ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:2003/6 (Değişik İşler)
Karar Sayısı:2008/4
Karar Günü:8.1.2008
R.G. Tarih-Sayı:22.03.2008-26824
İSTEMDE
BULUNANLAR : Kapatılan Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) Genel
Başkanı Nihat Sargın ve Genel Sekreteri Nabi Yağcı
VEKİLLERİ :
Av. Güney Dinç ve Av. Erşen Sansal
KARŞI TARAF :
Kamu Adına Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
I- İSTEMİN
KONUSU
Kapatılan
Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin Genel Başkanı Nihat Sargın ve Genel
Sekreteri Nabi Yağcı adlarına vekilleri Av. Güney Dinç ve Av. Erşen Sansal
tarafından sunulan 23.10.2003 günlü dilekçe ile, Anayasa Mahkemesi'nin
16.7.1991 günlü, E:1990/l ve K:1991/l (Siyasi Parti Kapatma) sayılı Türkiye
Birleşik Komünist Partisi'nin kapatılmasına ilişkin olarak verilen karara karşı
yargılamanın yenilenmesi isteminin kabulü ile, Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından açılan parti kapatma davasının reddine karar verilmesi istemidir.
II- OLAY
Kapatılan
Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin Genel Başkanı Nihat Sargın ve Genel
Sekreteri Nabi Yağcı adlarına vekilleri Av. Güney Dinç ve Av. Erşen Sansal
tarafından sunulan 23.10.2003 günlü dilekçeleri üzerine Anayasa Mahkemesi,
31.10.2003 tarihinde yaptığı inceleme sonucunda, dilekçe ve eklerinin Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 31. maddesi gereğince Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilerek bu konuda düşünce istenmesine karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının görüşü alındıktan sonra
Anayasa Mahkemesi, TBKP'nin yargılamanın yenilenmesi talebiyle ilgili olarak
2.3.2007 tarihli toplantıda, “Kapatılan Türkiye Birleşik
Komünist Partisi hakkındaki davanın 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi
uyarınca yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülmesi isteminin, aynı
Yasa'nın 318. maddesi uyarınca KABULE DEĞER
OLDUĞUNA, Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA”, karar vermiştir. Aynı oturumda alman kararlara göre, 5271 sayılı
Yasa'nın 319. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince, bir diyecekleri varsa
yedi gün içinde bildirmeleri için karar örneği istemde bulunanlar vekili ile
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tebliğ edilmiş; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin,
133/1996/752/951 sayılı başvuruya ilişkin 30 Ocak 1998 günlü kararının aslı ile
Türkçe tercümesinin onaylı bir örneği Dışişleri Bakanlığı'ndan istenmiştir.
İstemde
bulunanlar vekili Av.Erşen Sansal 14.3.2007 günlü dilekçe ile; yargılamanın
yenilenmesi isteminde bulunanların yalnızca Kapatılan Türkiye Birleşik Komünist
Partisi Genel Başkanı Nihat Sargın ile Genel Sekreteri Nabi Yağcı olmayıp,
bizzat Parti'nin de talebinin bulunduğunun gözardı edilmemesini; yürürlükteki
mevzuat hükümlerinden kaynaklanan tüm yasal hak ve savunmaları ile esasa ve
usule ilişkin tüm yasal olanaklarının saklı tutulmasını; Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığınca gönderilen her türlü görüş, bilgi ve delillerin kendilerine
bildirilerek bunlara karşı diyeceklerini bildirme haklarının saklı tutulmasını
talep etmiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı 13.3.2007 günlü yazısında, TBKP'nin kapatılmasının
radikal bir tedbir olmayıp, haklı, demokratik toplumda gerekli ve orantılı bir
tedbir olarak görülmesi ve bu nedenle de TBKP hakkında daha önce Anayasa
Mahkemesince kurulan kapatma kararının onanması gerektiği görüşünde olduklarını
belirtmiştir.
III-
İNCELEME
Yargılamanın
yenilenmesi istemini içeren dilekçeler, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın
istemle ilgili görüşleri, konuya ilişkin rapor, ilgili Anayasa ve Yasa
kuralları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 30.1.1998 günlü karan ile diğer
belgeler okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Anayasa
Mahkemesi'nin 16.7.1991 günlü, E: 1990/1 (Siyasî Parti Kapatma), K: 1991/1
sayılı kararının gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir;
“Davalı
Parti'nin Tüzüğü'ndeki “Ad” başlıklı 1. madde şöyledir: “Parti'nin adı Türkiye
Birleşik Komünist Partisi'dir. Kısaltılmış adı TBKP'dir. Merkezi Ankara'dadır.”
2820 sayılı Yasa'nın 96. maddesinin son fıkrası da şöyledir:
“Komünist,
anarşist, faşist, teokratik, nasyonal sosyalist, din, dil, ırk, mezhep ve bölge
adlarıyla veya aynı anlama gelen adlarla da siyasi partiler kurulamaz veya
parti adında bu kelimeler kullanılamaz.”
Anayasa
tasarısının 77. maddesinde de, “Sınıf ve zümre esasını komünizmi, faşizmi,
teokrasiyi ve herhangi bir diktatörlüğü Türkiye'de savunmaya ve yerleştirmeyi
esas alan siyasi partiler kurulamaz” denilmekteydi. Tasarının 13. maddesinden,
“komünizmi, faşizmi, teokrasiyi” sözcüklerinin çıkartılmasına koşut olarak
yapılan değişiklikle bu sözcükler 77. maddeden de çıkartılmıştır. İddianamede
dayanak olarak gösterilen gerekçe, maddenin değişiklikten önceki durumuna
ilişkindir. Anayasa'da “komünist” adıyla parti kurulmasını açıkça yasaklayan
bir kural bulunmamasına karşın geçici 15. madde kapsamına giren 2820 sayılı
Yasa'nın 96. maddesinin son fıkrası bu adla parti kurulmasına engeldir. Fıkra,
yalnızca doğrudan komünist adıyla parti kurulmasını değil, aynı anlama gelen
adlarla parti kurulmasını ya da parti adında bu sözcüklerin geçmesini de
yasaklamıştır. Davalı Parti'nin adında “Komünist” sözcüğü bulunduğuna göre 96.
maddenin son fıkrasına aykırılık açıktır. 2820 sayılı Yasa “komünist” adının
kullanılmasını sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini
veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlamak
konusundan bağımsız olarak düzenlenmiştir. Çünkü, bu sonuncu yasaklar aynı
Yasa'nın 5. ve 78. maddeleriyle kurala bağlanmıştır. Başka bir anlatımla, Sınıf
egemenliği ya da diktatörlük amaçlanmasa da bir parti 96. maddenin sonuncu
fıkrası gereği “komünist” adını alamaz ya da bu sözcüğü adında kullanamaz.
Anayasa'nın
69. maddesinin öngördüğü Siyasi Partiler Yasası'nın açık kuralına aykırı ad
taşıdığı belirgin olan ve bu Yasa'nın 96. maddesinin açıklığına karşın adında
“komünist” sözcüğüne yer veren “Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin aynı
Yasa'nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince kapatılmasına karar verilmesi
gerekir”.
“Tüzüğün
2. maddesinde, Parti'nin, “Türk ve Kürt bütün çalışanların” partisi olduğu,
Program'ın giriş bölümünde, Parti'nin “Türk ve Kürt Marksistlerin” partisi
olduğu belirtilmektedir. “Kürt sorununu âdil, demokratik, barışçı bir çözüme
kavuşturmak” davalı partinin hedefleri arasında sayılmakta ve “Kürt sorununun
Adil, Demokratik, Barışçı Çözümü için” başlıklı bölümde de şu görüşler yer
almaktadır:
“Ulusal
kurtuluş savaşı birlikte yürütüldüğü halde, Kürtlerin ulusal varlığı ve meşru
haklan Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana inkâr edilmiştir. Gelişen Kürt ulusal
bilincine, egemen güçler yasaklarla, baskı ve terörle yanıt vermiştir. Irkçı,
şoven, militarist politikalar, Kürt sorununu keskinleştirmektedir. Bu, aynı
zamanda, Türkiye'nin demokratikleşmesinin önünde büyük bir engel oluşturmakta
ve uluslararası emperyalist ve militarist odakların, Ortadoğu'da gerginlikleri
artırma, halkları birbirine düşman etme, Türkiye'yi askerî maceralara sürükleme
planlarına hizmet etmektedir.”
“Kürt
sorunu, Kürt halkının varlığının, ulusal kimliğinin ve haklarının tam
tanınmamasından kaynaklanan politik bir sorundur. O nedenle bu sorun, baskı ve
terörle, askerî yöntemlerle çözülemez. Şiddet, her halkın doğal ve devredilemez
hakkı olan kendi geleceğini tayin hakkının, birlik değil, ayrılık biçiminde tek
yönlü kullanılmasına yol açar. Sorunun çözümü politiktir. Kürt halkı üzerindeki
ulusal baskı ve eşitsizliğin ortadan kalkması için, Türk ve Kürtlerin birliğine
ihtiyaç vardır.”
“Kürt
sorununun çözümü Kürtlerin özgür iradesini temel almalı, Türk ve Kürt
uluslarının ortak çıkarlarına dayanmalı, Türkiye'nin demokratikleşmesine ve
Ortadoğu'da barışa hizmet etmelidir.”
“Kürt
sorunu ancak bir süreç içinde çözülebilir. Bugün öncelikle Kürtler üzerindeki
politik ve askerî baskıya son verilmeli, Kürt yurttaşların can güvenliği
sağlanmalı, olağanüstü hal durumuna son verilmeli, korucu sistemi dağıtılmalı,
Kürt dili ve kültürü üzerindeki yasaklar kalkmalı. Sorun özgürce
tartışılabilmelidir. Anayasada Kürtlerin varlığı tanınmalıdır.”
Programın
“Demokratik Bir Kültür ve Eğitim Politikası İçin” başlıklı bölümünde ise,
“Kültürel yenilenme, Türk ve Kürt ulusal değerleri, Anadolu uygarlıklarının
mirası, İslam Kültürünün insancıl öğeleri, halkımızın çağdaşlaşma mücadelesinde
yarattığı tüm değerlerin evrensel çağdaş kültür ile karşılıklı etkileşimi ile
gerçekleşecektir.” denilmektedir.
Her
şeyden önce belirtmek gerekir ki, davalı Parti'ye yüklenen suç Tüzük ve
Programının, Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü paragrafında ifadesini bulan
“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” aykırı olmasından ibaret
değildir. Yasakoyucu, bu bütünlüğü korumak amacıyla, bütünlüğü zedelemesi
olasılığı bulunan her girişime set çekmek istemiştir. 2820 sayılı Yasa'nın 78.
maddesinin (a) bendi, siyasi partilerin, Anayasa'nın 3. maddesinde anlatılan,
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne ve diline ilişkin kuralı da
değiştirmek amacı güdemeyeceklerini öngörmektedir. Türkiye Birleşik Komünist
Partisi'nin programında yeralan, “Anayasada Kürtlerin varlığı tanınmalıdır”,
“... Türk ve Kürt halkının Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içinde
gönüllülük ve eşit haklılık temelinde birlikte yaşamaları ve devletin ortak
çıkarlar temelinde yeniden yapılanması için çalışılacaktır”, “Kürt sorununun
çözümü Kürtlerin özgür iradesini
temel
almalı, Türk ve Kürt uluslarının ortak çıkarlarına dayanmalı...... “ “Şiddet,
her halkın
doğal
ve devredilmez hakkı olan kendi geleceğini tayin hakkının, birlik değil ayrılık
biçiminde tek yönlü kullanılmasına yol açar” biçimindeki anlatımlarla, bu
kurala aykırı davranılmakta, Kürt halkının kendi geleceğini belirleme yolunda
özgür istenciyle Anayasa'daki millet bütünlüğü ilkesinden uzaklaşılıp, Türk ve
Kürt ulusları ayrımına gidilmek istendiği anlaşılmaktadır. TC. Devleti'nde
birden fazla ulus olamaz. Türk Ulusu içinde değişik kökenli bireyler olsa da
hepsi Türk yurttaşıdır. Tarihsel bir gerçek olan “Türk Milleti” olgusu yerine
ırkçılığa dayanan ayrılıklar ve Türk vatandaşlığı niteliğini değiştiren savlar
dinlenemez.
81.
maddenin (a) bendi siyasi partilerin ülke üzerinde ırk ya da dil ayrılığına
dayanan azınlıklar bulunduğunun ileri sürülemeyeceğini öngörmektedir. Programda
yer alan, “Kürtlerin ulusal varlığı ve meşrû hakları, Cumhuriyet'in
kuruluşundan bu yana inkâr edilmiştir”, “Gelişen Kürt ulusal bilincine, egemen
güçler yasaklarla, baskı ve terörle yanıt vermiştir.”, “Kürt sorunu, Kürt
halkının varlığının, ulusal kimliğinin ve haklarının tanınmasından kaynaklanan
politik bir sorundur”, “Kürt halkı üzerindeki ulusal baskı ve eşitsizliğin
ortadan kalması için, Türk ve Kürtlerin birliğine ihtiyaç vardır.” gibi
tümcelerle, anılan kurala aykırı davranılmıştır.
Yine
programda yer alan “Kültürel yenilenme, Türk ve Kürt ulusal kültürel değerleri,
Anadolu uygarlıklarının mirası, İslâm Kültürünün insancıl öğeleri, halkımızın
çağdaşlaşma mücadelesinde yarattığı tüm değerlerin evrensel çağdaş kültür ile
karşılıklı etkileşimi ile gerçekleşecektir” biçimindeki anlatımlarla 2820
sayılı Yasa'nın 81. maddesinin (b) bendine aykırı davranılmakta, Türk dili ve
kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek, yaymak yoluyla
azınlık yaratılarak millet bütünlüğünün bozulması amaçlanmaktadır. Bölgelerin
ulusal kimliği olamaz. Anayasa, özerklik ve özyönetim yöntemlerine-biçimlerine
kapalıdır.
Kimi
siyasal nedenlerle dış etkenlerden kaynaklanan, kimi varsayım, yorum ve
bahanelere dayanan, insan hakları ve özgürlük savlarıyla yoğunlaştırılan
sakıncalı amaçlara geçerlik tanınamaz. Devlet “TEK”dir, ülke “TÜM”dür, ulus
“BİR”dir. Ulusal birlik, devleti kuran, ulusu oluşturan toplulukların ya da
bireylerin etnik kökeni ne olursa olsun, yurttaşlık kurumu içinde ayrımsız
birliktelikleriyle gerçekleşir. Anayasa'da ve yasalarda yurttaşlar arasında
ayrımı öngören hiçbir kural bulunmadığı gibi, kimsenin soy kökeninin yadsınması
ya da kabul edilebilecek yeni bir savı da yoktur. Lozan Barış Antlaşmasıyla 18
Ekim 1925 günlü “Türkiye ve Bulgaristan Arasındaki Dostluk Antlaşması”nda
sayılanlar dışında Türkiye'de “azınlık” ya da “ulusal azınlık” bulunmamaktadır.
Diğer kökenli yurttaşlar gibi Kürt kökenli yurttaşların da kimliklerini
belirtmeleri yasaklanmamış, azınlık ve ayrı ulus olmadıkları, Türk Ulusu
dışında düşünülmeyecekleri devlet bütünlüğü içinde anlatılmıştır. 21 Kasım 1990
günlü Paris Şartı'nın bağlayıcılığı ve bu Şart'ta Kürt kökenli yurttaşların
azınlık sayılmasını gerektiren bir kural yoktur. Ulusal ve tekil devlet etnik
ayrılıklarla tartışılmaz. Herkesin, her zaman karşılaşabileceği ve giderilerek
hukuk devletinde karşılığı istenebilecek aykırılık, çelişki, haksızlık ve
yanlışlıklar insan hakları alanında sömürü nedeni yapılarak, gerçekler
saptırılıp çarpıtılarak, üstü kapalı biçimde, ayrı ulus yoluyla ayrı devlet
amaçlanamaz. Tartışılamaz kavramlar ve değerlerle, ödün verilmesi olanaksız
ilke ve niteliklerin kaynağı Türkiye Cumhuriyeti'dir. Türkiye Cumhuriyeti'nin
de taraf olduğu yeni bir Avrupa için Paris Yasası, ırkçılığı, etnik düşmanlığı
ve terörizmi kınamış ve “Güvenlik” ve “Ek-1” bölümlerinde de açık olarak ülke
bütünlüğü ve demokratik düzeni yıkmayı amaçlayan hareketlere girişen kişi, grup
ve örgütlere karşı koruma ve kollama sorumluluğunu milletlerarası bir çağrı
olarak kabul etmiştir. Yasa, kürt kimliği, kürt adı yoluyla kürtçülükle
bölücülük yapılmasına olur vermemektedir.
Ülkenin
her köşesinde değişik kökenli yurttaşlar aynı koşullar içinde yaşamaktadır.
Parti'nin tutumuyla gösterdiği doğrultu ve getirdiği ölçü, ulusu bölmektedir.
Yukarıdaki
açıklamalara göre; Anayasa'nın 3. ve 14. maddelerinin ilk fıkraları, 68.
maddenin dördüncü fıkrası ile Siyasi Partiler Kanunu'nun 78. maddesinin (a)
bendi, 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırılık nedeniyle davalı siyasi
parti, Siyasi Partiler Kanunu'nun 101. maddesinin (a) bendi gereğince
kapatılmalıdır”.
Sonuç
olarak Anayasa Mahkemesi 16.7.1991 günlü kararıyla;
“1-
Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin adıyla birlikte Tüzük ve Programının
Anayasa ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası‘na aykırı olduğuna ve 2820 sayılı Yasa‘nın 101. maddesinin
(a) bendi uyarınca davalı Parti'nin kapatılmasına,
2- Davalı
Parti'nin bütün mallarının 2820 sayılı Yasa‘nın 107. maddesi uyarınca Hazine
‘ye geçmesine,
3- Gereğinin,
Bakanlar Kurulu‘nca yerine getirilmesi için karar örneğinin, 2820 sayılı
Yasa'nın 107. maddesine göre Başbakanlığa ve ayrıca Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı‘na gönderilmesine” karar vermiştir.
Kapatılan
Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin Genel Başkanı Nihat Sargın ve Genel
Sekreteri Nabi Yağcı, Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin kapatılmasının
İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi'nin 6/2.,
9/1., 11/1., 11/2., 14. ve 18. maddeleri ile 1 Numaralı Protokol'ün 1. ve 3.
maddelerine aykırılığı savları ile 7.1.1992 günü Avrupa İnsan Haklan
Komisyonuna başvurmuşlardır.
Komisyon
6.12.1994 günlü, 19392 sayılı kararı ile 6/2. madde dışındaki maddeler yönünden
istemlerin kabul edilebilirliğine, başvurunun ayrıntılı bir incelemeden geçirilmesine
ve konunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde tartışılarak bir karara
bağlanmasına karar vermiştir.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Kurul'u da 30.1.1998 günlü, 133/1996/752-951
sayılı kararı ile, Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin kapatılmasının
Sözleşme'nin 11. maddesinin ihlali niteliğinde olduğuna oybirliği ile karar
vermiştir.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Kurulu kararının Divan'ın değerlendirmelerini
içeren gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“51.
Divan, TBKP'nin faaliyetlerine başlayamadan kapatıldığını, bu kapatma kararının
Anayasa Mahkemesi kararından da anlaşıldığı üzere- partinin gerçek hedeflerini
ve yöneticilerinin gerçek niyetlerini yansıtan hiç bir şeye dayanmaksızın,
sadece partinin tüzük ve programı temelinde alındığını (bakınız paragraf 58
aşağıda) belirtir. Bu nedenle Divan da, ulusal makamlar gibi söz konusu
müdahalenin zorunlu olup olmadığını tespit etmek için bu belgeleri temel
alacaktır.
52.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı partinin kapatılması için yaptığı başvurusuna
gerekçe olarak dört husus ileri sürmüştür. Bunların ikisi Anayasa Mahkemesi
tarafından reddedilmiştir: TBKP'nin proleteryanın diğer sosyal sınıflar
üzerinde tahakküm kurmasını tasarladığı ve 2820 sayılı yasanın 96/2. maddesine
aykırı olarak daha önceden kapatılmış bir partinin - Türkiye İşçi Partisi -
devamı olduğuna ilişkin iddiayla ilgili tartışmalar.
Divan
bu nedenle incelemesini Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilen diğer iki
iddiaya hasredebilir.
53. Bunlardan
ilki, TBKP'nin 2820 sayılı yasanın 96/3. maddesine aykırı olarak adında
“komünist” kelimesini bulundurması idi (bkz. 12. paragraf yukarıda). Anayasa
Mahkemesi bilhassa, anılan hükmün, (partilerin) bütünüyle usulüne uygun
kurulmasını emrettiğini belirtmiştir: adında sadece anılan hükümde yasaklanmış
olan bir kelimenin bulunması, sonuçta o partinin kapatılmasını
gerektirmektedir. TBKP bu hükmü ihlal etmiştir (bakınız 10. paragraf yukarıda).
54. Divana
göre, bir partinin kendisine verdiği ad, ilke olarak, diğer ilgili ve yeterli
koşullar olmaksızın, tek başına, kapatılma gibi radikal bir tedbiri haklı
göstermez.
Bu
bağlamda Divan; ilk olarak, 12 Nisan 1991 tarihinden itibaren, komünist menşeli
siyasal faaliyetlerde bulunmayı suç sayan Ceza Kanununun (ilgili maddesinin)
3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası ile yürürlükten kaldırıldığını
belirtmiştir. Divan, Anayasa Mahkemesi'nin, TBKP'nin adına rağmen, bir sosyal
sınıfın diğerleri üzerinde egemenlik kurmasını hedeflemediği; aksine,
demokrasinin siyasal çoğulculuk, genel oy ve siyasal yaşama katılımı içeren
gereklerine saygı gösterdiği şeklindeki tespitine büyük önem vermektedir
(bakınız paragraf 10 yukarıda). Bu bağlamda, TBKP, 17 Ağustos 1956'da Alman
Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Alman Komünist Partisi'nden açıkça farklıdır
(bakınız yukarıda değinilen Alman Komünist Partisi Davası ile ilgili Komisyon
mütalaası).
Divan,
yine TBKP'nin “komünist” adını seçerek, Türk toplumu veya devleti için gerçek
bir tehlike oluşturan bir politikayı benimsemiş olduğunu gösteren somut
kanıtlar olmaksızın, sadece ismin partinin kapatılması için yeterli sebep
olduğunu kabul edemez.
55. Anayasa
Mahkemesince, TBKP'nin kapatılması konusunda kabul edilen ikinci gerekçe, bu
partinin ayrımcılığı ve Türk ulusunun bölünmesini teşvik etmeyi hedeflemesidir.
TBKP, tüzük ve programında Kürt ve Türk ulusları arasında ayrım yaparak,
azınlıklar yaratma konusunda - Lozan Antlaşması ve Bulgaristan ile yapılan
antlaşmada öngörülen azınlıklar dışında - çaba harcayacağına ilişkin niyetini
ortaya koymuş, bu da devletin ülkesel bütünlüğüne yönelik bir tehdit
oluşturmuştur. Kendi kaderini tayin hakkı ve bölgesel özerklik bu nedenle
Anayasa tarafından yasaklanmıştır (bakınız paragraf 10 yukarıda).
56. Divan,
TBKP'nin tüzüğünde (bkz. 9. parag. yukarıda) Kürt “halkı” ve “ulusu” ile Kürt
“yurttaşlarına” gönderme yapmasına karşın, Kürtleri bir “azınlık” olarak
nitelendirmediği gibi, onlara -varlıklarının tanınmasından başka-farklı muamele
yapılması ya da haklar tanınmasını ya da geri kalan Türk nüfusundan ayrılması
hakkından söz etmediğini belirtmektedir. Bunların aksine programında “TBKP,
Kürt sorununun, ortak menfaatler üzerine kurulmuş, eşit haklara ve demokratik
yeniden yapılanma amacına dayanan, Türk ve Kürt halklarının gönüllü olarak bir
arada yaşamasını sağlayacak barışçıl, demokratik ve adil bir şekilde çözülmesi
için çalışacaktır” şeklinde bir bölüm yer almaktadır. Kendi kaderini tayin
hakkına gelince, TBKP programında şiddet kullanımına taraftar olmadığını
belirtmekten öte bir açıklamaya yer vermemiş; bunun da şiddetin “birlik değil,
aykırılık biçiminde ve tek yönde kullanılmasına yol aça(cağını)” belirtmiş;
ayrıca, “bu sorunun çözümü siyasaldır” demiş ve “Kürt halkı üzerindeki baskı ve
ayrımcılığın kalkması için Türk ve Kürtler birleşmek zorundadırlar” diye
eklemiştir.
TBKP
programında ayrıca “Kürt sorununa, ancak ilgili taraflar görüşlerini özgürce
ifade edebildiklerinde, sorunu çözmek için hiçbir şekilde şiddete
başvurmayacakları konusunda anlaştıklarında ve siyasette kendi ulusal
kimlikleriyle yer aldıklarında çözüm bulunabilecektir” şeklinde bir
değerlendirme yapmıştır.
57. Divana
göre, demokrasinin temel özelliklerinden birisi bir ülkenin karşılaştığı
sorunları, taciz edici olsalar da, şiddete başvurmaksızın, diyalogla
çözmesidir. Demokrasi ifade özgürlüğü ile beslenir. Bu ilişki altında, bir
siyasal grubu, sadece bir devletin bir kısım halkının kaderini aleni olarak
tartışmak istemesi ve demokratik kurallara saygı içinde, tüm ilgilileri tatmin
edecek çözümler bulma amacı ile siyasal yaşama katılmak istemesi nedeni ile
endişe duymamalıdır. Bu bağlamda, TBKP programının incelenmesi istemektedir.
Bu, görülmekte olan olayla, hükümet tarafından esas alman olayı birbirinden
ayırmaktadır.
58. Ancak
bir siyasi partinin, programında alenen açıklananlardan farklı hedef ve
niyetlerinin varolma olasılığı dışlanamaz. Bundan emin olmak için, bu programın
içeriği ile, sahibinin eylemleri ve tutumlarını karşılaştırmak gerekir. Bu
olayda TBKP'nin programının herhangi bir somut eylemi tarafından yalanlanması
olanağı yoktur, zira kurulur kurulmaz kapatılmış ve TBKP programını uygulama
zamanı bile bulamamıştır. Böylece sadece ifade özgürlüğünün kullanılmasından
kaynaklanan bir davranış cezalandırılmış olmaktadır.
59. Divan,
incelemesine sunulan olayı çevreleyen koşullan, özellikle de terörizme karşı
mücadelenin güçlüklerini (bakınız, yukarıda değinilen İrlanda/ Birleşik Krallık
kararı, s. 9, paragraf 11; ve 18 Aralık 1996 tarihli Aksoy/ Türkiye kararı,
Raporlar 1996-VI, s...., paragraf 70 ve 80) de dikkate almaya hazırdır. Ancak
bu somut olayda, TBKP'nin herhangi bir faaliyeti olmaksızın, terörizmin
Türkiye'de yol açtığı sorunlarda TBKP'nin sorumluluğunun olduğu sonucuna varma
olanağı verecek herhangi bir kanıt görememektedir.
60. TBKP
tüzüğü ve programı, TBKP'nin Sözleşmeden, Sözleşmenin tanıdığı hak ve
özgürlükleri tahrip etmeyi hedefleyen bir faaliyete girişmek veya bir eylem
yapmak için yararlanacağı sonucuna varmaya hiçbir şekilde izin vermediğinden,
17. maddenin uygulanmasına da yer yoktur (bakınız, mutatis mutandis, 1 Temmuz
1961 tarihli Lavvless/ İrlanda kararı. Seri A no: 3, s. 45-46, paragraf 7).
61.
Tüm bunlar karşısında, daha faaliyetlerine bile başlamadan önce verilen ve
yöneticileri için siyasal sorumluluk alma yasağı getiren; TBKP'nin derhal ve
nihai olarak kapatılması gibi radikal bir tedbir, hedeflenen amaca göre
orantısızdır ve demokratik bir toplumda gerekli değildir. Sonuç olarak bu
tedbir Sözleşmenin 11. maddesini ihlal etmiştir”.
IV-
İSTEMİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Ceza
Muhakemesi Kanunu'nda yer alan yargılanmanın yenilenmesine ilişkin düzenleme,
hükmün esasını değiştirecek nitelikteki olguların hükmün kesinleşmesinden sonra
ortaya çıkması durumunda, yeniden yapılacak yargılama ile kesin hükmü ortadan
kaldırabilen olağanüstü kanun yollarından birisidir. Bu niteliğinin gereği
olarak yasakoyucu yargılamanın yenilenmesi usulünü 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 311. ila 323. maddelerinde etraflı biçimde düzenlemiştir. Bu
hükümlerden yargılamanın yenilenmesi isteminin dört aşamada incelenip karara
bağlanması gerektiği anlaşılmaktadır. Bu aşamalar, yasada sayılan yargılama
nedenlerinin ve bunların dayandığı delilleri içeren istemin kabule değer olup
olmadığının incelenip karara bağlanması, istem kabule değer bulunduğu takdirde
delillerin toplanması, bu işlem tamamlandıktan sonra istemin esassız olup
olmadığının karara bağlanması, istem esassız olması noktasından reddedilmemiş
ise yargılamanın yenilenmesine ve duruşmanın açılmasına karar verilmesi
şeklindedir.
Kanunun
311. maddesinde hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri sayılmış,
maddenin (1) numaralı fıkrasının (f) bendinde “Ceza
hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme‘nin veya
eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa
dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kesinleşmiş kararıyla tespit
edilmiş olması” haline bu nedenler arasında yer verilmiştir. Ayrıca,
yargılamanın yenilenmesinin Avrupa İnsan hakları Mahkemesi kararının
kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebileceği belirtilmiştir. Bu
düzenleme, anılan ihlal kararının başka bir nedene gerek olmaksızın
yargılamanın yenilenmesinin kabule değer olduğuna karar verilmesi için yeterli
olduğunu göstermektedir.
İstemin
kabule değer olduğuna karar verilip Kanunun 319. maddesi gereğince tarafların
görüşleri tespit edildikten ve toplanması gereken deliller varsa 320. madde
hükümleri uyarınca toplanıldıktan sonra Kanunun 321. maddesi gereğince bunların
hükme etkisinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Kanunun
321. maddesinde, yargılamanın yenilenmesi isteminde ileri sürülen iddiaların
yeterli derecede doğrulanmaması veya “duruşmada kullanılan ve hükmü etkileyen
bir belgenin sahteliğinin anlaşılması”; “yemin verilerek dinlenmiş olan bir
tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek biçimde hükümlü aleyhine kasıt veya
ihmal ile gerçek dışı tanıklıkta bulunduğunun veya oy verdiğinin anlaşılması”;
“duruşmada sanığın veya hükümlünün lehine ileri sürülen ve hükme etkili olan
bir belgenin sahteliğinin anlaşılması” hallerinde işin durumuna göre bunların
önce verilmiş olan hükme hiçbir etkisi olmadığı anlaşılırsa istemin “esassız
olması nedeniyle duruşma yapılmaksızın reddedileceği” öngörülmüştür.
Mahkememizin
2.3.2007 tarihli toplantısında, Türkiye Birleşik Komünist Partisinin
kapatılmasına ilişkin hükmün, İnsan Haklarının ve Ana Hürriyetleri Korumaya
Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararıyla saptandığı ileri sürülerek yapılan
yargılanmanın yenilenmesi isteminin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 311.
maddesinin (f) bendi kapsamında görülerek, aynı Kanunun 318. maddesi uyarınca
kabule değer olduğuna karar verilmişse de bu husus yargılanmanın yenilenmesi
için tek başına yeterli olmamakta, Ceza Muhakemesi Kanunun 321. maddesinde yer
alan kural gereğince kabule değer görülen istemin dayanağını oluşturan
yargılanmanın yenilenmesi nedeninin (ihlal nedeninin) doğruluğunun ve hükmün
esasına etkili nitelikte olup olmadığının da araştırılması, doğru ve hükmün
esasına etkili olmadığının anlaşılması halinde istemin esassızlık noktasından
reddi, aksi halde duruşma açılarak ihlal nedeni de dikkate alınmak suretiyle
kesinleşen ilk hükmün yargılanmanın yenilenmesi yoluyla yeniden
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin kapatılmasına
esas alman olguları değerlendirerek, kapatma kararının Sözleşme'nin 11.
maddesindeki dernek kurma ve toplantı özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğuna
karar vermiş ve bu ihlal kararı yargılanmanın yenilenmesi isteminin nedeni
olarak ileri sürülmüştür.
Ceza
Muhakemesi Kanunun 321. maddesi uyarınca yargılanmanın yenilenmesi isteminin
kabul edilebilmesi için ilk hükmün verilmesinde esas alman olgularla birlikte
yeniden değerlendirilmesini gerektirecek nitelikte maddi bir olgunun
bulunduğunun hükmün kesinleşmesinden sonra saptanması gerekir.
Söz
konusu ihlal kararında ise yargılama sonrasında ortaya çıkan ve kesin hükmün
esasını etkileyecek nitelikte olan maddi bir olgunun varlığına değil,
kapatılmaya esas alman mevcut olguların değerlendirilmesinde hata yapıldığı
düşüncesine dayanılmaktadır.
Ceza
Muhakemesi Kanunu, mevcut olguların değerlendirilmesinde hata yapılarak hüküm
kurulmasını temyiz nedeni olarak kabul etmekle birlikte yargılanmanın
yenilenmesini gerektirecek bir neden olarak görmemektedir.
Bu
nedenle yargılanmanın yenilenmesi isteminin Ceza Muhakemesi Kanunun 321.
maddesi uyarınca esassızlık noktasından reddine karar verilmesi gerekmiştir.
V-
SONUÇ
Kapatılan
Türkiye Birleşik Komünist Partisi Genel Başkanı Nihat SARGIN ile Genel
Sekreteri Nabi YAĞCI vekilleri Av. Güney DİNÇ ve Av. Erşen SANSAL'ın, Anayasa
Mahkemesi'nin Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin kapatılmasına ilişkin
16.7.1991 günlü, E.1990/l(Siyasi Parti - Kapatma), K.1991/1 sayılı kararma
karşı yargılamanın yenilenmesi istemini içeren 23.10.2003 günlü dilekçesi ve ekleri,
konuya ilişkin rapor, ilgili Anayasa ve yasa kuralları incelendi, gereği
görüşülüp düşünüldü;
1- Kapatılan
Türkiye Birleşik Komünist Partisi hakkındaki yargılamanın yenilenmesi
isteminin, 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 321.
maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca, esassız olması nedeniyle REDDİNE,
Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- Karar
örneğinin istemde bulunanlar vekilleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na
tebliğine, OYBİRLİĞİYLE,
8.1.2008
gününde karar verildi.
|
Başkan
Haşim
KILIÇ
|
Başkanvekili
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Sacit
ADALI
|
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Ahmet
AKYALÇIN
|
Üye
Mehmet
ERTEN
|
|
Üye
A.
Necmi ÖZLER
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Şevket
APALAK
|
|
Üye
Serruh
KALELİ
|
Üye
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
Kapatılan Türkiye Birleşik Komünist Partisi(TBKP), Genel
Başkanı Nihat Sargın ve Genel Sekreteri Nabi Yağcı vekilleri Av. Güney Dinç ve
Av. Erşen Sansal tarafından verilen 23.10.2003 günlü dilekçe ile ilgili olarak
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının görüşü alındıktan sonra 2.3.2007 günü verilen
kararla, “Kapatılan Türkiye Birleşik Komünist Partisi hakkındaki davanın
4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (f) bendi uyarınca yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar
görülmesi isteminin, aynı Yasa'nın 318. maddesi uyarınca kabule değer olduğuna
karar verilmiş ve ayrıca 5271 sayılı Yasa'nın 319. maddesinin (2) numaralı
fıkrası gereğince, bir diyecekleri varsa yedi gün içinde bildirmeleri için
karar örneğinin istemde bulunanlar vekili ile Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı‘na tebliğine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, 133/1996/752/951
sayılı başvuruya ilişkin 30 Ocak 1998 günlü kararının aslının ve Türkçe
tercümesinin onaylı bir örneğinin Dışişleri Bakanlığı‘ndan istenmesine” karar verilmiştir. Tarafların diyeceklerini bildirmesinden
ve karar aslı ile tercümesinin gönderilmesinden sonra ise, ileri sürülen
iddiaların yeterince doğrulanamaması ve istemin dayanağını oluşturan
yargılamanın yenilenmesi nedeninin hükmün esasına etkili nitelikte olmaması
nedenleriyle esassızlık noktasından reddine oyçokluğuyla karar verilmiştir.
Türkiye
Birleşik Komünist Partisinin kapatılması ile ilgili sürece göz atıldığında
gelişmelerin kısaca şu şekilde gerçekleştiği görülmektedir:
Anayasa
Mahkemesi'nin 16.7.1991 günlü, E: 1990/1 ve K: 1991/1 (Siyasi Parti Kapatma)
sayılı kararı ile, Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin kapatılmasına
oybirliği ile karar verilmiştir.
Türkiye
Birleşik Komünist Partisi ile Parti'nin Genel Başkanı Nihat Sargın ve Genel
Sekreteri Nabi Yağcı, Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin kapatılmasının
İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi'nin 6/2.,
9/1., 11/1., 11/2., 14. ve 18. maddeleri ile 1 Numaralı Protokol'ün 1. ve 3.
maddelerine aykırılığı savları ile 7.1.1992 günü Avrupa İnsan Hakları
Komisyonuna başvurmuşlardır.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Kurul'u da 30.1.1998 günlü, 133/1996/752-951
sayılı kararı ile, Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin kapatılmasının Sözleşme'nin
11. maddesinin ihlali niteliğinde olduğuna oybirliği ile karar vermiştir.
4.2.2003
günlü, 25014 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 23.1.2003
tarih ve 4793 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 3. maddesi ile 4.4.1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu'nun 327. maddesine 6. fıkra olarak, “Ceza
hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin
veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu halde, muhakemenin
iadesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren
bir yıl içinde istenebilir.” şeklinde bir
kural eklenmiştir. Böylece, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 327. maddesinde
yapılan değişiklikle muhakemenin iadesi sebeplerine bir yenisi daha eklenmiş
bulunmaktadır. Bu fıkra ilgili olarak Kanun Tasansı'nm genel gerekçesinde şu
ifadelere yer verilmiştir: ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı
nedeniyle hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesine ilişkin hüküm
getirilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesine paralel
olarak 4709 sayılı Kanunla Anayasanın 36 ncı maddesine “adil yargılanma” hakkı
eklenmiştir. Adil yargılanma hakkının bir uygulaması olarak yargılamanın
yenilenmesi nedenleri arasına Avrupa insan Hakları Mahkemesince Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin veya eki protokollerin ihlâli nedeniyle verilen
mahkûmiyet kararları da dahil edilmek suretiyle Sözleşme veya eki protokollerin
hükümlerinin iç hukuka yansıtılması sağlanmıştır.” 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun
327. maddesinin 6. fıkrasındaki kural 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
311. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde de aynen tekrarlanmıştır.
Kapatılan
Türkiye Birleşik Komünist Partisi(TBKP), Genel Başkanı Nihat Sargın ve Genel
Sekreteri Nabi Yağcı vekilleri Av. Güney Dinç ve Av. Erşen Sansal tarafından
verilen 23.10.2003 günlü dilekçe ile yargılamanın yenilenmesine ilişkin
istemlerini Anayasa Mahkemesine iletmişlerdir.
Konu
AİHM kararlarının olağanüstü bir kanun yolu olarak yargılamanın yenilenmesi
nedeni sayılması nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanunu açısından ve Anayasanın 90.
maddesi ışığında AİHS kuralları ile AİHM kararlarının bağlayıcılığı açısından
ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Ceza
Muhakemesi Kanunu Açısından
Türk
hukukunda yargılamanın yenilenmesi kurumu 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usul
Kanununda olduğu gibi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nda da düzenlenmiş
bulunmaktadır.
Yargılamanın
yenilenmesi konusunda AİHM kararlarının gözetilmesine ilişkin mevzuatımızdaki
ilk düzenleme 4771 sayılı Kanunla Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) ve
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda (HUMK) yapılan düzenlemelerdir. Bu yasal
düzenlemeler sonucunda yargılamanın yenilenmesi sebeplerine bir yenisi
eklenmiştir. Buna göre AİHM'nin ihlal kararları, şartları mevcutsa, doğrudan
doğruya yargılamanın yenilenmesi nedeni sayılmıştır.
Bu
düzenlemelerin yürürlüğü için ileri bir tarih belirlenmiş olması nedeniyle daha
uygulanma imkanı bulamadan bu defa 4793 sayılı Kanun'la aynı konuda yeni
düzenlemeler getirilmiştir. 4793 sayılı Kanun'la 4771 sayılı Kanun'da öngörülen
başvuru yöntemi terk edilmekle birlikte, espri aynen muhafaza edilmiştir. Artık
AİHM'nin AİHS ve/veya eki Protokollerin ihlal edildiğine karar verdiği bir
kararı, hukuk ve ceza davaları açısından başlı başına bir yargılamanın
yenilenmesi sebebi sayılmaktadır.
Bu
arada 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 4 Aralık 2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) daha önce CMUK'nda benimsenen düzenlemeyi
hemen hemen aynen muhafaza etmiştir.
Yargılamanın
yenilenmesi talebinin kabule şayan olup olmaması ile ilgili verilecek kararlar
ile yapılacak usuli işlemlerin neler olduğu CMUK'nun 335-341 maddelerinde ve
CMK'nun 315-323 maddelerinde düzenlenmiştir. Bir ceza yargılamasına ilişkin
olarak ele alman bu düzenlemelere göre, Mahkeme yargılamanın yenilenmesi
talebini esastan incelemeyi kabul ederse delillerin toplanması aşamasına geçer
(CMUK.m. 337/CMK.m.320). Bunun sonucuna göre elde edilen deliller evvelki hükme
hiçbir tesir etmiyorsa iade talebi esassız olması noktasında reddedilir, aksi
halde yeniden duruşma yapılmasına karar verilir (CMUK.m.338/CMK.m.321). Yeniden
yapılacak duruşma neticesinde mahkeme ya evvelki hükmü tasdik eder veya iptal
ile dâva hakkında yeni baştan hüküm verir (CMUK.m. 341-l/CMK.m.323-l).
Kanunun
321. maddesindeki düzenlemeye göre, yargılamanın yenilenmesi isteminin kabule
değer bulunmasından sonraki evrede mahkeme tarafından yapılacak incelemeden
sonra;
- Yargılamanın
yenilenmesi isteminde ileri sürülen iddiaların yeterli derecede doğrulanamaması
veya 311 inci maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri ile 314 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yazılı hallerde işin durumuna göre
bunların önce verilmiş olan hükme hiçbir etkisi olmadığının saptanması halinde
yargılamanın yenilenmesi istemi, esassız olması nedeniyle duruşma yapılmaksızın
reddedilecek, ya da,
- Yargılamanın
yenilenmesine ve duruşmanın açılmasına karar verilecektir.
311.
maddenin (a) bendinde “Duruşmada kullanılan ve hükmü etkileyen bir belgenin
sahteliğinin anlaşılması; (b) bendinde “Yemin verilerek dinlenmiş olan bir
tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek biçimde hükümlü aleyhine kasıt veya
ihmal ile gerçek dışı tanıklıkta bulunduğunun veya oy verdiğinin anlaşılması”;
314. maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde ise “Duruşmada sanığın veya
hükümlünün lehine ileri sürülen ve hükme etkili olan bir belgenin sahteliğinin
anlaşılması” durumları düzenlenmektedir. Görüldüğü gibi, belirtilen hususların
eldeki işle ilgisi bulunmamaktadır.
Çoğunluk
kararında iddiaların yeterice doğrulanamaması, yargılama sonrasında ortaya
çıkan ve kesin hükmün yeniden değerlendirilmesini gerektirecek nitelikte maddi
bir olgunun bulunmadığı istemin esassızlığı nedeniyle reddine dayanak yapılmış
ise de, CMK.'nun 311. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde düzenlenen
yargılamanın yenilenmesi nedeni açısından istemde ileri sürülen iddia ve maddi
olgu bizatihi “AİHM'nin ihlal kararı”dır. Bu iddianın doğrulanamaması gibi bir
durum söz konusu edilemeyecektir. Öte yandan, CMK.'nun 321. maddesinde,
iddianın daha önce verilmiş olan hükme etkisinin olup olmadığı yönündeki
değerlendirme yalnızca “311 inci maddenin birinci fıkrasının (a)(sahte belge)
ve (b)(yalan tanıklık veya bilirkişilik) bentleri ile 314 üncü maddesinin
birinci fıkrasının (a) (sahte belge)bendinde yazılı hâller” için öngörülmüş
bulunmaktadır. CMK.'nun 321. maddesi, AİHM'nin ihlal kararma dayalı yenileme
nedeni açısından, ihlal kararının önceki hükmün yeniden değerlendirilmesini
gerektirecek nitelikte olmadığı şeklindeki bir değerlendirmeyle istemin reddine
karar verilmesine olanak sağlayacak bir düzenleme içermemektedir.
2949
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un
33. maddesi gereğince siyasi parti kapatma davalarında uygulanan Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun açık hükmü nedeniyle artık AİHM'nin ihlal kararı
yargılamanın yenilenmesi nedenidir. Bu nedenle, siyasi parti kapatma kararları
ile ilgili olarak gerçekleşen AİHM'nin ihlal kararına dayalı yargılamanın
yenilenmesi taleplerinin incelenmesi sırasında, istemin kabule değer
bulunmasından sonraki inceleme evresinde, belirtilen nedenlerle yargılamanın
yenilenmesi isteminin esassız olması nedeniyle reddine karar verilmesi mümkün
değildir. Aksi düşüncenin kabulü AİHM kararlarını başlıbaşına bir ihlal nedeni
olarak kabul eden yasakoyucunun iradesine aykırı olacağı gibi, düzenlemeyi de
anlamsız ve uygulanamaz hale getirecektir.
Çoğunluk
gerekçesinde, ihlal kararının, yargılama sonrasında ortaya çıkan ve kesin
hükmün esasını etkileyecek nitelikte olan maddi bir olgunun varlığına değil,
mevcut olguların değerlendirilmesinde hata yapıldığı düşüncesine dayanıldığı,
Ceza Muhakemesi Kanununda “mevcut olguların değerlendirilmesinde hata yapılarak
hüküm kurulmasının yargılamanın yenilenmesini gerektirecek bir neden olarak
görülmediği” belirtilerek, bu gerekçeyle istemin reddine karar verilmiştir.
Ancak, yargılamanın yenilenmesi kurumu, tam da yargılama sonucunda verilen ve
kesinleşen kararlardaki adli hataların düzeltilmesi amacıyla öngörülen
olağanüstü bir kanun yoludur. Bu kanun yolu bakımından CMK.231. maddesinde tek
tek sayılmış olan sebeplerden birine ilişkin önemli bir hatanın tesbit edilmiş
olması gereklidir. Belirtilen sebepler yeni delil ve olgular olarak
adlandırılabilir. Kural olarak hukuki hata(değerlendirme hatası)nın
yargılamanın yenilenmesi nedeni sayılamayacağı söylenebilirse de, AİHM'nin
ihlal kararları maddede düzenlenen diğer yenileme nedenlerinden ayrı
değerlendirilmelidir. Eldeki işte söz konusu olduğu gibi AİHM'nin ihlal
kararının yenileme sebebi sayılması durumu ise hukuki hata nedeniyle
yargılamanın yenilenmesine olanak tanıyan istisnai bir düzenleme olarak
görülmelidir.
CMK.
311. maddesinde yapılan düzenlemenin eleştiriye açık olduğu, AİHM'nin ihlal
kararları ile diğer yargılamanın yenilenmesi nedenleri bakımından aynı ortak
kuralların uygulanmasının öngörülmesinin uygulamada sıkıntılara neden
olabileceği, AİHM'nin tüm ihlal kararlarının değil de belirli türden
aykırılıklara dayanan kararlarının yargılamanın yenilenmesi nedeni sayılmasının
daha doğru olacağı, AİHM'nin ihlale ilişkin tüm kararlarının yargılamanın
yenilenmesi nedeni sayılmasının ulusal yargı yetkisine, yargı bağımsızlığı
ilkesine aykırı olabileceği şeklinde değerlendirmeler yapılabilir ise de, halen
yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri karşısında bu değerlendirmeler ancak
olması gereken hukuk bakımından göz önünde tutulabilecek argümanlar olmaktan
ileriye geçemezler.
Yargılamanın
yenilenmesi ile ilgili yürürlükte bulunan düzenleme dikkate alındığında,
Mahkemenin yargılamanın yenilenmesi istemini kabul edilebilir bulması halinde,
yargılamanın yenilenmesine ve duruşma açılmasına karar vermesi gerekmektedir.
Anayasanın
90. Maddesi ve AİHS Açısından
AİHS
başta temel insan hakları, kişi özgürlüğü, adil yargılanma hakkı gibi Sözleşme
ile garanti altına alman hak ve özgürlüklerin asgari standardını belirlemek üzere
oluşturulan bir sistemdir. AİHS'nin 1. maddesi ile Sözleşmeyi imzalayan taraf
devletler, Sözleşme ile tanınan bu hak ve özgürlükleri, kendi ülkelerinde
sağlamak, güvence altına almak, korumak ve iç hukukunu Sözleşme ile uyumlu hale
getirmek yükümlülüğü altına girmişlerdir. Ülkemiz AİHS'ni 4 Kasım 1950
tarihinde imzalamış ve 10 Mart 1954 tarihinde onaylamıştır. Onay belgesinin 18
Mayıs 1954 tarihinde Avrupa Komisyonu Genel Sekreterliğine tevdi edilmesi ile
Türkiye Sözleşmeye taraf olmuştur. 21 Nisan 1987'de (o zamanki Komisyona)
bireysel başvuru hakkını ve 27 Eylül 1989 tarihinde de Divanın (Mahkemenin)
zorunlu yargı yetkisini tanımıştır.
AİHS'nin
46. maddesinde AİHM kararlarının bağlayıcı olduğu açıkça ifade edilmiştir. AİHM
yerel yargı organlarına göre bir üst mahkeme niteliğinde olmadığından dolayı iç
hukukta verilen kararları iptal etmemekte, yapılan işlem ya da eylemin veya
mahkeme kararının Sözleşmenin veya ek protokollerin bir hükmünü ihlal edip
etmediğini tespit etmekle yetinmektedir. AİHM'nin ihlalin tespitine ilişkin
kararından sonra, bu kararın gereğinin nasıl yerine getirileceği taraf devlete
kalmıştır.
AİHM'nin
ihlale yönelik tespitinin iç hukukta kesinleşmiş bir yargı kararma ilişkin
olması halinde kesin hükmün bağlayıcılığı ilkesi nedeniyle ihlalin etki ve
sonuçlarının giderilmesi sınırlı bir şekilde olanaklı olabilmektedir. İhlali
ortadan kaldırmada en etkili yol olarak yargılamanın yenilenmesi yolunun bu
alanda uygulanması düşüncesi ileri sürülmüştür. Bu düşünceyle başta İsviçre,
Lüksemburg ve Norveç olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri Sözleşmeye aykırılığı
AİHM kararı ile tespit edilen kesinleşmiş yargı kararları bakımından
yargılamanın yenilenmesi yolunu öngören düzenlemelere mevzuatlarında yer
vermişlerdir. Ülkemizde de aynı düşüncenin hayata geçirilmesi amacıyla önce
Eski Ceza Muhakemeleri Usul Kanununda değişiklikler yapılmış, sonrasında da
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda AİHM'nin ihlal kararları diğer yenileme
nedenlerinden farklı bir yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak açıkça
öngörülmüştür.
Böylece
iç hukuktaki yetkili ve görevli yargı kuruluşuna yeniden yargılama yaparak
kararını düzeltmesine olanak sağlanmış olmaktadır. Öte yandan, böyle bir yolun
açılmış olmasına rağmen, yargılama makamının bu şekilde yapacağı yeniden
yargılamada eski kararındaki sonuca varması da olanaklıdır. Bu durumda ihlalin
olumsuz etkilerinin yasal değişiklik, tazmin gibi diğer yöntemlerle giderilmesi
zorunluluğunu ortaya çıkaracaktır.
7
Mayıs 2004 günlü, 5170 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'la Anayasanın 90. maddenin son
fıkrasına eklenen kuralla “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümlerinin esas alınacağı” açıkça düzenlenmiştir.
Avrupa
İnsan Haklan Sözleşmesi bir yönüyle Anayasa'nın 90. maddesi gereğince aynı
konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda esas
alınması zorunlu olan bir kanun hükmünde iken; diğer yönüyle de, Anayasa'da
düzenlenen temel hak ve hürriyetlerin kapsam ve içeriklerinin belirlenmesi
sırasında göz önünde tutulması gereken temel bir belge niteliğindedir.
Türkiye
Birleşik Komünist Partisinin kapatılmasına ilişkin kararda gerekçenin
dayandırıldığı 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun birçok kuralının AİHS'ne
aykırılığının AİHM'nin kararı ile tespitinin yanında, Anayasa'da yapılan köklü
değişikliklerden sonra Anayasa'ya da aykırı hale geldikleri ileri
sürülmektedir. Bu olgular ve Anayasa'nın 90. maddesindeki değişiklik nedeniyle
önceden verilen kararda dayanılan Kanun hükümlerinin AİHS ve Anayasa
karşısındaki durumlarının yeniden gözden geçirilmesinde zorunluluk
bulunmaktadır.
Parti
kapatma davalarında CMK hükümlerinin uygulanması ile bu davaların cezai
karakteri, 4793 sayılı Kanun'la CMUK'nda yapılan ve CMK'nda devam ettirilen
düzenleme ile AİHM'nin Sözleşme veya eki Protokollerin ihlal edildiğine dair
kararının açıkça yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak sayılması, Anayasanın
90. maddesine göre Sözleşme hükümlerine; Sözleşmenin 46. maddesi gereği de AİHM
kararlarına uyma zorunluluğu bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Anayasa
Mahkemesi'nin siyasi parti kapatma davaları için ihlâl kararları nedeniyle
yargılamanın yenilenmesinin zorunlu olduğu sonucuna varılmaktadır.
Türkiye,
AİHM kararlarına dayalı olarak yargılamanın yenilenmesini hukuk, ceza ve idari
davaların hepsi bakımından tanıyan sayılı ülkelerden birisidir. Düzenlemelerin
yakın bir geçmişte yapılmış olması, kapsamının dar tutulması nedenleriyle bu
konudaki örnekler yeni yeni ortaya çıkmaktadır. Geçirilen süreçte aynı zamanda
ihlâl kararma götüren yasal düzenlemelerde de değişiklik yapıldığından, yeniden
görülecek davaların AİHM içtihatları ile uyumlu olması beklenmektedir.
Anayasanın 90/son maddesindeki yeni düzenlemenin amacı da budur. Anayasa
Mahkemesinin birçok kararında da isabetle vurgulandığı gibi, günümüzde insan,
içinde yaşadığı ulusun bireyi olduğu kadar, aynı zamanda insanlığın da bir
üyesi durumuna gelmesi sayesinde artık insan hak ve özgürlükleri yalnızca
ulusal bir hukuk sorunu olmaktan çıkmış, evrensel bir anlam ve içerik
kazanmıştır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin siyasi parti kapatma davalarında
yargılamanın yenilenmesi sorununu çözerken AİHS ve AİHM kural ve uygulamalarını
gözden uzak tutmamalıdır. Zaten, AİHS'inde de, temel hak ve hürriyetlerin AİHM
marifetiyle korunması ikinci plandadır. Aslolan, bunların iç hukukta teminat
altına alınmış olması ve etkin bir şekilde korunmasıdır. Anayasa Mahkemesinin
kabule değer görerek incelemeye başladığı yargılamanın yenilenmesi istemini,
Anayasa ve yasalarda yapılan değişiklikleri göz ardı ederek “esassız olması”
gerekçesiyle reddetmiş olması temel hak ve hürriyetlere sağlanan güvenceyi
etkisizleştiren bir uygulamaya yol açacaktır.
Anayasa
Mahkemesinin 16.7.1991 günlü, Esas 1990/1 (Siyasî Parti Kapatma), Karar 1991/1
sayılı TBKP'nin kapatılmasına ilişkin kararında iki temel gerekçeye dayanılmıştır.
Bunlardan birincisi Parti'nin adında “komünist” sözcüğüne yer verilmesi,
ikincisi ise Parti tüzük ve programında, azınlık yaratılarak milletin bölünmez
bütünlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik beyan ve açıklamaların bulunmasıdır.
4121 sayılı Anayasa Değişikliği Hakkında Kanun ile yapılan değişikliklerden
sonra, siyasi partilere yönelik yasaklar ve yasaklara ilişkin temel normlar,
Anayasa'da tüketici bir biçimde, “numerus clausus” ilkesine uygun olarak
düzenlenmiştir; Ayrıca ihtara uymama halinde siyasi partinin kapatılmasını
öngören kurallar yürürlükten kaldırılmıştır.
AİHM'nin
TBKP ile ilgili kararında, adında “komünist” sözcüğü bulunması ve hiçbir
faaliyeti gözlenmeden tüzük ve programındaki kimi açıklamalar dikkate alınmak
suretiyle kurulmasından kısa süre sonra kapatılmasını ifade özgürlüğünün
kullanılması şeklindeki davranışın cezalandırılması niteliğinde görmüş,
TBKP'nin kapatılmasını radikal bir tedbir, hedeflenen amaca göre orantısız ve
demokratik bir toplumda gerekli olmayan bir tedbir olarak nitelendirerek
Sözleşme'nin 11. maddesine aykırılığını tespit etmiştir.
Yargılamanın
yenilenmesi suretiyle AİHM'in ihlali tespite yönelik kararının, AİHS hükümleri,
Anayasa ve yasalarda temel hak ve hürriyetlerin korunması bakımından asgari
standardın sağlanması amacıyla yapılan olumlu değişikliklerle ortaya çıkan
anlayış farklılığı da gözetilerek verilen önceki kararın tekrar
değerlendirilmesine olanak sağlanması gerekirken, yasakoyucunun AİHM'nin ihlal
kararını başlıbaşına bir yargılamanın yenilenmesi nedeni sayan iradesine aykırı
bir yorumla istemin esassız olması nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Şüphesiz
ki, yeniden yapılacak yargılamada Anayasa Mahkemesinin AİHM'nin ihlal
kararındaki tespitlere rağmen aynı sonuca ulaşması da mümkün bulunmaktadır.
Ancak, çoğunluğun görüşünde olduğu gibi, önceden verilen kararın AİHM'nin
kararı ile birlikte yeniden değerlendirilmesinin önünün baştan tamamen
kapatılması düzenlemeyi anlamsız hale getirecek bir uygulama niteliğinde
olacaktır. Bu yorumla AİHM'nin ihlal kararı ancak, Parti'nin savunmasının
alınmaması, dayanılan belgenin sahteliğinin ortaya çıkması gibi neredeyse
gerçekleşme ihtimali olmayan durumlarda yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak
görülecek, eldeki işte olduğu gibi Sözleşmeye aykırı yorum nedeniyle verilecek
ihlal kararları hiçbir şekilde yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak
görülmeyecektir ki, böyle bir yorumun amaca uygun bir yorum olmadığı açıktır.
Açıklanan
nedenlerle, kanunda öngörülen şekil ve esaslara uygun olarak yapıldığı
anlaşılan yargılamanın yenilenmesi isteminin; Anayasanın 90. maddesi gereğince
mevzuatımızın bir parçası olan İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya
Dair Sözleşmenin 1., 46. ve 53. maddelerindeki düzenlemeler, siyasî parti
kapatma davalarında CMUK/CMK hükümlerinin tatbik edilmesi, bir ceza yaptırımı
niteliğindeki parti kapatma ve buna bağlı diğer müeyyidelerin ceza hükmü
niteliğinde olması, 4793 ve 5271 sayılı Kanun'larda “Ceza hükmünün, İnsan
Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin
ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş
kararıyla tespit edilmiş olması”nın açık bir biçimde yargılamanın yenilenmesi
sebebi olarak kabul edilmiş olması, eldeki işte CMK.'nun 321. maddesinde
belirtilen türden bir ret nedeninin bulunmaması hususları birlikte
değerlendirildiğinde, istemin kabulüne karar verilmesi gerekirken, “esassız
olması nedeniyle reddine” karar verilmiş olması nedeniyle çoğunluk görüşüne
katılmadık.
|
Başkan
Haşim
KILIÇ
|
Üye
Sacit
ADALI
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
Kapatılan
Türkiye Birleşik Komünist Partisi hakkındaki davanın, 4.12.2004 günlü, 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f)
bendi uyarınca yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülmesi isteminin,
aynı Yasa'nın 318. maddesi uyarınca kabule değer olduğuna karar verilerek,
taraflardan diyecekleri sorulmuş, ayrıca konuya ilişkin Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararı ve tercümesi gibi kimi delillerin toplanmasına karar
verilmiştir. Böylece, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 33. maddesine göre, siyasi parti kapatma davalarında
uygulanacak CMK'nun 319. ve 320. maddelerinin gereğinin, söz konusu davaların
özelliği de gözetildiğinde, yerine getirilmiş olduğu sonucuna varılarak
istemin, Yasa'nın 321. maddesi uyarınca değerlendirilmesine geçilmiştir. Bu
aşamada, ileri sürülen iddiaların yeterli ölçüde doğrulanmadığı sonucuna
ulaşılarak yargılamanın yenilenmesi isteminin, “esassız olması” nedeniyle
reddine oyçokluğuyla karar verilmiştir.
Anayasa
Mahkemesi tarafından 16.7.1991 günlü, Esas 1990/1 (Siyasî Parti Kapatma), Karar
1991/1 sayılı karar ile faaliyetlerinin Anayasa ve 2820 sayılı Siyasî Partiler
Yasası'na aykırı olduğuna ve aynı Yasa'nın 101. maddesinin (b) bendi uyarınca
kapatılmasına karar verilen Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin bu karara
karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurusu üzerine Mahkeme, 30.1.1998
günlü, 113/1996/752- 951 sayılı kararla Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin
kapatılmasının Sözleşme'nin 11. maddesinin ihlâli olduğuna karar vermiştir.
İnsan
Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme'nin 46.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf
oldukları davalarda Mahkeme'nin kesinleşmiş kararlarına uymayı taahhüt ederler.
Bu kararlarla saptanan ihlâlin giderilmesi, hiç kuşkusuz taraf devletlere ait
bir yükümlülüktür. Yasalar veya idari işlemlerle giderilebilecek ihlâller
konusunda devletlerin büyük zorluklarla karşılaşmayacakları ileri sürülebilirse
de; ihlâlin bir mahkeme kararından kaynaklanması durumunda, hukuk devleti ve
yargı bağımsızlığı ilkeleri nedeniyle yargı kararlarına müdahale edilememesi
soruna farklı çözümler getirilmesini zorunlu kılmaktadır. İhlâlin konusunu
kesinleşmiş bir mahkeme kararı oluşturduğunda, taraf devletlerin ihlâlin
giderilmesi konusundaki yükümlülüklerini yerine getirebilmelerinin bu kararın
ancak bir mahkeme kararıyla ortadan kaldırılmasıyla olanaklı hale gelebileceği
açıktır. Nitekim, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 19 Ocak 2000 tarihinde
aldığı kararla “eski hale getirme” konusunda tek yol olmasa bile en etkili
çıkar yol olarak yargılamanın yenilenmesine mevzuatta yer verilmesini tavsiye
etmiştir. 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nda da bu yol
benimsenerek 311. maddenin birinci fıkrasında “hükümlü lehine yargılamanın
yenilenmesi nedenleri” arasında (f) bendi ile “ceza hükmünün, İnsan Haklarını
ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme'nin veya eski protokollerin ihlâli
suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'nin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması” hali de
sayılmıştır. Böylece Mahkemenin Sözleşmenin ihlâl edildiğine ilişkin
kararlarının konusunu oluşturan ve kesinleşen hükümle sonuçlanmış bir davanın
hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla Anayasa'da ve yasalarda
yapılan değişikliklerde gözetilerek tekrar görülmesine bu bağlamda sözleşme ihlâllerinin
giderilebilmesine olanak tanınmıştır.
Yenileme
isteminin, CMK'nun 321. maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen
yargılamanın yenilenmesi isteminde ileri sürülen iddiaların yeterli derecede
doğrulanmaması kapsamında değerlendirilerek esassız olması nedeniyle reddi,
311. maddenin (1) numaralı fıkrasının (f) bendinin özelliği ve getiriliş
amacıyla bağdaşmamaktadır. Çünkü (f) bendi uyarınca yenilenme istemi, fıkranın
diğer bentlerinden farklı olarak bir iddiaya değil, Sözleşme'nin ihlâl edildiğine
ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bir tespitine dayandırılmaktadır. Bu
nedenle (f) bendi yönünden, yargılamanın yenilenmesi isteminde ileri sürülen
iddiaların doğrulanması gibi bir durum söz konusu olamaz. Mahkeme'nin ihlâle
ilişkin saptaması bu konuda ileri sürülen iddiaların yeterli derecede
doğrulandığı yolunda önemli bir kanıt oluşturmaktadır.
Öte
yandan, 321. maddenin çoğunluk görüşü doğrultusunda yorumlanması, öncelikle
Anayasa'nın 90. maddesine eklenen “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümlerinin esas” alınacağına ilişkin kuralın, yaşama geçirilmesini, bu
bağlamda temel hakların korunmasıyla ilgili çağdaş normların tartışılıp
değerlendirilmesini de engellemektedir. Oysa, yargılamanın yenilenmesi
davasında, temel hak ve özgürlük alanlarının genişletilmesine yönelik yasal
düzenlemeler doğrultusunda yeni ihlâller doğurmayacak farklı kararlar
verilebileceği gibi Mahkeme'nin önceki kararlarıyla aynı içerikte kararlar da
verilebilir. Burada amaç, temel hak ve özgürlüklerin korunması bakımından
Avrupa Anayasa Hukukunun ortak değerleri haline dönüşen Sözleşme normları ve bu
normların yaşama geçirilmesini sağlayan Mahkeme içtihatlarıyla uyum
sağlayabilmektir.
Açıklanan
nedenlerle yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle
çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|