin politik, sosyal ve ekonomik hayatının koruyucusu
olarak yasalar tarafından tanınan özerk bir kurum haline getirilir. 1960'ın ilk
yarısından itibaren hızla gelişen sınıf mücadeleleri ve sol rüzgârın önü, 12
Mart 1971 darbesiyle kesilmeye çalışılmıştır. 12 Mart 1971 darbesi, 1960
darbesinin ardından gelişen sınıf hareketine karşı yapılmıştır. Dönemin Genel
Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç: 'Toplumsal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı'
diyerek müdahalenin amacını özetleyecektir.DGM'ler Anayasal bir kurum haline
getirilir. İşkenceler ve baskı sistematik hale gelir. Grevler yasaklanır, grev
ve grev dışı eylemler 1971 Mayısından 1973 yılı sonuna kadar askıya alınır. Bu
süreçte ekonomik ve sosyal hakların tümü ortadan kaldırılmıştır. Darbe sonrası
çok güçlü olmasa da sol tekrar toparlanır, Türk ve Kürt solunun kitlesel
bağları oldukça yaygındır. Gelişen sol hareket ve Kürt hareketi faili meçhul
cinayetler ve katliamlarla durdurulmaya çalışılır. Sivil faşist hareket
Kürtlere, Alevilere ve İşçi sınıfına karşı kullanılır. Devlet bu yöntemlerle
gelişmeleri kontrol altına almayı başaramayınca 12 Eylül Faşist darbesiyle
toplumsal gelişime bir kez daha müdahale eder ve toplumsal uyanışı bastırmak
ister.
12
Eylül 1980 darbesini diğer darbelerden ayıran en büyük özelliği daha sistematik
ve uzun sürmesidir. 12 Eylül darbesi ülkenin politik yapısında köklü
değişiklikler yapan ve en fazla baskı, işkence ve cinayetin yaşandığı müdahale
olmuştur. Darbeciler Milli Güvenlik Kurulu aracılığıyla ülke yönetimini
devraldıktan sonra partileri kapatır, siyasi liderler tutuklanır. Askeri
diktatörlük her şeyi yeniden düzenler. BELEDİYE başkanlarından ilçe kaymakamlarına
kadar herkes görevlerinden alınır ve yerlerine askeri atamalar yapılır. Meclis
dağıtılır, tüm yetki Milli Güvenlik Konseyi'nin elinde toplanır. MGK bir yıl
dolmadan tam 268 kararname çıkarır ve devleti baştan aşağı yeniden inşa eder.
Tüm sendikal faaliyetler durdurularak grevler yasaklanır; ücretler dondurulur.
Türk-İş dışında tüm sendika ve dernekler kapatılır. DİSK'in bütün malvarlığına
el konulur. On binlerce insan tutuklanarak cezaevlerine tıkılır; işkencelerden
geçirilir. 12 Eylül yıllarında 650 bin kişi gözaltına alınmış, 50 bin kişi
siyasi mülteci olarak Avrupa ülkelerine sığınmış; 700 idam istenmiş, 480 idam
cezası kesinleşmiş, 48 kişi idam edilmiştir. Yaklaşık 200 kişi işkencelerde
öldürülmüştür. Darbecilerin aldığı kararlar ve yaptığı uygulamalar her türlü
yargı denetiminden muaftır. MGK'nın aldığı 52 sayılı kararda şunlar
yazmaktadır: 'Sıkıyönetim Komutanlıklarının kararlarının tartışılması ve
haklarında kamu davası açılmış tüzel ve gerçek kişilerle ilgili olarak
kamuoyunu yanıltıcı ve ilgilileri etkileyici sözlü-yazılı demeç ya da makale
yayımı yoluyla beyan ve yorumda bulunmak da yasaktır.' Daha sonra bizzat askeri
yönetim tarafından hazırlanan Anayasaya göre, cuntanın uygulamalarına ve
cuntacılara karşı herhangi bir yasal işlem yapılamayacaktır.Askeri cunta
siyasal alan üzerinde tam egemenliğini kurmuştur.
12
Mart darbesi 'Toplumsal uyanışa' karşı yapılırken 12 Eylül müdahalesi ise
toplumsal uyanışın yanı sıra gelişen Kürt uyanışını hedeflemektedir. Yukarıda
izah ettiğimiz gibi dünya çapında kabul görmüş ve birçok ülke anayasasında
yerini almış Üçüncü Kuşak Haklar, bugüne kadar Kürtlere uygulanmamıştır. Kürt
sorunu temelde buradan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla çözümü de bu hakların
tanınmasından geçmektedir. Kürt sorunu bu temelde demokratik hukuk çerçevesinde
kolaylıkla çözülebilecek bir sorundur. Ancak bu yapılmadığı için sorun devam
etmektedir. Bunun nedeni ise 1924 Anayasası ile başlayan Kürtlerin inkârı ve
asimilasyonu sürecidir. Çünkü Kürtlerin tarihsel, toplumsal ve kültürel olarak
inkârı bu tarihten itibarendir. Bu süreçler incelendiğinde Osmanlı-Türkiye
anayasalarının tarihsel olarak Üç Kuşak insan hakları temelindeki demokrasi ve
insan hakları mücadelesindeki gelişmelerin neresinde olduğu ve bu süreçlerde
Kürtlerin siyasal, sosyal ve kültürel konumlarının ne olduğu net biçimde ortaya
çıkmaktadır.
1876
Tarihli Kanun-i Esasi ve Kürtler:
1876
Tarihli Kanun-i Esasi'nin 1. maddesi Osmanlı İmparatorluğu'nun çok dinli, çok
dilli, çok milletli toplumsal çoğulcu yapısını esas almıştır. Buna göre;
'Devlet-i Osmaniye memalik ve kıtaatı hazırayı (yerleşik şehir ve memleketler)
ve eyaleti mümtazeyi (ayrıcalıklı eyaletler) muhtevi ve yek vücut olmağla
hiçbir zamanda hiçbir sebeple tefrik kabul etmez'. Anayasanın 1. maddesinde
geçen 'eyalet-i mümtaz (ayrıcalıklı eyaletler)' statüsü Kürtleri yakından
ilgilendirmektedir. Çünkü bu statü, Yavuz Selim ile Kürt beyleri arasında
imzalanan 1514 tarihli ittifak-anlaşmayı anayasal korumaya almaktadır. Bu
anlaşmaya göre; '1- Osmanlı yönetimine bağlı olarak Kürt emirliklerinin
özerkliği korunacak, 2- Kürt emirliklerinde de yönetim babadan oğula geçerek
sürecek, eskiden beri yürümekte olan yöntem yürürlükte kalacak ve bu konuda
ferman padişahtan çıkacak, 3- Kürtler, Türklere bütün savaşlarda yardım
edecekler, 4- Türkler de Kürtleri bütün dış saldırılardan koruyacaklar, 5-
Kürtler devlete verilmesi gereken her türlü vergiyi ödeyecekler'. Anayasa
yapılırken çok uluslu, çok dinli, çok kültürlü Osmanlı Devleti'nin 'öğretim
dili' başlangıçta anayasanın 18. madde taslağında, İmparatorluktaki bütün
'akvam (kavimler)' in kendi dillerinde eğitim ve öğretim yapabilecekleri
şeklinde düzenlenmiş, sonradan 18. madde değiştirilerek 'resmi dilin Türkçe'
olduğu belirtilmişse de, bunun 'Devlette istihdam olunmak için' öngörüldüğü
aynı maddede vurgulanmıştır. Kendi yönetim sahalarında anadilleriyle eğitim ve
öğretimlerini kendi okullarında veya basın-yayınlarında, pozitif bir hak olarak
olmasa da devletin bu özerkliğe karışmaması veya negatif bir konumda durması
-zorla asimilasyon- olmaması nedeniyle fiilen veya doğal biçimde sürdürerek her
alanda kültürel kimliklerini serbestçe ifade edip geliştirebilmişlerdir.
Kürtler de aynı şekilde doğal seyri içinde Kürtçe edebi eserler kaleme
alabilmiş, Kürtçe gazete vb. çıkarabilmiş, bazı şahsiyetlerin çabalarıyla
Kürtçe okuma-yazma çalışmaları yapılabilmiştir. Yine siyasal alanda Heyet-i
Mebusan'da her milliyet, din veya grup, kendi öz kimliğiyle siyasal temsilini
de bulmuştur. Bu haliyle Osmanlı Devletinin renkli toplumsal yapısını yansıtmıştır.
1909 yılında Kanun-i Esasi'de özgürlükler lehine önemli değişiklikler
getirilmiştir. Ancak İttihat ve Terakki'nin Türkçü-Turancı eğilimlere yönelmesi
bu gelişmeleri tersine çevirecektir. İttihat ve Terakki 1913 yılından itibaren
'tek parti' olmaya yönelmiş ve çoğulcu Osmanlı anlayışından tekçi-Türkçü bir
eğilim içine girmiştir. Çoğulcu yapıyı yadsıyan Türk milliyetçiliğine kaymanın
ardından demokratik hoşgörüsünü yitiren İttihat ve Terakki yöneticileri,
Türkçülük siyasetine gelmeyen siyasi muhaliflerini çeşitli antidemokratik
yöntemlerle tasfiye etme yönelimine girmişlerdir. Yanı sıra basına yeniden
sansür getirilmesinden, toplanma ve dernek kurma özgürlüklerine kadar siyasal
muhalefet yanında toplumsal muhalefeti de bastırmıştır. Siyasal ve toplumsal muhalefeti
susturan İttihat Terakki, artık 'kendini Türklüğün tek koruyucusu' olarak ilan
edecek ve 'iktidarına ve kendisine karşı yönelen her türlü muhalefeti 'vatana
ihanet' sayacaktı'. İttihat Terakki'nin, Türk milliyetçiliği veya Türkçülük
ideolojisini egemen ideoloji haline getirmesi ve tek parti egemenliğini kurarak
muhalefete ve diğer 'kavimler'e dönük baskılara yönelmesi çok millet ya da
kavimden oluşan Osmanlı toplum yapısında yer alan 'kavimler'i ve 'milletler'i
karşı milliyetçiliğe sevk etmiştir. Örneğin Ermeni milliyetçiliği bağımsızlık
tezlerine yönelecek ve Taşnak Partisini kuracaktır. Bu temelde gelişen
milliyetçi kamplaşmalar iç çatışmaları da beraberinde getirecektir. İlk kırılma
böyle yaşanırken ikinci büyük kırılma, İttihat Terakki'nin Alman
emperyalizmiyle işbirliğine girdikten sonra daha da ileri giderek Pan-Turanizme
yönelmesi ve bu amaçla Almanya'nın yanında I. Dünya Savaşı'na girmesi ve
yenilmesi, beraberinde imparatorluğun da sonunu getirecektir. Bu gelişmelere
yakından tanık olan Mustafa Kemal, İttihat Terakki milliyetçiliği veya
Pan-Turanizm'in olumsuzluklarını bizzat görmüş ve yaşamış biri olarak; bu
olumsuzlukları eleyecek ve toplumsal farklılıkları yadsımadan veya çoğulcu
toplumsal yapıyı gözeterek sosyoloji biliminin verilerine uygun düşen 'Türkiye
Halkı' ve yine siyaset biliminin verilerine uygun düşen 'Türkiye Devleti' gibi
argümanlarla tüm toplumu farklılıklarıyla birlikte kucaklayıcı; yine dini ve
milliyetçi ideolojiye sapmadan, özünde sosyal, siyasal ve hukuki birlik ile demokratik
birlik yaklaşımını ifade eden 'demokrasi şekliyle yönetilen cumhuriyet' fikrini
esas alarak Kürtlerle ittifak temelinde Kurtuluş Savaşı'nı yürütmüştür.
Erzurum-Sivas Kongreleri, Amasya Tamimi ve yeni Meclisin beyannamesine oradan
yeni devletin yani cumhuriyetin ilk anayasasına (1921 Teşkiat-ı Esasiye)
taşırılan bu anlayış olmaktadır.
1921
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ve Kürtler:
Cumhuriyetin
temellerini atan ve anayasal nitelikteki yazılı belgeler olarak kabul edilen
Erzurum ve Sivas Kongresi Belgeleri, Amasya Tamimi, Misakı Millî, 1.Büyük
Millet Meclisi Beyannamesi, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na bakıldığında, tüm
bu belgelerde Kürtlerin Cumhuriyetin kuruluşundaki kurucu rolüne açıkça ve
resmen vurgu yapılmıştır. Bu durum, 1921 Anayasası ile gerek parlamento gerekse
de yerel yönetimler bağlamında devletin yapısına kadar taşırılmıştır. Erzurum
ve Sivas Kongreleri'nin ardından Mustafa Kemal ve beraberindekiler 18 Ekim 1919
günü Amasya'ya giderek, ayrı ayrı beş protokolden oluşan Amasya Protokollerini
imzalarlar. 1921 Anayasası'nın özüne damgasını vuracak olan bu protokoller aynı
zamanda kurulacak Cumhuriyetin ilk sosyal ve siyasal sözleşmesi niteliğindedir.
Bunlardan 20-22 Ekim 1919 tarihli protokolde vatan; 'Türk ve Kürtlerin
oturdukları topraklar' (ortak vatan) olarak açıkça tanımlanmıştır. Ayrıca
devamla; 'Kürtlerin etnik ve sosyal haklar bakımından da destekleneceği'
vurgulanmıştır. Mustafa Kemal, Amasya'dan Ankara'ya geçer. Ankara'da yaptığı
bir konuşmasında, 'Mondros Ateşkesinin yapıldığı gün ordularımız eylemli olarak
sınırlarımızda egemen bulunuyorlardı. Bu sınır İskenderun Körfezi güneyinden
Antakya'dan, Halep ile Katma İstasyonu arasında Caraplun Köprüsü güneyinde
Fırat Nehri'ne kavuşur. Oradan Dirzor'a iner; daha sonra Doğu'ya uzanarak
Musul, Kerkük, Süleymaniye'yi içine alır. Bu sınır ordumuzca silahla
savunulduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürtlerin oturduğu vatan parçamızı
içerir.' demektedir. Mustafa Kemal'in bu konuşmasında tarif edilen ortak vatan
sınırı 17 Şubat 1920 tarihinde Misak-ı Millî belgesi olarak onaylanmış ve
basına açıklanmıştır. Misak-ı Millî'nin 1.maddesi bunu ifade etmektedir;
'Dinen, ırken ve aslen birbirine bağlı, karşılıklı saygı ve özveri duyguları
besleyen birbirlerinin ırksal ve toplumsal hakları ile bölgelerinin koşullarına
tamamen saygılı, Osmanlı İslam çoğunluğunun oturduğu kısımların tamamı
hakikaten ve hükmen hiçbir nedenle birbirlerinden ayrılma kabul etmez bir
bütündür'. Meclis açılır açılmaz, Mustafa Kemal'in yaptığı önemli konuşmasında
yine Misakı Millî için 'kardeş milletlerin milli sınırları' ifadesi
kullanılmaktadır. Ardından; 'Bu sınır içinde Türk olduğu kadar Kürt de vardır.
Bu unsurlar birbirlerinin haklarına daima saygılıdırlar.' demektedirler. Aynı
görüşleri Meclis kürsüsünden 1 Mayıs 1920, 3 Temmuz 1920, 16 Ekim 1921 ve 1
Mart 1922 günü yaptığı konuşmalarda da tekrar etmiştir. 1'inci Büyük Millet
Meclisinin çoğulcu yapısını ve niteliğini Mustafa Kemal 1 Mayıs 1920 tarihli
konuşmasında şöyle ifade etmektedir; 'Yüce meclisimizi oluşturan şahsiyetler
yalnız Türk değildir. Yalnız Çerkez değildir, yalnız Laz değildir. Fakat
hepsinin bileşkesi anasır-ı İslamdır, samimi bir mecmuadır. İşte milli
sınırlarımız budur dedik; oysa Kerkük'ün kuzeyinde Türk olduğu gibi Kürt de
vardır. Biz onları ayırmadık. Bu nedenle korumaya ve savunmaya çalıştığımız
milletler doğal olarak bir tek unsurdan ibaret değildir. Farklı İslam
unsurlarından oluşmaktadır. Bu birliği oluşturan her İslam unsuru bizim
kardeşimiz ve ortak çıkarlara sahip vatandaşlarımızdır ve yine kabul ettiğimiz
ilkelerin ilk satırlarında bu farklı İslam unsurları ki, vatandaştırlar,
karşılıklı saygılıdırlar ve biri diğerinin her türlü hakkına; etnik, toplumsal,
coğrafi haklarına daima saygılı olduğunu tekrarladık ve doğruladık ve hep
birlikte bugün samimiyetle kabul ettik. Bu nedenle çıkarlarımız ortaktır. Elde
etmeye çalıştığımız birlik, yalnız Türk, yalnız Çerkez değil, hepsinin karışımı
İslam unsurudur.' Bunun da ötesinde Mustafa Kemal o dönem Meclis çatısı altında
Kürt realitesini anayasal perspektifle ele almıştır ki, günümüze kadar gelen
Kürt sorununun temelinde bu esastan uzaklaşma yatmaktadır ve bugün Kürt sorunu
tartışılırken çözüm için esas alınması gereken de yine bu tarihsel temel
olmalıdır. Mustafa Kemal bu süreçte Büyük Millet Meclisi Başkanı sıfatıyla, 27
Haziran 1920'de El Cezire Bölge Komutanı Nihat Paşa'ya gönderdiği Kürt ve
Kürdistan politikasını belirleyen talimatında, hem Kürtler'i-Kürdistan'ı
tanıması hem de sorunların Büyük Millet Meclisi çatısı altında, kendi kaderini
idarede tayin etmesi gerektiğini söylemesi, bugün bile yasallaşması istenen
yerel yönetim olayıdır. Bir nevi demokratik öz yönetim olayıdır. Söz konusu
talimat; Cumhuriyetin kuruluşunda Kürtlerin rolünü çok açık olarak ortaya
koymaktadır. Buna göre;
1-
Adım adım bütün memlekette ve geniş ölçüde doğrudan doğruya halk
tabakalarının ilgili ve etkili olduğu mahalli idareler kurulması, iç
siyasetimizin gereğidir. Kürtlerin oturduğu bölgelerde ise hem iç siyasetimiz
ve hem dış siyasetimiz açısından adım adım mahalli bir idare kurulmasını
gerekli bulmaktayız.
2-
Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin idare etmeleri hakkı bütün
dünyada kabul olunmuş bir prensiptir. Biz de bu prensibi kabul etmişizdir.
Tahmin olunduğuna göre, Kürtlerin bu zamana kadar mahallî idareye ait
teşkilatlarını tamamlamış reisleri ve ileri gelenleri bu amaç adına bizim
adımıza tarafımızdan kazanılmış olması ve reylerini açıkladıkları zaman kendi
kaderlerine sahip olduklarını, Büyük Millet Meclisi idaresinde yaşamaya talip
olduklarını ilan etmelidir. Kürdistan'da bütün çalışmanın bu amaca dayanan
siyasete yönelmesi, El Cezire Cephesi Komutanlığı'na aittir.
3-
Kürdistan'da Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak sınırında
İngilizlere karşı düşmanlığını silahlı çarpışmayla değiştirilemeyecek bir
dereceye vardırmak ve yabancılarla Kürtlerin birleşmesine engel olmak, adım
adım mahallî idareler kurulması sebeplerinin açıklanması ve böylece bize
yürekten bağlanmalarını sağlamak, Kürt reislerini mülki ve askerî makamlarla
görevlendirerek bize bağlanmalarını sağlamlaştırmak gibi genel çizgiler kabul
olunmuştur.
Bu
temelde Kürtler, Mustafa Kemal'in politikalarını çıkarlarına daha yakın
bulmuşlardır. Nitekim bu birliktelik, anayasal belge niteliğindeki 18 Kasım
1920 tarihli Büyük Millet Meclisi Beyannamesi'nde geçen 'Türkiye Halkı'
kavramında ifadesini bulmuştur. Bu Kürtlerin sosyal, siyasal, coğrafi hukukunu
ve kendi kaderini tayin etme hakkını tanıyarak sistem içine alan kapsayıcı
anlayış, daha sonra 1921 Anayasası'na da egemen olacaktır. Mustafa Kemal, 1
Mart 1921 Teşkilat-ı Esasiye (Anayasa) görüşmeleri sırasında Büyük Millet
Meclisinde yaptığı konuşmada 'Türkiye Halkı' kavramına ilişkin olarak;
'Efendiler, Türkiye halkı ırken ve dinen ve harsen birlik halinde birbirine
karşı karşılıklı saygı ve fedakârlık duygularıyla dolu ve kaderleri ve
çıkarları ortak olan bir sosyal topluluktur. Bu toplulukta etnik haklar ve
yöresel koşullara saygı iç siyasetimizin esaslı noktalarındandır.'
belirlemesiyle 'Türkiye halkı' kavramına açıklık getirmiştir. Bu temel üzerinde
şekillenen devlet de 1921 anayasasına göre 'Türkiye Devleti' olacaktır. Burada
'Türk', 'Kürt', 'Çerkez' vb. etnisite ifade etmeyen, fakat bu etnisiteleri de
reddetmeden ve hukukunu tanıyarak 'sosyal topluluk' gibi sosyoloji bilimi,
'Türkiye Halkı', 'Türkiye Devleti' gibi siyaset bilimi kavramları altında
siyasal birliğe gidilmiştir.
1921
Anayasası'nın 3.maddesi; 'Türkiye devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından
idare olunur' hükmüyle toplumun çoğulcu yapısını bağrında taşıyan Büyük Millet
Meclisine yollama yapılmaktadır. Çünkü Büyük Millet Meclisini oluşturan
temsilciler kendi kimlikleriyle (Kürdistan milletvekili, Lazistan milletvekili
gibi) mecliste yer almışlardır. Meclis çatısı altında bir inkâr olmadığı gibi
tersine bu meclisin yalnız Türk meclisi olmadığı özenle vurgulanmıştır.
'Türkiye Devleti' ibaresi ise, etnik kökeni, dili ve kültürü ne olursa olsun,
belirli bir siyasal coğrafya (Misakı Millî sınırları) dahilinde yaşayan
insanların siyasal birliğinin en üst noktası olarak, yeni devleti bütün
kucaklayıcılığıyla ifade etmek içindir. Hatta Büyük Millet Meclisi İcra
Vekilleri Heyeti'yle Encümen-i Mahsus'un anayasa lahiyalarında 'Türkiye Halk
Hükümeti' adıyla çok daha çarpıcı bir isimlendirme yapılmıştır.
Anayasanın
1.maddesi, bu birliğin demokratik niteliğini ifade etmektedir. 'Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir', 'Halkın, mukedaratını bizzat ve bilfiil idare
etmesi' gibi esasları içeren 1.maddede 'Türk milleti' denilmemektedir. Tek
başına sadece 'millet' kavramı kullanılmaktadır ki bu kavram etnisiteyi ifade
etmez, tersine siyasal egemenliğin kaynağına vurgu yapmak için kullanılmıştır.
Bu kaynak da 'Türkiye Halkı'dır. Türkiye halkı da seçtiği temsilcilerinin
oluşturduğu çoğulcu Büyük Millet Meclisi çatısı altında 'Türkiye Devleti'ni
idare edecektir. Bu anayasa da 'Yüce Türk Devleti' 'Kutsal Türk Devleti' gibi
milliyetçi ibareler kullanılmamış, tersine, devlet yönetimi, kaynağını halktan
alan idari bir yetki olarak düzenlenmiştir.
Yeni
devlet yapılanması, idare yetkisini halktan alan Büyük Millet Meclisi yanında
kendi kendini idare veya öz yönetime sahip vilayet şuralarına da geniş özerklik
tanıyarak yerinden yönetimi geliştirmiş, taban inisiyatifini merkezileşmeye
tercih etmiştir. Böylece Türkiye Halkı 1921 anayasa sistemi çerçevesinde genel
anlamda Büyük Millet Meclisi üyelerini seçerek, özel anlamda ise yerel
yönetimlere tanınan geniş özerklik ilkesi gereğince Vilayet ve Nahiye Şuraları
eliyle kendi kendini yönetme olanağına kavuşmuştur. Devlet ise 1921 Anayasası
sisteminde yalnızca iç ve dış siyaset, din, adliye, ordu ile ilgili genel
konular ve uluslararası ekonomik ilişkiler gibi merkezi yetkilere sınırlı düzeyde
sahiptir. Geriye kalan eğitim, sağlık, vakıflar, medreseler, ekonomi, tarım,
bayındırlık, sosyal yardımlaşma gibi işlerin düzenlenmesi ve yürütülmesi
'Vilayet Şuraları'nın yetkisine bırakılmıştır. Daha küçük yönetim birimi olan
Nahiyelerde ise, 'yerel işlerin merkeze danışılmadan yürütülmesi' gibi tam bir
yetki ve inisiyatif söz konusudur. 'yerel özerklik' anayasanın siyasal ve
hukuki alanında 'parlamentonun üstünlüğü' ilkesinden sonra gelen üçüncü temel
anayasal ilkedir. 24 maddelik anayasanın 14 maddesini, yani yarıdan fazlasını
taşranın öz yönetimine, özellikle de yerinden yönetim ve yerel yönetim ilkesine
ayrılması bunu çarpıcı biçimde göstermektedir. Buna yerel katılım veya yerel
demokrasi adını vermek yanlış olmaz.
Bu
konuda II. Büyük Millet Meclisi seçimleri sırasında, 16-17 Ocak 1923'te İzmit
Basın Konferansı'nda Mustafa Kemal, Vakit Başyazarı Ahmet Emin Yalman'ın
sorduğu soru üzerine Kürtlerle ilgili şu cevabı vermiştir: 'Kürt meselesi;
bizim yerli Türklerin menfaatine olarak da katiyen mevzubahis olamaz. Çünkü
malumu aliniz bizim milli sınırlarımız içinde bulunan Kürtler öylesine
yerleşmişler ki, pek az sınırlı yerlerde yoğundurlar. Fakat yoğunluklarını
kaybede ede, Türk öğenin içine gire gire, öyle bir sınır oluşmuş ki, Kürtlük
adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye'yi mahvetmek gerekir. Sözgelişi,
Erzurum'a kadar giden bir sınır aramak gerekir. Ve hatta Konya çöllerindeki
Kürt aşiretlerini de gözden uzak tutmamak gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir
Kürtlük tasavvur etmektense, bizim Anayasamıza göre, yani 1921 Anayasası'na
göre, gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi ilin
halkı Kürt ise onlar kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka
Türkiye'nin halkı söz konusu olurken onları da birlikte ifade etmek gerekir.
İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine ait mesele çıkarmaları daima
beklenir. Şimdi Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin yetkili
vekillerinden oluşur ve hem Kürtler ve hem Türkler, bu iki unsur, bütün
menfaatlerini ve kaderlerini birleştirmişlerdir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkmak
doğru olmaz'.
Söz
konusu olan demokratik içerikte ve siyasal birlik anlamında bir üniterliktir.
Yani tüm toplum kesimlerinin kendi kimliği ve rengiyle temsilini bulduğu genel
yönetim olan Büyük Millet Meclisi; Türkiye halkı adına Türkiye Devletinin
meclisidir ve bu meclis çatısı altında inkâr, milliyetçilik, ırkçılık,
ayrımcılık nüveleri olsa da egemen anlayış demokratik siyasal anayasal
birliktir. Tüm elverişsiz koşullara rağmen -ki o dönemde demokrasinin nesnel ve
öznel koşulları içte ve dışta yeterince olgunlaşmamıştı- egemen olan ve hayata
geçirilmeye çalışılan zihniyet, demokrasi sistemiyle yönetilmesi arzulanan bir
cumhuriyettir. Öyle ki üniter devlet kavramını siyasal-kültürel çoğulculuğu reddeden
bir kavram olarak kullanan bugünün anlayışı o dönemde söz konusu değildir.
Tersine Kürtler, Türkiye Devleti yapılanması içinde kimliğiyle kültürüyle
temsilini bulmuştur. Bugünkü anlayış ise tersine Kürtler yararlanmasın diye
yerel yönetim yasasını dahi demokratikleştirmekten kaçınmaktadır. Bundan dolayı
23 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşması, 1921 Anayasası'ndan kopuk ele alınamaz.
Hatta bu Anayasa'nın bir devamı ve tamamlayıcısı bir parçasıdır. Çünkü bu
Anayasa gereği genelde Mecliste kendi kimliğiyle siyasal temsiline, özelde de
yerel özerklikle kendi öz yönetimine sahip olan Kürtlerin emperyalist
devletlerce bir baskı kozu olarak kullanılmasının zemini kalmamış ve bu anayasa
temeli üzerinden Kürt milletvekillerinin Lozan'a çektiği telgraflarla heyetin
Kürtleri de temsil ettiği vurgulanmıştır.
1921
Anayasası'nın Kürtlere sosyal ve siyasal çoğulculuk anlamında vilayet ve nahiye
şuralarında özerklik hakkı çerçevesinde öz yönetim ve Büyük Millet Meclisinde
kendi siyasal kimliğiyle temsil edilme olanağını sağlayan sistemine Lozan
Anlaşması'yla negatif ve pozitif kültürel haklar da eklenmiştir. Lozan
Anlaşması Kanuni Esasinin ilerisine giderek gayrimüslim azınlıklar için
'Azınlıkların Korunması' başlıklı Kesim 3'üncü Bölümü'nde pozitif hak ve
güvenceler öngörmüştür. 'Müslüman azınlıklar' kavramı ise, tartışmalarda dile
gelse de Lozan Anlaşma metninde yer almamıştır. Lozan heyeti, bu konuda
'Müslüman azınlıklar' kavramı içinde yer alan Kürtlerin, Çerkezlerin, Lazların
vesair Türklerle birlikte kaderlerini birleştirdiğini, Türkiye Hükümetinin
bunları da temsil ettiğini, yönetimde, Mecliste, her alanda eşit haklara sahip
olduklarını, bu nedenle azınlık olarak gösterilmelerine gerek olmadığı tezi
savunulmuştur. Kürt milletvekilleri de kendi kimlikleri ve hatta kıyafetleri
ile Mecliste yaptıkları konuşmalar ve Lozan'a gönderdikleri telgraflarla Misakı
Millî'ye, Kurtuluş Savaşı'ndaki beraberliğe, 1921 Anayasası'nın öngördüğü yerel
yönetimlerde özerklik ve Mecliste Kürdistan milletvekili sıfatıyla Kürtleri de
temsil ettikleri sistemin devam edeceğine güvenerek, azınlık değil, her alanda
beraber ve eşit olduklarına vurgu yaparak, eşit ortaklık statüsünden daha geri
bir durumu ifade eden azınlık statüsünde ele alınmasına karşı çıkmışlardır. Bu
nedenle, içinde Kürtlerin de yer aldığı 'Müslüman azınlıklar' kavramı Lozan
Metnine geçmemiştir. Bununla birlikte, Lozan Anlaşması'nın negatif hak getiren
özel alanlarla ilgili düzenlemesine göre; herhangi bir Türk uyruğunun gerek
özel gerekse ticari ilişkilerde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla
açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına hiçbir kısıtlama
konulamayacaktır 39'uncu maddeye göre. Bu madde, insan haklarının büyük önem
kazandığı 2000'lerde Türkiye için önemli bir maddedir, çünkü ana dil hakkı açısından
hiç uygulanmamıştır. Madde de, yoruma gerek duyulmayacak kadar açık bir
anlatımla; Türkiye'de herhangi bir Türk uyruğunun, herhangi bir dili, herhangi
bir yerde serbestçe kullanması olanağı getirilmekte ve 'buna karşı hiçbir
kısıtlama konulmayacaktır' denilerek hüküm güçlendirilmektedir. Fıkra
incelendiğinde, resmî daireler hariç, akla gelebilecek her yerin sayılmış
olduğu görülür ve bunların arasında her çeşit yayın konuları da bulunmaktadır.
Dolayısıyla Türkiye'de radyo-TV'lerde Türkçe'den başka bir dilin kullanılıp
kullanılmayacağı hususunun tartışılması, bu fıkranın açık hükmü karşısında
anlamsız kalmaktadır. Resmi alanda pozitif hak getiren düzenleme ise,
mahkemelerde kendi ana diliyle savunma yapma hakkına ilişkin olanıdır. Buna
göre; devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçe'den başka bir dil konuşan
Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri
bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır. Bu düzenlemeler, anlaşmanın
siyasi hükümler kesimiyle birlikte alındığında, Türkçe'den başka bir dil
konuşan vatandaşların, dile bağlı mevcut pozitif haklarını garanti altına alma
yanında, bunların korunması ve ilerletilmesi yükümlülüğünü de hükûmete
yükleyerek ileriye doğru geliştirilmesinin de yolunu açmaktadır. Kaldı ki,
anlaşmanın siyasi hükümler kesiminin 37 ile 45'inci maddelerine göre
'Türkiye'de, 38'inci maddeden 49'uncu maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı
hükümlerin temel yasalar olarak tanınması ve hiçbir kanunun, hiçbir
yönetmeliğin, hiçbir resmî işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir
olmaması ve hiçbir kanun, hiçbir yönetmelik ve hiçbir resmî işlemin söz konusu
hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir.' denilmektedir. Ne var ki Türkiye
Devleti, Lozan'dan sonra özellikle Kürtler söz konusu olduğunda yasa, anayasa,
kararnamelerle ve birçok resmî işlemle söz konusu hükümleri ihlal edecektir.
Örneğin 1924 Anayasası ve ardından çıkarılan yasalarla bu ülkede Kürtçe
konuşmak, yazmak, yayınlamak yasaklanmıştır. Yine 1930'larda kasaba ve
kentlerde konuşulan Kürtçe kelime başına para cezası alınmıştır.
1924
Anayasası ve Kürtler:
20
Nisan 1924 tarihli ve 491 Sayılı Yasa ile hem Kanun-i Esasi hem de 1921
Anayasası tamamen yürürlükten kaldırılarak yeni bir anayasa, 1924 Anayasası
yapılmıştır. Bu Anayasa ile vilayet ve nahiye şûralarının özerkliği
kaldırılmış, tam ve katı bir merkeziyetçiliğe geçilmiştir. Anayasa görüşmeleri
sırasında bu merkeziyetçi anlayış şöyle dile getirilmiştir: 'Ademimerkeziyet
usulüne gidilmemiştir. Türk Devletinin bir merkezi vardır bunlar merkezden
idare olunur'. Böylece 1921 Anayasası'nın demokrasiyi esas alan sisteminin bir
ayağı olan ve farklı dil ve halkların, Kürt, Çerkez, Laz gibi kendi dilerini,
kendi kaderini tayin hakkını öz yönetim temelinde çözen vilayet ve nahiye
eksenli özerk yerinden yönetim sistemi kaldırılmıştır. Yine 1924 Anayasası'nın
genel gerekçesinde: 'Devletimiz milli bir devlettir çok milletli bir devlet
değildir. Devlet Türk'ten başka bir millet tanımaz' anlayışıyla da toplumsal
çoğulculuk, kültürel çeşitlilik ve farklılıklar yadsınmıştır. Bunun doğal
sonucu, Türkler dışında kalan diğer farklı kimliklerin Laz, Çerkez veya
Kürtlerin artık kendi kimlikleriyle Mecliste siyasal temsilinin olamayacağıdır.
Anayasa'nın öngördüğü bu devlet yapılanması, hem sosyal gerçekliğe, Türkiye
toplumunun çoğulcu yapısına, Türk, Kürt, Laz ve Çerkez Türkiye halkı hem de
siyasal gerçekliğe, cumhuriyeti kuran halkların siyasal birliğini ifade eden
Türkiye Devleti yapılanmasına yabancılaşmış bir devlet yaratmıştır. Bu devlet,
Fransa'nın 19'uncu yüzyılda uyguladığı çoğulcu yapıyı yadsıyan türdeş ulus
devletinin ırkçılığa, faşizme dönüşen versiyonu olarak Mussolini ve Hitler'ce
uygulamaya konan totaliter devlet modelinden esinlenmiştir. Yine 1924
Anayasası'yla, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı yerine tek tip yurttaşlık, Türk
vatandaşlığı getirilerek demokrasinin temel kuralı çiğnenmiştir. Maddeye 'Türk'
kavramının hukuki bağı ifade ettiği şeklinde zorlama bir açıklama eklense de,
bu açıklama özünde etnisiteyi, tek tip yurttaşlığı ve Türkleştirmeyi ifade eden
bir kavramlaştırmaya hukukilik kazandıramaz. Hukuki tanım tersine, etnisiteyi
içermez. Devletin adı Türkiye Cumhuriyeti ise vatandaşlığı da Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlığı olmalıdır. Tüm anayasalar hukuki tanımlamayı böyle bir
diyalektikle ele almaktadır. 1924 Anayasası'nda 'Devletimiz milli bir
devlettir. Çok milletli bir devlet değildir. Devlet, Türk'ten başka bir millet
tanımaz' denmektedir. Yine bu düzenlemelerin ana amacını dönemin Başbakanı
İsmet İnönü, 29 Nisan 1925 tarihli Vakit Gazetesi'nde şöyle açıklamaktadır:
'Vazifemiz Türk vatanının içinde bulunanları bemahal Türk yapmaktır. Türklere
ve Türklüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız, vatana hizmet edeceklerden
arayacağımız esas, her şeyden evvel Türk ve Türkçü olmasıdır'. Aynı paralelde
Anayasa, özü gereği evrensel olan insan hak ve özgürlüklerini bile
Türkleştirebilmiştir. Anayasa'nın bu konuyla ilgili bölümünün başlığı da zaten
Türklerin Hukuku Ammesidir. Bu baptaki maddelerin hemen hemen hepsinde hak
sahipleri her Türk ya da Türkler biçiminde belirlenmiştir. Hukuk tekniğine
tamamen aykırı olan bu kavramlaştırmalara göre, Türk olmayanların bu anayasaya
göre bir tek görevi vardır; Türkleşmek. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Mahmut Esat
Bozkurt'un 'Bu ülkede Türk olmayanların bir tek hakkı vardır, Türklere kölelik
yapma hakkı' sözleri, 1924 Anayasası'nın Türkleştirilmiş insan hakları
anlayışını özetlemektedir. Bunun sonucu ise Kürtlerin tenkil, tedip, mecburi
iskân, Takriri Sükûn, İstiklal Mahkemeleri, Tunceli Kanunu vb. gibi her türden
baskı ve asimilasyon sürecinin devlet eliyle başlatılması olmuştur. Eğitim
kurumlarında ve sosyal yaşamda vatandaş Türkçe konuş dayatmaları, Kürtçe
konuşana ceza veren yasaların öngörülmesi, nüfus kayıtlarında Kürtçe isim
yazılmasının yasaklanması, Kürtçe köy, ilçe, şehir, belde isimlerinin
kaldırılarak yerlerine Türkçe isimler verilmesi, hızlı bir asimilasyon,
Türkleştirme uygulamasına geçilmiştir.
Tek
bir dil veya tek bir ırkın üstünlüğünü sağlamak için devlet gücüne başvurma
politikasını formüle eden Cumhuriyet Halk Fırkası Tüzüğü, bu politikayı 1937
yılına kadar fiilî tek parti iktidarıyla özellikle Kürtlere uygulamış, 1937
Anayasa değişikliğiyle de bu politika ve uygulamaları resmen
anayasallaştırmıştır. Zaten gerek 1937 Anayasa değişikliğiyle anayasallaştırılan
Cumhuriyet Halk Fırkası'nın program ve tüzüğünde yer alan altı ilke arasında
gerekse de bir bütün olarak 1924 Anayasası sistem içinde olsun demokrasiye
kelime olarak bile yer verilmemiştir. Oysa yapılması gereken cumhuriyeti ve
onun ortak vatan gerçekliğini tartışmasız kavramak, kabul etmek, onun için de
Atatürk kişiliği de dâhil toplumsal sorunların daha demokratik çözümünü Türkiye
Büyük Millet Meclisinde tartışarak ve aynı cumhuriyet, Misakı Millî esaslarına
bağlı ama daha demokratlaştırılan çözümlerle bunu birçok toplumsal birime
taşıran cumhuriyet devrimciliğini, demokratik evrimlerle ilerleterek demokratik
cumhuriyete götürmekti.
1961
Anayasası ve Kürtler:
1961
Anayasası kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, özerk kurumlaşmalar,
genişletilmiş hak ve özgürlükler ve bunların güvencesi olarak Anayasa Mahkemesi
ve iki Meclisli sistemi öngörmüştür. Ayrıca bu gelişmelerle demokrasi, hukuk
devleti, hukukun üstünlüğü gibi çağdaş kavramlar da toplum gündemine girmiştir.
Yine siyasal mücadele ve siyasal partiler anayasa kapsamına alınarak
hukukileştirilmiş, temel hak ve özgürlükler birinci ve ikinci kuşak herkes için
öngörülmüştür. Böylece hem devlet yapılanması hem de içerik bakımından 1961
Anayasası çağdaş anayasacılığa en yakın anayasa olmuştur. Ancak, kaynağını 1924
Anayasasında alan şoven ulusçuluk ideolojisinin, anayasa tartışmaları sırasında
anayasa dışı bırakılamaması veya bu anayasanın türdeş ulus yaratma amacına
dönük resmi ideolojiden arındırılamaması onun zayıf noktasını oluşturmuştur. 1961
Anayasası'nın Kurucu Mecliste 4'üncü maddesi konuşulurken milliyetçilikle
ilgili çok önemli tartışmalar yaşanmıştır. Kurucu Meclis üyelerinden Profesör
Necip Bilge, 'Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir' düzenlemesinin
'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' biçiminde değiştirilmesini teklif
ettiğinde, bir başka üye: '...Yalnız burada Türk kelimesi üzerinde ısrarla
duracağım. Türk kelimesinin maddede kullanılmasında son derece veciz bir mana
vardır. Bu itibarla bu kelimeye dokunulmamalıdır' diyerek değişime karşı tutucu
bir tavır içinde olmuştur. Yine anayasanın 2'nci maddesinde geçen
'milliyetçilik' ilkesinin anayasaya girip girmemesi konusunda uzun tartışmalar
olmuştur. Bazı üyeler, anayasalarda ideolojilere yer verilmemesi gerektiğini,
bunun anayasa tekniğine aykırı olduğunu, ideolojilerin yerinin siyasi parti
programları olacağını haklı olarak söylemelerine rağmen, 1924 Anayasasına
damgasını vuran hastalığın yeni anayasaya da taşınmasına engel olunamamıştır.
Dönemin Devlet Başkanı ve Başbakan Cemal Gürsel'in benzer bir müdahalesiyle
tartışma sonuçlanır; 'Bugün Kürtçülükle yaptığımız mücadeleyi biliyorsunuz. Biz
milliyetçiliği kaldırıyoruz desek, bize mi dönecekler' Evvela milletimizi Türk
milleti haline getirelim. Ben asla bu kelimenin anayasadan kalkmasına taraftar
değilim. Türkiye Türk olmalıdır. Anayasadan bu tabir kalkmamalıdır'. Ardından
bu görüşte olmayan Profesör Doktor Tarık Zafer Tunaya ile İsmet Giritli'nin bu
nedenle Anayasa Komisyonu Üyesi görevine son verilmiştir. Bununla da yetinilmeyerek,
kamuoyunda 147'ler olarak bilinen ve tanınan çeşitli üniversitelerdeki demokrat
öğretim üyelerinin görevlerine son verilmiştir ki bu öğretim görevlileri
eşitlik ilkesinin dil bakımından uygulanması gerektiğini savunmuşlardır. Bu
durum veya yaklaşım 1961 Anayasasının handikabı olarak onun sağlıklı bir
demokratik anayasa olmasını veya bu anayasanın demokrasiye evrilmesini daha
başından önlemiştir. Bir kere anayasa, tek bir millete dayalı milliyetçi
ideolojiyi benimsediğinde farklı dil ve kültürleri olan toplumsal gruplar da bu
anayasanın kendilerini ifade etmeyeceğini düşünerek karşı milliyetçiliğe
yönelebilmektedirler. Ancak 1961 Anayasası'na egemen resmî ideolojiye karşı
Kürtlerin refleksi ayrılıkçı ve milliyetçi hareketlere yönelmekten çok, dolaylı
olarak Anayasanın sağladığı olanakları değerlendirerek anayasanın
demokratikleştirilmesi için mücadele biçiminde olmuştur. Bunu da, programına
Kürt sorununu anayasal vatandaşlık temelinde çözme hedefini koyan Türkiye İşçi
Partisini desteklemek şeklinde göstermişlerdir. Ancak anayasadan
arındırılamayan ve bir kere Türk milliyetçiliğini anayasanın resmî ideolojisi
olarak kabul eden devlet yapılanması, Kürtlerin bu kendini dolaylı olarak da
olsa ifade etme mücadelesini tehlikeli görerek Türkiye İşçi Partisini
kapattırmıştır.
Anayasa
Mahkemesinin bunu kapatma nedeni saymasının temelinde Kürt halkının anayasal
vatandaşlık hakları kullanmak istemesi ve diğer tüm demokratik özlemlerini
gerçekleştirmek uğrundaki mücadelesinin giderek büyüyerek anayasaya içkin olan ırkçı-milliyetçi
şoven ideolojiyi zorlaması olmuştur. Bu gelişmeyi bastırmak için parti
bölücülük gerekçesiyle kapatılmıştır. Adalet Partisinin 'bu anayasa bol
geliyor' söylemiyle ordunun 'toplumsal gelişmeler ekonomik gelişmeyi aşıyor'
söylemi örtüşerek; başta 1961 Anayasası'nın özgürlükçü ve sınırlı da olsa
demokrasiye açık yönü olmak üzere, gelişen demokratik muhalefet hedef
gösterilerek, 1971 Askerî Darbesinin gerekçeleri oluşturulmuştur. Bu temel
üzerinde gerçekleştirilen 1971 askerî Darbesi ile 1961 Anayasası'nın zaten
sınırlı olan demokratik olanakları ortadan kaldırılmış, özgürlükler önemli
oranda tırpanlanmıştır. Yapılan değişikliklerle anayasanın 11'inci maddesine,
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ileri sürülerek her türden
insan hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılabileceği hükmü getirilmiştir. Bunun
sonucu, adım adım özgürlüklerin daha fazla sınırlandırılması, işlemez hale
getirilmesi, hatta ortadan kaldırılması olmuştur ki, bu aynı zamanda, farklı
olana veya ötekine özgürlük tanımamanın kendi özgürlüğünü de yitireceği
anlamına gelmektedir.
1982
Anayasası ve Kürtler:
Darbe
zoruyla topluma dayatılan 82 Anayasası; demokrasi ve özgürlüklere düşman gören
totaliter-militarist bir anlayışla kaleme alınmış. Meclisin üstünlüğü ilkesi
yerine MGK'nin üstünlüğü ilkesini geçirmiş, yargı bağımsızlığını ortadan
kaldırarak, hukukun üstünlüğüne dayanması gereken yargıyı ve hukuku amaç
olmaktan çıkarıp yürütmeye ve egemen ideolojiye bağlı bir araç haline
getirmiştir. Özgürlüklerin güvencesi kuvvetler ayrılığı ilkesi yerine,
kuvvetler birliği biçiminde kutsal devlet yapılanmasını getirerek; bu kutsala
üç kuşak insan hak ve özgürlüklerini kurban etmiştir. Siyasal partileri, sivil
toplum örgütleri ve toplum ve bireyleri bu anayasaya egemen kılınan resmî ideoloji
çerçevesi içinde tek tip düşünme ve davranmaya zorlamış, ideolojik çoğulculuk
ve dil yasağına dek varan toplumsal çoğulculuğu yadsımış, ve bir bütün olarak
demokrasiyi rafa kaldırmıştır. Anayasa'nın 2 ve 4'üncü maddelerinde
değişmezliği ilan edilen cumhuriyetin nitelikleri şöyle açıklanmaktadır:
'Türkiye Cumhuriyeti... insan haklarına saygılı,'başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan' bir devlettir. Bir başka deyişle bu devlet insan hakları,
demokrasi ve hukukun üstünlüğüne değil, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanacaktır. Bunun anlamı devletin, demokrasi, insan hakları ve hukukun
üstünlüğünden önce başka amaçlar için var olduğudur. O amaçta, başlangıç
ilkelerinde ifadesini bulan ideolojik, siyasal, toplumsal ve kültürel
çoğulculuğu yadsıyan türdeş bir ulus devletin yaratılması amacıdır. Bu amaç
19'uncu yüzyıl Fransa'sında farklı dil ve kültürleri Fransızlaştırma için
kullanılan türdeş ulus devlet projesinden esinlenmiş olup, çağdaş demokrasiye,
üç kuşak temelindeki evrensel insan haklarına ve hukukun üstünlüğünün egemen
olduğu çağımız değerlerine aykırılığı nedeniyle çoktan terk edilmiş, Türkiye
dışında bu yapılanmada ısrar eden hemen hemen hiçbir ülke anayasası
kalmamıştır.
1982
Anayasasında; 'insan haklarına saygı' ibaresi bu anlayışın bir ürünüdür. Buna
göre devlet, 'insan haklarına dayanan' bir devlet değil, 'insan haklarına
saygılı' bir devlettir. Bunun anlamı, insan haklarının bu ideoloji ile uyumlu
olabilecek düzeyiyle tanındığı, bu ideoloji ile çelişen evrensel ölçülerin
kabul görmeyeceğidir. Nitekim Anayasa Mahkemesi bir kararında, 'burada sözü
edilen demokratik toplum düzeniyle hiç kuşkusuz Anayasamızda gösterilen
hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenen hukuk düzeninin
kastedildiğinde duraksamaya yer yoktur içtihadında bulunmuştur. Yanı sıra
anayasaca Türkçe'den başka dillerde eğitim yapılması yasaklanırken 42'nci
maddede bu durum daha da pekiştirilmiştir. 1982 Anayasası'nın devleti, birey ve
toplumdan güvenliklerin sağlanmasının karşılığı olarak özgürlüklerini bütünüyle
devlete devretmesini veya devlet otoritesine bağlanarak ancak devletin izin
verdiği kadar özgürlük ve demokrasiyle yetinmesini öngörmektedir. Bu anlayışa
göre özgürlük ve demokrasinin ilerletilmesi, milli güvenliği ve devletin
güvenliğini tehdit edeceğinden sınırlanması gerekmektedir. 06/09/1990 tarihli
Kopenhag Kriterleri Belgesi'nde 'Demokrasilerde halk devlet için değil, devlet
halk içindir' denmektedir. Oysa 1982 Anayasası düzenlemesinde devletin
güvenliği, birey ve toplumun güvenliğinin; devletin çıkarları, birey ve toplum
çıkarlarının önüne geçmiştir. Birey için devlet' değil devlet için birey
anlayışı egemen kılınmıştır. Sonuçta bu anlayış, temel hak ve özgürlüklere
aşırı kısıtlamalar getirerek güçlü devlet karşısında bir tehdit olarak gördüğü özgür
birey ve toplumu hareketsiz kılmış ve onları otoriter bir resmî ideoloji
çerçevesinde vesayet altına almıştır. Bu çarpık anlayış, uygulamada, devletin
anayasal gücünün dahi yeterli görülmemesine yol açmış ve bu da karanlık güç
odaklarıyla ilişkiler kurulmasına, onların korunmasına ve bireysel suçlarına
göz yumulmasına neden olmuştur.
Yine
Anayasa'nın 'Başlangıç' kısmında yer alan 'egemenliği millet adına kullanmaya
yetkili kılınan hiçbir kişi veya kuruluşun bu Anayasa'da gösterilen hürriyetçi
demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeninin dışına çıkamayacağı'
ifadelesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Anayasa Mahkemesi'nin bile bu
Anayasanın belirlediği hukuk düzeninin dışına bir değişime yönelemeyeceğini
belirlemektedir.
Yine
bu Anayasa Meclisin iradesinin de üzerinde değişmez ve ebedî ilkeler
öngörmüştür. Örneğin 'Başlangıç' bölümünde geçen 'egemenlik kayıtsız şartsız
Türk milletine aittir' ibaresi milliyetçilik ve etnik bağnazlıktan uzak daha
demokratik olan 'egemenlik kayıtsız şartsız toplumundur' şeklinde sosyolojik
temelde bir değişime uğratılamaz.
Aynı
şekilde Anayasa'nın 4'üncü maddesinin yollamasıyla 'değiştirilemez ve
değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen' bir düzenleme de Anayasa'nın 3'üncü
maddesinde geçen 'Devletin dili Türkçe'dir.' hükmüdür.
Açık
ki bu düzenleme farklı dillerin resmiyette ikinci bir resmî dil olabilme
ihtimalinin önüne geçmek için öngörülmüş bir değişmezliktir. Burada sorun,
Türkçe dışında toplumda konuşulan birçok dilin ille de resmî dil yapılıp
yapılmamasından öte Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve toplumun iradesine
ipotek konulması ve demokratik bir zihniyetle asla bağdaşmayacak
değişmezliklere ilişkindir. Bu anayasa, demokrasinin ve toplumsal gelişmenin
bir gereği olarak Meclise veya ilgili farklı dilleri konuşan toplumsal yapılara
bırakılması gereken bir konuyu bile ipotek altına alarak değişmezlik zırhına
büründürmüştür. Oysa toplumsal hayat dinamik olduğu gibi anayasalar da dinamik
ve değişkenliğe açık olmalıdır. Dinî kitaplarda söz konusu olan tanrının kuralları
bile toplumsal ve çağsal değişimlere göre dönüşümler yaşarken insanlar
tarafından belirlenen kurallar nasıl değişmez ve değiştirilemez kılınabilir'
Dolayısıyla anayasalara değişmez-dogmatik kurallar koymak -özellikle de bu dil
gibi doğal, canlı bir olguya ilişkinse hiçbir şekilde demokrasiyle bağdaşmaz.
Hukuki pozitivizmin en devletçi türünün bir örneği olan 1982 Anayasası,
ideolojik devletin, toplumsal yaşamın her alanına müdahale etmesini mümkün ve
meşru kılan bir metin olmuştur. Siyasal alanı Anayasa ideolojisine aykırı olan
düşünce ve akımlara kapatan bu Anayasa bunu bir yandan siyasi partilerin
uyacakları esaslar başlığı altında getirdiği yasaklar, diğer yandan da
özgürlükler rejimine getirdiği sınırlamalar aracılığıyla gerçekleştirmiştir.
Siyasi partilerin uyacakları esaslar başlığı altında; 'Siyasi partiler, tüzük
ve programları dışında faaliyette bulunamazlar; Anayasanın 14'üncü maddesindeki
sınırlamalar dışına çıkamazlar; çıkanlar temelli kapatılır' Bu yasaklar
karşısında resmî ideolojinin sağ ve sol kanadında yer alan siyasi partiler
dışında kalan veya resmî ideolojinin sınırları dışına taşarak ciddi bir değişim
programıyla yola çıkan partilere Türk Anayasa düzeninde yer yoktur. Siyasi
partileri devletin ideolojik tercihleri doğrultusunda politika yapmaya zorlayan
bu anlayış, Türkiye'de siyasal partilerin neden kurumsallaşamadığı ve buna
bağlı olarak da farklı çıkarları neden temsil edemediklerini açıkça ortaya
koymaktadır. Tüm bu belirlemeler orta yerde dururken, kişilerin taleplerini
dile getirmeleri ve örgütlenmelerin yolları yani demokratik siyaset kanalları
yasalar eliyle bu kadar tıkanmışken, Kürtleri hak ve özgürlük mücadelesinin
verileceği tek meşru yolun demokratik siyaset olması gerektiğine nasıl ikna
edeceğiz.
Bu
Anayasanın ideolojisiyle en çok çelişen ise, Kürt gerçekliğini programa almak
olduğundan en çok parti kapatmada bu konuda olmuştur. Anayasa'nın 68-69
maddelerindeki siyasi parti yasaklarına paralel bir düzenlemeye giden Siyasi
Partiler Yasası'nın 89'ncu maddesine göre, siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyeti
ülkesi üzerinde, ulusal ya da dinsel kültür farklılıklarına ya da dil
farklılıklarına dayanan 'azınlıklar' bulunduğunu ileri süremeyecekleri gibi
Türk dilinden ve kültüründen başka dil ve kültürleri korumak ya da geliştirmek ya
da yaymak yoluyla 'azınlıklar yaratarak' ulus bütünlüğünün bozulması amacını
güdemezler. Oysa Türkiye'de toplumsal bir realite olarak farklı ulusal, dinsel,
kültürlerle diller doğal olarak vardır, somut-maddi bir olgudur ve
demokrasilerde siyasi partiler tam da bu her türden toplumsal çelişki (dil,
din, milliyet gibi), ekonomik çelişki (sınıfsal sömürüden kaynaklanan), cins
çelişkisi (kadının ezilmişliği), doğa ve çevre ile olan çelişkiler vb. gibi bir
çok çelişkiyi çözme iddiasıyla program oluştururlar. Kürt
sorunu da bu türden çelişkilerden birisidir, asgari bir demokrasi sorunudur ve
bu kadar toplumsal kesimi ilgilendiren bir konudur. Bunun tabu haline
getirilmesi, görmezlikten gelinmesi mümkün değildir. Demokratik siyasetin özü
de tamı tamına böyle bir sorunu görüp çözmektir. Bu anlayışın bir sonucu
olarak, 1961 Anayasası sürecinde Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Emek Partisi
kapatılırken, 1982 Anayasası döneminde de 1991 yılında Türkiye Birleşik
Komünist Partisi, 1992 yılında Sosyalist Parti, 1993'te Halkın Emek Partisi,
1994 yılında ise ÖZDEP, DEP, HADEP kapatılmış ve DEHAP hakkında kapatılma
davası açılmıştır. Tüm bu kapatmaların ortak noktası, bu partilerin Kürt
sorununun demokratik çözümünü programlarına alarak bu toplumsal kesimlerin
demokratik taleplerinin zemini olmasındandır. Bu partilerin kapatılmasına
ilişkin Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda; 'Türk ulusu dışında başka
ulusların varlığının hukuken kabulünün egemenliğinin bölüneceği anlamına
geleceği', 'Kürt dili diye bir dilin olmadığı', 'Kürt dilini korumak,
geliştirmek, örgütlemek' gibi bir ifadenin parti programına alınamayacağı',
'Siyasi Partiler Yasası'nın 81. maddesinin (b) bendinin 'kültürel tekliği'
içerdiği', 'her halükarda korunacak kültürün sadece tek ulusal kültür olan Türk
kültürü olduğu', 'Kürt kökenli yurttaşların dillerini, gelenek ve göreneklerini
özel yaşamında sürdürebileceği, ancak bu farklılıkların kamusal yaşamda yasak
olduğu' vb. gibi gerekçelerle 'bu anayasa'nın bunu böyle öngördüğünü,
dolayısıyla esas alınması gerekenin de 'bu anayasa'ya egemen türdeş ulus-devlet
ideolojisi olduğunu, Anayasa Mahkemesinin de bunun dışına çıkarak, evrensel
hukuku (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) veya demokrasinin evrensel
ilkelerini(özgürlük, eşitlik, hoşgörü çerçevesinde farklılıkların resmen kabul
ve onayının eşitliğin özü olacağı gerçeğine aykırı düşerek) uygulamaya yetkili
olmadığı sonucuna varmaktadır. Ancak 'bu anayasa' Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi, Kopenhag kriterleri ve diğer uluslararası insan hakları
belgelerinde öngörülen üç kuşak insan hak ve özgürlüklerinin geçerli olduğu
çağımızda, kendini çağın da üstünde tutmuş, 'hukukun üstünlüğü' ilkesi yerine
'bu anayasa'nın üstünlüğünü geçirmiştir. 'Bu Anayasa' kapsamında siyasi
partiler, 'seçim yoluyla iktidar mücadelesinde 'siyaset' yapamayacaklardır.
Tıpkı bugün de yaşıyor olduğumuz gibi maalesef oy ve meclis çoğunluğu sağlansa
bile 'iktidar' olamayacaklar; hükümet olsalar bile, hüküm edemeyecekler; milli
iradenin temsilcisi olduğu halde temel siyasi kararları alamayacaklardır'.
Çünkü asıl siyaseti 'bu anayasa'ya göre aynı zamanda bir anayasal kurum olan
MGK belirleyecektir. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi denilen gizli belge neyi
öngörüyorsa siyasi partiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa Mahkemesi ve
tüm devlet organları buna göre hareket edeceklerdir.
Son
Anayasa Değişikliği ve Kürtler:
1990
yılından itibaren hız kazanan anayasa değişikliği tartışmaları ardından, 1993,
1995, 2001 ve 2004 yılında anayasada çeşitli değişikler yapılmıştır. Ancak
yapılan tüm bu değişiklikler, 1982 Anayasasına egemen ruh, felsefe, ideoloji,
devlet anlayışına dokunmamıştır. Türdeş ulus-devlet ideolojisi hâlâ resmî
ideoloji olarak, bireyi, toplumu ve kurumları bağlayan egemenliğini
sürdürdüğünden ideolojik, siyasal, toplumsal, kültürel çoğulculuk temeline
dayanan demokratik yapılanmaya veya demokratik ulusçuluğa geçişten söz
edilemez. Dolayısıyla son dönem değişikliklerle birlikte düşünceyi ifade
özgürlüğü, anayasanın öngördüğü resmi türdeş ulus-devlet ideolojisini
sorgulayamama, eleştirememe, dokunamama kaydıyla tanınmaktadır. Son
değişiklikler ve uyum yasalarıyla düşünce özgürlüğü, düşünceyi ifade özgürlüğü
getirilmemiştir. Aksine; Türkiye'nin kurulu düzeninin resmi ideolojinin uygun
gördüğü çerçeveyi anayasal dokunulmazlık zırhına büründürerek değişmezliği
ebedileştirerek, var olan resmi ideolojiyi kutsallaştırmışlardır. Anayasada
siyasi partilerle ilişkin olarak, siyasal partilerin faaliyet alanının
genişletilmesi veya parti kapatmaların şeklen zorlaştırılması yönünde birçok
değişiklik yapılmıştır ancak demokrasi ve siyasal çoğulculuk açısından asıl ve
önemle yapılması gereken değişiklik, anayasanın siyasi partiler felsefesi veya
anlayışı olup bu konuya hiç dokunulmamış, bu alan ile ilgili anayasanın siyasi
parti yasaklarını düzenleyen 68/4 fıkrası aynen korunmuştur. Bu maddeye göre
Türkiye'de siyasal partiler 'bu anayasa'nın dokunulmazlık zırhına büründürülmüş
resmi ideolojisinin dışına çıkamazlar, farklı düşünceler etrafında siyasal
faaliyet ve örgütlenmelere gidemezler. Siyasi partileri dar birtakım ideolojik
kayıtlara bağlı tutan bu madde ile siyasi partiler örgütlenme ve faaliyetleri
bakımından da kıskaç altında olmaya devam etmektedir. 'Siyasi partilerin
uyacakları esaslar' başlığını taşıyan 69. maddede yapılan değişiklikle, 'odak'
kavramı yeniden düzenlenmiştir. Buna göre, odaklaşma için üyelerin siyasal
partiler için öngörülmüş olan yasak fiilleri yoğun bir şekilde işlemesi ve
bunun partinin üst kademe organlarınca zımnen ya da açıkça benimsenmesi
aranmıştır. 'Bu Anayasa'nın 69.maddesindeki değişiklikle Anayasa Mahkemesine,
bir partinin üyelerinin söz ve eylemlerinin partinin yetkili organ ve
makamlarınca 'Zımnen' benimsenmiş görünmesini yeterli kapatma nedeni sayma
yetkisi vermektedir. 'Bunun pratik anlamı, yetkili organlardan çıkmayan, hatta
partinin haberdar bile olmadığı söz ve eylemlerin parti tüzel kişiliğine izafe
edilmesinin kapısının açık olmasıdır. Anayasa Mahkemesi'nin yasama
sorumsuzluğuna giren konuşmaları bile parti kapatma gerekçesi saydığı içtihadı
hatırlanırsa, bu hükmün yaratacağı sakıncaları kestirmek zor olmayacaktır'.
İkinci aşamada ise, bu fiillerin doğrudan doğruya üst kademe organlarınca
kararlılık içinde işlenmesi yeterli sayılmıştır. Son değişikliklerle anayasanın
parti kapatma nedenlerine dokunulmaması tersine ek kapatma nedenleri
öngörülmesinin anlamı; Kürt sorununun çözümünü programlarına almaları nedeniyle
parti kapatmalarının daha da kolaylaştırılarak devam edeceğidir. Böylece son
değişikliklere rağmen ideolojik ve siyasal çoğulculuğa kapalılığını sürdüren mevcut
anayasa, toplumsal ve kültürel çoğulculuğu da aynı şekilde yadsımaktadır.
Bilindiği üzere Türkiye toplumu, Osmanlı İmparatorluğundan beri süregelen etnik
ve kültürel bakımdan çoğulcu bir toplumsal yapıya, bir başka deyişle homojen
değil heterojen bir toplumsal yapıya sahiptir. Türkiye'de Türkçe, Kürtçe,
Abhazca, Arapça, Arnavutça, Çerkezce, Ermenice, Gürcüce, Kıptice, Lazca,
Pomakça, Rumca, Süryanice, Tatarca, Yahudice vb. dilleri konuşulmaktadır.
Böylesi heterojen toplum yapıları olan tüm devletlerde siyasal-anayasal
örgütlenmeler, bu çoğulcu yapı veya farklılıkları tanıyan, onlara özgürlük,
eşitlik ve hoşgörü ilkeleri ile yaklaşan devlet yapılanmasını da beraberinde
getirmiştir. Bu konuda toplumsal yapısı ile siyasal-anayasal örgütlenmesi
çelişki içinde olan tek ülke Türkiye olmaktadır. Tüm demokrasiyle yönetilen
ülkelerde 19. yy'dan kalma bu türdeş ulusçuluk anlayışı terk edilmiş,
demokratik ulusçuluğa geçilmiştir. Son değişikliklerle yapılan sadece dil
yasağı getiren anayasa maddelerinin ilgili ibarelerinin kaldırılması olmuştur.
Bu değişikliğin gerekçesi; 'Vatandaşların günlük yaşamlarında farklı dil, lehçe
ve ağızları kullanmasına herhangi bir engel bulunmadığı kabul edilmektedir.'
olarak ifade edilmiştir. Anayasal bazda uyum adına yapılan değişiklik bu
kadardır. Burada devlet, negatif bir konuma çekilmekte, dilin özel yaşamda
kullanılmasına karışmayacağını ama resmî alanda yasakların devam edeceğini,
pozitif bir hak tesis etmeyeceğini ifade etmiştir. Oysa Türkiye'nin Avrupa
Birliğine uyum çerçevesini çizen Katılım Ortaklığı Belgesi bunu yeterli
görmemekte pozitif düzenlemelerin gereğine işaret etmektedir. Bu durum
karşısında anadilde eğitim yasağı getiren 42. Madde'nin değişmesi
gerekmektedir. Maddenin son fıkrasında; 'Türkçe'den başka hiçbir dil, eğitim ve
öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve
öğretilemez' denilmektedir. Bu düzenlemeyle Anayasanın kendisi yurttaşları
arasında ayırım yapmakta, bir kısım yurttaşlarına anadilleriyle eğitim hakkı
tanımamaktadır. Yanı sıra hâlâ, Kürtçe alfabenin x, q, w gibi harflerini içeren
isim veya yazılar üzerindeki yasak devam etmektedir. Anayasa ve yasalarda
vatandaşlık, siyaset ve bilim çevrelerinin ya da bürokratların, yargıç ve
hukukçuların ileri sürdüğü gibi, vatandaşla devlet arasındaki hukuksal bağ
olarak anlaşılmamaktadır. Türk soyu, Türklük, Türk ve Türkiye Tarihi, Türk
kültürü, Türk dili, her Türk gibi nitelemelerin vatandaşlıkla ilgisi olmadığı
çok açıktır. Belirtilen durumda, sorun, vatandaşlığın nasıl algılandığıdır. Bu
durumun somut analizi, Anayasa'dan başlayarak yapılmalıdır. Anayasa'nın
66.maddesi, madde başlığı ile birlikte şu belirlemeleri içerir;
'Türk
Vatandaşlığı:
Madde
66-Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür. Türk babanın
veya Türk ananın çocuğu Türk'tür. Yabancı babadan ve Türk anadan olan çocuğun
vatandaşlığı kanunla düzenlenir. 'Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan
bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.' Maddenin incelenmesinden,
Anayasa koyucunun 'Türk kimdir'' sorusunu sorduğu anlaşılıyor. O nedenle madde
başlığı Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı değildir. Bir etnik kökenden gelmeyi
ifade eden Türk sözcüğü kullanılıyor. Maddede, Türk tanımlanmaktadır. Türk,
Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olandır. Devlet de Türk Devletidir.
Bu durum vatandaşlığın bir hukuksal bağ olarak algılanmadığını, vatandaşlığın
etnik kökene göre belirlendiğini göstermektedir. Çünkü,
vatandaşı olunacak olan, Türkün vatandaş olması ve Türk Devletinin vatandaşı
olmaktır. Oysa sorun vatandaşlık sorunu olarak kavransa ve algılansa, maddenin
başlığının ve içeriğinin, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı veya yalnızca
vatandaşlık şeklinde düzenlenmesi gerekirdi. Böyle bir bakış açısı doğal
olarak, 'Türkün kim olduğu' ya da 'kime Türk denir' sorusunu sormaz, 'kim
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatandaşıdır', 'kime Türkiye Cumhuriyeti
devletinin vatandaşı' denir sorusunu sorardı. Böyle bir soru, gerçek anlamda
hukuksal bağın saptanması amacına dönük olacağından madde içeriği şöyle
düzenlenecektir; Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan
herkes Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşıdır.
Çoğulculuk
ilkesinin doğal sonucu, farklı dil, din, etnik kökenlerin varlığının kabulü,
farklı düşüncelerin ifade edilmesi özgürlüğünün bulunduğunun kabulü anlamına
gelir. Yalnızca kabul değil, 'devletin temel amaç ve görevleri'nin de buna göre
belirlenmesi gerekir. Bunun için toplumsal ve kültürel çoğulculuğun yasal ve
anayasal güvenceye kavuşturulması, siyasal düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün
tam sağlanması, anayasanın dini ve milliyetçi ideolojiden yani, Türk-İslam
sentezinden arındırılması, devletin tüm düşünce ve ideolojilere eşit mesafede
durması, anayasada tek bir etnik (Türk) kimliğe vurgu yapan ibareler yerine,
1921 Anayasasının da benimsemiş olduğu 'Türkiye Halkı', 'Türkiye Devleti',
'Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı' gibi kapsayıcı ibarelere dönülmesi ve
kuruluşundaki bu siyasal birliğin demokratik birlikle taçlanması için anayasada
'Devlet Türkiye'nin çoğulcu etnik yapısını ve kültür çeşitliliğini ülke
bütünlüğü içinde korumak ve geliştirmek için gerekli tüm koşulları hazırlar ve
uygun önlemleri alır' şeklinde değişime gidilmesi önerilmiştir. Böylesi bir
düzenlemeye gidilmesi demokratik bir dönüşümün anayasal ifadesi olacaktı.
Türkiye, Lozan Anlaşması'na atıfta bulanarak, Türkiye'nin gayr-i müslim
azınlıklar dışında azınlıkları tanımadığını ifade ederek, Birleşmiş Milletler
Çocuk Hakları Uluslararası Sözleşmesi, İkiz Sözleşmeler denilen Birleşmiş
Milletler Kişisel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Ekonomik
Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'nin ilgili maddelerine çekince koyarak
imzalamış, grup haklarını güvenceye alan pozitif ayrımcılık öngören Avrupa
Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmesi ile Avrupa Azınlık Dilleri
Şartı'nı ise hâlâ imzalamamıştır.
Dinsel
ve dilsel farklılıkları ifade etmek için kullanılan ve 6 Nisan 1994 tarihli
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Kararı'nda geçen 'azınlıkların
varlığının devlet kararına dayandırılamayacağı, objektif sosyolojik bir olgu
olarak ele alınacağı' kararı karşısında Türkiye'nin Lozan'a atıfta bulanarak
Türkiye'de yalnızca 'gayr-i müslim azınlık' ların tanındığı biçimdeki tezinin
hem maddi hem de hukuki temelinin olamayacağı rahatlıkla ortaya çıkmaktadır.
Kaldı ki Lozan Anlaşması'nın azınlıklar metninin içeriğine bakıldığında, Lozan
Anlaşması'nın dinsel azınlıklar yanında, 'Devletin resmi dili bulunmasına
rağmen, Türkçe'den başka bir dil konuşan'lar kavramıyla, resmî dil Türkçe
dışında kullanılan dillerin (Kürtçe, Çerkezçe, Lazca vd.) de var olduğunu ve bu
dillerin negatif ve pozitif hak. 39/4 ve 39/5 bentlerinde vurgu yapılarak
dilsel azınlıklara da yer verildiği görülmektedir. 'Lozan'da sadece gayri
müslim azınlıklar tanınmıştır' tezi yine Lozan'ın Azınlıkların Korunması
başlıklı bölümünün içeriğiyle doğrulanmamaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin bu
teze dayanarak, uluslararası sözleşmelere koyduğu çekincelerin de hiçbir hukuki
geçerliliği yoktur. Kaldı ki azınlık hakları artık devletlerin saklı yetkisinde
sayılmıyor. AGİK Üzerine Uzmanlar Toplantısı'nda kabul edilen rapora göre,
ulusal azınlıklar artık millî yetkiye dahil bir konu değildir. Yani ülkelerin
iç işi olarak kabul edilemez. Bu konu artık 'meşru uluslararası ilgi
konusudur'. Esasen Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne katıldığı 1954
yılında hatta 1923 Lozan'da kuramsal olarak; bireysel başvuruyu kabul ettiği
1987 yılında ise pratik olarak iç mesele sayılması sona ermiştir.
Bu
bağlamda Türkiye'nin bu teze dayanarak Avrupa Ulusal Azınlıkların Korunması
Hakkında Çerçeve Sözleşmesi'ni imzalamaması kınanmıştır. Türkiye'nin bu
belgeleri imzalamaması, Katılım Ortaklığı Belgesi'nde geçen toplumsal
çoğulculuk ve kültürel çeşitliliği resmen tanımaması, diğer uluslararası
sözleşmelere (Birleşmiş Milletler Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi, Siyasi
ve Medeni Haklar Sözleşmesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi vd.
gibi) çekinceli olarak imzalaması ve onaylaması bir bütün olarak
değerlendirildiğinde, türdeş ulus-devlet ideolojisini korumada ve
demokratikleşmemede ısrar etmesi nedeniyle yeniden etnik çatışma ve toplumsal
gerginlikler ortaya çıkmıştır. Bir bütün olarak son anayasa değişikleri ve buna
paralel çıkarılan uyum yasaları, ideolojik, siyasal, toplumsal çoğulculuk ve
kültürel çeşitlilik bakımından gerek dil ve azınlık haklarına ilişkin uluslar
arası sözleşmeler ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Kopenhag Kriterleri
olsun gerekse de Katılım Ortaklığı Belgesi'nde taahhüt edilen orta vadeli
hedefler bakımından olsun uyumlu değildir. Yapılan sadece Kürtçe'nin bireysel
konuşulup yazılması ile özel kurs açılması, özel televizyon ve radyolarda ifade
edilmesi gibi tamamen özel alanla 'ki isim hakkı konusundaki kısıtlamalar devam
etmektedir- sınırlı olup, anadile sıkı sıkıya bağlı ve bölünmesi mümkün olmayan
anadilde eğitim hakkı, ifade, siyasal ve kültürel örgütlenme özgürlükleri
önündeki anayasal ve yasal engellerin olduğu gibi durduğu görülmektedir. Bu
anlamda demokratik anayasaya geçişten söz edilemez. Bunun Avrupa ve dünyada
gelişme gösteren demokrasi ve üç kuşak insan hak ve özgürlükleri temelindeki
anayasacılık hareketlerinin oldukça gerisinde bir durum olması yanında
toplumsal beklentilere de cevap vermekten uzak oluşu, Kürt sorununun köklü
demokratik çözümünü sağlamada yetersiz kalmıştır. Bunun için;
Türkiye'de
yapılması gereken ulus-devletin demokratikleştirilmesidir. Bu durum, üniter
devlet yapısına aykırı düşmez, zarar vermez. Aksine kardeşleşmeyi ve daha güçlü
birliği sağlar, çatışmaları önler. Demokratik Cumhuriyet esas alınmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı şeklinde bir değişime gidilmeli, kültürel
kimliklerin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Ulus kavramı 'Demokratik Türkiye
Ulusu' şeklinde kavramlaştırılmalıdır. Türkler ile Kürtler ve Anadolu'daki
diğer unsurlar 'Türkiye Ulusu'nu oluşturur. Türkçe yine resmi dil kalır, bayrak
tabii ki kalacaktır, Kürtlerin demokratik örgütlenmesini; kültür, dil, ekonomi,
çevre, mesleki ve diğer alanlarda sağlayacak demokratik açılımlarını
gerçekleştirebilmelidir. Devlete dayalı ulus yerine, demokrasiye dayalı ulus
olmalıdır. Yalnız Türklere değil, herhangi bir dine veya ırka dayanmayan, insan
haklarına dayanan bir ulus modeli. Bütün etnisiteleri, kültürleri bir arada
toplayan bir demokratik ulus kavramı esas alınmalıdır. 'Türkiye'ye vatandaşlık
bağı ile bağlı olan herkes Türktür' demek yanlıştır. Vatandaşlık kültürel
kimlikleri kabul eden, kendi kültürel varlıklarına dayalı ulus vatandaşlığıdır.
Herkesi zorla Türk saymak yerine, Türkiyeli ya da Türkiye ulusu vatandaşı
denebilir. Türkiyelilik bir üst kimlik olur.
İdeolojik
çoğulculuğun sağlanması için Anayasa'nın Başlangıç bölümünde yer alan resmi
ideolojiden Türk-İslam sentezinden arındırılması, beraberinde ideolojik
çoğulculuğu getirecektir. Böylece düşünce ve örgütlenme özgürlükleri üzerindeki
resmi ideolojiden kaynaklı baskı ve sınırlamalar ortadan kalkmış olacaktır.
Siyasal çoğulculuğun sağlanması için de anayasanın parti kapatma nedenlerini
öngören 68/4'te düzenlenen ve siyasi parti programları ile eylemlerini resmi
ideoloji ile çerçeveleyen sınırlamalara gerek kalmayacaktır.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; bundan sonraki bölümüne Genel Başkanımız devam edecek.
Hepinize
saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN
' Sayın Türk, sizin yapacağınız bu savunma tahminen, sizin tahmininize göre ne
kadar devam eder'
DEMOKRATİK
TOPLUM PARTİSİ GENEL BAŞKANI AHMET TÜRK ' Sayın Başkanım, bir saat sürer veya
bir saate yakın.
BAŞKAN
' Peki.
O
zaman, saat 14.00'te devam etmek üzere ara veriyorum.
Kapanma
Saati 11.55
BAŞKAN
' Savunmaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.
Buyurun.
DEMOKRATİK
TOPLUM PARTİSİ GENEL BAŞKANI AHMET TÜRK ' Sayın Başkan, Yüce Mahkemenin sayın
üyeleri; sizleri tekrar saygıyla selamlıyorum.
Demokrasi,
ilkesizlik ve kurumsal-geleneksel esaslardan yoksunluk değildir. İlkesi;
özgürlük, eşitlik, zora başvurmama, evrimsel gelişme, çıkarlara ve çözümüne
saygıdır. Aslında, uygulandığı toplumun bilimsel tanımına ve aydınlanmış
olmasıyla oldukça bağlantılıdır. Özgürlüğü, eşitliği tanınmamış bireyler ve
gruplar oldukça, o demokrasi ciddi eksiklik içindedir ve sürtüşme, çatışma
başlar. Eğer demokratik sistemle yani şiddetsiz bir şekilde aşılmazsa, devrimci
süreç, isyan, savaş, ayaklanma devreye girer ve yeni bir demokratik aşamaya yol
açar. Örneğin, Avrupa'nın da özünü teşkil eden çok mezhepli, kültürlü ve dilli
İsviçre'de; yüzyıllara varan mezhep kavgalarından sonra 'sonuçta karşılıklı
olarak bitkin düşünce, hiçbir taraf karşıtını ortadan kaldıramayınca ve eğer
yeniden birleşmezlerse, konfederasyonlarının (birlik biçimi) dağılacağını açık
fark edince, ölüp-öldürmektense, yaşayıp-yaşatmanın üzerinde zımnen anlaştılar.
Böylece çeşitliliğin hoş görülmesi birliklerinin temeli haline geldi ve
demokrasi de farklılıkların uzlaşması konusunda bir antlaşma olarak gelişti.
İsviçre küçük bir ülkedir. Fakat tek düze standart ve belli özellikler taşıyan
bir ülke değildir. Sonuç olarak İsviçrelilerin bu konudaki 'dil, kültür- deneyimi
paradoksal bir belirleme ile özetlenebilir. Dil çeşitlilikleri, birliklerini
zayıflatmaktan çok güçlendirmiştir ve bu farklılıkları hoş görmeleri,
bağımsızlıklarının ve demokrasilerinin hem nedeni hem de sonucudur'. Herhalde
Türkiye için de, dil ve kültür mozaiği olması açısından alınacak çok ders
vardır.
Çağdaş
demokrasilerde bir diğer temel ilke siyasal düşünce ve örgütlenme özgürlüğüdür.
Bu temelde, halkın yönetime katılımının başlıca aracı olan siyasi partiler,
demokrasilerde merkezi bir role ve öneme sahiptirler. Siyasi partiler,
toplumdaki farklı düşünce ve görüşleri siyasi alana taşıyarak, halkın temsili,
siyasi iktidarın kullanılmasını sağlarlar ve muhalefet işlevlerini yerine
getirirler. Bu nedenle demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olarak kabul
edilmektedirler. Siyasi partiler, toplumsal alanda oluşan farklı görüş ve
taleplerin siyasi sisteme taşınmasını sağlamaya yönelik kurumlardır. Bu
yönüyle, partiler sivil toplumla siyasal toplum arasındaki bağlantıyı kurarlar.
Siyasi partiler, bir yandan toplumsal talepleri siyasi karar alma mekanizmasına
taşıyarak aşağıdan yukarıya bir hareketlilik sağlarken, diğer yandan makro
düzeyde politikaların uygulanması yoluyla da bu taleplerin hayata geçirilmesini
sağlarlar. Bu nedenledir ki, siyasi partiler uluslararası sözleşmeler ve
demokratik anayasalar tarafından güvence altına alınmıştır. Siyasi partilerin
keyfi ve ölçüsüz olarak yasaklanmasının çoğulcu demokratik rejimin özünü
zedeleyeceği kabul edilmektedir. Siyasi partilerin kapatılması konusundaki evrensel
standartların, insan haklarına saygılı ve demokratik bir hukuk devleti olan
Türkiye açısından da geçerli olması gerektiğine kuşku yoktur. Nitekim 1961 ve
1982 Anayasalarında siyasi partilerin demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez
unsurları olduğu açıkça belirtilmiştir. Anayasalarımızda bu evrensel ilke yer
almasına rağmen, uygulamada çok sayıda parti demokratik sistemlerde ve
uluslararası sözleşmelerde öngörülen kriterlere aykırı bir şekilde
kapatılmıştır. Böylece siyasi partilerin demokrasiler açısından
'vazgeçilemezliği' ilkesi âdeta tersine çevrilmiştir. 1961 Anayasasının
yürürlüğe girdiği tarihten bu yana Anayasa Mahkemesi tarafından yirmi dört
siyasi parti kapatılmıştır. Bu sayıya askeri müdahaleler döneminde kapatılan
siyasi partiler dâhil değildir. 1982 Anayasası döneminde daha yoğun biçimde
parti kapatma kararları verilerek siyasi alan iyice daraltılmıştır. Partimiz
Demokratik Toplum Partisinin kapatma davası iddianamesinde siyasi parti kapatma
nedenlerinden bahsedilirken Avrupa İnsan Hakları Sözleşmeleri hükümleri ve
Venedik Komisyonu ilkelerine de atıf yapılmakta Venedik Komisyonu ilkelerinin
siyasi partiler için son derece güvenceli bir koruma sistemi getirdiği, sadece
şiddeti benimseyen siyasi partilerin kapatılabileceğine cevaz verdiği gerçeği
görmezlikten gelinmektedir.
Avrupa
Konseyi bünyesinde ortak bir demokrasi standardını oluşturmak amacıyla kurulan
Venedik Komisyonu, siyasi partilerin yasaklanması ve kapatılmaları konusundaki
2000 tarihli raporunda şu ilkeleri belirlemiştir:
Siyasi
partinin anayasada barışçıl yöntemlerle bir değişiklik yapmayı savunması tek
başına onun yasaklanması ya da kapatılması için yeterli bir delil olarak
görülemez.
Yine,
siyasi partiler, ancak şiddet kullanmayı savunmaları ya da demokratik anayasal
düzeni ortadan kaldırmak suretiyle hak ve özgürlükleri yok etmek amacıyla
şiddeti siyasi bir araç olarak kullanmaları durumunda yasaklanabilir.
Yine,
partilerin yasaklanması veya kapatılması biçimindeki yaptırım istisnai bir
tedbir olarak en son çare biçiminde kullanılmalıdır.
Yine,
siyasi parti hakkında dava açılmadan önce, davayı açacak hükümet ya da diğer
devlet organlarınca, siyasi partinin özgür ve demokratik siyasi düzen veya hak
ve özgürlükler için gerçek bir tehlike oluşturup oluşturmadığına ve kapatma ya
da yasaklama yaptırımı dışında daha hafif tedbirlerle bu tehlikenin
önlenmesinin mümkün olup olmadığına bakılmalıdır.
Siyasi
parti kapatma davaları, hukuki usulün tüm güvencelerine yer veren, aleni ve
adil bir yargılama sonucunda karara bağlanmalıdır.
Bu
ilkelerden de anlaşılacağı üzere, Venedik Komisyonu siyasi partilerin ancak
şiddeti savunma veya şiddeti politik bir araç olarak kullanma durumunda
kapatılabileceğini belirtmektedir.
Demokratik
Toplum Partisi, toplumun demokratikleşmesinde, devletin ve mevcut anayasanın
demokratikleşmesinde, siyasal partiler yasasının demokratikleşmesinde,
demokrasinin tabana yayılması ve doğrudan demokrasinin geliştirilmesinde ve
Kürt sorununun da bu temelde demokratik şekilde çözülmesinde önemli bir rolü ve
işlevi olan bir partidir. Demokratik Toplum Partisi, demokratik siyaset
yapmakta, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümü için çalışmaktadır.
Demokratik Toplum Partisinin, PKK ile herhangi bir örgütsel bağlantısı ve
ilişkisi yoktur. Demokratik Toplum Partisi, Kürt sorununun demokratik çözümüne
dönük siyaset yapan bir partidir. Kapatma davası, DTP'nin bu çabalarına yönelik
bir tasfiye politikasıdır. Bu aynı zamanda Kürtlerin demokratik siyaset yapma
zeminini ortadan kaldırma, Kürt sorunun demokratik çözümüne karşı bir tasfiye
girişimi olarak görmekteyiz. Kürt sorununun diyalogla, demokratik yollarla
çözümünü istemeyen güçler, Kürtlerin dil ve kültürel vb. demokratik haklarının
tanınmasını engellemek için kapatma davasını devreye koymuştur. Bu hukuki değil
siyasi bir yönelimdir. Demokrasi açısından asıl sorgulanması gereken bu
yaklaşımın kendisidir. DTP'nin kapatılmasını isteyen anlayış, demokrasi ve
hukuk dışı bir anlayıştır.
Türkiye'de
yerleşik olan militan demokrasi anlayışı, kendisini, siyasal partilerin
faaliyet özgürlüğüne getirilen sınırlamalarda açıkça göstermektedir. 'Sınırlı
politik alan' teorisi çerçevesinde, Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu'nda
gerçekleştirilen düzenlemelerle siyasal partilerin faaliyet özgürlüklerinin
önemli ölçüde sınırlandırıldığı görülmektedir. Gerçekten, her iki pozitif hukuk
metni, resmî ideolojiyle sınırlı 'politik alan' teorisinden hareketle, sınırlı
bir çoğulculuk anlayışını somutlaştırmakta ve siyasal partileri bu sınırlı
alanda siyaset yapmağa mahkûm etmektedir. Bu sınırları kabul etmeyen ya da
aşmaya çalışan siyasal partilerin akıbeti, ülkenin 'siyasal parti mezarlığı'na
gömülmesine neden olmaktadır.
Çoğulcu
demokratik siyaseti baltalayan ve Türkiye'nin demokratikleşmesinin önünde en
önemli engellerden biri olarak duran bu pratik, siyasal partilerin kapatılması
rejiminin gözden geçirilmesine yönelik arayışlara yol açmaktadır. Bu arayışlara
bakıldığında, bunların çok büyük oranda 'Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'
kararları etrafında odaklandığını görmekteyiz. Bunun temel nedenlerinden biri,
Türkiye'nin Sözleşme'den doğan yükümlülüğünün yerine getirilmesi gereğidir.
Diğeri ise, Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecindeki Türkiye'nin Avrupa Birliği
müktesebatına ve özellikle de 'Kopenhag Siyasi Kriterleri'ne uyum sağlama
çabasıdır. Kopenhag Siyasi Kriterlerinden olan 'demokrasi' ve 'insan hakları'
kavramlarının 'Avrupa mekânı'ndaki ortak standartlarının tespitinde Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin üstlendiği rol dikkate alındığında, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi içtihatlarına uyum çabalarının Avrupa Birliği açısından
taşıdığı önem kolaylıkla anlaşılacaktır. Gerçekten de, 'Avrupa Anayasal
Belgesi' olarak adlandırılan 'Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin uygulanması
ve yorumlanmasında temel bir işlev üstlenen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
'Avrupa demokratik kamu düzeni' anlayışına yaslanarak, Sözleşme kapsamına giren
özgürlükler açısından geçerli olan standartları oluşturmaya çalışan bir kurum
olması, onun, Avrupa Birliği açısından taşıdığı önemi ortaya açıkça
koymaktadır.
Anayasa
Mahkemesinin verdiği siyasal parti kapatma kararlarından Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine başvuru konusu edilenleri iki kategoride toplamak mümkündür.
Bunlar, 'devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü' ilkesi ve 'laik
devlet' ilkesine aykırılık nedeniyle verilmiş olan kapatma kararlarıdır.
Avrupa
İnsan Hakları MahkemesininParti Kapatmalarla ilgili kararları:
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ve Siyasal Parti Özgürlüğü
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi, siyasal partilerden açıkça söz etmemektedir. Ancak,
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, siyasal parti
özgürlüğünü, Sözleşme'nin 'dernek kurma ve toplantı özgürlüğü' başlıklı 11.
maddesi çerçevesinde değerlendirmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
siyasal parti özgürlüğünün sınırlarına ilişkin yaklaşımını doğru okuyabilmek
için, Mahkeme'nin bu konudaki yaklaşımının özlü bir anlatımına yer veren
'Venedik Komisyonu Raporu'na kısaca bakmakta yarar vardır.
Avrupa
Konseyi Genel Sekreterliği'nin isteği doğrultusunda'Avrupa Hukuk Yoluyla
Demokrasi Komisyonu' tarafından hazırlanan 'Siyasal Partilerin Yasaklanması,
Kapatılması ve Benzeri Önlemlere İlişkin Başlıklar' adlı rapor Komisyonun 10-11
Aralık 1999 tarihli 41'inci kurul toplantısında kabul edilmiştir. Raporda yer
alan ilkelerin çoğunluğu Türk hukukunda da geçerli olmakla birlikte, bazı
ilkeler açısından Türk hukuku ile Sözleşme sistemi arasındaki temel farklılığı
ortaya koyması açısından önem taşımaktadır. Raporda yer alan ve konumuz
bakımından önem taşıyan bazı ilkeleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
Siyasal
partilerin serbestçe kurulup faaliyet göstermelerine ilişkin getirilecek
sınırlamalar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve diğer uluslararası sözleşme
hükümlerine uygun olarak yapılabilir.
Yine,
siyasal partilerin yasaklanması ya da kapatılması, ancak partilerin demokratik
anayasal düzeni yıkmak, hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak amacıyla şiddet
kullanılmasını benimseme ya da şiddeti politik bir amaç olarak kullanması
durumunda haklı görülebilir.
Bir
siyasal parti, üyelerinin bireysel eylem ve davranışlarından dolayı sorumlu
tutulup kapatılmamalıdır. Ancak, eğer üyenin eylem ve davranışları partinin
yetkili organlarının açık ya da örtülü desteğine sahipse, partinin sorumluluğu
yolu açılmış olur.
Siyasal
partilerin yasaklanması ya da kapatılması önlemi, ciddi bir yaptırım olduğu
için büyük bir dikkat ve titizlik içinde kullanılmaktadır. Hükümetler ya da
devletin diğer organları, yetkili yargı makamından bir partinin yasaklanması ya
da kapatılmasını istemeden önce, ülkenin koşullarını dikkate alarak, ilgili
partinin özgürlükler ve demokratik bir siyasal düzen için gerçek bir tehlike
oluşturup oluşturmadığını ve sözü edilen tehlikenin daha hafif önlemlerle
engellenip engellenemeyeceğini tartışmalıdır.
Siyasal
partilerin yasaklanması ya da kapatılması, Anayasa Mahkemesi ya da yargı
güvencesi ve adil yargılama ilkesinin uygulandığı bir yargı makamına
bırakılmalıdır. Bu yaptırım, ancak istisnai durumlarda ve ölçülülük ilkesi
dikkate alınarak uygulanmalıdır. Söz konusu önleme, parti üyelerinin değil,
bizzat siyasal partinin kendisine atfedilebilecek ve bu önlemi haklı
kılabilecek yeterli ve açık delillerin bulunması durumunda başvurulmalıdır.
Raporun
ilerleyen bölümünde, yukarıda sıralanan ilkelerin kısa açıklamalarına yer
verilmektedir. Bu açıklamaları özetlemek gerekirse; siyasal partilerin faaliyet
özgürlüğüne getirilecek sınırlamalar Sözleşme'nin 11. maddesinin ikinci fıkrası
bakımından zorunluluk, yasallık ve ölçülülük ilkelerine uygun olmalıdır;
sınırlamalar, uluslararası yükümlülükler göz ardı edilerek, yalnızca iç hukuka
dayandırılamaz; siyasal partilere uygulanacak kapatma yaptırımı, ancak
demokratik toplum düzeni bakımından kabul edilebilecek bir gereklilik söz
konusu olduğunda uygulanabilir; kapatma önlemi, siyasal partinin demokratik
düzen ve özgürlükleri ortadan kaldırıcı veya bunları açıkça tehdit edici
faaliyetler içinde bulunduğunun somut delillerle ortaya konulması halinde
başvurulabilir; bunun tespitinde, siyasal partinin şiddeti benimseyip
benimsemediği ya da silahlı mücadele, terör ya da yıkıcı bir faaliyeti organize
ederek mevcut düzeni devirmek amacı güdüp gütmediğinin araştırılması gerekir;
meşru araç ve yöntemlerle kurulu anayasal düzenin barışçıl değişimini amaçlayan
bir siyasal parti yasaklanamaz ya da kapatılamaz; prensip olarak hiçbir siyasal
parti, üyelerinin eylem ve davranışlarından dolayı sorumlu tutulamaz, ancak
eğer bu eylem ve davranışlar partinin desteğine sahip olması ya da parti
programı çerçevesinde gerçekleşmiş olması halinde, partinin sorumluluğu yoluna
gidilmelidir.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye'den Yapılan Başvurular Hakkında Verdiği
Kararlara
baktığımızda ve başvuruların bilançosuna baktığımızda, bugüne kadarTürk Anayasa
Mahkemesi tarafından hakkında kapatma kararı verilen 12 siyasi parti Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin başvurmuştur. Yapılan başvurulardan beşi
sonuçlandırılmış olup, bunlardan dördünde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
11. maddesinin ihlal edildiği kararına varılmıştır. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi tarafından verilmiş ve kesinleşmiş olan ihlal kararları şunlardır:
Sayın
Başkan, ben bunları tek tek saymak istemiyorum; zaten bilinen şeylerdir.
Türkiye Birleşik Komünist Partisi, Sosyalist Parti, ÖZDEP, HEP, DEHAP, DEP
hakkında verilmiş olan kararlardır. Bunun için sizleri fazla yormadan bunları
geçmek istiyorum.
Burada
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kriterleri açısından bir değerlendirme yapmak
istiyorum.
Siyasal
partiler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından 'dernek kurma ve toplantı
özgürlüğü' başlıklı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, Sözleşme'nin 11. maddesinin siyasal
partilere uygulanmaması gerektiği doğrultusundaki iddiaları reddetmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre, '11. maddenin lafzından anlaşılan,
siyasal partilerin demokrasinin düzgün işlemesi için temel örgütlenme
biçimlerinden biri olmasıdır. Demokrasinin Sözleşme sistemi içindeki önemi dikkate
alındığında, siyasal partilerin 11. maddenin kapsamına girdiğinden kuşku
duyulamaz'.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, siyasal parti kapatma kararlarına ilişkin Sözleşme'nin
11. maddesinin ihlal edilip edilmediğini incelerken, önce Sözleşmede düzenlenen
haklardan herhangi birine bir müdahalenin var olup olmadığına, daha sonra ise,
bu müdahalenin haklı olup olmadığına bakmaktadır. Buna göre Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin karar alma süreci şu şekilde işlemektedir:
Müdahalenin
varlığı: Mahkeme ele aldığı davalarda, önce siyasal parti özgürlüğüne herhangi
bir müdahalenin veya engellemenin var olup olmadığına bakmaktadır. Bir siyasal
partinin kapatılmasına karar verilmiş olması Sözleşmenin 11. maddesinde yer
alan örgütlenme özgürlüğüne yapılmış bir müdahale olarak kabul edilmektedir.
Müdahalenin
haklılaştırılması: Bu aşamada, müdahalenin bir yasa hükmüne dayanıp dayanmadığı
(yasallık ilkesine uygunluk),
2)
Müdahalenin 11. maddenin ikinci fıkrasında sıralanan meşru sınırlama
nedenlerinden birini gözetip gözetmediği (meşru amaç olması),
3)
Meşru sınırlama nedenleriyle yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı
(demokratik toplum düzenin gereklerine uygun olup olmadığı) incelenmektedir.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, siyasal partiler söz konusu olduğunda, Sözleşme'nin
11. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sınırlama nedenlerinin -tıpkı 10.
maddenin ikinci fıkrasında olduğu gibi- dar yorumlanması gerektiğini
söylemektedir. Mahkemeye göre, siyasal partilerin örgütlenme özgürlüklerine
yapılacak sınırlamalar, sadece inandırıcı ve zorunlu nedenlerle haklı
gösterilebilir. Ayrıca Mahkeme, 11. maddenin ikinci fıkrası anlamında bir
gerekliliğin olup olmadığının saptanmasında sözleşmeci devletlerin sınırlı bir
takdir yetkisine sahip olduklarını; bu takdir yetkisinin, hem mevzuat hem de
bunu uygulayan bağımsız mahkemelerin kararlarını da kapsayan titiz bir Avrupa
denetimine tabi olduğunu hatırlatmaktadır.
Öte
yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, siyasal parti kapatma davalarında
Sözleşme'nin 11. maddesinin, düşünce özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesi
ışığında değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çünkü Mahkemeye göre,
düşünce özgürlüğünün korunması, dernek kurma ve toplanma özgürlüğünün
amaçlarından biridir. Bu nedenle Mahkeme, 10. maddeye ilişkin görüşlerine siyasal
partilerle ilgili kararlarında da yer vermektedir. Mahkeme, çoğulculuk olmadan
demokrasi olamayacağı düşüncesinden hareketle, 10. maddede güvence altına
alınan düşünce özgürlüğünün, yalnızca lehte olduğu kabul edilen zararsız
'haber' ve 'düşünceler' için değil, aleyhte olan, çarpıcı veya rahatsız edici
haber ve düşünceler açısından da geçerli olduğu sonucuna ulaşmaktadır.
Son
olarak Avrupa Mahkemesi, siyasal parti kararlarında, 'Avrupa kamu düzeni'nin
temel bir özelliği olarak kabul ettiği demokrasinin 'çoğulculuk' ilkesi üzerine
vurgu yapmaktadır. Mahkemeye göre, demokrasinin temel niteliklerinden biri, bir
ülkenin sorunlarını şiddete başvurmadan diyalog yoluyla çözebilme imkânını
sunabilmesidir.
Bu
çerçevede Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kapatma davalarına dair
kararlarından bazılarını hatırlatmakta fayda vardır.
Sayın
Başkan, sayın üyeler;Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ÖZDEP davasında, öncelikle
Türk Hükümetinin, partinin kapatma kararından önce kendisini feshettiğini, bu
nedenle Türk Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kapatma kararının mağduru
olamayacağı şeklindeki ilk itirazını incelemiştir. Mahkeme, partinin kendisini
feshetmesinin, kapatma davasının olası olumsuz sonuçlarından kaçınmak amacıyla
yapıldığını, dolayısıyla özgürce alınmış bir karar olmadığını belirtmiştir.
Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Siyasi Partiler Kanunu'nun 108. maddesi
gereğince de, kararın verildiği tarihte partinin varlığını sürdürmediğinin
ileri sürülemeyeceğini belirterek, Hükümetin bu konudaki ilk itirazını reddetmiştir.
ÖZDEP
davasında -diğer iki davadan farklı olarak- Hükümet, ÖZDEP'in programında
silahlı mücadeleyi desteklediğini ve halkı ayaklanmaya teşvik ettiğini ileri
sürmüştür. 8 Aralık 1999 günlü kararında bu iddiayı inceleyen Mahkeme, ÖZDEP'in
programında şiddete ve ayaklanmaya teşvik ya da demokratik ilkelerin reddi
anlamına gelen herhangi bir ifadeye rastlanılmadığını; tam tersine, politik
amaca ulaşmak için demokratik kurallara uymanın gerekliliğinin vurgulandığını
belirtmiştir. Mahkeme'ye göre, kapatma gerekçesi olarak kullanılan ifadelerin
benzerleri, Avrupa Konseyi üyesi devletlerinde faaliyet gösteren partilerin
programlarında yer almaktadır. Parti programında 'ulusal ve dinsel azınlıkların
self determinasyon hakkı'na göndermede bulunulması ve bu çerçevede Kürtlere ve
Diyanet İşleri Başkanlığının statüsüne ilişkin görüşlere yer verilmesi, Türk
devletinin temel ilkelerine aykırılık oluştursa da, bu durum demokratik
ilkelerin ihlali anlamına gelmez. Mahkeme, Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve
Sosyalist Parti kararlarındaki içtihadına paralel olarak, ÖZDEP'in kapatılması
kararının Sözleşme'nin 11. maddesinin ihlalini oluşturduğu tespitinde
bulunmuştur.
Yine,
Halkın Emek Partisiyle ilgi bir karar:
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, 'Yazar, Karataş, Aksoy ve HEP' kararında, bir siyasal
partinin, devletin yasal ya da anayasal düzenini değiştirme doğrultusundaki
faaliyetlerinin ancak iki koşulun varlığı halinde meşru görülebileceğini
söylemektedir: Bunlardan biri, amaçlarla kullanılan araçların meşru ve demokratik
olması; diğeri ise, önerilen değişikliğin temel demokratik ilkelere uyumlu
olmasıdır. Buna göre, şiddeti teşvik eden veya demokrasinin bir ya da birden
fazla ilkesine uymayan bir siyasal proje öneren veya söz konusu ilkelerin
ortadan kaldırılmasını amaçlayan veya demokratik toplumlarda tanınan hak ve
özgürlüklere karşı koyan bir siyasal parti Sözleşme'nin korumasından
yararlanamaz.
Bu
davada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kendi geleceğini tayin hakkı ve dilsel
hakların savunulmasının demokrasinin temel ilkelerine aykırı olmadığını
bildirmiştir. Mahkemeye göre, HEP'in, siyasi projeleri aracılığıyla Türkiye'nin
demokratik rejimini tehlikeye sokacağına ilişkin ciddi olgulara
rastlanmamıştır. Partili yöneticilerin, güvenlik güçlerinin terörle mücadele konusundaki
bazı davranışlarına karşı sert ve düşmanca eleştirileri, tek başına partinin
şiddete başvuran silahlı örgütlerle aynı kapsama alınması için yeterli bir veri
oluşturmamaktadır diyor. Kişilere karşı yapılan eleştirilere oranla,
hükümetlere karşı yapılan eleştirilerin sınırı daha da geniştir. HEP
yöneticileri ve milletvekillerinin, silahlı kuvvetlerin eylemlerini eleştirerek
seçmenlerine karşı görevlerini yerine getirmek amacı dışında başka bir amaç
güttüğü kanaatine varılamamıştır diyor. Yani, yapılan devletin silahlı
güçlerinin eleştirilmesi bir siyasi partinin hakkıdır diyor.
Mahkeme,
HEP'in, ülkedeki demokratik rejimi tehlikeye sokan veya şiddeti teşvik eden ya
da haklı gören bir tutumu bulunmadığını, dolayısıyla kapatılmasının acil bir
toplumsal gerekliliğe cevap vermediğini ileri sürmüştür. Siyasal partilerin
kapatılması önleminin radikal niteliğine dikkat çeken Mahkeme, demokratik bir
toplumda başvurucuların örgütlenme özgürlüğüne yapılan bu müdahalenin gerekli
olmadığı sonucuna varmıştır.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin, bölünmez bütünlük ilkesini ihlalden dolayı
kapatılan siyasal partilere ilişkin kararları ile Türk Anayasa Mahkemesinin bu
davalara ilişkin tutumu birlikte incelendiğinde şu sonuçlara varmak mümkündür:
Bölünmez
bütünlükle ilgili davalar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Türk Anayasa
Mahkemesi arasında ciddi yaklaşım farklılıklarının varlığını ortaya
koymaktadır. İki yargı organı arasındaki yaklaşım farklılığı, her iki organın
demokrasi ve insan hakları anlayışlarındaki farklılığa dayanmaktadır. Türk
Anayasa Mahkemesinin bu konudaki yaklaşımının esin kaynağı 1982 tarihli Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası olduğu dikkate alındığında, bunda yadırganacak bir şey
olmadığı anlaşılacaktır. Gerçekten, 1982 Anayasası, anayasacılık düşüncesine
ters düşen bir tutumla, 'eksik demokrasi', 'sınırlı insan hakları' ve
zayıflatılmış hukuk devleti' formülü üzerine inşa edilmiştir. Siyasal katılım
kanallarını dar tutan, siyasete kuşkuyla yaklaşan, siyasal alanı anayasa
ideolojisiyle uyuşmayan siyasal akımlara kapatan, devleti kutsayan, yücelten,
kutsadığı devlet karşısında birey ve toplulukları korumasız bırakan, temel hak
ve özgürlükleri 'sorumluluk ve ödev' kavramları ekseninde düşünen, yargıyı
güçsüz kılarak ve denetim dışı hukuksal işlemler kategorisini kabul ederek
hukuk devleti ilkesini zayıflatan özellikleriyle bilinen Türk Anayasası,
'Avrupa mekânı'nda yaratılmaya çalışılan ortak demokrasi ve hukuk devleti
anlayışından bir hayli uzak bir gelenek üzerine kurulmuştur. Her ne kadar söz
konusu Anayasa, 1995 ve 2001 değişiklikleriyle birlikte önemli ölçüde revizyona
tabi tutulmuş, demokrasi ve insan haklarına ilişkin sınırlar genişletilmişse
de, Anayasanın antidemokratik ve antiözgürlükçü genetik yapısı hâlâ varlığını
korumaktadır.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin, Sözleşme'nin 11. maddesinin ihlal edildiği
tespitinde bulunduğu bu davalarda, 'bölünmez bütünlük' ilkesi ile demokrasinin
'çoğulculuk' ilkesini uzlaştırma çabası ön plana çıkmaktadır. Türk Anayasa
Mahkemesi'nin böyle bir çaba içinde olmadığı, verdiği kapatma kararlarıyla
sabittir. Türk anayasa yargıcı, karar verirken 'ölçü norm' olarak Anayasaya
dayandığına ve Anayasanın kendisi de çok açık bir biçimde tercihini 'bölünmez
bütünlük' ilkesi lehine ortaya koyduğuna göre, bu konuda yargıçlardan çok fazla
bir şey beklemek elbette ki doğru olmaz. Nitekim, Anayasa Mahkemesi de,
-Anayasa'ya koşut olarak- 'bölünmez bütünlük' ilkesine mutlak üstünlük
tanırken, 'çoğulculuk' ilkesini tümüyle ihmal etmiştir. Oysa Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi verdiği bütün kararlarında demokrasinin 'çoğulculuk' ilkesi
üzerine özel bir vurgu yapmaktadır. bu ilkeyi düşünce özgürlüğüyle
irtibatlandırarak, şiddeti teşvik dışındaki bütün düşünce açıklamalarını
çoğulculuğun bir gereği olarak görmek elbette mümkündür.
Türk
Anayasa Mahkemesi, 'devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü' ilkesini
bir bütün olarak kabul etmektedir. Evet, bu doğrudur, biz de kabul ediyoruz.
Daha açık bir söyleyişle, 'devletin toprak bütünlüğü' ile 'devlet ve halkın
bütünlüğü' değerleri arasında bir dereceleme yapmamakta; her ikisini de eşit
değerler olarak görmektedir. Yani, devletin bölünmez bütünlüğü ile halkın
bütünlüğü arasında aslında farklı bir yorumu getirmek gerekiyor.
Ulusal
güvenliğin sağlanması amacına bağlı olarak parti yasaklamada meşru kabul
ederken, 'devlet ve halkın bütünlüğü'nü bu korumadan yararlandırmamaktadır.
Türk
Anayasa Mahkemesi ile Avrupa Mahkemesi siyasal parti faaliyetlerini denetlerken
farklı öğelere vurgu yapmaktadırlar. Anayasa Mahkemesi kararlarında, daha çok 'program',
'ifade', 'söz' ve 'söylem' öne çıkarken; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
partilerin amaçları ve -bunlarla bağlantılı- eylemlerini dikkate almaktadır. Bu
farklılığa bağlı olarak, Anayasa Mahkemesi, tüzük ve programlarında yer alan
(anayasal düzeni sorgulayan) görüş ve önerileri nedeniyle -Anayasanın açık
hükmü gereği- siyasal partilerin kapatılmasına hükmedebilmesine karşılık;
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, şiddet unsurunu dışlama kaydıyla, siyasal
partilerin her türlü görüş, ifade ve eylemlerinin Sözleşme'nin 11. maddesinin
sağladığı korumadan yararlanacağını savunmaktadır.
Türk
Anayasa Mahkemesi, kararlarında, anayasal düzene uygun davranma ile anayasal
düzene uygun düşünmeyi aynı kategoride değerlendirmektedir. Mevcut anayasal
düzeni 'mutlak' ve 'değişmez' bir değer olarak kabul eden Anayasa Mahkemesi, bu
düzene muhalif söylemler geliştiren siyasal partileri Anayasa'ya aykırı bularak
kapatmaktadır. Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir devletin mevcut
anayasal düzeniyle bağdaşmayan siyasal proje ve önerilerde bulunulmasının,
demokrasiye aykırı olduğu şeklinde anlaşılamayacağını söylemektedir. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine göre, bir devletin mevcut anayasal yapısıyla çatışsa
da, farklı siyasal programların önerilmesi ve bunların tartışmaya açılması,
demokratik ilkeler içerisinde kalmak ve demokrasiye zarar vermemek kaydıyla
demokrasinin özünü ifade eder diyor.
Bölünmez
bütünlük ilkesine aykırılıktan dolayı Anayasa Mahkemesinin kapatma kararı
verdiği son parti HADEP'tir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı HADEP'in devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü bozmaya yönelik eylemlerin odağı hâline
geldiği gerekçesiyle kapatılması isteminde bulunmuştur. Kapatma davasının
davalı patinin tüzük ve programının Anayasa'ya ve Siyasi Partiler Kanunu'nun
bölünmez bütünlükle ilgili kurallarına aykırılıktan dolayı değil de partinin
somut eylemleri gerekçe gösterilerek açılması yüksek yargı organlarının
tutumundaki değişime işaret etmektedir.
Ancak
Anayasa Mahkemesi, geçmiş kararlarındaki yoğunluk ve katılıkta olmasa da, yine
bölünmez bütünlük ilkesini yorumlayışında 'resmi doğrular'ı tekrarlamaktan
kendini alıkoyamamıştır. Karardaki değerlendirmesinden, Anayasa Mahkemesinin,
kültürel kimlik ve azınlık hakları ile etnik soruna ilişkin yaklaşımında özde
bir değişiklik olmadığı anlaşılmaktadır.
HADEP
hakkında verilen kapatma kararının tümü dikkatlice incelendiğinde, Anayasa
Mahkemesinin, davalı partinin şiddeti teşvik edip desteklediğini, şiddeti
politik bir araç olarak kullandığını ve şiddete dayalı bir faaliyet içinde olan
bir örgütle ilişki içinde olduğunu gösteren deliller üzerinde yoğunlaştığı
görülmektedir. Başka bir anlatımla, Anayasa Mahkemesi, davalı Partinin eylem ve
faaliyetleri ile 'şiddet' olgusu arasındaki doğrudan ve dolaylı bağlantıyı
ispatlama çabası içinde olmuştur. Ayrıca bu kararda, davalı Partinin Genel
Başkanı ile diğer yöneticilerinin soyut düşünce açıklamalarının Anayasa ve
yasaya aykırılığı tek başına irdelenmemiş, daha çok bunların şiddet olgusuyla
bağlantısı üzerinde durulmuştur.
Kürt
sorunu tartışmalarına Demokratik Toplum Partisinin yaklaşımı:
PKK,
Türkiye'nin türdeş ulus-devlet yapılanmasından kaynağını alan Kürtleri inkâr ve
asimilasyon politikasına karşı ilk etapta bir tepki hareketi olarak doğmuş, 12
Eylül darbesinin yarattığı baskı, yasak ve işkence ortamında gelişmiş, devletin
PKK'ye karşı yürüttüğü mücadelede özellikle Kürtlere karşı kullandığı aşırı ve
orantısız güç nedeniyle de geniş kitlesel tabana kavuşmuş bir harekettir.
Dolayısıyla çözümsüz bırakılan Kürt meselesinin doğurduğu PKK ile Türkiye'nin
demokratikleşemeyen ve dil yasağına dek varan türdeş ulus-devlet ideolojisi
arasında diyalektik bir ilişki vardır. Bu diyalektik ilişkiyi görmeyen, bu
realiteyi dikkate almayan hiçbir çözüm politikasının da başarı şansı olmamıştır.
Temelde partimiz Demokratik Toplum Partisinin diğer siyasi partilerin
birçoğundan farklı olarak söz konusu bu diyalektik ilişkiyi göz ardı etmeyen
yaklaşımı ve bu temelde üretmeye çalıştığı çözüm politikaları, bu davanın
açılmasının da asıl nedenini oluşturmaktadır. Yani PKK'yi Kürt sorununun bir
sonucu olarak ele alan ve bu sorundan bağımsız olarak değerlendirmeyen partisel
yaklaşımımız, bize göre bu yargılamanın temel kaynağıdır. Partimiz, PKK'yi Kürt
sorununun dışında, ondan ayrı ve bağımsız ele almanın temel bir hata olduğunu,
PKK'yi ayrı bir sorun olarak değerlendirmek yerine bir sonuç olarak
değerlendirmenin çözümü daha mümkün ve daha kolay kılacağını savunmaktadır.
Demokratik Toplum Partisi, Kürt sorunundan kaynaklı Devlet-PKK çatışmasının da
basit bir asayiş-güvenlik ve terör vakasına indirgenemeyeceği kadar çok yönlü
ve çok kapsamlı olduğunu düşünmektedir. Bu teşhis, sorunun çözümüne giden yolu
belirleme açısından hayati derecede önemlidir. Sorun salt terör sorunu olarak
tanımlarsa bu durumda yapılacak tek şey şudur; terörle mücadele adı altında,
elinde silah olan veya olmayan bütün örgüt üyelerini öldürmemiz ya da en
azından öldürmeye çalışmanız gerekir. Yine eğer sorun terör sorunu ise; bu
kişileri öldürdüğünüzde sorunun da bitmiş olması gerekir. Ayrıca terörün asıl
amacının toplumda korku, panik ve tedhiş yaratmak olduğu göz önüne alındığında,
mantıken böyle bir örgütün toplumsal desteğinin de olmaması gerekir.
Dolayısıyla böylesi bir teşhisten hareketle yapılması gereken tek şey öldürmek
olacaktır. Zaten 25 yıldır yapılanlar da tam olarak budur. Partimizin çözümsüz
siyaset dediği siyaset de işte budur.
Bu
çözümsüzlük siyasetine karşılık DTP daha reel bir bakış açısıyla objektif bir
teşhis yaparak soruna 'Kürt sorunu ' demektedir. PKK'yi de bu sorunun içinde
bir parça ve sorunun çözümünde görmezden gelinemeyecek bir aktör olarak ifade
etmektedir. Bu teşhisle soruna yaklaşıldığında, daha fazla demokrasi ve diyalog
ile hem Kürt sorununun hem Türkiye'nin genel demokrasi sorunlarının ve hem de
bunlara bağlı olarak varlığını sürdüren şiddet sorununun çözümünün çok daha
kolay ve mümkün olduğunu, partimiz ısrarlı bir dille savunmaktadır.
DTP'ye
yönelik neredeyse bütün devlet ve hükümet kurumlarının el birliğiyle başlattığı
'terörist ilan edin' baskısı, partimizin işte bu ilkesel politikalarına aykırı
bir tutumdur. Sorunu biz de resmi devlet söylemiyle tanımlarsak diğer siyasi
yaklaşımların düştüğü hataya düşmüş oluruz ve çözümsüzlük politikalarına hizmet
eden militarist yöntemleri savunmak dışında hiçbir politika üretemez hale
geliriz. Bir siyasi partinin herhangi bir sorunu tanımlama ve ona uygun çözüm
politikaları üretme konusunda özgürlüğü ve özgünlüğü olmayacaksa, bu sistemin
adı ne demokrasi ne de başka bir şey olur.
Kaldı
ki terör kavramının evrensel ölçekte kabul görmüş bir tek tanımının dahi
olmadığı, yeryüzünde neredeyse her devletin kendine göre bir 'teröristinin'
olduğu, özellikle de muhalif hareketleri bastırabilmek için, neredeyse her
silahlı hareketin en az bir devlet tarafından terörist ilan edildiği ve bu
haliyle şu anda dünyada terörist olarak tanımlanmayan hiçbir silahlı hareketin
kalmadığı da düşünüldüğünde, partimizi bu siyasi çıkar karmaşasında ille de
herhangi bir terör tanımını tartışmasız bir şekilde kabule zorlamak hukuk dışı
bir tutumdur.
Ayrıca,
sorunu resmî söylem ile aynı şekilde yorumlamamak, asla şiddeti benimsemek veya
desteklemek anlamına gelmez. Partimizin şiddete karşı olan duruşu net ve
ilkeseldir. Bu şekilde partimiz üzerinde oluşturulmaya çalışılan psikolojik
baskı ile sanki partimiz soruna 'terör sorunu' demeyerek şiddeti destekleyen
bir konumdaymış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Buna karşılık sanki terör
diyenler de şiddet karşıtı ve barıştan yanaymış gibi hava yaratılmak
istenmektedir. Oysa bu ülkede barış için en çok mücadele eden, en çok bedel
ödeyen, en çok eylem ve etkinlik yapan hareket partimiz Demokratik Toplum
Partisidir. Soruna terör sorunu diyenler ise asıl şiddet yanlısı politikalarda
ısrar eden ve çözümü sadece askeri operasyonlarda gören çevrelerdir. Bu çevreler
ve siyasi partiler bugüne kadar hiçbir çözüm projesi sunmamış, işin kolayına
kaçmış ve sorunu sürekli askerlere havale etmişlerdir. Siyaset ne yazık ki
sorumluluğunu yerine getirmekten kaçınmaktadır.
Sayın
Başsavcının iddianamede şiddet olaylarından söz ederken devlet şiddetine bir
tek kelimeyle dahi değinmemiş olması işte bu zihniyetin ürünüdür. Yakılıp
boşaltılan üç bine yakın köye, binlerce faili meçhul siyasi cinayete, kaçırılıp
gözaltında kaybedilen yüzlerce insanımıza, işkenceye maruz kalan tutuklanan
milyonlarca insana, güvenlik gerekçesiyle yakılan ormanlara, ev ve yol
aramalarında insanlarımıza yapılan hakaretlere, cezaevlerinde yaşanan insanlık
dışı işkencelere, dışkı yedirilen köylülere, köy meydanında çırılçıplak
soyularak cinsel organından iple bağlanıp dolaştırılanlara, çatışmada ölen
örgüt üyelerinin kesilen kulaklarına ve yakılan vücutlarına bir tek kelimeyle
de olsa değinilmemiş olması bu açıdan manidardır. Eğer Türkiye'de terör kavramı
tartışılacaksa işte bütün bunlar da göz önünde bulundurularak tartışılmalıdır.
PKK
lideri Abdullah Öcalan ise özellikle İmralı yargılamaları boyunca Kürt
sorununun siyasi, barışçıl ve demokratik çözümünü savunmuştur. Makul bir
çerçevede, Kürt sorununun demokratik çözümünü, demokratik birliği, özgür eşit
yurttaşlığı öngören, ayrılıkçılığı reddeden 'zorla ayrılın deseler de
ayrılmayacağız' diyen, Kürt sorununun üniter devletin veya ulus-devletin
demokratikleşmesi ve yerel yönetimlerin demokratik yetkilerinin artırılmasıyla
çözülmesini isteyen Abdullah Öcalan'ın, evrensel hukuka ve demokrasiye ters
düşmeyen bu yaklaşımını partimizin tartışmaya değer bulması normal
karşılanmalıdır. Çünkü, bizim de istediğimiz silahların susması ve gerçekten bu
sürecin sona ermesidir. Görüşlerin kimden geldiğine bakılmaksızın değerlendirilmesi,
siyasi, hukuki, ahlaki hiçbir sorun teşkil etmemektedir. Kamuoyunun üzerinde
etki yaratan bu ve benzeri görüşlerin, toplumsal barışımıza katkı sunması
doğrultusunda değerlendirilmesi siyasetçiler olarak vicdani görevimizdir. Eğer
sayın Başsavcı gazete köşeleri ve internet sitelerinden alıntı yapmak yerine
İmralı Cezaevi resmi görüşme tutanaklarını Adalet Bakanlığından isteyip de
oradan takip etseydi belki de bu konudaki fikirleri değişmiş olacaktı.
Görülecektir
ki, bu görüşlerin hiçbiri şiddet içermediği gibi, her biri demokrasiyi ve
barışı ifade etmektedir. Kürt sorununun çözümünü içeren bu görüşler, Türkiye
Cumhuriyeti'nin varlığını tehlikeye sokmayacak ve Türk halkının onurunu
sarsmayacak içeriktedir. Bu durum, ifade edilen görüşleri çok daha önemli ve
uygulanabilir kılmaktadır.
Türkiye'de
25 yıldan beridir yaşanan çatışmaları sonlandırmak için iyi niyetle çabasını
ortaya koyan herkese kulak verilmesi barışçıl politikaların bir gereğidir.
Kaldı
ki devlet organlarının birçoğunun dahi dikkatle izleyip değerlendirmeye
çalıştığı, bizzat devlet yetkililerinin İmralı'ya giderek kendisinin
görüşlerini aldığı düşünüldüğünde, partimizin böylesi bir suçlamayla
karşılaşması haksızlıktır. Öcalan konusunda başımızı kuma gömerek devekuşu
siyaseti yapmamız beklenemez. Toplumsal, sosyal, siyasal bir realite olmasından
kaynaklı olarak bu bir zorunluluktur. Siyasetçinin görevi temsil ettiği
toplumun sorunlarını çözmek olduğuna göre, ülkemizdeki şiddetin durması için
yapılan her çağrıya kulak vermek bizler açısından kaçınılmazdır. Bu konudaki 25
yıllık hatalı politikaları eleştiren bir siyasal hareket olarak gerçekçi
yaklaşımlar ortaya koymak ve yaşanan acıları dindirmek bizler açısından tarihi
bir misyondur. DTP'nin bu önemli misyonunu yerine getirebilmesi ve sorunun
tümüyle demokratik zemine çekilebilmesi için partimizin önünün açılması
gerekir. Böylesi tarihî bir gelişme, Türkiye demokrasisine muazzam bir katkı
yapacaktır. Tersi durumun yaratacağı sorunların iyi görülmesi gerekir. Bizlere
umudunu bağlayan milyonlarca insanın demokratik sisteme olan inançlarını
kırmamamız gerekir.
Şimdi
izninizle son olarak iddianamedeki atılı suçların hâlihazırda bulunduğu aşamalara
dair çok kısa istatistiki bilgiler sunmak istiyorum.
İddianamede
yer alan 141 soruşturma ve dava dosyasının 'bulunduğu aşama' yönünden
incelenmesinde; hali hazırda;
Derdest
dosyalar 126 adet dosyanın halen soruşturması veya yargılaması sürmektedir.
Kesinleşen
dosyalar 15 adet soruşturma veya dava dosyasının yargılamaları sona ermiş,
verilen kararlar kesinleşmiştir.
Kesinleşen
bu kararlar şunlardır: 10'u berat, 1'i takipsizlik, 4 para cezası, 1 erteleme,
2 hapis cezası. Bu cezalardan bir tanesi daha DTP kurulmadan önce işlenmiş bir
suça dairdir.
İddianamede
yer alan suçların % 89.36 sı kesinleşmiş yargı kararı yoktur. iddianamede yer
alan 141 eylem partinin kapatılmasını gerektirecek nitelikte olmayıp, 129'u
yani %93'ü ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken
olaylardır.
Asgari
200 bin üyesi bulunan partimizin kapatılması nedenini oluşturduğu iddia edilen
141 maddelik eylem listesi incelendiğinde;
-
129 adet iddianın sözlü beyan ve basın açıklaması olduğu,
-
4 olayda isimleri geçen kişilerin parti üyesi olmadığı
-
12 davanın beratla sonuçlandığı,
-
31 davanın halen derdest olduğu
-
33 hazırlık soruşturmasının devam ettiği;
-
38 davanın Yargıtay aşamasında olduğu,
-
9 davada verilen kısa süreli cezaların para cezasına çevrildiği;
Bir
davada da kısa süreli ceza nedeniyle erteleme mevcut olduğu anlaşılmaktadır.
Esasen
birçok mahkûmiyet kararında Ceza Muhakemeleri Kanunun 231. maddesindeki 'hükmün
açıklanmasının ertelenmesi' uygulamasının yapılmadığı, yapılması halinde
'hiçbir hukuksal sonuç doğurmayacağı' açıktır.
İddianameye
konu olan 141 eylemin 129'u yani %93'ünün düşünce açıklama özgürlüğüyle ilgili
olduğu ve bunların 'kesinleşmeleri' halinde bile, birçoğunun Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinden geri döneceği davalar niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
İddianamede
sunulan kanıtların bir kısmı gerçeğe aykırı çarptırılmış ve hukuksal değerli
olmayan zorlama kanıtlardır:
İddianamede
yer alan 141 maddelik eylem listesinin;
-
12 davada verilen beraat kararlarının Yüksek Mahkemeden gizlendiği;
-
4 ayrı eylemde partili olduğu iddia edilen kişilerin parti ile hiçbir ilişkisi
bulunmadığı anlaşılmaktadır.
SONUÇ
VE İSTEM:
Önsavunma
dilekçemizde yer alan;
-
İddianamede yer alan 141 eylemle ile ilgili soruşturma ve dava sonuçlarının
akıbetinin sorulmasına, anılan soruşturma ve davaların sonuçlanıp
kesinleşmelerinin BEKLENMESİNE;
-
İmralı Cezaevi Müdürlüğünden görsel ve yazılı görüşme kayıtlarının istenmesine,
-
Dışişleri Bakanlığından bugüne kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından
verilen parti kapatma kararlarının orijinal çevirilerinin istenmesine,
-
Maliye hazinesinden parti kapatmalar ve dokunulmazlıklar nedeniyle verilen
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları sonucu ne kadar tazminat ve gider
ödendiği (Hükümet tarafından tutulan yabancı avukatlara yapılan ödemeler dahil)
bu ödemeler nedeniyle sorumlular hakkında rücu yoluna gidilip gidilmediğinin
sorulmasına,
-Siyasi
Partiler Kanunu'nun 78, 80, 81, 101 ve 103'ncü maddeleri, anayasanın 2, 3, 10,
36, 37, 38, 42, 66, 68, 69'ncu maddelerine aykırı olduğundan; Anayasaya
aykırılık iddiamızın ciddi kabul edilerek, bu maddelerin iptaline,
-
Siyaseten yasaklanması istenen tüm üyelerin davaya 'müdahil' olarak kabullerine
ve savunmalarını yapmaları için kendilerine süre verilmesine,
-
Başsavcılığın ihtiyati tedbir isteminin reddine,
-
Yukarıda ayrıntılı olarak sunduğumuz ve Sayın Mahkemenizin resen gözeteceği
nedenlerle; yasa ve yönteme, eşitlik ilkesine, düşünce özgürlüğüne, Anayasa,
Siyasi Partiler ve Seçim Yasalarına, Yüksek Seçim Kurulu kararlarına, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili
maddelerine, tüm ulusal ve ulusalüstü belgelere, kısaca hukuka ve adalete
aykırı davada;
Sayın
başsavcının tek tek iddialarına karşı ekte sunacağım dosyada ayrıntılı bir
savunma bulunmaktadır. Bu nedenle sözü bu şekilde burada uzatarak gereksiz yere
zamanınızı almak istemiyorum. Son söz olarak şunları ifade etmek istiyorum:
Sayın
Başkan, Yüce Mahkemenin sayın üyeleri; Partimiz Demokratik Toplum Partisi,
Türkiye'de başta Kürt sorunu olmak üzere temel bütün sorunların kalıcı çözümüne
dönük önemli bir role ve misyona sahiptir. Bu rolümüzü oynayabileceğimiz
zeminler dahi yaratılmadan partimizin kapatılması büyük bir talihsizlik
olacaktır. Özellikle Meclise girdiğimiz günden bu yana diyalog kanallarını
zorlayarak akan kanı durdurmaya çalışan olağanüstü insani çabamızın görmezden
gelinmesi Türkiye'ye kazandırmak yerine maalesef ki kaybettirmiştir. Birlikte
yaşamın mümkün olduğu, amacımızın da bu olduğu, kardeşçe kucaklaşmanın
hepimizin ortak özlemi olduğu, daha demokratik bir cumhuriyetin hepimizin hakkı
olduğu inancını güçlü bir şekilde savunan partimiz, Türkiye demokrasisi
açısından büyük bir şanstır.
Sayın
Başkan, Parlamentoya geldiğimizden beri sorunun çözüm yerini Ankara, çözüm
merkezinin Parlamento olduğunu hep ifade ettim. Bu inançla bugün siyaset
yapıyoruz. Amacımız demokratik, sivil yöntemlerle ülkemizi kucaklaştırmaktır.
Bugün duygusal atmosferi aşacak, halkı sevgiyle kucaklaşacak bir ortak akla
ihtiyaç vardır, bir diyaloga ihtiyaç var. Biz aslında Türkiye'de bunu
gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Verdiğimiz iki önemli mesaj var: Güç kullanarak,
sopa politikasıyla bu sorunun çözülmeyeceğini, yine diğer tarafta silahı hak
arama yöntemi olarak kullanmanın sorunu çözmeyeceğini çok açık bir şekilde
ifade etmekteyiz. Ancak bize çok önemli bir sorumluluk düşmektedir. Biz o
bölgeden geliyoruz, yaşanan süreçleri biliyoruz, yaşanan olayları biliyoruz,
yaşanan Ergenekonları biliyoruz, Ergenekonların beslendiği kaynakları
biliyoruz. Biz on yıl önce bunları dile getirdiğimizde kimse buna inanmıyordu;
ama, biz bunları yaşamıştık.
Türkiye'nin,
diyalogla, ortak akılla, uzlaşıyla sorunları çözmesinden başka bir seçeneği
yoktur. Biz rolümüzü o şekilde, etkin bir şekilde oynamak istiyoruz. Evet,
bugün biliyoruz eğer duygusal bir atmosferin etkisinde bir kararı oluşturursak
bu partinin kapatılması için bin sebep var; ama, barış, uzlaşı, diyalog,
hukukun üstünlüğü, demokratik değerlerin topluma yansıtılması konusunda
değerlendirirsek, kapatılmaması için de bin bir sebep var.
Gerçekten
bu şansın heba edilmeyeceğine inanıyoruz. Yüce Mahkemenizin hukukun temel
felsefesinden hareketle hukukun birlikte yaşamayı kolaylaştıran bir görevi
olduğunu göz önünde tutarak karar vereceğinize inanıyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum'.
VII- İNCELEME
A- İDDİANAMENİN KABULÜ KARARI
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Mustafa YILDIRIM, Cafer ŞAT, A. Necmi
ÖZLER, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ'ın
katılımlarıyla 23.11.2007 gününde yapılan ön inceleme toplantısında, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının Demokratik Toplum Partisi'nin temelli kapatılmasına
karar verilmesi istemini içeren 16.11.2007 günlü, SP.135 Hz.2007/2 sayılı
iddianamesinin Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 175. maddesine göre kabulüne
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
B- ÖN SORUNLAR
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının iddianamesinde kapatma istemi dışında Davalı Parti'ye
yönelik bazı tedbirlerin uygulanması istemine de yer verilmiş, bunun yanında
Davalı Parti tarafından da bazı istemler ileri sürülmüştür. Davanın esası
hakkında karar verilmeden önce bu istemler hakkında karar verilmiştir.
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının İstemleri
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının iddianamesinde, kapatma ve yasaklılık istemleri
dışında ayrıca, giderilmesi güç veya olanaksız durumların ortaya çıkmaması
için, dava süresince Anayasa Mahkemesi'nin her türlü tedbire karar verebilmesi
gerektiği, eylemler ve ağırlıkları gözetilerek, Demokratik Toplum Partisi'nin
dava süresince olası faaliyetleri de dikkate alınarak, giderilmesi güç ve
olanaksız durumların ortaya çıkmaması yönünden:
-Dava
tarihinden itibaren yapılacak seçimlere katılmaktan alıkonulması, ayrıca dava
tarihinde parti üye veya yöneticisi olanların bir başka siyasi parti
listesinden veya bağımsız olarak dava süresince seçimlere katılmasının
önlenmesi,
-
Ödenecek hazine yardımlarının banka hesabında blokesi,
-
Üye kayıtlarının durdurulması,
önlemlerinin
uygulanması hukuksal gereklilik olduğundan, dava süresince devam etmek
koşuluyla, ivedilikle bu önlemlere hükmedilmesi istenilmiştir.
Davalı
Parti savunmalarında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının talep ettiği önlemler
arasında yer alan 'Bu çerçevede dava süresince Anayasa Mahkemesi, davalı
partinin faaliyetlerinin durdurulması, SPY ve parti tüzüğünde gösterilen
belirli veya bütün organlarının faaliyetlerinin durdurulması, dava süresince
seçimlere katılamaması ayrıca dava tarihinde parti üyesi olanların bir başka
siyasi parti listesinden veya bağımsız olarak da dava süresince seçimlere
katılmasının önlenmesi, ödenecek hazine yardımlarının banka hesabında blokesi,
üye kayıtlarının durdurulması gibi önlemlere hükmedebilecektir' şeklindeki
ifadelerin hukuk sınırlarını aşan, anti-demokratik talepler olduğunu belirterek
istemlerin reddine karar verilmesini istemiştir.
27.12.2007
gününde Başkan Haşim KILIÇ, Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Üyeler Sacit
ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN,Mehmet ERTEN, A. Necmi ÖZLER, Serdar
ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ'ın katılımlarıyla
yapılan oturumda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının istemleri ile ilgili
olarak aşağıdaki karar alınmıştır;
'Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının, Demokratik Toplum Partisi'nin temelli kapatılmasına
karar verilmesi istemini içeren 16.11.2007 günlü, SP.135. Hz. 2007/2 sayılı
iddianamesi ve ekleri, konuya ilişkin rapor, ilgili Anayasa ve yasa kuralları
okundu, gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı'nın, davalı Parti'nin dava süresince yapılacak seçimlere
katılamayacağına, dava tarihinde Parti bünyesinde üye, yönetici, belediye
başkanı ve milletvekili olarak görev alanların bir başka siyasi parti
listesinden veya bağımsız olarak dava süresince seçimlere katılamayacağına,
Parti'ye ödenebilecek hazine yardımlarının banka hesabında blokesine ve Parti'nin
üye kayıtlarının durdurulmasına yönelik;
1-Tedbir istemleriyle
ilgili olarak davalı Parti'nin savunmasının alınmasına gerek bulunmadığına,
Fulya KANTARCIOĞLU'nun 'Davalı Parti'nin savunmasının alınması gerektiği'
yolundaki karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2-Tedbir istemlerinin bu
aşamada koşulları oluşmadığından REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT'ün 'Davalı Parti'ye ödenebilecek hazine yardımlarının banka hesabında
blokesine ve davalı Parti'nin üye kayıtlarının durdurulmasına', Mehmet ERTEN'in
ise 'Davalı Parti'ye ödenebilecek hazine yardımlarının banka hesabında
blokesine' ilişkin istemlerin koşulları oluştuğundan kabulüne karar verilmesi
gerektiği yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B-Gereği için karar
örneğinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmesine, OYBİRLİĞİYLE,
27.12.2007
gününde karar verildi'.
2- Davalı Demokratik Toplum Partisi'nin İstemleri
Davalı
Parti'nin 11.2.2008 günlü ön savunmasında;
1- İddianamede yer alan
141 eylemle ile ilgili soruşturma sonuçlarının akıbetinin sorulmasına,
2- İmralı Cezaevi
Müdürlüğünden görsel ve yazılı görüşme kayıtlarının istenmesine,
3- Dışişleri
Bakanlığından bugüne kadar AİHM tarafından verilen parti kapatma kararlarının
orijinal çevirilerinin istenmesine,
4- Maliye hazinesinden
parti kapatmalar ve dokunulmazlıklar nedeniyle verilen AİHM kararları sonucu ne
kadar tazminat ve gider ödendiği (Hükümet tarafından tutulan yabancı avukatlara
yapılan ödemeler dahil) bu ödemeler nedeniyle sorumlular hakkında rücu yoluna
gidilip gidilmediğinin sorulmasına,
5- SPK'nun 78, 80, 81,
101 ve 103 üncü maddelerinin, yapılan anayasa değişiklikleri sonucu,
Anayasa'nın 2, 3, 10, 42, 66, 68, 69 uncu maddelerine aykırı olduğundan;
Anayasaya aykırılık iddiamızın ciddi kabul edilerek iptaline,
6- Siyaseten yasaklanması
istenen tüm üyelerin davaya 'müdahil' olarak kabullerini ve savunmalarını
yapmaları için kendilerine süre verilmesine,
7-
Hazine yardımı yapılmadığından bu talebin reddine,
karar
verilmesini istemiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı esas hakkında görüşünde, davalı Parti'nin istemleri ile
ilgili olarak, Anayasa'nın 68 ve 69. maddelerinde ve Siyasi Partiler Yasası'nın
101 ve 103. maddelerinde bir siyasi partinin kapatılmasına konu olan bireysel
eylemlerin yargılamalarının tamamlanması ve buna bağlı olarak belli bir suç
veya suçlardan mahkumiyet şartının öngörülmemiş olduğunu, eylemin
gerçekleştirilmesinin esas alındığını, söz konusu düzenlemelere göre odaklığı
tesbit ederken Anayasa Mahkemesi'nin 'eylemleri' değerlendireceğini, bu nedenle
davalı partinin ön savunmasında ileri sürdüğü suç ya da eylemlerin yargı
sürecinin beklenmesi gereğine dair itirazın hukuki gerekçesinin bulunmadığını,
SPK.'nun 101 ve 103. maddelerinin tamamen Anayasa hükümleri paralelinde
düzenlemeler içermekte olup, Anayasa'ya aykırılıklarından söz edilmesinin
mümkün bulunmadığını, hükümlülerin görüşmelerinin de dahil olduğu infaz
hukukuna ait düzenlemelerin 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde gerçekleştirildiğini, anılan yasaya göre
görüşmelerin görsel ve yazılı kayıt altına alınmasının hukuken mümkün
olmadığını bu nedenle görüşme kayıtlarının istenmesi yolundaki mümkün olmayan
talebin reddine karar verilmesi gerektiğini, ön savunmanın sonuç bölümünün 3 ve
4. numaralarında yer alan istemlerin, davanın konusu ile ilgilerinin ve hükme
etkilerinin bulunmadığını, Anayasa'nın 149. maddesinin dördüncü fıkrasında
Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri
dosya üzerinden inceleyeceğinin, ancak gerekli görüldüğü durumlarda sözlü
açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları
çağırabileceğinin öngörülmekte olduğunu, siyasi parti kapatma davalarında ise
siyasetten yasaklanması istenilen kişilerin konumları itibarıyla mağdur ve
suçtan zarar gören sıfatları bulunmayıp, eylemleri davalı partinin tüzel
kişiliği bünyesinde değerlendirilen kişiler olmaları nedeniyle davaya müdahil
olarak katılmalarına karar verilemeyeceğini ileri sürerek davalı Parti'nin
istemlerinin reddine karar verilmesini istemiştir.
21.5.2008
gününde Başkan Haşim KILIÇ, Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Üyeler Sacit
ADALI, Ahmet AKYALÇIN,Mehmet ERTEN, Mustafa YILDIRIM, A. Necmi ÖZLER, Serdar
ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ'ın katılımlarıyla
yapılan oturumda Davalı Demokratik Toplum Partisi'nin istemleri ile ilgili
olarak aşağıdaki karar alınmıştır;
'Demokratik
Toplum Partisi'nin 11.2.2008 günlü ön savunmasında ileri sürdüğü istemler,
ilgili Anayasa ve yasa kuralları okundu, gereği görüşülüp düşünüldü;
1-İddianamede yer alan
141 eylem hakkındaki soruşturma sonuçlarının sözlü savunmaya kadar takip
edilmesine,
2-İmralı Cezaevi'ndeki
avukat görüşmelerine ait yazılı ve görsel kayıtların istenmesine ilişkin
istemin daha sonra karara bağlanmasına,
3-Dışişleri
Bakanlığı'ndan bugüne kadar siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin olarak
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen kararların orijinal Türkçe
tercümelerinin istenmesi talebinin REDDİNE,
4- Maliye Bakanlığı'ndan
siyasi partilerin kapatılması ve dokunulmazlıklar nedeniyle Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'nce verilen ihlal kararlarına dayalı olarak ne kadar tazminat
ve gider ödendiğinin, bu ödemeler nedeniyle sorumlular hakkında rücu yoluna
gidilip gidilmediğinin sorulması talebinin REDDİNE,
5- 22.4.1983 günlü, 2820
sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun;
a-
78., 80. ve 81. maddelerinin Anayasa'ya aykırı olduğu yolundaki istemin ciddi
olmadığından REDDİNE, Sacit ADALI, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet
ERTEN ve Zehra Ayla PERKTAŞ'ın E.1999/1 (Siyasi Parti - Kapatma) sayılı davanın
9.7.2002 günlü ara kararında belirtilen gerekçeye katıldıkları yolundaki farklı
gerekçeleriyle,
b- 101. ve 103.
maddelerinin Anayasa'ya aykırı olduğu yolundaki istemin ciddi olmadığından REDDİNE,
21.5.2008
gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi'.
C- GENEL AÇIKLAMA
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, 120 sayfa ve ekli 42 klasörden oluşan 16.11.2007 gün
ve SP.135 Hz.2007/2 sayılı iddianamesiyle; davalı Parti'nin terör örgütü tarafından
kurdurulduğu ve yönetildiğine dair bilgiler, gerçekleşen eylemler ve
kesinleşmiş mahkeme kararları ile Yerel Cumhuriyet Başsavcılıklarında devam
eden hazırlık soruşturmalarına ve mahkemelerde açılmış bulunan kamu davalarına
konu olan ve ayrıca parti üyeleri tarafından gerçekleştirilen eylemler ve
sarfedilen beyanlar ile Parti tüzük ve programındaki kimi anlatımlar dikkate
alınmak suretiyle Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılmasına karar verilmesini
istemiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının iddianamesinin ekinde gönderilen klasörler; Abdullah
Öcalan'ın avukat görüşme notlarını içeren gazete ve internet çıktıları, terör
örgütü ile davalı Parti arasındaki ilişkiyi ortaya koyan haberleri içeren
gazete küpürleri, parti üyeleri tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen 141
adet eylemle ilgili soruşturma ve/veya kovuşturmaya ilişkin belgeler,
haklarında yasaklama istenen şahıslara ait üyelik, doğum ve sabıka kayıtları,
davalı Parti'nin tüzük ve programı, kurucular listesi ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararını içermektedir.
2949
sayılı Yasa'nın 33. maddesine göre siyasi parti kapatma davaları, Ceza
Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanarak dosya üzerinden karara bağlanmaktadır.
Muhakemenin yürütülmesi, hükmün tesisi ve oylamalara ilişkin hususlarda
Anayasa'da ve 2949 sayılı Yasa'da özel hükümler bulunmadığı sürece 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanacaktır. Anayasa Mahkemesi'nin önceki
kararlarında ifade edildiği gibi siyasi parti kapatma davaları ceza niteliği
ağır basan kendine özgü davalardır.
3.10.2001
günlü 4709 sayılı Yasa ile Anayasa'nın 149. maddesinde yapılan değişiklikle
siyasi parti kapatma davalarında kapatılmaya karar verilebilmesi için beşte üç oy
çokluğu şartı getirilmiştir. Anayasa'nın 69. maddesinin altıncı fıkrası, bir
siyasi partinin kapatılmasını Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrası
hükümlerine aykırı eylemlerin odağı haline gelme koşuluna bağlamaktadır.
Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin yoğunluğu ve
ağırlığı partinin kapatılması ya da devlet yardımından yoksun kılınması
yaptırımının temelini oluşturmaktadır. Her bir eylemin gerçekleşip
gerçekleşmediğinin ve Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasının kapsamında
olup olmadığının saptanması, uygulanacak yaptırımı doğrudan doğruya
etkilemektedir. Bu nedenle nihai karar öncesi aşamalardaki oylamaların salt
çoğunlukla yapılarak bir siyasi partinin Anayasa'ya aykırı eylemlerin odağı
haline geldiğinin saptanması uygulanacak yaptırımı doğrudan etkileyeceğinden
Anayasa'nın 149. maddesinde belirtilen nitelikli çoğunluk şartının
işlevselliğini engeller. Açıklanan nedenlerle kanıtların değerlendirilmesi
oylamalarında da Anayasa'nın 149. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen beşte
üç oy çoğunluğunun aranması gerekmektedir.
Anayasa'nın
149. ve 2949 sayılı Yasanın 33. maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesinin Yüce
Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinden inceleyip
karara bağlayacağı, siyasi parti kapatma davalarında da sözlü savunmanın ancak
siyasi parti genel başkanlığı veya tayin edeceği bir vekil tarafından
yapılabileceği gözetildiğinde, beyan ve eylemleri nedeniyle kapatma davasında
adı geçen parti mensuplarının yazılı savunmalarını Anayasa Mahkemesine sunulmak
üzere davalı Parti'ye ulaştırmalarına bir engel bulunmadığı sonucuna
varılmıştır. Nitekim hakkında yasaklama istenilen şahıslardan Halil İmrek
tarafından 8.9.2008 günlü, İbrahim Binici tarafından 16.9.2008 günlü bireysel
savunma dilekçeleri sunulmuştur.
Davalı
parti üyelerinin parti kurulmadan önceki eylemleri ile iddianamede belirtilen
ve parti kurulmadan önce gerçekleşen olayların hükme esas alınıp alınmayacağı
tartışılmıştır. Anayasa'nın 69. maddesinin altıncı fıkrasında parti üyelerinin
ya da parti organlarının eylemlerinden söz edildiğine göre, davalı parti
kurulmadan önce gerçekleşmiş eylemlerin partiye isnat edilmesi mümkün
görülmemiştir. Bu gerekçeye göre, davalı Parti'nin İmralı Cezaevi'ndeki avukat
görüşmelerine ait yazılı ve görsel kayıtların istenmesine ilişkin isteminin de
reddine karar verilmiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı, Davalı Siyasi Parti'nin kapatılması istemi ile birlikte
isimlerini saydığı 221 kişi için de yasaklama isteminde bulunmuştur. Ancak
yapılan incelemeler sonucunda, iddianamede Burak Avcı ismine sehven yer
verildiği ve isimleri geçen şahıslardan Halil İrmek, Mehmet Sefa Güngör ve
Mehmet Topçu'nun davalı Parti'nin üyesi olmadıkları anlaşılmıştır. davalı Parti
üyesi olan Fevzi Kara hakkında yasaklama istenmiş ise de, adı geçen şahsın dava
açılmadan önce 11.10.2007 tarihinde öldüğü saptanmıştır.
Davalı
Demokratik Toplum Partisinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı
4.4.2007 günlü, 2007/127 sayılı yazı ile, Partinin 1. Olağanüstü Kongresinin
28.2.2007 tarihinde yapıldığı belirtilerek, Kongrede seçilen Parti Meclisi asıl
ve yedek üyeleri çizelgesi ve Merkez Yönetim Kurulu görev dağılımı, Merkez Disiplin
Kurulu asıl ve yedek üyeleri çizelgesi ve ilk kez seçilenlere ilişkin evrakın
gönderildiği anlaşılmıştır.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının Davalı Demokratik Toplum Partisine hitaben yazdığı
16.5.2007 günlü, SP.135 Muh.2007/305 sayılı yazı ile, Leyla Zana ve Selim
Sadak'ın mahkumiyet hükümlerinin infazlarının durdurulmuş olduğunun,
hükümlülüklerinin ortadan kalkmadığının, infazlarının askıya alındığının
belirtildiği, Partinin 1. Olağanüstü Kongresine ait evrakın incelenmesinden adı
geçenlerin Parti Meclisi asıl üyeliklerine seçildiklerinin görüldüğü, partiye
üye olmayanların parti organlarında görev alamayacaklarının öngörülmüş
bulunması nedeniyle bu kişilerin Siyasi Partiler Kanunu'nun 'siyasi partiye üye
olamayacakları' belirleyen 11/b maddesi gereğince parti üyeliğinden ve parti
organlarında aldıkları görevlerden çıkartılmasının istendiği anlaşılmıştır.
Aynı yazıda Diyarbakır il yönetim kurulu üyesi Hilmi Aydoğdu'nun da kesinleşmiş
müebbet ağır hapis cezasına hükümlü olduğu belirtilerek parti üyeliğinden
çıkartılması istenmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının anılan yazısına rağmen kapatma
davasının açıldığı tarihe kadar davalı Parti tarafından Leyla Zana, Selim Sadak
ve Hilmi Aydoğdu ile ilgili yazı gereğinin yerine getirilmediği, adı geçenlerin
partiye üye olmadıkları ile ilgili olarak yargılama sürecinde de davalı Parti
veya ilgililer tarafından da herhangi bir savunma yapılmadığı anlaşılmıştır.
Yukarıda
belirtilen esas ve ölçütler gözetilerek yapılan incelemelerde, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının iddianamesinde gösterilen eylemlerden; davalı Partinin
kuruluşundan önceye ait olduğu görülen, davalı Parti ile ilişkisi kurulamayan,
gerçekleştiği veya davalı Parti mensuplarınca gerçekleştirildiği saptanamayan
veya düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğu sonucuna varılan eylemlerin
Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında değerlendirmeye esas
alınamayacağı sonucuna varılmıştır.
Nitelikli
çoğunluk sağlanan aşağıdaki eylemlerin ise Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü
fıkrası kapsamında kaldığı sonucuna ulaşılmıştır.
D- DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
§- PARTİ BİNALARINDA YAPILAN ARAMALARDA ELE GEÇİRİLEN YAYIN, EŞYA VE
DİĞER BELGELER
Adli
yargı makamlarınca yürütülen çeşitli soruşturmalar nedeniyle yetkili ve görevli
yargı birimlerince verilen kararlar üzerine, davalı Parti'nin bazı teşkilat
binalarında aramalar yapılmış ve bu aramalarda davalı Parti ile PKK terör
örgütü arasındaki bağlantıyı ortaya koyacak nitelikte yayın, eşya ve diğer
belgeler ele geçirilmiştir.
1- DTP Mardin
Nusaybin İlçe Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
Nusaybin
Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan soruşturma kapsamında aynı yer
Sulh Ceza Mahkemesinin 14.4.2006 günlü ve 2006/195 sayılı arama kararına
dayanılarak, DTP Nusaybin İlçe binasında güvenlik kuvvetlerince 14.4.2006 tarihinde
yapılan aramada; ölen teröristlerin fotoğraflarının özel bir bölümde
sergilendiği, örgüt elebaşısının fotoğraflarının duvarlara asıldığı,
gösterilerde güvenlik kuvvetlerine karşı kullanılmak üzere hazırlanan sapan ve
bilyeler, terör örgütünü ve faaliyetlerini öven yasadışı pankart ve dövizler
ile PKK terör örgütünün sözde bayraklarının ele geçirildiği, dosyadaki tutanak
ve CD görüntülerinden anlaşılmıştır.
2- DTP Siirt İl
Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
Siirt
Sulh Ceza Mahkemesinin 31.8.2006 günlü ve 2006/662-659 sayılı arama kararına
dayanılarak, DTP Siirt İl binasında güvenlik kuvvetlerince 31.8.2006 tarihinde
yapılan aramada; terör örgütünü ve elebaşısı Abdullah Öcalan'ı övücü
pankartlar, özel olarak kesilmiş yüz maskeleri, terör örgütünün sözde
bayrakları, Abdullah Öcalan'ın posterleri, örgütü tanıtan ve öven yayınlar ile
örgüt militanlarının resimlerinin bulunduğu, dosyadaki tutanak ve CD çözüm
tutanağından anlaşılmıştır.
3- DTP Kocaeli
Gebze İlçesi Darıca Beldesi Teşkilat Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve
Diğer Belgeler
DTP
Gebze İlçesi Darıca Beldesi belde teşkilat binasında 30.8.2006 tarihinde
yapılan yasal aramada; Abdullah Öcalan ve örgütün diğer üyelerinin duvarlara
yapıştırılmış resimleri, değişik mahkemelerce haklarında toplatma kararı
verilen terör örgütünün propagandasını içeren yasaklanmış dergilerin bulunduğu,
dosyadaki tutanaklardan anlaşılmıştır.
4- DTP Van İl Teşkilat
Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
DTP
Van il teşkilat binasında 18.2.2007 tarihinde yapılan yasal aramada; terör
örgütü lideri ve mensuplarının resimleri, PKK terör örgütünün internet
sitesinden alınmış dökümler, terör örgütü liderinin yazdığı kitaplar,
haklarında toplatma kararı bulunan çok sayıda yayın ile terör örgütünün program
ve tüzüğünün bulunduğu, dosyadaki tutanaktan anlaşılmıştır.
5- DTP Kocaeli
Gebze İlçesi Teşkilat Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
DTP
Gebze ilçesi teşkilat binasında 11.3.2007 tarihinde yapılan yasal aramada;
molotof kokteyli yapımında kullanılmak üzere hazırlanan boş bira şişeleri ve
bez parçaları, terör örgütü liderinin ve diğer örgüt üyelerinin resimlerinin
asıldığı pano, terör örgütü liderinin resimlerinin bulunduğu dövizler ile terör
örgütü lideri ve değişik kişiler tarafından yazılmış terör örgütünün
propagandasını içeren kitapların bulunduğu, dosyadaki tutanaklar ve CD görüntülerinden
anlaşılmıştır.
6- DTP İzmir Konak
İlçe Teşkilat Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
DTP
İzmir Konak ilçe binasında 13.3.2007 (bu tarih iddianamede 15.2.2007 olarak
yazılmıştır) tarihinde yapılan yasal aramada; terör örgütünü simgeleyen çok
sayıda bayrak, terör örgütü liderinin duvara çerçeveyle asılmış posterleri, PKK
teröristlerinin silah üzerine yemin ettiklerini gösteren kartpostallar, mahkeme
kararı ile haklarında yasaklama ve toplatma kararı verilen terör örgütünün
yayını niteliğindeki çok sayıda dergi ve kitaplar, terör örgütü liderinin
cezaevinde avukatlarıyla yaptıkları görüşme notlarını içeren belgeler, terör
örgütü ve liderini öven döviz ve pankartların bulunduğu, dosyadaki tutanak, CD
ve fotoğraflardan anlaşılmıştır.
7- DTP Balıkesir
İl Teşkilat Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
DTP
Balıkesir il binasında 6.3.2007 tarihinde yapılan yasal aramada; haklarında
toplatma kararı verilen ve aralarında terör örgütü liderinin yazdıkları da
bulunan toplam 34 kitap, teröristlerin ve Öcalan'ın resminin bulunduğu 4 adet
poster, CD ve video kasetlerinin bulunduğu, dosyadaki tutanak ve belgelerden
anlaşılmıştır.
8- DTP Osmaniye İl
Teşkilat Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
DTP
Osmaniye il binasında 27.11.2006 tarihinde yapılan yasal aramada; terör örgütü
lideri tarafından yazılmış ve haklarında yasaklama kararı bulunan çok sayıda
yasak yayın, silahlı PKK terör örgütü üyelerinin duvarlara asılmış çerçeveli
resimleri, terör örgütü üyelerinin kırsal alanda çekilmiş ve duvardaki panolara
iliştirilmiş çerçeveli resimleri, PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün sözde
başkanlık konseyi tarafından hazırlanmış beş sayfalık bildirinin bulunduğu,
dosyadaki tutanak ve belgelerden anlaşılmıştır.
9-
DTP Batman İl Teşkilat Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
DTP
Batman il binasında 2.3.2007 tarihinde yapılan yasal aramada;yasadışı örgüt
elebaşısı Abdullah Öcalan ile diğer örgüt mensuplarının duvarlara asılı
resimleri ile üzerinde Pazaryeri mahallesi yazılı 26 kişinin isminin bulunduğu,
karşılarında 'Şehit-gerilla-tutuklu' yazılı bulunan çizgili A-4 kağıt, binada
bulunan bir masanın çekmesinde bir adet 4 sayfadan oluşan Koma Komalen
Kürdistan (KKK'nın) genel esaslarının yer aldığı broşür, parti kütüphanesinde
Abdullah ÖCALAN'ın yazdığı kitaplar, haklarında yasaklama kararı bulunan terör
örgütünün propagandasını yapan dergiler ve kitapların bulunduğu, dosyadaki
tutanaklar ve CD çözüm tutanaklarından anlaşılmıştır.
10- DTP Şanlıurfa
Halfeti İlçesi Yukarıgöklü Belde Teşkilat Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya
ve Diğer Belgeler
DTP
Şanlıurfa Halfeti ilçesi Yukarıgöklü belde teşkilat binasında 17.5.2007
tarihinde yapılan yasal aramada; üzerinde 'Operasyonlara dur de, Öcalan'a
özgürlük' yazılı üç adet yelek, Abdullah Öcalan tarafından yazılmış iki kitap,
terör örgütünün propagandasını içeren çok sayıda kitaplar ve terör örgütü
liderini öven pankartların bulunduğu, dosyadaki tutanaklardan anlaşılmıştır.
11- DTP İstanbul
Arnavutköy Belde Teşkilat Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
DTP
İstanbul Arnavutköy belde teşkilat binasında 4.9.2006 tarihinde (bu tarih
iddianamede 11.9.2006 olarak yazılmıştır) yapılan yasal aramada; duvardaki
panolarda teröristbaşı Öcalan'ın resimleri, yine panolara asılmış ve üzerinde
'şehitler onurumuzdur, onurumuza sahip çıkalım' yazısı bulunan öldürülen
teröristlerin resimleri, elinde roketatar ve kalaşnikof tüfek bulunan iki kadın
teröriste ait resimler, terör örgütü liderinin yazdığı 'Halk Cumhuriyetine
Doğru' isimli bir kitap ile toplam ondört sayfadan oluşan terör örgütü
lideriyle yapılan üç ayrı görüşme notlarının bulunduğu, dosyadaki tutanak ve
belgelerden anlaşılmıştır.
12- DTP İstanbul
Bağcılar İlçe Teşkilat Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
Terör
örgütünün üst düzey yöneticilerinin toplantı yaptıkları ihbarı üzerine DTP
Bağcılar ilçe teşkilat binasında 5.11.2006 tarihinde yapılan yasal aramada;
binada ikiyüz kişinin toplantı halinde bulunduğu, bu kişiler arasında
haklarında terör suçlarından dolayı arama kararı olan kişilerin bulunduğu
tespit edilmiş, ayrıca, terör örgütü mensuplarının kırsal alanda çekilmiş
fotoğrafları, terör örgütü liderinin çeşitli ebatlarda çekilmiş resimleri ve
posteri, terörist ve teröristbaşı Öcalan'ın çerçevelenmiş resimleri, 10 adet
'PKK'nın yeniden inşa bildirgesi' başlıklı yazılar, 18 adet terör örgütünün
sözde yürütme konseyi KKK'nın bildirgeleri, terör örgütü liderinin yazdığı 8
adet kitap, haklarında toplatma kararı bulunan kitap ve dergiler, ölen bir
terörist için açılan taziye defteri, terör örgütü liderinin verdiği talimatlar
sonucu 20 Mart 2005 tarihinden sonra PKK terör örgütünün yeni dönem stratejisinin
anlatıldığı 'kep out' isimli bir ajanda, terör örgütü liderinin notlarından
derlendiği belirtilen bilgisayar çıktılarının bulunduğu, dosyadaki tutanak ve
belgelerden anlaşılmıştır.
13- DTP İstanbul
Sultanbeyli İlçe Teşkilat Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
DTP
Sultanbeyli İlçe Teşkilat binasında 11.3.2007 tarihinde yapılan yasal aramada;
üzerinde '9 Ekim komplosunu nefretle kınıyoruz ' kürt sorununda çözüm gücü
Öcalan'dır ' derhal diyalog kurulsun' yazılı bir adet pankart, duvardaki panoya
iliştirilmiş PKK kamplarında çekilmiş bir fotoğraf ile terör örgütü liderinin
bazı sözlerini içeren çeşitli gazete küpürleri, terör örgütü liderinin yazdığı
'KONGRAGEL' isimli bir kitap ile terör örgütü ve lideri hakkında yazılmış
birkaç kitabın bulunduğu, dosyadaki tutanak ve belgelerden anlaşılmıştır.
14- DTP Mardin
Kızıltepe İlçe Teşkilat Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
Daha
önce güvenlik kuvvetlerince 14 teröristin öldürülmesini protesto amaçlı olarak
1.4.2006 tarihinde (bu tarih iddianamede 2.4.2006 olarak yazılmıştır) DTP
tarafından düzenlenen basın açıklamasının şiddet eylemlerine dönüşmesi, parti
binasından taş atılması ve bir polis memurunun tabancasının gasp edilip,
güvenlik kuvvetlerinin üzerine ateş açılması üzerine merciinden izin alınarak
girilen DTP Kızıltepe İlçe binasında yapılan aramada; üzerinde 'Bizler
Türkiyeliyiz ama kürdüz, önderimiz Abdullah Öcalandır' yazılı sağ ve solunda terör
örgütü liderinin resminin bulunduğu bez pankart, üzerinde terör örgütünün
faaliyetlerini övücü yazıların bulunduğu 6 adet döviz, üzerinde Öcalan'ın
resimlerinin bulunduğu 6 adet karton, 10 adet terör örgütü mensuplarının kırsal
alanda çekilmiş fotoğrafları ile çeşitli resmi makamlara gönderilmek üzere
yazılmış 'Abdullah Öcalan'ı bir siyasi irade olarak görüyor ve kabul ediyorum'
şeklinde 500 adet dilekçe örneğinin bulunduğu, dosyadaki tutanak ve diğer
delillerden anlaşılmıştır.
15- DTP Ağrı
Doğubayazıt İlçe Teşkilat Binasında Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
PKK
terör örgütü üyesi olmaktan kesinleşmiş mahkûmiyeti bulunan Ahmet Özbay isimli
kişinin DTP Doğubayazıt İlçe teşkilatını kurma çalışmalarını yürütmek için
kullandığı binada hakim kararıyla 24.2.2006 tarihinde yapılan yasal aramada;
PKK terör örgütü elebaşısına ait resimler, üzerinde Abdullah Öcalan'ın resminin
bulunduğu afiş ve 'Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine' başlıklı ve
içeriğinde 'Ben bir Kürdistanlı olarak, Kürdistan'da sayın Abdullah Öcalan'ı
bir siyasal irade görüyor ve kabul ediyorum' şeklinde ifade bulunan dilekçe
örneklerinin bulunduğu, dosyadaki belgelerden bu kişinin Erzurum Devlet
Güvenlik Mahkemesinin E. 1997/21, K. 1999/21 sayılı kararıyla PKK terör örgütü
üyesi olma suçundan dolayı 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkum edildiği, söz
konusu kararın Yargıtay 9. Ceza Dairesince onaylandığı ve cezasının bir
kısmının infaz edildiği de anlaşılmıştır.
Davalı
Parti'nin çeşitli il, ilçe ve belde teşkilatı binalarında değişik tarihlerde
yapılan yasal aramalarda; PKK terör örgütü liderinin, güvenlik kuvvetlerince
öldürülen teröristlerin ve halen kırsalda mücadele eden teröristlerin
fotoğraflarının duvarlara ya da panolara asıldığının tespit edildiği, bazı
yerlerde bunlar için özel bölümler oluşturulduğu, aralarında terör örgütü
liderinin yazdığı ve haklarında yasaklama kararı bulunan terör örgütünün
propagandasını içeren çok sayıda yayının, terör örgütünün aldığı kararlar ya da
yayımladığı bildirilerin, terör örgütü liderinin avukatlarıyla yaptığı görüşme
notlarının, terör örgütü veya liderinin propagandasını içeren pankartlar,
dövizler, afişler ve görüntü kayıtlarının bulunduğu, yasadışı gösterilerde
kullanılmak üzere hazırlanmış molotof kokteylleri ve çeşitli saldırı
malzemelerinin ele geçirildiği dosya kapsamından anlaşılmıştır.
§- DAVALI PARTİ VE MENSUPLARI TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN TOPLANTI VE
GÖSTERİLER
1- 12.12.2006
Tarihinde İstanbul'da Yapılan DTP Gençlik Meclisi Birinci Olağan Kongresi
12.12.2006
tarihinde İstanbul'da yapılan DTP Gençlik Meclisi Birinci Olağan Kongresi
sırasında; salon önünde toplanan grup tarafından PKK örgütü lideri Abdullah
Öcalan'ın posterlerinin asıldığı, terör örgütünü övücü mahiyette sloganlar
atıldığı, çatışmada ölen bölücü terör örgütü üyelerinin posterleri asıldığı,
topluluk tarafından 'Öcalan selam selam İmralı'ya bin selam', 'Dişe diş kana
kan seninleyiz Öcalan', 'Öcalan'sız dünyayı başınıza yıkarız', 'Öcalan siyasi
irademizdir', 'PKK halktır halk buradadır' gibi terör örgütünü ve liderini
övücü, şiddet içerik ve çağrılı mahiyette sloganların atıldığı, topluluk
içerisinde yüzlerini bezlerle kapatan kişilerce PKK/KONGRA-GEL terör örgütünü
simgeleyen bez parçası ile terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın bez
posterlerinin salon içerisinde toplantı süresince açıldığı, parti yöneticileri
ve divan heyeti tarafından bu konuda her hangi bir uyarının yapılmadığı
dosyadaki tutanaklar ve CD görüntülerinden anlaşılmıştır.
DTP
Gençlik Meclisinin 1. Olağan Kongresinde yoğun bir şekilde gerçekleşen ve terör
örgütünün propagandası niteliğindeki eylemlere karşı parti yöneticileri ve
divan heyeti tarafından hiçbir müdahalede bulunulmaması, davalı Parti ile PKK
terör örgütü arasındaki bağlantıyı ortaya koymaktadır.
2- 21.3.2007
Tarihinde Mersin DTP İl Yönetimi Öncülüğünde Düzenlenen Miting
DTP
Mersin il yönetimi öncülüğünde 21.3.2007 tarihinde il merkezinde 'Nevruz
Şenliği' adı altında organize edilen yasal miting sırasında; yüzleri kapatılmış
bazı şahıslarca terör örgütü liderinin resimlerinin ve terör örgütünün sözde
bayrağının miting alanında dolaştırıldığı, DTP Mersin merkez ilçe yönetim kurulu
üyesi Hediye Bakrak'ın topluluğu ölen teröristler için saygı duruşuna davet
ettiği, miting alanındaki topluluğun 'biji serok Apo', 'Şehit namırın', 'Dişe
diş kana kan seninleyiz Öcalan', 'PKK'ya uzanan eller kırılsın', 'Apo'ya uzanan
eller kırılsın' şeklinde terör örgütü ve lideri lehine yasadışı sloganlar
attığı, miting alanında bazı kişilerce üzerinde 'Yaşasın halkların ordusu
HPG-APO-KKK-PKK' ve 'Gençlik Apo'nun fedaisidir' şeklinde ibareler bulunan bez
pankartların dolaştırıldığı, yine bazı kişilerce 'Kerkük Kürdistanın kalbidir',
'HPG zehirin panzehiridir' ve 'Öcalan'ı istiyorum' yazılı dövizlerin açıldığı,
miting izleme tutanağı ve izlenen CD görüntülerinden anlaşılmıştır.
DTP
Mersin il yönetimi öncülüğünde organize edilen miting sırasında, hükümet
komiserince yapılan uyarı ve ikazlar üzerine tertip heyetinin sadece bir kez
uyarı yapmakla yetinmesi, terör örgütü propagandası niteliğindeki eylemlere
karşı parti yöneticileri ve divan heyeti tarafından yeterli müdahalede
bulunulmaması, davalı Parti ile PKK terör örgütü arasındaki bağlantıyı ortaya
koymaktadır.
3- 01.09.2006
Tarihinde DTP Van İl Yönetimince Van İlinde Organize Edilen '1 Eylül Dünya
Barış Günü' Konulu Miting
DTP
Van il yönetimi tarafından 1.9.2006 gününde Van'da organize edilen '1 Eylül
Dünya Barış Günü Mitingi'nde; ölen teröristler için saygı duruşunda
bulunulduğu, topluluk tarafından 'biji serok Apo', 'şehitler ölmez', 'dişe diş
kana kan seninleyiz Öcalan' şeklinde sloganlar atıldığı, PKK terör örgütü
üyelerinin resimlerinin bulunduğu bir dövizin açıldığı, polis tarafından
yapılan uyarıların düzenleme kurulu tarafından dikkate alınmadığı, dosyadaki
tutanaklar, CD çözüm tutanakları ve izlenen CD görüntülerinden anlaşılmıştır.
DTP
Van il yönetimince organize edilen miting sırasında, terör örgütü propagandası
niteliğindeki eylemlere karşı parti yöneticileri ve tertip komitesi tarafından
müdahalede bulunulmaması, davalı Parti ile PKK terör örgütü arasındaki
bağlantıyı ortaya koymaktadır.
§- DİĞER EYLEMLER
1- Terör Örgütü
Yöneticisi Olmak Suçundan Mahkum Olan Nurettin Demirtaş'ın Parti Genel
Başkanlığı Görevine Seçilmesi
8.11.2007
tarihinde yapılan DTP'nin 2. Olağanüstü Büyük Kongresinde genel başkanlığa
seçilen Nurettin Demirtaş'ın İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinin 11.10.1995 gün
ve 1993/134 esas, 1995/178 sayılı kararı ile terör örgütü yöneticisi olmak suçu
nedeniyle 18 yıl 9 ay ağır hapis cezası ile cezalandırıldığı, söz konusu
mahkûmiyetinin 5237 sayılı yasa yönünden İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin
30.6.2005 tarihli kararıyla 5237 sayılı yasanın 314/1. maddesi gereğince 12 yıl
6 ay hapis cezasına indirilmesi sonucu 1.6.2005 tarihinde şartla tahliye
edildiği anlaşılmıştır.
3713
sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 3. maddesine göre bu kişinin mahkum olduğu
suç bir terör suçudur. 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 11. maddesinde
terör eyleminden mahkum olanların siyasi partilere üye olamayacakları ve üye
kaydedilemeyecekleri açıkça belirtilmesine rağmen hakkında terör örgütü
yöneticisi olmak suçundan mahkûmiyet kararı bulunan Nurettin Demirtaş'ın davalı
DTP'nin 2. Olağanüstü Büyük Kongresinde genel başkanlığa seçilmesi, davalı
Parti'nin terör örgütü ile bağlantısını ortaya koymaktadır.
2- Terör Örgütüne
Yardım Etmek Suçundan Mahkum Olan Arif Yayla'nın DTP Gaziantep İli Şehitkamil
İlçesi İlçe Yönetim Kurulu Üyesi Olarak Görev Yapması
DTP
Gaziantep Şehitkamil ilçesi yönetim kurulu üyesi olarak görev yapan Arif Yayla,
Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 1.3.2006 günlü, E.2004/217, K.2006/39 sayılı
kararı ile yasadışı silahlı terör örgütünün hal ve sıfatını bilerek örgüte
yardım etmek suçundan 765 sayılı TCK'nun 169., 59/2. ve 3713 sayılı Yasa'nın 5.
maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay hapis cezasına mâhkum edilmiş ve söz konusu hüküm
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 4.4.2007 günlü, E.2006/8476, K.2007/2869 sayılı
ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.
3713
sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 4. maddesine göre bu kişinin mahkum olduğu
suç bir terör suçudur. 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 11. maddesinde
terör eyleminden mahkum olanların siyasi partilere üye olamayacakları ve üye
kaydedilemeyecekleri açıkça belirtilmesine rağmen parti yönetimine
getirilmiştir. Davalı Parti tarafından Arif Yayla'nın mahkûmiyetine konu olayın
Parti'nin kuruluşundan önce olduğu, halen birçok partide hüküm giymiş birçok
kimsenin bulunduğu ileri sürülmüş ise de, adı geçen şahsın mahkumiyeti ile
sabit olan terör örgütü bağlantısına rağmen DTP Gaziantep Şehitkamil İlçesi
yönetim kurulu üyeliğine getirilmesi davalı Parti'nin terör örgütü ile
bağlantısını ortaya koymaktadır.
3-15.2.2006 ilâ 31.3.2006 Tarihleri Arasında Malatya'da
Yapılan Yasadışı Gösterilerde Slogan Atılması, Öldürülen Terörist Cenazelerinde
Olay Çıkarılması, Öcalan İçin Parti Binasında Açlık Grevi Organize Edilmesi
Eylemleri
DTP
Malatya il yöneticisi ve parti üyesi olan kişilerin;
-
15.2.2006 gününde, Malatya'da bir caddede toplanarak ellerinde meşalelerle
yürüyüşe iştirak edip 'biji serok apo', 'vur gerilla vur, kürdistanı kur',
'dişe diş kana kan seninleyiz Öcalan' ve 'selam İmralı'ya bin selam' şeklinde
sloganlar atarak yasadışı gösteri yaptıkları, ''15 Şubat kürtler tarafından
lanetli gün ilan edildi' tek irade Abdullah Öcalan'ın kendisidir, süreç böyle
devam ederse Malatya'da apocu gençlik insiyatifi yine eylemlerini düzenlemek
için sürekli sokaklarda olacaktır'' biçimindeki bildiriyi okudukları,
-
26.3.2006 gününde, güvenlik kuvvetlerince öldürülen 14 teröristin cenazelerinin
Malatya Devlet Hastanesi morgundan alınması sırasında 'dişe diş kana kan
seninleyiz Öcalan, şehit namırın, gençlik cepheye misillemeye, HPG cepheye
misillemeye, amed şehitler sana emanet, amed şehitlerine sahip çık, PKK halktır
halk burada, katil devlet hesap verecek, gençlik Apo'nun fedaisidir, biji serok
Apo, Öcalan'sız dünyayı başınıza yıkarız, dağlarda arama apocular her yerde,
hepimiz birer gerillayız' şeklinde slogan attıkları,
-
31.3.2006 gününde, güvenlik kuvvetlerince öldürülen bazı teröristlerin
cenazelerinin teslimi sırasında DTP Malatya il yönetim kurulu üyelerinin de
içinde bulunduğu topluluğa hitaben yaptıkları basın açıklamasında ''Muş-Bingöl
kırsalında 14 gerilla kimyasal silahlarla şehit düşürüldü' İran, Suriye ve Irak
kürdistanında şehit düşen gerillalar aileleri buraya geldikleri halde
verilmemektedir' biz demokratik kurumlar onlara siyasi bir parti olarak sürekli
kendi ölülerimizi şehitlerimizi savunacağız'' şeklinde konuştukları,
dosyadaki CD izleme ve tespit tutanakları, çekilen fotoğraflar, olay yeri
tespit tutanakları ile izlenen CD görüntülerinden anlaşılmıştır.
DTP
Malatya il yöneticisi ve parti üyesi sıfatını taşıyan bazı kişilerin farklı
tarihlerde ve çeşitli vesilelerle organize edilen gösterilerde rol aldıkları,
bölücü amaçlı terör örgütüne ve eylemlerine açık destek sağladıkları ve terör
örgütünün propagandasını yaptıkları dikkate alındığında, davalı Parti ile terör
örgütü arasındaki bağlantının ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
4- DTP'li 56
Belediye Başkanının Terör Örgütünün güdümünde yayın yaptığı anlaşılan ROJ TV
Yayınlarının Durdurulmaması İçin Girişimlerde Bulunmaları
DTP'li
56 Belediye Başkanının PKK terör örgütünün güdümünde yayın yaptığı anlaşılan
ROJ TV'nin yayınlarının durdurulmaması amacıyla Danimarka Hükümetine 21.12.2005
günlü bir mektup yazdıkları, dosyadaki belgelerden anlaşılmıştır.
Danimarka
Başbakanına hitaben yazılan mektup içeriği şöyledir: 'Bu mektup Roj Tv
hakkında süregelen tartışmalar ve gelişmeler karşısında duyduğumuz endişeleri
ifade etmek için kaleme alınmıştır. Türkiye'de çoğunlukla kürt nüfusun yaşadığı
bölgelerdeki 56 Demokratik Toplum Partisi (DTP) üyesi belediye başkanı olarak,
Roj Tv davasının uluslararası düzlemde Türk hükümeti tarafından ele alınış
tarzını çerçeveleyen anti-demokratik yaklaşımlar konusunda ciddi kaygılarımız
var. Maalesef, Türkiye ve Avrupa medeniyeti arasında basın ve ifade
özgürlükleri konularında halen esaslı farklar mevcut olduğunu görüyoruz.
Roj
Tv'nin yayınlarını Avrupa'dan sürdürmek zorunda kalması bizi de rahatsız
etmektedir. Bu durum Türkiye sınırları dahilinde serbest Kürtçe yayın yapılmasını
engelleyen anayasal ve yasal mevzuatların direkt bir sonucudur. Avrupa
Birliğine uyum sürecinde Türkiye Kürtçe yayın hakkını tanımış, ancak bu haklar
sadece devlet televizyonunda haftada bir yapılan 45'er dakikalık programlarla
sınırlı kalmıştır. Kürtçe yayın yapmak isteyen özel yerel televizyon kanalları
ise halen yasal ve çoğunlukla da keyfi idari engellerle karşı karşıyadır.
Uluslararası düzlemlerde de birinci elden bilindiği üzere, ifade özgürlüğü
kısıtlamaları Türkiye'deki her tür kültür, dil ve kimlik farklılıklarını
bastırma üzerine kurulu mevcut otoriter siyasi geleneğin yapı taşlarından
birini oluşturmaktadır. Bizim Türkiye'den beklentimiz Kopenhag kriterlerinde
belirtilen siyasi kriterlere uyması ve bunun için gereken düzenlemeleri yerine
getirmek üzere çalışmalar yapmasıdır. Dolayısıyla, Roj Tv'yi kapatmaktan
ziyade, umut ediyoruz ki Türkiye nihai olarak Roj Tv'nin sesini
yasallaştıracak, benimseyecek ve hatta yapıcı parçalarından biri olacaktır.
Dileğimiz odur ki birgün Roj Tv başka hiçbir yerden değil, bizzat İstanbul,
Ankara ya da Diyarbakır'dan yayın yapabilecek ve Türk hükümetinin de desteğiyle
kurulmuş birçok Kürtçe yayın yapan televizyon kanallarından biri olacaktır.
Roj
Tv'nin Türkiye içinde ve dışında milyonlarca seyircisi olduğu bilinen bir
gerçektir. Tv kanalının yayın politikasının ya da programlarının içerik ve
argümanlarını benimseyip benimsememek bir tartışma konusu olabilir. Serbest
bilgi ve fikir dolaşımının siyasal tartışmaları besleyen ana damar olduğu göz
önüne alındığında bu konular her zaman ve açıkça tartışılmalıdır da. Fakat Roj
Tv'nin kapatılması Türkiye'de hakikatli bir çoğulcu ve demokratik yaşam inşa
edilmesi yönündeki çabalarımıza bir katkıda bulunmayacaktır. Mevcut siyasal
durumda, Roj Tv'nin Avrupa demokratik medeniyetinin mihenk taşlarından biri
olan fakat henüz Türkiye'de tam olarak sağlanamamış ifade özgürlüğünün
gelişmesi yolunda yapıcı ve olumlu bir çabayı temsil ettiğine inanıyoruz.
Türkiye'de
gerçek bir demokratik hayatın yeşerebilmesi için, Roj Tv'nin sesi
susturulmamalıdır. Bu, yerel yönetimler düzeyinde temsil ettiğimiz insanların
samimi ve ortak talebidir. Bu sesin ortadan kaldırılması demokrasi, insan
hakları ve demokratik medeniyetin temel özgürlükleri için verilen mücadelede
önemli bir mekanizmanın kaybedilmesi anlamına gelecektir.
Saygılarımızla.'
Dosya
içeriğinden, Danimarka'dan yayın yapan ROJ TV'nin terör örgütünün güdümünde
faaliyet gösterdikleri gerekçesiyle İngiltere ve Fransa tarafından yayın
lisansları iptal edilen MED TV ve MEDYA TV'nin devamı niteliğinde bir yayın
kuruluşu olduğu, ROJ TV yönetim kurulu başkanı Abdullah Hicap'ın PKK/KONGRA-GEL
terör örgütünün yürütme kurulu üyesi bulunduğu anlaşıldığından, ROJ TV'nin PKK
terör örgütünün yayın organı olduğu konusunda hiçbir şüphe kalmamaktadır. Söz
konusu TV'nin bilinen bu özelliğine rağmen DTP'li Belediye Başkanlarının bu
televizyona sahip çıkmaları ve bu amaçla bir araya gelip mektup yazmaları ve
eylemin davalı parti yöneticileri tarafından uygun görülmesi, davalı parti ile
PKK terör örgütünün bağlantısını ortaya koymaktadır.
§- DAVALI PARTİNİN YÖNETİCİ VE ÜYELERİNİN EYLEMLERİ
İddianamede
eylemlerine yer verilen kişilerin davalı Parti üyesi olup olmadıkları Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığından sorularak, gönderilen liste ve belgelerden davalı
Parti üyesi oldukları belirtilen kişilerin eylemleri değerlendirmede esas
alınmıştır.
1- Abdülkadir
Fırat, Halit Kahraman ve Mehmet Salih Sağlam'ın Eylemleri
Güvenlik
kuvvetlerince öldürülen PKK teröristlerinin cenaze törenlerinde çıkan olaylara
destek olunması amacıyla eylemler yapılmasına yönelik terör örgütü tarafından
internet aracılığıyla yapılan çağrılar üzerine harekete geçen DTP Ceylanpınar
İlçe Başkanı olan Halit Kahraman, İlçe yönetim kurulu üyeleri Mehmet Salih
Sağlam ve Abdülkadir Fırat'ın 3.4.2006 tarihinde Ceylanpınar ilçe merkezinde
kepenk kapatma eylemine katılmayan esnafları tespit edip bu kişilere terör örgütünün
kepenk kapatılması hususundaki talimatlarını ileterek işyerlerinin kepenklerini
kapatmaları konusunda uyardıkları, iş yerleri açık olan kişileri tehdit
ettikleri ve bu esnada güvenlik kuvvetlerince suçüstü yakalandıkları, dosyadaki
bilgi ve belgelerden anlaşılmıştır.
DTP
Ceylanpınar ilçe başkanı ve ilçe yönetim kurulu üyesi sıfatını taşıyan bu
şahısların, terör örgütünün kepenk kapatma yönündeki talimatının uygulanması
yönünde çaba sarf etmeleri, kepenk kapatma eylemine katılmayan esnafları tespit
ederek onları işyerlerinin kepenklerini kapatmaları konusunda uyarmaları ve iş
yerleri açık olan kişileri ise tehdit etmeleri, bu kişilerin terör örgütü ile
bağlantılarını ve işbirliğini ortaya koymaktadır.
Nitekim,
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda da, bu
kişilerin eylemi terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek suçu olarak
kabul edilmiş ve sözkonusu Mahkemenin 28.11.2006 günlü, E.2006/58, K.2006/219
sayılı kararıyla bu kişilerin TCK'nun 314/3. ve 220-7. maddeleri yollamasıyla
aynı Yasa'nın 314/2., 61., 62/2. ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca
6 yıl 3'er ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
2- Ahmet Ay'ın
Eylemi
PKK
terör örgütü elebaşısının zehirlendiği iddiaları üzerine örgütün yayın
organlarınca gösteriler yapılması çağrısına uyan Mersin'deki 150 ' 200 kişilik
bir gurubun 'biji serok apo, HPG Mersin'e- biji Kürdistan ' Öcalan'sız
yaşatmayacağız, Öcalan Öcalan' biçiminde terör örgütü ve lideri lehine
Kürtçe sloganlar atması ve terör örgütünü simgeleyen bez parçalarının taşınması
şeklinde gerçekleştirdiği yasadışı gösteri sırasında, DTP Mersin İl Yönetim
Kurulu Üyesi olan Ahmet Ay'ın topluluğu yönlendirdiği ve slogan attırdığı,
dosyadaki CD çözüm tutanakları, olay tutanağı, fotoğraflar ve izlenen CD
görüntülerinden anlaşılmıştır.
Bu
kişinin ayrıca, güvenlik kuvvetlerince terör örgütüne yönelik operasyonlarda
yakalanan ve adli makamlarca tutuklanan Emin Konar isimli şahsın üzerinde ele
geçirilen 'Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine, Avrupa Konseyine, Türkiye
Cumhurbaşkanlığına, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına, TBMM Başkanlığına'
hitaben yazılmış ve içeriğinde 'Ben bir Kürdistanlı olarak, Kürdistan'da
sayın Abdullah Öcalan'ı siyasal irade olarak görüyor ve kabul ediyorum.'
cümlesi bulunan toplu dilekçeyi de imzaladığı, dosyadaki belgelerden
anlaşılmıştır.
DTP
Mersin il yönetim kurulu üyesi olan Ahmet Ay'ın gerek terör örgütü liderinin
zehirlendiği iddiaları üzerine örgütün yaptığı eylem çağrısına uyarak yasadışı
gösteriyi organize etmesi ve gerekse terör örgütü liderini siyasi önder olarak
gördüğünü belirten dilekçeyi imzalaması, bu kişinin terör örgütüyle olan
bağlantısını ve terör örgütü liderine bakış açısını ortaya koymaktadır.
Nitekim,
Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda da bu kişinin
eylemi 'terör örgütü adına suç işlemek' ve 'terör örgütünün propagandasını yapma'
suçları olarak kabul edilmiş ve söz konusu Mahkemenin 9.6.2008 günlü ve
E.2007/93 sayılı kararıyla 3713 sayılı Yasa'nın 2/2., 5. ve 7/2. maddeleri
uyarınca sonuç olarak 6 yıl 13 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
3-
Ahmet Türk'ün Eylemleri
a-
18.1.2006 gününde Diyarbakır'da DTP Yöneticilerinin ve Belediye Başkanlarının
Katıldığı Toplantıda Yaptığı Basın Açıklaması
18.1.2006
tarihinde, DTP Genel Başkanı olan Ahmet Türk, Diyarbakır'da DTP yöneticilerinin
ve belediye başkanlarının katıldığı toplantıda yaptığı basın açıklamasında, ''kalıcı
bir barış ve çözümün gerçekleşmesi, silahların tamamen susması için oldukça
yoğun çaba harcadığımız mevcut durumda sayın Öcalan üzerindeki tecridin
ağırlaştırılmasının toplumsal kaygıları çok daha derinleştirdiği görülmektedir'
Türkiye'de silahlı güçlerin ülke dışına çıkarılmasında, 1999 yılında
Türkiye'nin AB'ye aday ülke statüsüne alınmasında ve genel olarak Kürt
sorununun demokratik çözümünde sayın Öcalan'ın rolü bugün herkes tarafından
kabul gören bir realitedir' Açıktır ki, tecridin ağırlaştırılması toplumda
büyük endişeye yol açmaktadır. 7 yıla yakın bir süredir tek kişilik İmralı özel
cezaevinde tutulması yetmezmiş gibi, hem ulusal hem de uluslararası hukukun
kendisine tanıdığı haklar bile maalesef kullandırılmamaktadır. İletişim ve
haber alma hakkı yeterince tanınmadığı gibi ailesi ve avukatlarıyla
görüştürülmemektedir. Son olarak verilen hücre cezasını bulunduğu yer dikkate
alındığında hukuk ve insaf ölçüleriyle bağdaştırmak olanaklı değildir. Zaten
tek kişilik hücrede kalan Abdullah Öcalan'a bu cezasının nasıl verilebildiği
anlaşılmamaktadır'' şeklinde ifadeler kullandığı, basın açıklaması metni,
tutanak ve CD görüntülerinden anlaşılmıştır.
DTP
Genel Başkanı sıfatını taşıyan Ahmet Türk'ün yaptığı basın açıklamasında, terör
örgütü liderinin Kürt sorunu ve Türkiye'nin AB üyeliği konusunda oynadığı
rolden takdirle söz etmesi ve terör örgütü liderinin kaldığı cezaevinde maruz
kaldığı sorunları tecrit olarak nitelendirip bunu kamuoyuyla paylaşması, davalı
Parti'nin terör örgütü ve liderine siyasi ve ideolojik yönden bağlılığını
göstermektedir.
Nitekim,
Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda da Ahmet
Türk'ün bu sözleri suç ve suçluyu övmek suçu kapsamında görülmüş ve söz konusu
Mahkemenin 28.2.2007 günlü, E.2006/548, K.2007/49 sayılı kararı ile TCK'nun
215/1 maddesi uyarınca 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
b-
4.8.2007 Tarihinde TBMM'de Yeminler Yapılırken Meclis Bahçesinde NTV İsimli
Televizyon Kanalına Verdiği Röportajdaki Beyanları
22
Temmuz 2007 seçimlerine bağımsız aday olarak girerek milletvekili seçilen ve
daha sonra DTP'ye katılan Ahmet Türk, 4.8.2007 tarihinde TBMM'de yeminler
yapılırken Meclis bahçesinde NTV isimli televizyon kanalına verdiği röportaj
sırasında ''şimdi mesele sorunu çözmekse benim etkili olabilecek bir
konumda olmam lazım, yani birilerine işte kınıyorum, terörist dediğim zaman
benim ne etkim ne kadar kalır, sorunun çözümüne ne kadar katkım olur. Şimdi
bunları doğru tartışmak lazım'.biz gerçekten bu şiddetin, bu kanın durmasını
istiyoruz ama ne geliyor benimle pazarlıklar yapılıyor, gelin önce kınayın
diyor, kınadıktan sonra benim ne etkim olur halk üzerinde'' şeklinde
beyanda bulunduğu, CD çözüm tutanağı ile CD görüntülerinin izlenmesinden
anlaşılmıştır.
DTP
Mardin milletvekili olan Ahmet Türk'ün yaptığı konuşmada, terör örgütünün
eylemlerini kınayamayacağını beyan etmesi ve bu kişinin milletvekili seçilmeden
önce ve sonrasında davalı Partinin genel başkanlığı görevini ifa etmesi,
kendisinin ve temsil ettiği davalı Partinin terör örgütü ile bağlantısını
göstermektedir.
4-
Ali Bozan'ın Eylemleri
a-
15.2.2006 Gününde Yaptığı Basın Açıklaması
15.2.2006
tarihinde Abdullah Öcalan'ın Kenya'dan ülkemize getirilişini protesto etmek
amacıyla DTP Mersin il yönetimi tarafından organize edilen gösteride il başkanı
olan Ali Bozan tarafından topluluğa hitaben okunan 'Basına ve Kamuoyuna'
başlıklı bildiride, ''15 Şubat sadece sayın Öcalan'a ve Kürtlere yönelik
bir komplo değil, Türkiye halkları başta olmak üzere tüm Ortadoğu'ya dayatılan
uluslararası bir komplodur'Milliyetçiliği kışkırtmak, bir halkın önderini
tecritte ölüme mahkum etmek, linç kampanyaları düzenlemek, çözümsüzlükten başka
bir şey değildir. Tecrite bir an önce son verilmesi ve sağlık kontrollerinin
ciddiyetle yapılarak kamuoyuna açıklanması acil bir ihtiyaçtır'' şeklinde
ifadelere yer verildiği, bildirinin altında 'Demokratik Toplum Partisi Mersin
İl Örgütü Adına DTP İl Başkanı Av. Ali Bozan' ibaresinin bulunduğu, dosyadaki
belge ve tutanaklardan anlaşılmıştır.
DTP
Mersin il başkanı olan Ali Bozan'ın terör örgütü liderinin yakalanışını
protesto etmek amacıyla yapılan gösteride okuduğu basın açıklamasında, PKK
terör örgütü elebaşısı olan Abdullah Öcalan'dan 'Sayın Abdullah Öcalan'
şeklinde söz etmesi, terörist başını bir halkın önderi olarak kabul etmesi,
terör örgütü liderinin kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan cezasını 'tecritte
ölüme mahkûm edilmek' olarak nitelendirmesi ve bu açıklamayı davalı Partinin il
örgütü adına yapması bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davalı Partinin PKK
terör örgütü ve liderine olan yakınlığını ortaya koymaktadır.
Nitekim
Mersin 3. Sulh Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda da bu kişinin
yukarıda belirtilen sözleri nedeniyle 20.3.2008 günlü, E.2006/460, K.2008/450
sayılı kararıyla mahkumiyetine karar verilmiştir.
b-İntihar Ederek Ölen Mehmet Alkan Adlı Teröristin
Cenazesinin Teslim Alınması Sırasında Yaptığı Konuşma
DTP
Mersin il başkanı olan Ali Bozan'ın cezaevinde intihar ederek ölen Mehmet Alkan
adlı teröristin cenazesinin Mersin Tıp Fakültesinde yapılan otopsisinin
ardından ailesine verilmek üzere ambulansa konulduğu sırada orada toplanan ve
'şehit namırın, güneşin yoldaşı ölümsüzdür' şeklinde sloganlar atan topluluğa
hitaben yaptığı konuşmada, ''Mehmet Alkan isimli arkadaşımız dün Mersin
Kapalı Cezaevinde kendisini feda ederek şehadet mertebesine ulaşmıştır''
biçiminde beyanda bulunduğu, dosyadaki CD çözüm tutanağından anlaşılmıştır.
DTP
Mersin il başkanı olan Ali Bozan'ın kendisiyle hiçbir akrabalık bağı bulunmayan
bir teröristin cenazesine sahip çıkması ve bu terörist için 'şehit' tabirini
kullanarak onun terörist eylemlerini kutsaması, terör örgütü mensuplarının ve
eylemlerinin haklı görüldüğünün açık bir ifadesidir.
Nitekim,
Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda da bu kişinin
belirtilen sözleri suçluyu övme suçu kapsamında değerlendirilmiş ve söz konusu
Mahkemenin 6.12.2007 günlü, E.2006/223, K.2007/174 sayılı kararıyla TCK'nun
215. maddesi uyarınca 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve bu cezasının
ertelenmesine karar verilmiştir.
5-
Aydın Budak'ın Eylemleri
a-
14.1.2006 Gününde Memu-Zin Kültür Merkezinde Yaptığı Konuşma
Cizre
Belediye Başkanı olan Aydın Budak'ın 14.1.2006 tarihinde, Memu-Zin Kültür
Merkezinde yaptığı konuşmada ''ve milyonlarca Kürdün siyasal iradesi olan
Öcalan'ı hücre hapsi cezasıyla cezalandırıyor, ailesi ile görüştürmeme kararı
alıyor, sayın Başbakanım kürt sorununu böyle mi çözeceksin, ama bilin ki Kürtler
sizin bu kirli oyununuzun farkındadır, bunu başaramayacaksınız ve
başaramayacaksınız. Sonunda Kürt iradesi galip gelecek, Türkiye'de demokratik
Cumhuriyetin gerekleri yerine getirilecek''şeklinde sözler söylediği,
dosyadaki CD çözüm tutanağından anlaşılmıştır.
DTP'li
Cizre Belediye Başkanı olan Aydın Budak'ın terör örgütü liderinden Kürtlerin
siyasal iradesi olarak söz etmesi ve bu kişinin cezaevinde maruz kaldığı
muameleler konusunda eleştirilerde bulunması, davalı Parti mensuplarının terör
örgütü ve liderine karşı olan yakınlıklarını ortaya koymaktadır.
Nitekim,
Cizre Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda da bu kişinin
belirtilen sözleri, örgütün ve amacının propagandasını yapma suçu olarak kabul
edilmiş ve söz konusu Mahkemenin 9.6.2006 gün ve 2006/100-440 sayılı kararı ile
TCK'nun 220/8-1. maddesi gereğince 1 yıl 3 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
b-
16.6.2006 Gününde Cizre Belediyesi Tarafından Organize Edilen Etkinlikte Sarf
Ettiği Sözler
DTP'li
Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak'ın 16.6.2006 tarihinde Belediye tarafından
organize edilen 'Cizre'de Kültür ve Sanat Günleri' konulu etkinlikte topluluğa
hitaben yaptığı konuşmada ''eğer bu Kürtler isyancı olmuşlarsa, dağa
çıkmışlarsa, suçlu buluyorsanız, bu suçun teşvikçileri de 80 yıldır bütün
hükümetlerin suçudur' gerçek Kürtlerin kabul ettiği liderlerine veyahut da
insanlarını muhatap almadan bu sorunun çözülemeyeceği ortadadır, onlarca ve
pişmanlık yasalarıyla kimleri getirdiniz, kimleri dağdan indirdiniz, ama
İmralı'dan gelen bir çağrı ile Şemdinli'den gelen bir grup teslim oldu'
maalesef Türkiye bunları idamla yargıladı, oysa onlar barışın elçileriydi'madem
ki yasalarınızla kimseyi dağdan indiremediniz, İmralı çağrısı ile
inebiliyorlarsa İmralı'yı muhatap almak zorundasınız'' şeklinde beyanda
bulunduğu, dosyadaki CD ve CD çözüm tutanaklarından anlaşılmıştır.
DTP'li
Cizre Belediye Başkanı olan Aydın Budak'ın yaptığı konuşmada dağlarda bulunan
teröristlerin isyancı olmalarının haklı bir nedene dayandığını, terör örgütü
liderinin Kürtler tarafından lider kabul edildiğini ve bu kişinin devlet
tarafından muhatap alınması gerektiğini ifade etmesi, terör eylemlerinin meşru
görüldüğünün ve terör örgütü liderinin kendisi tarafından da lider olarak kabul
edildiğinin açık bir göstergesidir.
Nitekim,
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda da bu kişinin
belirtilen sözleri terör örgütünün propagandasını yapma suçu kapsamında kabul
edilmiş ve söz konusu Mahkemenin 20.5.2008 günlü, E.2007/372, K.2008/220 sayılı
kararıyla 3713 sayılı Yasa'nın 7/2. maddesi uyarınca 10 ay hapis cezasıyla
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
c-
21.3.2007 Gününde Açık Havada Kalabalığa Hitaben Yaptığı Konuşma
DTP'li
Cizre belediye başkanı Aydın Budak'ın 21.3.2007 tarihinde Cizre'de yapılan
Nevruz Kutlamaları sırasında kalabalığa hitaben yaptığı konuşmada, 'Her
şeyden önce diyoruz ki; merhaba İmralı, Nevruz bayramın kutlu olsun' Merhaba
direnişin kalesi Cizre-Botan Nevruzun kutlu olsun 'hepimizin bildiği gibi
İmralı'da bir zehirlenme vardır. Üç devletin, üç Avrupa devletinin yaptığı
tahlillerle böyle bir iddiayı ortaya koydular. Türkiye Adalet Bakanı cevabında;
doktorlarını ve hiçbir şeyini adaya göndermeden' biz istiyoruz ki yalanlar
ortaya çıksın. Kaç günden beri Türkiye Adalet Bakanı, Türk doktorlarının da
raporlarını bu millete açıklamaya cesaret edememiştir. Biz istiyoruz ki
yalancılar bir an önce ortaya çıksınlar. Türkiye Adalet Bakanı mı yalan
söylüyor, yoksa İmralı'nın avukatları mı yalan söylüyor'.... Bugün askerlerini
bu hudutlara, Irak sınırına yürüterek Zagros'lara, Kerkük'lere gitmek
istiyorlar ve PKK'yı yok ekmek istiyorlar. Saddam'ın kimyasalları yok edemedi.
Amed zindanlarıyla Kürtleri yok edemediler Bugün istiyorlar ki zehirlenmelerle,
silahlarla, PKK'yı yok etsinler. Farz edelim
ki PKK'yı yok ettiler' Biz bugün soruyoruz. Üç buçuk milyon insan 'Sayın Öcalan
irademizdir' demiştir, bu insanlara ne yapacaksınız' Bugün, milyonlarca insan,
milyonlarca Kürtler bu meydanlarda ve Kürt şehirlerinin meydanlarındaki
milyonlarca insanı ne yapacaksınız' Bunları da imha edebilecek misiniz'
Yapamazsınız. Seksen yıldır, seksen yıldır bu insanları Türkleştirmek
istediniz. Yapamadınız. Bugünden sonrada yapamayacaksınız. En büyük çaremiz, en
büyük çaremiz; gelin bu tür şeyleri bırakalım Bu oyunları, bu zehirlenmeleri
bırakalım. Bu kavgayı bırakın. İmralı'nın zehirlenmesi Kürt-Türk kardeşliğinin
zehirlenmesidir. Hiç kimsenin Türk ve Kürt kardeşliğine böyle çirkinlik ve
kötülük yapma hakkı yoktur' şeklinde beyanda bulunduğu, dosyadaki
bilirkişi raporları, konuşma çözüm tutanağı ve olay tutanağından anlaşılmıştır.
DTP'li
Cizre Belediye Başkanı olan Aydın Budak'ın konuşmasında PKK ile Kürt halkı
arasında bir bağ olduğunu, terör örgütü liderinin milyonlarca insan tarafından
siyasal bir irade olarak kabul gördüğünü ifade etmesi ve güvenlik kuvvetlerince
PKK'ya yönelik mücadeleyi örgütün yok edilmesine yönelik eylemler olarak
görmesi, terör örgütü ve liderine olan yakınlığını göstermektedir.
Nitekim,
Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda da bu kişinin
belirtilen sözleri terör örgütünün propagandasını yapmak suçu kapsamında
görülmüş ve söz konusu Mahkemenin 25.3.2008 günlü, E. 2007/233, K. 2008/87
sayılı kararıyla 3713 sayılı Yasa'nın 7/2. maddesi uyarınca iki yıl altı ay
hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.
6-
Ayhan Karabulut'un Eylemi
Batman
il merkezinde 29-30.3.2006 tarihleri arasında dağıtılan Batman Demokratik Halk
İnsiyatifi adına düzenlenmiş bildiride, güvenlik kuvvetlerince 24.3.2006
tarihinde yapılan operasyonlar sonucunda 14 PKK militanının öldürülmesini
protesto etmek amacıyla esnafın kepenk kapatmaya, işçi ve memurların işi
durdurmaya, öğrencilerin okulları boykot etmeye, halkın da kitlesel olarak DTP
merkez ilçe binası önünde 30.3.2006 günü saat 10:00'da yapılacak olan basın
açıklamasına davet edildiği, bildirinin altında '14'ler Amed'in onurudur,
onuruna sahip çık! Batman Demokratik Halk İnsiyatifi' ibaresinin yer
aldığı,aynı çağrınınterör örgütünün internet sitelerinde ve televizyon
kanallarında da yapıldığı, DTP Batman il başkanı olan Ayhan Karabulut'un
29.3.2006 tarihinde örgütün yayın organı olan ROJ TV adlı yurtdışından yayın
yapan televizyon kanalında halkı 30.3.2006 gününde DTP il binasından AKP
binasına kadar yapılacak olan sözde demokratik tepkiyi dile getirme yürüyüşüne
davet ettiği, 30.3.2006 gününde gerçekleştirilen yürüyüş sırasında yasadışı
örgütün sözde bayraklarının taşındığı, yasadışı örgütü ve liderini övücü
mahiyette pankart ve fotoğraf baskılı posterlerin bulunduğu, bazı kişilerin
tanınmamak için yüzlerini maske ile kapattıkları, DTP il başkanı Ayhan Karabulut'un
da yasadışı gösteriye katılanların en önünde bulunduğu, terör örgütünün
duyurularına uymayarak işyerlerini açan esnafın dükkânlarının ve bankaların
göstericilerce zarara uğratıldığı, bildiri metni ile dosyadaki CD
görüntülerinden, CD çözüm tutanaklarından, fotoğraflardan ve tutanaklardan
anlaşılmıştır.
DTP
Batman il başkanı olan Ayhan Karabulut'un, güvenlik kuvvetlerince PKK
teröristlerinin öldürülmesi olayının protesto edilmesine yönelik terör
örgütünün yaptığı çağrıya uyarak yapılan yasadışı gösteriye katılması, hatta
kendisinin terör örgütünün yayın organı olan ROJ TV'den bu çağrıyı yinelemesi
ve yasadışı gösterinin başlangıç noktasının DTP il binası olarak belirlenmesi,
bu kişinin ve dolayısıyla davalı Parti'nin PKK terör örgütüyle bağlantısını
ortaya koymaktadır.
Nitekim,
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda da bu kişinin
yukarıda belirtilen eylemi PKK silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte
örgüt adına bilerek ve isteyerek suç işleme suçu kapsamında görülmüş ve söz
konusu Mahkemenin 31.12.2007 günlü, E. 2007/292, K. 2007/501 sayılı kararıyla
TCK'nun 314/3. ve 220/6. maddelerinin yollamasıyla aynı Yasa'nın 314/2, 62. ve
3713 sayılı Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
7-
Aysel Tuğluk'un Eylemleri
a-
16.5.2006 Gününde Yapılan DTP Batman İl Başkanlığının 1. Olağan Genel Kurulu
Toplantısında Yaptığı Konuşma
16.5.2006
tarihinde yapılan DTP Batman il başkanlığının 1. Olağan Genel Kurulu
toplantısına katılan DTP Genel Başkan Yardımcısı olan Aysel Tuğluk'un yaptığı
konuşmada, ''sayın Başbakan diyor ki, PKK'yı terörist ilan edin sizinle
görüşelim, biz PKK'yı terörist ilan etsek de bu sorun çözülmez, sizin terörist
olarak nitelendirdiğiniz insanlar kimine göre kahramandırlar. Bizim barış
taleplerimize karşın sınıra askerler yığıldı, Abdullah Öcalan'a terörist
diyerek halkın karşısına çıkamayız, kürt halkı tercihini demokratik mücadelede
ortaya koydu, ama bir halka kendi dilini bile özgürce geliştirme hakkı
tanımazsanız bu politikanız şiddete zemin sunar'' şeklinde ifadeler
kullandığı dosyadaki, CD ve bunların çözüm tutanaklarına dayanılarak hazırlanan
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 29.11.2006 günlü ve 2006/633 sayılı
iddianamesinden anlaşılmıştır.
DTP
Genel Başkan Yardımcısı konumunda bulunan Aysel Tuğluk'un PKK teröristlerinin
bazı kesimlerce kahraman olarak kabul edildiklerini ve bu nedenle terör örgütü
liderine karşı terörist diyerek halkın karşısına çıkamayacaklarını ifade
etmesi, davalı Parti'nin üst yönetiminin PKK terör örgütü ve liderine
yakınlığını ortaya koymaktadır.
b-
11.12.2006 Gününde Doğubayazıt İlçesinde Partisince Düzenlenen Açık Hava
Toplantısında Yaptığı Konuşma
DTP
genel başkan yardımcısı Aysel TUĞLUK'un 11.12.2006 tarihinde Doğubayazıt
İlçesinde partisince düzenlenen 'Barış Mitingi'nde yaptığı konuşmada, ''Değerli
halkımız seksenbeş yıldır anti demokratik yasak rejimlerle yönetilen bu ülkede
en büyük zulüm Kürtler üzerinde uygulandı. Ancak Kürt sorununu sizler
yaratmadınız, bizler yaratmadık. Kürt sorunu Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren
önümüzde durdu. Biz sadece bu sorunun çözümü çabasına girdik. Biz müthiş bir
güç dengesizliği içerisinde Kürt halkı kendi kimliği, kendi kültürü, kendi
onuru için direnmek durumunda kaldı'Yıllarca süren savaş Kürt halkına da Türk
halkına da çok şeyler kaybettirdi' şimdi karşımızda bir fırsat var. PKK ateşkes
ilan etti, demokratik çözümlere, barışçıl çözüme hazır olduğunu ifade etti, DTP
olarak biz bu yöndeki iradeyi önemli buluyoruz. Peki, soruyoruz seksenbeş
yıldır Kürtleri inkar edenler hain diye, bölücü diye neredeyse Türk halkıyla
düşman haline getirmek isteyenler çözüme hazırlar mı' Değerli halkımız,
görüyoruz ki çözüme hazır değiller. Halen operasyonlar devam ediyor, halen
dağlarda kardeşlerimiz yaşamlarını kaybediyor, halen tecrit devam
ediyor'Kürtleri görmezseniz, seçeneksiz bırakırsanız, işte o zaman çirkin bir
bölünme sorunu ile karşı karşıya kalırsınız. Kürtler artık uluslararası alanda
statü kazanmaya başlamışlardır. Halen demokratik çözüm şansı sürüyorsa şiddeti
körükleyerek ayrılıkçığa zorlamanın vebali kaldırılamayacak kadar ağır
olacaktır'' şeklinde ifadeler kullandığı, konuşmasının sık sık topluluk
tarafından atılan 'biji serok Apo, baskılar bizi yıldıramaz' biçimindeki
sloganlarla kesildiği, dosyadaki olay tutanağı, CD ve CD çözüm tutanaklarından
anlaşılmıştır.
DTP
genel başkanı yardımcısı Aysel Tuğluk'un partisinin ilçe teşkilatı tarafından
düzenlenen mitingde yaptığı konuşmada, PKK terör örgütünün yaptığı eylemleri
Kürt halkının kendi kimliği, kültürü ve onuru için yaptığı bir direniş ve savaş
olarak gördüğünü ve Kürtlerin görmezden gelinmesi durumunda şiddetin ve
bölünmenin gerçekleşeceğini ifade etmesi ve dağlarda bulunan terör örgütü
üyelerinden kardeş olarak söz etmesi, davalı Parti'nin genel başkan yardımcısı
sıfatını taşıyan bu kişinin terör örgütünün eylemlerini meşru olarak gördüğünün
ve terör örgütü üyelerini terörist olarak kabul etmediğinin açık göstergesidir.
c-
21.3.2007 Gününde Van İlinde Düzenlenen Nevruz Mitingi Sırasında Yaptığı
Konuşma
DTP
Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk'un söz konusu miting sırasında yaptığı konuşmada,
''Sevgili halkımız, saygıdeğer halkımız, çok tehlikeli oyunlar oynanıyor,
sayın Öcalan, evet evet sevgili halkımız, saygıdeğer halkımız sayın Öcalan'ın
zehirlenmesi yönündeki iddialara karşı hükümetin, Adalet Bakanlığının yaptığı,
açıkladığı raporlar, halkımızı, kamuoyunu tatmin etmemiştir. Evet sayın Öcalan
bir kez daha söylüyoruz sayın Öcalan sıradan biri değildir ve İmralı'da
Devletin koruması altında olması gereken birisidir. Kürt sorunu konusunda
savunduğu fikirler geniş kesimler tarafından kabul görmektedir'' şeklinde
ifadeler kullandığı, DTP Van İl ve İlçe teşkilatlarının da aralarında bulunduğu
bazı sivil toplum örgütlerinin katılımıyla yapılan miting sırasında PKK terör
örgütü liderinin ve diğer örgüt üyelerinin resimlerinin bulunduğu pankartların
açıldığı, terör örgütünün sözde bayraklarının açıldığı ve kalabalık tarafından
'biji serok Apo, dişe diş seninleyiz Öcalan, Apo'ya uzanan eller kırılsın,
barışta savaşta seninleyiz Öcalan, PKK halktır halk burada, Öcalan siyasi
irademizdir, Aposuz dünyayı başınıza yıkarız' biçiminde sloganlar atıldığı
dosyadaki olay tutanağı, memur izlenim raporu ve hükümet komiseri raporundan
anlaşılmıştır.
DTP
Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk'un terör örgütünün ve liderinin
propagandasının yapıldığı bir mitinge dönüşen açık hava toplantısı sırasında
yaptığı konuşmada, terör örgütü elebaşısının fikirlerinin geniş kitleler
tarafından kabul gördüğünü beyan etmesi, bu kişinin ve genel başkan
yardımcılığını yürüttüğü davalı Parti'nin terör örgütü liderine olan yakınlığını
göstermektedir.
8- Bedri Fırat'ın
Eylemi
DTP
Erzurum İl Başkanı olan Bedri Fırat 17.2.2006, 8.3.2006 ve 20.3.2006
tarihlerinde yaptığı konuşmalarda ülkede barışın tesis edilebilmesi için genel
siyasi affın çıkarılması, Abdullah Öcalan'a uygulandığını iddia ettiği tecridin
kaldırılması, İmralı'nın müze haline dönüştürülmesi, Roj TV'ye yönelik
eleştirilerin kınanması, Kürt halkı üzerinde sürekli baskı olduğu, Kürt kanı
dökenlerin bu kanda boğulacakları yönünde beyanlarda bulunduğu, ayrıca kendini
yakarak intihar eden Viyan-Soran (K) Leyla Velihasan isimli PKK örgüt üyesinin
anısına saygı duruşunda bulunup 'biji serok Apo' sloganları attığı ve çalışma
masasının üzerinde Abdullah Öcalan'ın resminin bulunduğu, dosyadaki belgeler ve
sanığın ikrarlarından anlaşılmıştır.
DTP
İl Başkanı olan Bedri Fırat'ın yukarıda belirtilen eylem ve beyanlarıyla terör
örgütü ve liderinin propagandasını yaptığı ve terör örgütüyle olan bağını
ortaya koyduğu açıktır.
Nitekim,
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda da bu kişinin
eylem ve beyanları PKK terör örgütünün propagandasını yapma suçu kapsamında
görülmüş ve söz konusu Mahkemenin 27.7.2006 günlü, E.2006/59, K.2006/98 sayılı kararıyla
TCK'nun 3713 sayılı Yasa'nın 7/2 ve TCK'nun 53. maddeleri uyarınca 2 yıl hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
9-
Cemal Kuhak'ın Eylemi
14.3.2007
gününde güvenlik makamlarına yapılan bir ihbar üzerine DTP Tunceli il yönetim
kurulu üyesi olan Cemal Kuhak'ın evinde yapılan yasal aramada; bir adet sol üst
köşesinde PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün sözde bayrağının bulunduğu ve üzerinde'
Cemal arkadaş bölgede ortaya çıkan siyasi durum kürtlerin hem bölge çapında hem
de tek tek ülkelerin siyasal, sosyal dengelerini yeniden kurulmasında önemli
rol oynayacağını göstermektedir. Demokrasinin gerçekleşmesinde tabanın
zorlanması her zaman belirleyici olmuştur.Demokrasi tarihi bu şekilde
yazılmıştır. Kimi zaman halk kalkışmalarına kadar varan eylemlere kimi zaman da
pasif eylemliklerle tabanın açığa çıkan tepkilerini örgütlendirmesiyle
gerçekleştirmiştir. Yeni bir döneme giriyoruz, bu yeni dönemin siyasal,
örgütsel ve eylemsel karakteri anlaşılmadan yapılacak tüm çalışmalar önümüzdeki
süreci karşılamayacaktır. Kuzeydeki arkadaşlar Haydar arkadaşla seni eylemsel
güç içinde kullanırlarsa daha faydalı olacaktır. Özellikle Nevruzda sizden
Dersim alanında ses getirecek bir eylem bekliyoruz. Bu nevruz önderliğin
sahiplenilmesi ve serhildanların yükseltilmesi adına çok önemli. Alişan arkadaş
özgür yurttaş çalışmalarında boş olan alanlardaki örgütlenme faaliyetlerini
bizzat yönlendirsin. Devrimci selam ve saygılarla KKK/TM YÜRÜTME KONSEYİ ATAKAN
' yazılı not, bir adet Özgür Yurttaş çalışma kılavuzu, bir adet Abdullah
Öcalan'ın yazdığı 'Seçme Yazılar' kitabı ile bir adet Abdullah Öcalan'ın 'Nasıl
Yaşamalı' isimli kitapların ele geçirildiği, bu kişinin adli makamlar önünde
verdiği ifadelerde de PKK'nın yan örgütlerinden olan 'Özgür Yurttaş
Hareketi'nin üyesi olduğunu beyan ettiği, dosyadaki belgeler ve tutanaklardan
anlaşılmıştır.
DTP
Tunceli il yönetim kurulu üyesi olan Cemal Kuhak'ın evinde ele geçirilen, PKK
terör örgütünün bu kişiye verdiği talimatları içeren örgütsel dökümanlar ile
söz konusu kişinin PKK'nın yan örgütü olduğu güvenlik birimlerince de kabul
edilen 'Özgür Yurttaş Hareketi'nin bir üyesi olduğunu kabul etmesi, anılan
kişinin terör örgütüyle olan organik bağını ortaya koymaktadır.
Nitekim,
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda da bu kişinin
eylemi terör örgütü üyesi olmak suçu kapsamında değerlendirilmiş ve söz konusu
Mahkemenin 26.6.2008 günlü, E.2007/66 ve K.2008/125 sayılı kararıyla TCK'nun
314/2. ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
10-
Deniz Yeşilyurt'un Eylemi
DTP
kurucu üyesi olan Deniz Yeşilyurt'un;
-
12.2.2006 gününde İstanbul ili Bağcılar ilçesinde terör örgütü yandaşlarının
yaptığı yasadışı gösteriye başında bere ve yüzü kapatılmış şekilde katılarak
'Öcalan Öcalan, biji serok Apo, PKK halktır halk burada, Öcalan'sız dünyayı
başınıza yıkarız' şeklinde slogan attığı ve molotof kokteyli attığı,
-
19.3.2006 gününde İstanbul ili Zeytinburnu ilçesinde gerçekleştirilen Nevruz
etkinliklerinde, terör örgütünün bayraklarının açıldığı grup içinde olduğu ve
terör örgütü lehine sloganlar attığı,
-
23.3.2006 gününde İstanbul ili Küçükçekmece ilçesinde PKK terör örgütü
yandaşlarınca gerçekleştirilen yasadışı gösteriye katılarak, molotof kokteyli
ve yakmak için lastik temin ettiği,
dosyadaki
fotoğraflar, CD görüntüleri ve tutanaklardan anlaşılmıştır.
DTP
Kurucu üyesi olan Deniz Yeşilyurt'un söz konusu eylemleri, terör örgütüyle olan
organik bağını açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim, İstanbul 12. Ağır Ceza
Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda da bu kişinin eylemleri terör örgütü
üyesi olmak suçu kapsamında değerlendirilmiş ve söz konusu Mahkemenin 18.6.2008
günlü, E. 2006/94, K. 2008/171 sayılı kararıyla TCK'nun 314/2. ve 3713 sayılı
Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına
karar verilmiştir.
11- Fehtah
(Fettah) Dadaş'ın Eylemi
DTP
Karaçoban ilçe başkanı Fehtah Dadaş ve yeğeni Ersin Dadaş'ın terör örgütü
elemanları ile irtibat kurarak onların gıda, telefon kontörü ve ilaç
ihtiyaçlarını temin ettikleri, bu konuda maddi kaynak yaratmak için Fehtah
Dadaş'ın parti bünyesinde bir fon oluşturduğu, dosyadaki yasal telefon dinleme
kayıtları ve diğer belgelerden anlaşılmıştır.
DTP
Karaçoban ilçe başkanı Fehtah Dadaş'ın terör örgütü üyesi olduğu ve söz konusu
eylemleriyle terör örgütüne lojistik destek sağladığı açıktır.
Nitekim,
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda da bu kişinin
eylemi terör örgütüne üye olmak suçu kapsamında değerlendirilmiş ve söz konusu
Mahkemenin 12.12.2006 günlü, E. 2006/128, K. 2006/175 sayılı kararıyla TCK'nun
220/7. ve 314/3. maddeleri yollamasıyla aynı Yasa'nın 314/2., 62. ve 3713
sayılı Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası ile
cezalandırılmalarına karar verilmiş ve söz konusu karar Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 3.7.2007 günlü, E. 2007/5764, K. 5840 sayılı ilamı ile onanarak
kesinleşmiştir.
12-
Ferhan Türk'ün Eylemi
PKK
terör örgütü liderinin kaldığı cezaevinde sistematik olarak zehirlendiği
iddiaları ve bazı DTP il başkanlarının tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla
10.3.2007 günündeDTP Mardin il örgütü tarafından organize edilen toplantıda,
kalabalığa hitaben il başkanı Ferhan Türk tarafından okunan 'Basına ve
Kamuoyuna' başlıklı bildiride, ''Yine ülkemizin iç barışını bozmak isteyen
Kürt-Türk çatışmasını başlatmak isteyen uluslararası komplocu güçler, üç buçuk
milyon insan tarafından siyasi irade olarak kabul edilen Kürt halk önderi sayın
Abdullah Öcalan bir komplo sonucu Türkiye'ye getirilmiştir. ..Sayın Öcalan'ın
kimyasal maddelerle zehirlendiği resmi tahlil sonuçları avukatlar tarafından
basın açıklamasıyla duyurulması Kürt halkını ciddi olarak kaygılandırmış olup,
bir iç çatışma ve çözümsüzlük ve kaosu beraberinde getireceği açıktır'sayın
Öcalan'ın sağlık durumunun netleşmesi için en kısa zamanda, hem dünya kamuoyu
hem de Kürt halkının rahatlaması için bağımsız bir doktor heyetinin tam
teşekküllü bir hastanede kontrol edilip sağlık durumunun netleşmesi
gerekmektedir'' şeklinde ifadelere yer verildiği, toplantıya katılan diğer
kişilerce de 'Öcalan'sız dünyayı başınıza yıkarız' şeklinde slogan atıldığı,
dosyadaki belge ve tutanaklardan anlaşılmıştır.
DTP
Mardin İl Başkanı olan Ferhan Türk'ün PKK terör örgütü liderinin kaldığı
cezaevinde sistematik olarak zehirlendiği iddiaları üzerine Mardin'de yasadışı
bir gösteriyi organize etmesi, İl örgütü adına okuduğu basın bildirisinde, kürt
halkının PKK terör örgütü liderini siyasal irade olarak kabul ettiğini beyan
etmesi, terör örgütü liderinden 'Kürt halk önderi' olarak söz etmesi, bu
kişiyle il başkanı olduğu davalı Parti ile terör örgütü arasındaki bağlantıyı
ortaya koymaktadır.
13-
Hadice (Hatice) Adıbelli'nin Eylemi
Terör
örgütünün kırsal alandaki faaliyetlerine katılmak üzere Van iline gelen Adem
adlı kişinin Van'da irtibata geçeceği şahısla irtibat kuramaması üzerine
İstanbul'daki irtibatı Araş isimli şahıs aracılığı ile Van DTP Teşkilatına
yönlendirildiği, burada adı geçen şahsı DTP Van il yöneticisi olan Hadice
Adıbelli'nin karşılayıp Ali isimli bir şahısla bu şahsın evine gönderdiği, bu
şekilde gizliliği sağladıkları ve ertesi gün Başkale dolmuşlarına binmesinin
temin edildiği Adem'in soruşturma aşamalarında alınan beyanları, 17.12.2006
tarihli dosya inceleme ve yüzleştirme tutanağı, soruşturma evrakı ile dosya
kapsamından anlaşılmıştır.
Van
3. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.12.2008 günlü, E.2007/111 ve K.2008/447 sayılı
kararıyla Hadice Adıbelli'nin PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün kırsal alandaki
kamplarına katılmak üzere İstanbul ilinden Van'a gelen sanık Adem'e yer temin
etmek sureti ile PKK/KONGRA GEL örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek
suçunu işlediği sonucuna varılarak 5237 sayılı TCK'nun 314/3., 220/7., 62/1. ve
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5. maddeleri ile 6 yıl 3 ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
DTP
Van il yöneticisi olan Hadice Adıbelli'nin yerel mahkemece de sabit görülen
eylemi doğrudan, bilerek ve isteyerek terör örgütüne yardım etmek şeklinde
gerçekleşmiştir. Yardıma ilişkin somut olaylar mahkeme kararında ayrıntılarıyla
açıklanmıştır. Adı geçen şahsın sıfat ve pozisyonu, eylemin ağırlık ve etkileri
gözetildiğinde iddianamede belirtilen bu eylem DTP il teşkilatının yönetiminde
bulunan bu şahıs ve dolayısıyla mensubu bulunduğu parti ile terör örgütü ve
eylemleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır.
14- Hüseyin
Bektaşoğlu'nun Eylemleri
DTP
Erzincan il başkanı olarak görev yapan Hüseyin Bektaşoğlu'nun, usulüne uygun
olarak alınan iletişimin tespiti ve dinlenilmesi kararları uyarınca telefon
görüşmelerinin dinlenildiği, bu hususa ilişkin dosyada mevcut iletişimin
tespiti tutanağının tanzim edildiği, adına kayıtlı ve kendisi tarafından
kullanılan '0535 232 .. ..' no'lu iletişim aracının usulüne uygun olarak
dinlenilmesi sonucunda 34 kayıt sırasındaki iletişim tespit tutanağından
anlaşıldığı üzere, 24/10/2005 ve 22/12/2005 tarihlerinde PKK terör örgütü üyesi
Bülent Kudiş ile görüştüğü, aynı telefon numarasıyla Dicle haber ajansı
yetkilisiyle 21/03/2006 tarihinde yaptığı nevruz kutlamasıyla ilgili konuşmayı
aktardığı, '7 yıldan beri İmralı cezaevinde bulunan sayın Abdullah
Öcalan'ın barış çağrısına yanıt verilmesi gerektiği' şeklinde beyanda
bulunduğu, Erzincan DTP İl başkanlığına ait '0446 224 .. ..' numaralı telefon
ile PKK terör örgütü üyeliğinden yakalanan ve İstanbul'dan Erzurum'a getirilen
Hamza Bulut isimli suçlunun durumuna ilişkin Avukat Necati Güven ile görüştüğü
ve durumunu takip ettiği, yine sanığın aynı telefon numarasıyla 09/12/2006
tarihinde Erzincan Eğitim-Sen başkanı ile görüştüğü, Erzincan'da bir demokrasi
platformunun oluşturulması bu savaşa karşı bir önlem alınması, işte birlik ve
beraberliğin sağlanması açısından böyle bir platformun oluşturulmasının gerekli
olduğuna dair genelge geldiğini belirttiği, yine aynı telefon numarasıyla
04/10/2006 tarihinde Diyarbakır Dicle haber ajansıyla görüştüğüve terör
örgütünün almış olduğu ateşkes kararı üzerinde Erzincan DTP il başkanlığı
yönetim kurulu olarak görüşme yaptıkları, 18/09/2005 tarihinde Van Başkale
kırsalında güvenlik güçleriyle silahlı çatışmaya girip öldürülen Gürbüz
Dişkıran'ın Erzincan'da bulunan babası İsmail Dişkıran'ın yanına giderek öldürülen
teröristin cenazesinin Elazığ'dan Erzincan'a getirilmesi için yardımcı
olabileceğini, bu nedenle Elazığ İnsan Hakları Derneği ile görüşebileceğini
söylemesi üzerine, İsmail tarafından terslendiği, İsmail'in 'çocuklarımız
sizin yüzünüzden ölüyor' demesi üzerine, 'kimse zorla dağa
çıkmamıştır, herkes gönüllü gitmiştir' şeklinde beyanda bulunduğu, DTP il
başkanı sıfatıyla güvenlik güçlerince terör örgütü mensubu olarak dağda bulunan
ve kayıtlara geçmiş olan kişilerle görüşme yaptığı, terör örgütü elebaşı olduğu
bilinen ve terör örgütü yöneticiliği ve ülke topraklarını ayırmaya kalkışma
suçundan hakkında kesinleşmiş mahkumiyet hükmü bulunan ve cezasını infaz
etmekte olan Abdullah Öcalan'dan sayın diyerek bahsedip, Öcalan'a tecrit
uygulanarak toplumsal barışın sağlanamayacağını beyan ettiği, terör örgütü ile
güvenlik güçlerine ateşkes yapmasını isteyen açıklamalarda bulunduğu, terör
örgütü mensuplarından gerilla diye bahsettiği, sanığın ölen teröristlerin
cenazelerinin defnedilecekleri yerlere taşınmaları işini organize ettiği,
ayrıca PKK mensubu teröristlerin yakalandıklarında onların davalarının hukuki
surecini takip ederek yardımcı olmaya çalıştığı, terör örgütünün yayın organı
olduğu kabul edilen dergi ve televizyonlarla irtibata geçerek açıklamalarda
bulunduğu soruşturma evrakı, olay ve görüşmelere ilişkin bilgilerin yeraldığı
CD'lerden anlaşılmıştır.
Erzincan
DTP İl başkanı Hüseyin Bektaşoğlu'nun etkin biçimde terör faaliyetlerine
karışan şahsın sıfatı, eylemlerinin ağırlık ve etkileri gözetildiğinde
iddianamede belirtilen bu eylemlerin DTP İl teşkilatının başında bulunan bu
şahıs ve dolayısıyla mensubu bulunduğu parti ile terör örgütü ve eylemleri
arasındaki ilişkiyi ortaya koyduğu görülmektedir.
Nitekim,
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda, sanığın sabit
kabul edilen eylemi silahlı terör örgütüne üye olmak suçu kapsamında
değerlendirilerek, söz konusu Mahkemenin 14.12.2007 günlü, E. 2007/122, K.
2007/190 sayılı kararı ile adı geçen kişinin TCK'nun 314/2, 3713 sayılı
Yasa'nın 5. ve TCK'nun 62. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
15- Hüseyin
Kalkan'ın Eylemi
DTP'li
Batman Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan'ın, ABD'de yayımlanan Los Angeles Times
Gazetesinin 30.5.2006 tarihli nüshasında yayımlanan haber ' röportajla ilgili
olarak Türkiye'de yayımlanan ulusal gazetelerde ve bazı internet sitelerinde
yer verilen ''Şiddet en azından amacı olan bir eylem türüdür. Terör hiçbir
amaç olmadan yapılır' PKK silah bırakmak istiyor ama onları eşkıya gibi
göstermek istiyorlar. Benim hizmet ettiğim kentin % 80'i dağdakiler gibi
düşünüyor' Diyarbakır ve Batman'daki olayların ardından 200 kadar genç dağa
çıktı. Onlar bir amaç için dağa çıktılar' Abdullah Öcalanı kürt halkının lideri
olarak görüyorum'söyledikleriyle milyonları peşinden sürükleyen bir liderdir'.'
biçiminde beyanlarda bulunduğu soruşturma belgeleri, gazete küpürleri ve
internet çıktılarından anlaşılmıştır.
Adı
geçen şahsın sıfat ve pozisyonu, eylemin ağırlık ve etkileri gözetildiğinde
iddianamede belirtilen bu eylem adı geçen şahıs ve dolayısıyla mensubu
bulunduğu parti ile terör örgütü ve eylemleri arasındaki ilişkiyi ortaya
koymaktadır.
Nitekim,
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, söz konusu
Mahkemenin 24.1.2008 günlü, E. 2006/181, K. 2008/31 sayılı kararıyla sanığın
eylemi 'yasadışı terör örgütünün propagandasını yapma suçu' kapsamında
değerlendirilerek 3713 sayılı Yasa'nın 7/2. maddesi uyarınca 10 ay hapis
cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.
16-
İbrahim Sunkur'un Eylemleri
a-
18.2.2007 Tarihinde Evinde Yapılan Arama
DTP
Van il başkanı olan İbrahim Sunkur'un 18.2.2007 günü Halilağa Mahallesi,
İpekyolu Caddesi, Sahil Sitesi B Blok No:7 sayılı ikametinde Van 4. Ağır Ceza
Mahkemesi (CMK.250.Madde ile Yetkili) Nöbetçi Hâkimliğinin 19.2.2007 gün ve
2007/301 Müt. sayılı kararlarına istinaden yapılan aramada beyaz renkli ağzı
açık vaziyette bulunan mektup zarfının üzerine el yazısı ile siyah tükenmez
kalemle yazılmış 'kapalı zarf sakın açmayın, başkana teslim edin lütfen'
ibaresinin olduğu, zarf içerisinde bir adet yarım çizgisiz dosya kâğıdı ve bir
adet A4 çizgisiz dosya kâğıdının olduğunun belirlendiği dosyadaki tutanaklardan
anlaşılmıştır.
Yarım
çizgisiz dosya kâğıdı üzerine el yazısı ile mavi pilot kalemle ön yüzünde; 'Şırnak
Uludere kürtçe şeğan, Cehver Benek baba adı Ahmet Benek sadece tim komutanın
ismini tespit etmişim 20 veya 25 kişi net olarak bilmiyorum kaç kişi olduğunu
bu insanlar aynı bu time katılıyor. Besta bölgesinde, Uludere bölgesinde, Irak
sınırında devamlı bu insanlar bu bölgede geziyorlar. hem millet için hem
gerilla için onları vurmak için devlet tarafında görevlendirmiştir. bu millet
bu insanlar çok dikkat edin. ben bu ismi söylemiyorum. zor durumdayım lütfen
kusura bakmayın. bunun hemen Roj Tv bilgi gönderin' şeklinde olduğu ve
arka yüzünün boş olduğu,
A4
çizgisiz dosya kâğıdı üzerinde ise mavi pilot kalem ile ve el yazısıyla
yazılmış 'Şefik Bilen ve Halit Babat tim komutanıdır. Cezaevinde her ay
operasyona çıkıyorlar. Emir komut Şefik'tedir. Siirt Pervari Doğan köyü kürtçe
hosyan,
Şefik
Bilen cezaevinde
Halit
Babat oda cezaevinde
Mehmet
Bilen,
Sedik
Bilen,
Ekrem
İlter aynı kardeş oğludur. Yalnız soy ismi ayrıdır. Dayısının soyismini
taşımaktadır.
Ali
Kara
Siirt
Pervari Yapraktepe kürtçe evreğ mahkumlarının isimleri
Mehmet
İlter
Hüseyin
İlter
Mehmet
Şirin ilter
Abdurahman
İlter
Yusuf
İlter bu 5 mahkum Siirt Pervari Doğan köyü alay komutanına söylemişiz. eğer siz
bizim evrakları bozarsanız bir gurup gerillayı vuracağız. alay komutanı kabul
etti.
Siirt
Pervari Doğancı köyü kürtçe Besta Kumyanıs 5 kişi isimleri tespit edilmemiş
Siirt
Pervari kürtçe isim a bir 1 kişi adı Halil soy ismini tesbit edememişim
bu
17 kişi Siirt Pervari bölgesinde Cudi dağı Herekal dağı Besta bölgesinde Kadul
dağı Tahtıraş dağı Jirga aşirat tarafında dağın Kadul bu 17 kişiler de bu bölge
tarafında özel tim devlet tarafinda görevlendirmiştir. Hem millet için hem
gerilla için vurmak için devamlı bu bölgede gezdiriyorlar. Herhangi bir yerde
bir gürültü görürse hemen sikozkla en yakın bir yere gönderiyor. Gece gündüz
gözetmenlik yapıyorlar. Gündüz gözetiylar, gece pusu attıyorlar ve yol
kesiyorlar.' şeklinde olduğu, arka
yüzünün boş olduğu saptanmıştır.
DTP
Van il başkanı olan İbrahim Sunkur'un evinde yapılan aramada ele geçirilen
belgede bölgede görev yapan güvenlik güçleriyle ilgili bilgiler bulunduğu ve
istihbari çalışmalar yapıldığı, böylece adı geçen kişinin terör örgütüne destek
verdiği anlaşılmaktadır. Adı geçen şahsın sıfat ve pozisyonu, eylemin ağırlık
ve etkileri gözetildiğinde iddianamede belirtilen bu eylem adı geçen şahıs ve
dolayısıyla mensubu bulunduğu parti ile terör örgütü ve eylemleri arasındaki
ilişkiyi ortaya koymaktadır.
b-
Mahalli Bölge Gazetesi'ne Verdiği ve Yayınlanan Röportajda Terör Örgütünün
Propagandasını Yapması
DTP
Van il başkanı olan İbrahim Sunkur'un 26.1.2007 tarihli mahalli Bölge
Gazetesi'nde yayımlanan röportajında ''PKK kürt sorununun gündemden çıkması
için dağlardadır'terör tanımını iyi bilmek lazım. PKK terör tanımını tarif
ettiğimizde o kapsama girmiyor'Ateşkes ilan ettik ama kimin kabul etmediğini
herkes biliyor. Bu ülkede ateşkesin sağlanması için tüm programları askıya
aldık'' şeklinde ifadeler kullandığı soruşturma evrakı, tutanaklar ve
gazete küpürlerinden anlaşılmıştır.
DTP
Van İl başkanı sıfatını taşıyan İbrahim Sunkur'un mahalli Bölge Gazetesi'nde
yayımlanan röportajında kullandığı ifadeler, bir siyasi parti mensubu gibi
değil, PKK terör örgütünün bir mensubu gibi konuştuğunu göstermektedir. Adı
geçen şahsın sıfatı, eylemin ağırlık ve etkileri gözetildiğinde iddianamede
belirtilen bu eylemin DTP İl teşkilatının başında bulunan bu şahıs ve
dolayısıyla mensubu bulunduğu parti ile terör örgütü ve eylemleri arasındaki
ilişkiyi ortaya koymaktadır.
17- İzzet Belge ve
Abdullah İşnaç (İsnaç)'ın Eylemleri
DTP
Şırnak il başkanı olan İzzet Belge'nin 2.12.2006 tarihinde, Şırnak il
merkezinde Cumhuriyet Meydanında izinsiz ve bildirimsiz şekilde toplanan
kalabalığa karşı okuduğu 'basına ve kamuoyuna' başlıklı bildiride '...
yaptığı açıklamalar ve öne sürdüğü fikirlerle, savaşın bitmesinden ve kalıcı
bir barış ortamının yaratılmasından yana politika izlediğini ortaya koyan Sayın
Öcalan'ın bu tarihsel sorunda oynayacağı rolün görülmesi, tartışılması ve
sürece katkılarının sürmesinin sağlanması için uygun koşulların yaratılması
yerine; Kürt kamuoyunda her defasında gerilim yaratan ağır tecrit koşulları
sürdürülüyor'' şeklinde ifadeler kullandığı, ayrıca basın açıklamasına
katılan DTP Şırnak İl Yönetim Kurulu üyesi Abdullah İsnaç ile birlikte 'biji
aşiti biji PKK, dise dise serhildan, dişe diş kana kan seninleyiz Öcalan,
barışın elçisi İmralı'dadır, hükümet şaşırma bizi dağa taşırma' biçiminde
sloganlar attıkları, dosyadaki CD inceleme tutanağı, yerel mahkemece yapılan
bilirkişi incelemesi ve olay sırasında çekilen fotoğraflardan anlaşılmıştır.
DTP
Şırnak il başkanı sıfatını taşıyan İzzet Belge'nin toplanan kalabalığa karşı
yaptığı basın açıklamasında terör örgütü liderinden saygıyla bahsederek terör
örgütü liderinin barış ortamının yaratılmasında tarihsel bir rol oynayacağından
söz etmesi ve bu kişinin basın açıklamasına katılan DTP Şırnak il yönetim
kurulu üyesi Abdullah İsnaç ile birlikte 'biji aşiti biji PKK, dise dise
serhildan, dişe diş kana kan seninleyiz Öcalan, barışın elçisi İmralı'dadır,
hükümet şaşırma bizi dağa taşırma' biçiminde sloganlar atmaları, terör
örgütünün ve liderinin propagandası niteliğindedir.
Nitekim,
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda, bu kişilerin
eylemi bir bütün halinde 'terör örgütünün propagandasını yapmak' suçu
kapsamında değerlendirilmiş ve söz konusu Mahkemenin 27.9.2007 günlü,
E.2007/81, K.2007/346 sayılı kararı ile adı geçenlerin 3713 sayılı Yasa'nın
7/2. ve TCK'nun 62. maddeleri uyarınca 10'ar ay hapis cezası ile
cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
18-
Kemal Aktaş ve Haci (Hacı) Üzen'in Eylemleri
DTP
Silopi ilçe başkanı Haci Üzen'in 21.3.2006 tarihinde Nevruz kutlamaları
sebebiyle Kürtçe yaptığı konuşmasında ''şehit anneleri merhaba, kürt
kızları merhaba'biz burada 24 Şubatta 400 gencimizi davul zurna ile askere
gönderdik, o gençlerimizi Gabara ve Cudiye gönderiyorlar, sırf kardeşlerini,
dostlarını öldürsünler diye'.bizim bir şartımız varsa önce operasyonlar
durdurulsun'kürt sorununun anahtarı kürdistandadır'Operasyonların durdurulması
Avrupa yolunun açılması için devletin DTP ile muhataplığı ile belli olur, biz
söylüyoruz ki beraber ve kardeşçe bu iş çözülsün, operasyonlarla, topla tankla
Kürt halkı bitmez, özgürlük ve barış elinizi uzatın Kürtlere burada Türk
annelerine sesleniyorum, çocukları öldüğü zaman anaları hemen diyor ki vatan
sağ olsun vatan sağ olsun neden öldürülüyor bunlar'';
DTP
Parti üyesi Kemal Aktaş'ın ise ''Mazlum Doğanların bedenine ateş tutturup
geliştirerek ölümsüzler kervanını oluşturanların onurlu mirasçıları merhaba'bu
topraklarda bu mekanlarda zulme, yok edilmeye baş kaldırarak direnerek onurlu
bir direnç yaratarak bugünlere geldiniz'sayın Öcalan'ın 7 yıldan beri yani
1999'tan beri geliştirdiği barış ve çözüm önerileri olumlu bir dönem
başlatmıştır'biz DTP olarak silahların susması gerektiğine inanıyoruz ve burada
bir kez, bir kez daha silahların susması, adil, demokratik ve bütün siyasi
yasakları ortadan kaldırabilecek, dağdakilerin de gerillanın da normal yaşama
katılabilecek bir çözüm yani siyasi genel af talep ediyoruz'işte en son Amed'te
Diyarbakır'ın göbeğinde sayın Abdullah Öcalan'ın barış çağrılarını yineleyen 70
yaşındaki barış anneleri Abdullah Öcalan'ın sayın Abdullah Öcalan'ın barış
çağrılarını dile getirdikleri için tutuklandı' Kürt dili kültürü, kimlik
hakları yalnız Kürtçe'nin serbest bırakılması ile mümkün değildir, Türkçe'nin
yanında resmi bir dil olarak kabul görmelidir, Kürtlerin siyasal kimlikleri
kabul edilmelidir',
şeklinde
beyanlarda bulundukları soruşturma evrakı, tutanaklar, olay ve konuşmalara
ilişkin görüntülerin yeraldığı CD'lerden anlaşılmıştır.
DTP
Silopi ilçe başkanı Haci Üzen ile Parti üyesi Kemal Aktaş'ın Nevruz kutlamaları
sırasında sözkonusu toplantıdaki tutumları ve kalabalığa karşı yaptıkları
konuşmalar bir siyasi parti propagandasından ziyade terör örgütünün
propagandasıdır. Adı geçen şahısların sıfat ve pozisyonları, eylemin ağırlık ve
etkileri gözetildiğinde iddianamede belirtilen bu eylem adı geçen şahıslar ve
dolayısıyla mensubu bulundukları parti ile terör örgütü ve eylemleri arasındaki
ilişkiyi ortaya koymaktadır.
Nitekim,
Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, söz konusu
Mahkemenin 6.3.2008 günlü, E. 2006/204, K. 2008/60 sayılı kararıyla,
iddianamede isnat olunan terör örgütünün propagandasını yapmak suçunun sabit
olduğu kabul edilerek aralarında Haci Üzen ve Kemal Aktaş'ın da bulunduğu
sanıkların 3713 sayılı Yasa'nın 7/2. maddesi uyarınca 2 yıl 1'er ay hapis
cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
19-
Leyla Zana'nın Eylemleri
a-
18.7.2007 Tarihinde Diyarbakır İlinde Düzenlenen DTP Destekli Bağımsız
Milletvekili Adaylarının Seçim Mitinginde Yaptığı Konuşma
DTP
Parti Meclisi üyesi Leyla Zana'nın yaptığı konuşmada ''Amed ben sana kurban
olayım' Amed sen tek başına Kürtlerin gönlünde değilsin, sen Kürtlerin hırsı ve
direnişinin, sen Kürtlerin sevgisi ve huzurusun Amed, sen Kürtlerin inancı ve
umudusun Amed, senden öyle bir ses bekliyorum ki yüksek bir ses sadece
Ankara'da duymamalı Amed, dünya alem senin sesini duyması lazım Amed' üçüncü
adım ise oldukça hüzünlüydü, o hüzün öyle ki bütün Kürtlerin gönlünde siyasi
bir deprem yarattı. O dönem 1999'daki İmralı dönemi idi' bugün sıra Amed'tedir
sizin de bu sözü vermenizi istiyoruz. O da Kürt halkının başına ve Kürdistan'ın
köreltilmesine müsaade etmeyin. Ben bunu Amed'den istiyorum'' şeklinde
konuşarak terör örgütünün ülke topraklarından ayırmayı hedef edindiği
toprakları ve bu bölge içerisinde yer alan Diyarbakır'ı (Amed) kastederek
Kürdistan olarak nitelendirdiği, konuşma sırasında yasadışı slogan atan grup
tarafından 'Biji Serok Apo (yaşasın başkan Apo)' şeklinde slogan atılması
üzerine sanığın topluluğa hitaben 'Ben sizden öyle bir ses istiyorum ki
sadece bunu Ankara duymasın tüm dünya alem duysun' şeklinde konuşması
üzerine kalabalığın seslerini artırarak PKK terör örgütü elebaşı Abdullah
Öcalan lehine 'biji serok Apo (yaşasın başkan Apo)' şeklinde slogan attığı,
yapılan mitingte yasadışı silahlı PKK terör örgütü ve elebaşısı Abdullah Öcalan
lehine 'Biji Serok Apo (yaşasın başkan Apo)', 'Şehit Namırın (şehitler ölmez),
Disa Disa Serhildan Serokeme Öcalan (Yine Yine Başkaldırı, Başkanımız Öcalan)',
'PKK Halktır Halk Burada', 'Öcalan Öcalan', 'Dişe diş kana kan seninleyiz
Öcalan' şeklinde yasadışı sloganların atıldığı, üzerinde 'Bu Ülkeye Demokrasiyi
Kürtler Getirecek, Bu Bizim Namusumuz, Oylar Namustur Namus Satılmaz, Öcalan
Siyasi İrademizdir' yazılı pankart ile yine üzerinde terör örgütü elebaşısı
Abdullah Öcalan'ın resmi bulunan 'Erxıwedana 14 Etimine (14 Temmuz Direnişi),
rastiye mezme parti (Büyük güç partisi)' yazılı pankartların açıldığı, sözde
terör örgütünün demokratik konfederalizm bayrağını simgeleyen bez parçalarının
açıldığı, yapılan seçim mitinginin atılan slogan, taşınan pankart döviz ve
açılan poster, bez parçalarıyla terör örgütünün propagandasına
dönüştürüldüğüsoruşturma evrakı, tutanaklar, olay ve açıklamalara ilişkin
görüntülerin yeraldığı CD'lerden anlaşılmıştır.
Belirtilen
bu eylemin ağırlık ve etkileri gözetildiğinde, adı geçen şahıs ve dolayısıyla
mensubu bulunduğu partinin amacını ve terör örgütü ile ilişkisini ortaya koymaktadır.
Nitekim,
adı geçen kişinin bu konuşması, 19.7.2007 günü Bingöl ilinde yaptığı konuşma
ile birlikte değerlendirilerek, aşağıda belirtilen Diyarbakır 5. Ağır Ceza
Mahkemesinin 4.12.2008 günlü, E.2008/232 ve K.2008/508 sayılı kararıyla adı
geçenin eyleminin kül halinde 'yasadışı silahlı PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün
üyeliği boyutuna ulaştığı' kabul edilmiş ve 5237 sayılı TCK'nun 314/2, 61, 62,
3713 sayılı Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca neticeten 10 yıl hapis cezasıyla
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
b- 19.7.2007 Günü Bingöl İlinde DTP Destekli Bağımsız
Milletvekili Adayı Mehmet Nuri Özmen'in Seçim Mitinginde Yaptığı Konuşma
DTP
Parti Meclisi üyesi Leyla Zana 19.7.2007 günü Bingöl ilinde yaptığı seçim
konuşmasında, 'Bana Diyarbakır'lı diyorlar, ben Diyarbakır'lı değil,
Kürdistanlıyım. Buralara Doğu, Güneydoğu diyorlar. Buralar Doğu, Güneydoğu
değil Kürdistandır. Bizlere bölücü diyorlar, aslında bu topraklar bizim'Onların
nasıl bir kimliği, Türklüğü, tarihi değerleri varsa sizlerinde var. Demin de
ifade ettim, Aliler var Ayşeler var, Şeyh Saitler var, Şeyh Rıza'lar var
bunların hepsi var. Yani tarih desek tarih, onlar bu topraklara gelmeden biz
zaten bu toprakların sahibi idik... Senin beklediğin Kürt iki büklüm hiçbir şey
istemeyen kendi kafasında kültüründen, tarihinden utanç duyan Kürt bundan
yıllar önce oldu. Artık tatmin edilen Kürt var' şeklinde konuşmalar
yaptığı, bu konuşmaların etkisiyle miting esnasında toplanan grup tarafından 'biji
serok Apo (yaşasın başkan Apo), şehit namırın (şehitler ölmez), disa disa
serhildan serokeme Öcalan (Yine Yine Başkaldırı, Başkanımız Öcalan), PKK
halktır halk burada, Öcalan Öcalan, dişe diş kana kan seninleyiz Öcalan' vb.
şekilde yasadışı sloganların atıldığı, PKK terör örgütünü ve Kürt Federasyonunu
temsil eden bez parçaları ile örgütün elebaşısı Abdullah ÖCALAN'ın
posterlerinin açıldığı, yapılan seçim mitinginin atılan slogan, taşınan pankart
döviz ve açılan poster, bez parçalarıyla terör örgütünün propagandasına
dönüştürüldüğü soruşturma evrakı, tutanaklar, olay ve konuşmalara ilişkin
görüntülerin yeraldığı CD'lerden anlaşılmıştır.
Sözkonusu
şahsın miting sırasında kalabalığa karşı yaptığı konuşmanın bir seçim
mitinginde yapılmış olduğu, eylemin ağırlık ve etkileri gözetildiğinde bu
eylemin adı geçen şahıs ve dolayısıyla mensubu bulunduğu partinin devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesine karşı tutumlarını ortaya
koyduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim,
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, Leyla
Zana'nın iddiada belirtilen eylemi ile birlikte bu şahıs tarafından çeşitli
tarihlerde yapılan gösteri, miting ve etkinliklerde gerçekleştirilen diğer
eylem ve konuşmaları da değerlendirilmiş ve tüm eylem ve konuşmalar birlikte
değerlendirilerek adı geçenin hukuki durumu değerlendirilmiştir. Adı geçenin bu
konuşması, 19.7.2007 günü Bingöl ilinde yaptığı konuşma ile birlikte
değerlendirilerek, yukarıda belirtilen Mahkemenin 4.12.2008 günlü, E.2008/232,
K.2008/508 sayılı kararıyla, sanığın eylemi kül halinde PKK terör örgütü üyesi
olmak suçu kapsamında görülerek 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
Belirtilen
nedenlerle, adı geçen kişi tarafından gerçekleştirilen eylemin davalı Parti'nin
kapatılması ve yasaklama açısından delil olarak değerlendirmeye esas alınması
gerektiği sonucuna varılmıştır.
c- 28.10.2007 Tarihinde Diyarbakır'da 'Demokratik Toplum
Kongresi' Adı Altında Gerçekleştirilen Toplantıda Yaptığı Konuşma
26-28.10.2007
tarihlerinde DTP Diyarbakır il binası içerisinde DTP milletvekilleri, çevre il
ve ilçelerden gelen DTP belediye başkanları ve delegelerin katılımıyla
Demokratik Toplum Kongresi adı altında bir toplantı yapılmıştır. Leyla Zana'nın
bu toplantıda kürtçe yaptığı konuşmasında; ''1999'tan bu yana kürtlerin
lideri tutuklandığı zaman, her ne kadar farklı düşünen Kürtler olsa da, ben
inanıyorum ki eğer gönlünde küçücük bir rahmet varsa evinde oturmuş
ağlamıştır'Ben inanıyorum ki bu yeni yüzyılda hiçbir haysiyetli ve şerefli
kürt, diyemez ki doğrudur ben kardeşimin kellesini size teslim edeyim. Siz
ezesiniz ya da zindanlarda çürütesiniz diye'Bu silahlı kişilerin hepsi de bu
milletin evlatlarıdır. Onlar da senin geleceğin için yardımcı olacaktır. Hepsi
alimdir, yarısı diyebilirim ki üniversitelerde eğitimlerini almışlar. Başkan ve
kürtlerin önderinden tut da halkını da şahısları da cahil görüyorsun, sen
onları hor görüyorsun, sen onları kötü görüyorsun. Ne zaman ağzın açılırsa, kim
kürtler için umut olduysa, sen onlara saldırıyorsun'' şeklinde ifadeler
kullandığı soruşturma evrakı, tutanaklar, olay ve konuşmalara ilişkin
görüntülerin yeraldığı CD'lerden anlaşılmıştır.
Leyla
Zana'nın konuşmasında terör örgütü elebaşısı olan Abdullah Öcalan'dan
'kürtlerin lideri', 'başkan' ve 'kürtlerin önderi' olarak bahsedilmesi ve onun
yurtdışından yakalanarak Türkiye'ye getirilmesinin üzüntü verici bir olay
olarak kabul edilmesi, teröristlerin yaptıkları eylemler ve bu kişilerin
niteliklerinin övülmesi, açıkça terör örgütünün, liderinin ve eylemlerinin
övülmesi anlamına gelmektedir.
20-
Mehmet Veysi Dilekçi'nin Eylemleri
a-
1.9.2006 Tarihinde Van'da Partisince Düzenlenen '1 Eylül Dünya Barış Günü
Mitingi'nde Yaptığı Konuşma
DTP
Van il yönetim kurulu üyesi Mehmet Veysi Dilekçi'nin 1.9.2006 tarihinde Van'da
partisince düzenlenen '1 Eylül Dünya Barış Günü Mitingi'nde ölen teröristler
için '' özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren tüm şehitlerimizin anısına
hepinizi bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum' şeklindeki
sözleriyle topluluğu saygı duruşuna davet ettikten sonra, Abdullah Öcalan'ın
tecrit ve baskı altında olduğu, bu baskıların kaldırılması gerektiği şeklinde
konuşma yaptığı, konuşmalar sırasında orada bulunan kalabalığın zafer
işaretleri yapıp terörist resimlerinin bulunduğu dövizleri tuttukları, 'biji
serok apo (yaşasın önder apo)', 'Öcalan Öcalan', 'dişe diş kana kan seninleyiz
Öcalan' şeklinde sloganlar attıkları soruşturma evrakı, tutanaklar, olay ve
konuşmalara ilişkin görüntülerin yeraldığı CD'lerden anlaşılmıştır.
DTP
Van il yönetim kurulu üyesi Mehmet Veysi Dilekçi'nin partisince düzenlenen '1
Eylül Dünya Barış Günü Mitingi'nde ölen teröristler için topluluğu saygı
duruşuna davet ettikten sonra, Abdullah Öcalan'ın tecrit ve baskı altında
olduğu, bu baskıların kaldırılması gerektiği şeklinde konuşma yapması ve
düzenlenen mitingin terör örgütünün propaganda alanına dönüştürülmesi şeklinde
gerçekleşen olayda, adı geçen şahsın sıfatı, eylemlerin ağırlık ve etkileri
gözetildiğinde iddianamede belirtilen bu eylemin DTP il teşkilatı yönetiminde
bulunan bu şahıs ve dolayısıyla mensubu bulunduğu parti ile terör örgütü ve
eylemleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır.
b-
16.4.2007 Tarihinde Yaptığı Basın Açıklaması
DTP
Van İl yönetim kurulu üyesi Mehmet Veysi Dilekçi'nin 16.4.2007 tarihinde AKP
Van il teşkilatını ziyareti sırasında basın mensupları önünde yaptığı konuşmada
'...PKK bu ülkenin gerçeğidir. Bunu kabul etmek zorundayız. Bizim PKK ile
organik değil, duygusal bağımız var. Çünkü bu ülkede PKK'nın militanlığını
yapan insanların aileleri yaşamaktadır. Elbette bu annenin, babanın, kardeşin
bir siyasi tercihi olacaktır. O siyasi tercihleri DTP ise, bu insanlar DTP'yi
tercih ediyorsa, Bu PKK ile bir bağımız olduğu anlamına gelmiyor' PKK'nın
militanları da bu ülkenin evlatlarıdır. Devlet de bunun için çözüm
gerçekleştirmek zorundadır'' şeklinde beyanlarda bulunduğu soruşturma
evrakı ve tutanaklardan anlaşılmıştır.
Eylemi
gerçekleştiren şahıs DTP İl Yöneticisi sıfatını taşımakta ve beyanlarıyla terör
örgütüne, eylemlerine ve mensuplarına destek olmakta ve halkı Devlete ve diğer
halk kesimlerine karşı kin ve düşmanlığa, şiddete yöneltmeye çalışmaktadır. Bu
durum ve söylenen sözlerin içerik ve etkileri gözetildiğinde eylemin terör
örgütü ile eylem sahibi ve mensubu bulunduğu davalı Parti açısından mevcut
ilişkiyi ortaya koyduğu sonucuna varılmaktadır.
21-
Metin Tekce (Tekçe)'nin Eylemi
DTP'li
Hakkari Belediye Başkanı Metin Tekçe'nin 28.2.2006 tarihinde TBMM Araştırma
Komisyonunda verdiği ifadesinde PKK terör örgütünü ve eylemlerini meşru gördüğü
yönünde beyanda bulunduğu ve bu konuşmasının basın yayın organlarında yer
alması üzerine 16.3.2006 tarihinde yaptığı basın açıklamasında '28.2.2006
günü Şemdinli olaylarıyla ilgili olarak Meclis Araştırma Komisyonu'nda ifade
vermiştim, o ifademde bir takım görüşleri dile getirdim. Orada PKK bana göre
terör örgütü değildir diye bir söz söyledim. Bana göre PKK bir terör örgütü
değildir. Meclis Araştırma Komisyonu'nda belirttiğim gibi hangi örgüt olursa
olsun, benim mensup olduğum partimde Kürt sorununun çözümünde bazı ortak
noktalarda birleşebiliyorsa bana göre ortada her hangi bir terör örgütü yoktur.
Eğer Kürt sorununun çözümüne yönelik en ufak yapıcı bir yaklaşım sergiliyorsa
HAMAS dahi bana göre bir terör örgütü olamaz. PKK.nın çıkış amacı da önemli
değildir. Bana göre ortada bir Kürt sorunu vardır ve bu sorunun gerçekliğinin
görülebilmesi ve çözümünün olabilmesi için sadece terör kavramına sığınmanın
çözüm olamayacağı inancındayım. Ben kesinlikle şiddetten ve terörden yana
değilim. Kürt sorununun demokratik çözümü için cesur adımlar atılmasından
yanayım.
Ayrıca
16.3.2006 günü Hakkâri Belediye Başkanlığında yapmış olduğum basın açıklaması
esnasında sözlerimin arkasında olduğumu söyledim.
Bununla
kastettiğim az önce belirttiğim görüşlerimin arkasında olduğumu bildirmekti. Bu
sorunun demokratik temellerde çözümünün sağlanması için eğer bizim canımız
isteniyorsa onu da vereceğiz sözlerini de o dönemde Meclis Araştırma
Komisyonunda verdiğim ifademden sonra beyanlarımdan bir kısmının basına
yansıması ve benim hakkımda gerek görsel gerekse yazılı basında yer alan
haberlerin Kürt sorununun çözümünü istemeyen düşüncelere hizmet ettiği
kanısıyla şahsıma dönük yargısız bir infazın geliştiği düşüncesiyle bu
çözümsüzlüğü isteyen düşüncelere karşı çözümün mutlaka demokratik yollarla
olacağı tezini tekrarlayıp ve bunun bedelini almış olduğum tehditlerden dolayı
da canımız da isteniyorsa bunu da verebileceğimi açıklamak amacıyla çünkü bu
dönemde birçok tehdit ve ölüm tehditleri almaya başlamıştım' şeklinde sözler söylediği dosyadaki belgelerden
anlaşılmıştır.
Adı
geçen kişinin iddianamede belirtilen 16.3.2006 tarihli basın açıklamasında da
terör örgütünü meşru göstermesi, terör örgütünün ve amacının propagandasını
yapması kendisi ve mensubu bulunduğu davalı Parti'nin terör örgütü ile ilişkisini
açıkça ortaya koymaktadır.
Nitekim,
Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda, bu kişinin eylemi
sabit görülerek, söz konusu Mahkemenin 19.3.2007 günlü, E.2006/129, K.2007/76
sayılı kararı ile terör örgütünün ve amacının propagandasını yapmak suçundan
dolayı TCK7nun 220/8. ve 62. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezasıyla
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Söz
konusu kararda ayrıca, Van DGM Başsavcılığının 5.12.2003 günlü, 2003/339 ve
30.12.2003 günlü, 2003/370 sayılı iddianameleri ile aynı kişi hakkında örgüt
üyesi olmak iddiasıyla açılan ve bu davayla birleştirilen kamu davaları
yönünden de hüküm kurulmuş ve sanığın PKK terör örgütüyle organik bağ içerisine
girerek yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik gösteren eylemlerde bulunduğu, örgüt
mensuplarından aldığı emir ve talimatları uyguladığı, örgütün kırsal alanına
götürülmek üzere eleman sağlamak için emir ve talimatlar verdiği sabit kabul
edilerek adı geçenin örgüt üyesi olma suçundan dolayı TCK'nun 314/2. ve 3713
sayılı Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
22-
Murat Avcı'nın Eylemleri
a-
19.3.2006 Tarihinde Yaptığı Konuşmada PKK ve Öcalan'ı Övücü Sözler Söylemesi
DTP
Siirt İl Başkanı olan Murat Avcı'nın 19.3.2006 tarihinde Batman İlinde yapılan
Nevruz kutlamaları sırasında PKK terör örgütünün amaçlarına ulaşmak için
geliştirdiği ve benimsediği strateji doğrultusunda gerçekleştirilen ve
serhildan olarak adlandırılan eylemleri organize ettiği ve burada toplanan
gruba hitaben yaptığı konuşmada ''sayın Öcalan bu ülkede siyasi bir irade
olduğu gibi ortada olan bir gerçektir'sizlerin başlatmış olduğu sayın Öcalan
benim irademdir kampanyasını selamlıyorum ve saygıyla karşılıyorum..'
şeklinde beyanlarda bulunduğu soruşturma belgeleri ve tutanaklardan
anlaşılmıştır.
DTP
Siirt İl Başkanı olan Murat Avcı'nın serhildan isimli gösterileri organize
etmesi ve orada toplanan kalabalıklara yönelik olarak terör örgütü ve onun
başına doğrudan açık destek içeren sözler sarfetmesi kendisi ve mensubu
bulunduğu davalı Parti'nin terör örgütü ile ilişkisini ortaya koymaktadır.
Nitekim,
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, söz konusu
Mahkemenin 21.2.2008 günlü, E.2006/112 sayılı kararıyla adı geçenin eylemi
sabit kabul edilerek TCK'nun 220/7. ve 314/3. maddelerinin yollamasıyla aynı
Yasa'nın 314/2. ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis
cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Yine
aynı kararda, adı geçen hakkında aynı Mahkemenin E. 2007/37 sayılı dosyasında
görülmekte olan ve bu dava ile birleştirilen adı geçene yüklenilen 'suç ve
suçluyu övme suçu' da sabit görülerek bu suçtan dolayı da TCK'nun 215/1.
maddesi uyarınca 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.
b- 28.3.2006 ve
29.3.2006 Tarihlerinde Yaptığı Basın Açıklamaları
Güvenlik
kuvvetlerince 24.3.2006 tarihinde yapılan operasyonlar sonucunda 14 PKK
militanının öldürülmesi üzerine, terör örgütü yöneticilerinin bu operasyon
nedeniyle ölen teröristler için görkemli cenaze törenleri yapılması, halka o
gün kepenk kapatma, işe gitmeme yönünde çağrıda bulunduğu, DTP Siirt İl Başkanı
olan sanığın bu çağrıya uyarak katıldığı ölü teröristin cenaze töreninde
meydana gelen bir kişinin yaralanması eylemi üzerine adı geçenin hastanede
kalabalığa hitaben yaptığı konuşmada;
'Evet
değerli arkadaşlar biz bugün bu şeyler arasında şehit düşen bir arkadaşımızın
cenazesini defin ederken bir arkadaşımızı daha bu devletin güçlerine ait
silahlar tarafından yaralı olarak şu anda ameliyathanede tutuluyor. Şunu
yıllardır söylüyoruz; bu ülkede savaş hiç birimize faydalı olmamıştır. Ancak
birileri bellerindeki silahları kullanmaktan zevk alıyor. Adeta biz bugün
tekrar söylüyoruz, yaranız derin olmasına rağmen diyorum ki bu kan durmalı bu
kanı durduracak gücümüz vardır ve yine şunu da söylüyoruz ki Türk ordusu bu
halkın üzerine kurşun yağdırmaktan vazgeçmelidir. Bu ordu ya asli görevi olan
bu halkın can güvenliğini korumakla işlerini yapacak ya da bu halk kendi
güvenliğini kendisi sağlayacaktır. Bu ordu bu ülkede Kürdistan'da akıttığı
kanın hesabını vermek zorundadır. Bugün, şu anda bu cenaze töreninde yaralanan
arkadaşımızın da hesabını vermek, zorundadırlar ve şuradan ifade ediyoruz ki
halkımızın bizler barışta olan ısrarımızı koruyacağız. Bu halkın demokraside,
barışta olan ısrarı bir gün mutlaka başarıya ulaşacaktır. Ama şunu da
söylüyoruz ki bizim irademize yağdırılan hiçbir kurşun bizim mücadelemizi
alıkoyamayacaktır ve yine söylüyoruz ki Türk Devlet güçleri bu halka karşı
davranırken kırk defa düşünmek zorundadır. Bu halkın acıları, bu halkın öfkesi,
bu devletin sorumlularını boğacak kadar büyüktür ve bu halkın öfkesi ve bu
ülkede dökülen kanları hepimize yetecek kadar acılar yaratmıştır. Bizler
bugünden sonra bu topraklarda acılar yaşanmasını istemiyoruz. Kanın dökülmesini
istemiyoruz. Halkımızın daima bizlere yönelik, kendisine yönelik her türlü
saldırıya açık cevap verecektir ve yarın halkımız sokağa çıkmayarak bu devlete
olan tepkisini ortaya koymalıdır.
Herkes;
bu ülkede insanım diyen herkes, bu acıların bir daha yaşanmaması için sorumlu
davranarak bu saldırıları protesto etmek amacıyla esnaflar kepenklerini
indirmeli, öğrenciler okula gitmemeli ve yarın herkes çarşıyı boş tutmalıdır.
Devlet görmelidir ki bizler bu saldırılara cevapsız kalmayacağız. Tepkimizi
ifade edeceğiz. Devlet yetkilileri de bilmelidirler ki bu halka yönelik hiçbir
saldırı bizim barıştan yana olan ısrarımızı, özgürlükte olan ısrarımızı geri
çeviremeyecek, bu ısrarımızdan alıkoyamayacaktır. Tekrar tekrar çağrıda
bulunuyoruz. Hükümet Devlet yetkilileri ve Türk ordu yetkilileri bu halka karşı
saldırılarından vazgeçmeli artık. Türkiye'de dökülen kanlar yeterlidir.
Tekrardan tekrardan çağrılarımızı yineliyoruz, nevruzda bu halkın ortaya
koyduğu irade görülmelidir. Bu halkın iradesine saygı duyulmalıdır. Bu halkın irade
etmiş olduğu siyasi iradesi ile bu sorunun çözümü biran önce sağlanmalıdır. Ve
her türlü saldırı ortamı ortadan kaldırılmalıdır. Artık yeter diyoruz. Ya bu
savaş bitecek ya da bitecek. Hastamız burada olduğu müddetçe hastaneden
ayrılmayacağız. Ama diğer hastaların da hastaneye giriş çıkışını engellememek
için her arkadaşımız hastanenin giriş çıkışını açık tutsunlar, hastane
personelinin işlerini iyi yapabilmesi için yardımcı olsunlar. Yine bu olay
sonuçlanana kadar bu olaya ilişkin tüm sorumluların hesabı sorulana kadar
takipçisi olacağız halkımız duyarlı ve sorumlu olsun.
'
Evet
arkadaşlar şu anda doktorların yaptığı açıklamada 6 doktor ameliyathaneye
girdi. 6 doktorun müdahalesi sonucu arkadaşımızın durumu biraz daha iyiye doğru
gidiyor. Ama iyi tedavinin daha iyi yapılması için Diyarbakır'a sevki olacak.
Biz de beraber gideceğiz. Diğer arkadaşlarımız da hasta nakil olduktan sonra
sesiz bir şekilde dağılsınlar. Herkes evlerine dağılsın bu konuda gerekli
açıklamalar gerekli bilgileri açıklayacağız. Zaten ifade ettik yarın toplu bir
boykot var. Yarın kepenk kapatma, öğrencilerin okula gitmemesi, çarşıya çıkmama
kararımız var. Bu olayın protesto edilmesi amacıyla bütün arkadaşlarımız
sağduyulu davransınlar. Biz bu olayı tamamıyla aydınlattık zaten net bir
olaydır. Diğer bu şu andan itibaren sorumluların hesap vermesini bekleyeceğiz
bu aşamada da hem sizin duyarlılığınızı hem sorumluluğunuzu bekliyoruz ve yarın
da Siirt olarak tepkimizi tavrımızı net bir şekilde açık olarak ortaya koyup
hükümete gerekli mercilere net olarak cevabımızı vermek zorundayız. Bu konuda
da her arkadaşımızı sorumlu olmaya davet ediyorum. Birazdan da hasta nakil
olduktan sonra da arkadaşlarımız sesiz bir şekilde dağılsınlar. Biz bu ülkede
gerginliklerin, çatışmaların sona ermesi için çaba sarf ettik. Bundan sonra da
sarf edeceğiz. Bir arkadaşımızı defin ederken yeni bir arkadaşımızı yaralı
aldık koynumuza. Buna rağmen ısrarımıza devam ediyoruz. Barış talebimize devam
ediyoruz. Hiçbir güç bizi barış ısrarımızdan ana değerlerimizi savunmaktan
alıkoyamaz. Yani daima ifade ettik bundan sonra da ifade edeceğiz. Bundan sonra
da bu irademizi ortaya koyacağız ama yarın irademizi güçlü bir şekilde ortaya
koyup tepkimizi ifade etmenin diğer tüm yol ve yöntemlerini ifade edeceğiz.
Dediğimiz gibi arkadaşlar hasta birazdan nakil olduktan sonra Diyarbakır'a
gideceğiz. Bu konuda tüm arkadaşlarımıza gerek basın yoluyla gerek diğer
yollardan hastamız hakkında ama asla arkadaşlarımız da sağduyulu bir şekilde
beklesinler. Birazdan da hasta nakil olduktan sonra evlerinize dağılın teşekkür
ediyoruz. Duyarlılığınız için sorumluluğunuz için' şeklinde sözler söylediği, konuşma sırasında orada
bulunan topluluk tarafından 'katil devlet', 'katil devlet hesap verecek',
'öcalan siyasi irademizdir', 'terörist devlet', 'şehit namırın', 'kürdistan
faşizme mezar olacak' şeklinde sloganların atıldığı soruşturma evrakı,
tutanaklar ve konuşmaların yeraldığı CD'den anlaşılmıştır.
Eylemi
gerçekleştiren şahıs DTP Siirt İl Başkanı sıfatını taşımakta ve beyanlarıyla
terör örgütüne, eylemlerine ve mensuplarına destek olmakta ve halkı Devlete ve
diğer halk kesimlerine karşı kin ve düşmanlığa, şiddete yöneltmeye
çalışmaktadır. Bu durum ve söylenen sözlerin içerik ve etkileri gözetildiğinde
eylemin, terör örgütü ile eylem sahibi ve mensubu bulunduğu davalı Parti
arasındaki ilişkiyi ortaya koyduğu sonucuna varılmıştır.
Nitekim,
Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, adı geçenin
sabit kabul edilen 'örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte
örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçu'ndan dolayı TCK'nun 314/3. ve
220/7. maddelerinin yollamasıyla aynı Yasa'nın 314/2. maddesi uyarınca 7 yıl 6
ay hapis; 'devletin askeri teşkilatını alenen aşağılamak suçu'ndan dolayı
TCK'nun 301/2. maddesi uyarınca 1 yıl hapis ve 'halkı kin ve düşmanlığa tahrik
etmek suçu'ndan dolayı da TCK'nun 216/1. maddesi uyarınca 1 yıl 6 ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
c-
16.5.2006 Tarihinde DTP Batman İl Kongresinde Yaptığı Konuşma
16.5.2006
tarihinde yapılan DTP Batman İl Başkanlığının 1. Olağan Genel Kurulu
toplantısında DTP Siirt İl Başkanı olan Murat Avcı'nın yaptığı konuşmada ''Kürt
halkı çözüm konusunda iradesini beyan etmiştir, kürt halkı nevrozlarda
milyonlarca insanla birlikte iradesini sayın Öcalan'dan yana koyarak sorunun
çözümünün adresini göstermiştir'' şeklinde beyanlarda bulunduğu soruşturma
belgeleri ve tutanaklardan anlaşılmıştır.
DTP
Siirt İl Başkanı olan Murat Avcı'nın yaptığı konuşmada yasadışı PKK terör
örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan'ın siyasi irade olarak kabul edilip Kürt
sorununun çözümünde muhatap olarak alınması gerektiğini ifade etmek suretiyle kendisi
ve mensubu bulunduğu davalı Parti'nin terör örgütü ile ilişkisini ortaya
koymaktadır.
Nitekim,
Murat Avcı hakkındaki kamu davasında Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesince
yapılan yargılama sonucunda, söz konusu Mahkemenin 11.3.2008 günlü, E.2008/29,
K.2008/74 sayılı kararıyla sanığın 16.5.2006 tarihinde DTP Batman İl
Başkanlığının 1. Olağan Genel Kurul toplantısında yaptığı konuşmada yasadışı
PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan'ın siyasi irade olarak kabul edilip
Kürt sorunun çözümünde muhatap olarak alınması gerektiğini ifade etmek
suretiyle üzerine atılı, basın yoluyla örgütün veya amacının propagandasını
yapmak suçunu işlediği sabit kabul edilerek TCK'nun 220/8. maddesi uyarınca 1
yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.
23- Murat Daş'ın
Eylemi
21.3.2007
tarihinde Valililikten izin alınarak yapılan Nevruz kutlamaları sırasında Murat
Daş'ın ''şimdi hepinizi barış ve demokrasi şehitleri adına bir dakikalık
saygı duruşuna davet ediyorum...' diyerek saygı duruşu yaptırdıktan sonra
PKK terör örgütü liderine ait olduğu anlaşılan bildiriyi okuduğu ve ardından 'Kürt
halkı barış için tam 30 yıldır mücadele ediyor. Bu mücadelenin binlerce bedeli
oldu. Kürt halkının artık bedel vermeye acı çekmeye tahammülü yoktur. Biz barış
dedik bizi zehirlediler. Önder Apo kürt halkının kırmızı çizgisidir ve onun acı
çekmesi tüm Türkiye'nin acı çekmesidir diyoruz ve nevroz coşkusunu yaşayan siz
yurtsever halkımızı en gelişmiş devrimci duygularımızla selamlıyor, nevrozunuzu
Sema Yüce, Mazlum Doğan ve önder Apo'nun sıcaklığıyla kutluyoruz' şeklinde
konuşmalar yaptığı soruşturma evrakı ile olay ve açıklamalara ilişkin
görüntülerin yeraldığı CD'lerden anlaşılmıştır.
Davalı
Parti'nin kurucu üyesi ve Ağrı İl Teşkilat yönetiminde görevli Murat Daş'ın
terör örgütü mensuplarından 'barış ve demokrasi şehidi' olarak bahsetmesi ve
onlar için topluluğu saygı duruşunda bulunmaya davet etmesi, terör örgütü
başına ait olan bildiriyi okuması ve konuşmasında Kürt halkının mücadelesinden
bahsetmesi, terör örgütü başının Kürt halkının kırmızı çizgisi olduğunu ve
nevruzu onun sıcaklığıyla kutladıklarını ifade etmesi, adı geçen kişi ve
dolayısıyla mensubu bulunduğu davalı Parti'nin terör örgütü ile olan
yakınlığını ortaya koymaktadır.
Nitekim,
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda, Murat Daş'ın
iddianamede belirtilen eylemi sabit görülerek, söz konusu Mahkemenin 16.8.2007
günlü, E.2007/156, K.2007/140 sayılı kararı ile terör örgütünün propagandasını
yapmak suçundan dolayı 3713 sayılı Yasa'nın 7/2. ve TCK'nun 62. maddeleri
uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
24-
Musa Farisoğulları, Nejdet (Necdet) Atalay ve Hilmi Aydoğdu'nun Eylemleri
14.2.2006
tarihinde DTP Diyarbakır İl yönetimi tarafından, Abdullah Öcalan'ın Kenya'dan
ülkemize getirilişini protesto etmek amacıyla yürüyüş, basın açıklaması ve
oturma eylemi organize edildiği, terör örgütü elebaşısı lehine slogan
atılmasının sağlandığı ve DTP Diyarbakır il yönetim kurulu üyesi Hilmi Aydoğdu
tarafından okunan basın açıklaması metninde; 'Ortadoğu'ya yapılan en büyük
müdahalelerden biri de; 15 Şubat 1999'da sayın Abdullah ÖCALAN'ın uluslararası
bir komplo ile kaçırılarak Türkiye'ye teslim edilmesi olayıdır...
Fakat
hepimizin izlediği üzere sayın ÖCALAN'ın tek taraflı çabasıyla bu hesap
şimdilik tutmadı, şimdilik diyoruz çünkü; sayın ÖCALAN'ın koşulları her geçen
gün daha da ağırlaştırılmakta, tecrit içinde tecrite tabi tutulmaktadır...
Sayın
ÖCALAN yakaladığı her fırsatta bu uluslararası oyunu anlatmaya, teşhir etmeye
çalıştı. Buna karşı barışta ısrarcı olunması gerektiğini, Kürt sorununda
çözümsüzlükte ısrar edilmesinin krizi derinleştireceğini vurguladı...
Sayın
Öcalan'ın bu tutumu sayesinde Türkiye'de en kritik dönemde cumhuriyet tarihinin
en büyük gelişmelerini tetiklemiş ve Türkiye'nin AB ile üyelik müzakerelerinin
önünü açmıştır...
Herkes
gibi sizler da biliyorsunuz ki Kürt halkının sayın ÖCALAN'a dair hassasiyetleri
yüksektir...
Sayın
ÖCALAN'ın koşullarının bir an önce düzeltilmesi gerektiğine inanıyoruz.
ÖCALAN'ın son olarak sunduğu barış perspektifinin tarihi bir fırsat sunduğunu
ve mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz...'şeklinde terör örgütü liderini övücü ibarelere yer
verildiği, basın açıklaması sırasında adı geçenler Nejdet Atalay ve Musa
Farisoğulları'nın da Hilmi Aydoğdu ile birlikte hareket ettikleri, basın
açıklaması metnini adı geçenlerin birlikte hazırladıkları,gösteri sırasında
'sayın Öcalan siyasi irademdir' şeklinde pankart açıldığı, 'Öcalan, Öcalan',
biji serok apo', 'selam selam imralıya bin selam', 'disa disa serhildan
serokome öcalan-(yine yine başkaldırı, başkanımız Öcalan), dişe diş kana kan
seninleyiz Öcalan' , 'vur de vuralım, öl de ölelim', 'kahrolsun 15 şubat
komplosu', 'hepimiz aponun fedaisiyiz' şeklinde sloganlar atıldığı, kolluk
kuvvetlerinin ikazlarına rağmen bu tür olayların devam ettiği soruşturma
evrakı, olay tutanakları, basın açıklaması, yürüyüş ve eylemler sırasında
çekilen görüntülerin yeraldığı CD'lerden anlaşılmıştır.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesinde gösterilen eylemi gerçekleştiren Musa
Farisoğulları, Nejdet Atalay ve Hilmi Aydoğdu olay tarihi itibariyle DTP
Diyarbakır il yönetim kurulu üyesi sıfatını taşımaktadırlar. Basın
açıklamasındaki beyanlar, terör örgütünün başı Abdullah Öcalan'ı övmeye ve
terör örgütüne destek sağlamaya yönelik ifadeler, adı geçenlerin mensubu
bulundukları davalı Parti ile terör örgütü arasındaki arasındaki ilişkiyi
ortaya koymaktadır.
Nitekim
Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda, Musa
Farisoğulları, Nejdet Atalay ve Hilmi Aydoğdu'nun bu eylemleri suçu ve suçlu
övme suçu kapsamında değerlendirilerek, söz konusu Mahkemenin 30.11.2007 günlü,
E.2006/245, K.2007/405 sayılı kararı ile adı geçenlerin TCK'nun 215/1 ve 63/1
maddeleri uyarınca beşer ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar
verilmiştir.
25-
Mustafa Tuç'un Eylemi
4.9.2007
tarihinde DTP Gaziantep İl Başkanı Mustafa Tuç'un ölen bir teröristin cenaze
töreninde yaptığı konuşmada ''ilk başta bütün Kürdistan şehitleri adına
sizleri bir dakika saygı duruşuna davet ediyoruz'yıllardan beri devam eden bir
savaş vardır. Biz bu savaş uğruna nice canlar verdik ve nice canlar vermeye de
devam ediyoruz. Dün 11 tane şehit verdik, daha sonra 8 tane şehit verdik,
onlardan önce de 4 tane şehit verdik, yine Van'da 2 tane şehit verdik, bugün
ise yine acı bir haber geldi İran'da 3 tane şehit verdik, ama halkımızın başı
sağ olsun diyorum, biz şehit verdikçe yani Türk Devleti yıllardan beri
diretiyor. Biz sürekli barış diyoruz ama ne yazık ki Türk Devleti imha ve
inkara devam ediyor, biz bu tutumumuzu devam ettireceğiz. Biz sürekli
şehitlerimize bağlılığımızı bildireceğiz'' şeklinde terör örgütünü ve
mensuplarını övücü beyanlara yer verdiği, orada bulunan kalabalığı ölen
teröristler adına saygı duruşuna davet ettiği, konuşma sırasında orada
bulunanların 'şehitler namırın(şehitler ölmez), 'Öcalan Öcalan', 'bıji serok
apo(yaşasın önder apo), 'başbakan şaşırma bizi dağa kaçırma', 'katil Erdoğan',
'barışa uzanan eller kırılsın', 'pkk halktır halk burada', 'geliyor geliyor
apocular geliyor', 'intikam intikam', 'selam selam İmralıya bin selam',
'barışın bekçisi İmralıda' şeklindeterör örgütü ve lideri lehine slogan
attıkları, terör örgütünün bayrağını ve örgüt liderinin resmini taşıdıkları
soruşturma evrakı, olay tutanakları ve çekilen görüntülerin yeraldığı CD'lerden
anlaşılmıştır.
DTP
Gaziantep İl Başkanı Mustafa Tuç'un toplantı sırasındaki tutumu ve kalabalığa
karşı yaptığı konuşmada söylediği sözler bir siyasi parti temsilcisinden ziyade
bir terör örgütü mensubunun davranış ve ifadeleri gibidir. Adı geçen şahsın
sıfat ve pozisyonu, eylemin ağırlık ve etkileri gözetildiğinde bu eylem, adı
geçen şahıs ve dolayısıyla mensubu bulunduğu parti ile terör örgütü ve
eylemleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır.
Nitekim
Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, söz konusu
Mahkemenin 24.3.2008 günlü, E. 2007/289, K. 2008/77 sayılı kararıyla adı
geçenin eylemi sabit kabul edilerek terör örgütünün propagandasını yapmak
suçundan dolayı 3713 sayılı Yasa'nın 7/2. ve TCK'nun 62. maddeleri uyarınca
10'ar hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
26-
Nurettin Demirtaş'ın Eylemi
26-28.10.2007
tarihlerinde DTP Diyarbakır İl Binası içerisinde DTP milletvekilleri, çevre il
ve ilçelerden gelen DTP belediye başkanları ve delegelerin katılımıyla
Demokratik Toplum Kongresi adı altında bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantı
sırasında DTP Genel Başkan Vekili Nurettin Demirtaş tarafından okunan basın
bildirisinde; ''Kongremiz Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın Kürt sorununa
demokratik çözüm yaklaşımının son derece belirleyici olduğu sonucuna varmıştır'
Yıllardan beri Türk ve Kürt toplumu açısından bu iki eğilimi görüp, tüm
zorluklara rağmen Kürt halkı adına çözüm yolunun demokrasiden, barıştan ve bir
arada yaşamadan yana geliştiren kürt halk önderi Abdullah Öcalan'a yönelik
İmralı uygulamaları çözümün önünü kapattığı gibi, tarihsel kardeşlik
duygularına da büyük zarar vermiştir. Bu nedenle, kongremiz kürt halk önderi
Abdullah Öcalan'ın İmralı'dan başka bir yere nakli ile sağlık sorunlarının
giderilmesi için tedavi sürecinin başlatılmasının, toplumsal barış için rolünü
oynayabileceği şekilde halkla bağ kurabileceği bir ortam yaratılmasının Kürt
halkı kadar, Türkiye demokrasi açısından da son derece yaşamsal olduğu sonucuna
varmıştır' Merkeziyetçi-ulus devlet sistemi kültürel farklılıkları yok sayan
sonuçlara yol açtığı gibi Türkiye'de yaşayan tüm toplumsal kesimlerin özgürlük,
eşitlik talepleri ile sosyal ve ekonomik sorunlarını çözümsüz bırakan büyük
dengesizlikler ortaya çıkarmıştır. 'Kongremiz bu temelde Türkiye'deki
siyasi-idari yapılanmanın köklü bir reformla ele alınarak değiştirilmesini
kaçınılmaz görmektedir'.en akılcı model olarak tanımladığımız 'demokratik
özerkliğin' hayata geçirilmesi açısından yeni Anayasa çalışması da dikkate
alınarak siyasi ve idari yapılanmada köklü bir reforma gidilmesi
gerekmektedir'.Bu idari modelde adem-i merkeziyetçilik işletilerek birbiri ile
yoğun bir şekilde sosyo-kültürel ve ekonomik ilişki içerisinde bulunan İlleri
kapsayan ve İl Genel Meclislerine benzer bir şekilde seçim ile iş başına gelen
bir bölgesel meclis, merkezi hükümet adına dış işleri, maliye ve savunma
hizmetleri ile merkezi ve bölge yönetimlerince birlikte yürütülecek emniyet ve
adalet hizmetleri hariç eğitim, sağlık, kültür, sosyal hizmetler, tarım,
denizcilik, sanayi, imar, çevre, turizm, telekomünikasyon, sosyal güvenlik,
kadın, gençlik ve spor gibi hizmet alanlarından sorumlu olacaktır' Bu yapı
federalizmi ya da etnisitiye dayalı özerkliği ifade etmez; merkezi yönetimle
iller arasında kademelendirilmiş demokratik bir yeni idari takviyedir.
Bölgelerin her biri o bölgenin özel adı veya bölge meclisinin yetki sınırları
içinde bulunan en büyük ilin adıyla anılacaktır'Türkiye'de kurulacak Bölge
Meclisleri 'ki sayısı 20-25 olabilir- TBMM ile İller arasında işleri
kolaylaştıran, halkın yönetimine daha fazla katılımını sağlayan çağdaş,
demokratik bir idari ve siyasi yapılanmadır' şeklinde ifadelere yer
verilmiştir.
Bildiride
yer alan PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan'dan 'kürt halkı önderi'
olarak söz edilmesi, bu kişinin İmralı cezaevinde kalmasının tecrit uygulaması
olarak nitelendirilmesi, başka bir yere naklinin sağlanması, sağlık
sorunlarının giderilmesi ve kürt sorununa demokratik çözüm yaklaşımında
belirleyici bir role sahip olduğu şeklindeki ifadeler, terör örgütünün
propagandası niteliğinde beyanlar olup, davalı Parti ve Genel Başkan Vekili
statüsünü taşıyan mensubunun terör örgütü ile bağlantısını ortaya koymaktadır.
27-
Orhan Miroğlu'nun Eylemi
25.3.2007
tarihinde aralarında DTP'nin de bulunduğu sivil toplum örgütleri tarafından
Ankara'da Abdi İpekçi Parkında organize edilen gösteride söz alan DTP Genel
Başkan Yardımcısı Orhan Miroğlu'nun konuşmasında 'Ne Demirci Kawaları
unutacağız, ne de Diyarbakır Cezaevinde hayatını Nevroz ateşine sunan
devrimcileri unutacağız' burada anısını saygıyla anacağız, Mazlum Doğanları ve
başka devrimci arkadaşlarımızı' Önce Türkiye'nin fay hatlarından sözetmek
istiyorum. Evet çok açık ve bellidir ki Türkiye'nin bir fay hattı var. Sayın
Öcalan'ın sağlığıyla oynanmaz, bu bir fay hattıdır' çünkü Öcalan herhangi bir
tutuklu değildir. Fikirleriyle yüzbinlerce insanı etkileyen bir insandır Ve onun
sağlığı elbette ki toplumsal bir kaygı ve toplumsal bir meseledir.' Hükümetten
talebimiz şudur, yaptırdığınız incelemeleri ve sağlık incelemelerini kamuoyuna
tıbbi gerekçeleriyle açıklayın. Eğer buna gücünüz yüreğiniz yetmiyorsa bu halde
bu ülkenin bağımsız tabipler birliğinin bir heyetle İmralı'da bir sağlık
araştırması ve sağlık taraması yapmasına izin verin. Bu talebimiz bakidir ve
günceldir arkadaşlar' şunu çok iyi biliyoruz ki PKK bu ülkenin gerçekliğidir' sevgili
arkadaşlar elbette PKK'lı burada ve siz PKK'sınız, DTP de sizsiniz''
şeklinde terör örgütü lideri ve mensuplarını övücü beyanlara yer verdiği, orada
bulunan kalabalığın ellerinde 'sağlığın sağlığımızdır', 'barış dedik
zehirlendik, zehirin panzehiri olacağız', 'sana can feda', 'nevruz ateşini yükselttin',
'dişe diş kana kan, seninleyiz Öcalan' ibareli dövizler taşıdıkları ve 'bıji
serok apo (yaşasın önder apo), 'dişe diş kana kan seninleyiz Öcalan', 'selam
imralıya bin selam', 'gençlik aponun fedaisidir', 'yaşasın Öcalan', 'be serok
jiyan na be (başkansız yaşam olmaz)', 'geliyor geliyor, apocular geliyor',
'öcalansız dünyayı başınıza yıkarız', 'nevroze agire zerdeşte', 'dise dise
serhildan serakoma öcalan (yine yine isyan başkanımız Öcalan)' şeklinde terör
örgütü ve elebaşısı lehine sloganlar attıkları, 'barışa uzanan eller kırılsın',
'PKK halktır halk burada', 'geliyor geliyor apocular geliyor', 'intikam
intikam', 'selam selam İmralıya bin selam', 'barışın bekçisi İmralıda'
şeklindeterör örgütü ve lideri lehine slogan attıkları, terör örgütünün bayrağını
ve örgüt liderinin resmini taşıdıkları soruşturma evrakı, olay tutanakları ve
çekilen görüntülerin yeraldığı CD'lerden anlaşılmıştır.
DTP
Genel Başkan Yardımcısı sıfatını taşıyan Orhan Miroğlu'nun yaptığı konuşmada
söylediği ''sevgili arkadaşlar elbette PKK'lı burada ve siz PKK'sınız,
DTP de sizsiniz'' biçimindekisözlerle PKK ile DTP'nin özdeş olduğu
açıkça ifade edilmiştir. Bu sözler, bir siyasi parti temsilcisinden ziyade bir
terör örgütü mensubunun ifadeleri biçimindedir. Adı geçen şahsın sıfat ve
pozisyonu, eylemin ağırlık ve etkileri gözetildiğinde iddianamede belirtilen bu
eylemin DTP Genel Yönetiminde bulunan bu şahıs ve dolayısıyla mensubu bulunduğu
parti ile terör örgütü ve eylemleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır.
Nitekim,
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince E.2007/243 sayılı dosyası üzerinden yapılan
yargılama sonucunda Orhan Miroğlu'nun eylemi silahlı PKK terör örgütünün
propagandasını yapmak suçu kapsamında değerlendirilmiş ve adı geçenin 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu'nun 7/2. ve 5237 sayılı TCK'nun 62. maddeleri gereğince
2 yıl 1 ay süreyle hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
28- Sedat Yurtdaş
(Yurttaş)'ın Eylemi
DTP
Genel Başkan yardımcısı Sedat Yurtdaş 11.1.2006 tarihinde terör örgütünün yayın
organı ROJ TV'nin 'Gündem' isimli programına katılarak burada terör örgütünün
elebaşısı Öcalan için 'sayın' sıfatını kullandığı ve kendisine engeller
çıkarıldığından bahsettiği, konuşmasında 'zorluklarla, zulümlerle bu 30-40
yılın sonunda Kürtler öldürülüyor. Kürtler tankla, tüfekle, topla, askerlerle
ve saldırılarla imha ediliyor' Türk generalleri sözde federal kürdistanın
kurulmasında bizim de payımız var diyorlar'1952'ye kadar il, ilçe, köy, ağaç,
çimen, toprak ne varsa hepsinin isimlerini değiştirdiler. Yani o isimler bir
daha Kürtçe isimlerle kabul edilsin'. Amed (Diyarbakır) bu yüzden merkez olmuş,
Hevler merkez olmuş. İnanıyorum ki Süleymaniye de bir merkez olacak. İstesin
veya istemesin kendini Kamışlo ve Mahabat'a kadar yetiştirecek' şeklinde
beyanlarda bulunduğu dosyadaki belgeler, CD ve çözüm tutanaklarından
anlaşılmıştır.
Eylemi
gerçekleştiren şahıs DTP Genel Başkan yardımcısı sıfatını taşımakta ve bu
konuşmaları terör örgütünün yayın organı olan televizyon kanalındaki yayına
bağlanmak suretiyle yapmaktadır. Bu durum ve söylenen sözlerin içerik ve
etkileri gözetildiğinde eylemin terör örgütü ile eylem sahibi ve mensubu
bulunduğu davalı Parti arasındaki mevcut ilişkiyi ortaya koyduğu sonucuna
varılmaktadır.
Nitekim,
Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda, sanığın terör
örgütü liderine yönelik 'sayın' ifadesini kullanması suç ve suçluyu övme suçu
kapsamında sabit görülerek, söz konusu Mahkemenin 18.2.2007 günlü, E.2006/364,
K.2007/46 sayılı kararı ile suç ve suçluyu övmek suçundan dolayı adı geçenin
TCK'nun 215/1 maddesi uyarınca 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
29-
Selim Sadak'ın Eylemi
DTP
üyesi Selim Sadak, 23.4.2006 tarihinde DTP Genel Merkezini temsilen katıldığı
DTP Nusaybin İlçe Teşkilat binasının açılışında bir kısmını Kürtçe olarak
yaptığı, 'biji serok apo' sloganları ile desteklenen konuşmasında 'Sizlerin
huzurunda bu anlamda yaşamını yitiren sevgili hocam Musa Anter'in şahsında tüm
demokrasi şehitlerinin huzurunda saygıyla sevgiyle eğiliyorum. Kendilerine
selamlarımı sunuyorum. Bizi bugünlere taşıyan hak ve özgürlükleri için kürt
halkının hak ve hukuku için yaşamını cezaevinde geçiren ve zindanlara
hapsedilen tüm siyasi tutsakları sayın Öcalan'ın şahsında saygıyla
selamlıyorum'Denenmeyen çareleri denesinler, 1992'lerde operasyonlar
düzenlediler, yurt içerisinde operasyonlar düzenlediler, yine sorun çözülmedi'Bu
halkın üzerine gülleler yağdırmak değil, kendi yurttaşlarına kendi halklarına,
kendi halkına operasyonlar düzenlemek ve uygulamakla bu sorunlar çözülmüyor'
şeklinde beyanlarda bulunmuştur.
Genel
Merkez adına hareket eden bir görevlinin ilçe teşkilatının açılışındaki terör
örgütünü ve başını destekleyen beyanları, kişinin ve mensubu olduğu davalı
Parti'nin terör örgütü ile ilişkisini ortaya koymaktadır.
30-
Ahmet Ertak'ın Eylemi
07
Eylül 2007 tarihinde DTP'li Şırnak Belediye Başkanı Ahmet Ertak'ın Şırnak'ta
Fransız haber ajansı 'France 24' kanalına verdiği görüntülü röportajda ''PKK
Kürt halkını destekliyor, biz de kürt halkını destekliyoruz, PKK'yı desteklemek
lazım, demokrasi, adalet ve davamız için sonuna kadar gideceğiz. Türk
makamlarına sesleniyorum; bize, kültürümüze saygı duyulduğu takdirde, biz de
saygı duyarız. Eğer Türk ordusunun operasyonları sona ererse PKK da silah
bırakacaktır'' şeklinde ifadeler kullandığı,röportajın yayınlandığı
çeşitli TV kanallarından elde edilen görüntülere ilişkin çözüm tutanakları,
Ankara Kriminal Polis Laboratuarında yaptırılan ekspertiz raporu ve bilirkişi
inceleme raporlarından anlaşılmıştır.
Şırnak
Belediye Başkanı olan Ahmet Ay'ın kullandığı sözlerin açıkça terör örgütüne
destek mahiyetinde bulunduğu konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır.
31-
Ayhan Ayaz'ın Eylemi
DTP
Iğdır il teşkilatı üyesi olan Ayhan Ayaz'ın 20.3.2007 günü gece saatlerinde
Iğdır il merkezinde bulunan ev ve işyerlerinin duvar ve kepenkleri üzerinesprey
boya ile 'PKK', 'HPG', 'apocuyuz' ve 'Öcalan' yazılarını yazdığının güvenlik
kuvvetlerince tespit edildiği, ayrıca terör örgütü mensupları ile temasa
geçerek molotof kokteyli yapma eğitimi aldığı, terör örgütü mensuplarından
aldığı talimatlar doğrultusunda arkadaşlarını bilgilendirdiği, dosyadaki
deliller ve bu kişinin adli makamlar huzurunda verdiği ikrara dayalı
ifadelerden anlaşılmıştır.
Nitekim,
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda da bu kişinin
eylemleri terör örgütünün propagandasını yapma ve terör örgütüne yardım etme
suçu olarak kabul edilmiş ve söz konusu Mahkemenin 25.9.2007 günlü, E.2007/150
ve K.2007/155 sayılı kararıyla 3713 sayılı Yasa'nın 5., 7/2., 220/7 ve TCK'nun
314/2 maddeleri uyarınca sonuç olarak 6 yıl 13 ay hapis cezasıyla
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
DTP
Iğdır İl teşkilatı üyesi olan Ayhan Ayaz'ın terör örgütü mensuplarıyla
işbirliği yapması ve terör örgütünün propagandasını yapma eylemini bizzat
gerçekleştirmesi, bu kişinin ve üyesi olduğu davalı Partinin PKK terör
örgütüyle olan ilişkisini ortaya koymaktadır.
VIII- ESASIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının kapatma isteminde özetle; davalı Demokratik Toplum
Partisi'nin terör örgütü tarafından kurdurulduğu ve yönetildiğine dair
bilgiler, gerçekleşen eylemler ve kesinleşmiş mahkeme kararları ile Yerel
Cumhuriyet Başsavcılıklarında devam eden hazırlık soruşturmalarına ve
mahkemelerde açılmış bulunan kamu davalarına konu olan ve parti üyeleri
tarafından gerçekleştirilen eylemler ve sarfedilen beyanlar ile Parti tüzük ve
programındaki kimi anlatımlar dikkate alındığında, terör örgütü ve mensuplarını
taban olarak muhatap aldıkları halde terör örgütü olarak adlandırmadıkları,
Parti binalarının örgüt kampı haline getirildiği, örgütün propagandaları ile
halkı kin ve düşmanlığa teşvik eden beyanlarda bulunulduğu, terör örgütünün
yayın organı olan ROJ TV isimli televizyon yayınlarına katılındığı, toplantı ve
gösterilerde slogan, resim ve pankartlar kullanılarak şiddet görüntülerinin
oluşturulduğu, esnafın dükkanlarını kapatmaları yönünde teşvik ve tehdit
edildiği, partililerin örgüt kamplarında eğitildiği, örgüt üyelerinin Parti'de
yönetici konumuna getirildiği, böylece davalı Parti'nin birçok il ve ilçe
teşkilatı başkan ve üyelerinin, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmaya yönelik eylem ve davranışlarda bulundukları ve bu
eylemlerinin Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası'nda belirtilen odak halini
oluşturduğu, bu nedenle davalı Parti'nin kapatılması gerektiği ileri
sürülmüştür.
Davalı
Parti savunmasında özetle; kapatma davası dosyasına konulan ya da iddianamede
dayanılan kanıtların hukuka uygun, adil ve tarafsız bir soruşturmanın ürünü
olmadığını, yürütülen soruşturmaların birçoğunun sonuçlanmadığını,
sonuçlananlardan birçoğunun beraatle neticelendiğini, iddianamede belirtilen
konuşma ve açıklamaların ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğini, bu nedenle hükme esas alınamayacağını,
Türkiye'nin başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere kimi uluslararası
sözleşmeleri kabul ettiğini, iç hukuk normu ile ulusalüstü norm arasında bir
çatışma söz konusu olduğunda mahkemelerin ulusalüstü normu doğrudan uygulaması
gerektiğini, ulusalüstü normların iç hukuka üstün ve bağlayıcı olduğunu, Parti'nin
hiçbir şekilde Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya
yönelik eylemlerin odağı haline gelmediği gibi, PKK terör örgütü ile de bir
bağlantısının bulunmadığını, Parti olarak PKK aleyhine beyanda bulunmaya
zorlanmalarının düşünce ve kanaat özgürlüğüne aykırı olduğunu, bu konuda susma
haklarının bulunduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı tarafından dava, kapatılması istenen davalı Demokratik
Toplum Partisi'nin Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan
kaldırmaya yönelik fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği ileri sürülerek
açıldığından, öncelikle konuya ilişkin Anayasa, Siyasi Partiler Kanunu ve
ilgili uluslararası sözleşmelerin incelenmesi gerekli görülmüştür.
Anayasa'nın
Başlangıcının 1. ve 5. paragraflarında Devletin bölünmez bütünlüğü ilkesine
vurgu yapılmış, 3. maddesinin birinci fıkrasında, 'Türkiye Devleti ülkesi
ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir'; 5. maddesinde, 'Devletin
temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini... korumak'(tır)'; 14. maddesinin birinci
fıkrasında, 'Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan
demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler
biçiminde kullanılamaz' denilmiş, ayrıca 26., 28., 58., 81., 103., 118.,
122. ve 130. maddelerinde de bölünmez bütünlük ilkesine yer verilmiştir.
Siyasi
partilerin uyacakları esasları belirleyen Anayasa'nın 69. maddesinin altıncı
fıkrasında, 'Bir siyasi partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrası
hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu
nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak halinde geldiğinin Anayasa
Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir. Bir siyasi parti, bu
nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu
durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim
organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup
yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan
doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz
konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır.' hükmü yer almaktadır.
Anayasa'nın
68. maddesinin dördüncü fıkrasında 'Siyasi partilerin tüzük ve programları
ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,
insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine,
demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre
diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi
amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez' denilmektedir.
Anayasa'nın
68. maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen kapatma nedenleri, 2820 sayılı
Siyasî Partiler Kanunu'nun 101. maddesinin ilk fıkrasının (a) bendinde aynen
tekrar edilmiş, bu nedenlerden bir bölümü SPK'nun 78, 80 ve 81. maddelerinde de
yeralmıştır.
Anayasa'nın
68. maddesinin birinci fıkrasında, vatandaşların siyasi parti kurma ve usulüne
göre partilere girme ve partilerden ayrılma hakkına sahip olduğu belirtildikten
sonra ikinci fıkrasında siyasi partilerin, demokratik siyasi hayatın
vazgeçilmez unsurları olduğu vurgulanmıştır.
Demokratik
rejimin olmazsa olmaz koşulu sayılmaları nedeniyle siyasî partiler Anayasa'da
özel olarak düzenlenmiş, 68. maddenin üçüncü fıkrasında siyasî partilerin
önceden izin almadan kurulacakları ve Anayasa ve kanun hükümleri içerisinde
faaliyetlerini sürdürecekleri belirtilmiştir. Böylece, siyasî partilerin diğer
tüzelkişilerden farklı olarak kuruluş ve faaliyetlerine ilişkin esaslar
anayasal güvenceye kavuşturulmuş, kapatılmalarına yol açabilecek nedenler ise
Anayasa'nın 14. maddesinde yer alan; 'Anayasada yer alan hak ve
hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan
kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa
hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve
hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde
sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde
yorumlanamaz.
Bu
hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler,
kanunla düzenlenir.' şeklindeki
düzenleme de gözetilerek tek tek sayılmış, yasa koyucuya bunların dışında
düzenleme yapmaya elverişli bir alan bırakılmamıştır.
Belirtilen
düzenlemelerle Anayasakoyucu siyasî partilerin varlıklarını sürdürmelerini esas
alıp, kapatılmalarını ise ayrık durumlarla sınırlı tutarak, öncelikle
demokratik rejimin, sağlıklı biçimde yaşatılmasını amaçlamış, ancak korunması
gereğini de göz ardı etmemiştir.
Anayasa'nın
90. maddesinin son fıkrasında, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerin yasa hükmünde olduğu ve
yasalarla farklı hükümler içermesi nedeniyle doğacak uyuşmazlıklarda
uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınacağı öngörülmektedir. Türkiye'nin
hukuk düzeni ile çağdaş demokrasilere egemen ilke ve uygulamalar arasında
koşutluğun sağlanmasını amaçlayan bu kural, kurucu üyesi ya da üyesi
bulunduğumuz uluslararası kuruluşlarca oluşturulmuş temel hak ve özgürlük
standartlarının dikkate alınmasını gerekli kılmaktadır. Anayasa'nın somut
kuralları, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin içtihatları ile Avrupa
ortak standardını saptayan Venedik Komisyonunun belirlediği kriterlerle birlikte
değerlendirildiğinde, bir yandan Anayasa'nın öngördüğü klasik demokrasi
anlayışının gereği olarak siyasal özgürlüklerin güvence altına alınması
sağlanırken, diğer yandan son çare olarak düşünülen siyasi parti kapatma
yaptırımı ile demokratik düzenin korunması amaçlanmıştır.
Siyasal
iktidarın kaynağı, dolayısıyla egemenliğin sahibi ulus olmakla birlikte, ulusun
kendine ait bir yetkiyi doğrudan kullanamaması, temsil ve aracı sorununu
gündeme getirmektedir. Bu sorunun çözümü, ancak karmaşık toplumsal beklentileri
ve gereksinimleri somutlaştıran, bunları iktidara yönelik genelleştirilmiş
eylem programları biçiminde sunan ve halkın çoğunluğu tarafından tercih edilen,
temelinde siyasal karar mekanizmalarını yönlendiren aracı organların mevcudiyetine
bağlıdır.
Toplumlar
çok farklı düşünce ve tercihlerin hüküm sürdüğü, demokrasinin işleyişinde
çatışabilir fikirlerin akışının sağlandığı yapılardır. Siyasal düzen ve bunun
temel normları, hukuksal kurallar, toplumdaki çatışma ve farklılıkların barışçı
yolda düzenlenmesine olanak verdiği sürece meşruiyetini korurlar. Bu
meşrulaştırma işlevi toplumsal farklılıkların özgürce yaşanması, talep
sahiplerinin özgürce örgütlenerek siyasal iktidara yönelmesi ve iktidar
kullanımına katılmasıyla yerine getirilmiş olur. Esasen demokrasi toplumsal
barışın ve özgürlüğün güvencesidir. Anayasa ise siyasal düzenin barışçı
toplumsal taleplere açılmasını ve zaman içinde doğacak zorunlulukları
karşılayacak yöntemleri barındıran temel kurallar bütünüdür. Kimi gerekçelerle
farklı düşüncelerin siyasal yaşama yansıtılmasının engellenmesi demokrasiyle ve
temsilde adalet ilkesiyle bağdaşmaz, çatışan farklı fikirlerin ürünü olan
siyasi partilerin bu fikirleri tartışmaya açmaktan yoksun bırakılması ve başka
yollarla tehlike savma refleksi demokratik siyasetle çelişki oluşturur.
Siyasi
partiler bu farklı düşünceleri örgütleyip, siyasi düzene yönlendirerek siyasal
iktidar ile kendisine meşruiyet dayanağı sunan toplum arasında aracılık görevi
de üstlenirler. Dolayısıyla siyasi partilerin hem sayısal olarak ve hem de
program yönünden çoğulculuğunun sağlanması, demokratik meşruiyet için
zorunludur. Bu nitelikleriyle siyasi partilerin Anayasa'nın 2. maddesindeki
demokratik devlet ilkesini gerçekleştirip, demokratik siyaseti geliştirdikleri
açıktır.
Siyasi
partilerin kendilerine göre öne çıkardıkları ülke sorunlarına ilişkin farklı
çözüm önerileri getirmeleri, demokratik siyasi yaşamda üstlendikleri işlevin
doğal sonucudur. Siyasi partiler devlet erkine yönelik toplumsal talepleri
yalnızca dile getiren kurumlar değil, toplumsal direktifleri somutlaştıran,
yorumlayan ve devlete yönlendiren yaşamsal kurumlardır. Bu nedenle siyasi
partiler, Anayasa'nın konuya ilişkin kuralları ile Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 'düşünce ve ifade' ve 'örgütlenme' özgürlüklerini düzenleyen 10.
ve 11. maddelerinin koruması altındadırlar.
AİHM,
genel olarak 'bilgi' ya da 'fikirlerin' şok edici, şaşırtıcı veya rahatsız
edici olmasının, bu hakka yönelik herhangi bir müdahalenin haklı gösterilmesi
için yeterli olmayacağını ancak, şiddeti yüceltecek şekilde kine dayalı
sözlerin ise müsamaha ile karşılanamayacağını ifade etmektedir
(Karatepe/Türkiye Davası, Başvuru No: 41551/98, Strazburg, 31 Temmuz 2007).
AİHM'ne
göre, 'demokrasinin temel özelliklerinden birisi bir ülkenin karşılaştığı
sorunları, taciz edici olsalar da, şiddete başvurmaksızın, diyalogla
çözmesidir. Demokrasi ifade özgürlüğü ile beslenir. Bu ilişki altında, bir
siyasal grubun, sadece bir devletin bir kısım halkının kaderini aleni olarak
tartışmak istemesi ve demokratik kurallara saygı içinde, tüm ilgilileri tatmin
edecek çözümler bulma amacı ile siyasal yaşama katılmak istemesi nedeni ile
endişe duymamalıdır' (Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve Diğerleri /
Türkiye Davası, 30 Ocak 1998- 133/ 1996/ 752/ 951).
Uluslararası
yargı yerlerince belirtildiği ve Venedik Komisyonu'nun çeşitli tarihlerde kabul
ettiği raporlarında da vurgulandığı üzere, siyasi partilerin şiddet
kullanılmasını savunmaları veya anayasayla garanti altına alınan hak ve
özgürlüklere zarar verecek şekilde demokratik anayasal düzeni yıkmak için
politik bir araç olarak şiddeti kullanmaları veya aynı amaçları gerçekleştirmek
için terör ve şiddete başvuran oluşumlarla birlikte hareket etmeleri ve onlara
destek vermeleri halinde zorunlu bir tedbir olarak siyasi partilerin
yasaklanması veya kapatılması makul görülebilir.
Nitekim,
teröre destek verdikleri ve terörü kınamayı reddettikleri gerekçesine dayalı
olarak İspanyol yargı organlarınca kapatılmalarına karar verilen Herri Batasuna
ve Batasuna Partilerinin yaptığı başvuruyu değerlendiren AİHM Beşinci Dairesi,
30 Haziran 2009 tarihli Herri Batasuna ve Batasuna / İspanya kararında özetle
şu gerekçelerle Sözleşme'nin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır:
-
AİHM, otuz yıldan daha uzun süreden beri var olan terör ortamında ve diğer
siyasal partilerin tamamı tarafından kınanmakta iken şiddeti kınamayı
reddetmeyi terörizme üstü kapalı bir destek davranışı olarak görmüştür.
Mahkeme, başvuran partilere izafe edilebilecek ve terörle uzlaşma sonucuna
varacak birçok ciddi ve tekrarlanan eylem ve davranışın varlığını belirlemiştir.
Mahkeme, her halükarda, partinin kapatılmasının terörün kınanmaması olgusuna da
dayanmış olmasını Sözleşme'ye aykırı görmemektedir Zira, siyasetçilerin sadece
eylemleri ve söylemleri değil, aynı zamanda belli durumlarda pozisyon alma
olarak değerlendirilebilecek ve tamamen açık destek eylemi sayılabilecek
eylemsizlikleri veya sessizlikleri de dikkate alınmalıdır.
-
AİHM, başvuran siyasi partilere atfedilen eylem ve söylemlerin, bir bütün
olarak 'demokratik toplum' kavramı ile çelişkili olduğunu değerlendirmiştir. Bu
nedenle, İspanyol Yüksek Mahkemesi tarafından başvuranlara uygulanan ve
İspanyol Anayasa Mahkemesi tarafından da onaylanan yaptırımın Devletlerin sahip
olduğu takdir yetkisi çerçevesinde makul biçimde 'sosyal olarak zorunlu bir
ihtiyaca cevap verdiği' sonucuna ulaşmıştır.
Bir
siyasi partinin tüzüğü ve programı ile eylemlerinin Anayasa'nın 68. maddesinin
dördüncü fıkrasında korunan ilkelere aykırılığı değerlendirilirken, Anayasa'nın
siyasi partilere verdiği özel önemi vurgulayan diğer kurallarının da göz önünde
bulundurulması gerekir. Bu nedenle, Anayasa'nın 69. maddesi uyarınca tüzük ve
programlarındaki söylemleri ya da eylemlerinin, ancak Anayasa'nın 68. maddesinin
dördüncü fıkrasında korunan ilkelere temel esasları itibariyle aykırı olması,
bu ilkeleri ortadan kaldırmayı amaçlaması ve bu nitelikleriyle demokratik yaşam
için doğrudan, açık ve yakın tehlike oluşturması durumunda siyasi partilerin
kapatılmasına elverişli ağırlıkta olduğu kabul edilebilir.
Ulusal
düzenlemelerin yanısıra örgütlenme özgürlüğüne ve terörizme ilişkin kimi
esaslar uluslararası sözleşmelerde de yer almaktadır.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
barışçı amaçlarla dernek kurma özgürlüğüne sahip olduğu belirtilmiş, ikinci
fıkrasında ise, bu hakların kullanılmasına, ulusal güvenlik, kamu güvenliği,
kamu düzeninin korunması, suçun önlenmesi, genel sağlık ve ahlak veya
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için ancak yasalarla kısıtlamalar
getirilebileceği, 17. maddesinde, sözleşme hükümlerinden hiçbirinin bir
devlete, topluluğa veya ferde, sözleşmede tanınan hak ve hürriyetlerin yok
edilmesi veya sözleşmede belirtilenden daha geniş ölçüde tahditlere tabi
tutulmasını istihdaf eden bir faaliyete girişme veya harekette bulunma hakkı
sağladığı şeklinde tefsir olunamayacağı öngörülmüştür.
Paris
Şartı'nda da:
'Tüm
ilkeler, herbiri diğerleri dikkate alınmak suretiyle yorumlanarak, kayıtsız
şartsız ve aynı derecede uygulanır. Bu ilkeler ilişkilerimizin temelini
oluşturur.' ...
'Taraf
devletlerin bağımsızlığını, egemen eşitliğini ya da toprak bütünlüğünü ihlal
eden faaliyetlere karşı demokratik grupları savunmak hususunda işbirliği
yapmaya kararlıyız. Dışarıdan yapılan baskı, zora başvurma ve yıkıcılık gibi
yasadışı faaliyetler burada söz konusu olan özelliklerdir.'
...
'Her
türlü terörist eylemleri, yöntemleri ve uygulamaları açıkça suç olarak kınıyor
ve bunların ikili olduğu kadar çok taraflı işbirliği ile ortadan kaldırılması
için çalışmaya kararlı olduğumuzu ifade ediyoruz.'
...
'Taraf
devletler, halkın iradesiyle özgürce kurulmuş olan demokratik düzeni, kendi
yasaları uyarınca ve yüklendikleri uluslararası insan hakları görevleri ve
uluslararası taahhütleri uyarınca, bu düzeni ya da başka bir taraf devletin
düzenini yıkmayı amaçlayan terörizm ya da şiddete başvuran ya da terörizmden
veya şiddetten vazgeçmeyi reddeden kişilerin, grupların ve teşkilatların
faaliyetlerine karşı savunmak ve korumak sorumluluğunu taşıdıklarını kabul
ederler'denilmiştir. Böylece, ırkçılık,
etnik düşmanlık ve terörizm kınanmış, ülke bütünlüğü ve demokratik düzeni
yıkmayı amaçlayan hareketlere girişen kişi, grup ve örgütlere karşı koruma ve
kollama sorumluluğu uluslararası bir çağrı olarak kabul edilmiştir.
Birleşmiş
Milletler'e üye devletlerin katılmalarıyla 14-25 Haziran 1993 günlerinde
Viyana'da gerçekleştirilen 'Dünya İnsan Hakları Konferansı' sonunda yayımlanan
Deklarasyon'da da, 'Eşit Haklar' ilkesine uygun olarak ırk, din ve renk ayrımı
gözetmeksizin ülkesine ait bütün insanları temsil eden bir hükümete sahip
egemen ve bağımsız bir devletin ülke bütünlüğünü ve siyasi birliğini kısmi veya
bütüncül biçimde parçalayacak herhangi bir eyleme izin verilemeyeceği gibi
desteklenemeyeceği de vurgulanmıştır.
14.9.2005
tarihli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1624 sayılı Kararında ise;
sadece teröristlerin değil terörizmi teşvik edenlerin de cezalandırılması için
üye ülkeler yasal düzenlemeler yapmaya çağrılmakta, ayrıca bu eylemlerin
haklılığını savunanlara, mazeret bulanlara ve onları yüceltenlere karşı gerekli
önlemlerin alınması ve bunun yanı sıra terörle ilişkisi saptananlara 'güvenli
bölgeler' yaratılmasının önlenmesi üye devletlerden istenmektedir. Kararda,
ayrıca, 'terör tanımı' yapılmamakta, ancak 'amacı ne olursa olsun, ne zaman
olursa olsun ve kim tarafından yapılırsa yapılsın terörizm, güvenlik ve barışın
bir numaralı tehdidi' olarak kabul edilmektedir.
Kökünü
Latince 'terrere' sözcüğünden alan terör deyimi 'korkudan sarsıntı geçirme'
veya 'korkudan dehşete düşmeye sebep olma' anlamlarına gelmektedir.
Türkçe'deki
karşılığı 'yıldırma, korkutma' olan terör kelimesi, 'bir toplumda bir
grubun halkın direnişini kırmak için meydana getirdiği ortak korku' anlamını
da içermektedir; keza terör sözcüğü 'kamu otoritesini veya toplum yapısını
yıkmak için girişilen korku ve yılgınlık saçan şiddet hareketleri' olarak
da tarif edilmektedir.
Terör
olgusu ideoloji, örgüt ve şiddet unsurlarını içermektedir. Buna göre, terörün
öncelikle bir ideolojik alt yapısının olması gerekmektedir. Örgüt, benimsediği
ideoloji doğrultusunda hareket etmekte, stratejisini buna göre belirlemektedir.
Terör örgütlerinin siyasi eğitim adını verdikleri faaliyetlerin amacı, örgütün
dayandığı temel ideolojiyi örgüt mensuplarına benimsetmek ve örgütün hedefleri
doğrultusunda bilinçlendirmektir. Günümüzde terör örgütleri, dini, felsefi veya
siyasi bir düşünce sistemini, belli bir etnik kökene mensubiyeti esas alarak
ideolojilerini temellendirmekte ve hedef olarak rejim değişikliğini veya ülke
toprakları üzerinde yeni bir devlet kurmayı amaçlamaktadırlar.
Terörün
diğer bir unsuru ise örgüt unsurudur. Örgüt; organize bir yapı içerisinde, aynı
ideolojiyi benimseyen ve aynı hedefe yönelmiş kişilerden oluşur. Günümüzde
terör örgütleri, çoğunlukla örgüt lideri ile ona bağlı üst düzey sorumlular ve
daha alt düzeydeki bölge, il ve birim sorumlularından oluşmaktadır. Örgütsel
yapılanmada illegal teşkilatlanma ve gizlilik esastır.
Terörün
en önemli unsuru ise, şiddet unsurudur. Terör örgütleri şiddeti, ideolojileri
doğrultusunda belirledikleri hedeflere ulaşmada önemli bir araç olarak
görmekte, 'silahlı propaganda' adı verilen terör eylemlerini, ülkenin anayasal
düzenini değiştirmek için kaçınılmaz bir yöntem olarak benimsemektedirler.
Terör örgütleri, gerçekleştirdikleri şiddet eylemleri ile topluma korku
salarak, halkta bıkkınlık ve yılgınlık duygusu oluşturup, vatandaşın devlete
olan güvenini sarsmayı ve kaos ortamı yaratmayı hedeflemektedirler.
'Terör'
ve 'terörizm' birbirinden farklı kavramlardır. Buna göre, terörizm kavramı,
terör yöntemlerinin siyasi bir amaçla örgütlü, sistemli ve sürekli bir şekilde
kullanılmasını benimseyen bir strateji olarak terör kavramından ayrılmaktadır.
Terör
sözcüğü, dehşet ve korkuyu belirtirken terörizm, bu kavrama süreklilik ve
siyasal içerik katmaktadır.
Buradan
hareketle terörizm, 'Savaş ve diplomasi ile kazanılmayan sonuçları elde
etmek, korkutmak ve itaat ettirmek için bir teoriye, felsefeye ve ideolojiye
dayanılarak siyasi maksatlarla, iradi olarak terör ve şiddetin sistemli ve
hesaplı bir şekilde kullanılması' şeklinde tanımlanmaktadır.
Ansiklopedik
tanımlarda ise terörizmin; 'önceden belirlenmiş hedefleri elde etmek için
şiddet kullanan, şiddete başvuran bir grubun veya partinin kullandığı metod';
'ihtilalci grupların giriştiği şiddet eylemlerinin tümü, tedhişçilik, bir
hükümet tarafından uygulanan şiddet rejimi'; 'siyasal bir hedefe ulaşmak
amacıyla devlete, halka ya da bireylere karşı sistemli şiddet eylemlerine
başvurma' şeklinde karşılandığı görülmektedir.
Terörizmin
temel amacı, bir 'dava'ya veya siyasal anlaşmazlığa dikkat çekilmesidir. Bu
'dikkat çekme' şiddet eylemleri neticesinde toplumda oluşturulan korku ve
dehşet havası ile sağlanmaktadır.
Terörizmin
benimsediği bir diğer amaç, kargaşa yaratarak toplumun direnme gücünü kırmak,
yerleşik sosyal ve siyasal düzenin arkasındaki halk desteğini şiddet yoluyla
zayıflatmaktır.
Terörizmin
birtakım siyasi ve ekonomik çıkarlar sağlamanın aracı olarak kullanılması da
mümkündür. Bu gibi durumlarda terörizm, sözü edilen çıkarların elde
edilmesinde, hedef alınan ülke ve toplumda amaca uygun bir ortamın oluşmasına
aracılık etmektedir.
Terörizm,
kimi durumlarda ise bir siyasi mücadele aracı olmaktan çıkıp, bir ülkenin bir
başka ülkeyi zayıflatmak ve istikrarsızlaştırmak için kullandığı bir araç
haline gelmektedir.
Terörizmin,
suikastten silah teminine, organize suç örgütleriyle işbirliğinden uyuşturucu
ticaretiyle finans desteğine kadar her türlü aracı da kullandığı bir gerçektir.
Terörizm
kitlelere yönelik hedef gözetmeyen şiddet eylemleriyle, toplumun güven
duygusunu ortadan kaldırarak, halkın can derdine düşmesini ve olaylara tepkisiz
kalmasını amaçlar. Böylece kitleler terörizme karşı duyarlılıklarını yitirir,
terörü kanıksar ve devletle toplum arasında güven açısından büyük bir uçurum
oluşur.
PKK/KONGRA-GEL
isimli örgütün de yukarıda tanımlanan nitelikte bir terör örgütü olduğu
hususunda uluslararası düzeyde bir anlayış birliğinin olduğu tartışmasızdır.
Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin resmi makamlarınca açıklanan bilgi ve verilere göre;
Silahlı
mücadele yoluyla Türkiye sınırları içerisinde bağımsız bir Kürt devleti kurmayı
hedefleyen PKK (Kürdistan İşçi Partisi) 1978 yılında kurulmuş ve 1984 yılında
kitlesel eylemlere başlamıştır.
PKK'nın
1984 yılından bu yana gerçekleştirdiği terör faaliyetleri sonucu aralarında
masum siviller, öğretmenler ve diğer kamu görevlilerinin de bulunduğu 30.000
den fazla Türk vatandaşı hayatını kaybetmiştir. Söz konusu saldırılar büyük
ekonomik kayıplara da yol açmıştır. Örgüt tarafından Türk Silahlı Kuvvetlerine
karşı 515 kez karakol saldırısı gerçekleştirildiği, sair silahlı çatışma, pusu,
mayınlı tuzak kurma gibi asimetrik saldırı yöntemleriyle yapılan eylemler
sonucunda 1984-2009 yılları arasında köy korucuları da dahil 6.300 den fazla
Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu ile güvenlik görevlisi ve 25.000'in üzerinde
sivil vatandaşın katledildiği belirlenmiştir.
Örgüt
elebaşısı Abdullah Öcalan'ın 1999 yılında yakalanmasının ardından, Örgüt,
stratejisini değiştirdiğini, artık barışçıl yöntemleri benimseyeceğini ve
siyasi mücadele yolunu izleyeceğini iddia etmeye başlamıştır.
'Yeni
ve meşru bir örgüt' görüntüsü verme politikasına uygun olarak ve uluslararası
kamuoyunu inandırmak amacıyla örgüt, ismini Nisan 2002'de KADEK (Kürdistan
Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) olarak değiştirmiş, PKK'nın tarihi görevini
tamamladığını ve artık siyasi bir kuruluş olarak tanınmak istediğini ileri
sürmeye başlamıştır. Ekim 2003'te örgüt ismini bu kez KONGRA-GEL (Kürdistan
Halk Kongresi) olarak değiştirmiştir.
Belirtilen
isim değişikliklerine rağmen örgütün liderlik kadrosu aynı kalmıştır. Murat
Karayılan ve Cemil Bayık gibi PKK'nın kurucu ve önde gelenleri örgüt içerisinde
önemli roller üstlenmeye devam etmektedirler. PKK/KONGRA-GEL'in önde gelen
birçok yöneticisi örgüte mali kaynak sağlamak amacıyla uyuşturucu kaçakçılığı
yapmak suçundan kırmızı bültenle aranan uluslararası tanınmış kişilerdir.
Diğer
taraftan, bu iki isim değişikliği ve 1999'daki sözde strateji değişikliğinin
ardından, örgüt silahlarını bırakma gibi temel konularda herhangi bir
değişikliğe gitmemiş ve 2002 sonrasında da özellikle Güneydoğu Anadolu'da
saldırılar düzenlemeye devam etmiştir.
2006
yılında şiddet eylemlerinin kitlesel eylemlerle desteklenmesi amacıyla, örgütçe
önem atfedilen, 21 Mart Nevruz, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 1 Eylül Dünya Barış
günü gibi ulusal ve uluslararası kamuoyuna mal olmuş günlerde, özellikle 10'15
yaş arası çocuklar ve kadınlar ön saflara yerleştirilerek eylem ve etkinliklere
ivme kazandırılmak istenmiştir.
Kitlesel
eylemlerde yeterli desteği bulamayan örgüt bu defa, güvenlik güçleriyle
girdikleri çatışmalarda ölen terörist cenazelerinin defin işlemleri sırasında
ve sonrasında güvenlik güçleriyle vatandaşları karşı karşıya getirerek sözde
ortaya çıkacak olumsuz tablodan çeşitli örgütsel kazanımlar elde etme yoluna
gitmiştir.
Militanlarını
ve silahlarını hala muhafaza eden ve şiddete başvurma tehdidinde bulunmakta
tereddüt etmeyen bir terör örgütünün sadece isim değişikliği yoluyla geçmişteki
suçlarından arınacağını söylemek mümkün değildir.
PKK
terör örgütünün kuruluş süreci, amaç ve faaliyetleri, Abdullah Öcalan hakkında
verilen mahkumiyet kararını onayan Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 22.11.1999
günlü, E.1999/1296 ve K.1999/3623 sayılı kararında ise şu şekilde
belirlenmiştir: ''Bu örgüt başlangıçta üç yıl süre ile Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde 'Kürdistan Devrimcileri', 'UKO'cular', 'APO'cular'' adı
altında kadrolaşmış, 1977 yılından sonra sık sık silahlı eylemlere girişmiş,
örgütün programı bizzat sanık Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınarak,
21.11.1978 tarihinde Diyarbakır ili Lice ilçesi Ziyaret (Fis) köyünde yapılan
1.Kongrede kabul edilip yedi kişilik parti yürütme kurulu tarafından kuruluş
bildirgesi hazırlanmış, 1978 yılından itibaren de merkezi örgütlenmeye yönelerek
1979 yılında Kürdistan İşçi Partisi adını almış ve genel sekreterliğine sanık
getirilmiş, 15 Ağustos 1984 tarihinde ise H.R.K. (Hezen Rizgariye Kürdistan '
Kürdistan Kurtuluş Birliği) adı altında yeniden eylemlere başlamış ve 21 Mart
1985 tarihinde E.R.N.K. (Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi)'ni oluşturmuş,
yurtiçi ve yurtdışında legal ve illegal alanda gazete ve dergi çıkartılmak
suretiyle yayın faaliyeti yürütülmüş, ayrıca MED TV. adı ile bir televizyon
kanalı yayına sokularak örgütün propagandasının yapılması amaçlanmıştır.
Örgütün mali kaynaklarını; vergilendirme, bağış, aidat adı altında toplanan
paralarla, cezalandırma, gasp, soygun, silah ve uyuşturucu kaçakçılığından elde
edilen gelirler teşkil etmiş, amacının ise; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hâkimiyeti
altındaki topraklardan bir kısmını silahlı mücadele vererek devlet idaresinden
ayırmak suretiyle, Kürdistan Devleti kurmak olup, ilk dönemde propaganda
yoluyla halkı bilinçlendirmek, silahlı eylemlerle ordu teşkilatına, ekonomik
hedeflere sabotajlar düzenlemek suretiyle devlet otoritesini zaafa uğratmak
stratejisinin planlandığı belirlenmiş, bugüne kadar örgütün faaliyetlerine
ilişkin bütün sorunların ve geleceğe yönelik planlama ile kapsamlı yapısal
değişikliklerin ele alındığı geniş katılımlı çok sayıda kongre ve konferanslar
gerçekleştirilmiştir.
Başlangıçta
Marksist-Leninist ideolojiyi benimsediğini açıkça dile getiren örgüt, dünya
siyasi konjonktüründeki gelişmelere paralel olarak görüntüsünde de değişiklik
yapma kararı almış, bu çerçevede 5. Kongrede öncelikle örgüt amblemindeki
''orak-çekiç''in çıkarılmasını kararlaştırmış; Parti, Ordu, Cephe
bölümlenmesini benimseyip, parti olarak P.K.K. (Partiye Karkerani Kürdistan -
Kürdistan İşçi Partisi), Cephe olarak E.R.N.K. (Kürdistan Kurtuluş Cephesi) ve
Ordu olarak da A.R.G.K (Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu) şeklinde teşkilatlanıp,
cephe ve ordunun, partinin çizdiği çerçevede hareket edeceği ilkesini
benimsemiştir
1970
yılında bölücü DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) ve THKP/C (Dev-Genç) gibi
örgütlerden etkilenen Abdullah Öcalan liderliğindeki bir grup üniversite
öğrencisi, Kürt milliyetçiliği ile Marksist-Leninist fikirlerin sentezi
temelinde bir görüş yaratmaya çalışmış ve doğulu öğrencilerden oluşan
sempatizanlarını bu yönde eğitmiştir.
Kürtlerin
ayrı bir ulus olduğunu, sömürge halinde yaşadıkları için bağımsız bir
örgütlenmeye haklarının olduğunu savunan Abdullah Öcalan ve arkadaşları, bu doğrultuda
sürdürdükleri faaliyet alanını 1976 yılında Ankara-Dikmen toplantısından sonra
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine taşımışlardır.
1977
yılı sonrasında Kürdistan Devriminin yolu isimli broşür ile mücadelenin taktik
ve stratejisini ortaya koyan grup, fiilen silahlı eylemlere başlamıştır.
27
Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır Lice ilçesindeki ziyaret (Fis) köyünde
gerçekleştirilen 1. Kongre ile grup ismini Partiya Karkerani Kürdistan (PKK)
olarak benimsemiş ve 30 Temmuz 1979 tarihinde dönemin Adalet Partisi Şanlıurfa
Milletvekili M. Celal Bucak'a yapılan saldırı ile örgüt kuruluşunu ilan
etmiştir.
12
Eylül 1980 hareketinin takip eden günlerde, Suriye üzerinden Lübnan'daki
Filistin kamplarına ulaşan PKK grubu, Suriye ve Lübnan'da askeri ve siyasi
eğitim çalışması ve propaganda ile örgütlenme faaliyetlerini sürdürmüş,
Avrupa'da çeşitli sosyal-kültürel amaçlı dernekler oluşturarak ismini duyurmaya
başlamıştır. Aynı tarihlerde Türkiye'den kaçarak Suriye'nin Şam şehrine
yerleşen Abdullah Öcalan PKK örgütünü buradan yönlendirmeye başlamıştır.
Bu
dönemde PKK, Irak Kürdistan Demokrat Partisi ile ilişkiye geçmiş, bunun
akabinde Suriye'de bulunan PKK mensuplarından bir kısmının Irak Kürdistan
Demokrat Partisinin kontrolündeki Kuzey Irak'ta üslendirilmesi için anlaşmaya
varılmış ve sonra birçok PKK elemanı gruplar halinde bölgeye aktarılmıştır.
1984'te
Şam'da gerçekleştirilen II. Kongre'den sonra kamplardaki mensuplarını gerilla
savaşına hazırlayan örgüt stratejik savunma safhasından, stratejik denge
safhasına geçmek için özellikle Güneydoğu Anadolu'nun Hakkari, Mardin ve Siirt
illerini kapsayan alan içerisindeki askeri hedeflere karşı Kürdistan Silahlı
Kuvvetleri (Hazen Rıgariya Kürdistan- HRK) adı altında cephe-ordu
örgütlenmesinin ordu ayağının ön biçimini oluşturmuş ve 15 Ağustos 1984'te
Eruh-Şemdinli ilçelerine yönelik saldırılar ile terör eylemlerine fiilen
başlamıştır.
Pusu,
taciz atışı gibi silahlı eylemleri ile Güneydoğu bölgesinde etkili olmaya
başlayan örgüt, bu avantajını çoğaltmak için 21 Mart 1985'te Nevroz Bayramını
vesile ederek Cephe birimi olan ERNK (Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi)'yi
ilan etmiştir.
1986
ila 1990 yılları silahlı eylemlerin tırmandırıldığı, kitle katliamlarının
yaygınlaştığı yıllar olmuştur. Örgüt 26-30 Ekim 1986 tarihinde Lübnan Bekaa
Vadisinde 3. Kongresini yapmış ve bu kongre sonucu HRK (Kürdistan Kurtuluş
Birliği) adlı askeri kanadının ismini ARGK (Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu)
olarak değiştirmiştir. Örgüt 3. Kongrede aldığı kararlar doğrultusunda eylemler
sırasında kendilerine büyük zorluklar çıkaran köy koruculuğu sistemine karşı
topyekün saldırıya geçmiş, birçok köy ve mezra basılarak genç kız ve erkekler
topluca dağa kaçırılmış, birçok vatandaşımız öldürülmüştür.
Örgüt
26 ila 31 Aralık 1990 tarihleri arasında gerçekleştirilen IV. Kongrede, 2000
yılına kadar bölgede bağımsız bir Kürdistan Devleti Kurmak için genel
ayaklanmaların başlatılması kararını almıştır. Bu karar doğrultusunda
Cizre-Nusaybin ve Silopi'de kitle olayları patlak vermiştir.
Ağustos
1990 tarihinde meydana gelen Körfez Savaşı sonrasında Kuzey Irak'ta meydana
gelen otorite boşluğundan yararlanarak, bu bölgede yerleşime ağırlık vererek
eylemlerini yoğunlaştıran örgüt, 1992 yılında Kuzey Irak bölgesinde Kürdistan
Ulusal Meclisini Toplama ve kurtarılmış bölgelerde 'Savaş Hükümeti'ilan etme
gibi ütopik hedeflere yönelmiş, ancak başarılı olamamıştır. Türk Silahlı
Kuvvetlerinin aynı yıl bölgeye düzenlediği askeri hareket sonucu ağır kayıplar
veren örgüt, yeni arayışlara yönelmiş, Kuzey Irak Kürt Liderlerinden Celal
Talabani ile işbirliği yaparak, yeniden toparlanmak amacıyla tek yanlı ateşkes
ilan etmiştir. Bu kararın örgütte dağılma ve çözülmeye yol açacağını fark
ederek 24 Mayıs 1993 tarihinde Bingöl-Elazığ karayolu üzerinde gerçekleştirdiği
yol kesme eylemi ile yeniden silahlı eylemlerine başlamış, özellikle Güneydoğu
yöresine basın kuruluşlarının girmesine engel olma, okul yakma ve öğretmenleri
öldürme eylemleri ile bölgede devleti işlemez hale getirmeyi amaçlamıştır.
Bu
dönemde örgütün kitle desteğini arttırmak ve daha fazla kimseyi kullanmak
amacıyla legal alanda kurulan Halkın Emek Partisi'nin kuruluşunu desteklediği,
her düzeydeki birimlerinde yandaşlarının görev almasını sağladığı, ayrıca özgür
halk, Yeni Ülke, Dilan ve Özgür Gündem gibi yayınlarla propagandasını yaptığı
görülmüştür. 1990 genel seçimlerinde örgütün desteği ile Halkın Emek
Partisi'nden parlamentoya giren Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Sedat
Yurttaş, Zübeyir Aydar, Ahmet Türk, Sırrı Sakık gibi milletvekilleri gerek
parlamentodaki faaliyetleri ve gerekse parlamento dışındaki faaliyetleri ile
örgütün görüş ve düşüncelerini yansıtan tavır ve davranışlar içine girmeleri
sonucu milletvekilliği dokunulmazlıkları kaldırılarak yargılanmış ve PKK örgütü
adına faaliyetleri ispatlandığı gerekçesi ile mahkum olmuşlardır.
Örgütün
1994 yılı içinde eylemlerini metropol kentlere ve turistik yörelere kaydırdığı,
Yunanistan'ın desteği ile Türkiye'nin turizm gelirlerinde düşüşü hedeflediği görülmüş,
ancak alınan tedbirler sonucu bir kaç münferit olay dışında başarılı olmadığı
anlaşılmıştır.
Ülke
içinde gerçekleştirilen etkili operasyonlar ve 1995 yılında gerçekleştirilen
'çelik hareketi' sonucu örgütün eylemlerinde hızlı bir düşüş kaydedilmiştir.
PKK
örgütünün amacı; Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizdeki toprakları Türkiye'den
ayırarak Marksist-Leninist ideolojiye dayalı bağımsız bir Kürdistan devleti
kurmak olduğundan, bunun gerçekleşmesi için uzun süreli bir halk savaşı
stratejisi ile silahlı propagandayı benimsemiştir. Öncelikle halkı örgütleyerek
silahlanmayı ve uzun sürecek bir gerilla savaşıyla nihai gayesine erişmeyi
amaçlamaktadır.
(')
PKK'nın
gerçekleştirdiği ve sanığın da sorumluluğunu kabul ettiği eylemlerin her
birinin, ulusal ve uluslararası hukuk literatüründe kabul edildiği üzere;
doğrudan doğruya masum insanları hedef alan, kitleleri korkutup sindirmeyi
amaçlayan nitelik ve nicelikte mutlak terör eylemleri olduğu hususunda kuşku
bulunmamaktadır'
Bu
kararda da belirtildiği gibi, PKK terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmak, Türk
Ulusu'nu etnik kimlik esasına dayalı 'Türk ve Kürt ulusları' biçiminde ikiye
bölmek ve ezilen halk olarak nitelediği Kürt kökenli vatandaşları, ayrı bir
ulus olarak devletini kurma yolunda kanlı şiddet eylemlerine yönelttiği bir
gerçektir.
Nitekim,
Avrupa İnsan Hakları Divanı, Zana-Türkiye davası nedeniyle verdiği 25 Kasım
1997 günlü (69/1996/688/880) sayılı kararında, 'PKK isimli örgütü amaçlarına
ulaşmak için şiddet kullanan bir terörist örgüt' kabul ederek, 'Türkiye'nin
Güneydoğu Bölgesinde PKK'nın sivillere yönelik kanlı saldırılar düzenlediğini'
belirtmiş; Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin 25 Haziran 1998 tarihindeki
toplantısında aldığı 1377 sayılı kararın 5. maddesi ile de PKK tarafından
başlatılan ve Türkiye'nin güneydoğusunda yaşayan nüfusun yerlerinden edilmesine
yol açan şiddet eylemleri ve terörizm sert bir biçimde kınanmıştır. Ayrıca,
13.12.2002 günlü, L 337/93 sayılı Avrupa Birliği Resmi Gazetesinde yayımlanan
12.12.2002 günlü terörizme karşı savaşta alınan tedbirlerin uygulanması
konusunda 2001/931/CFSP sayılı Ortak Posizyonu güncelleyen ve 2002/340/CFSP
sayılı Ortak Pozisyonu iptal eden Konsey Ortak Pozisyonu'nda terörizme destek
veren kişiler, gruplar ve örgütler belirtilmiş ve bu karara ekli listenin 2/14.
maddesinde terörizmi destekleyen örgütler arasında PKK'ya da yer verilmiştir.
2002
tarihli Konsey kararıyla 2001 tarihinde yayımlanan terör örgütleri listesine
dahil edilen PKK terör örgütünün daha sonra ismini KONGRA'GEL olarak
değiştirmesi üzerine Avrupa Birliği, 5 Nisan 2004 tarihinde güncellediği
listeye bu terör örgütünü PKK/KONGRA-GEL olarak tekrar dahil etmiştir. Son
yayımlanan Konsey Ortak Tutum belgesinde de bu örgüt önceki listelerde olduğu
gibi PKK, KADEK ve KONGRA-GEL terör örgütü adlarıyla yer almaktadır.
Cebir
ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit
yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini,
siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin
varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak
veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış
güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup
kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemler
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nda da terör eylemleri olarak
nitelendirilmiştir.
Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesine aykırı olarak Türkiye
Cumhuriyeti devletinin egemenliği altında bulunan ülke topraklarının belli bir
bölümü üzerinde ayrı bir devlet kurmayı hedefleyen PKK/KONGRA-GEL isimli terör
örgütü tarafından gerçekleştirilen eylemlerin de 3713 sayılı Yasa'nın kapsamına
giren nitelikte terör eylemleri olduğu hususunda bir duraksama bulunmamaktadır.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesinde davalı siyasi parti üyelerince ve
parti organlarınca gerçekleştirildiği iddia edilen eylemler ise, anılan terör
örgütü ve bu örgütün elebaşısıyla işbirliği halinde hareket edilmesi, terör
örgütünün propagandasının yapılması, bu örgütün varlığının ve eylemlerinin
mazur ve meşru gösterilmeye çalışılması, terör örgütüne yardım ve destek sağlanması
şeklindeki beyan ve fiillerden oluşmaktadır.
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve bu ilkenin
vazgeçilmez bir unsuru olan ortak dil, kültür, eğitim ve Atatürk Milliyetçiliği
kavramları hukuksal ve siyasal olduğu kadar, tarihsel ve sosyal gerçeklere
dayanmaktadır.
Türk
Devletinin vatandaşları arasında özel ve kamusal alanda etnik ya da diğer
herhangi bir nedenle siyasal veya hukuksal ayrılık sözkonusu değildir. Nitekim,
Türk Milleti içinde yer alan farklı kökenden vatandaşlar arasında Türkiye'nin
her yerinde yaşama, eğitim ve medeni haklar yanında seçme ve seçilme
haklarından tam olarak yararlanma, istek ve başarılarına göre her türlü işte
çalışma, dil ve kültürden faydalanma ve katkıda bulunma gibi konularda tam
eşitlik anlayışı içinde hiçbir ayırım gözetilmemektedir. 'Ülke ve milletin
bölünmez bütünlüğü'yle ilgili bu tarihsel oluşum tüm anayasalarımızda
vazgeçilmez ve ödün verilmez temel kural olarak yer almıştır. Tarihin çok uzun
bir gelişme süreci içinde gerçekleşip kaynaşma ve bütünleşmeye dayanan Türk
Ulusu gerçeği ve olgusuna karşı ayrımcılığa, bölücülüğe, teröre ve sonuçta yok
olmaya yol açacak eylemler kabul göremez.
Anayasa'ya
ve Siyasi Partiler Yasası'na göre ülke ve ulus bütünlüğü, devletin
bölünmezliğinin temel ögeleridir. Bu nedenle her iki yasal düzenleme ile de
belirtilen değerlerin birlikte ve ödünsüz olarak korunması amaçlanmıştır.
Anayasamız,
Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan birleştirici
ve bütünleştirici bir milliyetçilik anlayışına sahiptir. Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğü, bu çağdaş milliyetçilik anlayışının belirgin
niteliklerinden birini oluşturmaktadır.
Bu
bağlamda Anayasa'ya göre, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan
herkesin hangi etnik gruptan olursa olsun Türk sayılması onun etnik kimliğini
inkar anlamında değil, devletine 'Türk Devleti', ulusuna 'Türk Ulusu' ve
ülkesine 'Türk Vatanı' denen ve toplum yapısında çeşitli etnik gruplar bulunan
ülkede bütün vatandaşlar arasında eşitliğin sağlanması ve çoğunluk içinde
bulunan etnik grupların azınlığa düşmesini önleme amacına yöneliktir. Bu
nedenle, Anayasamıza göre siyasal açıdan önemli olan soy değil, ulusal
topluluktan olmaktır.
Ulusal
birlik, bireylerin etnik kökeni ne olursa olsun, yurttaşlık kurumu içinde
ayrımsız birliktelikleriyle gerçekleşir.
Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmezliği ilkesi azınlık yaratılmamasını, bölgecilik ve
ırkçılık yapılmamasını ve eşitlik ilkesinin korunmasını içerir.
Siyasi
partilerin, çalışmalarında devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği temel
kuralına uymaları, ülkenin ya da ulusun bütünlüğünün bozulması sonucunu
doğurabilecek her türlü eylemden kaçınıp, çalışmalarını bu bütünlüğü daha da
pekiştirecek biçimde yürütmeleri anayasal ve yasal zorunluluktur. Bunun sonucu
da ülke ve ulus bütünlüğünü zedeleyebilecek olan her türlü davranışın siyasi
partiler için yasak olmasıdır.Ülkemizde yürürlükte bulunan Anayasa ve kanun
hükümleri ile konuyla ilgili uluslararası temel belgeler ve AİHM içtihatlarıyla
belirlenen esaslara göre, demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez ögeleri
sayılan siyasal partiler, demokrasiye ters düşen, demokrasiyi güçsüz ve etkisiz
düşürecek, toplumsal barışı yıkacak eylemlerde bulunamazlar.
Demokratik
hak ve özgürlüklerden yararlanılarak, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne karşı gerçekleştirilen eylemler kabul edilemez. Bu durumda hak ve
özgürlüklerin kötüye kullanılmasına engel olmak, devletin görevi ve varlık
nedenidir. Teröre destek verip ondan destek alan bir siyasi partinin Anayasa ve
yasaya göre varlığını sürdürmesi düşünülemez.
Demokratik
siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları sayılmaları siyasi partilere bir güvence
sağlamasının yanında, önemli görev ve sorumluluklar da yüklemektedir. Bu,
yalnızca iç hukuk sisteminin öngördüğü bir yükümlülük değildir. Yukarıda
ayrıntılarıyla üzerinde durulan uluslararası belgelerden, bu dengenin
korunmasına özen gösterildiği, bu dengeyi bozucu tutum ve davranışların himaye
görmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bir siyasi partinin, siyasi faaliyet
görüntüsü altında ülkenin tamamının asayiş ve güvenliğini olumsuz yönde
etkileyen, tüm bireylerin temel hak ve hürriyetlerinden yararlanmalarını
engelleyen veya ortadan kaldıran terör eylemlerini destekleyen, zemin
hazırlayan ve meşrulaştırmaya çalışan söylem ve eylemlerde bulunması hiçbir
demokratik sistemde koruma göremez.
Kapatma
davası sürecinde ileri sürülen iddialar, deliller ve davalı Parti temsilcileri
tarafından bunlara karşı yapılan savunmalar değerlendirildiğinde; davalı
Parti'ye isnat edilen eylemlerin; parti mensuplarının terör örgütünün
yönlendirmesi doğrultusunda gerçekleştirdikleri eylem ve etkinlikler ile parti
teşkilat binalarında yapılan aramalarda ele geçirilen belge ve dökümanlardan,
terör örgütü ve elebaşısına destek içeren açıklama ve eylemlerden oluştuğu
anlaşılmaktadır.
Demokratik
Toplum Partisi tüzük ve programında kendisini, 'demokratik uygarlık çağı
değerleri olan özgürlükçü, eşitlikçi, adaletçi, barışçı, çoğulcu, katılımcı,
çok kültürlü toplumu zenginlik olarak gören ve yenileşmeyi savunan; insan ve
toplum odaklı diyalog ve uzlaşıya dayalı, otoriter-merkezi-hiyerarşik siyaset
yapma tarzı yerine; demokratik-yerel-yatay işleyişi benimseyen, demokratik iç
işleyişi kararlılıkla savunan, barışçıl demokratik siyaseti esas alan, evrensel
değerlere sahip çıkan, her türlü ayrımcılığı ve ırkçılığı ret eden, insanlığın
özgürleşmesini cinsler arası eşitlikte gören, bu temelde özgür,
demokratik-ekolojik toplumu hedefleyen demokratik özgürlükçü eşitlikçi sol bir
kitle partisi' olarak tanımlamaktadır.
Davalı
Parti yetkilileri aşamalarda yaptıkları savunmalarında, Kürt sorununun
çözümünde terör örgütünün muhatap alınması gerektiğini, aynı tabana hitap
etmeleri nedeniyle terör örgütünün ve eylemlerinin davalı Parti tarafından
kınanmasının beklenemeyeceğini, davalı Parti'nin terör örgütü ile ilgili
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağını ifade etmişlerdir.
Nitekim,
davalı Parti adına yapılan 12.6.2008 günlü esas hakkındaki savunmanın 'susma
hakkı yasal bir haktır' başlığı altında, ''Aslında neden DTP'nin PKK için
terörist demesinde ısrar edildiğinin ahlaki, hukuki, vicdani bir açıklaması
yoktur. DTP 'onlar terörist' dediğinde terör bitecek midir' Bitmeyecekse bu
ısrarın anlamı nedir' Boyun eğdirmek midir amaç' Dağa çıkma nedenini kaldırmadıkça,
biri ölür, diğeri çıkar' DTP, çocukları dağda olan ailelerin oylarını almıştır
kuşkusuz. Peki bu neyi gösterir' Sayın Başsavcı'nın iddia ettiği gibi PKK ile
özdeşliği mi, yoksa o ailelerin çocuklarının dağdan indirilmesi için siyasi
çözümü bulun diye DTP'ye umut bağladıklarını, oy verdiklerini mi gösterir' Hiç
kuşkunuz olmasın ki ikinci neden doğrudur. Peki böyle bir durumda DTP,
kendisine siyasi çözüm için oy veren milyonlarca insanın çocukları, yakınları
dağda iken PKK terör örgütüdür nasıl der, niçin desin'...' şeklinde
açıklamalara yer verilmiştir.
Davalı
Parti ve temsilcileri tarafından savunma olarak ileri sürülen bu argümanlar
davalı Parti ve mensuplarının yaptığı eylemlerin demokratik siyasi mücadele
kapsamında görülmesi için yeterli sayılamaz. Demokratik siyasi hayatın
sözkonusu olmadığı bir ortamda siyasi partiler de vazgeçilmez unsur olmaktan
çıkarlar. Demokratik ortamın korunması ve demokrasi ilkelerinin uygulanması
açısından Devlete büyük sorumluluklar yüklendiği açık ise de, bundan, siyasi
partilerin bu konuda herhangi bir yükümlülük ve sorumlulukları bulunmadığı
sonucuna varmak olanaksızdır. Demokrasiye Devlet kadar, vatandaşlar, diğer
sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler de sahip çıkmak, korumak, en azından
saygı göstermekle yükümlüdürler.
Davalı
Parti, terör dahil yaşanan her türlü olumsuzluktan Devleti, hükümeti ve sistemi
sorumlu tutmaktadır. Davalı Parti'ye göre PKK terör örgütü Devletin, hükümetin
ve sistemin yanlışları nedeniyle ortaya çıkmış, varlığını korumuş ve günümüze
gelmiştir. Bu nedenle terör örgütünün kuruluşundan günümüze kadar yaşanan
acılardan da, Devlet, hükümet ve sistem sorumludur. Bu yaklaşıma göre, davalı
Parti ve mensuplarının terör örgütüne olumlu yaklaşımı mazur görülmeli, hatta
terör örgütü ile diyalog yolunun açık tutulması bakımından varlıkları bir şans
olarak değerlendirilmelidir. Ancak, davalı Parti adına yapılan savunmalarda
ortaya konulduğu türden bir devlet ve demokrasi anlayışı gerçeklerden uzaktır.
Davalı
Demokratik Toplum Partisine mensup birçok il ve ilçe teşkilat başkan ve
üyelerinin Parti adına düzenlenen etkinlikler sırasında yaptıkları konuşma ve
basın açıklamalarıyla Kürt halkının Türk halkından farklı bir ulus olduğunu,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından Kürt halkına karşı baskı ve zulüm
politikası yürütüldüğünü, Abdullah Öcalan'ın tecrite tabi tutulduğu ve bunun
kabul edilemez olduğunu söyleyerek, aynı ideolojiyi benimseyen ve aynı hedefe
yönelen PKK terör örgütüne ve onun başı Abdullah Öcalan'a yardım ve destek
sağladıkları, böylece Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmaya yönelik eylem ve davranışlarda bulundukları; 25.6.2006 tarihinde
Ankara'da gerçekleştirilen DTP Birinci Olağan Büyük Kongresi başta olmak üzere
davalı Parti mensuplarınca organize edilen veya davalı Parti mensuplarının
katıldığı ve etkin rol aldığı nevruz kutlamaları, terör örgütü elebaşının
sağlık durumunu protesto amaçlı gösteriler ve seçim mitingleri düzenledikleri,
terör örgütü mensuplarının cenaze törenlerine katıldıkları, davalı Parti teşkilat
binalarında yapılan aramalarda yukarıda ayrıntıları gösterilen eşya, yayın ve
dokümanların ele geçirildiği anlaşılmıştır.
Ulus
ve ülke bütünlüğüne karşın, davalı Parti tarafından Türk ve Kürt Ulusları
biçiminde bir ayırımın yapılması, 'Kürt sorununun çözümü' için terör örgütü ile
onun başı Abdullah Öcalan'ın muhatap alınması ve onun tarafından önerilen
politikaların uygulanması gerektiğinin belirtilmesi, parti teşkilat binalarında
terör örgütüne ait bayrak, doküman ve yasak yayınlara yer verilmesi, terör
örgütü başı ve militanlarına ait poster ve resimlerin asılması, çeşitli bahane
ve vesilelerle düzenlenen kongre, miting, toplantı ve gösteriler ile örgüt
mensupları için düzenlenen cenaze merasimlerinin terör örgütünün propaganda alanına
dönüştürülmesi veya dönüştürülmesine göz yumulması, terör örgütü ile
bağlantıları mahkeme kararlarıyla saptanan kimselerle araya mesafe koymak,
gerektiğinde disiplin yaptırımı uygulamak yerine parti adına söz söyleme
yetkisi olan görev ve pozisyonlara getirme gibi davranışlar Anayasa'nın 68.
maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen 'Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğü' ilkesine aykırılık teşkil eden eylemlerdir. Söz konusu
eylemleriyle davalı Parti şiddeti kışkırtan, elverişli hale getiren, terör
eylemlerini siyasi nitelikli eylemler olarak tanımlayan ya da destekleyen, bu
tür eylemleri teşvik eden, bunları gizleyen ya da bu tür eylemlere katılan,
parti teşkilat binalarını terör örgütüne ve onun propaganda malzemelerine açan
bir siyasi partiye dönüşmüştür.
PKK
terör örgütü başı Abdullah Öcalan'ın sağlık durumu bahane edilerek protesto
amacıyla PKK terör örgütünün istem ve talimatlarıyla izinli veya izinsiz
gösteriler, ve çeşitli etkinliklerin düzenlenmesi, bildiriler dağıtılması, bu
etkinliklerde yapılan konuşmaların ve okunan basın bildirilerinin, açılan
pankartların, atılan sloganların aynı ya da benzer içerik taşıması, 'özgürlük',
'kardeşlik' ve 'barış' kavramları kötüye kullanılarak ülkenin belirli kesiminde
yaşayan veya belirli bir etnik kökenden gelen vatandaşlar üzerinde farklı bir
ulus bilincinin uyandırılmaya çalışılması, PKK terör örgütünün Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik olarak sürdürdüğü mücadelenin 'savaş', 'onurlu
mücadele', 'haklı direniş' olarak nitelendirilmesi ve bu savaşta PKK terör
örgütünün yanında yer alarak eylem ve davranışlar içerisinde bulunulması, kimi
teşkilat üyelerinin PKK terör örgütü mensuplarına silah, malzeme, tedavi ve
bilgi desteği sağlaması, Parti'nin il ve ilçe teşkilatlarında çok sayıda,
hakkında çeşitli yargı mercilerince toplatma ve yasaklama kararı verilen PKK
terör örgütünün propagandasına yönelik eşya, kitap, pankart ve doküman ile PKK
terör örgütü mensuplarının resimlerinin bulundurulması gibi birçok eylem ve
bunlara ilişkin yargı kararları davalı Demokratik Toplum Partisi ile PKK terör
örgütünün bağlantı ve dayanışma içinde olduğunu göstermektedir.
Yukarıda
belirtilen bu eylemlerle Demokratik Toplum Partisi'nin, eksik gördüğü ve
siyaseten tanınmasını beklediği haklar ve özgürlükleri, demokrasinin siyasi
çoğulculuğa verdiği anlamlı destek ve hoşgörüyü kötüye kullanarak, etnisite
temeline dayalı kültürel, sınıfsal yapılanma ve yönetim ayrışıklığına yol açan
ve demokratik ilkelerle bağdaşmayan söylem ve eylemlerle ve terör örgütü
desteğiyle elde etmek istediği ve terörü kendi siyasi politikaları için araç
olarak kullandığı sonucuna varılmaktadır.
Davalı
Parti mensuplarınca gerçekleştirilen organizasyonlarda meydana gelen olaylar
karşısında Parti yönetim organlarının herhangi bir şekilde tedbir almamaları ve
sessiz kalmaları ise teröre desteğin başka bir göstergesidir.
Demokratik
düzende, terör eylemlerine karşı siyasi duruşunu açıkça belirlemeyen, suçu ve
suçluları kınamayan ve gizleyen bir partinin varlığı hoşgörüyle karşılanamaz.
Davalı Parti'nin bu bağlamdaki tutumu, Partinin PKK'yla olan ilişkisinin 'açık
bir sır' olarak nitelenmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu gizli kabulle, terör
yoluyla hak elde edilmesi bir yöntem olarak benimsenmektedir.
Davalı
Parti'nin çeşitli teşkilatlarında görevli şahıslar hakkında devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik suçlardan dolayı verilmiş mahkumiyet
kararları, arama ve tespit tutanakları, soruşturmalara ilişkin belgeler,
yapılan kongre ve toplantılara ilişkin tutanak ve belgeler ile tüm deliller
gözetildiğinde, davalı Demokratik Toplum Partisi'nin, Türk ulusunu ırk esasına
dayalı olarak 'Türk-Kürt ve diğer etnik kökenli uluslar' biçiminde bölmek,
etnik köken farkı nedeniyle gerçek dışı varsayımlarla ezilen ve sömürülen bir
halkın varlığını kabul ederek bölücülüğü teşvik eden ve bunların sahip olduğu
dil ve kültürlerini ayırımcı biçimde tanımlayan ve özellikle bu önkabullerden
yola çıkarak, ülkede onbinlerce insanın ölümü ile sonuçlanan silahlı eylemlerde
bulunan yasadışı PKK terör örgütünün ve bu eylemlerden hükümlü elebaşısının
eylem ve politikalarını destekleyici nitelikte faaliyetlerde bulunmak suretiyle
devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin yoğun
olarak işlendiği bir parti haline geldiği anlaşılmıştır.
Davalı
Parti'nin Büyük Kongresinin, Genel Başkanının, Merkez Karar ve Yönetim
organlarının, TBMM Grup Genel Kurulu ile Grup Yönetim Kurulunun, Parti
üyelerince gerçekleştirilen eylemleri açıkça reddetmemeleri, eylemleri zımnen
benimsedikleri anlamında değerlendirilmiştir. Hukuk devletine aykırı eylemlerin
ilgili parti organlarınca kınanmadığı, suskun kalındığı ortamda davalı
Parti'nin demokratik sisteme zarar vermesinin önüne geçilmesi anayasal
zorunluluk halini almıştır.
Demokratik
Toplum Partisi ve mensuplarının Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrası
kapsamında değerlendirilen beyan ve eylemlerinin birbirleriyle bütünlük içinde
bulunduğu, böylece devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan
kaldırma nihai amacını güttükleri, zaman ve mekan farklılıklarına rağmen eylemlerin
tek bir amaca özgülendiği, eylemlerin büyük bir çoğunluğunun Parti organlarında
görevli üyelerce sorumluluk alanları içinde gerçekleştirildiği ve terör örgütü
kaynaklı yönlendirmelerle sürekli tekrar edilip istikrar kazandığı ve davalı
Parti'nin devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin
yoğun olarak işlendiği bir odak haline geldiği anlaşılmıştır.
Belirtilen
gerekçeler karşısında davalı Parti hakkında verilecek bir kapatma kararının,
ulusal güvenliğin ve anayasal düzenin korunması yönünde güdülen meşru amaçla
orantılı, demokratik bir toplumda gerekli ve zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaca
cevap veren nitelikte olacağı açıktır.
Teröre
destek niteliğindeki eylem ve söylemlerin yoğunluğunun toplumda sarsıcı
etkilere, aşırı endişe, kaygı ve belirsizliklere yol açtığı, bu siyasi
anlayışla davalı Parti'nin demokratik hayata katkıda bulunduğunun
söylenemeyeceği ve bu nitelikteki fiillerin ağırlığı karşısında, 3.10.2001
günlü, 4709 sayılı Yasa'nın 25. maddesi ile Anayasa'nın 69. maddesinin yedinci
fıkrasında yapılan değişiklikle yürürlüğe konulan, Anayasa Mahkemesi'nin
temelli kapatma yerine dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasi
partinin Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar
verebileceğine ilişkin hüküm davalı Parti hakkında uygulanmamıştır.
Bu
durumda, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya ve PKK
terör örgütüne yardım ve destek sağlamaya yönelik eylemlerin işlendiği bir odak
haline geldiği sabit olan Demokratik Toplum Partisi'nin Anayasa'nın 68. ve 69.
maddeleriyle, 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 101. ve 103. maddelerine
göre kapatılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
IX- KAPATMA KARARININ SONUÇLARI
A- Partili Milletvekilleri Yönünden
Anayasa'nın
84. maddesinin son fıkrasında, 'partisinin temelli kapatılmasına beyan ve
eylemleriyle sebep olduğu Anayasa Mahkemesi'nin temelli kapatmaya ilişkin kesin
kararında belirtilen milletvekilinin milletvekilliği, bu kararın Resmî
Gazete'de gerekçeli olarak yayımlandığı tarihte sona erer. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı bu kararın gereğini derhal yerine getirip Genel Kurula bilgi
sunar' denilmiştir.
Bu
nedenle, söz ve eylemleriyle Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılmasına neden
olan Mardin Milletvekili Ahmet TÜRK ile Diyarbakır Milletvekili Aysel TUĞLUK'un
milletvekilliklerinin gerekçeli kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı günde sona
ereceğine karar verilmesi gerekir.
B- Parti'nin (Kurucuları Dahil) Üyeleri Yönünden
Anayasa'nın
69. maddesinin sekizinci fıkrası ile Siyasi Partiler Yasası'nın 12.8.1999
günlü, 4445 sayılı Yasa ile değişik 95. maddesinin ikinci cümlesinde, ''Bir
siyasi partinin kapatılmasına söz veya eylemleriyle neden olan kurucuları dahil
üyeleri, Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmi
Gazetede gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka
partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisi olamazlar' denilmektedir.
Beyan
ve eylemleriyle Parti'nin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden;
-
Abdulkadir FIRAT, Abdullah İSNAÇ (İŞNAÇ), Ahmet AY, Ahmet TÜRK, Ali BOZAN,
Aydın BUDAK, Ayhan KARABULUT, Aysel TUĞLUK, Bedri FIRAT, Cemal KUHAK, Deniz
YEŞİLYURT, Ferhan TÜRK, Fehtah (Fettah) DADAŞ, Hacı ÜZEN, Halit KAHRAMAN,
Hadice (Hatice) ADIBELLİ, Hilmi AYDOĞDU, Hüseyin BEKTAŞOĞLU, Hüseyin KALKAN,
İbrahim SUNKUR, İzzet BELGE, Kemal AKTAŞ, Leyla ZANA, Mehmet Salih SAĞLAM,
Mehmet Veysi DİLEKÇİ, Metin TEKCE (TEKÇE), Murat AVCI, Murat DAŞ, Musa
FARİSOĞULLARI, Mustafa TUÇ, Necdet(Nejdet) ATALAY, Nurettin DEMİRTAŞ, Orhan
MİROĞLU, Sedat YURTTAŞ ve Selim SADAK'ın, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının
istemi doğrultusunda ve Anayasa'nın 69. maddesinin dokuzuncu fıkrası gereğince,
-
Ahmet ERTAK ve Ayhan AYAZ haklarında ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
iddianamesinde siyasi yasaklama istenmemiş olmakla birlikte, iddianamede bu
kişilerin eylemlerine yer verilmiş olması nedeniyle, re'sen, 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 225. maddesi ve Anayasa'nın 69. maddesinin dokuzuncu
fıkrası gereğince,
gerekçeli
kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka
partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisi olamayacaklarına karar
verilmesi gerekmiştir.
X-
SONUÇ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı'nın 16.11.2007 günlü, SP.135. Hz. 2007/2 sayılı
İddianamesi ile Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılması istenilmekle gereği
görüşülüp düşünüldü:
1- Demokratik Toplum
Partisi'nin, eylemleri yanında terör örgütüyle olan bağlantıları da
değerlendirildiğinde Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı
nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği anlaşıldığından,
Anayasa'nın 68. ve 69. maddeleri ile 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun
101. ve 103. maddeleri gereğince KAPATILMASINA,
2- Beyan ve eylemleriyle
Parti'nin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil üyelerinden;
Halil
ve Emine'den olma, 1958 doğumlu, Şanlıurfa Suruç Yıldız Köyü nüfusuna kayıtlı
Abdulkadir FIRAT,
Hacı
ve Meryem'den olma, 1960 doğumlu, Şırnak Merkez Geçitboyu Köyü nüfusuna kayıtlı
Abdullah İŞNAÇ (İSNAÇ),
Sabri
ve Telha'dan olma, 1967 doğumlu, Mersin Merkez Çilek nüfusuna kayıtlı Ahmet AY,
İsmail
ve Meryem'den olma, 1965 doğumlu, Şırnak Merkez Gazipaşa Mahallesi nüfusuna
kayıtlı Ahmet ERTAK,
Sino
ve Medine'den olma, 1942 doğumlu, Mardin Derik Kovalı Köyü nüfusuna kayıtlı
Ahmet TÜRK,
Abuzer
ve Sitiye'den olma, 1978 doğumlu, Adıyaman Merkez Yaylakonak nüfusuna kayıtlı
Ali BOZAN,
Naso
ve Hanım'dan olma, 1987 doğumlu, Iğdır Merkez Alikamerli Mahallesi nüfusuna
kayıtlı Ayhan AYAZ,
Mehmet
Emin ve Beşire'den olma, 1968 doğumlu, Şırnak Cizre Dağkapı nüfusuna kayıtlı
Aydın BUDAK,
Nurettin
ve Fermiye'den olma, 1972 doğumlu, Batman Kozluk Yanıkkaya Köyü nüfusuna
kayıtlı Ayhan KARABULUT,
Hüseyin
ve Hatun'dan olma, 1965 doğumlu, Elazığ Merkez Yenimahalle Mahallesi nüfusuna
kayıtlı Aysel TUĞLUK,
Alirıza
ve Hanım'dan olma, 1956 doğumlu, Erzurum Hınıs Kolhisar Mahallesi nüfusuna
kayıtlı Bedri FIRAT,
Hasan
ve Elif'ten olma, 1985 doğumlu, Tunceli Merkez Baldan Köyü nüfusuna kayıtlı
Cemal KUHAK,
Raif
ve Kibar'dan olma, 1984 doğumlu, Ardahan Göle Günorta Köyü nüfusuna kayıtlı
Deniz YEŞİLYURT,
Abdülhalim
ve Türkiye'den olma, 1951 doğumlu, Mardin Derik Kovalı Köyü nüfusuna kayıtlı
Ferhan TÜRK,
Keleş
ve Fatma'dan olma, 1967 doğumlu, Erzurum Karaçoban Bahçeli Mahallesi nüfusuna
kayıtlı Fehtah (Fettah) DADAŞ,
Süleyman
ve Güli'den olma, 1957 doğumlu, Şırnak Silopi nüfusuna kayıtlı Haci (Hacı)
ÜZEN,
Süleyman
ve Zübeyde'den olma, 1977 doğumlu, Şanlıurfa Ceylanpınar İlçesi Ceylanpınar
Köyü nüfusuna kayıtlı Halit KAHRAMAN,
Ramazan
ve Samiha'dan olma, 1986 doğumlu, Madin Savur Serenli Köyü nüfusuna kayıtlı
Hadice (Hatice) ADIBELLİ,
Ali
ve Saibe'den olma, 1953 doğumlu, Bingöl Merkez Saray Mahallesi nüfusuna kayıtlı
Hilmi AYDOĞDU,
Celil
ve Elif'ten olma, 1944 doğumlu, Bingöl Kiğı Eskikavak Köyü nüfusuna kayıtlı
Hüseyin BEKTAŞOĞLU,
Nuri
ve Sosun'dan olma, 1962 doğumlu, Batman Merkez Yeni Mahallesi nüfusuna kayıtlı
Hüseyin KALKAN,
Hıdır
ve Beybun'dan olma, 1953 doğumlu, Van Bahçesaray Ünlüce nüfusuna kayıtlı
İbrahim SUNKUR,
İbrahim
ve Bedriye'den olma, 1982 doğumlu, Şırnak Merkez Geçitboyu Köyü nüfusuna
kayıtlı İzzet BELGE,
Bozan
ve Vethe'den olma, 1958 doğumlu, Şanlıurfa Suruç Yolcular Köyü nüfusuna kayıtlı
Kemal AKTAŞ,
Fahrettin
ve Hediye'den olma, 1961 doğumlu, Diyarbakır Silvan Selahattin Mahallesi
nüfusuna kayıtlı Leyla ZANA,
Sait
ve Hanımi'den olma 1970 doğumlu, Mardin Yeşilli Sancar Köyü nüfusuna kayıtlı
Mehmet Salih SAĞLAM,
İsmail
ve Esmer'den olma, 1980 doğumlu, Van Özalp Y.Çavdarlık Köyü nüfusuna kayıtlı
Mehmet Veysi DİLEKÇİ,
Abdullah
ve Gülsabah'tan olma, 1972 doğumlu, Hakkari Merkez Bulak Mahallesi nüfusuna
kayıtlı Metin TEKCE (TEKÇE),
Mahmut
ve Ayşe'den olma, 1979 doğumlu, Diyarbakır Kocaköy Merkez Mahallesi nüfusuna
kayıtlı Murat AVCI,
Sıdık
ve Mizkal'den olma, 1974 doğumlu, Ağrı Merkez Kalender nüfusuna kayıtlı Murat
DAŞ,
Mehmet
Ali ve Zeynep'ten olma, 1956 doğumlu, Bingöl Genç Yeniyazı Köyü nüfusuna
kayıtlı Musa FARİSOĞULLARI,
Haciali
ve Zeynep'ten olma, 1953 doğumlu, Gaziantep Araban Fıstıklıdağ Köyü nüfusuna
kayıtlı Mustafa TUÇ,
Abdülbari
ve Suphiye'den olma, 1978 doğumlu Batman Kozluk Şemdinağa Mahallesi nüfusuna
kayıtlı Nejdet (Necdet) ATALAY,
Tahir
ve Sadiye'den olma, 1972 doğumlu, Elazığ Palu Atik Köyü nüfusuna kayıtlı
Nurettin DEMİRTAŞ,
İsmail
ve Behiye'den olma, 1952 doğumlu, Mardin Midyat Gelinkaya nüfusuna kayıtlı
Orhan MİROĞLU,
Bekir
ve Zeliha'dan olma, 1961 doğumlu, Diyarbakır Ergani Çakartaş Köyü nüfusuna
kayıtlı Sedat YURTDAŞ (YURTTAŞ) ve
İbrahim
ve Kumri'den olma, 1954 doğumlu, Şırnak İdil Sulak Köyü nüfusuna kayıtlı Selim
SADAK'ın,
Anayasa'nın
69. maddesinin dokuzuncu fıkrası gereğince gerekçeli kararın Resmi Gazete'de
yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi,
yöneticisi ve denetçisi olamayacaklarına,
3- Beyan ve eylemleriyle
Parti'nin kapatılmasına neden olan Mardin Milletvekili Ahmet TÜRK ve Diyarbakır
Milletvekili Aysel TUĞLUK'un milletvekilliklerinin, Anayasa'nın 84. maddesinin
son fıkrası uyarınca gerekçeli kararın Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihte
sona ermesine,
4- Parti tüzel
kişiliğinin kapatma kararının verildiği tarihte sona ermesine,
5-Davalı Parti'nin bütün
mallarının 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 107. maddesi gereğince
Hazine'ye geçmesine,
6-Gereğinin yerine
getirilmesi için karar örneğinin, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 107.
maddesi uyarınca Başbakanlığa ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na
gönderilmesine,
11.12.2009
gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Sacit ADALI
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Ahmet AKYALÇIN
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
A. Necmi ÖZLER
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Şevket APALAK
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Zehra Ayla
PERKTAŞ
|
[1] Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı SP-135. Hz.2007/2
sayılı ve 10.03.2008 günlü'Esas hakkındaki görüşün'de; s:15, p.2
[2] Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı SP-135. Hz.2007/2
sayılı ve 10.03.2008 günlü'Esas hakkındaki görüşün'de; s:15,
p. 'Odak Olma Yönünden'.
[3] Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı SP-135. Hz.2007/2
sayılı ve 10.03.2008 günlü'Esas hakkındaki görüşün' de; s:15
son paragraf- s:16 ilk paragraf 'Odak Olma Yönünden'.
[4] Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 10.03.2008 günlü'Esas
hakkındaki görüşün'de; s:17-18, p. 'V-SONUÇ ve İSTEM'
A-Bölümü.
[5] Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 10.03.2008 günlü'Esas
hakkındaki görüşün'de; s:17-18, p. 'V-SONUÇ ve İSTEM'
B-Bölümü-1.
[6] Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 10.03.2008 günlü'Esas
hakkındaki görüşün'de; s:17-18, p. 'V-SONUÇ ve İSTEM'
B-ÖLÜMÜ-2
[7] 'Ulusalüstü İnsan Hakları Standartları Işığında
Türkiye'de Bilgi Edinme Düşünce-İfade ve iletişim Mevzuatı- Prof.Dr.Semih
GEMALMAZ-Araş.Gör.Haydar Burak GEMALMAZ- s:297,
[8] 'Ulusalüstü İnsan Hakları Standartları Işığında Türkiye'
de Bilgi Edinme Düşünce-İfade ve iletişim Mevzuatı- Prof.Dr.Semih
GEMALMAZ-Araş.Gör.Haydar Burak GEMALMAZ-s:297 'Le Compte, Van Leuven ve De
Meyere v. Belçika', Mahkeme kararı: 23/06/1981.
[9] A.g.e: 'Vogt v. Almanya', (No.7/1994/454/535),
Mahkeme karar tarihi: 26/09/1995.
[10] A.g.e. s:300-301 'Hendrikus Van Der Heijden v.
Hollanda', (Başvuru No.11002/84), Komisyon kararı: 08/03/1985, DR 41,
April 1985, sf:264, 268-271.
[11] Avrupa Mahkemesinin anılan bu kararlarına ilişkin olarak
ulusal hukuk doktrininde bir çok çalışma yapılmıştır. Örnek olarak bkz., Durmuş
Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Oğuz Sancakdar, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi Işığında Türkiye'nin İnsan Hakları Sorunu, Seçkin Yayınevi,
Ankara, 2002, sf:353-391. Ayrıca bkz., Durmuş Tezcan, 'Örgütlenme Hakkının
Sınırları Açısından Siyasi Partileri Kapatma Kararlarına İlişkin Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'nin Ortaya Koyduğu Eğilim', Anayasa Yargısı 16,
Anayasa Mahkemesi Yay., Ankara 1999, sf:130-141. Oktay Uygun, 'Siyasi
Partilerin Kapatılması Rejiminin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Çerçevesinde
Değerlendirmesi', Anayasa Yargısı 17, Anayasa Mahkemesi
Yay., Ankara 2000, sf:256-272. Mustafa Koçak, Siyasi Partiler ve
Türkiye'de Parti Yasakları, Turhan Kitabevi, Ankara, 2002, özellikle
sf:132-211.
[12] 'Vogt v. Almanya', (No.7/1994/454/535), Mahkeme
karar tarihi: 26/09/1995.
[13] Anayasa Yargısı-1999-Prof.Dr.Bakır Çağlar-Prof.Dr.Naz
Çavuşoğlu-s:150-151
[14] Mehmet Semih Gemalmaz-Haydar Burak Gemalmaz, Ulusalüstü
İnsan Hakları Standartları Işığında Türkiye'de Bilgi Edinme, Düşünce-İfade ve
İletişim Mevzuatı, Düşünce Suçuna Karşı Girişim, İstanbul, 2004,
sf:299-300.- 'Vogt v. Almanya', (No.7/1994/454/535), Mahkeme karar
tarihi: 26/09/1995.
[15] Mehmet Semih Gemalmaz-Haydar Burak Gemalmaz, Ulusalüstü
İnsan Hakları Standartları Işığında Türkiye'de Bilgi Edinme, Düşünce-İfade ve
İletişim Mevzuatı, Düşünce Suçuna Karşı Girişim, İstanbul, 2004,
sf:229-233.
[16] Mehmet Semih Gemalmaz, Ulusalüstü İnsan Hakları
Hukukunda ve Türk Hukukunda Olağanüstü Rejim Standartları, Beta
Yayınları, Kasım 1994 (2. Baskı), İstanbul.
[17] Askeri yargı organlarının Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine uygunluğu konusunda bkz. Kemal Gözler, 'Askeri Yargı Organlarının
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Uygunluğu Sorunu', İnsan Hakları
Yıllığı, Cilt:21-22, 1999-2000, sf:77-93.
[18] Örnek olarak bkz., 'Case of Arı v. Turkey', (App.
No.29281/95), Karar Tarihi: 25/09/2001, para.36-52.
[19] Bu konudaki pilot vaka olarak bkz., 'Case of Incal v.
Turkey', (Case No.41/1997/825/1031), (App. No.22678/93), Karar Tarihi.
09/06/1998, para.62-73.
[20] 'Handyside v. Birleşik Krallık' kararının
Türkçe metni için bkz., Osman Doğru (editör), İnsan Hakları Kararlar Derlemesi,
Cilt:1, İstanbul Barosu Yayınları, İstanbul 1998, sf:221-244. Kararın orijinali
için bkz., (Series A, No.24).
[21] Anayasa Yargısı-1999-Prof.Dr.Bakır Çağlar-Prof.Dr.Naz
Çavuşoğlu-s:158-159
[22] Anayasa Yargısı-1999-Prof.Dr.Bakır Çağlar-Prof.Dr.Naz
Çavuşoğlu-s:161
[23] Anayasa Yargısı-1999-Prof.Dr.Bakır Çağlar-Prof.Dr.Naz
Çavuşoğlu-s:161
[24] 'Sunday Times v. Birleşik Krallık' kararının
Türkçe metni için bkz., Osman Doğru (editör), İnsan Hakları Kararlar Derlemesi,
Cilt:1, sf:341-377. Kararın orijinali için bkz., (Series A, No.30).
[25] 'Observer and Guardian v. Birleşik Krallık',
bkz., HRLJ, Vol. 13, No.1-2, 28 February 1992, sf:7-30, özellikle 16, (Karar,
parag.59),
[26] 'Sunday Times v. Birleşik Krallık (No.II)',
bkz., HRLJ, Vol. 13, No.1-2, 28 February 1992, sf:30-34, özellikle 32,
(parag.50).
[27] 'Thorgeir Thorgeirson v. İzlanda', bkz., HRLJ,
Vol. 13, No.11-12, 30 December 1992, sf:440-445, özellikle 443, (parag.63).
[28] Türkiye Birleşik kominist Partisi ve diğerleri v.
Türkiye, başvuru no. 19392/92, Mahkemenin 30 Ocak 1998 tarihli kararı.
Başvurucular, TBKP ile TBKP'nin Başkanı Nihat Sargın ve Genel Sekreteri Nabi
Yağcı'dır.
'Avrupa
İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye-AİHS Sistemi, AİHM Kararlarında Türkiye-Yasemin
Özdek-Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü-İnsan Hakları Araştırma ve
Derleme Merkezi-2004
[29] E. 1990/1 (siyasal parti kapatma), K. 1991/1, 16.7.1991
Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi, Sayı 27, Cilt 2, s. 885 vd.
[30] Bkz. 1982 Anayasası, -eski- m.69
[31] Komünist Parti (KPD) v. Federal Almanya Cumhuriyeti,
başvuru no. 250/57, Komisyonun 20 Temmuz 1957 tarihli kararı. 'Avrupa İnsan Hakları
Hukuku ve Türkiye-AİHS Sistemi,AİHM Kararlarında Türkiye-Yasemin Özdek-Türkiye
ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü-İnsan Hakları Araştırma ve Derleme
Merkezi-2004
[32] A.g.eTBKP ve diğerlerinin başvurusu hakkında Komisyonun
3 Eylül 1996 tarihli raporu, par. 81.
[33] A.g.e.Sosyalist Parti ve diğerleri v. Türkiye, başvuru
no.21237/93, Mahkemenin 25 Mayıs 1998 tarihli kararı.
[34] A.g.e.E.1991/2 (siyasal parti kapatma), K. 1992/1,
10.07.1992. Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi, Sayı 28, Cilt 2, s.696 vd.
[35] Bakanlar komitesi'nin 4 Mart 1999 tarihli kararı
(Interim Resolution DH (99) 245).
[36] Bakanlar komitesi'nin 28 Temmuz 1999 tarihli kararı
(Interim Resolution DH (99) 529).
[37] Bkz. HRLJ, Vol.20, No. 1-3, 1999, s. 140-147
[38] ÖZDEP v. Türkiye, başvuru no. 23885/94, Mahkemenin 8
Aralık 1999 tarihli kararı.
[39] E. 1993/1 (siyasi parti kapatma), K. 1993/2, 23.11.1993.
Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi, Sayı 30, Cilt 2,, s. 841 vd.
[40] Yazar, Karataş, Aksoy ve Halkın Emek Partisi (HEP) v.
Türkiye, başvuru no. 22723/93, 22724/93, 22725/93, Mahkemenin 9 Nisan 2002
tarihli kararı.
[41] Demokrasi Partisi (DEP) adına Dicle v. Türkiye, başvuru
no. 25141/94, Mahkemenin 10 Aralık 2002 tarihli kararı.
[42] HEP'in kapatılma kararı için bkz. E. 1992/1 (siyasi
parti kapatma), K. 1993/1, 14.7.1993, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, sayı
29, Cilt 2, s. 924 vd. DEP'in kapatılma kararı için bkz. E. 1993/3 (siyasi
parti kapatma), K. 1994/2, 16.6.1994, Resmi Gazete, 30 Haziran 1994, Sayı 21976
(mükerrer)
[43]Anayasa Yargısı-1999-Prof.Dr.Bakır Çağlar-Prof.Dr.Naz
Çavuşoğlu-s:143.
[44]Anayasa Yargısı-1999-Prof.Dr.Bakır Çağlar-Prof.Dr.Naz
Çavuşoğlu-s:144.
[45]4Belilos İsviçre'ye karşı, Seri A No: 132 (29.4.1988)
Ayrıca bk. N. Çavuşoğlu, Türkiye'nin İnsan Hakları Avrupa Komisyonu'na Kişisel
Başvuru Hakkını Tanıma Bildirimi'ne Koyduğu "Hususlar" Üzerine Bir
Not", AÜ SBF İnsan Hakları Merkezi Dergisi, Cilt: I, Sayı: 2 {1991}.
5
"Belilos Jürisprüdansı" Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi
doktrininin gelişmesini derinden etkiledi. Cf. G, Cohen-Jonathan, in RGDlP,
1989, s. 311 vd.; "Les reserves dans les traites relatifs aux drolls de
I'homme", RGDlP, 1996, s. 916 vd.
6
Loizidou Türkiye'ye karşı, Seri A No: 310 (23.3.1995): "in the Court's
view, the existence of such a restrictive clause governing reservations
suggests thai States could not qualify their acceptance of the optional clauses
thereby effectively excluding areas of their law and practice within their
"jurisdiction" from supervision by the Convention institutions. The
inequality between Contracting States which the permissibility of such
qualified acceptances might create would, moreover, run counter to the aim, as
expressed in the Preamble to the Convention, to achieve greater unity in the
maintenance and further realisation of human rights" (par. 77). Ayrıca bk.
par. 82-84. Cf. G. Cohen-Jonathan, VAffaire Loizidou". RGDIP, 1998, s. 123
vd; J.P. Cot, "La responsabilite de la Turquie et le respect de la
Convention europeenne dans la partie nord de Qiypre.RTDH, 1998, s. 108 vd.
[46] UYGUN, Oktay, 'Siyasi Partilerin Kapatılması Rejiminin
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Çerçevesinde Değerlendirilmesi', Anayasa
Yargısı, No. 17., AYM'nin 38. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen
Sempozyuma Sunulan Bildiriler (25-26 Nisan 2000, Ankara), AYM. Yay., Ankara,
2000, ss. 258-259).
[47] Anayasa Yargısı-1999-Prof.Dr.Bakır Çağlar-Prof.Dr.Naz
Çavuşoğlu-s:161
[48] Alain Touraine, 'bugünün dünyasını anlamak için Yeni Bir
Paradigma', Yapı Kredi Yayınları
[49] Alain Touraine, 'bugünün dünyasını anlamak için Yeni Bir
Paradigma', Yapı Kredi Yayınları