ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas
Sayısı:1999/1 (Siyasî Parti Kapatma)
Karar
Sayısı:2003/1
Karar
Günü:13.3.2003
Resmi
Gazete tarih/sayı:19.07.2003/25173
DAVACI
: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
DAVALI:
Halkın Demokrasi Partisi
DAVANIN
KONUSU: Halkın Demokrasi Partisi'nin,
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı
haline geldiği ileri sürülerek Anayasa'nın 68. ve 69. maddeleri ile 2820 sayılı
"Siyasi Partiler Kanunu"nun 78., 79., 80., 81. ve 82. maddeleri
uyarınca kapatılmasına karar verilmesi istemidir.
I-
DAVA
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı'nın 29.1.1999 günlü, SP.60.Hz. 1999/37 sayılı iddianamesi
şöyledir:
"Ankara
Devlet Güvenlik Mahkemesinde açılan bazı davalara ilişkin iddianamelerin
içerikleri ve bu iddianamelerin düzenlenmesine esas olan somut delillerden,
Halkın Demokrasi Partisi (HADEP)'in, Anayasa'mızın ve 2820 sayılı Siyasi
Partiler Kanununun, parti kapatılmasına neden oluşturacak pek çok hükmünü ihlal
ettiği açıklıkla anlaşılmaktadır.
Şöyle
ki:
Ankara
Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 16.3.1998 gün ve 53 sayılı
iddianamesinde: (Anayasanın l. maddesinde "Türkiye Devleti bir
Cumhuriyettir' hükmüyle devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu vurgulanmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin niteliklerinin sayıldığı 2. maddesinde "Toplumun
huzuru milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı
Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan
demokratik laik ve sosyal bir hukuk devleti" olduğu belirtilmiştir.
Anayasanın
başlangıç hükmünde "Topluca Türk vatandaşlarının milli gurur ve
iftiharlarında milli sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve
ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde
ortak olduğu, her Türk vatandaşının Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerde
eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve
hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürme ve maddi ve manevi varlığını
geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu, hiçbir düşünce ve mülahazanın,
Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının devleti ve ülkesiyle bölünmezliği
esasının,Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin Atatürk milliyetçiliği ilke ve
inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği..."
kuralı kabul edilmiştir.
Anayasanın
3. maddesinde yer alan "Türkiye devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir
bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı şekli kanunda belirtilen beyaz ayyıldızlı
albayraktır. Milli marşı İstiklal Marşıdır, başkenti Ankara'dır." hükmüyle
Cumhuriyetin niteliklerinin sayıldığı 2. maddesiyle 1. maddesinin
"değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez" Anayasa hükümleri
oldukları, Anayasanın 4. maddesi hükmüdür.
Devletin
birliği ülkenin ve milletin bölünmez bir bütün olduğu ilkesi, Anayasanın en
temel hükümlerindendir. Anayasaya ülkenin ve milletin birliğini bölünmezliğini
sağlamaya yönelik daha birçok hüküm konmuştur. Anayasanın 5. maddesi ''Devletin
temel amaç ve görevleri Türk milletinin bağımsızlığı ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini... korumak..." 13. maddesinde Anayasa'da yer alan
"...temel hak ve hürriyetler devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünün... korunması amacı ile... kanunla sınırlanabilir." 14.
maddesinde Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak... veya din, ırk, dil ve mezhep ayrımı
yaratmak amacıyla kullanılamazlar. Bu yasaklara aykırı hareket eden ve
başkalarını bu yolda teşvik veya tahrik edenler hakkında uygulanacak
müeyyideler kanunla düzenlenir." Hükümleri Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü korumak amacıyla kabul edilmiş, Anayasa hükümleridir.
Anayasanın
14/2 maddesinde kabul edilen kural uluslararası hukukça da benimsenmiştir.
Türkiye'nin de imzaladığı "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10/2 maddesi
"Kullanılması vazife ve mesuliyeti tazammun eden bu hürriyetler bir
toplulukta zaruri tedbirler mahiyetinde olarak milli güvenliğin, toprak
bütünlüğünün... sağlanması için ancak ve kanunla muayyen merasime, şartlara
tahditlere ve müeyyidelere tabi tutulabilir" kuralıyla temel hak ve
hürriyetlerin kullanılmasının kanunla sınırlanabileceğini ve müeyyide
konacağını kabul etmiştir.
Yine
Anayasa'nın 27/2 maddesi bilim ve sanatı yayma hakkının, Anayasanın 1. 2. 3.
madde hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamayacağı, 28.
maddesinde "Basın hürriyetinin sınırlanmasında Anayasanın 26-27.
maddeleri" hükümlerinin uygulanacağı, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü tehdit eden... her türlü haber ve yazıyı yazanlar ve
bastıranlar, başkasına verenlerin" bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca
sorumlu olacaklarını, 30. maddesinde Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğü aleyhine işlenmiş bir suçtan mahkum olma halinde kanuna uygun şekilde
basın işletmesi olarak kurulan basım evi ve eklentilerinin zapt ve müsadere
edilebileceği, işletmekten alıkonabileceği 42/son maddesinde Türkçe'den başka
hiçbir dilin eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri
olarak okutulamayacağı ve öğretilemeyeceği kuralları kabul edilmiştir.
Anayasanın
siyasi partilerle ilgili 68/4 maddesinde "Siyasi Partilerin tüzük ve
programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne..., aykırı olamaz hükmü kabul edilmiş, bu hüküm 69/6
maddesinde ki "Bir siyasi partinin 68. maddenin 4. fıkrası hükümlerine
aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına ancak onun bu nitelikteki
fiillerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi
halinde karar verilir." hükmüyle kuvvetlendirilmiştir.
Anayasa
da yer alan bu hükümlerin amacı devletin birliğini, ülkenin ve milletin
bütünlüğünü korumaktır. Anayasanın 11. maddesi uyarınca "Anayasa hükümleri
yasama, yürütme ve yargı organlarını idare makamlarını ve diğer kuruluş ve
kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır... "Siyasi partiler ve parti
yöneticileri faaliyetlerinde Anayasa ve yasalara uymak zorundadır. Aksi halde
hukuki meşruiyetlerini kaybederler.
Anayasada
ırkçılık kabul edilmemiş reddedilmiştir. Anayasada kabul edilen Atatürk Milliyetçiliği
ırkı değil Türk vatandaşlığını esas alır. Atatürk'te bir konuşmasında İstiklal
Savaşını yapan bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki bütün
vatandaşların Türk olduklarını belirtmiştir. Anayasanın 66. maddesi "Türk
devletine vatandaşlık bağı ile bağlı herkes Türktür" hükmünü koymuştur.
Anayasada Türk vatandaşları arasında hiçbir ayrım yapılmamış, hiçbir ırka,
aileye ayrıcalık ve üstünlük tanınmamıştır. Anayasanın başlangıç hükmünde
"Her Türk vatandaşının bu Anayasada ki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik
ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür medeniyet ve hukuk
düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde
geliştirme hak ve yetkisine sahip olduğu" belirtilmiş. Anayasanın 10.
maddesinde de "Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde
eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz'' hükmü
kabul edilmiştir.
Anayasanın
açık hükümlerine rağmen sanıklar devamlı olarak ayrı bir ırk, ayrı bir halk
oldukları, ayrı dilleri, ayrı kültürleri ve ayrı yurtları olduğu, temalarını
işleyerek PKK'nın siyasi kanadı olduğu aşağıda gösterilecek delillerle
anlaşılan HADEP içinde Türkiye'nin milli birliğini toprak bütünlüğünü bozacak
faaliyetlerde bulunmuşlardır.
HADEP,
PKK İLİŞKİLERİ
Anayasa
ve yasalara göre kurulan HADEP'in faaliyet ve söylemlerinin terör örgütü
PKK'nın faaliyet ve söylemleriyle aynı paralellerde olduğu gözlenmiştir:
1997
yılı Ağustos ayı sonlarında gündeme gelen "Musa Anter barış treni olayında
PKK yöneticileri ile HADEP yöneticilerinin aynı paralelde konuştukları aynı
temayı işledikleri,
Brüksel-Diyarbakır-Brüksel
güzergahı arasında düzenlenen "Musa Anter" barış treni adı verilen
organizasyonun PKK'nın Türkiye ve Avrupa'da kendi güdümündeki kuruluşlarla
birlikte organize ettiği, amacın oluşturulacak dünya kamuoyu baskısı ile
Türkiye'yi PKK ile barışa mecbur etmek olduğu, trenin 26 Ağustos 1997 günü
Brüksel'den hareket etmesinin, hareketinden bir gün önce Brüksel'de bir barış
mitingi düzenlenmesinin kararlaştırıldığı trenin kapasitesinin 600 kişi
olmasının, trene medya çalışanları için faks, telefon ve diğer elektronik
iletişim araçlarıyla teçhiz edilmiş bir vagon tahsis edilmesinin, l Eylül de İstanbul'da
olmasının yol boyunca Almanya'nın Köln ve Mains şehirleriyle Avusturya'nın
başşehri Viyana ile, Bulgaristan'ın başşehri Sofya'da miting düzenlenmesinin ve
mitingler de PKK'nın görüşü doğrultusunda barış treninin amacı, Doğu ve
Güneydoğu Anadolumuzda cereyan eden olaylarla ilgili PKK'yı destekler bilgi
verilmesinin kararlaştırıldığı barış trenine bütün hayatı Türkiye'yi bölmek
için uğraşmakla geçmiş Musa Anter'in adı verildiği ve trenine Musa Anter barış
treni dendiği,
Organizasyonu
düzenleyenlerden "Halkların Birliği İçin Hannover Çağrısı" grubu
başkanı Hans Brauscheidf'in medyaya organizasyonunun amacının "Avrupa
adına Kürt halkının barış ve demokrasi taleplerini Türkiye'de, Balkanlarda
basın ile halk ve kuruluşlarla yapılacak doğrudan görüşmeler ve lobi
çalışmaları yolu ile iletileceği, amaçlarının savaşın durdurulması ve Kürt-Türk
halklarının birlikteliği sağlamak olduğu" sözleriyle açıkladığı,
HADEP
Genel Merkezi tarafından il ve ilçe başkanlıklarına gönderilen genelgeyle barış
treninin tanıtılması kurum ve kişilerden trenin desteklendiğine dair imza
toplanması ve bu imzaların İstanbul'da bulunan tren organize komitesine
gönderilmesi, barış için bildiri, afiş, el ilanı verilmesi, söyleşiler
yapılması talimatı verildiği, Dosyada mevcut barış treni ile ilgili
bilgilerden:
a)
HADEP Genel Merkezinin 1-7 Eylül barış etkinlikleri ve Musa Anter Barış Treni
hakkında il başkanlıklarına yolladığı 15.8.1997 günlü HADEP Genel Başkan
Yardımcısı Mehmet SATAN imzalı dosyada mevcut genelge sureti,
b)
"Şimdi Barış Zamanı" başlıklı HADEP amblemli "Bu treni kaçırma
29 Ağustos'ta Sirkeci'de buluşalım" yazılı, "Halklarımıza"
başlıklı, "Brüksel'den kalkıp l Eylül' de Diyarbakır'a gelecek olan Musa
Anter Barış Treni 31 Ağustos akşamı Malatya'da olacaktır" yazılı KESK,
İHD, Halkevleri, HADEP, ÖDP, EMEP imzalı dosyada mevcut gazete ilan suretleri
kapsamından anlaşılmıştır.
Türkiye'nin
zamanında müdahalesi ile barış treninin Türkiye'ye gelmesinin engellendiği,
Musa Anter barış treninin gelmesinin engellenmesinden sonra PKK'nın yayın
organı MED Televizyonun da 22.8.1997 günü Zülküf GÜNAY'ın hazırladığı programda
konuşan Şemdin SAKIK'ın (parmaksız ZEKİ) "...Şimdi bugün biz yine barış
çağrılarımızı yeniliyoruz. Generaller, Başbakan, Bakanlar barış çağrımıza
karşılık vermiyor, yine barış treni Avrupa'dan çıkıp Türkiye içinden
Kürdistan'a gelecek. Bunun amacı Kürt sorununu barışçıl çözümle halletmek. Ama
sizde biliyorsunuz; Türk devleti bütün dışardaki dostlarını da devreye sokarak
bu barış treni karşısında engel oluşturuyor. Bir planları da trenin yerine
ulaşmaması biz bu konuda bir tren değil iki tren çıkarttık. Şimdi eğer barış
treni yerine ulaşmazsa savaş treni yerine ulaşacaktır. Yani Türkiye sağır ve
dilsiz olarak bu meseleyi kapatmasın bugün biz ne durumdayız, düşman ne durumda
bu göz önündedir. Turizm bölgeleri de bu savaşta hedefimizdir." dediği.
MED
Televizyonunda yayınlanan Mahir SAYIN'ın sunduğu ve PKK'nın başı Abdullah
Öcalan'ın telefonla katıldığı panelde:
"Çok
iyi açığa çıktı ki en barışçıl bir adım da atsak bu Türkiye'deki gerçekten tam
bir kendisine özgü vakıa olan insanlıkla çağdaş hiçbir ulusal demokratik
değerle alakası olmayan ve gerçekten konukların da biraz da hayretlerine giden
en mütavazi bir adımı bile bir meydan savaşı gibi, işte batıdan Sevr geliyor,
batıdan terör geliyor diyorlar inanılmaz birşey bu. Hemen şunu burada
vurgulamalıyım ki, peki sen bu kadar yıkıcı silahı nereden alıyorsun'...Yalnız
bir Almanya'nın verdiği silah miktarını söyleyebilir misiniz' Britanya'dan,
Fransa'dan, Almanya'dan aldığın destekle Anadolu'yu kaç tane halka ne kadar
kültüre mezar ettin ve bunların hepsinin treni batıdan gelmedi mi'... Şimdi
Kanther'in (Almanya İçişleri Bakanı) burada ki tavrı bize belki ilginç ve
çarpıcı gelmiştir. Alman İçişleri Bakanlığı muhtemelen belki PKK propagandası
olabilir diyor, bu adam korkunç bir tip, trenin PKK propagandası ile ne alakası
var. Bu anlamda bir tren senin babanın malı da değil. PKK'nın propagandası olup
olmaması seni ne diye ilgilendiriyor' Sen Türkiye'nin politikasının İçişleri
Bakanı mısın' Türkiye'nin sorunu sana mı düşüyor' Bunu biraz aydınlatmak
gerekiyor. Neden bu adam Almanya'yı bırakıyor' Almanya da PKK avı, PKK yasağı
yetmediği gibi Türkiye'yi de sözüm ona terörist trenden korumak
istiyor..." dediği.
MED
Televizyonun da yayınlanan PKK'nın kurduğu sürgünde Kürt Parlamentosu üyeleri
Ali YİĞİT ve Mahmut KILINÇ'ın katıldığı sunuculuğunu Maşallah ÖZTÜRK'ün yaptığı
panel isimli programa HADEP İstanbul il başkanı Hikmet FİDAN'ın PKK'nın
öncülüğünde organize edilen Musa Anter barış treni organizasyonu ile
görüşlerini;
"Öncelikle
bu ülkede 13 yıldır sürmekte olan bir savaşı hatırlatmak isterim. Bu savaşta
toplam 3500 köy boşaltılmıştır. Ayrıca gerek Türk gerekse Kürt olan binlerce
kişi hayatını kaybetmiştir. 5000 kişi toprağından göçmüştür. Bu kirli savaş
sadece Kürt meselesi değildir. Bu dünya üzerinde yaşayan tüm insanların
sorunudur. Bütün bunlara rağmen sona ermesi gereken kirli bir savaş
yaşanıyor... Biz kardeşçe özgün bir yaşam içinde barış istiyoruz. Bu noktada
barışseverler de kalıcı bir barışa taraftar olarak İstanbul'a gelmiş
bulunuyorlar... Biz barış istiyoruz. Devletin de konuya bu şekilde yaklaşmasını
bekliyoruz. Yetmiş yıldır baskı yapılıyor. Biz bunun doğru yol olmadığını
söylüyoruz. Gelin beraber kardeşçe yaşayalım diyoruz. Yani biz pazar günü orada
olacağız tüm halk orada, olacaktır. Bu barışın sağlanacağına inanıyorum. Ben
inanıyorum ki l Eylül Dünya Barış günü Kürt ve Türk halkı için büyük bir bayram
olacak... Kürt halkı savaş değil daima barış isteyen taraftır. Bugüne kadar
büyük bedeller ödedi" sözleriyle açıkladığı.
30.8.1997
günü MED Televizyon haber yayınında yine İstanbul HADEP il Başkanı Hikmet
FİDAN'ın canlı telefon bağlantısında barış treni organizasyonu ve barış
girişimcileri ile ilgili;
"Yarın
Kadıköy meydanın da barış heyetinin Diyarbakır'a uğurlamak için saat 12.00'de
tüm barışseverler bütün parti teşkilatı orada bulunacak... Başta Kürt halkı
olmak üzere Türkiye'de yaşayan herkes emekçiler, yurtseverler... bu savaşın son
bulması gerektiğine inanıyorlar. Artık kalıcı bir barış, Kürt sorunu barış,
demokratik siyasal düzenin getirilmesini istiyor. Bu tren Brüksel'den kalkıp
Amed'e gidecek. (Diyarbakır'a PKK lıların dediği gibi Amed diyor.) Bunun için
çok önemli fırsat değerlendirilmeli... Avrupa'dan yola çıkan değişik yerlerden
gelen barış elçilerini Amed'e uğurlamak üzere yarın Kadıköy meydanın da
bulunmalarını istiyoruz, bekliyoruz, çünkü bu ülkede yaşayan herkesin çıkarı
buradadır" dediği...
MED
televizyonunda yayınlanan haber panel gibi açıkoturum programlarının
zaptedildiği teyp ve video kasetlerin dosyada mevcut çözümlerinden
anlaşılmıştır.
PKK'nın
girişimleri ile düzenlenen Musa Anter Barış Treni organizasyonun asıl amacı
PKK'yı Türkiye Cumhuriyeti karşısına savaşan taraf olarak çıkarmak ve PKK'ya hukuki
bir şahsiyet kazandırmaktır. Şimdiye kadar PKK'nın ve PKK'ya bağlı kişi ve
kuruluşların buna benzer birçok teşebbüsü olmuştur. Terör örgütü PKK Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin karşısında muhatap olacağı taraf olamaz. Yargıtay
kararlarında PKK Türk Ceza Kanunu 125. maddesinde yazılı suçu işleme için
kurulmuş illegal silahlı çetedir. Kurulduğundan itibaren PKK amacına ulaşmak ve
adını duyurmak için kanlı Terör eylemleri gerçekleştirmiş, eylemleriyle
savunmasız binlerce vatandaşımızın hayatına son vermiştir. PKK'nın hayatına son
verdiği Kürt asıllı vatandaşlarımızın sayısı pusuya düşürmek ve pusu kurmak
suretiyle şehit ettiği polis ve asker sayısından fazladır. PKK, terör
eylemlerinden başka gelir temin etmek amacıyla eroin ticareti de yapmaktadır.
Zaman
zaman ateşkes ilan ettiğini yani terör eylemlerine ara verdiğini ilan eden PKK
Avrupa ve Türkiye'de kendisine bağlı kişi ve kuruluşlara barış istediği
propagandasını yaptırmakta ve yapmaktadır. Barış için, PKK'nın devlet
tarafından hukuken tanınması istendiği gibi; tabii olarak PKK, terör
eylemlerine son vermek için devleti bölünmeye götürecek birtakım siyasi
isteklerde de bulunacaktır. HADEP Musa Anter Barış treni organizasyonu
hadisesinde devleti bölünmeye götürecek bazı siyasi neticeler elde etmek için PKK
ile eylem ve amaç birliği içinde hareket etmiştir.
AÇLIK
GREVLERİ:
PKK
Cezaevlerinde de örgütlenmeye gitmiştir. PKK'nın1995 yılında gerçekleştirdiği 5
kongresinde cezaevi faaliyetleri ile ilgili PKK'nın merkez komitesinden bir
üyenin de içinde bulunduğu veya merkez komitesine bağlı büronun yönlendirmesi
ve denetimi altında çalışan bir "Zindan Komisyonu" kurulması,
komisyonun zindan örgütlenmesini denetlemek, zindan da PKK'nın hakimiyetini
sağlamak ve cezaevlerindeki birikimi dışarıda ki mücadele alanlarının hizmetine
sunmakla sorumlu ve yetkili kılınmasına, tutuklu ailelerinin örgütlendirilip
örgütsel faaliyetlere kanalize edilmesine karar alınmıştır.
Siirt
Cezaevinde tutuklu ve hükümlü bulunan PKK militanlarının başlattıkları ve o
tarihte devam eden açlık grevlerine destek vermek için 6.1.1998 günü Siirt
HADEP il binasında.
1998
yılı Ocak ayında HADEP Şişli ve Ümraniye teşkilat binalarında.
Erzurum
ve Nazilli cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü PKK militanlarının
başlattıkları açlık grevlerine destek vermek ve Temmuz genelgesini protesto
etmek için 11.1.1998 günü mahkum yakınları ve onları destekleyen 20 kişilik
grubun Bursa HADEP il merkezi binasında.
PKK
militanlarının devam eden açlık grevlerini desteklemek için HADEP Antalya il
merkez binasında ve Eskişehir HADEP il merkez binasında.
Erzurum
Cezaevinde süren açlık grevine destek vermek için HADEP Adana il binasında ve
Balıkesir HADEP il binasında açlık grevine gidildiği, HADEP'le ilgili toplanan
dosyada mevcut bilgilerden anlaşılmıştır.
PKK
hükümlü ve tutukluların cezaevlerinde başlattıkları açlık grevleri tamamen PKK
örgütünün organize ettiği örgütsel faaliyetlerdir. HADEP yöneticileri PKK ile
aynı amaca yönelik olarak bu örgütsel faaliyetlere iştirak etmişlerdir.
BASIN
AÇIKLAMALARI :
24
Aralık 1995 milletvekili genel seçimlerinden önce 15 Aralık 1995 günü PKK yine
tek taraflı ateşkes ilan etmiş yani terör eylemlerine bir süre ara vereceğini
duyurmuştur. PKK'nın 15 Aralık'ta bir süre için terör eylemlerine ara
vereceğini ilan etmesi ile ilgili İçel il başkanı Veli AYDOĞAN yaptığı basın
açıklamasın da:
"...Bu
ülkede halkların kardeşliği, barış ve demokratik hakları için herşeyini ortaya
koyan Kürt halkının gencecik insanlarının da katledildiği, köylerinin haritadan
silinerek adeta açlığa mahkum edilmekte ve yaşadıkları bölgede anlatmaya -
dilin varmayacağı dünyada eşi benzeri görülmemiş bir kirli savaş politikası
sürdürülmektedir... Bu talihsiz şiddet politikası tüm toplumsal muhalif
güçlerin barış çaba ve istemlerine rağmen geliştirilmektedir. Özellikle barış
ve halkların kardeşliğine önemli bir gelişme sağlayabilecek PKK'nın ilan ettiği
tek taraflı ateşkes değerlendirilmemektedir... Bu kirli savaşın cezaevine
taşınılma çabalarına yöneliktir. Bu uygulamalara son verilmeli ve benzeri
uygulamaların son bulması için Diyarbakır Cezaevinde başlatılarak içerde ve
dışarda yayılan açlık grevlerine destek olmak amacıyla Mersin'de tutsak
aileleri tarafından başlatılacak olan süresiz üç günlük dönüşümlü açlık grevini
destekliyor ve tüm demokrat kamuoyunu bu konuda duyarlılığa davet
ediyoruz" dediği.
HADEP
İstanbul il kadın komisyonunun anneler günü sebebiyle "Kamuoyuna ve
İnsanlığa Çağrımızdır" başlıklı duyurusunda.
"...Bugün
kan gölü haline getirilmeye çalışılan coğrafyamızdan yaşadıklarımız kelimelerle
ifade edilmesi zor olan bir vahşetin akıl almayacak şekilde sürdürüldüğü savaş
kurallarının hiçe sayıldığı ve sivillerin hedef olarak görüldüğü bir savaş
yaşamaktayız. Can güvenliğinin olmadığı insanların gözler önünde alınıp,
kaybedildiği ve çoğu zaman da intihar ettiği gerekçesiyle yapılan şiddet
insanlığa bu şekilde kabul ettirilmeye çalışılıyor... Savaşın bir tarafı yani
Kürt halkının temsilcileri, onurlu demokratik ve siyasi hakların tanınması
temelinde bir barışa hazır olduklarını defalarca ortaya koymalarına rağmen
kirli savaş bittiğinde kendilerinin saltanatlarının biteceğini bilen savaş
tacirlerinin bu iktidar olduğunu biliyoruz... Kadınlarımızın gözü yaşlı
kalmasını ve kirli savaşın bir parçası olmasını istemiyoruz. Türk ve Kürt
emekçilerinin boğazından kesilen ekmeğin çocuklarımızdan alınan harçların
bizlere kurşun gözyaşı ve kan olarak dönmesini istemiyoruz.
Bugün
için 15 Aralık'tan beri uzatılan barış elini tutalım, barış çığlıklarına kulak
verelim bu barışı lekeleyecek provokasyonlara karşı bir olalım. Bu anlamda
kendisini insan olarak nitelendiren herkesin sürdürülen kirli savaşa karşı
çıkmasını istiyoruz... Savaşın sürmesine seyirci kalmakta bir insanlık suçu
olup, bu suçtan kurtulmanın yolu vahşete uğrayan Kürt halkının sorunlarının
çözümü için en azından kendi vicdanlarının rahatlatmak ve kendilerine uzanan
barış insanca..." dendiği
Tarsus
ilçe başkanı Murat KORKMAZ'ın yaptığı basın açıklamasında.
"Ülkemizin
bir bölgesinde 11 yıldır oluk gibi kan akıyor... ancak bir süre önce ülkede
yapılan genel seçimler öncesi savaşan taraflardan birisi 15 Aralık'ta tek
taraflı bir ateşkes ilan ettiği, ateşkesin yanıt bulması içinde ülkemizin insan
hakları savunucuları ve aydınları demokrasi güçleri barış girişimcileri çeşitli
panel ve toplantılar düzenlediler... Ancak ülkenin içinde bulunduğu durumu
düzeltmek için seçimler öncesi çeşitli vaatlerde bulunan başta da Kürt sorunu
konusunda önemli adımlar atacağını söyleyen anayol hükümeti çok acıdır ki
halkları kandırmaktan başka birşey sergilemiyorlar... Son Güneydoğuda yapılan
operasyonlar tek taraflı ilan edilen ateşkesin bozulması için ve kirli savaşın
boyutlanmasıdır... Ülkemizdeki demokrasi güçlerinin kalıcı barışın sağlanması
için çaba sarfetmeye çağırıyorum" dediği.
Terör
örgütünün başı Abdullah ÖCALAN'ın 15 Aralık 1995 günü terör eylemlerine bir
süre ara vereceğini duyurması ile ilgili HADEP genel başkam Murat BOZLAK'ın
10.4.1996 günü basın açıklamasında:
"Onbinlerce
gencin ölümüne, ülkenin ekonomik ve siyasal krize sürüklenmesine neden olan
savaşın son operasyonlarla tırmandırılması toplumda gelişen barış umudunu
zedelemiştir.
15
Aralık 1995 tarihinde PKK tarafından ilan edilen tek taraflı ateşkes bugüne değin
sürdürülen operasyon ve provokasyonlara rağmen devam ettirilmektedir... Tek
taraflı da olsa ateşkesin yarattığı olumlu ortam iyi değerlendirilmeli savaş
değil barış ve demokratikleşme doğrultusunda ciddi adımlar atılmalıdır. Halkın
yararı barışta ve demokratikleşmededir. Daha fazla can kaybı olmadan mevcut
olumlu ortam bozulmadan hükümeti başlatılan operasyonları derhal durdurmaya
davet ediyoruz" dediği.
HADEP'le
ilgili toplanan bilgilerin bulunduğu dosyada mevcut basın açıklamaları
suretlerinden bellidir.
Dosyada
mevcut diğer basın açıklamaları da incelendiğinde HADEP yöneticilerinin basın
açıklamalarının tamamen PKK örgütünün istek ve amaçları doğrultusunda olduğu ve
HADEP' in PKK'ya bağımlı olduğu anlaşılır.
Terör
örgütü PKK'nın başı Abdullah ÖCALAN'a suikast girişiminde bulunulduğu haberinin
duyulmasından sonra gazetede yayınlanan "Halklarımıza" başlıklı
duyurusunda, "PKK genel başkanı sayın Abdullah ÖCALAN'a karşı girişilen
bombalı suikast girişimini kınıyoruz. Halkların eşitlik, özgürlük ve kardeşlik
özlemlerine yapılan bir saldırı olarak değerlendiriyoruz." dendiği,
duyuruyu imzalayanlar arasında HADEP İstanbul il başkanı Hikmet FİDAN ve yine
HADEP İstanbul il başkanlığını yapan Mahmut SAKAR, HADEP Ankara il yönetim
kurulu üyesi Nur Hayat ALTAN, HADEP Genel başkan Yardımcısı Osman ÖZÇELİK de
vardır. Duyuruda kullanılan "halkların eşitlik, özgürlük ve kardeşlik
özlemlerine karşı yapılan bir saldırı..." ifadesinden HADEP
yöneticilerinin Abdullah ÖCALAN'ı Kürt özgürlüğünün sembolü olarak gördükleri
bu itibarla Abdullah ÖCALAN'a karşı girişilecek bir taarruzun halkların
özgürlük özlemlerine yapılan bir saldırı olarak kabul ettiklerini ve kamuoyuna
açıklama yaptıklarını gösterir.
HADEP'in
yaptığı toplantılarda mitinglerinde şenliklerinde çok sayıda ERNK ve ARGK,
Pankart ve flamalarının açıldığı gözlenmiştir.
HADEP
Çağlayan teşkilâtının 21.3.1997 günü düzenlediği mitingde HADEP parti
bayrakları ile birlikte PKK (ERNK) bayrağını taşındığı, HADEP İstanbul il
teşkilatının 1997 yılında İstanbul Abdi İpekçi Spor Salonunda düzenlediği
Nevroz kutlamalarında üzerinde "PARTİ PKK ORDU ARGK, CEPHE ERNK, GENÇLİK
YCK" pankart açıldığı mitingde ve nevroz gecesinde çekilen ve dosyada
mevcut fotoğraflardan anlaşılmıştır.
İstanbul
Bağcılar HADEP İlçe binasında eğitim çalışmalarının yapıldığı salonda ERNK
bayrağının asılı olduğu,
Dosyada
mevcut Bağcılar HADEP teşkilat binası eğitim salonu fotoğrafından
anlaşılmıştır.
Tokat
kırsal kesiminde güvenlik kuvvetlerimizce girdiği silahlı çatışmada öldürülen
DHKP/C militanı Adnan ŞEKER'in İstanbul'da yapılan cenaze törenine PKK
örgütünün militanlarının da katıldığı cenaze töreninde ERNK bayrağı ve ARGK
flamalarının taşındığı aynı cenaze törenine ERNK bayrağı ve ARGK flamaları
altında HADEP İstanbul il başkanı Mahmut ŞAKAR'ın da katıldığı,
Cenaze
töreninde çekilen ve dosyada mevcut fotoğraflardan anlaşılmıştır.
DHKP/C
örgütünün terör eylemlerinde PKK'ya destek veren dostu örgütlerden olduğu Tokat
ve Sivas kırsalında DHKP/C ile PKK çetelerinin birbirlerine yardım etlikleri
bilinmektedir. PKK militanları dost bir örgütün öldürülen militanının cenaze
törenine katılmışlar, hem DHKP/C örgütüne dostluklarını göstermişler hem de
çektikleri ERNK bayrakları ve ARGK flamaları ile PKK'nın propagandasını
yapmışlardır. Aynı cenaze törenine HADEP İstanbul il başkanı Mahmut ŞAKAR da
katılmıştır. Mahmut ŞAKAR HADEP İstanbul il başkanı ve aynı zamanda PKK örgütü
elamanıdır.
YAKALANAN
PKK MİLİTANLARININ HADEP İLE İLGİLİ BEYANLARI:
Karakocan
Borçatı Jandarma Karakoluna kendiliğinden teslim olan PKK örgütü üyesi Sakine
DAĞISTAN beyanında.
"2
Mayıs 1995 tarihinde HADEP Kartal Samandağ belde teşkilatına katıldığını burada
yapılan propaganda sonucu Kürt milliyetçisi ve devrimcisi olduğunu sonunda
HADEP'in desteklemiş olduğu PKK terör örgütünü" benimsediğini silahlı
mücadeleye katılmak için kırsala çıkmaya karar verdiğini bu maksatla
İstanbul'dan ayrıldığını ancak yolda hatasını anlayarak kendiliğinden teslim
olduğunu" söylediği
Silahlı
çete PKK'nın sair efradı olmak suçundan yakalanan Bektaş NERGİZ'in beyanında:
"Abim
Ali NERGİZ halen Kocaeli Gebze ilçesi HADEP ilçe başkanlığını yapmaktadır...
Bana HADEP parti binasında kal burada özgür halk dergisini, gündem gazetesini
partimizin çıkartmış olduğu Gençlik dergilerini oku takip et partimiz
içerisinde bulunan örgütsel içerikli kitaplardan oku, Kürtçe kasetler dinle MED
TV'yi izle partimize gelen giden kişilerle görüş, konuş onlardan fikirler al
PKK örgütü hakkında bilgi edin, ben Gebze ilçesinde 2 seneye yakındır HADEP
parti ilçe başkanlığı yapmaktayım. Bu süre içerisinde partimize gelen gençleri
PKK terör örgütüne kazandırarak o gençleri ilişki kurduğum örgüt mensupları
aracılığı ile silahlı faaliyetler göstermeleri üzere kırsal alana gönderdim.
Bizler de Kürdüz. Kürdistan devletinin kurulması için Kürt ailelerinden en az
bir kişi PKK terör örgütüne girerek faaliyet göstermektedir... Gençlik
Komisyonunda üye olan kişiler ve Memduh isimli kişi tarafından da bütün Kürt
halkını Kürdistan devletinin kurulması, Kürt halkının tam olarak sömürülmekten
kurtulup, özgür bir devlet olup, kendi bayrağı ve toprağında rahat ve refah bir
hayat sürdürmesi için canla başla Türkiye Cumhuriyet Devletine karşı silahlı
olarak mücadele başlattıklarını ve bu mücadeleden başarılı bir şekilde
çıkacaklarını vurgulayarak örgütün propagandasını yapıyorlardı. Ben de edinmiş
bilgiler ve bana yapılan propagandalar sonucu örgüt adına silahlı olarak
faaliyet göstermek üzere kırsal alana çıkmaya karar verdim..." dediği.
PKK'nın
sair efradı olmak suçundan yakalanan Fersande GÖKTIMAR'ın beyanında:
"...Sorejkot
adlı örgüt mensubu bana Çukurova Üniversitesi içerisinde çalışma
yapabileceğini, ayrıca HADEP içerisinde bulunan gençlik komitelerinden örgüte
eleman temin edebileceğini söyledi, bu konularla ilgili Sami isimli örgüt
mensubunun bana her türlü yardımı gösterebileceğini... Çukurova Üniversitesi
içerisinde ve HADEP bünyesinde bulunan Gençlik komitelerinde çalışmalara
başladım. HADEP Yüreğir ilçe Gençlik Başkanlığını yapan Mehmet Murat TEKTAŞ
isimli şahısla örgütün kırsal alanına eleman temin etmek amacıyla ve HADEP
gençliği üzerinde daha etkili propaganda yapmak amacıyla tanıştım... Mehmet
Murat TEKTAŞ bana gelerek kendisinin denetiminde üç örgüt mensubu bulunduğunu
ancak üç kişiyi örgütleyebildiğini söyledi..." dediği.
PKK'nın
sair efradı olmak suçundan yakalanan Edip KAYNAR'ın beyanında:
"Bu
parti ilk kurulduğu yıllarda çeşitli adlar altında faaliyet gösterdi. Son
olarak da HADEP adı altında faaliyet göstermektedir. Ancak bu parti Ali FIRAT
(K) Abdullah ÖCALAN'ın talimatları doğrultusunda hareket eden legal bir
partidir. Genellikle parti üyeleri PKK terör örgütü sempatizanıdır. HADEP
binalarında PKK terör örgütüne yönelik propagandalar sonucu örgüte katılan
örgüt mensupları, örgüt içerisinde çoğunluktadır. Bende Bingöl HADEP il binası
içerisindeki propagandalardan etkilenerek terör örgütüne katıldım" dediği.
Silahlı
çete PKK'nın sair efradı olmak suçundan yakalanan Bahattin CESUR beyanında:
"...Bu
şahıs beni Adana HADEP il binasına götürdü, iki-üç gün buraya birlikte gittik.
O sıralarda cezaevlerinde bulunan solcu, PKK'cı örgüt mensupları adına açlık
grevi başlatmıştım. HADEP il teşkilat başkanı Süleyman KILINÇ ve yardımcısı
olduğunu bildiğim Fesih isimli şahıs açlık grevinin yapılması için örgütleme
yapıyorlardı... bu kasetlerde de görüyorsunuz. Sizler Kürt gençlerisiniz Kürt
davasına sahip çıkmalısınız. Bunun için de kırsalda ve metropollerde üzerinize
düşen görevleri yapmalısınız... Buna benzer propagandalar Özgür Halk Bürosunda
bulunanlar. Mezopotamya Kültür Derneği ve HADEP il binasında buraya gelen Üniversiteli
gençler ve HADEP ve diğer dernek ve yayın organlarında çalışan eleman kadroları
tarafından yapılmaktaydı..." dediği,
Sakine
DAĞISTAN, Bektaş NERGİZ, Fersande GÖKTIMAR, Edip KAYNAR ve Bahattin CESUR'un
dosyada mevcut ifade suretlerinden anlaşılmıştır.
Sakine
DAĞISTAN, Bektaş NERGİZ, Fersande GÖKTIMAR, Edip KAYNAR ve Bahattin CESUR'un
beyanları rastgele seçilmiş beyanlardır. HADEP'le ilgili bilgilerin toplandığı.
EK 1, EK 2, EK 3 numaralı dosyalarda mevcut PKK'nın sair efradı olmaktan
yakalanan çok sayıda PKK militanın beyanları incelendiğinde bu militanların da
ilk eğitimlerini HADEP teşkilat binalarında aldıkları bu binalarda görevli
militanların dersleri ile yine binalarda mevcut özgür halk gibi PKK'nın legal
yayınları ile illegal yayınlarını okumak suretiyle beyinlerinin yıkandığı.
Türkiye Devleti düşmanlığı ve özgür Kürdistan hayaline şartlandıkları. Türk
Devletine karşı silahlı mücadele vermek için kırsala çıkmaya hazır hale
getirildikleri anlaşılır.
HADEP'le
ilgili toplanan ve yukarıda anlatılan delillerden HADEP'in tamamen illegal PKK
örgütünün kontrolünde ve güdümünde bir kuruluş olduğu PKK'nın çok önem verdiği,
cepheleşme faaliyetlerini HADEP vasıtasıyla organize ettiği anlaşılır.
OLAY
Diyarbakır
DGM. Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 1997/3299-3184 Hz. ve karar numaralı
30.12.1997 günlü yetkisizlik kararı ve eklerinin Başsavcılığımıza intikalinden
sonra yaptırılan tahkikat sonucunda:
10.2.1998
günü HADEP Genel Merkezinde yapılan arama genel merkezin eğitim toplantı
salonunda parti eğitim komisyonu üyesi olan İhsan DURUKAL'ın hazır olduğu,
salonda mevcut masa üzerinde İhsan DURUKAL'a ait bir deri çanta olduğu,
çantanın içi boşaltıldığında içinden;
1-
Abdullah ÖCALAN' ın yazdığı 19.YY. dan günümüze Kürdistan Gerçeği ve PKK
harekatı isimli kitap,
Toplumlar
Tarihi isimli 133 sayfa fotokopi edilmiş notlar,
Yine
Toplumlar Tarihi isimli notlar,
PKK'nın
Parti tarihi başlıklı 160 sayfa fotokopi yazı,
Kürdistan'da
Sanatın İşlevi ve Devrimci Bir Roman Taslağı başlıklı 238 sayfa fotokopi
edilmiş yazı bulunduğu,
Eğitim
salonunda bulunan kara tahta üstü üzerinde tebeşirle "Ape Musa Eğitim
devresi 4" yazısının yazılmış olduğu,
Giriş
katında bulunan depo olarak kullanılan odada Diyarbakır Devlet Güvenlik
Mahkemesince toplatılmasına karar verilen "Barış Kardeşlik ve Demokrasi
Dileği İle" yazısı bulunan 450 adet HADEP amblemli 1998 yılına ait takvim,
basın bürosu odasında hemen tamamı yasaklanmış özgür Halk Eğitim dizisine ait
dergiler, Özgür Halk dergileri, Yaşamda Özgür Kadın dergisi, Öncü Yurtsever
dergileri, Özgürleşen Yurtsever Gençlik dergileri, Jujin ve Rewşen dergileri,
Çağdaş Zülfikar, Yeni Zülfikar, Alternatif Sosyalist dergileri, Genel Başkan
Murat BOZLAK'ın odasında Ali FIRAT'ın (Abdullah ÖCALAN) yazdığı Kürdistan'da
Kişilik Sorunu isimli kitap, Seracettin KIRCI'nın yazdığı "Eşa HADEPE Jana
Amede" isimli kitabı ile "Aydınlar ne diyor Kürt sorunu" isimli
kitap ve başka kitaplar, Genel Sekreter Hamit Geylani'nin odasında Yalçın
KÜÇÜK'ün El Kitabı isimli kitabı, Abdullah ÖCALAN'ın Kadın ve Aile Sorunu
isimli kitabı ve başka dokümanlar, Genel Başkan Yardımcısı Mehmet SATAN'ın
odasında Ali FIRAT'ın (Abdullah ÖCALAN'ın) yazdığı Kürdistan'da Kişilik Sorunu
isimli kitabın bir cildi, Memduh Mahmut UYAN'ın "Gerilla Kartal"
isimli kitabı ve başka dokümanların bulunduğu,
10.2.1998
günlü arama tutanağı kapsamıyla,
10.2.1998
günü HADEP Genel Merkezi'nde yapılan aramada bulunan yukarıda yazılı dergi,
kitap gibi dokümanların incelenmesinde,
9
sayfadan ibaret "Kürdistan Tarihi" başlıklı, ders hocası olarak İhsan
DURUKAL'ın ders tarihi olarak 15.1.1998 Perşembe ve 16.1.1998 Cuma günlerinin
gösterildiği, fotokopi edilmiş ders notları,
6
sayfa Toplumlar Tarihi başlıklı birinci sayfasının köşesinde DURUKAL yazılı
ders notları,
7
sayfadan ibaret Türkiye Ekonomisi başlıklı, ders hocası olarak Ali Rıza
YURTSEVER' in ders günü olarak 21.1.1998 Çarşamba ve 22.1.1998 Perşembe
günlerini gösterdiği ders notları,
Yurtseverlik
başlıklı 6 sayfalık kimin tarafından yazılı olduğu belirlenmeyen,
Kürt
Tarihi başlıklı 27 sayfalık doküman bulunduğu
10.2.1998
günlü tespit tutanağı kapsamından:
İhsan
DURUKAL'ın çantasında Abdullah ÖCALAN'ın yazdığı 19 YY. dan günümüze Kürdistan
Gerçeği ve PKK Harekatı isimli kitap, Toplumlar Tarihi isimli 130 sayfalık
fotokopi edilmiş doküman, Toplumlar Tarihi isimli diğer notlar PKK'nın Parti
Tarihi başlıklı 160 sayfalık fotokopi edilmiş yazı, Kürdistan da Sanatın İşlevi
ve Devrimci Bir Roman Taslağı başlıklı 238 sayfalık fotokopi edilmiş yazıdan
başka Eğitim görmeye gelmiş kişilere ait özgeçmiş raporları, sınıfta oturma
şeklini gösterir isimlerin yazılı olduğu kroki, Gönül SAYGIDEĞER imzalı noterde
hazırlanmış vekaletname, Genel Sekreter Faysal ÖZÇİFT imzalı KESK başlıklı
Ş.Urfa Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazılmış Urfa Cezaevinde yatan
şahıslarla görüşme talebi, Kamu Emekçileri Konfederasyonu başlıklı Basına ve
Kamuoyuna hitaben yazılmış açıklama bulunduğu,
10.2.1998
günü saat 15.40'da yapılan inceleme ile ilgili tutulan inceleme ve tespit
tutanağı kapsamından anlaşılmıştır.
Ders
hocası olarak İhsan DURUKAL'ın gösterildiği Kürt Tarihi başlıklı ders
notlarında,
"....Kürt
Tarihi ile ilgili belge ve arşivler ya imha yada çok gizli olarak saklanmıştır.
Elde olan bilgiler ise tümüyle yabancı kaynaklardan ve su götürür bilgilere
dayanır. Kürt sözcüğü 1989 yılına kadar söylem ve yazımı yasaktır. Ne ilginçtir
ki Türk Subay Akademilerinde 3 yıllık bir süreçle sürekli olarak Kürt Tarihi
okutulmaktadır. Kendi gerçeğini kendisi bilmek istiyor. Yani düşmanı görmek ve
tanımak istiyor... Aslında Türk kelimesi hakaret anlamına gelir bir şekilde,
mesela, Osmanlının son dönemlerinde Devlet işlerinin iyi gitmediğini gören
yönetim. Araştırmacılara nedenini sormuşlar, araştırmacılar ise "Eskiden
Devletin işleri iyi gidiyordu, ama ne zaman ki devlet yönetimine Hamamcılar,
Tellaklar ve Türkler alındı o zaman devletin işlevi kötüleşti diyorlar."
dendiği,
Ali
Rıza YURTSEVER'in 21.1.1998 çarşamba günü verdiği ders notlarında Türk
Ekonomisinin Kürdistan Ekonomisine etkileri başlığı altında,
a)
Kürt Coğrafyası ucuz hammadde deposudur.
Kürt
Coğrafyası ucuz iş gücü deposudur.
Kürt
Coğrafyasında sanayi tesisi yoktur.
Kürt
Coğrafyasında tarım çökertilmiştir.
e)
Kürt Coğrafyasında sermaye birikimi yoktur.
Doğuda
kurulan enerji tesisleri batı sanayisi içindir. Bunun temel fonksiyonu bölgeyi
sadece aydınlatmak için kullanılırken, batıda tesislerin çalışması içindir.
GAP
PROJESİ: Bunun asıl amacı geniş ve verimli toprakların batıya çekilmesidir.
Fakat gözden kaçan bir olay ise, GAP'ın bulunduğu toprakların % 90'ını yabancı
işadamları ve sermaye grupları almıştır. Bunu 3 maddede toplayalım:
1-
İşadamları pamuk ekip batıdaki sanayi için hammadde oluşturur.
2-
Yabancı işadamları ise burayı 20 yıl sonra endüstri alanı olarak düşündüğü
için,
3-
Burada ise karşımıza ilginç bir neden çıkıyor. Bu toprakları yabancılara
satarken daha sonra olası bir Kürt Cumhuriyeti karşısında, yabancı devletlerin
holdinglerine dokunması halinde devleti yabancı devletlerle bozuk ilişkilere
sokuyor... Türk Devleti tüm bunlarla Kürtleri bütünüyle tüketici bir toplum
haline getirmiştir." dediği.
Yine
22.1.1998 Perşembe günkü derste Ali Rıza YURTSEVER'indir. Türkiye'nin 1980-1987
yıllarında Kürt Coğrafyasında uyguladığı ekonomik modelleri, sonuçları,
Türkiye'nin idari yapısı özelleştirme ve yeni dünya düzeni üzerinde durduktan
sonra,
"Geçen
sayfadaki 6 madde böyle oluşmaktadır:
1-
Kültür Emperyalizmi dayatılıyor.
2-
Umutsuzluk, çaresizlik dayatılıyor.
3-
Şiddet, baskı süreci tırmanıyor.
4-
Irkçılık, militarizm egemen kılmıyor.
5-
Yoksulluk, sefalet yaygınlaştırılıyor.
6-
Tüketim, reklam çılgınlığı.
Yeni
dünya düzenine alternatif çözümler nedir'
Şimdi
dersi bitirirken görülüyor ki Avrupa da ve diğer ülkelerde sürekli sosyal
demokratlar iş başına gelirken bir sağa eğilim fırtınası da başlamıştır.
Bölgemiz olan Ortadoğu'nun tüm kurtuluşu Kürt Ulusal Kurtuluş mücadelesine
bağlıdır. Çünkü ABD hegemonyası bölgeyi fethetmiş bulunmaktadır. Bir dünya
savaşında yapılan birçok devrim olmuştur. İki dünya savaşında da aynı olay gerçekleşmiştir.
Ve de herşeyin tüm çözümü istemesek te bir dünya savaşıyla oluşabilir. Yani bir
devrimle" dediği,
İhsan
DURUKAL'ın Yurtseverlik konusunu anlattığı derste;
"Tarihte
acı bir hikaye olarak Yahudilerin yurtlarından göç ettirilmelerinden sonra tüm
dünya halklarının onlara lanetli bir halk olarak bakılıyor. Nedeni ise bir avuç
yurdunun olmamasıdır. Bu hikayeden kendimize şu sonucu çıkartabiliriz.
Kürtlerin yurdu atalarının olduğu Kuzey Avrupa değil, bugünkü Kürdistan'dır.
Çünkü Kürtler buraya çok emek vermişlerdir.
Yurtseverlik
aşiret sınırını aile bağını aşan bütün Kürdistan'a gönül bağı olana denir. Her
isyan yurtsever olmadığı gibi her gerilla da yurtsever değildir. Çünkü
yurtseverliğin gereğini yapması gerekir. Ayrıca yurtseverliğin üç önemli maddesi
vardır. 1-Halk, 2-Yurt, 3-Sınıf sevgisi olmalıdır. Kısaca Kürdistan'daki
Yurtseverlik konusu ise halk ve ulustan ayrı düşünülemez, çünkü doğa ve insana
karşı mücadeleyi orada vermiştir. Ama yurtlarına bağlı kalanlar namus ve
toprağını kültürünü geliştirmişlerdir. Cumhuriyet döneminde Kürtlere dayatılan
doğduğun değil, doyduğun yer felsefesi artık savaşta taraf olmayı zorunlu hale
getirirken hangi nedenle olursa olsun yardım eden korucunun iyisi veya kötüsü
olmaz. Dediği; Dosyada mevcut HADEP Genel Merkezinde yapılan arama sırasında
bulunmuş dokümanların arasından çıkan muhtemelen genel merkezde eğitime gelen
bir öğrencinin tuttuğu fotokopi edilmiş ders notları bulgularından
anlaşılmıştır.
HADEP
genel merkezinde yapılan arama ve bulunan Yurtseverlik başlıklı matbaa
harfleriyle hazırlanmış 6 sayfalık dokümanda HADEP'in Yurtseverlik konusundaki
görüşlerinin anlatıldığı aynı dokümanın HADEP Eğitim komisyonu üyesi olan
firari sanık İhsan DURUKAL'ın evinde yapılan aramada da bulunduğu, HADEP'in
yurtseverlik konusunda;
"...Kürt
halkının içinde bulunduğu konumu iyi irdelediğimizde görüyoruz ki herşeyden
evvel bir kimlik ve yurtseverlik sorunu vardır... Eğer biz yurtseverliği
halklara kavratabilirsek dolayısıyla partimiz kitle tabanı olan Kürt halkına
yurtseverlik bağlamında yaklaşır, bunu da kavratırsak partimiz HADEP'in
kitleyle bütünleşmesinde büyük oranda yol almış olacağız... tarih boyunca
Kürtler sayısız halkların saldırılarıyla karşı karşıya geldikleri için zaman
zaman geleneklerinde, dillerinde, kültürlerinde direnmişlerdir. Zaman zaman da
baskılara boyun eğip tüm kimliksel haklarından vazgeçmiş bağlı oldukları
kavimlerin kimlik yapısına bürünmüş, kendisinin olmayan başkalarının yurdunu
benimsemeye onu zorla sevmeye itilmiş. Adeta ucube bir kişilik olarak teslimiyeti
seçmişlerdir... Bütün bunlara rağmen kırıntıdan ibaret de olsa tamamıyla yok
olup, gitmemiştir. Öylesine sağlıklı bir köke sahip ki en ufak bir müdahale ile
serpilip gelişmiştir. 1970'lerin aşıldığı dönemler artık Kürtlüğün bir
gerçeklik olduğu, yurtseverlik kavramı olduğu uğruna ölümün gerekli olabileceği
bir olgu olması bıçak sırtında gibiydi. Yani ondan utanma ile bununla gurur
duyma uyutulma ile hayatta kalmanın içice yaşadığı bir süreç yaşanıyor. Ancak
1974 sonrası ibrenin değiştiği, sahiplenmenin öze ulaşmanın önemi giderek anlam
kazanıyordu...
12
Eylül Kürtlüğün yok edilişini de hedefleyen toplumsal vahşetlerin yaşandığı bir
süreç olarak tarihe geçecektir. Çekilmez baskılarla birlikte sinme,
gerilemelerle hatta teslimiyetin yaşandığı süreç olmanın yanında yurtsever
değerlere sarılmanın da kararlıca yaşandığı bir tarihi süreçtir.
Onca
yetmezliğin yaşanmış olması yanında çelikleşen nice yüreklerin de ortaya
çıktığı, hatta hayatlarıyla vahşetin uygulandığı her mecrada karşı duruşun en
onurlu göstergelere dönüştüğü yıllardır.
Nice
destanlara nice başlangıçlara, nice ilklere, 1982 sonrası yıllarda imza
atılmıştır. 1984'lerden günümüze gelen gerçekliğin temel katkıları bu
süreçlerde konmuştur. Artık "kuyruklu Kürt" denme, mağara numarası
sorma döneminden yurtseverlik adına ölünebileceği, kazanma adına yola çıkışın
başarmadaki inatçı ısrarı başladığı zorunlu süreçlere geçilmişti. Ok yayından
hedefine doğru yola çıkmış, ustasının inançlı imbiklerden süzülmüş kararlı
elleriyle... özellikle daha düne kadar kendimizden utanır durumdan bugün gurur
duyar duruma getiren mücadele ruhuna sahip çıkmalı, saygı duymalı ve bundan
sonra da sürekliliği ve giderek hedefe varma konusunda yoğun bir çaba ve her
türden bedel ödemeye hazır olmalıyız. Kendi kurumlaşmamızı yaratma konusunda
kendimizi geliştirmeli, çağın tüm teknolojik nimetlerinden faydalanmalıyız.
Geçmişimize ait tüm değerleri geleceğe taşımanın gelecek nesillere bırakmanın
zorunluluğuna kendimizi inandırmalıyız.
Gerek
kendi iç bütünselliğimizi sağlamak ve gerekse dünya insanlık tarihinin bize yüklediği
görevlerden dolayı sağlıklı ilkeli kişilikli dostluklar edinmesini bilmeliyiz.
Birlikte hareket ettiğimiz etnik düşünsel bir birleşenlerle sürekli dost
olmalı, dayanışma içinde olmalı, haklarına kendimizin kadar sahip çıkmalıyız...
Bunun
yolu da dayatmalara kapalı empoze edilmek istenen her türlü yabancı kültüre
karşı duruş göstermesi ve kendi kültürel değerlerini geliştirmesinden geçer.
Yeri geldiğinde değerlerinden kopartılmak istendiğinde topraksa toprağına, dil
ise diline ve tüm kültürel gerçekliğine ölümüne bağlı olmasını bilmelidir.
Yaşam boyunca gerektiğinde her türlü acıya katlanabilmeli, başkalarının çektiği
acıyı yüreğinde hissetmelidir. Sadece hissetmekte değil, amacına ulaşmak
yönünden yoğun bir çabanın sahibi olmalıdır.
Yıllardır
süre gelen her türden baskı, sürgün, yurtsuzlaştırma, düzenle entegrasyon ve
eritme politikalarına karşı yurtseverler olarak bize düşen en büyük görev
örgütlenmek, mevcut örgütlülükleri güçlendirmektir...
İnsansızlaştırılmak
amacıyla yakılan ve yok edilen coğrafyanın insanları bugün batı metropollerinde
yeni varoşlar meydana getirmişlerdir. HADEP'e üye olarak görevimiz bu insanlara
ulaşmak onların sorunlarına sahip çıkmak partimizin örgütlü şemsiyesi altına
çekmektir... Göç eden insanlarımızın yabancılaşma ve başkalaşmaya meyil
etmemeleri için kültürel etkinliklerle onlara gidebilmeliyiz." sözleriyle
görüşlerinin açıklandığı,
HADEP
Genel Merkezinde yapılan aramada bulunan ve dosyada mevcut
"Yurtseverlik" başlıklı dokümandan anlaşılmıştır.
"Yurtseverlik"
başlıklı dokümana yansıyan görüşleri HADEP yöneticilerinin Anayasanın 3.
maddesinde ifade edilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ülkesi ve Milletiyle
Bölünmez Bir Bütündür ilkesini çiğnediklerini Anayasanın 5. maddesine muhalefet
olarak devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya yönelik
siyasi faaliyetlerde bulunduklarını gösterir. HADEP Ankara il başkanlığı
binasında yapılan aramada bulunan HADEP Merkez Gençlik komisyonu ve HADEP
Merkez Yürütme Kurulu imzalı (Gençlik Komisyonları Çalışma Programı)'nda,
Anadilde
eğitim (Kürtçe eğitim ve öğretim) hakkı için mücadele etmek bu istemi her
Öğrenci-gençlik eyleminde (yazılı sözlü pankartı vs.) dile getirmek, Kürt
gençliği ve çocuklarının kürtçe yayınlarını okuyup yazmaya, Kürtçe kurs ve
programlara teşvik etmek (Yurtsever, Demokrat Kültür Kurumları bünyesinde)
komisyonlarımızın görevi olmalıdır." denmiştir.
HADEP'in
Yurtseverlik konusundaki görüşlerinin açıklandığı metinde yer alan "12
Eylül kürtlüğün yok edilişin de hedefleyen toplumsal vahşetlerin yaşandığı bir
süreç olarak tarihe geçecektir. Çekilmez baskılarla birlikte sinme,
gerilemelerle hatta teslimiyetin yaşandığı süreç olmanın yanında yurtsever
değerlere sarılmanın da kararlıca yaşandığı bir tarihi süreçtir. Onca yetmezliğin
yaşanmış olması yanında çelikleşen nice yüreklerin de ortaya çıktığı hatta
hayatlarıyla vahşetin uygulandığı her mezrada karşı duruşun en onurlu
göstergelere dönüştüğü kararlı yıllardır. Nice destanlara nice başlangıçlara
nice ilklere 1982 sonrası yıllarda imza atılmıştır. 1984'lerden günümüze gelen
gerçekliğin temel katkıları bu süreçlerde konmuştur... Artık "kuyruklu
Kürt" denme, mağara numarası sorma döneminden yurtseverlik adına
ölünebileceği, kazanma adına yola çıkısın, başarmadaki inatçı ısrarın başladığı
zorunlu süreçlere geçilmiştir. Ok yayından yola çıkmış, ustasından imbiklerden
süzülmüş kararlı elleriyle" sözleri HADEP yöneticilerin PKK terör örgütünü
eylemlerini benimsediğini PKK ile aynı amacı paylaştığını gösterir. 1984 yılı
Ağustos ayında PKK örgütü Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla ilk büyük eylemini
gerçekleştirmiştir ve adını duyurmuştur. Metinde bu husus "nice destanlara
nice başlangıçlara nice ilklere 1982 sonrası yıllarda imza atılmıştır.
1984'lerde günümüze gelen gerçekliğin temel katkıları bu süreçlerde
konmuştur." Sözleriyle anlatılmıştır.
HADEP
Genel Merkezinde yapılan aramada bulunan muhtemelen bir öğrencinin tuttuğu
fotokopi edilmiş, üzerlerinde verildiği günlerin tarihi ve ders hocalarının
yazılı bulunduğu ders notları, HADEP'in PKK'nın siyasi kanadı, HADEP merkez
yürütme kurulu üyelerinin de bu kanadın yöneticileri olduğunu gösterir. HADEP,
Anayasa ve yasalara göre kurulmuş, ancak terör örgütü PKK'ya bağlı, PKK'nın
görüşleri doğrultusunda faaliyet gösteren bir kuruluştur.
HADEP
Parti Genel Merkezinde il ve ilçe teşkilat binalarında yapılan propaganda sözde
eğitim çalışmaları ile Kürt asıllı vatandaşların beyni yıkanmakta Türk
düşmanlığı aşılanan bu insanlar sözde Kürdistan'ı kurtarmak için kırsala çıkıp
PKK çetelerine katılmaya hazır hale getirilmektedir.
Verilen
derslerde, sözde Kürdistan'ın sömürüldüğü ve Türk düşmanlığı işlenmiştir. Ders
hocalığını İhsan DURUKAL'ın yaptığı, Kürdistan tarihi dersinde İhsan DURUKAL
"...Kürt tarihi ile ilgili belge ve arşivler ya imha ya da çok gizli
olarak saklanmıştır. Elde olan bilgiler ise tümüyle yabancı kaynaklardan ve su
götürür bilgilere dayanır. Kürt sözcüğü 1989 yılına kadar söylem ve yazımı
yasaktır. Ne ilginçtir ki Türk Subay Akademilerinde 3 yıllık bir süreçle
sürekli olarak Kürt tarihi okutulmaktadır. Kendi gerçeğini kendisi bilmek
istiyor. Yani düşmanı görmek ve tanımak istiyor" demiştir.
Türk
subay akademilerinde Kürt Tarihi diye bir ders belki de yoktur. Amaç Türklerin
Kürtlere düşman olduğunu anlatmaktır. Türklerin Kürtlere düşman olduğuna inanan
Kürt asıllı gençlerde elbette Türk asıllılara karşı Türk devletine karşı
düşmanca duygular oluşacak ve bu şekilde milli birlik ve beraberlik duygusu yok
edilmiş olacaktır.
Sanıklardan
Ali Rıza YURTSEVER de derslerinde aynı amaçla hareket etmiştir. Türkiye
Ekonomisi anlattığı derslerinde kendi deyişiyle Kürdistan'ın yani Doğu ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerimizin devlet eliyle kasten fakirleştirildiğini, batı
bölgelerimizin doğu bölgelerimizi sömürdüğünü anlatmış, Türkiye'nin maddi ve
manevi büyük fedakarlıklarla yaptığı ve tamamlamaya çalıştığı GAP projesi ile
ilgili "bunun anlamı geniş verimli toprakların batıya çekilmesidir. Fakat
gözden kaçan bir olay ise, GAP'ın bulunduğu toprakların % 90'ını yabancı iş
adamları ve sermaye grupları almıştır... Bu toprakları yabancılara satarken,
daha sonra olası bir Kürt Cumhuriyeti karşısında yabancı devletlerin
holdinglerine dokunması halinde devleti yabancı devletlerle bozuk ilişkilere
itiyor."
Yani
GAP'ta bir kısım topraklar yabancı holdinglere devlet tarafından kasten
satılıyormuş. Sebebi de ilerde o topraklarda Kürt Devleti kurulduğunda kurulan
bu Kürt devleti yabancı Holdinglerden Türk Devletinin sattığı bu toprakları
isteyince holdingin tabi olduğu devletle gelecekte Kürt devletinin ilişkilerini
bozmakmış.
Bu
derslerin Türk düşmanlığı aşılamak ve milli birliği bozmak için verildiği
açıktır. Yine 22.1.1998 perşembe günkü dersinde Ali Rıza YURTSEVER
"bölgemiz olan Ortadoğu'nun tüm kurtuluşu Kürt ulusal kurtuluş
mücadelesine bağlıdır." sözleriyle derslerinin kesin amacını açıklamıştır.
İhsan
DURUKAL yurtseverlik konusunu işlediği dersinde: "Yurtseverlik aşiret
sınırını aile bağını aşan bütün Kürdistan'a gönül bağı olana denir. Her isyan
yurtsever olmadığı gibi her gerillada yurtsever değildir. Çünkü yurtseverliğin
gereğini yapması gerekir. Ayrıca yurtseverliğin üç önemli maddesi vardır, l
halk, 2 yurt, 3 sınıf sevgisi olmasıdır. Kısaca Kürdistan'daki yurtseverlik
konusu ise halk ve ulustan ayrı düşünülemez. Çünkü doğa ve insana karşı
mücadeleyi oraya vermiştir. Ama yurtlarına bağlı kalanlar namus ve toprağını,
kültürünü geliştirmişlerdir. Cumhuriyet döneminde Kürtlere dayatılan doğduğun
değil doyduğun yer felsefesi artık savaşta taraf olmayı zorunlu hale getirirken
hangi nedenle olursa olsun yardım eden korucunun iyisi veya kötüsü olmaz"
sözleriyle tarif etmiştir. Bu tarife göre yurtseverlik PKK terör örgütüne
katılmak PKK terörüne karşı devletin yanında yer alan korucuları da düşman
bilmektir.
HADEP
Genel Başkanı, Genel Başkan Yardımcısı ve parti yürütme kurulu üyeleri olan
sanıklar Murat BOZLAK, Mehmet SATAN, İshak TEPE, Mehmet Zeynettin UNEY, Hamit
GEYLANİ Melik AYGÜL ve Ali Rıza YURTSEVER parti üyelerinin cahil olduğunu,
yazışma usullerini dahi bilmediklerini, bu konuda hem haklarını savunmaları
konusunda hem de partinin siyaseti konusunda partililerini bilgilendirmek
istediklerini, amaçlarının partililerine ilerisi için yönetici hazırlamak
olduğunu, bu maksatla parti içi eğitim çalışmaları yaptıklarını partilerinde
PKK yanlısı eğitim yaptırmadıklarını aramalarda bulunan ders notlarından
haberleri olmadığını beyanla suçlarını inkar etmişlerdir.
Ancak
sanıkların bu savunmalarına itibar edilemez:
Dersin
verildiği gün ve tarihin ders hocasının isimlerinin yazılı olduğu içerikleri
yukarda geniş olarak anlatılan ders notları HADEP Genel merkezinde yapılan
aramada bulunmuştur. Dersin HADEP Genel Merkezi Eğitim Salonunda verildiği
bellidir. Dersi veren hocalardan biri olan A. Rıza YURTSEVER parti merkez
yürütme kurulu üyesi diğer ders hocası İhsan DURUKAL, HADEP eğitim komisyonu
üyesidir. Bu derslerin merkez yürütme üyelerinin yani sanıkların haberleri
olmadan verilmesi imkansızdır.
Ayrıca
aramanın yapıldığı gün eğitim salonunda bulunan kara tahtaya Ape Musa Eğitim
devresi 4 yazılı olduğu arama tutanağı kapsamı ve dosyada mevcut eğitim salonundaki
kara tahtanın aramanın yapıldığı gün çekilen fotoğrafı ile de bellidir. Ape
Musa ile Musa Anter kastedilmektedir. Musa Anter'in kişiliği herkesçe
bilinmektedir. PKK'nın düzenlediği sözde barış organizasyonu trenine de Musa
Anter barış treni adı verilmiştir. Eğitim devresini Ape Musa Eğitim Devresi 4
adı verilmesi de sanıkların kastının ne olduğunu göstermektedir.
Ancak
HADEP Genel Merkezi ve HADEP'in il ve ilçe teşkilat binalarında yapılan
propaganda ile gençlerin PKK saflarına katılmaya hazır hale getirilmelerinin ve
HADEP'in PKK örgütünün siyasi kanadı olduğunun tek delili HADEP Genel
Merkezinde bulunan ders notları değildir. HADEP Genel Merkezi ve HADEP il ve
ilçe teşkilat binalarında yapılan aramada PKK propagandasını içeren bol
miktarda yayın ve kaset bulunmuştur. HADEP Genel Merkezinde yapılan aramada
basın bürosunda çoğu yasaklanmış Özgür Halk dergileri. Özgür Halkın Eğitim
serisi dergileri ve buna benzer dergiler bulunmuştur. Özgür Halk dergisi
tamamen PKK örgütünün propagandasını yapan dergidir. Bu dergide silahlı çete
PKK'nın başı Abdullah ÖCALAN'ın da Ali FIRAT takma adıyla yazı yazdığı
bilinmektedir. Bu derginin yayımlandığı Kürdistan Haritası dosyada mevcuttur.
HADEP Genel Merkezinde bulunan bu PKK propagandası içeren dergiler parti merkezine
gelenlerin okumasına açıktır. Sanıkların devamlı PKK'nın propagandasını yapan dergileri
genel merkezlerinde iyi niyetle bulundurdukları düşünülemez. Ankara HADEP il başkanlığı
binasında yapılan aramada bulunan teyp kasetlerinin de tamamının propaganda içerikli
olduğu anlaşılmıştır. Bu kasetlerden birinde,
"Kalkın
yeter artık bu kölelik eğer özgürlüğünüzü istiyorsanız hep beraber kalkalım biz
Kürt gençleriyiz. Yolumuzu biliyoruz. Bizim yuvamız dağlardır. Eğer dostlar ben
bu yolda şehit olursam benim silahımı alın dostlar. Benim yerime savaşın bizim
dağlar çok şirindir. Kanlarla kaplanmış partizanlarımız içinde dolaşıyorlar.
Kalkın hep birlik olalım halaylar çekelim" anlamında Kürtçe türkü vardır.
Diğer kasetlerde incelendiğinde hepsinde aynı içerikte Kürtçe türküler
bulunduğu anlaşılmıştır.
Sakine
DAĞISTAN, Bektaş NERGİZ, Fersande GÖKTIMAR, Edip KAYNAR, Bahattin CESUR'un
HADEP teşkilat binalarında ve Özgür Halk Bürolarında yapılan propagandadan
etkilenerek PKK saflarına katıldıkları kırsala çıktıkları yukarıda
anlatılmıştır) denilmektedir.
Ankara
Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 28.12.1998 gün ve 527 sayılı
iddianamesinde de:
(Yukarıda
açık kimlikleri yazılı sanıklar Murat BOZLAK, Bahattin GÜNEL ve 43 arkadaşının
silahlı çete PKK'nın hal ve vasfını bilerek çeteye yardım ettikleri.
Sanıklardan Murat BOZLAK'ın HADEP Genel Başkanı olduğu, silahlı çete PKK'nın
başı Abdullah ÖCALAN'ın İtalya'da tutuklanmasından sonra Türkiye'nin PKK'nın
Türkiye'de gerçekleştirdiği yüzlerce kanlı terör eyleminin asıl faili olan
teröristin Türkiye'de yargılanmasının temini için iadesi girişimlerine
başlaması üzerine 11.11.1998 günlü yaptığı Basın Açıklamasında:
"Resmi
ideolojinin tek kimlik, tek dil, tek kültür biçiminde şekillenen anlayışının
dar kalıpları çerçevesinde kalınarak bugüne değin Kürt sorununun barışçıl
demokratik çözümü konusunda beklenen adımların atılmaması nedeniyle
insanlarımız büyük acılar ve üzüntüler yaşadılar. İnsan Hakları ihlalleri
durmak bilmedi... Başta İtalya olmak üzere Avrupa ülkelerinin Kürt sorununun
barışçıl Demokratik çözümü konusundaki dostane istemleri yanlış
değerlendirilmiş ve hep geri çevrilmiştir. PKK genel başkanı Abdullah ÖCALAN'ın
İtalya'ya gidişi ile birlikte yeni ve önemli bir gelişme meydana gelmiştir.
Kürt
sorununun barışçıl demokratik çözümü konusundaki istemini sürekli dile getiren
İtalya'nın barışa hizmet etmeyecek yeni acı ve üzüntülerin yaşanmasına
sebebiyet verecek bir karara imza atması beklenmemelidir... Kürt sorunu tüm
Türkiyelilerin sorunudur. Hepimizin sorunudur. Sorunun barışçıl demokratik
çözümü bir zorunluluktur.
Bu
noktada daha fazla acıların yaşanmaması doğrultusunda çaba sarfetmeliyiz. 62
milyon insanın eşit ve özgürce birlikte yaşamasının koşullarını
yaratmalıyız." dendiği. Dosyada mevcut HADEP amblemli Murat BOZLAK imzalı
Basın Açıklaması metninde, Yine HADEP Ankara il örgütü imzalı 13 Kasım 1998
günlü basın açıklamasında:
"PKK
Genel Başkanı Abdullah ÖCALAN'ın İtalya'nın başkenti Roma'ya gidişi ile ortaya
çıkan durum, Kürt sorununun siyasal, demokratik çözümünü bir kez daha
kaçınılmaz bir zorunluluk olarak dünya gündemine oturtmuştur. Artık Kürt sorunu
evrensel bir sorundur... Kürt sorununun siyasal demokratik çözümünü savunmak
evrensel hukuk çerçevesinde Demokratik bir haktır. Ancak ne yazık ki yapay
olarak geliştirilen şovenist dalga ve devlet yetkililerinin tavrı karşısında
her türlü meşru demokratik eylemimiz antidemokratik keyfi bir tutumla, keyfi
bir şekilde engellenmektedir.
Bu
durum karşısında Kürt sorununun siyasal demokratik çözümü ve bu amaca hizmet
edecek tutumları talep etmek amacıyla halktan insanlar açlık grevi yapmak
amacıyla partimize başvurmuşlardır. Halkımızın bu talebini dikkate alırken bir
kere daha aydın demokrat kurum ve şahsiyetlerini göreve çağırıyor. Avrupa
ülkelerinin Kürt sorununun siyasal demokratik çözümü konusundaki tavırlarının
barışçıl çözüme hizmet eden anlayışa bürünmesini istiyoruz... Tarihsel süreç
içinde siyasal demokratik, hukuksal engin deneyimleri dikkate alındığında
İtalya'nın vereceği kararın Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümüne
Ortadoğu halklarının barış içinde yaşamasına katkı sunacağına inanıyoruz. Bu
amaçla halkımızın talebi karşısında il binasında dört günlük açlık grevi
başlatıyor. Demokratik kamuoyunu duyarlılığa çağırıyoruz." dendiği.
Dosyada
mevcut HADEP Ankara il örgütü imzalı 13 Kasım 1993 tarihli "Basına ve
Kamuoyuna'" başlıklı basın açıklaması metninden:
Ankara
il örgütü imzalı basın açıklamasının yapacakları eylemde kendilerine destek
sağlamak amacıyla Barış partisi Genel Merkezine de fakslandığı, Dosyada mevcut
Barış Partisi Genel Merkezinde nöbetçi polis memuru Doğan TOYRAN ile Barış
partisi Genel sekreter Yardımcısı İbrahim KÖKSAL'ın birlikte tuttukları
17.11.1998 günlü tutanak kapsamından,
HADEP
Genel başkanı Murat BOZLAK ve HADEP Ankara il örgütünün basın açıklamalarından
sonra başta Ankara olmak üzere Türkiye genelinde Abdullah ÖCALAN'ın İtalya'da
tutuklanmasını ve Türkiye'nin silahlı çete başının yargılanmasını temin için
iade girişimlerini protesto etmek amacıyla bütün HADEP il ve ilçe binalarında
açlık grevine başlanıldığı,
Dosyada
mevcut Emniyet Genel Müdürlüğü yazılarından anlaşılmıştır. Silahlı çete PKK'nın
başı Abdullah ÖCALAN yıllardır barındığı ve PKK örgütünün kanlı eylemlerini
yönlendirdiği Suriye'den Türkiye'nin sıkıştırması sonucu önce Rusya'ya kaçmış
oradan da İtalya'ya geçmiş, Roma Havaalanında İtalyan makamlarınca
yakalanmıştır. Yakalanmasından sonraki gelişmelerden silahlı çete başının
İtalya'ya planlı olarak geçtiği, burada Türkiye üzerindeki terör eylemlerinden
kesinlikle vazgeçmeksizin önceden Avrupa'da oluşturduğu lobiler vasıtasıyla
yapacağı propagandayla örgütüne ve kendisine siyasi bir hüviyet kazandırmaya
yönelik faaliyetlerde bulunmak amacında olduğu anlaşılmıştır.
HADEP
genel başkanı Murat BOZLAK'ın basın açıklaması ile HADEP Ankara il örgütü
imzalı basın açıklamaları incelendiğinde Abdullah ÖCALAN'ın İtalya'dan başlamak
üzere bütün Avrupa'da hatta dünyada çetesine ve kendisine siyasi bir hüviyet
kazandırmaya yönelik faaliyetlerine paralel açıklamalar olduğu anlaşılır.
Esasen HADEP'in yapılan bütün kongrelerinde yöneticilerinin yaptığı bütün
konuşmalarda yaptıkları bütün basın açıklamalarında Kürt sorununun kan
dökülmeden demokratik barışçıl çözümü yani silahlı çete PKK ve başı Abdullah
ÖCALAN'a siyasi hüviyet kazandırılması vurgulanmıştır.
4.10.1998
günü yapılan HADEP Ankara il kongresinde konuşan Divan Başkanı Şehabettin
ÖZASLANER'in
Biz
Türkiye'de Türklerin, Kürtlerin ve diğer halkların kardeşçe eşitlik temelinde
birlikte yaşamasından yanayız... Çünkü bu Türkiye'yi, bu Cumhuriyeti, onların
atalarından çok bizim Atalarımız, Kürtlerin Ataları da bizim Atalarımız
Çanakkale'de kan dökerek elde etmiştir. Biz Atalarımızın kazandığı topraklara
sahip olmak istiyoruz... HADEP Partisi olarak bir takım önerilerimiz var. l-
Kürt sorununu diyalog yoluyla barışçı siyasal, demokratik yoluyla çözümünü
istiyoruz..." dediği, Aynı kongrede konuşan HADEP Ankara il başkanı Kemal
BÜLBÜL'ün,;
"...Halkın
Demokrasi Partisi ne istiyor' HADEP'in ne istediğini şu an salonda bulunan
ilgili kişilere de soruyorum. Halkların kardeşliğini istiyorlar, biz yasal
demokratik çözümü istiyoruz. Kürt sorununun siyasi çözümünü istiyoruz. Bunun
tarifi nedir' bunun tarifi şudur. Bu ülkede Kürt halkı bir gerçektir, bu
gerçekliği kabul etmek durumundasınız. Kültürüyle, diliyle ve her türlü halk
iradesiyle kabul edilmek durumundadır..." dediği,
Aynı
kongrede, programda müzik dinletisi olmadığı halde "Grup denge Sodiri ve
Hozan Mervan isimli müzik grubunu hükümet komiserinin ikazına rağmen şarkı
söylettiklerini müzik grubunun sözleri,
"Sizler
dağ başındasınız partimiz için özgürlüğümüz için - hep birlikte gittiler
Cizre'ye Botan'a bizim sesimiz duyuldu tüm cihanlara- Benim şanım rengim
duyuldu- Tüm cihanda benim rengim duyuldu - Eğer sen şehit olursan - Anam sen
ağlama yurtseverlerimiz çıkmışlar dağ başına - Diyarbakır zindanları çok
ağırdır. Biz çekiyoruz. - O AMED şehri bizim şehrimizdir. - O bizim
kardeşimizdir.- O bizim rehberimizdir. - Devrimler devrandır, ben ölürüm. -
bizim ölülerimiz yalnız dağlarda kalırlar. - Mazlum doğan Kürdistan'dır. - Sen
gidersin mazlum doğan - Mazlum dağ Kürdistandır. Kürdistandır. - sen gidersin
mazlum dağan mazlum dağan - sen gidersin baş kaldırmışsın mazlum dağan mazlum
dağan -Arkadaşlar hep yola çıktılar partizan için - bu bizim savaşımızdır. Vay
vay - yurtsever arkadaşlar gelin Kürtler - öne gelin kardeşler, memleket bizi
bekliyor. -Gelin arkadaşlar dönem bizini dönemimiz - Gelin kardeşler gelin öne
gelin bizim günümüzdür bugün" olan şarkıları söylediği,
Dosyada
mevcut 4.10.1998 günlü HADEP Ankara ili 5. olağan kongresinde yapılan
konuşmalar ve söylenen şarkıların alındığı kaset çözüm tutanağı kapsamından,
Yine
1.11.1998 günü yapılan HADEP'in Büyük Kongresinde "Biji Aşiti, faşizme
karşı omuz omuza. Kürdistan faşizme mezar olacak, biz PKK. lıyız. PKK halkın
partisidir. Serok Apo, Biji Apo. Gerilla vuruyor, Kürdistanı kuruyor."
sloganlarının atıldığı, atılan sloganlara divanın tepkisiz kaldığı. Hükümet
Komiserinin uyarısı üzerine divan başkanının PKK lehine slogan atan topluluğu
uyardığı,
Dosyada
mevcut 1.11.1998 günlü tutanak kapsamından anlaşılmıştır.
HADEP
Genel Başkanı Murat BOZLAK'ın ve HADEP Ankara il örgütü imzalı basın
açıklamaları, HADEP kongrelerinde HADEP yöneticilerinin yaptıkları konuşmalar
kongrelerinde söylenen gençleri PKK saflarına katılmaya davet eden şarkılar,
PKK ve Abdullah ÖCALAN lehine atılan sloganlar, silahlı çete PKK ile HADEP
arasında organik bir bağ olduğunu gösterir. PKK HADEP birlikteliği PKK ile
HADEP arasındaki organik bağlı, HADEP il, ilçe binalarında merkez binasında
yapılan aramalarda bulunan belge ve dokümanlarda daha açık bir şekilde görülür.
19.11.1998
günü HADEP genel Merkezinde yapılan aramada 15 adet Yurtsever Gençlik Dergisi.
Zindan dergileri, Abdullah ÖCALAN'ın (Kadın ve Aile Sorunu) isimli kitabı Welad
Dergileri, Video kasetler, Abdullah ÖCALAN'ın Politik Rapor isimli kitabı, 12
Eylül Faşizmi ve PKK Direnişi isimli kitabı ve daha birçok doküman bulunduğu,
19.11.1998
günlü Yakalama ve Zaptetme Tutanağı kapsamında;
Aramada
duvara asılı pano üzerine silahlı çete PKK ve PKK'nın başı Abdullah ÖCALAN ile
ilgili terör örgütünün propagandasını yapan gazetelerden kesilmiş kupürlerin
yapıştırıldığı bir gazele kupüründe "Avrupa'nın bir çok kentinde eylem
yapan Kürtler ÖCALAN'a destek için Romaya akacak" yazısının bulunduğu, bu
yazının altında "Kürtler Roma'ya aktı" başlığı ile ÖCALAN ile ilgili
haberlerin, onun altındaki gazete kupüründe de "Cezaevlerinde ölüm
bekleniyor" başlıklı gazete kupürünün daha altta da "Abdullah ÖCALAN:
vasiyetleri bizim için emirdir." ve altında "PKK'lı ve DHP.li
tutukluların suikast girişimini protesto için bedenlerini ateşe vermeleri
üzerine bir açıklama yapan PKK Genel Başkanı Abdullah ÖCALAN yakma eylemlerinin
durdurulması gerektiğini belirttiği." yazısının bulunduğu, duvara sarı
üzerine kırmızı renkle Kürt sorununa demokratik çözüm yazılı bez pankartın
asıldığı;
Arama
sırasında çekilen ve Ek-1 dosyada içindeki mevcut fotoğraflardan anlaşılmıştır.
HADEP
Genel Merkezinde Gençlik kolu komisyonu üyelerine eğitim verildiği. eğitim
salonunda bulunan kara tahta üzerine partinin yolu, misyonu -legal-illegal
yazdığı bu suretle HADEP'in illegal faaliyetlerinin de olduğu belirtildiği;
19.11.1998
günü HADEP Genel Merkezinde yapılan aramada bulunan negatiflerin tab edilmesi
ile elde edilen ve Ek-1 dosyada mevcut fotoğraflardan,
HADEP
Genel Merkezinde bulunan kasetlerden 6 sıra numaralı kasette HADEP Siirt il
başkanlığının 26 Nisan I997'de verdiği dayanışma yemeğinin görüntülerinin
bulunduğu, bu yemekte bir konuşmacının Kürtçe olarak "Ey Kürt halkı biz bu
Kemal savaşına karşı baş kaldıralım. Ev arkadaşlar bunlar resmen bizim Kürt
halkımıza savaş açmışlar." dediği,
14
numaralı kasette 12 Mart 1997 günü HADEP Şanlıurfa il teşkilatının düzenlediği
Nevruz kutlamaları görüntülerinin bulunduğu, sözleri "Halkın savaşçıları Kürdistan
bizi bekliyor kaç bin yıldan beri Kürdistan el altındadır. Mazlum doğan sen
kültlerin liderisin mazlum doğan" olan şarkılar söylendiği dört gencin
PKK'nın bayrağını sallayarak, toplulukta dolaştırıldığının görüntülendiği.
Dosyada
mevcut bant çözüm tutanaklarından ve de
Genel
Merkezden alınan evraklar arasında Mardin ve başka cezaevlerinde bulunan çok
sayıda PKK militanının açlık grevine başladıklarını belirten mektuplarının
bulunduğu;
EK-2
dosyadaki PKK'lı militanların mektuplarından anlaşılmıştır.
19.11.1998
günü HADEP Ankara il örgütü binasında yapılan aramada Özgür Halk, Devrimci
Gençlik dergilerinin bulunduğu, binanın duvarlarına "Kürt sorununa
barışçıl, demokratik bir çözüm için açlık grevindeyiz" yazılı kağıdın
altında "Faşist güçler tarafından katledildi" yazısı olan Hakim ATİK
isimli bir şahsın resminin "Roma barış ve siyasi çözümün
başkenti olsun" yazısının bulunduğu kağıdın, öldürülen bir kadın resminin
asıldığı il binasında mevcut olan ve alınan dosyaların araştırılması sonucu
dosyalardan birinde, 70x30 ebatlarında PKK'nın bayrağı ile kurmayı düşündükleri
Kürdistan haritasının bulunduğu, özgür halk dergisinin bastırdığı 1998 yılına
ait takvimin bulunduğu,
a)
19.11.1998 günlü dosyada mevcut yakalama tutanağı kapsamı,
b)
HADEP Ankara il binasında çekilen ve dosyada mevcut fotoğraflar, (EK-1 dosyada)
c)
Ek-1 dosyada mevcut 26.11.1998 günlü tutanak kapsamı ile PKK bayrağı ve
Kürdistan haritasını ihtiva eden Özgür halk dergisinin bastırdığı 1998 yılı
takvimi gibi delillerden anlaşılmıştır.
HADEP
Altındağ ilçe binasında yapılan aramada "Ulusal parlamento ve
işlevleri" başlıklı daktilo ile yazılmış 3 sayfalık yazıda:
"...K.
S. Parlamentosu çok önemli bir görevi yerine getirmek üzere kuruldu.
Kürdistan'ın yüzyıllardır işgal altında oluşu ve Kürt halkının defalarca
katliam ve sürgün olayları yaşaması sonucu yirminci yüzyılın son çeyreğinde
ulusal ve toplumsal alanlardaki gelişmelerle birlikte uyanan halkımız
öncülerinin önderliğinde örgütlenip özgürlük mücadelesine başlamıştır.
Kendisini demokratik alanda ifade etmek için parti kurup örgütlenme
faaliyetlerini yasalar çerçevesinde yürüten Kürt halkına bütün demokratik
alanlar kapatıldı, sonra Genel Başkanları ve parti yöneticileri saldırıya
uğrayarak yüzlerce şehit vererek bir o kadar da parti üyesi sistemin vurucu
gücünün boy hedefi oldu. Ülkede özgürce örgütlenmek ve yaşama olanağı kalmayan
demokratik alanların kendilerine kapanması sonucu ülkelerini terketmek zorunda
kaldılar. İşte sürgündeki kürt parlamentosu tarih boyunca sömürgeci ve
işgalcilerin zulmüne dayanamayarak Ortadoğu'dan Kafkaslara hatta Avusturalya'ya
ve AB devletlerine kadar Türklerin oluşturdukları ulusal birlik çabalarının
ürünüdür, aynı zamanda Türk halkının yürüttüğü özgürlük mücadelesinin bugüne
ulaştığı ulusal kurumlaşma ve iktidarlaşmanın en üst aşamasıdır. Bu parlamento
tüm Kürt halkını uluslararası platformlarda temsil etme hakkına sahiptir. Bütün
bu gelişmeler karşısında Halkın Demokrasi Partisinin yıllar sonraki işlevi
nedir'" dendiği.
Dosyada
mevcut yazı metninden;
HADEP
Keçiören ilçe merkezinde yapılan aramada bulunan Halkın Demokrasi Partisi
Merkezi Gençlik komisyonluğuna hitaben yazılan raporda;
"...üniversite
gençliğinin yanı sıra bugün liseli gençliğin durumuna baktığımız zaman tamamen
kimliksizleştirilip tek insan tipi haline getirilmiş ve düzenin okullarındaki
ezberci eğitim sisteminin etkisiyle sorma ve öğrenmeden uzaklaştırılıp her şeyi
kabullenen bir liseli gençliğin yaratıldığını görürüz. Özellikle Türkiye
metropollerine göç edip düzenin eğitim kurumlarında okuyan Kürt gençleri
asimilasyon ve köleleştirmeye uğratılarak kendi özünden uzaklaştırılmaktadır.
Bizim bu öğrencilerin bu durumunu düzeltmek ve ilişkilerde HADEP'e kazandırmak
için öncelikle bu gençlere TC. nin eğitim sistemini, TC. nin yaptığı baskı ve
zulmün boyutunu ve yaşadıkları ilişkilerdeki çarpıklığı, kişiliklerindeki
çelişkiyi su yüzüne çıkarmamız gerekmektedir. Bunun için;
l
- Liselerde HADEP adına bir örgütlenme oluşturmamız.
2-
Oluşturulan bu çekirdek grupla öncelikle Kürdistanlı gençlerin belirlenip ilişki
sağlanması..." dendiği,
PKK
militanı M. Hayri DURMUŞ ile ilgili el yazısı ile yazılmış not bulunduğu,
notta;
"Hayri
DURMUŞ... 1979'da yakalandığında PKK üyesiydi. Mütevazilik, olgunluk,
soğukkanlılık, partiye sarsılmaz bağlılık, bütün bunlar Hayri DURMUŞ'un
değişmez özellikleriydi... Tarih yıllardan 1982 aylardan Temmuzu günlerden 14'ü
bir kilometre taşı olarak hanesine kaydediyordu. İşte o gün, işte o saat ve
anda M. Hayri DURMUŞ kürsüye yürüdü. "Biz dedi. Yapsakta yapmasakta parti
önderliği ve parti bu işleri götürür, zaferi kesinlikle kazanır. Bu önderlik bu
savaşın bu mücadelenin peşini kesinlikle bırakmaz... Bu benim son duruşmam
olacaktır. Kurtuluş saflarında Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi için
yıllarca mücadele verdim, kişisel hiç bir beklentim ve hesabım olmadı. Daha
fazlasını yapamadığım için mezar taşıma bu adam halkına borçlu gitti diye
yazın..." yazdığı yine el yazısı ile yazılmış bir şiir bulunduğu, şiirin
sözlerinin;
"Kavganın
namlusunda Ağustos sıcağında yangına dönüştüler ve biz onların adlarıyla
yargıladık geçmişi künyemize isyancı gülüşleri kazıdık ve dedik ki-ey umudun
yolcuları-düşlerimize sarılmış geleceğimiz-yürüyüşünüz ve gülüşünüz
destandır-andımız olsunki - Yürüyüşünüz yürüyüşümüzdür. - Gülüşünüz
gülüşümüzdür.- Düşleriniz bizde gerçek- bir gerçek-ya özgür vatan-ya
ölümdür." olduğu;
Ek
dosyada mevcut rapor fotokopisi ve M. Durmuş HAYRİ ile yazılan yazı ile şiirden
anlaşılmıştır.
HADEP
Adana il binasında yapılan aramada, çok sayıda özgürleşen Yurtsever dergisi.
Özgür Halk dergisi, Abdullah ÖCALAN'ın Ali Fırat takma adıyla yazdığı
Kürdistanda Kişilik Sorunu adlı kitap, Abdullah ÖCALAN'ın yazdığı Sosyalizm ve
Devrim Sorunları isimli kitap, Abdullah ÖCALAN'ın yazdığı 12 Eylül Faşizmi ve
PKK direnişi isimli kitap, Evina Velat isimli Abdurrahman Durre'nin yazdığı
kapağında sözde Kürdistan haritası olan kitap, üzerinde "Nevrozunuz Kutlu
Olsun ve Kürtçe Nevroz piroz b" yazılı sözde Kürdistan haritası olan afişlerden
106 adet bulunduğu, parti binasında ayrılan gençlik köşesinde, 15 adet güvenlik
kuvvetleri ile girdikleri çatışmada öldürülen terör örgütü militanlarının
resimlerinin bulunduğu,
19.11.1998
günlü arama tutanağı kapsamı ile, 20.11.1998 günlü Tespit Tutanağı kapsamında
anlaşılmıştır.
HADEP
Antalya İl Başkanlığındaki yapılan aramada çok sayıda Özgür Halk, Özgürleşen
Yurtsever Gençlik, Öncü Yurtsever Gençlik, Jian Revşan, Zindan ve Zent
dergileri, Nevroz Piroz B isimli HADEP teşkilatına ait 30 adet afiş, Mihamet Arif
Vicvari Hasen Cizvari isimli ve fotoğraflı 13 adet afiş, Velate Roje isimli 2
adet afiş, Xelil Xemşin isimli ve fotoğraflı 4 adet afiş ve daha çok sayıda
yasak yayın bulunduğu; 19.11.1998 günlü arama ve zaptetme tutanağı kapsamında;
HADEP
İstanbul il binasında yapılan aramada 1x5 metre ebadında "Dersim Direnecek
HADEP İstanbul İl Başkanlığı" yazı ve imzası bulunan pankart, 1x3 metre
ebatlarında üzerinde eli sıkılı PKK teröristi resmi ve "Yaşasın 15 Ağustos
Atılım Ruhu" yazısı bulunan bez pankart, çok sayıda yasak yayın bulunduğu;
19.11.1998
günlü arama tutanağı kapsamında.
HADEP
Bakırköy ilçe binasında yapılan aramada, ilçe başkanının odasındaki panoda PKK
terör örgütünün başı Abdullah ÖCALAN'ın üzerlerinde sarı yeşil kırmızı
renklerden oluşan kurdele ile bağlanmış fotoğrafı, içinde Abdullah ÖCALAN'ın
resminin de bulunduğu "PKK Genel Başkanı Abdullah ÖCALAN'dan çözüm
çağrısı" yazısı bulunan fotoğraf "PKK Türkiye Partisidir" yazılı
resimli döviz, önü PKK militanları, M. Hayri DURMUŞ, Kemal PİR, Akif YILMAZ,
Ali ÇİÇEK'in resimlerinin yapıştırıldığı kağıt üzerinde "TC.nin Güney
Kürdistan'daki harekatını nefretle kınıyor" yazılı döviz, 3 PKK
militanının resmi, Abdullah ÖCALAN'ın resminin bulunduğu kartonlar üzerine
yazılmış çeşitli dövizler, İtalyan Büyükelçiliğine yazılan 30 adet dilekçe ve
çeşitli örgüt terimleri bulunduğu;
19.11.1998
günlü arama ve zaptetme tutanağı kapsamından,
Eminönü
HADEP ilçe binasında yapılan aramada Özgür Halk, Özgürleşen Yurtsever Gençlik,
Özgür Kadın ve Zindan dergileri ile 10 adet tek tip kot pantolon, 12 adet
komando tipi askeri pantolon ve tişört bulunduğu, 19.11.1998 günlü yapılan
arama tutanağı kapsamında.
Malatya
il binasında yapılan aramada örgüt yayınlarından başka, Malatya Valisi, Emniyet
Müdürü, Şube Müdürünün fotoğrafları ile polis ve askeri tesislerin
fotoğraflarının bulunduğu,
Türkiye
genelinde yaptırılan aramalarla ilgili olarak Emniyet Genel Müdürlüğü'nün
gönderdiği 23.11.1998 günlü yazıları kapsamından,
HADEP
Van il binasında yapılan aramada, çok sayıda örgüt yayını, il başkanının
odasında kitaplık içinde gizlenmiş yabancı menşeli yeşil renkte askeri tip,
üzerinde H.E.R. DM 41 SIPLITTER yazılı el bombası ile 1x1.5 metre ebadında
sözde PKK bayrağının bulunduğu,
Dosyada
mevcut Van İl Emniyet Müdürlüğünün 19.11.1998 günlü fax yazılarından
anlaşılmıştır.
Diğer
HADEP binalarında da aynı belgeler bulunmuştur. Bulunan bu belgeler PKK ile
HADEP arasındaki organik bağı açıkça gösterir. HADEP Merkez binası il ve ilçe
binaları, PKK propagandasının açıkça yapıldığı yerlerdir. HADEP'de beyinleri
yıkanan Kürt asıllı gençlik PKK saflarına katılmaya hazır hale getirilmektedir.
İstanbul
il binasında bulunan pankartlar ile, Eminönü ilçe binasında bulunan çok sayıda
tek tip pantolon ve gömlekler ile Bakırköy ilçe binasında bulunan Abdullah ÖCALAN'ın
resminin olduğu dövizler İstanbul'daki PKK militanlarının eyleme bu binalardan
çıktıklarını, eylem sonrası polis takibinden kurtulduktan sonra yine bu
binalara sığındıklarını, buralarda kıyafet değiştirdiklerini gösterir. Van il
binasında bulunan el bombasının da PKK'nın yapılması düşünülen bir eyleminde
kullanılacağı kesindir.
PKK,
ile HADEP arasında mevcut organik bağdan HADEP il ve ilçe yöneticilerinin PKK
eylemlerine paralel ve PKK'nın amacına hizmet eden eylemlerinden HADEP merkez
yürütme kurulu üyeleri olan sanıkların tamamı sorumludur. Onlarda aynı eylemin
içindedirler. Abdullah ÖCALAN'ın İtalya'da yakalanmasından sonra HADEP Merkez
binasındaki panoya PKK'nın propaganda organı olan gazetelerden kesilmiş herbiri
Abdullah ÖCALAN ve Abdullah ÖCALAN'ın İtalya'da yakalanmasından sonra PKK
eylemcilerinin eylemleri ile ilgili haber içeren gazete kupürlerinin
yapıştırılması, PKK ve Abdullah ÖCALAN'ın propagandasını yapmak içindir.
Sanıklar yaptıkları bu eylemin doğuracağı sonuçların şuurundadırlar.
Silahlı
çetenin başının İtalya'da yakalanmasını ve Türkiye'nin çete başını
yargılayabilmesi için iadesi girişimlerini protesto etmek amacıyla açlık grevi
başlatılması da silahlı çetenin hal ve vasfını bilerek çeteye yardım etmektir.
Eylemin bir başka aşamasıdır. Demokratik meşruiyeti kabul edilemez. Buradaki
eylemin amacı, Türkiye Cumhuriyeti devletini bölmek ve bu amaca da ulaşmak için
gerçekleştirdiği kanlı eylemlerle otuzbin küsur insanın canına kıyan bir terör
örgütüne ve onun katil başkanına destek olmak, Abdullah ÖCALAN'ın
tutuklanmasını protesto etmektir. Açlık grevi HADEP yöneticileri tarafından bu
amaçla başlatılmıştır. Bütün Türkiye'de HADEP binalarında başlatılan açlık
grevleriyle Avrupa'ya ve bütün Dünya'ya Abdullah ÖCALAN'ın terörist bir örgütün
lideri olmadığı ve arkasında bir halkın bulunduğu mesajı verilmek istenmiştir.
Bu açlık grevi eylemi silahlı çetenin hal ve vasfını bilerek çeteye yardım
etmektir.
PKK
bir terör örgütüdür.
6.2.1993
günü Midyat ilçesine gitmekte olan minibüsün PKK teröristlerince yola
yerleştirilen patlayıcıya çarpması sonucu yedi vatandaşımızın,
6.2.1992
günü PKK teröristlerinin yaptıkları bir baskınla Kurtalan ilçesi Üçyol ayrımındaki
evlerde oturan üçü kadın beş vatandaşımızın,
6.3.1993
günü PKK teröristlerinin Iğdır Evcik Köyündeki kahvehaneye yaptıkları bir
baskınla kahvehanede oturan dört vatandaşlarımızın,
14.6.1993
günü PKK teröristlerinin Şirvan ilçesi Gözlüce köyüne yaptıkları baskınla altı
vatandaşımızın, iki köy koruyucusunun,
25.6.1993
günü Mardin ili Yeşilli Koyunlu köyüne PKK teröristlerinin yaptıkları baskında
dördü kadın yedi vatandaşımızın,
29.6.1993
günü Mardin ili Yalı köyü Hamzabey Mezrasında PKK teröristlerinin yaptıkları
baskında dördü kadın altı vatandaşımızın,
5.7.1993
günü PKK teröristlerinin Kemaliye Başbağlar köyüne yaptıkları baskında 28
vatandaşımızın,
1.1.1994
günü Diyarbakır Ergani ilçesi Elazığ karayollarında yol kesen PKK teröristleri
tarafından biri polis 8 vatandaşımızın,
12.2.1994
günü İstanbul Tuzla istasyonunda PKK militanlarının çöp bidonuna koydukları
bombayı patlatmaları sonucunda 5 askeri öğrencinin,
3.8.1994
günü Alacakaya ilçesi Halkalı köyüne PKK teröristlerinin düzenlediği baskınla
10 vatandaşımızın öldürülmesi ile ilgili eylemler, terör örgütü PKK'nın
sivillere yönelik kanlı eylemlerinden sadece birkaçıdır.
Bu
kanlı örgüt insanlığın baş belası olan uyuşturucu ticareti ile de
uğraşmaktadır. Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı PKK
terör örgütünün organize ettiği 155 uyuşturucu madde olayında iki ton 502 kg
758 gram eroin. 13 ton 360 kg 950 gram esrar, 4 ton 255 kg 714 gram baz morfin,
2 ton 125 kg 258 gram Hint keneviri, 22 ton 440 kg. asetik asit anhidrit. 621
gram kokain, 277 000 amphetamin tablet l ton 0.80 kg. sodyum karbonat ele
geçirildiğini, olaylarda 572 sanığın yakalandığını,
Bunun
da haricinde Olağanüstü Hal Bölgesinde ortaya çıkartılan PKK ya ait sığınak ve
hücre evlerinde 7 ton 466 kg. esrar, 1.984.000 kök Hint keneviri, 63 kg 375 g
eroin, 33 kg baz morfin, l adet uyuşturucu imalathanesinin ele geçirildiği
tesbit edilmiştir.
Uyuşturucu
ticareti ile uğraşan bu kanlı terör örgütü ve liderine siyasi hüviyet
verilemez. Böyle bir terör örgütünü Türkiye'nin muhatap kabul etmesi de
düşünülemez. PKK TCK.nun 125. maddesinde yazılı suçu işlemek için kurulmuş bir
silahlı çetedir. Bir suç örgütüdür. Yargıtay'ın bütün içtihatlarında da PKK
silahlı çete olarak kabul edilmiştir.
Türkiye
Cumhuriyeti, Demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir. Her Türk vatandaşının
Anayasa'daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanacağı, milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içerisinde onurlu bir
hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hakkına sahip
olduğu, herkesin dil, din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç,
mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu
Anayasa hükmüdür.
Avrupa
İnsan Hakları Evrensel Sözleşmesinde sayılan bütün hak ve özgürlüklerin
tamamına Türk vatandaşları da sahiptir. Türkiye'de hak ve özgürlüklerin
kullanımının sınırlandırılması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin öngördüğü
sınırlandırmalardan fazla değildir.
Türkiye'de
mevcut etnik guruplardan hiçbiri azınlık statüsünde değildir. Tamamı Türk
vatandaşlarının sahip olduğu bütün haklara sahiptir. Türkiye'de etnik
kültürlerin inkar edildiği de bir safsatadan ibarettir. Etnik kültürler milli
kültürün bir parçasıdır. Türkiye Televizyonlarını izleyenler etnik kültürlerin
televizyon ekranlarına nasıl yansıdığını görürler ve etnik kültürlerin
inkarının bir safsatadan ibaret olduğunu anlarlar. Türkiye yönetiminde
bürokrasisinde ve yargısında Kürt asıllı yüzlerce bürokrat hakim ve savcı, çok
sayıda bakan vardır. Büyük işadamı olmuş. Türkiye'de ticaret ve sanayiye
iştirak etmiş yüzlerce Kürt asıllı vatandaşımız vardır.
Türk
vatandaşları arasında etnik kökenine göre hiç bir ayırım yapmadığı gerçek olan
Türkiye'den hiç bir kuruluş belli bir etnik köken için imtiyaz sayılabilecek
haklar verilmesini de isteyemez. Kaldı ki Türkiye'nin muhatap kabul etmesinin
istendiği PKK'nın istekleri imtiyaz kabul edilecek hakların elde edilmesi ile
sınırlıda değildir. HADEP binaların da bulunan Kürdistan haritaları,
Türkiye'nin dışında komşularının topraklarını da içine almaktadır. Türkiye'nin
komşularının topraklarında gözü yoktur. Ancak terör örgütünün hedefi bir kısmı Türkiye
toprakları üzerinde olmak üzere Türkiye sınırlarını da aşan müstakil bir
Kürdistan kurmaktır. Bu sebeple hiçbir kuruluş, hiçbir güç Türkiye'yi etnik bir
guruba imtiyaz sayılabilecek haklar vermeye zorlayamaz, uluslararası
anlaşmalarda buna cevaz vermez) denilmektedir.
Ankara
Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 23.8.1996 gün ve 83 sayılı
iddianamesinde ise;
I-
OLAYLAR
l-
23.6.1996 tarihinde Ankara Atatürk Kapalı Spor Salonunda yapılan ve PKK
örgütünün gövde gösterisi halinde cereyan eden Halkın Demokrasi Partisi
(HADEP)'in 2. Olağan Genel Kurultayı. Genel Merkezi Ankara'da bulunan Halkın
Demokrasi Partisi'nin 2. Olağan Genel Kurultayı'nın 23.6.1996 günü Ankara
Atatürk Kapalı Spor Salonu'nda yapıldığı.
Salonda
aşağıdaki pankartların açılmış olduğu;
Yaşasın
Halkların Kardeşliği.
Kirli
Savaşa Son,
Şehitlerimiz
Mücadelemize Işık Tutuyor.
Gençliğin
Militan Mücadelesi Kızıllaşan Topraklar Yaratıyor. Zafer, Direnen
Halkımızındır.
Emekçiler
HADEP'e Özgürleşmeye,
Barış,
Hemen Şimdi,
Salonda
HADEP Genel Başkanı Murat BOZLAK'ın posteri ile Türk Bayrağı ve HADEP Parti
Bayrağının yan yana asılmış olduğu,
Salon
içinde ayrıca "DERXMEDAN Jİ YANE. Biji Aşiti. BERXWEDAN Rumeta. Bere
Mezine" gibi Kürtçe pankartların taşındığı.
Tutsak
aileleri diye nitelendirilen bazı kişilerin "biji Bİ RATİ YE GELA,
Zindanlar Boşalsın, Tutsaklara Özgürlük, Cenevre Sözleşmesine Uyulsun, Ateşkese
Cevap Verilsin, Evlatlarımız Onurumuzdur Çiğnetmeyeceğiz. Operasyonlar
Durdurulsun" yazılı pankartları taşıyarak ve zafer işaretleri yaparak salon
içinde dolaştıkları, tribünlerde bulunan kalabalığın zılgıt çekerek kendilerini
destekledikleri.
Kurultayın
devamı boyunca salonda aşağıdaki sloganların atıldığı:
Biji
Serok APO.
Gerilla
Vuruyor, kürdistan Kuruyor.
Şehit
Namirin,
Yaşasın
Halkların Kardeşliği.
PKK
Orada Ordu Burada.
PKK
Halkın Halk Burada
Kirli
Savaşa Son.
Önce
Dörtler. Şimdi Onbinler. Zafer Direnen
Halkımızındır.
Savaşsa Savaş. Barışsa Barış
Zindanlar
Boşalsın Tutsaklara Özgürlük.
Genel
Başkan Murat BOZLAK'ın salonda yerini almasından sonra salon içerisinde PKK
örgütün sözde bayrağı ile örgütün lideri Abdullah ÖCALAN'ın posterinin salon
içerisinde dolaştırıldığı, bu esnada salonda bulunanların "Gerilla
Vuruyor, Kürdistan'ı Kuruyor.
Biji
serok Apo." gibi sloganları attıkları.
Murat
BOZLAK konuşmasına başladıktan sonra şeref tribünü tarafına çatıya maskeli
kişiler tarafından evvela PKK örgütünün sözde bayrağının asıldığı, daha sonra
bu bayrağın yanına Abdullah ÖCALAN'ın beyaz bez üzerine siyah beyaz olarak
yapılmış posterinin asıldığı, daha sonra salondaki tek Türk Bayrağının yine
maskeli bir şahıs tarafından ipleri çözülmek suretiyle yere düşürüldüğü, yerine
PKK örgütünün başı Abdullah ÖCALAN'ın posterinin asıldığı, bu olaylar salonda bulunanlar
tarafından coşkulu bir şekilde alkışlanırken Genel Başkan Murat BOZLAK'ın hiç
bir tepki göstermediği, konuşmasına devam ettiği, iddia olunduğu gibi Divan
Başkanı Hikmet FİDAN tarafından konuşmasının 'kesilmediği, Divan Başkanı Hikmet
FİDAN'ın ise cereyan eden olaylar karşısında "Parti disiplinine ve tüzüğe
uyalım" şeklinde cılız ve göstermelik bazı ikazlar yaptığı. Hükümet
Komiserinin uyarısı üzerine Türk Bayrağı'nın yerine asılması ikazında
bulunduğu, ancak Türk Bayrağının yerine asılmadığı, bunun üzerine Divan Başkanı
Hikmet FİDAN'ın isteğiyle salonda bulunanların "Yuh" sesleri arasında
Divan önüne serildiği, bayrağın büyük bir kısmının yerlerde sürünmesi ve
çiğnenmesi üzerine hükümet komiseri'nin uyarısıyla buradan kaldırıldığı.
Saat
14.30 ile 15.30 arasında Divan Başkanı tarafından Kurultaya ara verildiği,
ancak bu ara verişte PKK bayrağı ile Abdullah ÖCALAN'ın posterinin bulundukları
yerden indirildikleri.
Kurultay
Salonunda delegelerin ve dinleyicilerin girmesiyle birlikte yukarıda anlatıldığı
şekilde PKK örgütünün eylemlerinin başladığı ve saat 14.30'a kadar devam
ettiği, bu eylemlere Genel Başkan ve Parti Meclisi üyelerinin hiç bir
müdahalesi olmadığı. Genel Başkanın olayları göre göre konuşmasına devam
ettiği, salondakileri selamladığı.
24.6.1996
günü saat 05.30 sıralarında Kurultay Salonunda yapılan aramada delegelerin
oturduğu bölümde sandalyelerin altına bırakılmış olan 50x75 cm ebadında PK
bayrağı bulunduğu, bu bayrağın kurultayın devamı sırasında salona asılan bayrak
olduğu,
Ayrıca,
Parti Meclisi üyelerinin salondaki yerlerinin karşısında tribüne asılmış
olarak;
"Ateşkesin
ülkesinden geliyoruz.
Güneşin
Saçlarına tutunarak.
Yeşil
Topraklarımıza ulaşacağız.
HADEP
İstanbul il Kadın Komisyonu" yazılı pankart ile parti Meclisi üyelerinin
arkasındaki tribüne asılmış olarak:
"Kahrolsun
sömürgecilik,
Askeri
İşgale Son.
"Anti
sömürgeci Gençlik" ibareli pankartlar ele geçtiği böylece legal bir siyasi
kuruluş olan HADEP'in 2. Olağan Kurultayının gerçekte PKK'nın cephe
örgütlenmesi olan ERNK (Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin kurultayı
şeklinde cereyan ettiği, aşağıdaki delillerin tetkikinden anlaşılmıştır.
a)
Kurultayı görüntüleyen video kasetleri,
b)
Bu kasetlerin Çözümü,
c)
Teyp Kasetlerinin çözümü,
d)
24.6.1996 tarihli olay tutanağı,
e)
Emniyet Güvenlik Şube Müdürlüğü'nün raporu,
f)
Hükümet Komiseri'nin Raporu,
g)
Arama ve Zaptetme tutanağı,
II-
24.06.1996 TARİHİNDE HADEP GENEL MERKEZİNDE YAPILAN ARAMA
23.6.1996
tarihinde Ankara Kapalı Spor Salonu'nda yapılan HADEP 2. Olağan Kongresinin
PKK'nın gövde gösterisi halinde cereyan etmesi, Türk Bayrağının yere indirilip
yerine Abdullah ÖCALAN'ın posterinin asılması üzerine HADEP Genel Başkanı Murat
BOZLAK, Parti Meclis üyeleri ve Divan üyeleri gözaltına alınmış, 24.6.1996
tarihinde HADEP Genel Merkezinde, Ankara il teşkilatı binasında ve ilçe
teşkilatlarında arama yaptırılmıştır.
HADEP
Genel Merkezinde yaptırılan aramada 2 Klasör haline getirilmiş (K.I, D.I-159 ve
K.2 D. 160-340) PKK'nın yayın organları olan KURT-HA (Kürd Alman Haber
Ajansı)'nın Bültenleri ele geçmiştir.
KURD-A
Haber ajansının önce PKK'nın yurtdışı baskılı illegal yayın organı olan
BERXWEDAN dergisi tarafından kurulduğu ve Kürdistan Haber Ajansı olarak
faaliyete geçtiği, bilahare PKK yanlısı yayın yapması üzerine Alman Hükümeti
tarafından kapatıldığı, bu kapatma üzerine Kurd-Ha (Kürt Alman Haber Ajansı)
olarak tekrar faaliyete geçirildiği tesbit edilmiştir.
KURD-A
bültenleri incelendiğinde ARGK (Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu) ERNK (Kürdistan
Ulusal Kurtuluş Cephesi)'nin bildirileri mahiyetinde oldukları görüşmüştür.
Bu
bildirilerden bazılarının başlıkları ile bazılarından örnekler aşağıya
alınmıştır:
ARGK
Gerillası bugün devlet güçlerine bir çok bölgede saldırdı. 16 asker öldü. 10
asker yaralandı.
ARGK
Basın Bürosu Şırnak kuşatmasında sonuçları açıkladı: 53 Asker, 3 Subay. 6
Polis, 3 Korucu öldü.
Onbinlerce
orduyu Botan'a yığan Türk Devleti çaresiz durumda... Gerillaların Şırnak
kuşatması devam ediyor.
Korucu
köyüne yapılan baskında 12 asker öldü.
ARGK
Zafer Kampı komutanı Mahir: bu yıl kurtarılmış alanlar ilan edeceğiz.
ERNK
Avrupa Örgütü: süreç kesin zafere gitme sürecidir.
Lice
katliamında TC. kimyasal silah kullandı. 12 kişi kör oldu. 380 kişi katledildi.
ARGK:
izin belgesi alan turistler ülkemizi güven içinde ziyaret etmektedirler.
ARGK:
Kürdistan'a izinsiz girilemez,
ARGK:
bizim sol örgütlerle karşılıklı anlayış temelinde çözemeyeceğimiz hiç bir
sorunumuz yoktur.
ERNK
Avrupa örgütünün 13.10.1993 tarihli "Yiğit Kürdistan halkı demokratik
kamuoyuna" başlıklı bildirisi, bu bildiride şöyle denilmiştir...
"Sömürgeci faşist Türk Devletine ve onun kanlı özel savaş gücüne karşı
partimiz önderliğinde sürdürülen amansız mücadele tarihimizde görülmedik
düzeyde boyutlanarak ve yükselerek devam ediyor. Özellikle Kürdistanın tüm
coğrafyasında yayılarak ve güçlenerek süren gerilla mücadelesi düşmanı
darbeliyor. Tüm politikalarını boşa çıkarıyor, ekonomisini tıkıyor bitiyor.
Devleti artık işlemez hale sokuyor ve halkımızı özgürlüğe götürüyor."
Yaşasın
Ulusal kurtuluş Savaşımız.
Yaşasın
PKK. ERNK. ARGK.
Yaşasın
Ulusal Önderimiz Başkan Apo.
Avrupalı
300 basın yayın merkezi ÖCALAN'la görüştü. Gerilla saldırıları yaygınlaştı.
Devlet Botan'ı tümden kaybetmiştir.
ERNK
Avrupa Örgütü: Hiç kimsenin haklı taleplerimiz karşısında tutum almaya hakkı
yoktur.
ERNK
Avrupa örgtü: Kardeşlik cephesinde birleşelim.
Devlet
güçleri Mardin köylerine yöneldi.
ARGK
gerilla güçlerinin denetiminde olan Cudi dağında bir helikopter daha düşürüldü.
ERNK:
Eski Yugoslavya'da resmi görüşmelerde bulundu.
PKK
5. Kongresi başarı ve zaferin güvencesidir.
Sason
ve Kulp operasyonunda ARGK darbesi.
ARGK
Basın Bürosu 17 Ocak 1995 günü yaptığı açıklamada: Türk Turizmini boykot edin.
Kirli savaşa finans sağlamayın.
Sason
operasyonunda ARGK'den cevap
Kontragerilla
Adana'da yine Kan döktü.
2.
Klasörde yer alan bültenlerden örnekler:
KURD-A
Haber Ajansının "Kürdistan'a Bahar Geldi" başlıklı 24.2.1995 tarihli
bildirisi:
"21
Şubat tarihinde Mardin bölgesinde Devlet güçlerinin operasyona çıkacağını haber
alan ARGK gerillaları gereken hazırlıkları yaparak iki koldan pusu attılar.
Büyük bir güçle çıktıkları operasyonda gerillaların pususuna düşen Devlet
güçleriyle ARGK gerillaları arasında başlayıp akşama kadar süren bir çatışma
çıktı. Bu çatışmada ARGK gerillaları hiç bir kayıp vermezken Devlet güçleri ilk
pusuda bir subay, iki uzman çavuş ve 9 er kayıp verdiler. Gerillalar tarafından
atılan diğer pusularda ise iki asker ölürken çok sayıda yaralı olduğu
öğrenildi. ARGK gerillalarının saldırısına uğrayan ve büyük kayıp vererek geri
çekilmeye çalışan Devlet güçlerine yardıma gelen başka bir operasyon kolu da
gerillaların saldırısına uğradı Yerel kaynaklar bu çatışmada çok sayıda yaralı
olduğunu bildirirken Devlet güçleri kayıpları hakkında kesin sonuçlar
öğrenilemedi."
KURT-A
bültenlerinden diğer başlıklar:
ARGK
Basın Bürosu 17 Ocak 1995 günü yaptığı açıklamada: Türk Turizmini boykot edin,
kirli savaşa finans sağlamayın.
24
Ocak 1995'de Birleşmiş Milletlerin Cenevre'deki binasında düzenlenecek olan
basın toplantısında PKK Cenevre anlaşmasını imzalayacak.
Kontra
faaliyetlerde bulunan ve Türk İstihbarat Teşkilatı MİT'le birlikte çalışan ve
yurtsever Kürt işadamlarının listesini ÇİLLER'e verdikleri öne sürülen Ziya
Nazım (LAZO) Asker TAHİNTAN. ARGK Metropol timlerince cezalandırıldı.
-
Kürdistan Sürgün Parlamentosunun temeli atıldı.
-
ERNK Avrupa temsilcisi Ali GAVRAN basın açıklaması yaptı: Güneyde Türk Ordusunu
büyük bozguna uğratıyoruz.
-
PKK Genel Başkanının Güney Kürdistan'a yönelik operasyonu değerlendiren
açıklaması: Güney Kürdistanı TC. için kapana çevirmeye kararlıyız.
-
PKK MK. İstanbul katliamı ile ilgili yaptığı açıklamasında: Geç kalmak pişman
olmaktır. Artık gerillayla birleşme ve Zülfıkarı ele alma zamanıdır.
-
Kürdistan İslam Hareketi İstanbul katliamına ilişkin yaptığı açıklamada:
TC.inançsız ve dinsizdir.
-
ERNK Avrupa temsilciliğinin DEP'li milletvekillerinin yargılanmasıyla ilgili
yaptığı açıklamada: Yargılanan kirli savaş mahkumu TC.dir.
-
ARGK ZAXO'da TC'yi vurdu.
-
BAGOK'ta çatışmalar devam ederken ARGK basın bürosu Ekim ayındaki eylemlerde
706 askerin öldüğünü açıkladı.
-
Gerillalar bu kez dağlarda değil, yollarda vurdu, bir helikopter düştü 16 asker
öldü.
Kürdistan
Sürgün Parlamentosu Kürt halkına kutlu olsun.
-
ERNK Avrupa Temsilciliğinin yaptığı açıklamada: hiç bir güç bizi kutsal
davamızdan alıkoyamaz.
-
PKK'nın 17. kuruluş yıldönümü kutlamaları bütün Avrupa'da şenliklerle kutlanıyor.
Gecelerde ve şenliklerde konuşulanlar hep aynı noktaya vurgu yaptı.
"Başkan Apo'nun yolunda yürüyoruz."
-
PKK'yı yasaklayan Almanya'ya Kürtler bir yıl sonra yine aynı cevabı verdi:
"EZ Jİ PKK ME."
-
PKK Genel Sekreteri Abdullah ÖCALAN, AGİK zirvesi öncesi önemli açıklamalarda
bulundu: Kızılhaç ve Cenevre'ye başvuracağız.
-
PKK'nın kuruluş yıldönümü Kürt Halkına ve tüm insanlığa kutlu olsun. HADEP
Genel Merkezinde Ele Geçen Diğer Doküman:
a)
Yalçın KÜÇÜK ile Abdullah ÖCALAN'ın konuşmalarını içeren 18 sayfalık not.
b)
"Legal alanın sınırları'" başlıklı doküman. Bu dokümanın giriş
bölümünde şöyle denilmektedir:
"...Ülkemiz
binlerce yıldan beri baskı, sömürü ve inkar politikalarıyla yok edilmek,
halkımız sistemli katliam, göçertme ve eritme çabalarıyla ortadan kaldırılmak
istenmiştir. Uygarlığın beşiği olan, tarihin en eski dönemlerinden itibaren
varlığını çeşitli tarihsel kaynaklarında ortaya koyduğu üzere duyuran bir halk
ve ülke çok yönlü saldırıların hedefi olmuştur. Ulaştığı yüksek gelişim
düzeyinin doğal sonucu olarak oluşan tüm zenginlikleri, kültürel ve uygarlık
açısından geri olan diğer halkların iştahını kabartmış, tarihi ipek yolunun
üzerinde bulunması, doğal zenginlikleri, coğrafik konumunun önemi bu talan ve
saldırganlıkların giderek artmasına yol açmıştır.
"Bu
nedenle iç dinamiğiyle gelişmesinin önü tıkanmış, parça parça edilmiş, sürekli
yabancı egemenliği, örgütsüzlük dayatılmıştır. Öz gücüne dayanarak gelişmesinin
tüm olanakları kapatılmak istenen bir halk bugüne kadar gelebilmişse, bu
temellerin çok sağlam atılmış olduğundandır. O dönemde yaşayan onlarca halkın
bu gün ortadan kalktığı, tarih sahnesinden silindiği düşünülecek olursa,
söylediklerimiz anlamı daha iyi kavranabilir. "Toplumsal örgütlenmesinin
çağına göre ne derece gelişkin olduğu yapılan tarihi anlaşmalardan
anlaşılmaktadır. Üretim araçları, insani ilişkiler, bilgi ve tecrübe düzeyinin
dönemine göre oldukça ileri olmasına karşın ekseri barbar toplulukların
saldırılarıyla bu ulaşılan uygarlık düzeyi dağıtılmıştır. Bir köle esir
durumuna düşürülmüştür.
"Başkaları
için büyük gayretler ortaya koyan, uşak gibi hareket eden bir halk durumuna
getirilmiş, adeta kendi kendine yabancılaştırılmıştır. Selahaddini Eyyubi,
İdrisi Bitlisi, Malazgirt 1071 savaşı,Türk Kurtuluş Savaşı, Kamuran İNAN,
Hikmet ÇETİN, Salih SÜMER gibileri bunun en canlı örnekleri olarak
belirtilebilir.
"İşte
bu süreci tersine çevirerek zorla gasp ve talan edenlerden değerleri aynı
şekilde kurtarmak, insanlık dışı hareket edene hakettiği şekilde cevap vermek,
ancak bir güç ve otorite yaratmak, bu konuma yükselmekle olur. Bu ise hayatın
her alanında örgütsüzlüğü, kölelik ve hizmetkarlığı aşmakla mümkün olur. Bunu
yine bizler yapacağız. Yani beyni dağıtılmak, yok edilmek, tarihten silinmek
istenen bu ülkenin halkı yapacaktır... işte ele aldığımız eserimiz bu dönemin
savaşan halk gerçeklerimiz her yönüyle ortaya çıktığı, etkilerini duyurduğu
özel bir aşamanın ürünüdür. Biraz olsun, halkımızın örgütlenmesine, doğru
önderlik, çalışma, hareket ve yaşam tarzına ulaşmasında katkıda bulunursak
sevinç duyarız."
Kadın
ezilmişliğinin tarihteki kökeni ve gelişimi başlıklı doküman, bu dokümanın
HADEP bünyesinde kurulan Kadın Komisyonunun görevleri bölümünde yer alan
esaslardan bazıları şu şekilde belirtilmiştir.
-
Tüm kadınları mevcut komisyonun içerisinde örgütlemek, eğitmek ve kendi
iradelerine kavuşturmak.
-
Ülkemizde süren kirli savaştan en çok zarar gören baskılara maruz kalan Kürt
kadınının metropollerdeki yoz yaşama, şovenizme, ulusal inkarcılığa karşı
koruma, ulusal kimliklerini koruma olanağı yaratarak bu temelde eğitmek,
-
Metropollerdeki kadını sömürgeciliğe, gericiliğe ve sahte yaşama
yabancılaştırıcı, asimilasyoncu, eğitim ve kültüre karşı eğitmek, özgür yaşam
tarzını geliştirmek ve yaymak,
-
Kültürel çalışmalar bölümünde: MED-TV nin düzenli seyredilmesini sağlamak ve
oradaki çalışmalardan yararlanmak.
d)
Yakıldığı, boşaltıldığı iddia edilen köylerin tesbiti ile ilgili PKK
paralelinde hazırlanmış doküman,
e)
HADEP Genel Başkan Yardımcısı Osman ÖZÇELİK'in 4.2.1996 tarihinde düzenlenen,
İstanbul'da Kürt Enstitüsü'nün organize ettiği "Kürt Sorunu ve Demokratik
Çözüm Sempozyumu"na sunduğu tebliğ,
Sanık
Osman ÖZÇELİK bu tebliğde Kürtlerin atalarının Kardaklar, Gutti'ler veya
MED'ler olduğunu. Kürdistan sözününde 12. yüzyıldan beri kullanıldığı,
Kürtçe'nin Hind-Avrupa dil ailesinden olduğunu, Türkçe'den farklı olduğunu
iddia ettikten sonra tebliğine şöyle devam etmiştir:
"...Türkiye'de
26 farklı etnik yapının yaşadığı gerçeği gözönüne alındığında ve bunlardan
Kafkas kökenli Gürcü, Çerkez, Abaza, Dağıstanlı, Arap, Laz ve müslüman olmayan
etnik unsurların her birinin milyonlarla ifade edildiği düşünülürse, Kürtlerin
bir azınlık olmadığı gerçeği ortaya çıkar. 70 yıldır uygulanan zora dayalı
asimilasyoncu politikalar heterojen toplum yapısından homojen bir Türk ulusu
yaratma çabaları, Türk üst ulusal kimliğinde birleşmenin Devlet katında
sağladığı olanaklarla, gönüllü olarak ulusal etnik kimliğinden vazgeçen Gürcü,
Çerkez, Laz, Boşnak, Arap nüfus dışarıda bırakılırsa Türk etnik yapısının bir
azınlık olduğu gerçeğiyle yüzyüze kalınacaktır. Toplumsal yapının üzerine böyle
bir mercek tutulduğunda çok daha acı bir gerçekle karşılaşırız. Buda Türk
söven-ırkçı milliyetçiliğin bayraktarlığını yapanların gerçek Türk etnik
yapısından gelenler değil devşirme, dönme tabir edilen Türk etnik yapısı
dışından gelenler olduğu görülecektir... Kürt nüfusun azınlık olmayıp
Türklerden daha yoğun bir nüfusa sahip olmalarına kimse şaşmamalıdır. Çünkü
Kürtler binlerce yıldan beri kendi topraklarında yaşamaktadırlar. Türk
kardeşleriyse ancak 900 yıldır Anadolu'yu göç yoluyla kendilerine yurt
edinmişlerdir. 900 yıl önce kaç Türk kardeşimiz at sırtında Orta Asya'dan
buralara geldiği ve hangi üreme hızıyla büyüyerek Kürt nüfusu azınlıkta
bıraktılar sorusunun yanıtı henüz verilmemiştir.
...Kürtlerin
bütün baskılara, katliamlara karşın böyle bir kabullenmedeki direnci
anlaşılmalıdır. Kürt gemisi fırtınaya kapılmamıştır. Sığınacak bir liman
arayışı yoktur. Ve ihtiyaç halinde sığınacağı bir limanda vardı. Liman Fırat ve
Dicle'dir. Liman Mezopotamya'dır. Liman Ahmade Xane, Melaye Ciziri, Selahaddini
Eyyubi'dir. Liman devrimci Kawa'nın sıcak körüğüdür.
...Lozan'da
istenilenlerin bir bölümü elde edilmiş, ancak Kerkük ve Musul gibi petrolce
zengin Kürt illeri kaybedilmiştir. Kerkük ve Musul'un İngiliz yönetimine
geçmesiyle Kürt kardeşliği de bitmiştir. Kürtler ve Kürtlük namına var olan her
şeyin tarihten silinmek istendiği, Kürtlerin en sıradan insani ve ulusal
demokratik taleplerinin kanla bastırıldığı bir karanlık dönem başlamıştır. 25
Eylül 1925'de "Şark Islahat Planı ve Takrir-i Sükun Kanunları"
çıkarılarak Kürt kimliği yok edilmeye çalışıldı.
Balkanlardan
ve Kafkaslardan göçmenler getirilerek Kürdistan'a yerleştirildi. Açlık ve
sefaletle yüzyüze bırakılan Kürtlerin anayurtlarını terketmeye, politikalar ve
sürgünlerde Kürdistanlılar köklerinden koparılmaya çalışıldığı, Kürt dili
yasaklandığı, Kürtlerin Türk olduğu savlarının ortaya atıldığı. Kürtlerin Kürt
olmaktan utanç duymaları için gerekli her türlü propaganda ve baskı uygulanmaya
çalışıldığı.
Devletin
yok etme politikaları karşısında Kürtler kendi güçleri ve örgütlülükleri
oranında yanıt vermeye başladılar. 1925-1938 yılları arasında 20 civarında
isyan tenkil ve tedip yaşandı.
PKK
2. kez ateşkes ilan etmişti. Birincisinde olduğu gibi Devlet operasyonla
sürdürmekte ve "Kökünü kazımak" politikasından vazgeçmemek niyetinde
olduğunu göstermektedir. Daha fazla kan dökülmeden, daha fazla acı yaşanmadan
ve kardeşlik duyguları yerini düşmanlıklara terketmeden, birlikte eşit
koşullarda yaşam özlemi ve ümitler yitirilmeden, bölünmeden alınacak önlemler
vardır. Barış sağlanabilir.
Bunun
için,
-
PKK'nın tek taraflı ilan ettiği ve uyduğu ateşkese Devlet yanıt vermelidir.
-
Genel af ilan edilmelidir.
-
Olağanüstü Hal uygulanmasına son verilmelidir.
-
Kürt kimliği tanınmalı, Anayasal güvence altına alınmalıdır.
f)
''Değerli arkadaşlar" başlıklı Abdullah SAYGIN imzalı doküman: Bu
dokümanda şöyle denilmektedir: "...Kürt çocuklarına aile içi eğitimleri
yok sayılarak, okulda öğretim verilmeye çalışılır. Bu bilime aykırıdır. 6
yaşındaki bir çocuk dil öğrenmeye zorlanamaz. Çünkü bedensel ve zihinsel
olarak, bu kapasiteye sahip değildir. Türk eğitim sistemi siyasi amaçla
donatılmış, sivil kışla sistemidir. Bu sivil kışlalarda Türkleştirme
faaliyetleri vardır. Bunun bir diğer ifadesi asimilasyondur. Yani beyaz
katliamdır. Her sabah "Ne Mutlu Türküm Diyene" dedirttiler. Kürt
çocuklarına yalan dayatılan bir ülkede yaşıyoruz. Dünyanın hiç bir yerinde
anadiliyle konuştuğu için cezalandırılan çocuklara rastlayamazsınız. Bu
Türkiye'de vardır. Ve ben yaşadım. Kürt çocuğu kafasının içinde beyin olduğunu
bile bilmeden bilinci tahrip ediliyor... "Türküm, Doğruyum" kalıpları
uygulanarak inkar politikası güdülürken, çocuk ırkçı, şoven kalıplara
sığdırılmaya çalışılıyor... Doğal zenginliği tahrip edilmiş ve
insansızlaştırılmış bir bölge, üretimden koparılmış kişiler savaşın
psikolojik tahribatını yaşıyorlar. Kirli savaşın ekonomik yanı ile milli
gelirin yarısı kadarı eğitim ve sağlık bütçelerinden kesilerek Kürt halkının
üzerine bomba olarak yağdırılıyor."
Kemal
OKUTAN kapatılan HEP ve DEP Genel Sekreter Yardımcısı Ankara Kapalı Cezaevi
imzalı yazı,
Bu
yazıda şöyle denilmektedir;
"Avrupa
Parlamentosu yakında Türkiye'nin gümrük birliğine kabul edilmesini onaylayacak...
Aralık ayında gerçekleştirilecek olan seçim, çağdaş dünya değerlerinden uzak,
kendi halklarına acı çektiren, kendi coğrafyası saydığı toprakları bombalayan,
3500'ün üzerinde Kürt Köyünü bombalattıran, binlerce insanı katlettiren bir
devletin uygulamalarını onaylama yada onaylamama seçimidir. Daha kurulduğundan
beri dünya dengelerini gözeterek kendilerine çevirmek için entrikalar uygulayan
Türkiye Cumhuriyeti, bugün benzeri uygulamalar sergilemektedir. Örneğin
1920'lerde Batı'ya eğer bize destek vermezsen Sovyetler Birliği ile işbirliği
yaparım şantajını yapan Kemalistler, Sovyetlerinde desteğini almak için
"Eğer bize yardım etmezseniz emperyalistler bizi yutar'' demişlerdir. Her
iki tarafın yardımlarını alan TC. günün koşulları içinde tercihini batıdan yana
koymuştur.. ,.
h)
Sanıklardan İsmail ARSLAN, Melik AYGÜL ve Mehmet Nuri GÜNEŞ, tarafından
imzalanmış olan "Halkın Demokrasi Partisi" başlıklı tutanak,
Sanıkların
imzalamış oldukları bu tutanakta cezaevlerinde bulunan tutuklulardan
"Tutsak" olarak bahsedilmektedir.
ı)
Cezaevlerinde bulunan PKK tutuklularından HADEP Genel Merkezine gönderilen
dilekçeler,
Bu
dilekçelerden Dizi:901'de bulunan dilekçedeki "Taleplerimiz" bölümü
örnek olarak aşağıya yazılmıştır.
Siyasi
taleplerimiz;
-
PKK'lı tutsaklar için savaş esirliği statüsünün kabul edilmesi,
-KK'nın
tek taraflı olarak ilan etmiş olduğu ateşkes çağrısına cevap verilmesi,
Askeri
operasyonlar, yakıp yıkmalar, faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar,
zorunlu göç vs. politika uygulamalarının durdurulması,
Türkiye'nin
Cenevre Sözleşmesine uyması ve uluslararası gözlemci heyetlerin gelerek savaşın
sonuçlarına, ihlallere ilişkin yerinde incelemeler yapması,
Yine
HADEP Genel Merkezinde ele geçen PKK paralelindeki illegal ve legal yayınlar;
KK'nın
yurtdışı baskılı illegal yayın organı SERXWEBUN, dergisinin Ekim 1991 tarihli
18. Özel sayısı,
b)
Serxwebun dergisinin Ağustos 1993 tarihli 140. sayısı ile Mayıs 1992 tarihli
125. sayısı,
c)
Üzerinde yasadışı örgüt militanlarının gazete ve dergilerinden kesilmiş
fotoğrafları yapıştırılmış olan duvar panosu,
d)
51 adet Özgür Halk dergisi,
e)
Üzerinde yasadışı örgüt militanlarının gazete ve dergilerinden kesilmiş fotoğrafları
yapıştırılmış olan duvar panosu,
f)
İsmail BEŞİKCİ'nin Tunceli Kanunu 1925 ve Dersim Jenosidi isimli kitabı,
g)
PKK üzerine Düşünceler, Özgürlüğün Bedeli isimli İsmail BEŞİKÇİ'nin kitabı,
h)
Marksizm ve Gerilla Savaşı William J. POMEKOY,
ıı)
2 adet "Muhsin Melik Yaşam ve Mücadelesi" isimli kitap,
II-ANKARA
HADEPİL TEŞKİLATI BİNASINDA VE İLÇE TEŞKİLATLARINDA YAPILAN ARAMALARDA ELE
GEÇEN DOKÜMANLAR
-
Ankara HADEP il binasında ele geçen örgütsel doküman:
a)
KURD-A Haber Ajansının bültenleri,
Bu
bültenlerden bazı örnekler aşağıya yazılmıştır:
ARGK
Savaş bilançosunu açıkladı, başlıklı bildiride şöyle denilmektedir:
"Türk
Devleti 19 Mart tarihinden beri devam eden Güney Kürdistan'daki kirli savaşla
ilgili çeşitli bilgi vermeye devam ederken ARGK genel karargahı basın bürosu
savaşın 8 günlük bilançosunu yayınladı.
"Basın
ve kamuoyuna 2 No.lu açıklama adını taşıyan açıklamada 8 günlük süreçte TC.
ordusuyla ARGK. birlikleri arasında toplam 69 çatışmanın yaşandığı belirtildi.
Buna göre Türk ordusunun sınırı aştığı tüm noktalarda çatışmalar yaşandı.
Gerilla kaynakları tarafından kaydedilen ve Türk ordusunun telsiz
konuşmalarında da tasdik edilen bilgilere göre 69 çatışmanın ancak 25'nin kesin
sonuçları belli oldu, bu 25 çatışmada toplam 516 Türk askeri öldürülürken 21
ARGK gerillası yaşamını yitirdi ve 12 gerillada çeşitli yerlerinden yararlandı.
Yine tüm uluslararası antlaşmaları hiçe sayan Türk Devletinin yönelimleri
sonucu 12 sivil katledildi ve 8'ide yaralandı. Fakat bölgede çalışma yürüten
uluslararası sağlık kuruluşları bu sayının daha da yüksek olduğunu
belirtiyorlar. ARGK açıklamasında Türk ordusunun kayıpları hakkında 44
çatışmanın sonuçlarının belli olmadığı, ancak bunlarında sonuçlarının tesbit
edilmesiyle ölü sayısının artacağı kaydedildiği, buna ek olarak ARGK birlikleri
tarafından alana döşenen mayınlara çarparak ölen Türk askerlerinin sayısı belli
değil.
Bültenlerden
bazılarının başlıkları ise şu şekildedir;
-
ARGK Askeri Konseyi: TC. ordusunu Kürdistan'dan kovacağız.
-
TC Kana doymuyor. ARGK. Gerillaların Devlet güçlerine karşı gerçekleştirdikleri
saldırılar tüm hızıyla sürerken Devlet güçleri de halka yönelmeye devam ediyor.
-
Onbinlerce orduyu Botan'a yığan Türk Devleti çaresiz durumda.
-
Gerillaların Şırnak çıkarması devam ediyor.
-
Kürdistan İslam Hareketi İstanbul Katliamına ilişkin yaptığı açıklamada: TC.
inançsız ve dinsizdir.
12
Mart 1995 tarihinde İstanbul'un Küçükköy ve Gaziosmanpaşa Mahallelerinde
gerçekleştirilen katliam ile ilgili bir açıklama yapan ERNK Avrupa temsilcisi
Ali GARZAN: bu katliamın intikamını alacağız dedi.
-
ARGK Basın Bürosu Şırnak kuşatmasının sonuçlarını açıkladı. 52 Asker, 3 Subay,
6 Polis, 3 Korucu öldürüldü.
-
ERNK Avrupa örgütü son olarak gelişen operasyonlarla ilgili bir açıklama yaptı:
Türk Özel Savaş ordusu Güney Kürdistan'da panik içinde kırıldı.
-
PKK'dan Ulusal Af, ihanet lekesini artık alnınızda taşımayın.
-
ERNK Avrupa örgütü: Kürdistan halkının Serhildan Ateşi Türkiye Metropollerini
de sardı,
-
PKK Genel Başkanı Abdullah ÖCALAN: Gazi Mahallesi katliamını devlet bağlantılı
kontragerilla gerçekleştirmiştir.
-
PKK MK İstanbul katliamı ile ilgili yaptığı açıklamada: "Geç kalmak pişman
olmaktır. Artık gerilla ile birleşme, Zülfıkarı ele alma zamanıdır."
-
ERNK Avrupa Temsilcisi Ali GARZAN basın açıklaması yaptı: "Güneyde Türk
ordusunu büyük bozguna uğratacağız."
-
Garzan Eyaleti ARGK komutanlarından Berdan: "Baharı onlara cehennem
edeceğiz.
-
Ajansımıza açıklamada bulunan ARGK komutanlarından Sorej: "Bu bahar diğer
baharlara benzemeyecek."
-
ARGK Basın Bürosu Ocak 1995 eylem bilançosunu açıkladı: "69 Asker, 49
Korucu, 7 Kontra öldürüldü."
-
ARGK hem güney, hemde kuzeyde vuruyor.
b)
Program önerisi: Nasıl bir insan hakları mücadelesi ve nasıl bir İHD,
Devrimci
Mücadele yayınlarından olan broşürde sayfa 4'de şöyle denilmektedir:
"...insan hakları, demokrasi, ulusların kaderlerini tayin hakkı savunucusu
görünen para babaları devleti, konu Kürdistan olunca "Üniter devletten
vazgeçilemez" diyerek Kürt Halkının en demokratik hakkı olan kendi
kaderini tayin hakkını tanımaya bir türlü razı olmamaktadır. Sömürge zulmünden
kurtulmak isteyen Kürt halkına karşı en acımasız katliamlara girişmekten
çekinmemektedir. Bunun bu satırları kaleme aldığım andaki en son örnekleri
Şırnak ve Göle katliamlarıdır.
Hak
ihlaline uğrayan insanlar kimlerdir.
aa)
Sömürge statüsünde yaşamaya mahkum edilen Kürt halkıdır.
bb)
Türk halkını oluşturan işçiler, köylüler, öğrenciler, memurlar kadınlar
çalışmak zorunda olan diğer tabaka ve zümreler, işsizlerdir.
IV.
HADEP - PKK İLİŞKİSİ
HADEP,
PKK'nın silahlı mücadele alanında sürekli gerileme kaydettiği ve amacına
ulaşmak için legal zeminlere fazla ihtiyaç duyduğu bir zamanda, geçmişte PKK
adına bölücü faaliyetler göstermiş kadrolar tarafından 1994 yılında
kurulmuştur.
HADEP
kurulduğu tarihten itibaren PKK'nın illegal alanda sürdüremediği cephe
faaliyetlerini üstlenerek, yasal olmamasına rağmen oluşturduğu Gençlik, Kadın,
Sağlık, İşçi komisyonları vasıtasıyla ERNK'nin rolünü üstlenmiştir.
HADEP'in
oluşturduğu Gençlik, Kadın, Sağlık, İşçi Komisyonları çeşitli kesimlerden
vatandaşlarımıza PKK yanlısı düşünceleri empoze etmektedir. Yine HADEP il ve
ilçe teşkilatlarındaki faaliyetleriyle PKK'nın kırsal kadrosuna eleman temin
etmekle ve lojistik destek sağlamaktadır.
PKK'nın
1995 yılı başından itibaren "Kürt Kültürel Kimliği Tanınması" amacına
yönelik olarak başlatılan süreçte, yurt içinde HADEP mihverli olarak ihdas
edilen legal oluşumlara, uluslararası camiada da Avrupa'da meydana getirilen
Toplantı Grubu'na kendisi adına siyasi taraf olmak misyonunu yüklediği
bilinmektedir.
HADEP
mensuplarının gerek 1995 Temmuz ayında Cezaevleri açlık grevinde gösterdikleri
çabaları, gerek çeşitli demokratik kitle örgütlerine sızma ve onları ele
geçirme faaliyetleri ve gerekse Marksis-Leninist Sol'un yanı sıra, diğer sözde
demokratik ve aydın çevre nezdinde sürdürdükleri girişimlerle "Kürt
Kültürel Kimliğinin Tanınması" koşuluyla sözde barışın sağlanacağını beyan
etmeleri ve bu hususta ısrarlı olmaları kendilerine yükletilen misyonun
gereğidir.
HADEP
kendisine PKK tarafından yükletilen misyona uygun bir üslupla 24 Aralık 1995
seçimlerine yönelmiştir. Kendisine yükletilen misyon gereği medya ve demokratik
çevrelerin geniş desteğini sağlamak amacıyla kendisine bir "Türkiye Partisi"
mesajı oluşturmaya çalışmıştır. Bu maksatla geniş bir ittifak oluşturmaya
çalışmış, girişimleri sonucu SİP (Sosyalist İktidar Partisi), BSP (Birleşik
Sosyalist Parti) ve bölücü PSK yanlısı DDP (Demokrasi ve Değişim Partisi) gibi
legal partilerle, "Emek Barış Özgürlük Bloku'" adı altında seçim
ittifakı meydana getirmiştir. Ayrıca kamuoyunda isim yapmış bölücü
Marksist-Leninist kişiler ile, sözde ilerici, demokrat, aydın kişileri bir
araya getirmeye çalışmıştır.
Kamuoyunun
desteğini sağlamak amacıyla seçim propagandalarında barış ve kardeşliğin tesis
edileceği, ateşkesin sağlanacağı temalarına büyük önem vermiştir. HADEP seçim
bildirgesinde propaganda eylemlerinde "Kürt Sorununun Barışçıl Yöntemlerle
Eşitlik ve Özgürlük Temelinde Çözümünü ve Birlikteliğini Savunur"
türündeki yumuşak ifadelerle, amaçlarının bir an önce sözde barış ortamını
sağlamak olduğunu vurgulamaya çalışmışlardır. Böylece seçim çalışmaları
sırasında, HADEP'in Kürt sorununda ön plana çıkması halinde PKK terörünün
fonksiyonel olmaktan çıkarılarak geriletilebileceği gibi bir imaj oluşmuş ve bu
imaj kamuoyuna bir kısım Medya ve sözde aydın tarafından empoze edilmeye
çalışmıştır. Böyle bir imaj oluşması PKK'nın dönem taktiğine hizmet etmiştir.
Nitekim PKK "Devlet Kürt sorununun çözümünde bizimle pazarlık yapmıyorsa,
legal zeminden ayrılmayan, yasalara saygılı davranan HADEP ile yapsın''
düşüncesini zihinlerde uyandıracak beyanlarda bulunmuştur.
HADEP
seçim süresince bir kısım medya ve bazı etkili çevreler tarafından kendilerine
bu tür barış misyonu yükletilmesi üzerine daha da rahatlamış olarak barışın kendileri
tarafından tesis edilebileceği yolundaki açıklamalarını yoğunlaştırmış bir
kısım insanlarda inandırmıştır.
Böylece
PKK. HADEP vasıtasıyla yürüttüğü seçim propagandasıyla barışın tesisinin
kamuoyunun ertelenemez bir talebi olduğunu, barışın sağlanması için Kürt
kültürel kimliğinin tanınmasının temel şart olduğunu ve HADEP mihverli
kuruluşların barışın tesisi ve Kürt kültürel kimliğinin tanınmasında taraf
olarak kabul edilmesi gerektiğinin teşhir ettirmeye çalışmıştır.
Ancak,
seçimlerde HADEP'in hedeflerinin ve ülke barajının çok altında rey alması yeni
arayışlara yönlenmesine neden olmuştur.
Bu
sırada PKK liderinin, HADEP'in yüksek oy aldığı ilerdeki adaylarının meşru milletvekilleri
olduğu, bu kişilerin bölge halkının temsilcileri olduğu şeklinde açıklamaları olmuştur.
PKK lideri bu açıklamaları HADEP'i yönlendirme amaçlıdır.
HADEP-PKK
İLİŞKİSİNİ ORTAYA KOYAN DELİLLER VE BELGELER
l-
PKK operasyonlarında yakalanan ve HADEP-PKK irtibatını dile getiren sanıkların
ifadeleri,
a)
MEHMET-MAZLUM (K) İsak EKTİREN, 13.2.1995 tarihli ifadesinde:
"...İskenderun
ERNK sorumlusu SEVİM (K) ve HADEP İlçe Başkanı Hayrettin YILMAZ'ın talimatı ile
Payas ERNK komitesini oluşturduklarını ve SEVİM (K)'a bağlı olarak faaliyet
yürüttüğünü. Şahabettin YILMAZ'ı teslim ettiği Kaleşnikof marka silah ile ve
SEVİM (K)"un talimatı ile Payas l00.Yıl İlkokulunu taradığını, İskenderun
HADEP ilçe Başkanı Hayrettin YILMAZ'ın kendisini tanıştırdığı İSHAK (K)
Fehamettin KILIÇ ile işbirliğine girdiği ve bu şahsın devlet yanlısı olduğu
gerekçesiyle gösterdiği infaz edilecek ailenin eylemini kabul ettiğini, SEVİM
(K)'un İskenderun HADEP içinde örgütlediği ve kırsal alana aktarılacak olan 3
militanı SEVİM (K) ile HAMİT ÖZGÜÇ:ün Payas'ta kendisine teslim
ettiklerini, kırsala gidecek bir bayan, iki erkek örgüt mensubunu Mustafa
KARAGÖZ'ün evinde barındırdıklarını, operasyonların başlaması üzerine eylem
silahını Mustafa KARAGÖZ ile birlikte evinin bahçesine gömdüklerini ve kırsal
alana aktarılacak kişileri Payas'tan kaçırarak Dörtyol HADEP ilçe Başkanı'nın
evine götürdüğünü, ilçe Başkanı Abdulhakim GÜMÜŞ'ün kendilerini daha güvenli
gördüğü için Mehmet YILDIZBAKAN'ın evine götürdüğünü" beyan etmiştir.
b)
Sanık Abdulhakim GÜMÜŞ 14.2.1995 tarihli ifadesinde: "...Parti binasına
orta boylu, 20-23 yaşlarında, esmer, siyah saçlı, zayıf, Urfa'lı olduğunu ve
isminin Mehmet olduğunu öğrendiği bir şahsın kendisinin gerilla olduğunu
söyleyerek Cudi Dağından geldiğini kendisinden bazı isteklerinin olduğu
söylediğini... İshak EKTİREN'in kendisine bu şahısların kırsal"a
aktarılmak üzere getirilen şahısların olduğunu söylediğini" beyan
etmiştir.
c)
Şirin ÇELİK 29.11.1994 tarihli ifadesinde:
"...HADEP
Yenimahalle ilçe teşkilatında sekreter olarak çalışıyorum... HADEP'in Gençlik
komisyonunda görev alan Hüseyin KAYGUSUZ, Evren ÖZCAN, gibi kişilerle
tanıştım... Evren ÖZCAN, PKK terör örgütünün fikir ve düşüncelerini benimseyen
bir kişiliğe sahip insandır... Parti binasında bulunan kütüphanedeki Özgür Halk
dergisi Abdullah ÖCALAN tarafından yazılan çeşitli kitapları okuyordum."
demiştir.
d)
HACI YILMAZ (K) Sabri TOR 1.12.1994 tarihli ifadesinde: "...PKK terör
örgütünün görüş ve düşüncelerini benimserim... PKK örgütü mensubu Ahmet MAKAS'a
bağlı olarak faaliyet göstermekteyim. O yakalandıktan sonra Ankara Metropol
sorumlusu ben oldum... Ahmet MAKAS ile tanışmamızda herhangi bir aracı olmadı.
Zaten ben sürekli olarak inşaatlarda iş aradığım için kendisi ile tesadüfen
tanıştık...Bu tanışma örgütsel anlamda bir tanışma değildi... Yaptığı
konuşmalarda bu şahsın parti ile yani PKK ile ilişkisi olduğu kanaatine vardım.
Halkın Demokrasi Partisi içinde faaliyet göstermemi ve buradaki yurtsever
insanları örgütlememi istedi. Bu sırada iş aramak için inşaata gelen Altındağ
HADEP üyesi Gazi AKSOY ile tanışmıştık... Ahmet MAKAS'ın bana vermiş olduğu 3
tane tabancayı bir poşet içerisine koyarak HADEP içerisinde tanımış olduğum
yurtseverlerin evlerine bıraktık... HADEP içerisindeki örgütleme faaliyetlerine
devam ederken çalışmış olduğum inşaatta başka bir taşeronun yanında çalışan
Mardinli Hüseyin... Mardinli olan yanılmıyorsam adı Abdülselam ve Siirtli
Zeki... adlı şahıslar benimle konuşarak kırsala gitmek istediklerini
söylediler... Ahmet MAKAS ile tanışıp kendisi ile örgütsel alanda
yakınlaştıktan sonra bana DEP sonra HADEP içinde örgütleme görevi verdiği
doğrudur. Kimlerin vergi verip vermediğini, kırsalda bulunan üst düzey
sorumluları bilir, ben bu kağıtlar gelmeden öncede HADEP içerisinde bulunan
bazı şahıslardan vergilendirme adı altında para aldım... Ben HADEP içerisinde
örgütleme faaliyetlerinde bulunurken, örgütlemiş olduğum şahıslara çevrelerinde
bulunan yurtsever insanları da örgüte kazandırmak amacıyla benimle
tanıştırmaları talimatı verdim" demiştir.
d)
Esat ÇELİK 30.11.1994 tarihli ifadesinde;
"...HADEP
Altındağ ilçe teşkilatına üye oldum. PKK terör örgütü ile ilişkilerim akrabam
olan, aynı zamanda Altındağ'da kahvehane çalıştıran Gazi AKSOY vasıtasıyla yaklaşık
l ay öncesinde başlamıştır. Gazi AKSOY isimli şahıs aynı zamanda HADEP ilçe
teşkilatında yönetim kurulu üyesidir... PKK terör örgütünün yürüttüğü
mücadeleye ise ılımlı bakan bir şahıstır. HADEP ilçe teşkilatına üye olmam ile
birlikte evine götürüp HACI YILMAZ (K) adlı örgüt üyesi ile tanıştırdı... HADEP
binasına gelen doğu ve Güneydoğu kökenli insanlar üzerinde propaganda
çalışmaları yaparak örgüte kazandırma faaliyetleri yaptım" demiştir.
e)
AHMET (K) Mehmet Şerikan KAYA 30.11.1994 tarihli ifadesinde:
"...HADEP'e
üye oldum. Halen bu partinin üyesiyim. Siyasi görüşüm PKK'nın paralelinde olup,
ezilen ve sömürülen Kürt halkının bağımsızlığı için silahlı mücadele veren ve
Türkiye, İran, Irak ve Suriye olmak üzere dört parçaya bölünmüş, Kürdistan'ın bağımsız
ve birleşik bir Devlet olması inancındayım. Bu amaçla bir yıldan fazla süredir
PKK örgütü içerisinde faaliyet yürütüyorum" demiştir.
f)
Gazi AKSOY 1.12.1994 tarihli ifadesinde:
"...DEP
yönetiminde Altındağ ilçe teşkilatına üye oldum ve bu partinin kapatılması ile
birlikte HADEP'e de yönetim kurulu üyesi olarak girdim... PKK, örgütü silahlı
olarak faaliyet gösteren yasadışı bir terör örgütüdür. Örgütün yapılanmasında
yer alan her yurtsever gibi bende örgütün belirtilen ideolojisini
benimsemekteyim. Ve faaliyetlerim bu ideoloji paralelinde olmaktadır."
demiştir.
g)
Mehmet KOYUN ifadesinde;
"...HADEP
il yönetim kurulu üyesiyim... Muhittin BOTAN ile Antalya HADEP il binasında
tanıştım. Kendisi Antalya'da iken Akdeniz Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu'nda
öğrenci idi. Yanlış hatırlamıyorsam partiye geldiğimde kendisinin partiye üye olmasını,
yüksekokulda okuduğum için, yüksekokulda PKK'nın üyesinin olmadığını anlattım.
Kendisi de bana, bende bunun için geldim. Benim Türk solundan arkadaşlarla yakın
ilişkim vardır dedi. Bundan böyle kendi örgütümüz olan PKK içerisinde faaliyet göstermek
istediğini anlattı. Bu şekilde HADEP Gençlik Komisyonu'na üye yaptım. Murat YÜCEL'in
ilk olarak Gözde Pansiyonu'nda kalıyordu, Doktor Veli AYDOĞAN ile birlikte seçim
çalışmaları yapıyorduk. Oraya gittik. Seçimlerde bize yardımcı olmasını
istedik. O da kabul etti... HADEP"in kurulması ile birlikte kendisi
partiye üye oldu. Kürt halkının yoğun olduğu mahallelere giderek PKK örgütü
hakkında bilgiler aktarıyor, insanları bilgilendiriyor. Örgütün yapmış olduğu
legal ve illegal faaliyetlerini desteklemelerini, örgüte adam kazandırmalarını,
maddi ve manevi yönden yardımcı olmalarını, haklı olduğumuz bu davamızda
bizlerle birlikte çalışmalarını, insanlara, yani yurtsever halka anlatıyor, örgütün
propagandasını yapıyordu" demiştir.
h)
Kenan AKYOL'un ifadesinde;
"...
DEP'e bir sene kadar önce Ümraniye ilçe teşkilatında üye oldum. Bilahare bu
parti kanunsuz işler yaptığı için Parlamento tarafından kapatıldı ve yerine
HADEP kuruldu. Ve bunun üzerine Ümraniye ilçesinde üye oldum. Küçük kardeşlerim
olan Muzaffer AKYOL bir sene kadar önce Garzan Eyaleti olarak adlandırılan
bölgede PKK içerisinde SOREJ (K) adıyla faaliyet göstermekte iken silahlı
çatışma sonucunda ölü olarak ele geçirildi. Diğer kardeşim Erhan AKYOL ise
Almanya'nın değişik semtlerinde PKK içerisinde faaliyet gösterdiğini
bildirmiştir. Bende bu örgütün görüşlerini benimsediğimden kendisini
desteklemiş, hareketlerine devam etmesini söylemiştim" demiştir.
ı)
Sanık ilhan DUYAN ifadesinde:
"...Elazığ'lı
Şirin ÇELİK ile tanıştım. Şirin ÇELİK bir yıl okulu uzattığından iş aramaya
başladı ve 1994 yılında HADEP Yenimahalle ilçe teşkilatına sekreter olarak
girdi, biz de zaman zaman parti binasına Şirin ÇELİK yanına gidiyorduk. Şirin
ile birlikte parti binasında yapılan Gençlik Komisyonu çalışmalarına
katılıyorduk. Burada Kürt gençliği, PKK tarihi gibi dersler verilmekteydi...
Şirin ÇELİK ile muhtelif zamanlarda Güneydoğu olayları ve PKK'nın vermiş olduğu
ulusal kurtuluş mücadelesi üzerine sohbetlerimiz oluyordu. Geçen yıl Atatürk
Spor Salonu'nda yapılan HADEP Kongresine şirin ÇELİK ile birlikte katıldık.
Bazı gruplar da "Biji Serok Apo, Kürdistan Faşizme Mezar Olacak" gibi
sloganlar atıldı." demiştir.
i)
Sanık Mahmut Sıtkı KARAHAN ifadesinde:
"...DEP
kapatıldıktan sonra yerine kurulan HADEP'e üye oldum. İlçe yönetim kurulunda
görev aldım, halen bu görevim devam etmektedir. Bu partinin il yönetimini
seçmek için yapılan genel kurul toplantısına katıldım. Burada "Özgürlük
Şehitlerimiz" adına yapılan saygı duruşunda ayağa kalktım. Yine bu
toplantıda genel af çıkartılarak Abdullah ÖCALAN'ın affedilmesi, Türkiye'ye
gelerek siyasete atılması, serbest siyasi faaliyetler yürütmesi konusu
söylendiğinde hep birlikte alkışladık" demiştir.
j)
İçel ilinde yakalanan Resul DEMİR alınan ifadesinde;
"...HADEP'e
üye olmuştum. DEP kapatıldıktan sonra kurulan HADEP'in l. kongresine katılmak
üzere Ankara'ya gittim. Ve orada bulunanlar Türk bayrağını yaktılar... Bir
Devlet kurmak için silahlı mücadele vermekte olan PKK örgütüne maddi yardımda
bulunduğum gibi HADEP'e de maddi yardımda bulundum. Maddi durumum iyi olduğu
için kısa aralıklarla gelip maddi yardım talebinde bulunuyorlardı."
demiştir.
k)
Sanık ALİ (K) Ahmet MAKAS alınan ifadesinde:
"...Ben
PKK örgütünün ideolojisine inanmaktayım... PKK örgütünün Kürt halkının
temsilcisi olarak silahlı mücadele sonunda Marksist-Leninist ilkelere dayalı
bağımsız birleşik Kürdistan devleti kuracağına inanıyorum... Örgütsel
faaliyetlerde bulunmak üzere DEP daha sonra HADEP teşkilatlarına gidip
geldim" demiştir.
l)
Kars ilinde yakalanan MAHİR-HAYRİ (K) Abdurrahman YILDIZ alınan ifadesinde:
"...
Zeli kampına tüm eyaletlerden elçiler geldi. Ulusal mecliste alınan kararlar
benim hatırladığım kadarıyla şunlardır: İllegal alanda Kürdistan Yurtsever
Gençler Birliği, Kürdistan Genç Kadınlar Birliği, legal alanda ise DEP ve
HADEP'in temsil ettiğini beyan etmiştir.
m)
Kahramanmaraş'ta yakalanan DELİL-REZZAN (K) Kamil MADENKUYU alınan ifadesinde:
"...Türkiye'de
yasal olarak faaliyet gösteren eski adı DEP, yeni adı HADEP olan siyasi
partinin milletvekillerinin Suriye'ye gidip Abdullah ÖCALAN'ın talimatlarına
göre hareket ettiklerini biliyorum... Türkiye'de bu partinin güçlenmesi için
Abdullah ÖCALAN başta olmak üzere diğer militanlar tarafından desteklenmektedir.
Hatta militanlar tarafından Kürt köylerine baskın yapılarak bu partiye destek
verip üye olmaları yolunda çalışmalar yapılmaktadır." demiştir.
n)
İstanbul'da yakalanan ALİ (K) İmam DOĞAN alınan ifadesinde;
"...HADEP
üyesiyim... DEP kapatıldı, aynı doğrultuda ismi HADEP olarak belirlenen parti
kuruldu. Buraya da il yöneticisi olarak geçtim... bilahare PKK'nın talimatı ile
kurulması düşünülen Kürdistan Ulusal meclisi (KUM) (Bu TBMM'nin eşdeğerinde
olan bir oluşum olup, Kürt halkının seçtiği Kürt milletvekillerinden oluşacak,
Kürdistanın parlamentosu durumunda bulunacaktı) kurulacağını ve benimde
milletvekili adayı olmamı Süleyman DANIŞ istedi. Bende kabul ettim. Ben legalde
HADEP içerisinde üye olarak faaliyet göstermekteyim. İllegal olarak ta PKK örgütünün
Marmara Komitesi içerisinde faaliyet göstermekte idim. Bende yakalanmasaydım,
yol açılınca Yunanistan'daki PKK militanlarının yanına örgüt tarafından
gönderilecektim." demiştir.
o)
Sanık Abdulcabbar GEZİCİ alınan ifadesinde:
"...
HADEP kurulurken özellikle Türk sol çevrelerinden bazı insanların buna
katılması için çok çaba sarfedildi. Ancak bunda başarı sağlanamadı... Şu anda
HADEP Türkiye sorumlusu Vecdi KÖYLÜOĞLU ve onun yardımcısı Cevat SOYSAL, ile
beraber HADEP'e katılması için Emeğin Bayrağı, Odak, Barikat, Alınteri, Hedef,
Direniş gibi dergilere giderek görüşmelerde bulunan Cevat SOYSAL, bu şahıs
Batmanlı olup, PKK'nın 1980 öncesi kadrolarındandır. 1980 döneminde cezaevine
girmiş, 12 yıl çeşitli cezaevlerinde yatmış, çıktıktan sonra yeniden örgütle
ilişkiye girerek örgütün sendikal faaliyetlerinin koordinatörlüğünü yapmıştır.
HADEP'in İstanbul'daki faaliyetlerini PKK adına yönlendirenler şunlardır:
Şemsettin
KARA: Bu şahıs geçmişte İskenderun ve Çukurova bölgelerindeki illegal
faaliyetlerinden dolayı yakalanmış, Malatya'da bir süre yattıktan sonra örgütün
yurtdışındaki kamplarına gitmiş ve örgüt tarafından İstanbul'daki legal
faaliyetlerin sorumluluğuna getirilmiştir.
Canan
KARATAŞ: Şu anda HADEP il yönetim kurulu üyesidir. Geçmişte HEP ve DEP'te
yöneticilik yaptı. Örgütün yurtdışı eğitim kamplarına gitmiş, ancak başarılı
olamadığı için örgüt tarafından geri gönderilmiştir.
...
Kemal OKUTAN HEP'in kuruluşundan beri içinde yer alan şahıstır. Başta Adana il
başkanlığı yaptı, daha sonra HEP Genel Sekreter Yardımcılığı görevinde bulundu,
şu anda HADEP'in Genel Merkez yönetiminde.
Murat
BOZLAK: Ankara Barosu Avukatlarından, HEP ve DEP'te saymanlık yaptı. Bu şahısta
şu anda HADEP genel merkez yönetiminde,
İsmail
ASLAN: Ankara Barosu Avukatlarındandır. HEP ve DEP'e genel saymanlık yaptı, bu
şahıs şimdi HADEP genel Merkez Yönetimindedir" demiştir.
ö)
Sanık ŞEYHMUS (K) Kenan KOÇ ifadesinde: "DEP kapatıldı ve HADEP
açılmıştır. Onun bünyesinde aynı çalışmalara devam etmekte idik. Ayhan isimli
şahıs beni HADEP il merkezine getirdi. Burası Nişantaşı'nda idi. Orada aynı
zamanda Ali isimli şahısla tanıştım ve benimle birlikte Ali ve Ayhan isimli
şahıslar HADEP'in Gençlik Komisyonunda çalışmaya başladık. Buralarda gençleri
örgütlüyor ve eğitim çalışmaları veriyorduk. Eğitim çalışmalarında HADEP
anlatılmakta, amacı anlatılmakta idi. Yapılan görev bölümüne göre Ayhan,
Anadolu yakasında, Ali ise Bakırköy, Güngören, Bahçelievler semtinde gençlik
komisyonlarına bakmakta, ben ise Sarıyer, Kağıthane, Gaziosmanpaşa gençlik
komisyonlarına bakmakta idim. Hazırlanacak olan pankartlara PKK örgütün
sloganları yazılarak eylem günü açılacak, lastikler yakılacak ve PKK lehine
sloganlar atılacaktı, alınan karar buydu. Eğer yakalanmasaydım Fatih'deki
korsan gösteri yürüyüşünde ben de hazırlayacağım malzemeleri diğer HADEP
gençlik komisyonlarına dağıtarak katılacaktım. Molotof kokteyllerini bize
müdahale edecek polis ve Büyükşehir Belediye Başkanlığı binasına yakarak
atacaktım." demiştir.
p)
İstanbul ilinde yakalanan Vural KARA ifadesinde;
"...
Dükkanımın telefonu çaldı, telefona çıktığımda Babam Şemsettin KARA vardı. Bana
emaneti İzmir'e götüreceğimi söyledi. Bana biraz daha beklememi, bilahare tekrar
arayacağını söyledi, kısa bir süre sonra beni tekrar aradı ve sende bulunan gönderdiğim
malzemeleri HADEP ilçe başkanı olan Selahattin SARIKAMIŞ'a götürerek ver dedi.
Ben de bunun üzerine önce malzemeleri eve götürerek saklamayı düşündüm, eve giderken
yolda polisler tarafından durduruldum ve yapılan aramada arabamın bagajındaki çuval
içerisinde 4 adet kaleşnikof marka otomatik silah ve 5 adet şarjörü, 350 adet
bu silahlara ait dolu fişek. 70 adet 9 mm. çapında tabancalara ait olan dolu
fişek ele geçti. Bunları bana Avrupada bulunan Şemsettin KARA, ilçe başkanı
Selahattin SARIKAMIŞ'a ulaştırmam için göndermişti." demiştir.
r)
1995 Mayıs ayında Ankara'da yakalanan Ferhan TÜRK ifadesinde;
"HADEP
İl Yönetim Kurulu Üyesiyim, bir çok kez PKK ile ilişkilerimden dolayı yakalandım
ve 1991 yılında arazimi ortağına, başka birine verip kendim Ankara iline
taşındım, ayrıca kardeşlerim Beşir TÜRK ve Hevin TÜRK PKK örgütünün dağ
kadrosunda silahlı olarak görev yapmakta iken güvenlik kuvvetleri ile
giriştikleri silahlı çatışmada öldüler. Yine amcamın oğlu Abdullah TÜRK'de aynı
şekilde kırsaldaki faaliyetleri sırasında silahlı çatışmada öldü. Ağabeyim
Beşir TÜRK vasıtası ile bir çok kez örgüt ile ilişkilerim oldu ve bu
faaliyetlerimden dolayı yargılandım" demiştir.
s)
Sanık Süleyman GÜLTEKİN ifadesinde;
"İskenderun
HADEP üyesiyim. Kürt kökenli olmam nedeni ile yasadışı PKK örgütünün eylem ve
faaliyetlerine sıcak bakmaktayım. PKK'nın Kürt halkı için faaliyet gösterdiğine
inanmaktayım. Bu nedenle 1990 yılında PKK içindeki faaliyetlerimden dolayı
yakalandım" demiştir.
ş)
Sanık DİLOVAN (K) Cevdet Melik KAYA ifadesinde;
"...Yasin
AŞKARA ile tanıştım, daha sonra Yasin AŞKARA bizi Gaziosmanpaşa semtinde
bulunan HADEP binasına götürmeye başladı, burada bizlere 1.60 cm boylarında 25
yaşlarında kel saçlı, kumral tenli bir şahıs tarafından PKK örgütü
doğrultusunda siyasi eğitim verilmeye başlandı. Eğitim genellikle Kürdistan ve
PKK örgütünün tarihi ve faaliyeti hakkındaydı. Buranın sekreterliğini yapan ve
Bingöl'lü olduğunu tahmin ettiğim Sakine isimli bir bayanda devamlı bizimle
ilgileniyordu.'' demiştir.
t)
1995 Ocak ayında İstanbul'da gerçekleştirilen operasyonlarda yakalanan Alaaddin
DUYGUN'un alınan ifadesinde:
"...Avcılar
HADEP üyesiyim. PKK örgütü Türkiyenin doğu ve Güneydoğu toprakları üzerinde
Marksist Leninist ilkelere dayalı olarak bağımsız Birleşik Kürdistan Devleti
kurmak için silahlı mücadele veren bir örgüttür. HADEP'de şu anda tamamen
PKK'lıların elinde olup, bu örgütün görüşleri doğrultusunda legal olarak
faaliyet göstermektedir. Bende bu örgütün içerisinde kendi isteğimle mücadele
vermek için girdim. Eğer yakalanmasa idim çalışmalarıma devam edecektim."
demiştir.
u)
Sanık Cüneyt HAN alınan ifadesinde:
"...HADEP
binasına takılmakta, buradaki sohbetleri izlemekte idim. Hatta HADEP binasında
PKK örgütünün legal yayınları ile illegal yayınları bulunmakta idi. Bende
dersaneden çıktığımda buraya giderek bu dergileri okumakta ve gençlik
komisyonuna bazen katılmakta idim. Bu kitapların ve buradaki konuşmaların
etkisinde kalarak kendimde güneydoğu bölgesinden olduğum için PKK örgütüne
karşı sempati duymaya başladım... Gençlik komisyonu toplantılarına genelde
Avcılarda bulunan lise öğrencileri gelmektedir.
Bu
tür toplantılar genelde akşam saat 18.000 sıralarında başlamaktadır.
Toplantının genel amacı ise örgüt hakkında daha detaylı bilgilere sahip
olabilmek ve örgütün yapması ve yapmaması gereken görevleri ile lise
öğrencilerinin örgütlenmedeki görevleri hakkında konuşmalar yapılmakta, örgüte
ait kitaplar okunmakta, kitaplar okunduktan sonra görüşler alınmaktadır."
demiştir.
ü)
DİLAN (K) Sakine DAĞISTAN ifadesinde:
"...HADEP
Samandıra belde teşkilatı başkanı Seyfettin LAÇİN orada ayrı bir odada benimle
oturdu. Yönetim Kurulu üyeliğimi hemen onayladı. Nüfus hüviyet cüzdanımı
istediler. Seyfettin LAÇİN nüfus cüzdanımı alıp yırtarak, sen artık TC.
kimliğinden çıktın. Kürdistan kurulana kadar ihtiyacın yok" diye söyledi.
Seyithan
ile birlikte HADEP'e gittim. Bu süre içerisinde ayrıca PKK'nın dağda nasıl
yetiştirildiğini, geliştirildiğini, ne şekilde hayat koşullarının devam
ettiğini, dağda kullanılan silahlar hakkında partide bulunan yerini bilmediğim
yerlerden çıkararak beni bilgilendirdiler. Orada dağda kullanılan kaleşnikof,
G-3, MP.5 ve tabanca cinsi diğer silahlar mevcuttur. Bu partide bulunduğum 3 ay
süre içerisinde devamlı Türkçe konuşmamın yasak olduğunu söylediler.
...Sık
sık Doğu ve Güneydoğulu gençler zaman zaman gelir toplantılara katılırlar
birbirimize isimle hitap etmeyiz, "Heval" diye hitap ederiz.
Toplantılarda parti yandaşı olan legal yayınlar ve günlük basın takip edilir,
okunur. TC. aleyhine konuşma ve tartışmalar yapılır, PKK'nın daha başarılı
olması ve Kürdistan'ın kuruluş sürecinin çabuklaştırılması için neler
yapılmalıdır, örgütlenme nasıl yapılmalıdır gibi konular tartışılırdı.
Yaklaşık
1995 Mayıs ayı sonlarında yine akşam toplantısı sırasında Seyithan EAÇİN, Doğan
TUNA, Mehmet DURSUN, Nimet ARSLAN, Zeynep ESKİ, Belde Başkanı Hanifi BİNGÖLLÜ
bulunduğu sırada Haydarpaşa Askeri Hastanesi'nde kolu kırık olup, tedavi gören
bir general hanımının olduğunu, buna karşı bir suikast yapıldığında TC.
ordusunun telaşa kapılacağını ve birbirine düşeceğini, halk nezdinde gözden
düşeceğini, güvenliklerinin yeterli olmadığı imajının doğacağı, bununda bizim
savaşımıza moral katacağını ve Türk kamuoyunda daha destek alacağımızı
söyledi" demiştir.
v)
Sanık Talip DENİZ ifadesinde;
"...HADEP
Ankara il başkanlığına kayıtlı üyeliğim vardır. 1995 yılı Mayıs ayı içerisinde
yasadışı Rızgari örgütü adına faaliyetlerimden dolayı Ankara Emniyet Müdürlüğü
görevlileri tarafından yakalandım. Halen HADEP üyesiyim, l Eylül'ün Dünya Barış
günü olmasından dolayı partimizde Dünyada ve Türkiye'de süren kirli savaşın
bitmesi için bazı etkinliklerin yapılmasına karar alınmıştı. 2.9.1995 günü
Sıhhiye köprüsü üzerinde tahminen 2000 kişinin katılımı ile izinli olarak barış
zinciri oluşturuldu. Yürüyüş saat 13.00'da başladı. Bazı gruplar yürüyüş
sırasında slogan atmaya başladılar, bu sloganlar şöyledir. Biji Aşiti, Yaşasın
Halkların Kardeşliği, Biji Kürdistan, Faşist Devlet Kürdistanı Terket, Susma
Sustukça Sıra Sana Gelecek, Kirli Savaşa Hayır" bende zaman zaman bu
sloganlara eşlik ettim, ben bu Barış zinciri yürüyüşüne partimin talimatıyla
katıldım." demiştir.
y)
Sanık İbrahim SÜRÜ ifadesinde:
"...Benim
siyasi görüşüm HADEP'tir. Kendim Kürt kökenli olduğumdan dolayı kendime ve
Kürtlere en yakın parti olarak bu partiyi gördüğümden bu partinin fikirlerini
benimsiyorum. Seçim dönemi olduğu için HADEP'ten Şehabettin ÖZARSLANER
adaylığını koymuştu. Kendisi Özalp'lıdır. Kendimde Özalp'lı olduğumdan zaman
zaman bu şahsın aday olduğu HADEP'in, Akdamar Oteli çevresinde bulunan seçim
bürosuna gider gelirim. Havaalanına gittik, biraz sonra HADEP'in milletvekili
adayları geldiler. Konvoy hareket edince bizim bulunduğumuz arabada hareket etti.
Arabaların içinde bulunan şahıslar çeşitli sloganlar atıyorlardı. "Biji
HADEP, Biji PKK, Biji Kürdistan, Kürdistan TC'ye mezar olacak" gibi.
Bunların bağırdıklarını duyunca bizim arabada bulunanlardan ben, Abdulcabbar,
kendilerini tanımadığım, diğer üç şahısla slogan atmaya başladık. "Biji
PKK, Biji Apo, Biji Kürdistan" diye bağırıyorduk. Doğu ve Güneydoğuda
yaşayan insanların haklarını PKK'nın savunduğunu zannediyorum. Bu örgütün legal
alanda destekçisinin HADEP olduğunu biliyorum. Bu partinin milletvekilleri ve
üst yöneticileri her ne kadar legal olarak çalışıyorlarsa da PKK ile ilişkileri
olduğunu biliyorum" demiştir.
z)
Halise ÜKLÜ ifadesinde:
"...24
Aralık 1995 günü yapılan genel seçimlerde HADEP'i desteklemek için HADEP Seçim
Bürosuna devamlı gelip gittim, yapılan etkinliklere katıldım, ayrıca İzmir ilindeki
örgüt mensuplarını desteklemek amacıyla yapılan açlık grevlerine katıldım. Ben Aydın
ilinden HADEP binasında Kadınlar Komisyonunca yapılan toplantılara katıldım. Aydın'da
yakalandım" demiştir.
aa)
Ayten (GURBET) ÜKLÜ ifadesinde;
"...HADEP
parti binasına gitmem, kadınlar komisyonunca düzenlenen toplantılara katılmam
dolayısıyla bu gibi yerlerde öğrendiğim bilgilerle PKK Örgütüne sempati
duydum." demiştir.
bb)
Sanık Mehmet Emin AKYOL ifadesinde:
"...Ben
1994-1995 yıllarında Batman HADEP il yönetim kurulu üyeliğine seçildim. Bu
göreve başladıktan sonra Batman HADEP'te bazı örgüt mensuplarıyla ilişki
içerisine girdim" demiştir.
Yukarıya
örnek olarak alınan ifadelerden başka sanıklar Mehmet YILDIZBAKAN, Şevket
GÖZCÜ, Hamit ÖZGÜÇ, Hayrettin YILMAZ, Cemal ÇAMKIRAN, Ali KAYA, Abdülkadir
ASLAN, Hasan İLA, Mehmet ÜZÜMCÜ, Mehmet SÜREN, Fatma AKDEMİR. Şefıka OĞUZ,
Tevfık KAYA. Yasin ÖZKAN, Hasil BALTA, Münir SUNA Y. Seyit BULUT, Ramazan
KARAASLAN, Selahattin BAŞ, Murteza ASMA, Filiz MAVİŞ, Eyyüp ÜRKMEZ, Abdurrahman
YURDAKUL, Bahri KARGI, İsmet YÜZÜGÜLDÜ, Şebabettin YILMAZ, Mehmet BİTER, Metin
KUMRUASLAN, Cemal YILDIZ, Abuzer AYAZ, Ahmet ALP, Emine EROĞLU, Hediye DOĞAN,
Halil OLCAY, Hüseyin KAYGUSUZ, Salih AKAY, İsmail SÜRGEÇ, İbrahim YAYGIR, Gazi
BEKTAŞ, Cemil GEDİK, Mehmet AKAN, Mehmet AŞKIN, Fevzi CİN, Fikret ÖZBEĞE,
Bayram HATUL, Hamit TUĞALAN, Mehmet YILMAZ, Selahattin SARIKAMIŞ, Zeynep
AŞKARA, Şehabettin ÖZASLANER, Şeyhmuz ÇAĞRO, Süleyman SAVAŞ, Hikmet FİDAN,
Kemah BAHSİ, Hamdullah Can YİĞİT, Hasan GÖKSU, Abbas GÜL, Hüseyin SUBAŞI, Ahmet
ARSLAN, Ziya KÖSEOĞLU, Yılmaz ÖZTÜRK, Yasin POYRAZ, Nazım FIRAT. Süleyman
DEPREM, Fevzi TUNÇ, Salih ŞİMŞEK, Burhan KIRILMAZ, İbrahim DEMİRİN,
Öztürk SARITAÇ, Ahmet YILMAZ, Hanifı AYDEMİR, Önder ÇALKAN, Kadri Kadri AYDIN,
Ahmet MAKAS, Nurettin SÖNMEZ, Veysel DAĞDAŞ, Abdulcabbar AK, Ahmet DOĞAN,
Birgül TEKİN, Keziban SERPEN, Dilan BALTACI, Mülkiye TİLKİ, Emine TOR, Hatice
TEKİN, Metin ARGUNHAN, Ali AYHAN, Oktay BAĞATIR'da ifadesinde HADEP içinde PKK
adına yürütülen faaliyetleri anlatmışlardır.
Bu
konuda en net açıklamaları 1991 yılı içinde PKK örgütüne katılan 1994 yılında
örgütten firar eden Ümit YAĞAN yapmıştır.
Ümit
YAĞAN 5.7.1996 tarihli Savcılık ifadesinde şöyle demektedir:
"..HEP,
DEP ve HADEP (Halkın demokrasi Partisi) biri diğerinin uzantısı olan birinin
kapatılması üzere bir ikincisinin faaliyete geçirilmesi şeklinde faaliyette
bulunan PKK'nın denetiminde ve PKK merkez komitesinden aldığı emir ve
talimatlar doğrultusunda hareket eden bir ve aynı siyasi partidir. Bu partinin
legal programın ötesinde illegal olarak Kürt sorununu dile getirmek, mitingler,
toplantılar ve söyleşilerde Doğu ve Güneydoğu halkını Kürt halkının ulusal
kurtuluş mücadelesi içine çekmek ve PKK'yı Kürt halkının silahlı gerilla gücü
olarak göstererek halkı PKK içinde ve çevresinde örgütlemek yönünde
faaliyetleri vardır. Bunun gibi merkez ve taşra örgütlenmesi içinde, parti
hizmet binalarında PKK milis ve militanlarına görev vererek onların çalışma koşullarını
hazırlamakla yükümlüdür. Parti ile PKK arasında organik bir bağ mevcuttur. Bu
siyasi parti PKK'nın legal uzantısıdır. Merkez ve taşradaki yöneticileri Leyla
ZANA, Ahmet TÜRK, Sırrı SAKIK, Mahmut ALINAK gibi milletvekili ve yöneticileri
zaman zaman PKK'nın yurtdışındaki kamplarına gider ve orada PKK'nın üst düzey
yöneticileriyle görüşme yapar, talimatlar alırlar, aldıkları talimatlara göre
hareket ederler. Bu olay sadece bu söylediğim kişilerle sınırlı değildir.
Sözkonusu siyasi parti bu gün PKK'nın denetiminde, faaliyetleri de PKK'nın
merkez komitesi tarafından yönlendirilmektedir.
Ben
bizzat kendim 1993 yılı yaz aylarında Mehdi ZANA, Leyla ZANA, Sırrı SAKIK,
Mahmut ALINAK ve Ahmet TÜRK'ün K. Iraktaki Erbil ilinde parti yetkilileriyle
(PKK) temsilcileriyle görüştüklerine ve onlardan talimat aldıklarına tanık
oldum. Onlara verilen talimat sonradan öğrendiğime göre şu şekilde idi.
Milletvekilliğinin sağladığı dokunulmazlığa dayanarak, parti içinde, parlamento
dışında ve parlamentoda halkı ulusal Kürt bağımsızlığı etrafında örgütlemek, bu
arada PKK'yı Kürt halkının bu mücadele içinde yer alan silahlı gücü gibi
göstermek, halkı PKK saflarında mücadeleye çekmek, aynı zamanda
dokunulmazlıklarının arkasına sığınarak ve milletvekili olmalarının sağladığı
itibarla Kürt soykırımını, Doğu ve Güneydoğudaki insan hakları ihlallerini Kürt
halkının kimlik, tarih ve kültürünün inkar edildiğini, yok sayıldığını Türkiye
ve Dünya kamuoyuna yaymak, duyurmak şeklinde şeylerdir. Bunun gibi aynı siyasi
partinin parti gelirlerinden bir kısmını doğrudan doğruya illegal yollardan
PKK'ya aktarmaktadır. Kalan kısmı ise parti içi harcamalarla propaganda
faaliyetlerine harcanmaktadır.
2-
Diyarbakır İl Jandarma Alay komutanlığı sorumluluk bölgesinde yakalanan ve
HADEP İl ve ilçe teşkilatlarında görevli PKK mensupları tarafından örgütün dağ
kadrosuna gönderilen sanıkların beyanları:
a)
Sanıklar Cahide GÜNER ve Battal TÜRKMEN Adana HADEP il teşkilatında faaliyet
gösteren Rıza KAN adlı örgüt mensubunca örgütün dağ kadrosuna gönderildiklerini,
b)
Sanık Bilal TURAN HADEP il teşkilatında Mehmet (K) adlı örgüt mensubu
tarafından PKK'nın dağ kadrosuna gönderildiğini,
c)
Sanık Bülent IRK Manisa ili Turgutlu ilçesi HADEP ilçe teşkilatında görevli
Ahmet ARGÜN ve Şeyhmuz ÇELİK tarafından PKK dağ kadrosuna gönderildiğini,
d)
Sanıklar Mazher GÜLERYÜZ, Hasan KABAK, Şener SAKA, Hacı ÇELİK, İbrahim COŞKUN,
Manisa ili Turgutlu ilçesi HADEP ilçe teşkilatında görevli PKK örgüt üyesi
FIRAT (K) tarafından örgütün dağ kadrosuna gönderildiklerini beyan etmişlerdir.
e)
Sanık Zeki ÜRÜK, Turgutlu ilçesi HADEP ilçe teşkilatında görev yapan şahıslarla
irtibatlı olduğunu, PKK dağ kadrosuna gidecek olan şahısları dağa götürmek
üzere kuryelik yaptığını beyan etmiştir.
f)
Sanık Mehmet Han AZARAK Adana HADEP il teşkilatında PKK adına vergilendirme
yaparak ERNK makbuzlarıyla para topladığını, yine Adana HADEP il teşkilatında
halk mahkemesi kurulduğunu, Samet YAMAN'ın, halk mahkemesi başkanı, Hakkı KURU,
Müslüm KURUCU ve Emine isimli bayanın halk mahkemesi üyesi olduklarını beyan
etmiştir.
g)
Sanıklar Güler NOYAN, Leyla NOYAN, Mahfuz ŞEN, Ramazan KORKMAZ ve Nezir BAĞ,
Gaziantep HADEP il teşkilatında görevli MESUT(K) adlı PKK örgütü mensubu
tarafından dağ kadrosuna gönderildiklerini, Batman HADEP il teşkilatından gelen
kurye vasıtasıyla dağa götürüleceklerini beyan etmişlerdir.
h)
Sanıklar Reşit KAYA, Ahmet KARTAL, Sinan DOLAZ, İstanbul ili Eminönü ilçesi
HADEP ilçe teşkilatında görevli MUSA (K) adlı PKK terör örgütü mensubu
tarafından örgütün dağ kadrosuna gönderildiklerini beyan etmişlerdir.
ı)
Sanıklar Fahrettin KAYAALP, Emine ASLAN, Ceylan ASLAN, Habibe ASLAN, İstanbul
ili Esenyurt ilçesi HADEP ilçe teşkilatında görevli SERKAN (K) adlı PKK örgüt
mensubu tarafından örgütün dağ kadrosuna gönderildiklerini beyan etmişlerdir.
j)
Sanıklar Bedia ASLAN, Mehmet POLAT İzmir ili Konak ilçesi HADEP ilçe
teşkilatında görevli Mehmet Emin KARATAY adlı PKK mensubu tarafından örgütün
dağ kadrosuna gönderildiklerini beyan etmişlerdir.
k)
Sanıklar Erdal SÖYLEMEZ, Ahmet SORMAZ, Erdal BEKTAŞ, Nurettin AYDIN, Serdar
OYMAN ve Serpil KILINÇ'ın Malatya ili HADEP il başkanı Mustafa TÜRK Başkan
Yardımcısı Murat KÖSE, yöneticiler Kadir GÜNEŞ, Zübeyda ÜNSAL ve Kanber
SÖYLEMEZ tarafından yönlendirildikleri, aynı teşkilatta görevli RUBAR (K)
Ramazan DÖNMEZ'in Malatya HADEP il teşkilatında siyasi eğitim verdiğini ve
kendilerini örgütün dağ kadrosuna gönderdiğini beyan etmişlerdir.
l)
Sanıklar Talat YORULMAZ, Deniz AYDIN, Filiz KOLAKAN, Mehmet KOLAKAN, Meryem
GÖRDEĞİR, Derbaş GEÇGEL, Ercan YILIDIRIM, Yaşar ŞEHİR Diyarbakır Bağlar HADEP
ilçe teşkilatında PKK terör örgütü adına faaliyetlerde bulunmak ve örgüte
eleman kazandırmak çalışmalarından dolayı yakalanmışlardır.
m)
Sanıklar Şahin EROĞLU, Mehmet Cinet YAYAN, Diyarbakır HADEP il başkanlığında
PKK terör örgütü adına faaliyetlerde bulunmak örgüte eleman kazandırmak ve
lojistik malzeme temin etmek suçlarından yakalanmışlardır.
n)
Sanık Arif GÜLERYÜZ'ün İzmir Buca HADEP il teşkilatında gençlik komisyonu üyesi
iken PKK terör örgütüne katıldığı, dokümanların tetkikinden anlaşılmıştır.
o)
Ümit EROL'un İzmir HADEP il teşkilatında görevli SELİM (K) adlı örgüt mensubu
tarafından kırsala gönderildiği dokümanların tetkikinden anlaşılmıştır.
p)
Naif (Nafiz) AKDENİZ'in Antalya'dan kırsala katıldığı, HADEP'te okuduğu kitapların
etkisi altında PKK'yı benimsediği, bu sanığın özgeçmiş raporunun tetkikinden
anlaşılmıştır.
r)
Dursun CELİK'in, Antalya HADEP il teşkilatında görevli MAHSUN (K) adlı örgüt
mensubu vasıtasıyla PKK'yı tanıdığı ve örgüte Nafiz AKDENİZ ve Hüseyin ARSLAN ile
birlikte katıldığı dokümanların tetkikinden anlaşılmıştır.
s)
Sanıklar Fatih YILMAZ, Reşat DURGUN, Yakup YAŞ Diyarbakır HADEP il teşkilatında
görevli iken yapılan propagandalar sonucu PKK örgütüne katıldıklarını beyan
etmişlerdir.
t)
Sanık Şeyhmus YAVUZ, İzmir HADEP il teşkilatının faaliyetlerine katıldığını,
Sevgi ve Selim isimli şahıslar vasıtasıyla PKK terör örgütüne katıldığını beyan
etmiştir.
u)
Sanıklar Tahsin BAŞARAN, Fatih KAPLAN, Ömer ALTINER, Ali TAKAR, Diyarbakır
Bağlar HADEP ilçe teşkilatında faaliyet gösterirken örgüte katıldıklarını beyan
etmişlerdir.
v)
Sanıklar Ramazan ERSANCAN, Hamit GÜLCAN, Diyarbakır HADEP il teşkilatı üyesi ve
gençlik komisyonu üyesi iken PKK örgütüne katıldıklarını beyan etmişlerdir.
y)
Sanık Yunus YAMAN PKK örgütüne katılmadan önce HADEP Aydın il teşkilatı üyesi
olduğunu ve HOCA (K) adlı örgüt mensubu vasıtasıyla örgüte katıldığını beyan
etmiştir.
z)
Uğur TAYFUR örgüte İzmir HADEP il teşkilatında yapılan propagandalar sonucu
katıldığını beyan etmiştir.
aa)
Sanıklar Mehmet Akif ERDOĞAN, Bahattin KARAKAŞ, Kamuran SÜLEYMANOĞLU, Mürsel
SÜLEYMANOĞLU, Murat TAŞKIRAN, Hasan IŞIK örgüte Diyarbakır Bağlar HADEP ilçe
teşkilatında faaliyet gösterirken yapılan propagandalar sonucu bu teşkilatta
görevli örgüt mensupları vasıtasıyla örgüte katıldıklarını beyan etmişlerdir.
Keza sanıklar Hasan ÇAKIR, Hacı EROL, Barış OKUR, M. Selim KOYUN ve İ. Halil
NOYAN'da aynı parti ilçe teşkilatında yapılan propagandalar sonucu örgüte
katıldıklarını beyan etmişlerdir.
bb)
Nurettin ÇETİN'in Batman HADEP il teşkilatında yapılan propagandalar sonucu PKK
örgütüne katıldığı tesbit edilmiştir.
cc)
Sanık Selahattin TAŞKIN, İzmir HADEP il teşkilatında Ercan KAYA, İzmir Gaziemir
HADEP ilçe teşkilatında yapılan propagandalar sonucu örgüte katıldıklarını
beyan etmişlerdir.
dd)
M. Halit OĞUZ'un Diyarbakır HADEP ilçe teşkilatında ÇİYA (K) adıyla faaliyet
gösterirken PKK terör örgütüne örgüt mensupları vasıtasıyla katıldığı tesbit
edilmiştir.
ee)
Enver KARAKEÇİ'nin Bağlar HADEP ilçe teşkilatından HAYRİ (K) Talat YORULMAZ
vasıtasıyla örgüte katıldığı tesbit edilmiştir.
Bu
ifadelerden anlaşılacağı gibi HADEP'in il ve ilçe teşkilatlarından illegal
olarak kürt orjinli vatandaşları PKK etrafında örgütlenme, PKK'ya taban
oluşturma ve PKK'nın yurtiçi, yurtdışı kamplarıyla örgütün dağ kadrosuna
militan göndermek faaliyetleri yürütülmektedir. Böylece HADEP il ve ilçe
teşkilatları PKK'nın asker alma daireleri haline gelmiştir.
HADEP
yöneticileri her ne kadar ifadelerinde "Partilerinde bu şekilde illegal
faaliyetler yürütülmediğini, bazı bireysel olayların ise kendilerini
bağlamayacağına belirtmişlerse de;
Yukarıda
belirtilen ifadelerden anlaşılacağı üzere bu illegal faaliyetler HADEP'in il ve
ilçe teşkilatlarının hemen hemen tamamında vardır. Bu durumda HADEP Genel
Başkanı ve parti meclis üyelerinin bu faaliyetlerin dışında oldukları
düşünülemez. Nitekim sanık Abdulkadir KAYA'nın ifadelerinde HADEP eski genel
başkan yardımcısı Şeyhmus ÇAGRO'nun yurtdışındaki PKK kamplarına eleman
gönderme faaliyetleri anlatılmıştır. Şeyhmus ÇAGRO halen yurtdışında firarda
bulunmaktadır.
Yine
haklarında soruşturma yapılmış olan sanıklar Meral DOĞAN, Seyfettin ÖZGÜR,
Veysel DAĞDAŞ, Cem Sezai DEMİR, Kalender BEYDİLLİ ve Şervan BÜYÜKKAYA
ifadelerinde HADEP il ve ilçe teşkilatları bünyesinde oluşturulan gençlik
komisyonlarında tertiplenen seminerlerde ''Kadının Kürdistan Devrimindeki
Yeri", gerilla taktikleri, Kürt halkının kurtuluşa kavuşmasında PKK'nın
rolü, Marksist Leninist kavramlar, Yurtsever Nedir, Devrimci bir insan neler
yapmalıdır' gibi konuların işlendiğini, böylece seminere katılan gençlerin
PKK'ya kazandırılmaya çalışıldığını ifade etmişlerdir.
3-
30.5.1996 tarihli Demokrasi Gazetesinde çıkan "Halklarımıza" başlıklı
Abdullah ÖCALAN'a karşı yapıldığı iddia olunan suikastı kınayan ilan:
Bu
ilanda aynen şöyle denilmektedir "PKK GENEL BAŞKANI SAYIN ABDULLAH
ÖCALAN'A KARŞI GİRİŞİLEN BOMBALI SUİKAST GİRİŞİMİNİ KINIYORUZ. HALKLARIN
EŞİTLİK ÖZGÜRLÜK VE KARDEŞLİK ÖZLEMLERİNE KARŞI YAPILAN BİR SALDIRI OLARAK
DEĞERLENDİRİYORUZ.
İlanın
altında HADEP Genel Başkan Yardımcısı Osman ÖZÇELİK, HADEP Genel Başkan
yardımcısı ve İstanbul il başkanı Hikmet FİDAN ve HADEP Parti Meclisi Üyesi
Serap MUTLU'nun imzalarıyla İsmail GÖLDAŞ, Haydar ÖZTÜRK, Kemal PEKÖZ, Ayşenur
ZARAKOLU, Nurhayat ALTUN, Kadir SATIK, Sengül DİRİBAŞ ve Abidin KIZILYAPRAK
gibi HADEP mensuplarının imzaları bulunmaktadır. HADEP'in en üst düzey
yetkilisi olan sanıklar Abdullah ÖCALAN'a bağlılıklarını pek güzel ortaya
koymuşlardır. Katliamcı çetenin başını özgürlük, eşitlik, kardeşlik savaşçısı
olarak göstermektedirler. Bu ilan PKK-HADEP ilişkisi en açık şekilde ortaya
koyan bir belge olarak değerlendirilmiştir.
-
Terör örgütü PKK'nın lideri Abdullah ÖCALAN'ın örgütün yayın organı olan MED-TVde
yaptığı konuşmalar:
Abdullah
ÖCALAN'ın MED-TVde yaptığı 14.12.1995 tarihli konuşmasında "...HADEP'e
gelince, HADEP ve oluşturmuş olduğu blokun parlamentoya girmesinin Türkiye'nin
bîr şansı olduğunu düşünüyoruz ve Kürtlerden ziyade Türk Demokrasisi açısından
olumlu olacağına inanıyorum. Biz HADEP'in siyasi çözümden ziyade Meclise
girmesi veya girmemesinin o kadar önemi olmasından ziyade oluşturmuş oldukları
blokun seçimden sonra partileşmesinin olumlu olacağı, bizim de buna destek
olacağımızı, zira siyasi çözümün olumlu olacağını düşünüyoruz" demiştir.
Yine
Abdullah ÖCALAN'ın 24.12.1995 tarihinde MED-TV'de yaptığı konuşmasında:
"HADEP'in Türkiye Parlamentosuna girip girmemesi önemli değil hem
yurtdışında hem ülke dahilinde parlamento, kongre Ocak ayında sanıyorum
kendisini ilan etme kararını ortaya koyacaktır. Bunun yanında bu seçimlerde
çarpıcı bir şekilde ortaya koyacaktır. Bunun yanında bu seçimlerinde çarpıcı
bir şekilde ortaya koyduğu gibi Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da bir federal
parlamento ortaya çıkacaktır. Hatta bu seçilen milletvekillerini Kürdistan
Federal Meclisi'nin üyeleri olarak selamlıyorum. Bunlar gerçekten bu acımasız
koşullara rağmen seçilen insanlardır, kendileri artık bu faşist yaralar karşısında
bile bu direnmeyle kazandıklarına göre dünyanın bunları kabul etmemesi mümkün
değil. Ben bu seçimi kazanan milletvekillerini eğer ülke içinde mücadele
koşulları varsa, ülke içinde mücadelelerini yürütmelerini, eğer bu koşulları
yoksa resmi seçilmiş milletvekili olarak yurtdışında da mücadelelerini daha
anlamlı bir biçimde vermek için görev başına çağırıyorum, daha önceki DEP
milletvekillerinden sayı olarak az değildirler. Sanıyorum 2-3 katıda teşkil
ediyorlar. Dolayısıyla Kürdistan'ın temsilini hem içte hem dışta her
zamankinden daha iyi yapabilecek bir durum elde edilmiştir." demiştir.
5-
HADEP yetkilileri tarafından çeşitli tarihlerde yapılan basın açıklamaları,
konuşmalar, bildiriler:
a)
24.12.1995 seçimlerinde HADEP Antalya Milletvekili adaylarından Ahmet CİHAN ve
Necdet ÖZÇELİK imzasıyla hazırlanan basın açıklamasında:
"...Son
on yılda binlerce köy haritadan silindi, onbinlerce insan cezaevlerine
dolduruldu. Binlercesi katledildi. Halkını, yurdunu sevmek, ona sahip çıkmaktan
başka suçu olmayanlara karşı bir yok etme kampanyası başlatıldı. Türkiye'nin
kaynaklarından büyük bir bölümü bu vahşi ve acımasız olduğu kadar sonuçsuz bir
kirli savaşta heba edildi. Kürt ve Türk insanının kardeşliğinden korkan bu
zihniyet bu gün Türkiye'deki düzene egemen olmaktadır. HADEP adayları akan
kanın derhal durdurulmasını onurlu bir barışın hemen gerçekleştirilmesini
savunur.'" denilmiştir.
b)
HADEP Genel başkan Yardımcısı Osman ÖZÇELİK imzasıyla 18.1.1996 tarihinde
yapılan basın açıklamasında. Şırnak ili Güçlükonak ilçesinde (11)
vatandaşımızın katledilmesinin Devlet tarafından gerçekleştirildiği
vurgulanmaya çalışılmıştır.
c)
Kapatılan DEP milletvekillerinin tutuklanmalarının ikinci yılı münasebetiyle
hazırlanan HADEP Genel Başkan yardımcısı İsmail ARSLAN imzasıyla basın
açıklamasında: "...Tabi ki DEP'li milletvekillerinin ve DEP'in
hukuksuzluğun, haksızlığın zulmün üzerine inatla ve kararlılıkla yürümesi bu
darbede önemli bir etken olmuştur. Ama asıl olarak Kürt halkının uyanışı,
demokrasi, özgürlük ve eşitlik talepleri kuşkusuz en büyük etken olmuştur. Bu
olumsuz etkileri silmek kolay ve gereklidir. Ancak bu köklü çözümler
gerektirdiğinden hiçbir siyasi parti ve güç bu köklü çözümleri hayata geçirecek
cesaret ve kararlılığa sahip değildir. Oysa yürürlükte olan tek yanlı ateşkes
bu sorunları çözmeyi düşünenlere büyük bir fırsat ve manevra alanı
vermektedir." denilmiştir.
d)
Murat BOZLAK imzalı 10.4.1996 tarihli basın açıklamasında: "...Onbinlerce gencin
ölümüne, ülkenin ekonomik ve siyasal krize sürüklenmesine neden olan savaşın
son operasyonlarla tırmandırılması toplumda gelişen barış umudunu zedelemiştir.
15 Aralık 1995 tarihinde PKK'nın ilan ettiği tek taraflı ateşkes bugüne kadar
sürdürülen operasyon ve provokasyonlara rağmen devam ettirilmektedir.
Operasyonların ve şiddetin çözüm olmadığı kan ve gözyaşından başka bir işe
yaramadığı geçmişin pratiğinden anlaşılmıştır. Tek taraflıda olsa ateşkesin
yarattığı olumlu ortam değerlendirilmeli, savaş değil barış demokratikleşme
doğrultusunda önemli adımlar atılmalıdır. Daha fazla can kaybı olmadan mevcut
olumlu ortam bozulmadan hükümeti başlatılan operasyonları derhal durdurmaya davet
ediyoruz" denilmiştir.
e)
13.4.1996 tarihinde yapılan HADEP Ankara Mamak ilçe teşkilatı kongresinde ilçe
başkanı seçilen İbrahim ELVEREN yaptığı konuşmasında: "...kirli savaşın
sona erdirilmesini, Devletin PKK tarafından ilan edilen ateşkese cevap
vermesini ve bu savaşın bitirilmesi gerektiğini..." söylemiştir.
f)
5.5.1996 tarihinde yapılan HADEP İstanbul il kongresinde bir konuşma yapan
İstanbul il Başkanı Hikmet FİDAN: "...Biz HADEP olarak zorunlu bir
süreçten geçtik, barış süreci, savaş süreci kadar zordur. Şu ana kadar
milletvekillerimiz dahil 500 şehit verdik, bu rakama cezaevlerindeki yüzbinleri
katmıyorum. Bizler burada yıkılıp yakılan köylerden bahsetmeyeceğiz de bazıları
gibi mutlu azınlıktan mı bahsedeceğiz' Bütün baskılara ve yıldırmalara rağmen
halkımız inatla bizleri seçmiştir." demiştir. Aynı kongrede,
"...Güneşin ülkesinden işçi sınıfına selam, karanlık ve kanlı devlet
geleneğine son" pankartları asılmıştır.
g)
11.5.1996 tarihinde yapılan HADEP Ağrı il teşkilatı kongresinde konuşma yapan
Mehmet Nuri GÜNEŞ konuşmasında; "...Akan kanı kendilerinin
durduracaklarını, Türkiye'de Kürtleri temsil eden tek partinin kendilerinin
olduğunu ve Kürtlerin haklarını savunduklarını, salona gelen yurtseverleri
kutladığını, Demokrasi ve Barış Partisinin Kürtleri temsil edemeyeceğini,
kendilerinin arkasında 105 şehitlerinin bulunduğunu" söylemiştir.
h)
12.5.1996 tarihinde yapılan HADEP Ankara il kongresinde Divan Başkanlığına
seçilen Ali Rıza YURTSEVER yaptığı konuşmasında: "...Bütçe açıklarının
büyük bir bölümünün OHAL'da kirli savaş için kullanıldığını, Türkiye'nin temel
sorununun Kürt sorunu olduğunu, savaşın devam ettiği bir zamanda PKK'nın tek taraflı
ateşkes ilan ettiğini Devletin bu konuya duyarsız kaldığını, Kürt
halkının barış istediğini, işte HADEP'in bu mücadelenin öncülüğünü
yaptığını" beyan etmiştir.
ı)
Aynı kongrede konuşma yapan HADEP Ankara il sekreteri Babür PINAR: "...TC.
tarafından anlamsız yürütülen bir savaş var. Bu hükümette buna destek
çıkıyor... Kürt halkının tek dostu emekçilerdir. HADEP Kürt ve Türk
emekçilerinin sembolüdür. Bu uğurda binlerce şehit vermiş bir partiyiz."
demiştir.
i)
HADEP Ankara il Başkanı Kemal OKUTAN ise yaptığı konuşmasında: "...2000
yıllık baskılar altında direnerek bugünlere gelen yiğit Kürt halkı, sizleri
selamlıyorum. HADEP kendiliğinden bugünlere gelmedi. Kanlar dökerek bugünlere
gelmiştir. Daha önce bir kaç kişiydik. Şimdi salonlara, alanlara sığmaz olduk.
Onlar öldürdüler, biz çoğaldık. Vedat AYDIN, Mehmet SİNCAR'ı katlederek bir
yere varamazsınız. I991-1992'de Nevruz kutlandı. Ama o gün sarı, kırmızı, yeşil
renklerden yüzlerce insanımız katledildi, sayın Başbakanımız bu renklerin
Ergenekon'dan geldiği söylemesine rağmen bu renkleri taşıyanlara
ateş açtılar. Şehitler ölmez, bu düzen sadece Kürtleri sömürmüyor, bu ölümlere
sessiz kalırsanız size de sıra gelecektir. 6 aydır ateşkes var. PKK kimseye
ateş etmek istemiyor. Ama bunlar operasyon üstüne operasyon yapıyor. Bu
operasyonlar sona erdirilmeli. Genel af ilan edilmelidir. Zilan'da Dersim gibi
bitirebileceğinizi mi zannediyorsunuz' Buna rağmen biz bitmeyeceğiz" demiştir.
j)
Cezaevlerinde sürdürülen açlık grevlerini desteklemek amacıyla 24.5.1996 günü
HADEP İçel il Başkanı Veli AYDOĞAN imzasıyla yapılan basın açıklamasında
"...Bu ülkede halkların kardeşliği, barış ve demokratik haklar için
herşeylerini ortaya koyan Kürt halkının gencecik insanlarının da katledildiği,
köylerin haritadan silinerek adeta açlığa, ölüme mahkum edilmekte ve
yaşadıkları bölgede anlatmaya dilin varmayacağı, dünyada eşi benzeri görülmemiş
bir kirli savaş politikası sürdürülmektedir.
Coğrafyasında
tüm Kürt, Türk, Arap, Çerkez, Laz ve benzeri yaşayan halkların insanlık adına
var olan tüm güzellikleri ortadan kaldırmak istenmektedir. Herkesin zararına
olan kör şiddet politikası boyutlanarak geliştirilmek istenmektedir. Özellikle
barışa ve halkların kardeşliğine önemli gelişme sağlayabilecek PKK'nın ilan
ettiği tek taraflı ateşkes değerlendirilmemektedir." demiştir.
k)
25.5.1996 tarihinde HADEP Kırşehir il teşkilatı tarafından düzenlenen müzik
şöleninde konuşma yapan HADEP Ankara il başkanı Kemal OKUTAN konuşmasında:
"...Nasıl ki DEP bu düzenin partisi olmaya niyetli değildi; HADEP'te bir
düzen partisi olmayacak, zaten düzen partisi olmayacağının kanıtı da yüzlerce
şahidimizdir. Binlerce insanımızın kanı aktı, ama bizler yine de bu düzenin partisi
olmadık ve olmayacağız. Bu arada yine durmadılar, yine baskılara devam ettiler,
öldürmekle olmayacağını gördüler, bu kez de Hatip DİCLE, Leyla ZANA, Selim
ADAK, Orhan DOĞAN'ları cezaevlerine atarak bu mücadeleyi önlemeye çalıştılar.
Bu da yetmedi, binlerce Hatip'i binlerce Selim'i Orhan'ı, Leyla'yı da cezaevine
atsalar susmayacağız, mücadeleye devam edeceğiz.
"...Ülkemizde
bir savaş yürütülüyor, kirli bir savaş. Savaşın taraflarından PKK tek taraflı
ateşkes ilan etti. Biz HADEP olarak diyoruz ki ey kuru kafalı Devlet
yöneticileri, ey kaz kafalı Devlet yöneticileri, bu ateşkese yanıt veriniz. Bu
fırsat bir daha kaçmasın. Bu fırsatı bir daha kaçırırsanız daha çok Türk anası,
daha çok Kürt anası ağlayacak. Onun için diyoruz ki ne Kürt anası, ne Türk
anası ağlasın. Bir an önce ateşkes çift taraflı olsun" demiştir.
l)
24.12.1995 seçimlerinde diğer bölücü ve sol unsurlarla HADEP çatısı altında
oluşturulan Emek, Barış, özgürlük bloku tarafından dağıtılan basın
bildirisinde, '"...Bilindiği gibi tüm bu gelişmelere yol açan etmen Kürt
sorununun şiddet yoluyla çözülmesinde ısrar, yani savaşın tırmandırılarak
sürdürülmek istenmesidir. Bu politika yalnızca Kürtlere değil, işçi, emekçi,
sınıflara, gençlere, kadınlara ve doğal çevreye yıkım getirmektedir. Kürt
sorununun eşitlik temelinde çözülmesi ezilen, sömürülen ve baskı altında
tutulan tüm kesimlerin çıkarınadır. Son on yılda binlerce köy haritadan
silindi, halkını, yurdunu sevmek, ona sahip çıkmaktan başka suçu olmayanlara
karşı bir yok etme kampanyası başlatıldı. Türkiye'nin kaynaklarının büyük
bölümü bu vahşi ve acımasız olduğu kadar sonuçsuz bir kirli savaşa heba
edildi." denilmiştir.
l.3.1996
tarihinde HADEP İstanbul ili Fatih ilçe teşkilatı tarafından düzenlenen şölende
parti ilçe başkanı Abdülmecit KAPAZAN yaptığı konuşmasında: "...24.12.1995
seçimleri bitmesine rağmen insanlarımız üzerindeki baskı hala devam etmektedir.
Bölgedeki kirli savaş sürüyor, bir çok insanımız öldürülüyor, köylerimiz
yakılıp, insanlarımız öldürülüyor. Biz HADEP olarak PKK'nın ilan ettiği ateşkese
Devlet uymalıdır ve savaş dönemindeki zararlar telafi edilmeli, bölgedeki asker
ve polis geri çekilmeli, bölgedeki halkların kültürel kimlikleri tanınmalı
diyoruz." demiştir.
n)
16.3.1996 tarihinde "Halepçe Katliamı" ile ilgili olarak Diyarbakır
il teşkilatı tarafından yayınlanan basın bülteninde "...her sayfası kan,
acı ve gözyaşı ile dolu bir tarihe sahip olan Kürt halkı yeryüzünde hiç bir
halkın yaşamadığı bir soykırım ve imha politikasına maruz kalmıştır.
Ortadoğu'da 4 ayrı parçada yaşamak zorunda bırakılan Kürt halkı, bu
parçalardaki egemenler tarafından hep bazı ezilmesi gereken bir çıban olarak
görülmüş, baskı altında tutulmuş ve egemenler tarafından birbirleri aleyhine
koz olarak kullanılarak ulusal bir birlik sağlamaları engellenmiştir." denilmiştir.
o)
21.3.1996 tarihinde HADEP tarafından İstanbul Zeytinburnu futbol sahasında
Nevruz kutlamalarına yönelik bir toplandı düzenlendiği, toplantıda:
"...Direniş tamam, sıra kurtuluşta (ERNK), Biji Serok APO, Ulusal
katliamlara son, Kürt ulusal sorununa son, Biji Kürdistan" gibi
pankartların taşındığı, PKK terör örgütünü simgeleyen bez parçalarının
açıldığı, "PKK Halktır. Halk burada, Biji APO, biji PKK, Gerilla Vuruyor.
Kürdistanı Kuruyor. Şehit Namırım, Kürdistan Faşizme Mezar Olacak" şeklinde
sloganlar atıldığı gözlenmiştir.
21.4.1996
tarihinde İstanbul'da HADEP İstanbul il başkanlığınca düzenlenen "Barış ve
Demokrasi Mitinginde" bir konuşma yapan İHD İstanbul Şube Başkanı Ercan
KANAR "...kürt halkı sizi selamlıyorum. Artık barış sesleri geliyor, savaş
tüccarları bir şey yapamayacaktır... Savaşta ölen askerler şehit oluyor,
gerilla öldüğü zaman öldü deniyor." demiştir. Söz konusu mitingde ''Biji
Serok APO, susma sustukça sıra sana gelecek" şeklinde sloganlar
atılmıştır.
ö)
11.5.1996 tarihinde yapılan HADEP Ağrı il teşkilatı kongresinde bir konuşma
yapan milletvekili adaylarından Ali ihsan ÇELİK "...baskıların ve
işkencelerin kendilerini yıldıramayacağını, HADEP'in hem Türklerin hem
Kürtlerin partisi olduğunu, PKK lideri Abdullah ÖCALAN'ın barış çağrısına Devletin
kulak vermesi gerektiğini" söylemiştir.
p)
12.5.1996 tarihinde yapılan HADEP Ankara il kongresinde konuşma yapan Feridun
YAZAR: "...TC. Kürdistan aleyhine çalışıyor. Kürtlerde bir bedeli
canlarıyla, kanlarıyla ödüyor. Kürtler artık Dersim'de boğulacak değildir. Kürt
politikası artık Türkiye'nin ve Kürtlerin politikası olmaktan çıkmış, artık bir
Avrupa politikası olmuştur." demiştir.
r)
25.10.1996 tarihinde HADEP Kırşehir il teşkilatı tarafından düzenlenen müzik
şöleninde HADEP Kırşehir il başkanı Kemal ODABAŞI yapmış olduğu konuşmasında:
"...Mücadele sonucu cezaevlerinde tutsak olan özgürlük mahkumlarını,
zindanlardaki direnişlerini buradan selamlıyorum... Ülkemizde adı konulmamış
bir savaş sürmektedir. Buna kirli savaş deniyor. Savaşın temizi olmaz. Yine
savaşın taraflarından bir kesimi tek taraflı ateşkes ilan etmiş, ateşkese
şimdiye kadar cevap verilmemiş, savaşan tarafın muhatabı olan Abdullah ÖCALAN'a
suikast girişiminde bulunulmuştur. Bu girişimi barışın provoke edilmesi olarak
algılamak gerekir." demiştir.
6)
HADEP Genel Merkezi tarafından dağıtılan bildiriler:
Aşağıdaki
bildiriler örnek olarak alınmıştır.
a)
Kamuoyuna başlıklı, Halkın Demokrasi Partisi imzalı bildiriden:
"...Kürtler tarih boyunca kendilerine dayatılan her türlü baskı, zulüm, şiddet
ve asimilasyon politikasına karşı mücadele ederek dilini, kültürünü, ulusal
kimliğini koruyarak bugünlere gelmiştir. Özgürce kendilerini ifade etme
taleplerine yönelik mücadeleleri etkin bir biçimde devam etmektedir. Hiç bir
gücün bu süreci geri çevirmesi mümkün değildir. Kürtler ve Ortadoğu halklarının
kölelikten kurtuluş, özgürlüğe ulaşma ve 21 Mart Dünya Irkçılıkla Mücadele Günü
olan Nevruz bayramı halkımıza, kardeş Ortadoğu halklarına ve tüm ilerici
insanlığa kutlu olsun. Cena Nevroz Piroz Me." denilmiştir.
b)
"8 Martta Barışı Haykıralım" başlıklı Halkın Demokrasi Partisi imzalı
bildiride:
"...Biliyoruz
ki bu kirli savaş sadece kadınlarımız değil, tüm insanların ve insanlara ait
tüm değerlerin yıkımına neden olmakta ve bu nedenle tüm günlerin gündemine
oturmaktadır.
"Biliyoruz
ki Cizre'de, Şırnak'ta, Siirt'te, Tunceli'de vücudu lav silahıyla yakılmış,
kafası kolu kesilmiş Kürt gençlerinden, Rize, Samsun'a, Yozgat'a, İstanbul'a
kanlı kefen içinde ölüsü giden Türk gençlerinden de birey olarak toplum olarak
birazda biz sorumluyuz." denilmiştir.
Gerek
HADEP yetkililerinin beyanları, gerekse yayınladıkları tüm bildiriler PKK'yı
meşrulaştırma amacına yöneliktir. Israrla PKK'nın ateşkes çağrısına cevap
verilmesi, yani PKK'nm Devlet tarafından taraf olarak kabul edilmesi
istenilmektedir.
24.6.1996
tarihinde Halkın Demokrasi Partisinin genel merkezinde yapılan aramada 2 klasör
dolusu. Ankara il binasında yapılan aramada ise bir klasör dolusu KURD-A Haber
Ajansının bildirileri ele geçmiştir.
Bu
haber ajansı önceki tarihlerde PKK'nın illegal yayın organı olan ve Almanya'da
yayınlanan Berxwedan dergisi tarafından Berxwedan Haber Ajansı olarak faaliyete
geçirilmiş, bilahare ismi KURD-HA (Kürdistan Haber Ajansı) olarak
değiştirilmiştir. KURD-HA, PKK güdümünde faaliyet gösterdiğinden Alman
makamları tarafından kapatılmıştır. Bilahare KURD-A (Kürt-Alman Habar Ajansı)
adı altında yeniden açılmıştır. Ülkemiz aleyhine PKK adına yayına devam
etmektedir.
Bu
haber ajansı Güneydoğu Anadolu'da güvenlik kuvvetlerimizin PKK terör örgütüne
karşı gerçekleştirdiği eylemleri Avrupa kamuoyuna çarptırarak vermektedir. Bu
bültenler ARGK ve ERNK'nin bildirileri mahiyetindedir.
Yukarıya
alınan çok sayıda sanık beyanları, örgütün başı Abdullah ÖCALAN'ın MED-TVdeki
bazı konuşmaları, HADEP üst düzey yetkililerinin muhtelif tarihlerdeki
beyanları, sanıkların Abdullah ÖCALAN'a karşı yapıldığını iddia ettikleri
suikast girişimini kınayan ilanları ve HADEP Genel Merkezi ile il ve ilçe
teşkilatlarında ele geçen örgütsel doküman birbirlerini tamamlayan, doğrulayan
deliller olup, HADEP, PKK ilişkisini kesin olarak ortaya koymaktadırlar.
Esasen
HADEP'in PKK'nın legal görünüşlü bir kuruluşu olduğu en açık ve en çarpıcı
şekilde 23.6.1996 tarihinde Atatürk Kapalı Spor Salonu'nda yapılan HADEP 2.
Olağan Genel Kurultayında ortaya çıkmıştır. Bu kurultay yasalara göre kurulmuş
bir siyasi partinin kurultayı değil, PKK'nın kurultay'ı şeklinde cereyan
etmiştir. Kurultayın başından itibaren kanlı ihanet çetesinin sözde bayrağı ile
eşkıyanın başı APO'nun posteri salon içinde "Biji Serok APO"
çığlıklarıyla dolaştırılmaya başlanmıştır. Büyük Atatürk'ün başkentinde kutsal
Türk Bayrağı yerlerde sürüklenirken yerine eşkiyanın başının posteri
asılmıştır. Üstelik bu olayı salonda bulunanların hemen hemen tamamı zafer işaretleriyle
alkışlanmışlardır. "Gerilla Vuruyor Kürdistanı Kuruyor,'"
sloganlarını bağırarak ihanetlerini ortaya dökmüşlerdir. Türk Bayrağının bir
ara divan önüne serilişi bile yuhalanmıştır. Bu ihanet hareketlerine Genel
Başkan dahil hiç bir parti yetkilisinin müdahalesi olmamıştır. Divan Başkanı
ciddi sayılmayacak göstermelik bazı ikazlar yapmıştır.
Parti
meclisi üyesi olan sanıklar ifadelerinde Divanın oluşumu ile kendi yetkilerinin
bittiğini, bu nedenle olaya müdahale edemediklerini söylemişlerdir. Ama bu
sanıklar salonda parti meclisi üyelerine ayrılan yerde oturmaya devam etmişler
ve çoğunluğu parti meclisi üyeliğine yeniden talip olmuşlardır. Türk
Bayrağı'nın indirilmesine müdahale etmek için yetkili olmakta gerekmez. Bu bir
duygu işidir. Tabii ki Türk Bayrağı yerine PKK'nın bayrağına gönül vermiş
olanlardan bu müdahale beklenemez. Yine sanıklar savunmalarında "olaylar
devam etseydi güvenlik kuvvetlerinden yardım istenecekti" demişlerdir.
PKK'nın gövde gösterisi durumundaki bu eylemler kurultay salonuna delegelerin
ve dinleyicilerin girmesiyle başlamış, saat 14.30'a kadar devam etmiştir.
PKK'nın yapabileceği en vahim eylemi gerçekleştirerek Türk Bayrağını
indirmişlerdir. Parti yetkilisi olan sanıkların müdahale için ne gibi bir eylem
bekledikleri oldukça düşündürücüdür.
Parti
üst düzey yetkilisi olan sanıklar muhtelif tarihlerde verdikleri beyanatlarda
Türkiye'de Devletin bir kirli savaş sürdürmekte olduğunu, bu savaşa son vermek
için PKK'nın tek taraflı olarak ilan ettiği ateşkese derhal cevap verilmesi gerektiğini,
kendilerinin barıştan yana olduklarını söylemektedirler.
Türkiye
Cumhuriyeti, hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmı üzerinde
Marksist-Leninist ilkelere dayalı ''bağımsız birleşik Kürdistan" adı
altında bir devlet kurmak isteyen ve bu amacı doğrultusunda hunharca kan döken
bir ihanet hareketi ile karşı karşıyadır. Bu ihanet hareketini yok etmek Devlet
olmanın gereğidir. Hiç bir Devlet kendi ülkesini böldürtmez. Büyük Türk
Devleti'nin ise ülkesini ve milletini böldürtmesi hiç düşünülemez. Eğer süren
savaşta bir kirlilik varsa bu eşkıyanın hunharlığından, gerçekleştirdiği
acımasız katliamlardan ileri gelmektedir.
Ateşkes
meşru güçler, devletler ve ordular arasında sözkonusu olur. PKK ise silahlı bir
çetedir. Kanlı bir terör örgütüdür. Meşruiyeti kesinlikle yoktur, devletin PKK
ile herhangi bir anlaşma yapması mümkün değildir. Ayrıca PKK'nın ilan ettiği
sözde ateşkese Devletin uyması gerektiği yolundaki talepler eşkiyaya vakit
kazandırarak derlenip toparlanması için imkan vermek çabalarından doğmaktadır.
HADEP yetkililerinin barıştan yana oldukları yolundaki iddialarıda samimi
görülmemiştir. Çünkü barışın gerçekleşmesinin tek şartı eşkıyanın başının
çetesiyle birlikte teslim olarak Türk adaletine sığınmasıdır. HADEP yetkilileri
gerçekten barış istiyorlarsa bu yönde çaba göstermeleri gerekir. Bu
gerçekleşmediği takdirde elbetteki büyük Türk ordusu ve güvenlik kuvvetleri
ülkelerini koruma ve kollama görevlerine devam edeceklerdir. Devletin başka
türlü hareket etmesi düşünülemez.
Türkiye'de
bir tek kimlik vardır. O da Türk Kimliğidir. Kürt kültürel kimliği tanınsın
yolundaki talep ülkeyi bölmek amacıyla atılmış sinsi bir adımdır.
Devlet
tektir, ülke tektir, millet tektir. Bu ilkelerden taviz verilemez, bu
ilkelerden taviz vermeye kalkanlar elbetteki gaflet, delalet ve hatta hıyanet
içerisindedirler) denilmektedir.
İSTEK
: Yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan delillerden:
Devletimizin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı haline
geldiği ve 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasasının kenar
başlıklı 78, başlıklı 79, kenar
başlıklı 80, kenar başlıklı 81. kenar
başlıklı 82. maddelerine aykırı eylemlerde bulunduğu açıklıkla anlaşıldığından;
söz konusu yasa hükümleriyle, Anayasa'mızın 69 uncu maddesinin altıncı fıkrası
yollamasıyla 68 inci maddesinin dördüncü fıkrası gereğince Halkın Demokrasi
Partisi (HADEP)'nin temelli kapatılmasına karar verilmesi talep olunur."
II-
DAVALI PARTİ'NİN İDDİANAMENİN REDDİNE KARAR VERİLMESİ İSTEMİ VE YARGITAY
CUMHURİYET BAŞSAVCISININ KONUYA İLİŞKİN GÖRÜŞÜ
A-
PARTİNİN İSTEMİ
Davalı
Parti'nin, 29.01.1999 günlü iddianamenin, reddine karar verilmesi istemini
içeren 3.2.1999 günlü dilekçesinde:
"1.
Yargıtay C. Başsavcılığı 29.01.1999 tarihli bir basın açıklaması ile, Halkın
Demokrasi Partisi (HADEP)'nin temelli kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi
nezdinde dava açıldığını kamuoyuna duyurmuştur.
2.
Yapılan açıklamadan ve medya kuruluşlarının yayınlarından; davanın, halen
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemeleri nezdinde görülmekte olan 3 davadaki iddia ve
kanıtlara dayandırıldığı anlaşılmaktadır.
İDDİANAMENİN
REDDİNİ GEREKTİREN NEDENLER:
İddianame
2820 sayılı Yasa'nın 100 üncü maddesine ve Yasakoyucu'nun amacına aykırıdır:
2820
sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 100 üncü maddesinin dava ile ilgili bölümü
aynen
şöyledir:
"Bir
siyasi partinin, bu kanunun dördüncü kısmında yer alan hükümleri ihlal etmesi
sebebiyle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından partinin kapatılması davasının
açılması;
a-
Re'sen,
b-
Bakanlar Kurulu karan üzerine Adalet Bakanı'nın istemiyle,
c-
Bir siyasi partinin istemi ile,
olur
Bu
maddenin birinci fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde yer alan hükümler
milletvekili genel seçimiyle, bu seçimin yenilenmesine veya milletvekili ara
seçimlerine dair verilen kararın Resmi Gazetede yayımlandığı tarihten
başlayarak oy verme gününün ertesi gününe kadar geçecek süre içinde
uygulanmaz."
Yasakoyucu
bu düzenleme ile, seçimlerin yapılmasına karar verildiği dönemde, haksız ve
hukuki olmayan nedenlerle herhangi siyasi parti aleyhine kapatma davası açılmak
suretiyle, o partinin yıpratılmasını, seçim şansının azaltılmasını önlemek
istemiştir. Nitekim SPY'nın 100 üncü maddesinin gerekçesinde bu durum şöyle
açıklanmıştır:
"...
Bu hakların seçimlerde engelleme amacıyla kullanılmasını önlemek için de
kullanma süreci sınırlı tutulmuştur."
Yasa
metninin, seçim döneminde dava açılamıyacağı yönündeki sınırlamayı, yalnızca
Adalet Bakanlığı ve Siyasi Partilerin başvurusu üzerine açılacak davalarla sınırlı
olarak öngördüğü, Yargıtay C. Başsavcısının kendiliğinden (re'sen) dava açmasını
böyle bir sınırlamaya tabi tutmadığı söylenebilir. Sadece Yasa'nın yazılış şekline
(lafzına) bakılarak varılacak böyle bir sonucun, Yasa'nın amacına uygun olduğunu
söylemek olanağı yoktur.
Yasakoyucu
siyasi partiler hakkında her zaman kendiliğinden dava açma yetkisine sahip olan
Yargıtay C. Başsavcısı'nın, bu yetkisini tartışma yaratacak ve ilgili parti
hakkında olumsuz siyasi sonuçlar doğuracak bir dönemde kullanmayacağı; başka
bir anlatımla bu yetkisini diğer zamanlarda kullanmayan Başsavcının, (davanın
sonuçlanmasının süre itibariyle mümkün olmadığı) seçim döneminde haydi haydi
kullanmayacağı varsayımı ile hareket etmiş ve bunu ayrıca düzenlemeye gerek
görmemiştir.
Bilindiği
gibi, Adalet Bakanının ya da bir siyasi partinin kapatma istemi de Yargıtay C.
Başsavcısı tarafından değerlendirilmektedir. Fakat bu değerlendirmenin ve
verilecek karara muhtemel itirazların yaratacağı siyasi tartışma ve ortamın;
seçimlerin tarafsızlığına zarar vereceği düşünülmüştür. Aynı sakıncaların,
Başsavcının kendiliğinden açacağı davada bulunmadığını söylemek olanağı da
yoktur.
Açılan
her kapatma davasında, Anayasa Mahkemesi'nin davayı kabul etme kadar reddetme
ihtimali de bulunduğuna göre; seçim döneminde açılmış ve ilgili siyasi partinin
seçim şansını çok büyük ölçüde etkilemiş davanın sonradan reddi halinde; ilgili
siyasi partinin uğramış olduğu haksızlık ya da seçim sonuçlarının meşruiyeti
üzerine yapılacak tartışmalar nasıl giderilecektir ' Demokrasinin alacağı yara
nasıl kapatılabilecektir '
Aylarca,
hatta yıllarca açılmamış bir davanın seçim döneminde açılmasının yaratacağı
sakıncalarla; seçim dönemi süresince, örneğin 3 ay gibi bir sürede dava açmamanın
yaratacağı sakıncalar karşılaştırılmalıdır.
Olayımızda,
iddianamenin dayandırıldığı olaylar ve dayanılan kanıtlar, ilgili mahkemeler
tarafından (hem de suç duyurusu şeklinde) Yargıtay C. Başsavcılığı'na 1996 ve
1997 yıllarında iletilmiştir. Aradan geçen uzun süreye karşın Yargıtay C.
Başsavcısı tarafından kapatma davası açılmamıştır. Daha da önemlisi, Seçim
kararı da 02.08.1998 tarihinde Resmi Gazetede yayımlandığı halde aradan
yaklaşık 7 ay geçtikten sonra dava açılmıştır. Tüm bunlar, İddia Makamının
yasanın kendisine verdiği dava açma yetkisini, Medeni Yasa'nın 2 nci maddesinde
açıklanan anlamda kötüye kullandığını açıkça göstermektedir.
SONUÇ
VE İSTEM
Açıklamaya
çalışılan nedenlerle, TBMM'nin milletvekili genel seçimlerinin ve Mahalli
İdareler Genel Seçimlerinin 18 Nisan 1999 günü yapılmasına ilişkin kararının,
02.08.1998 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanmış olduğu ve içerisinde
bulunduğumuz seçim döneminde kapatma davası açılmasının Siyasi Partiler
Yasası'na, demokratik ilkeler ve hukukun genel ilkelerine aykırı olduğu
gözetilerek, vekili bulunduğumuz Halkın Demokrasi Partisi'nin temelli
kapatılmasına ilişkin iddianamenin reddine karar verilmesini saygı ile
dileriz" denilmiştir.
B-
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISININ İSTEMLE İLGİLİ GÖRÜŞÜ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının 4.2.1999 günlü, SP.60 Muh. 1999/83 sayılı yazısında,
"2820
sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 100. maddesinde: (Bir siyasî partinin, bu kanunun
dördüncü kısmında yer alan hükümleri ihlâl etmesi sebebiyle Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından partinin kapatılması davasının açılması;
Re'sen,
Bakanlar
Kurulu Kararı üzerine Adalet Bakanının istemiyle,
Bir
siyasî partinin istemi üzerine,
olur.
...
...
...
Bu
maddenin birinci fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde yer alan hükümler
milletvekili genel seçimiyle, bu seçimin yenilenmesine veya milletvekili ara
seçimlerine dair verilen kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihten
başlayarak oy verme gününün ertesi gününe kadar geçecek süre içinde uygulanmaz)
hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü
gibi, kanun koyucu, milletvekili seçimi yapılmasına dair verilen kararın Resmî
Gazete'de yayımlandığı tarihten oy verme gününün ertesi gününe kadar, siyasî
partinin kapatılmasına ilişkin olarak, Siyasî Partiler Kanunu'nun 100 üncü
maddesiyle verilen hakları, seçimlerin yaklaşması nedeniyle kötüye
kullanabileceklerini düşünerek, onların başvurularına sınırlama getirmiş;
ancak, bu süre zarfında Siyasî Partiler Kanunu ve Anayasamızın hükümlerinin
askıya alınmasını da istememiştir. Başka bir deyişle, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı ve Anayasa Mahkememiz, milletvekili seçimi yapılmasına dair verilen
kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihten başlayarak oy verme gününün ertesi
gününe kadar geçecek süre içinde de görevlerini yapmaya devam edeceklerdir.
Kanun
koyucu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın bu süre zarfında, şartları oluşsa
bile, bir siyasî partinin kapatılması için dava açılmasını engellemek
isteseydi, söz konusu maddenin birinci fıkrasının (a) bendiyle, (b) ve (c)
bentleri arasında ayırım yapmaz, "Bu maddenin birinci fıkrasında yer alan
hükümler, milletvekili genel seçimiyle, bu seçimin yenilenmesine veya
milletvekili ara seçimlerine dair verilen kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı
tarihten başlayarak, oy verme gününün ertesi gününe kadar geçecek süre içinde
uygulanmaz" demekle yetinirdi.
Kanunların
açık hükümlerini değiştirecek biçimde yorum yapılamaz. Başka bir deyişle,
Anayasamızın ve Siyasî Partiler Kanunu'nun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına
süre sınırlaması olmaksızın verdiği, şartları oluştuğu takdirde bir siyasî
partinin kapatılması için dava açma hakkı ve görevine, yasaya aykırı biçimde
yorum yapılarak sınırlama getirilemez.
SONUÇ
VE İSTEM : Halkın Demokrasi Partisi vekillerinin, 3.2.1999 tarihli
dilekçeleriyle, "Başsavcılığımın partilerin kapatılması için düzenlediği
iddianamenin reddine karar verilmesi" istemiyle yaptıkları başvuru, usul
ve yasaya aykırı bulunduğundan reddine karar verilmesi yolundaki düşüncemizi
takdirlerinize arz ederim"
denilmiştir.
III-
DAVALI PARTİNİN SEÇİMLERE KATILMASININ ÖNLENMESİ KARARI VERİLMESİ İSTEMİ
A-
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISININ İSTEMİ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının 25.2.1999 günlü, SP.60 Hz.1999/37 sayılı Halkın Demokrasi
Partisi'nin 18.4.1999 günü yapılacak Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerine
katılmasının önlenmesi istemini içeren yazısı şöyledir:
"Federal
Almanya'da, Federal Anayasa Mahkemesi Kanunu'nun 32/1 nci maddesinde:
(Federal
Anayasa Mahkemesi bir uyuşmazlık sırasında, ağır sakıncaların doğmasını önlemek
veya tehdit edici bir gücü engellemek için, ya da başka bir önemli nedenle kamu
yararı açısından acilen zorunlu olması durumunda, Geçici Tedbir kararıyla bir
durumu geçici olarak düzenleyebilir) hükmüne yer vermiştir.
Federal
Alman Anayasası geçici tedbir kararını açıkça öngörmemesine rağmen, söz konusu
32/1 nci madde Federal Anayasa Mahkemesi Kanunu'na girmeden önce de. geçici
tedbir kararları Alman Anayasa Yargısının devamlı ve temel bir öğesini
oluşturmuştur.
Çünkü
Anayasa yargısı, Anayasa hukukuna saygıyı garantilemek istemektedir.
Kuruluşundaki amaç. Anayasanın korunmasına hizmet etmektir. - Prof. Dr. ZAFER
GÖREN, Anayasa Yargısı, 1955, Türk ve Alman Anayasa Hukukunda Anayasa
Yargısının Sınırları ve Yürürlüğü Durdurma Kararları, s.213-,
1982
Anayasasının yürürlüğe girmesinden sonra, Anayasa Mahkememiz 1.8.1985 gün,
654/4 sayılı kararıyla ve gerekçesiyle,
yürürlüğü durdurma talebini reddetmiştir.
Adları
Türk hukukunda daima saygı ile anılan Anayasa Mahkemesi üyelerinden Recai
Seçkin, Kani Vrana ve Şevket Müftügil, bu karara ilişkin karşı oy yazılarında,
aşağıda yazılı görüşleri ileri sürmüşlerdir:
(Anayasamızda
açılan iptal davaları üzerine, iptali istenen yasa hükmünün uygulanmasının
durdurulmasına Anayasa Mahkemesi'nce karar verilebileceğine ilişkin bir hüküm
yer almamıştır. Bu nedenlerdir ki maddi anlamdaki, yani genel ve objektif
kurallar koyan yasalar hakkında böyle bir görev ve yetkinin varlığının söz
konusu edilemeyeceği kuşkusuz olmakla birlikte, Anayasamızda aynı konuda
engelleyici veya yasaklayıcı bir hüküm yer almamış olması nedeni ile
Anayasamızın her zaman her şeyden önce göz önünde tutulması ve uyulması gereken
demokratik hukuk devleti niteliğine ve koyduğu veya tanıdığı temel hukuk
ilkelerine dayanılarak ve Anayasanın 151. maddesindeki itiraz yolu ile gelen
işlerde davanın ve dolayısıyla uygulamanın durdurulması kuralı da göz önüne
alınarak, biçimsel yasaların konuları bakımından, yerine getirilmeleri halinde
artık geriye dönüşü olmayan kişisel bir sonuç doğurmaları olasılığı varsa,
bunların uygulanmalarının bir süre durdurulmasına karar verme görev ve
yetkisinin esasen var olduğunu kabul zorunlu olmaktadır. Kaldı ki bir yasanın
Anayasaya aykırılığı nedeni ile iptal edilmesi gibi çok geniş bir yetkiyi
Anayasa Mahkemesi'ne tanıyan Anayasamızın, daha hafif sonuçlar doğuracak olan,
iptali dava edilen yasa kuralının uygulanmasını, belli ve istisnai durumlarda
bir süre için erteleme yetkisinin öncelikle tanınmış olduğunun kabulü
gerekmektedir. Çünkü az, aksini gerektiren bir hüküm ve neden olmadıkça
bütünleştirdiği çoğun içinde her zaman vardır. Anayasamızın özellikle sözü ile
sustuğu ve fakat özü ile çözdüğü veya uygun bulduğu bu konudaki sorunu içtihat
yolu ile de bir sonuca bağlamak Anayasa Mahkemesi'nin görevleri arasındadır.
Yasalarda boşluk olan yerlerde, hukukun üstün kuralları, mahkemelerin vicdani
kanıları ile oluşacak olan içtihatlarında uygulama yeri bulmalıdır. Uygulamanın
bir süre için durdurulmasına karar verilmesi bir usul sorunudur. Gerek Anayasa,
gerek Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun,
Anayasa Mahkemesi'nin Anayasaya uygunluk denetiminde uygulanacak usuller
yönünden tüm konuları kapsayıcı bir düzenleme getirmemiştir.
Yasakoyucu
tarafından böyle bir yol seçilmesinin nedeni ise, 44 sayılı kanunun
gerekçesinde de belirtildiği üzere, kurulan Anayasa Mahkemesi'nin niteliği
itibariyle karşılaşacağı usul sorunlarını genel ve temel esaslar sayesinde
içtihat yolu ile kolaylıkla çözebileceğinin kabul edilmiş olmasıdır. Yani
Anayasa Mahkemesi boşluk olan hallerde karşılaşacağı her usul sorununu kesinkes
çözerek bir sonuç doğuracak karara varmakla yükümlüdür.
Anayasa
Mahkemesi de iptal davalarında yargısal bir çalışma yapmaktadır. Bu bakımdan
her mahkeme gibi o da yargı yetki ve görevinin kapsamı içinde gerekli önlemleri
alabilir. İptali istenilen yasa hükümlerinin iptal davasının sonuçlanmasından
önce ilgili yerlerce uygulanması halinde Anayasa Mahkemesi'nce verilecek bir
iptal kararının artık sonuç doğurması olanağı ortadan kalkmış olacağından,
burada kişisel durumun olduğu biçimde korunması için, uygulamanın geçici bir
süre durdurulması önleminin alınmasında haklı bir neden vardır).
Yukarıda
yazılı karşı oy yazısında belirtilen görüşlerin hakkı olduğunu anlayan Anayasa
Mahkememiz, 1993 yılından itibaren kanunların uygulanmasının durdurulması
istemi ile bir çok defa karşılaşmış ve bu defa içtihadını değiştirerek, önce
kanunların uygulanmasının durdurulabileceğine, daha sonra da uygulamanın
durdurulmasına karar vermiştir - Anayasa Mahkememizin 21.10.1993 gün ve 33/40,
11.4.1994 gün ve 43/42 sayılı kararları-.
Amerika
Birleşik Devletleri'nde de, kanunların uygulanması ile ortaya çıkabilecek,
giderilmesi imkânsız zararları önlemek amacıyla mahkemeler tedbir alma
yetkisine sahiptirler-Prof. Dr. ZEHRA ODYAKMAZ, Yürürlüğü Durdurma, Anayasa
Yargısı, 1995, S. 150-.
Yargı
denetimi demokratik hukuk devletinin temel öğesidir ve etkili bir denetime olanak
tanıyan hukuksal araçların kullanıma açık tutulması ile garanti altına
alınmıştır. Bu araçlarda gerçekleştirilecek her türlü sınırlama yargı
denetiminin özüne dokunur ve anayasal dengede bozulmaya neden olur. Yürürlüğü
durdurma kararı oldu bittilerle hukuk düzeninin de zedelenmesini önlemekle tüm
toplumu, üstün yetkilerle donatılmış olan idareye karşı bireyi korumaktadır.
Yüce Divan sıfatıyla Cumhurbaşkanını, bakanları yargılama yetkisi ile
donatılmış olan Anayasa Mahkemesi'nin yürürlüğü durdurma yetkisine sahip
bulunmadığını benimseyen bir anlayış dayanaktan yoksundur -Prof. Dr. S. GÜRAN,
Anayasa Yargısında Yürütmenin Durdurulması, Anayasa Yargısı, 1986, s.149/153-.
Anayasamızın
138 nci maddesinde kuralı
yer almaktadır. Bu maddede sözü geçen kavramı ile yargıcın
önüne gelen uyuşmazlığın çözümü ve hukukun geçerli kılınması için vicdani
kanısına göre kullanılmasını gerekli gördüğü tüm araçları kullanması, alması
gereken önlemlerin hepsini alması amaçlanmıştır- Prof. Dr. RAGIP SARICA,
Danıştay Kararları ve Yürütmenin Durdurulması, 1966. s. 29-.
Konuyu
her yönüyle inceleyen Prof. Dr. ZAFER GÖREN, anılan makalesinde:
Anayasa
Mahkemesi sonraki kararlarında haklı olarak Medeni Kanun Md.l'e yollama
yapmıştır.
Bu
madde, yargıca açıkça boşluk doldurma yetkisini tanımaktadır.
Bu
kuralın bir genel hukuk ilkesi olarak kabul edilmesi gerekir. Her yasa gibi
Anayasa da onu uygulayan organlar tarafından yorumlanabilir, boşlukları
doldurulabilir ve buna muhtaçtır.
...Usul
kuralları hukukun genel kurallarını uygulama alanına koyma mekanizmalarıdır.
Modern hukuk devletinde yargıcın hak ve hukuku sağlamasına engel olacak usul
kurallarına yer yoktur. Aksine ona hukuksal gerçeği saptayabilmesi için geniş
olanaklar sağlanmalıdır.
Yürürlüğü
durdurma kararı Anayasa Yargısında da asıl davaya ilişkin yetkilerin dışında
düşünülemez ve son kararı vermeye yetkili olma, yürürlüğü durdurma kararını
vermeye yetkiyi de içerir.
Bütün
bunların dışında yürürlüğü durdurma kararı verme yetkisi yargı erki içinde
bulunmaktadır ve yargılama yetkisinin doğal bir sonucudur. Bu ilke Anayasa
Hukukunda da geçerlidir. Aksi halde Anayasa Mahkemesi'nin de isabetle
belirttiği gibi hem ilgili kişiler, hem toplum ve özellikle kamu düzeni hukuk
korumasından yoksun bırakılmış olur. Anayasa Mahkemesi haklı olarak pozitif
hukuk tarafından yürürlüğü durdurma kararı verme yetkisinin tanınıp
tanınmadığına değil, Anayasa ve ilgili yasa kurallarının bunu engelleyen
kurallar içerip içermediğine önem vermiştir.
Almanya'da,
Federal Anayasa Mahkemesi faaliyetinin birinci yılında birçok defa Anayasa ve
Anayasa Mahkemesi Yasası'nda yargılama için öngörülen temellerin dışında başka
hukuk kuralları geliştirmek zorunda kalmıştır. Federal Anayasa Mahkemesine
göre, Federal Alman Anayasa Mahkemesi Yasası'nda yargılama usulüne ilişkin
boşluk olduğunda öncelikle başka usul kanunlarına başvurulmak zorunludur)
demektedir.
2820
sayılı Siyasî Partiler Kanununun 121 nci maddesine göre
2908 sayılı Dernekler Kanununun 74 ncü maddesine göre
Anılan yasalar, Anayasa Mahkememize siyasi partiler hakkında, dernekler hakkında alınabilecek her türlü tedbiri (ihtiyati tedbir dahil) alma hakkını ve hukukun genel ilkeleri, kıyas yoluyla İdari Yargılama Usulünde yazılı tedbirleri alma hakkını vermektedir.
, , v.b. gibi sağlayan tedbirlerin vazgeçilmezliği ve önemi, 1999 yılında yayınlanan adlı eserde Dr. MUHAMMET ÖZEKES tarafından şöyle ifade edilmektedir:
(Normal yargılama prosedürü içinde maddi ilişkinin açıklığa kavuşturulması ve icrası belirli bir zamana ihtiyaç duymaktadır. Ancak yargılamanın devamı sırasında veya daha önce ortaya çıkan değişik sebeplerden dolayı yargılama ile ulaşılmak istenen sonuçtan uzaklaşılabilir veya elde edilmesi güçleşebilir. Gerek usûl, gerekse takip hukuku şekli hukuk dalı olup, belirli prosedürlere, belirli süreler içinde uyulması gerekir. Tabiri caizse hakkını elde etmek için bu yollara başvuran kimsenin derin bir soluğa ihtiyacı vardır. Burada kusur sadece ağır işleyen adalet mekanizmasında değildir. Belirli bir prosedüre ve sürelere uyulması, tarafların haklarının korunması için bir güvencedir. Çünkü gerçeğe ulaşmak, gerçeği bulmak için kapsamlı bir araştırmaya, dolayısıyla zamana ihtiyaç duyulur. Ancak, öyle şartlar oluşabilir ki, bu prosedüre sıkı sıkıya bağlı kalınması, telâfisi imkânsız veya güç zararlara sebep olabilir. Özellikle, karşı tarafın ulaşılmak istenen sonucu bertaraf etmek için girişeceği davranışlar sebebiyle yargılamanın sonunda herhangi birşey elde edilmesi bile mümkün olmayabilir.
Yargılamanın sonucunun, yargılamaya başlandığı sırada, hatta ondan da önce güvence altına alınması ihtiyacını ortaya çıkarabilir. Bu da ancak, kesin hukukî koruma elde edilinceye kadar geçici hukukî koruma tedbirleriyle sağlanacaktır.
Geçici hukukî koruma kötü niyetli davranışlara engel olmak, yargılamanın sonucunun tehlikeye girmesini bertaraf etmek için fiilî bir zorunluluk olması yanında, hukukî bir zorunluluktur da. Hukuk devleti içinde sadece hakkın elde edilmesine yönelik yargısal bir yol imkânı sunulmakla kalmayıp, mümkün olduğunca yargılamayla ulaşılacak sonucun da güvence altına alınması gerekir. Hakkın gerçekleşmesine yönelik tüm tedbirler alınmalı, tüm imkânlar kullanılmalıdır. Aksi takdirde elde edilen karar, sadece kağıt üzerinde kalan bir karar olacaktır).
Değerli Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Erdoğan Teziç, 29.1.1999 tarihinde Halkın Demokrasi Partisi'nin kapatılması için dava açtığım duyulur duyulmaz, aynı gün NTV Televizyonunda birçok kez yayınlanan söyleşisinde ve 15.2.1999 tarihinde kendisiyle yaptığım telefon konuşmasında, >demiştir.
SONUÇ
Anayasamızın
68 ve 69 ncu maddeleriyle 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanununun 98-108. maddeleri,
bir siyasi partiyi kapatmak, dolayısıyla o partinin kapatma kararından sonraki
tüm seçimlere katılmasını engelleme yetkisini Anayasa Mahkememize vermiştir.
Son
kararı vermeye yetkili olma, kamu yararının gerektirdiği hallerde, sakıncalı
durumların doğmasını önlemek veya Anayasamızı tehdit eden bir gücü engellemek
için, dava sonuçlanıncaya kadar her türlü tedbiri almaya yetkiyi de içerir.
İncelemenize
sunduğumuz deliller, Halkın Demokrasi Partisinin kapatılmasını
gerektirmektedir.
18
Nisan 1999 tarihinde yapılacak seçimlere az bir süre kalmıştır. Anılan Parti
hakkındaki kapatma kararının gecikmesi nedeniyle bu partinin seçimlere
katılmasına izin vermek, sayılamayacak kadar çok sakıncalı durum yaratacaktır.
Anayasa
Mahkememiz, bugüne kadar çağdaş ve gerçekçi yorumlar yaparak, özellikle Türkiye
Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ile, lâik Cumhuriyet
ilkesine aykırı eylemlerde bulunan partiler hakkında anayasamız ve
yasalarımızın verdiği yetkileri kullanarak, Anayasamızın bekçiliğini kusursuz
bir şekilde yaptığını kanıtlamıştır.
PKK
militanlarının, diyerek, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde köy ve mezralarda yaşayan vatandaşlarımızı daha şimdiden tehdide başladıkları, Halkın Demokrasi Partisi adına radyo ve televizyonlarda yapılacak konuşmaların tamamen bölücülük propagandası ve halkımızı suç işlemeye tahrik niteliğinde olacağına dair ciddî duyumlar almamız ve yukarıda açıkladığımız hususlar gözönünde tutularak:
veya her ne şekilde adlandırılırsa adlandırılsın verilecek bir kararı ile, Halkın Demokrasi Partisi (HADEP)'nin 18.4.1999 günü yapılacak seçimlere katılmasının engellenmesi hususunda bir karar verilmesini takdirlerinize arz ederim."
B- DAVALI PARTİNİN SAVUNMALARI
Davalı Parti'nin 25.2.1999 günlü savunmasında:
">1.
Özellikle Refah Partisi hakkında kapatma davası açılması ile başlayan süreçte,
Türkiye Hukuk Sisteminde son derece önemli ve en yüksek makamlarından birini
oluşturan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, Yüce Mahkemeniz önünde
görülmekte olan siyasi parti kapatma davaları ile ilgili işlemleri normal
hukuki prosedür ve gelenekler dışına çıkarma eğiliminde olduğu açıktır. Bir çok
kez Yüce Mahkemeniz ve yargılamanın diğer tarafı, Başsavcılık istem ve
işlemlerinden medya yoluyla bilgi sahibi olmaktadır.
2.
Hukukun temel ilkelerinden birisi; görülmekte olan bir dava konusunda, yargılamanın
bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşürecek beyan ve eylemlerde
bulunulmamasıdır. Hukukta "yöntem" yalnızca bir "biçim"den
ibaret değildir ve bazan davanın esası kadar önemlidir. Gerek uluslararası
hukuk ilkeleri ve gerekse iç hukuk kurallarımız, özellikle de CMUY hükümleri
göz önünde tutulduğunda; iddia makamını oluşturanların, sanık ya da davalı konumunda
olan kişi ve kurumlara karşı "hasım" durumları yoktur. Hatta sanık ya
da davalı yararına olan kanıtları da toplamak görevleri vardır.
Birleşmiş
Milletler Savcıların Rolüne Dair Yönerge "Havana Kuralları" md.13).
Böyle olunca, bu makamda bulunanların böyle bir izlenim uyandırmamaya özen
göstermeleri beklenir.
3.
25 Şubat 1999 tarihli bazı basın organlarında, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı'nın, vekili bulunduğum HADEP'in seçimlere katılmasının önlenmesi,
bir diğer anlatımla "partinin nihai karara gerek olmaksızın
kapatılması" hususunda ihtiyati tedbir kararı verilmesi için Yüce
Mahkemeniz'e başvurduğu yönünde haberler yer almıştır.
Başvuru
ve izlenen yöntem davamız açısından son derece önemlidir:
İlk
olarak; vekili bulunduğum HADEP'in seçimlere katılacağı, davanın açıldığı
tarihte belli ve biliniyordu. Şayet gerçekten hukuksal olarak, bu partinin
seçimlere katılmasının ihtiyati tedbir yoluyla durdurulmasının gerekli olduğu
düşünülüyor idiyse, dava ile birlikte tedbir isteminin de Yüce Mahkemeniz'e
sunulması gerekirdi. Böyle bir talep için, Yüksek Seçim Kurulu'nun siyasi
partilerin aday listelerini vermesi için tanıdığı sürenin son gününe kadar
beklenilip, bir gün sonra gündeme getiriliyorsa; Başsavcılık Makamı'nın
konumunun bu dilekçemizin 2 nolu ayrımında açıklanan ilkeler çerçevesinde
tartışılması kaçınılmazdır.
İkinci
olarak; böyle bir talebin zamanlaması, davanın ve yargılamanın hukuki
gereklerden çok siyasi istem ve kaygılardan kaynaklandığı yönündeki düşüncelere
haklılık kazandıracak niteliktedir.
Üçüncü
ve son olarak; bu durum, medya aracılığı ile yargı alanına el atıldığı
kaygılarının toplumda ve özellikle de hukuk çevrelerinde tartışıldığı bir
dönemde; dava ile ilgili istem ve işlemlerin, kamuoyu yaratmak amacı ile
mahkeme zemininden, medya zeminine kaydırılmasına yeni bir örnek
oluşturmaktadır. Haberler bu günkü basında yer aldığına göre, başvuru
dilekçesinin 24.02.1999 günü, yani Yüce Mahkemeye verilmesinden l gün önce
basına verildiği anlaşılmaktadır.
SONUÇ
VE İSTEM :Açıklamaya çalışılan nedenlerle,
1.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından davalı Halkın Demokrasi Partisi'nin
seçimlere katılmasının önlenmesi yönünde bir başvurusunun olup olmadığının ve
şayet böyle bir başvuru varsa başvuru dilekçesinin tarafımıza bildiriminin
yapılmasını;
2.
Başsavcılığın yaptığı başvuru hakkında herhangi bir karar verilmeden önce,
başvuru ile ilgili savunma ve görüşlerimizi bildirmemize fırsat verilmesini;
3.
Yüce Mahkemeniz'in Sayın Yargıtay Başsavcısı'nın izlediği yöntem ve
davranışlarının, yargılamanın bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleri açısından
yaratacağı sakıncaları göz önünde bulundurmasını";
Parti'nin
1.3.1999 günlü savunmasında;
"A.
İSTEM BİR "YÜRÜTMENİN DURDURULMASI" YA DA "İHTİYATİ TEDBÎR"
DEĞİLDİR. DOĞRUDAN NİHAİ KARAR BEKLENİLMEKSİZİN, YANİ YARGILAMA YAPMAKSIZIN
"KAPATMA KARARI" VERİLMESİ İSTEMİDİR:
Yüce
Mahkeme'nin yürütmenin durdurulması ya da ihtiyati tedbir kararı verme
yetkisinin bulunup bulunmadığı tartışmasına girmeye gerek görmüyoruz. Çünkü,
Sayın Başsavcılığın istemi, bir "yürütmenin durdurulması" ya da
"ihtiyati tedbir" kararı değildir. Siyasi partilerin varlık nedeni
seçimler yoluyla parlamentoya ya da yerel yönetim organlarına girerek, ülke
yönetiminde söz sahibi olmaktır. Seçimlerin yapılmadığı dönemlerde de siyasi
partiler, kendi siyasi görüş ve programları doğrultusunda ülke sorunları
hakkında görüş açıklar, kamuoyunu etkilemeye çalışırlar. Fakat, temel işlevleri
seçimlere katılmaktır. Bu yüzden, Siyasi Partiler Yasası'nın 105 nci maddesi
iki kez üst üste seçimlere katılmayan siyasi partilerin kapatılmasını
öngörmüştür.
Dolayısıyla,
Anayasa Mahkemesi'nin bir siyasi partinin seçimlere girmesinin engellenmesine
yönelik bir karar vermesi, aslında o siyasi partinin kapatılmasına karar
vermesi demektir. Henüz, davalı partinin ön savunmasının dahi alınmadığı bir
davada Yüce Mahkemeniz'den partinin kapatılmasına karar verilmesini talep
etmenin Anayasa, hukukun genel ilkeleri ve mevcut hukuk sistemimizde yeri
bulunmamaktadır. Esasen, Sayın Yargıtay Başsavcısı da bunu bildiği için, dilekçesinde
"yürütmenin durdurulması veya HER NE ŞEKİLDE ADLANDIRILIRSA
ADLANDIRILSIN... seçimlere katılmasının engellenmesi..." demektedir.
Yalnızca bu ifade dahi, Sayın Başsavcının "hukukilik" gibi bir
kaygısının olmadığını açıkça göstermektedir. Sayın Başsavcı, "ister hukuki
olsun, ister siyasi olsun önemli değil, yeterki davalı partinin seçime
girmesini engelleyin" demek istemektedir.
Ancak,
Türkiye'nin en yetkin yargıçlarından oluşan Yüce Mahkemeniz'in her kararında
"hukukilik" ilkesini herşeyin üstünde tutacağına inanıyoruz.
B.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI'NIN İSTEMİ HİÇ BİR GERÇEK NEDENE VE BU NEDENLERİ
DOĞRULAYAN SOMUT KANITA DAYANMAMAKTADIR:
a.
İstem gerçek dışı, hayali nedenlere dayandırılmıştır;
Sayın
Başsavcılık istemini iki nedene dayandırmıştır:
Birincisi;
"PKK militanlarının, halkı oylarını HADEP'e vermeleri yönünde şimdiden
tehdit etmeye başladıkları" iddiasıdır. İddianın tümüyle hayali olduğu son
derece açıktır. Konuyla ilgili tüm devlet yetkilileri ve kurumları özellikle
son dönemlerde yaptıkları açıklamalarda; "PKK örgütünün tümüyle
çökertildiği ve terörün Türkiye'nin ciddi bir sorunu olmaktan çıktığı; terörle
mücadele görevinin silahlı kuvvetlerden alınıp, normal güvenlik güçlerine
vermenin zamanın geldiği; Olağanüstü Hal'in kaldırılmasının gündemde olduğu;
artık sorunun dağdaki gençleri topluma kazandırmak olduğu" ısrarla ifade
edilmektedir. Hatta, bu amaçla bir Pişmanlık Genelgesi çıkarıldığı; ilgili
valiliklerin muhtarlarla işbirliği içerisinde bunun çalışmalarını yürüttüğü
herkesçe bilinmektedir. Başta Sayın Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan'ın bu
beyanlarına karşı; Sayın Başsavcı'nın halen halkın seçimler dolayısıyla tehdit
altında olduğunu söylemesinin hiç bir inandırıcılığı yoktur. Üstelik iddiasını
doğrulayan bir tek kanıt da sunmamıştır.
Kaldı
ki, tüm partiler aynı koşullarla seçimlere katılmaktadır. Şayet gerçekten
devlet, seçim güvenliğini sağlayamayacaksa ve vatandaşların özgür iradesini
sandığa yansıtmasının koşulları yoksa, bir partinin seçimlere katılmasının
engellenmesi istenen sonucu vermez. Çünkü, mevcut tehdit bir başka şekilde
kendini gösterir. O halde böyle bir durum söz konusu ise tümden seçimlerin
iptali gerekir.
Sayın
Başsavcının iddiasının tam aksine; seçimlere iki aydan az bir süre kala kapatma
davası açılması ve bununla da yetinilmeyerek pozitif hukukumuzda yeri ve örneği
olmadığı halde, davalı partinin seçimlere katılmasının engellenmesinin talep
edilmesi; seçmenin özgür iradesi üzerindeki asıl tehdidi oluşturmaktadır.
İkincisi;
HADEP adına yapılacak radyo ve televizyon konuşmalarında "... bölücülük
propagandası ve halkımızı suç işlemeye tahrik..." edileceği iddiasıdır. Bu
iddia, diğerinden daha da "garip" bir iddiadır. Henüz yapılmamış,
hatta henüz hazırlıklarına dahi başlanılmamış konuşmalarda suç işlenileceğini
iddia etmenin, nasıl bir hukuk mantığının ürünü olduğunu bilemiyoruz.
Korkarız
ki, Sayın Başsavcı işi biraz daha ileri götürüp; tek tek tüm siyasi parti
milletvekili adaylarını inceleyip, bunlardan bir kısmının "seçildikleri
takdirde ileride suç işleyecekleri" iddiası ile, milletvekili olmalarının
engellenmesi için girişimde bulunacaktır. Başsavcılık makamında bulunan bir
kişinin, bir aydan fazla bir süre sonra yapılacak konuşmalarda suç işleneceğini
ileri sürmesi, bu iddiasını da "aldığı duyumlara" bağlaması,
hukukumuz açısından bir talihsizliktir. Varılmak istenen amaç için hukukun bu
denli araç olarak kullanıldığı durum azdır.
b.
Başsavcılığın başvurusunda ileri sürülen nedenleri doğrulayan belge ya da başka
herhangi somut kanıt bulunmamaktadır:
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı istemine dayanak yaptığı nedenleri doğrulayan herhangi
bir kanıt göstermemiştir. Gösterilen tek kanıt "ciddi duyumlar" (!)
dır. Hukukumuzda "duyum"un kanıt olarak gösterildiği belki de ilk
istem Sayın Başsavcılığın istemidir. Üstelik Sayın Başsavcı "duyum"a
dayanarak "davalı siyasal partinin kapatılması" anlamına gelebilecek
bir karar verilmesini istemektedir. Eski Anayasa Mahkemesi Sayın Başkanı Yekta
Güngör ÖZDEN'in 27 Şubat 1999 tarihli Hürriyet Gazetesinde çıkan demecinde de
haklı olarak vurguladığı gibi; "Anayasa Mahkemesi herkesin her istediğini
talep edeceği bir makam değildir." Hukukumuzda, en basit bir davada dahi
tedbir kararı verilmesi istenirken, istemin dayandığı somut kanıtlar başvuruya
eklenmek zorundadır. Hiç bir kanıta dayanmayan Başsavcılık istemi
reddedilmelidir.
C.
HUKUKUN TEMEL KURALLARINDAN BİRİSİ "DAVADAN BEKLENİLEN SONUCU YARATACAK
ŞEKİLDE İHTİYATİ TEDBİR KARARI VERİLEMİYECEĞİ" DİR:
Her
davada tarafların amaçladığı bir sonuç vardır. Örneğin davacı davayı
"kazanmak" ister, buna karşılık davalı davanın
"reddedilmesini" amaçlar. Şayet taraflardan birinin bu amacına
eşdeğer bir ihtiyati tedbir kararı verilecek olursa, davanın bir anlamı ve
işlevi kalmaz.
Yüce
Mahkemeniz'in önündeki davada da Sayın Başsavcılığın amacı HADEP hakkında
kapatılma kararı verilmesini sağlamaktır. Sayın Başsavcı, HADEP'in seçimlere
katılmasının engellenmesi yönünde bir karar verilmesini talep etmesi, partinin
kapatılması ile eşdeğerdir. Şayet bu istem kabul edilecek olursa, artık davanın
ve yargılamanın bir anlamı ve işlevi kalmayacağı gibi; Yüce Mahkemeniz'in kesin
yargısı da önceden ortaya konulmuş olacağından, davalı yönünden savunma
yapmanın ve yargılamaya devam etmenin bir anlamı olmayacaktır.
D.
KAPATMA KARARI İLE DAHİ ELDE EDİLMEYECEK SONUÇ; YARGILANMA YAPILMADAN TEDBİR
YOLUYLA ELDE EDİLMEK İSTENMEKTEDİR:
Bir
siyasi partinin kapatılmasına ilişkin kararların sonuçları Anayasa'da ve Siyasi
Partiler Yasası'nda düzenlenmiştir. Anayasa'nın 84 ncü maddesi, söz ve
eylemleri ile bir siyasi partinin kapatılmasına neden olanların
milletvekilliklerinin düşeceğini öngörmüştür. Bu konumda olmayan
milletvekillerinin bu sıfatı düşmeyeceği gibi, kapatma kararının yerel yönetim
organlarına seçilenlerin, örneğin Belediye Başkanlarının, konumlarına da bir
etkisi bulunmamaktadır.
Hal
böyle iken, Sayın Başsavcı daha kapatma kararı verilmeden, partinin seçimlere
girmesine engel olunmasını isteyerek; bu partiden milletvekili ve yerel yönetim
organlarına aday olan binlerce insanın seçilmesini engellemeyi amaçlamaktadır.
Bu insanların tümünü potansiyel suçlu olarak kabul edip, seçilmelerini
engellemek ise, seçme ve seçilme hakkına, daha doğrusu demokrasiye zarar
vermenin ötesinde, hem iç hukukumuzun ve hem de uluslararası hukukun en temel
prensiplerinden biri olan "suçsuzluk varsayımı" (masumiyet
karinesi)ni tümüyle ortadan kaldırır. Böyle bir istemde bulunmak; Türkiye
Vatandaşlarının önemli bir kısmına politikayı yasaklamak demektir. Demokrasimiz
açısından son derece vahim bir durumdur.
E.
HUKUKUMUZDA İHTİYATİ TEDBİR, SONRADAN GİDERİLEMİYECEK BİR ZARARI ÖNLEMEK AMACI
İLE ÖNGÖRÜLMÜŞTÜR. DAVAMIZDA BÖYLE BİR DURUM SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. AKSİNE,
TEDBİR KARARI VERİLMESİ HALİNDE SONRADAN GİDERİLMESİ OLANAKSIZ VAHİM ZARARLAR
SÖZ KONUSU OLABİLECEKTİR:
Halkın
Demokrasi Partisi listelerinden milletvekili olacaklar ile yerel yönetimlere
seçilecekler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Yasalarına tabi olarak görev
yapacak ve bunların denetiminde olacaklardır. Anayasa ve yasalardaki
yaptırımlar herkes gibi, Onlar'a da uygulanacaktır. Dolayısıyla ortada
giderilmesi olanaksız bir zarar olasılığı bulunmamaktadır. Partinin kapatılması
halinde de, Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası hükümleri uyarınca kararın gereği
yerine getirilecektir. Nitekim, Sayın Başsavcı'nın tedbir istemini 27.02.1999
günlü Cumhuriyet Gazetesi'nde değerlendiren Prof. Dr. Yavuz SABUNCU aynı
görüşleri savunmuştur.
Asıl
giderilmesi olanaksız zararlar Sayın Başsavcının tedbir isteminin kabulü
halinde söz konusu olacaktır:
Her
davada olduğu gibi, Vekili olduğumuz HADEP aleyhine Yüce Mahkemeniz nezdinde
açılan davanın da REDDEDİLME ihtimali vardır. Şayet, henüz davalı yanın
savunması dahi alınmadan, tüm kanıtlar toplanmadan davanın reddedilme
ihtimalinin bulunmadığı kabul edilecek olursa, yargılama kavramının hiç bir
anlamı kalmaz.
Bir
an için, Sayın Başsavcı'nın isteminin kabul edildiğini varsayalım. Şayet
sonuçta dava reddedilecek olursa, HADEP'in girmesinin engellendiği seçimlerin
meşruiyeti nasıl sağlanacaktır ' Yerel ve Genel seçimlerin iptali gerekmez mi'
Partinin ve bu partiden milletvekili ve yerel yönetim organlarına aday olan
binlerce kişinin uğrayacakları zararlar nasıl giderilebilecektir '
SONUÇ
VE İSTEM : Yukarıda açıklandığı gibi;
a.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın isteminin Anayasal ve Yasal dayanağı
bulunmamaktadır,
b.
İstem seçme ve seçilme özgürlüğünü düzenleyen ve seçimlerin "serbest ve
eşit koşullarda" yapılmasını öngören Anayasa'nın 67 nci maddesine
aykırıdır,
c.
İstem, seçmenin özgür iradesini etkilemeye ve HADEP'le ilgili olarak
belirsizlik ve tedirginlik yaratmaya yöneliktir,
Bu
nedenlerle, mümkün olan en kısa sürede istemin Yüce Mahkemece ele alınarak
reddine karar vermesini saygılarımızla diliyoruz.";
Parti'nin
14.4.1999 günlü savunmasında:
"A.
ÖNCELİKLE, SAYIN BASSAVCI'NIN İLK TEDBİR İSTEMİNE KARŞI VERMİŞ OLDUĞUMUZ
01.03.1999 TARİHLİ DİLEKÇEYİ AYNEN YİNELİYORUZ:
Yüce
Mahkeme'ye sunduğumuz 01.03.1999 tarihli dilekçemizde, özetle;
a.
Sayın Başsavcı'nın, Halkın Demokrasi Partisi'nin "hangi şekilde olursa
olsun" seçimlere katılmasının engellenmesine yönelik isteminin bir
"yürütmenin durdurulması" ya da "ihtiyatı tedbir " istemi
olmadığı; doğrudan davadaki asıl istem olan "partinin kapatılması"na
YARGILAMA YAPILMADAN karar verilmesi istemi olduğu;
b.
İstemin, hukuka değil; siyasi amaç ve gereklere dayandığı;
c.
İstemin, hayali iddialara ve kanıtlara dayandığı; açıklandıktan sonra;
ı.
Davanın esastan karara bağlanması ile elde edilecek sonucun; ihtiyati tedbir
kararı şeklinde verilemeyeceğinin, temel bir hukuk kuralı olduğu;
ıı.
Hele hele, davanın sonucunda verilecek kapatma kararı ile dahi elde
edilemiyecek hususların; tedbir yoluyla sağlanmasının düşünülemeyeceği;
ııı.
Partinin seçimlere katılmasının engellenmesi kararı verilmesini gerektirecek
"sonradan giderilmesi olanaksız bir zarardan" söz edilemeyeceği;
aksine partinin esas karar dahi beklenilmeden kapatma kararı anlamına gelecek
bir "siyasi faaliyetlerden men ve seçimlere girmesinin engellenmesi"
şeklinde bir tedbir(!) kararının gerek parti ve mensuptan yönünden; gerek ülke
demokrasisi yönünden ve gerekse bizzat Anayasa Mahkemesi yargısı yönünden
yaratacağı sonuçların çok daha vahim olduğu;
yönündeki
düşüncelerimiz Yüce Mahkeme'ye sunulmuştu. Yinelemeden kaçınmak için bu
dilekçemize gönderme yapmakla yetiniyoruz.
B.
SAYIN BAŞSAVCI: YÜCE MAHKEMENİN 06.03.1999 TARİHLİ KARARINI VE HUKUKUMUZDA
"TEDBİR" YOLUYLA DAVANIN BİTİRİLMESİ GİBİ BİR UYGULAMA VE YÖNTEM
OLMADIĞINI BİLE BİLE, TÜMÜYLE SİYASAL İRDELEMELERLE İKİNCİ KEZ İSTEMDE
BULUNMAKLA, HUKUKA VE YARGININ SAYGINLIĞINA BÜYÜK ZARAR VERMİŞTİR:
Bir
hukuk devletinin temeli, hukuka bağlılıktır. Bunu sağlayacak olan da tarafsız
ve bağımsız yargı kurumlarıdır. Yürütmenin içinde olanlar ya da siyasetçiler,
kendilerince bazı kurum ve çalışmaları "ülke aleyhine ve zararlı"
olarak nitelendirip, bunların mutlak suretle engellenmesi gerektiğini
düşünebilirler. Hatta bu yönde talepte ve uygulamalarda da bulunabilirler.
İşte,
hukuk devleti ilkesinin ve yargının önemi ve gereği burada ortaya çıkmaktadır.
Yargı, yürütmeden ya da siyasilerden gelecek her türlü değerlendirme, telkin ve
istemlerden bağımsız olarak; daha da önemlisi kendi siyasi tercihlerinin de
etkisi altında kalmayarak, salt hukuki gereklerle yargılama yapma ve hüküm
verme durumundadır.
Hukuk
devletinde, yasaklar ve yaptırımlar kurallarla belirlenmiştir. Kuralları ihlal
ettiği söylenenlerin ya da ceza hukuku kavramı ile suçlu oldukları iddia
edilenlerin de kurallarla güvenceye bağlanmış hakları vardır. Hiç kimsenin bu
kuralların gözardı edilmesini isteme hak ve yetkisi yoktur. İdamı, linçten
ayıran hukuk normlarıdır ve adil yargılamadır.
Fakat
üzücüdür ki, Sayın Başsavcı "devlet elden gidiyor" söylemi ile,
HADEP'in yargılama yapılmadan linç edilmesini talep ediyor. Bunu sağlamak için
de, her yola başvuruyor. Dün, "PKK militanları halkı HADEP'e oy vermeleri
için tehdit ediyor" gibi HAYALİ ya da "HADEP adına yapılacak radyo ve
tv konuşmalarında suç işlenecek" şeklinde VARSAYIMA DAYALI, suçlamalarla
sonuç almak isterken; bugün Öcalan'ın, hiç görmediğimiz, fakat yaklaşık iki ay
önce alındığı iddia edilen anlatımları ile ve Sayın Cumhurbaşkanı'nın sözleri
ile mahkemeyi etkilemeye çalışmaktadır. Önceki dilekçemizde de belirttiğimiz
gibi, Sayın Başsavcı'nın "HUKUKİLİK" gibi bir kaygısı bulunmamaktadır
ve bu yaklaşımdan da en çok HUKUK zarar görmüştür.
C.
SAYIN BASSAVCI'NIN BAŞVURUSUNDAN SONRA; ANAYASA MAHKEMESİ'NE GİDİLEREK, BAŞVURU
DİLEKÇESİNDE DAYANILAN ÖCALAN'A AİT ANLATIMLAR İNCELENMEK İSTENMİŞTİR. ANCAK
MAHKEME YETKİLİLERİ TARAFINDAN, "BU ANLATIMLARIN SAYIN SAVCININ
BAŞVURUSUNUN EKİNDE BULUNMADIĞI" İFADE EDİLMİŞTİR. BU YÜZDEN BAŞSAVCILIĞIN
DİLEKÇESİNDE YAZILI HUSUSLAR TEK YANLI İDDİALAR OLMAKTAN ÖTEYE, HUKUKSAL DEĞER
TAŞIMAMAKTADIR:
Sayın
Başsavcı Halkın Demokrasi Partisi'nin seçimlere katılmasının engellenmesini
talep ederken, ya kanıtlanması mümkün olmayan hayali iddialar ortaya atmakta ya
da dayandığı iddianın kanıtını kasıtlı olarak dava dosyasına sunmayarak,
savunmayı engellemeye çalışmaktadır.
Sayın
Başsavcı'nın ilk tedbir istemini dayandırdığı gerekçelerin doğru olmadığı zaman
içerisinde kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Örneğin; bu güne değin PKK
militanlarının halk üzerinde şu ya da bu şekilde oy kullanmaları yönünde bir
baskıda bulunduklarına dair medyada bir tek haber çıkmadığı gibi, herhangi bir
partiden de böyle bir iddia ortaya atılmamıştır. Şayet böyle bir durum olsa
idi, öncelikle bu tehditlerden zarar gören siyasal partilerin buna tepki
göstermesi, ayrıca da HADEP aleyhine her fırsatı değerlendiren yöneticilerden
buna ilişkin iddialar gelmesi gerekirdi.
Bir
diğer iddia, "Hadep adına radyo ve televizyonlarda seçim konuşması yapacak
kişilerin suç işleyecekleri" idi. Buna karşılık, ilki 11.04.1999 günü
yapılan radyo ve televizyon konuşmalarında her parti temsilcisi gibi HADEP
temsilcisi de konuşma yapmış ve iddia edildiği gibi kıyamet kopmamış, suç
işlenmemiştir.
Sayın
Başsavcı bu kez A. Öcalan'a atfedilen anlatımları kullanmıştır. Oysa, bu
anlatımların tarihi 22 Şubat 1999'dur. Yani, Yüce Mahkemeniz'in ilk tedbir
istemini ret ettiği 06.03.1999 tarihinden çok önce, başta Sayın Mahkemeniz ve
Sayın Başsavcı olmak üzere bilinmekte idi.
Ayrıca,
A. Öcalan'a atfedilen anlatımlar incelenmek istenmiş ise de, Mahkeme
yetkilileri tarafından, bu anlatımların dava dosyasında bulunmadığı ifade
edilmiştir. Dava dosyasına konulmayan bir kanıtın tarafımızdan incelenmesi ve
değerlendirilmesi olanağı olmadığı gibi, dava dosyasına konulmayan kanıtların
da yargılamanın herhangi işlemine esas alınması hukuken mümkün değildir. Sayın
Başsavcı'nın dilekçesindeki iddialar, kanıtlar dilekçeye eklenmediği için, bir
tarafın soyut iddiaları olmanın ötesinde hukuksal sonuçlar doğurmaz. Sayın
Başsavcı, dilekçesine kanıt eklemeyerek, hukuku ve savunma hakkını önemsemeyen
genel yaklaşımını yinelemiştir.
D.
SAYIN BASSAVCI'NIN DAVANIN ESASI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİNİ DE İÇERMESİ GEREKEN 4.2
SAHİFELİK DİLEKÇESİNİN; 4 SAYFASININ TEDBİR İSTEMİNDEN, 0.2 SAHİFESİNİN DE
"SONUÇ" BÖLÜMÜNDEN OLUŞMASI DÜŞÜNDÜRÜCÜDÜR:
Ankara
Devlet Güvenlik Mahkemeleri önündeki 3 davanın iddianamesinin birleştirilmesi
şeklindeki iddianameye, tarafımızdan 32 sayfadan oluşan ön savunma verilmiştir.
Sayın Başsavcı'nın esas hakkındaki görüşünde, ön savunmamızda değinilen itiraz
ve savunmalara, birkaç satırla da olsa yanıt vermesi beklenirdi. Fakat, ilk
sahifesinin üst kısmında "ESAS HAKKINDA GÖRÜŞ" yazılı olmanın
dışında, davanın esası ile ilgili olarak dilekçede bir tek satırın dahi
bulunmaması; ön savunmamızdaki "davanın hukuki değil, siyasi neden ve
yaklaşımlarla açıldığı" görüşümüzü doğruladığı gibi, Sayın Başsavcı'nın
davanın sonucundan da "esasla ilgili açıklama yapmaya gerek
duymayacak" denli emin olduğu izlenimini vermektedir. Bu yaklaşımdan
Türkiye Demokrasisi ve hukuk adına kaygı duymamak mümkün değildir.
SONUÇ
VE İSTEM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
a.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın ikinci kez tedbir istemesinin Anayasal ve
Yasal dayanağı bulunmamaktadır,
b.
İstem, seçme ve seçilme özgürlüğünü düzenleyen ve seçimlerin "serbest ve
eşit koşullarda" yapılmasını öngören Anayasa'nın 67 nci maddesine
aykırıdır,
c.
İstem, seçmenin özgür iradesini etkilemeye ve HADEP le ilgili olarak
belirsizlik ve tedirginlik yaratmaya yöneliktir,
Bu
nedenlerle, istemin reddine karar verilmesini saygılarımızla diliyoruz" denilmiştir.
IV-
ÖN SAVUNMA
Davalı
Parti'nin 5.4.1999 günlü esasa ilişkin ön savunması şöyledir:
"A-
İDDİANAME İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİMİZ:
A.
1. İddianame, dava açma hakkının siyasî amaçlarla kötüye kullanılmasının açık
bir örneğidir:
Yargıtay
C. Başsavcılığı tarafından Halkın Demokrasi Partisi'nin temelli kapatılması
için Anayasa Mahkemesi nezdinde dava açtığının medyadan öğrenilmesinden hemen
sonra 03.02.1999 tarihinde Yüce Mahkeme'ye verdiğimiz dilekçede, Yargıtay C.
Başsavcısı'nın dava açma hakkını kötüye kullandığı, nedenleriyle birlikte
açıklanmıştı. Yüce Mahkeme bu görüşümüze katılmamış ise de; Sayın Başsavcının
daha sonra yaptığı açıklamalar ve Hadep'in seçime sokulmaması yönündeki istemi,
açılan davanın hukuksal nedenlerden çok siyasi nedenlere dayandığını ortaya
koymuştur. Sayın Başsavcı, iddianamedeki olaylar ve dayanılan kanıtlar 1996 ve
1997 yıllarında kendisine suç duyurusu olarak iletildiği halde, uygun siyasi
ortamı beklemiş ve hiç bir işlem yapmamıştır. Ne zamanki, 18 Nisan 1999 günü
milletvekili ve yerel yönetimler genel seçimlerinin yapılacağı ve bu seçimlerde
HADEP'in özellikle Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde birinci parti olacağının
kesinlik kazanması üzerine; partinin mümkünse seçimlere sokulmaması, bu
olmadığı takdirde de "kapatılma tehdidi" altında seçimlere sokularak
seçim şansının düşürülmesinin hesapları yapılmıştır. Bir yandan, tekrar tekrar
gündeme getirilen yapay nedenlerle Partinin Genel Başkanı dahil tüm üst düzey
yetkilileri tutuklanmış, bitaraftan da aynı yapay nedenlere dayanılarak parti
aleyhine kapatma davası açılmıştır. Bununla da yetinilmemiş, Sayın Başsavcı tüm
hukuk kurallarını bir kenara bırakarak, "her ne şekilde olursa olsun"
Hadep'in seçimlere katılmasının önlenmesi için Anayasa Mahkemesi'ne başvuruda
bulunmuştur. Bu talepte bulunmak için de, kasıtlı olarak aday listelerinin Yüksek
Seçim Kurulu'na verilmesi süresinin dolmasını beklemiş ve bir gün sonra
başvuruda bulunmuştur. Tüm bunlar, Hadep'in kapatılması; seçimlere sokulmaması
ya da en azından mümkün olduğu kadar düşük oy alması yönünde bir "'devlet
kararı" bulunduğunu göstermektedir. Esasen, Milli Güvenlik Kurulu'nun,
ilki 18.12.1996 tarihinde basına yansıyan, gizli raporları nedeniyle kamuoyu bu
durumu yakından bilmektedir. Devletin bu kararının yaşama geçirilmesi için ya
hukuk kuralları tümüyle yok kabul edilmiş ya da güdülen amaca hizmet ettiği
ölçüde hukuk kuralları istenilen yönde kullanılmıştır.
İddianame,
dava açma hakkının kötüye kullanılmasıdır. İddianame hukuksal değil, siyasi
değerlendirme ve amaçlarla hazırlanmış bir belgedir. Hukukumuzun temel
kurallarından birisi hakkın kötüye kullanılmasının yasa tarafından
korunamayacağıdır. İddianamenin reddi gerekir.
A.
2. İddianame, Anayasa, Siyasi Partiler Yasası ve Ceza Yargılama Yöntemi
Yasası'na aykırı olarak düzenlenmiş olup, esasa girilmeden reddi gerekir:
Siyasi
partilerin uyacağı esaslar ile temelli kapatılmalarının nedenleri ve yöntemi
Anayasa'nın 68 ve 69 ncu maddelerinde düzenlenmiştir. 2820 Sayılı Siyasi
Partiler Yasası'nda da siyasi partilerin uyacakları esaslar ile
kapatılmalarının neden ve yöntemleri ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anayasa
Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 33 ncü maddesinde
de parti kapatmalarına ilişkin davalarda CMUY'nın uygulanacağı öngörülmüştür.
Böyle olunca, Yargıtay C. Başsavcılığı tarafından düzenlenen ve Halkın
Demokrasi Partisinin kapatılması istemini içeren iddianamenin değinilen
anayasal ve yasal öğeleri taşıması zorunludur.
Buna
karşılık, Yargıtay C Başsavcılığı'nın 29.01.1999 tarih ve SP.60 Hz.1999/37
sayılı iddianamesi anayasal ve yasal öğelerden yoksun olup; yargılamaya esas
alınabilecek nitelikte değildir. Çünkü;
İlk
olarak; İddianamede vekili bulunduğumuz Halkın Demokrasi Partisi'nin ne ile
suçlandığı tam olarak açıklanmamıştır. Bundan önceki parti kapatma davaları
incelendiğinde; kapatılması istenen partinin hangi faaliyetinin, hangi
açıklamasının ya da hangi görüşlerinin kapatma isteminin gerekçesini
oluşturduğu açıkça belirtilmiştir. Savunmalarda ve Anayasa Mahkemesi
kararlarında da tek tek bu nedenler üzerinde durularak, bir sonuca varılmıştır.
Bu
davaya konu iddianamede ise; partinin hangi nedenlerle kapatılmasının talep
edildiği açık bir şekilde belirtilmeyerek, yalnızca Anayasa ve Yasa maddelerine
gönderme yapıldığı görülmektedir.
Bir
yandan, Halkın Demokrasi Partisi'nin henüz kurulmadığı ya da yeni kurulup da
henüz hiç bir faaliyet göstermediği dönemlerde başka davaların sanıklarından
baskı ve işkence ile alınan ısmarlama anlatımlara dayanılarak HADEP - PKK
ilişkisi kanıtlanmaya çalışılmakta; bir yandan da bu parti mensuplarının resmi
ideoloji ile çelişen siyasal görüşleri kapatma nedeni olarak sunulmaya
çalışılmaktadır. Aynı şekilde, iddianamenin bir bölümünde Hadep yöneticilerinin
PKK'nın siyasi kanat yöneticileri olduğu ileri sürülmekte; diğer bir bölümünde
ise Hadep yöneticileri yasadışı silahlı örgüte yardım ettikleri ileri
sürülmektedir. Partinin 2. Kurultayında Türk Bayrağı'nı indiren kişi
yargılandığı ve ceza aldığı halde, kesinleşmiş yargı kararına rağmen, bu olay
aynen bu davanın iddianamesine aktarılmıştır. Amaç, Yüce Mahkemeyi etki altında
bırakmak ve savunmayı olur olmaz iddialar arasında boğup, tutarlı bir savunma
yapılmasına engel olmaktır. Savunmaya esas alınacak "isnad" belli
değildir.
İkinci
olarak; İddianamede yer alan iddialar ile, "İSTEK" bölümünde
uygulanması talep edilen Anayasa'nın 68/IV ve SPY'nın 78-79-80-81-82 ve 83 ncü
maddeleri arasında illiyet bağı kurulmamıştır. Diğer bir anlatımla, DGM
iddianamelerinde yer alan eylemler ile Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası'nın
parti kapatmalarına ilişkin hükümleri arasında herhangi bir sebep-sonuç
ilişkisi kurulmamıştır. Örneğin, iddianamede yer alan eylem ve davranışlardan
hangilerinin SPY'nın 79 ncu maddesini ihlal ettiği tek cümle ile dahi
açıklanmamıştır. Ya da, Anayasa'nın 68/VI maddesinde sayılı hallerden
hangilerine dayanıldığı belli değildir. Sayın Başsavcı'nın iddianamenin
''İSTEK" bölümündeki bir cümlesinin bu bağın yerine geçtiği söylenemez.
Üçüncü
olarak: herhangi bir siyasal partinin Anayasa'nın 68/IV maddesinde yazılı
eylemlerden dolayı kapatılabilmesi, 69/V1 maddesinde yazılı olduğu şekilde
"eylemlerin işlendiği odak haline gelme" koşulunun gerçekleşmiş
olmasına bağlıdır. Sayın Başsavcı bu koşulu tartışma gereği dahi duymamıştır.
Bu yaklaşımın başta Anayasa olmak üzere hukuka uygun olduğunu söylemek olanağı
yoktur. Anayasakoyucu, parti kapatmalarında dava açma yetkisini Yargıtay C.
Başsavcısı'na, yargılama ve karar yetkisini de Anayasa Mahkemesi'ne vermiştir.
Bununla, siyasi partilere, diğer tüzel kişilerden farklı ve daha güvenceli bir
konum sağlanmak istenmiştir. Fakat iddianameye hakim olan anlayış bu değildir.
DGM savcılarının hazırladığı üç iddianame birleştirilerek aynen Yüce Mahkeme'ye
sunulmuştur.
Görüldüğü
gibi, Yüce Mahkemeniz'e sunulan iddianame en basit bir ceza davasının
iddianamesinde bulunması gereken özellikleri dahi taşımamaktadır. CMUY'nın 163
ncü maddesi bir iddianamede bulunması zorunlu hususları belirtmiştir.
İddianamelerde, sanığın kimliği ve yargılamanın yapılacağı mahkeme dışında;
İsnat
olunan suçun neden ibaret olduğunun,
Suçun
yasal unsurlarının ve uygulanması gereken yasa maddelerinin,
Dayanılan
kanıtların.
yazılı
olması zorunludur. Oysa, Başsavcılığın iddianamesinde ne isnat edilen eylemler
ve ne de kapatma isteminin yasal unsurları tam olarak açıklanmamıştır.
Anayasal
ve yasal koşulları taşımayan iddianamenin Yüce Mahkeme tarafından reddi
gerekir. Ya da en azından, yukarıda açıkladığımız düşünceler doğrultusunda
Sayın Başsavcı'nın iddianamedeki eksik hususları açıklamasına karar
verilmelidir. Aksi takdirde, suçlama (isnad) açık olmadığı için; sağlıklı bir
yargılama yapılamayacak, özellikle de savunma hakkı tam olarak
kullanılamayacaktır. Bunun sonucu olarak iç hukuk hükümleri yanında AİHS'nin 6
ncı maddesi ihlal edilmiş olacaktır.
A.
3. İddianame, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 nci, 9 ncu, 10 ncu , 11 nci
maddelerine, Sözleşmeye Ek l Nolu Protokol'ün 3. maddesine ve bu maddelerle
birlikte sözleşmenin 14 ncu maddesine açıkça aykırıdır:
A.3.a
AİHS'nin 6 ncı Maddesi yönünden:
İddianame,
DGM Savcılarının Halkın Demokrasi Partisi yönetici ve mensupları hakkında
hazırladıkları 3 iddianameye ve yine aynı savcıların topladığı kanıtlara
dayanmaktadır. DGM Savcılarının bağlı olarak görev yaptıkları Devlet Güvenlik
Mahkemeleri'nin kuruluş amaçları, oluşum biçimleri, uyguladıkları yasa ve
yöntemlerdeki farklılıklar dolayısıyla, bağımsız ve tarafsız mahkeme
olmadıkları; olağanüstü mahkeme niteliğinde oldukları kabul edilmektedir.
Nitekim, bu mahkemelerin kaldırılması ya da en azından yeniden düzenlenmesi
konusunda yeni yasama döneminde yasal değişiklere gidileceği de bilinmektedir.
Bu konuya dilekçemizin diğer bölümlerinde ayrıca değinilmiştir. Askeri ve sivil
kişilerden oluşan DGM Savcıları da, DGM'lerin kuruluş amaçları yönünde
soruşturma yapmak üzere, atanmaları, yetkileri ve çalışma yöntemleri 2845
sayılı Yasa ile özel olarak düzenlenmiştir. Hadep yöneticileri hakkındaki tüm
soruşturmalar bu savcılar tarafından ve olağanüstü yöntemlerle yürütülmüştür.
Kanıtlar hukuka aykırı yöntemlerle toplanılmış, hiç bir aşamada savunmanın
soruşturmaya katılmasına izin verilmemiştir. Hukuki olmaktan çok, kaynağı Milli
Güvenlik Kurulu olan siyasi kararlar doğrultusunda soruşturma ve suçlamalara
gidilmiştir.
Bağımsız
ve tarafsız olması mümkün olmayan DGM Savcıları tarafından siyasi amaçlarla
hazırlanmış iddianamelere ve olağanüstü yöntemlerle hukuka aykırı bir şekilde
elde edilen kanıtlara dayanan Başsavcılık İddianamesi de, AİHS'nin adil
yargılanma hakkı ile ilgili 6 ncı maddesine açıkça aykırıdır.
A.3.b
AİHS'nin 9 ve 10 ncu maddeleri yönünden:
İddianamenin
çeşitli bölümlerinde yapılan değerlendirmeler, asıl amacın, Hadep yönetici ve
mensuplarının gerek birey olarak ve gerekse parti olarak savundukları siyasi
düşüncelerin açıklanmasına engel olmak olduğunu göstermektedir. İddianamenin
değişik bölümlerinde, özellikle "Kürt Sorunu" ile ilgili olarak resmi
devlet görüşünden farklı görüş ve düşünceler; ülkeyi bölmek isteme, terörist
örgütü destekleme ya da kin ve düşmanlığı tahrik olarak nitelendirilmiştir.
Sorunların diyalog yoluyla, şiddete başvurmadan çözülmesini istemek suç sayılmıştır.
İddianamenin mantığına göre, Kürtler'in varlığından, kültüründen, dillerinden,
yönetime katılmalarından söz etmek suçtur; Türklerin ve Kürtlerin kardeşliği
söylemi, Türkiye'yi bölme amacını gizlemeye yöneliktir (örnek olarak sh. 3, 26.
55). Asıl amacın gizlenmesi için, yapay suçlamalar yapılmakta, partinin yasa
dışı faaliyetlerde bulunduğu ileri sürülmektedir. Oysa, vekili bulunduğumuz
Halkın Demokrasi Partisi, hiç bir şekilde şiddeti savunmamış, teşvik
etmemiştir. Aksine sorunların barışçıl yöntemlerle ve demokrasi içerisinde
diyalog yoluyla çözülmesinde ısrarlı olmuştur. HADEP hiç bir koşulda
Türkiye'nin bütünlüğüne aykırı görüş açıklamamış, davranışlarda bulunmamıştır.
Türkiye'nin en önemli sorunu olan "Kürt Sorununun da çoğulcu demokrasi ilkeleri
çerçevesinde ve Türkiye'nin bütünlüğü içinde çözülmesini savunmuştur. Her türlü
ayrımcılığa karşı çıkmış ve sürekli olarak halklar arasında kardeşliği
savunmuştur.
Fakat,
katı bir Türk Milliyetçiliği'ni esas alan; Türkler dışındaki tüm etnik ve
kültürel grupları ret ve inkar eden; çoğulcu demokrasinin gereklerini
Türkiye'nin bölünmesi olarak gören; farklı görüş ve düşünceleri baskı ve
şiddetle bastırmaya dayanan resmi anlayış, Hadep ve mensuplarının siyasi
görüşlerini, gerek birey ve gerekse örgütsel olarak açıklamalarına engel olmak
için her çareye başvurmaktadır. İddianamedeki, HADEP'e yönelik yasa dışı
faaliyetlerde bulunma iddiaları da bu çerçevede ortaya atılmıştır. Amaç, resmi
anlayışla çelişen siyasi görüş ve düşüncelerin engellenmesidir ve bu da
AİHS'nin 9 ve 10 ncu maddelerine aykırıdır.
A.
3.c AİHS'nin 11 nci maddesi yönünden:
Yurttaşların
seçme ve seçilme hakları, diğer bir anlatımla ülkenin siyasal yönetimine
katılma hakkı, demokrasilerde korunması gereken temel hakların başında gelir.
Günümüzde bu katılım, tek tek birey iradeleri yerine; bireysel iradeleri bir
araya getiren siyasal partiler aracılığı ile olmaktadır. Bu yüzden de siyasi
partiler, demokrasilerin olmazsa olmaz koşuludur. Siyasi partiler arasında
görüş ve programlarına göre ayrım yapılıp bazılarına yaşam hakkı tanınmaması
demokratik ilkelere aykırıdır. Kapatılması istenen Halkın Demokrasi Partisi
Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası'na göre kurulmuş ve 1995 yılında seçimlere
katılarak her türlü engellemeye karşın ülke çapında 1.200.000 nin üzerinde oy
almıştır. Özellikle Kürt kökenli yurttaşların yoğun olduğu bölgelerde Hadep en
yüksek oyu almıştır. Şayet %10 oranındaki ülke barajı olmasa idi, 25'in
üzerinde milletvekili çıkaracaktı. Şimdi bu parti tamamen komplo soruşturmalar
ve yapay nedenlerle kapatılmak istenmektedir. Bu yolla, HADEP yönetici ve
üyeleri yanında, bu partiye oy veren milyonlarca vatandaşın siyasal parti
olarak örgütlenme özgürlüğü engellenmek istenmektedir. Bu partinin kapatılması
için, demokratik bir toplumun haklı göreceği hiç bir neden bulunmamaktadır.
İddianame açık bir şekilde AİHS'nin 11 nci maddesinin ihlalidir.
A.3.d
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne Ek l Nolu Protokol'ün 3. maddesi yönünden:
Ek
l Nolu Protokol'ün 3 ncü maddesi, "Taraf devletlerin yasama organının
seçimi için halkın özgür düşünce ve iradesini ortaya koyabileceği koşullarda ve
belli aralıklarla seçim yapılmasını" öngörmüştür. Halkın serbest irade ve
düşüncesini ifade etmesini engelleyecek ya da etkileyecek her türlü muamele, bu
maddenin ihlali sonucunu doğurur. Yukarıda açıklandığı şekilde, siyasal kaygı
ve kararlarla Halkın Demokrasi Partisi'ne karşı kapatma davası açılmış olması;
Sayın Başsavcı'nın hukukun sınırlarını zorlayarak, dava açılması vesilesiyle ve
özellikle de ihtiyati tedbir istemi vesilesiyle medya önündeki partiye yönelik
suçlamaları; halkın iradesini etkilemesinin ötesinde; halka, HADEP'e oy
verilmemesi yönünde açık bir baskıdır. Bu baskının en üst yargı organlarının
muamelelerinden kaynaklanması ise, demokrasi ve özgürlükler yönünden çok daha
vahim bir durumdur.
A.3.e
AİHS'nin 6-9-10-11 ve Ek Protokol'ün 3 ncü maddeleri ile birlikte 14 ncü
maddesine aykırılık yönünden:
AİHS'nin
6-9-10 ve 11 nci maddesi ihlal edilmek suretiyle vekili bulunduğum Halkın
Demokrasi Partisi'nin kapatılmak islenmesinin asıl nedeni; bu partinin
savunduğu siyasal görüşlere ve parti üye çoğunluğunun etnik kökenlerine yönelik
ayrımcılıktır. Hadep, ülke sorunları konusunda resmi görüşlerle çelişen farklı
görüşlere sahiptir. Özellikle, Kürt Sorunu'nun demokratik çoğulcu ilkeler
çerçevesinde çözülmesini savunmakta; şiddet yöntemlerine karşı çıkmaktadır.
Üyelerinin çoğunluğunu Kürt kökenli vatandaşlar oluşturmaktadır. Kürt kimliğine
sahip çıktığı ve çoğulcu bir yapıyı savunduğu; devletin Kürtler üzerindeki
haksız uygulamalarını eleştirdiği için; resmi devlet kurumlarının husumetini
üzerine çekmekte; ülkeyi bölmeye çalışmakla suçlanmaktadır. Bu nedenle de her
fırsatta çalışmaları engellenmekte, yöneticileri ve mensuplarına baskı
yapılmaktadır. Kürt olmaları ve Kürt Sorunu'nun çözümü için savundukları farklı
siyasal görüşler Hadep ve yöneticilerinin özgürlüklerinin kısıtlanmasının temel
nedenidir. Yani, etnik ve siyasal görüş ayrımcılığı yapılan muamelelerin asıl
nedenidir.
B.
İDDİA VE DAYANILAN KANITLARIN NİTELİKLERİ:
Yargıtay
C. Başsavcılığının 29.01.1999 tarih ve SP. 60 Hz. 1999/37 sayılı 56 sayfalık
İddianamesi; halen Ankara Devlet Güvenlik Mahkemelerinde görülmekte olan 3 davanın
iddianamelerinin birleşiminden oluşmaktadır. Halkın Demokrasi Partisi'nin kapatılması
istemine dayanak oluşturan iddialar ve dayanılan kanıtlar da bu davalardaki
iddia ve kanıtlardan ibarettir. Bu saptamadan hareketle:
B.
1. Halkın Demokrasi Partisi'nin kapatılması istemini içeren davanın dayanağını
oluşturan iddialar ve dayanılan kanıtlar, halen görülmekte olan davaların
konularını oluşturduklarından, bu iddia ve kanıtların doğruluğu henüz hukuksal
olarak belirlenmemiştir:
İddianamenin
1-18 nci sayfaları arasındaki bölüm tümüyle Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik
Mahkemesi nezdinde görülmekte olan 1998/80 esas nolu davanın iddianamesinden
aktarmadır. Bu davada, başta Parti Genel Başkanı Murat Bozlak olmak üzere,
Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu Üyeleri'nin de aralarında bulunduğu 50
nin üzerinde parti mensubu yargılanmaktadır. Davada sanıklar yasadışı silahlı
örgütün siyasi kanat yöneticileri olarak suçlanmakta ve TCY.nın 168/1. TMY.nın
5 nci maddeleri uyarınca cezalandırılmaları talep edilmektedir. Bu dava ile
ilgili olarak sanıkların tamamı (parti üyesi olmayan Avukat İhsan Durukal
hariç) serbest bırakılmıştır.
İddianamenin
18-26 ncı sayfaları arasındaki bölüm Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi
nezdinde görülmekte olan 1999/1 esas sayılı davanın iddianamesinden aynen
alınmıştır. Bu davada aralarında Parti Genel Başkanı Murat Bozlak ve parti
yöneticilerinin de bulunduğu 47 kişi yargılanmaktadır. Sanıkların tümü yasa
dışı silahlı örgüte (PKK) yardım etmekle suçlanmakta ve TCY'nın 169 ve TMY'nın
5 nci maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istenilmektedir. Halen 16 sanık
tutuklu bulunmaktadır.
İddianamenin
26-55 nci sayfaları arasında yer alan bölüm ise, Ankara l Nolu Devlet Güvenlik
Mahkemesi nezdinde görülmekte olan 1998/104 esas sayılı davanın iddianamesinden
aynen alınmıştır. Dava, aralarında Parti Genel Başkanı Murat BOZLAK'ın da
bulunduğu 41 sanık aleyhine 1996/80 sayı ile açılmıştır. Davada 41 sanıktan
23'ü hakkında silahlı terör örgütünün (PKK) yönetcisi olmak suçlaması ile
TCY'nın 168/I maddesinin; 17' si hakkında yasadışı silahlı örgüte üye olmak
suçlaması ile TCY'nın 168/II maddesinin ve l sanık hakkında da TMY'nın 8/1
maddesinin uygulanması talep edilmiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda
sanıklardan parti üyesi olmayan Faysal Akçan TCY'nın 168/11 maddesi uyarınca;
aralarında Parti Genel Başkanı Murat Bozlak ve Kurultay Divan Başkanı Hikmet
Fidan'ın da bulunduğu 26 sanığa TCY'nın 169 ncu maddesi uyarınca hapis
cezaları, 14 sanık hakkında ise beraat kararı verilmiştir. Fakat mahkumiyet kararlarının
temyizi üzerine, Yargıtay 9. Ceza Dairesi 08.06.1998 gün ve 1997/3736 E.,
1998/1820 K. sayılı kararı ile sanık Faysal Akçan dışındaki tüm sanıklar
hakkındaki kararı eksik soruşturma nedeniyle bozmuştur. Halen dava 1998/104
esas sayı ile devam etmekte olup, sanıkların tümü serbesttir.
Görüldüğü
gibi, davanın dayanağını oluşturan iddianamedeki iddialar ve bunların dayandığı
kanıtlar henüz yargı önündeki davalarda tartışılmakta olup; bunların hiç birisi
doğrulanmış değildir. Yargıtay C. Başsavcılığı'nın yargı önündeki iddiaları
kanıtlanmış iddialar ve kanıtları da doğrulanmış kanıtlar olarak Yüce Mahkemeye
sunmuş olmasını, ceza hukuku ilkelerine aykırı olmanın ötesinde, bir siyasal
partiyi kapatma konusunda önyargılı ve aceleci bir davranış olarak değerlendirmek
yanlış olmaz.
B.
2. Kapatma davasında dayanak olarak gösterilen DGM önündeki davalar; Milli
Güvenlik Kurulu Kararları doğrultusunda DGM Savcıları tarafından planlı ve
kapatma davası açmanın gerekçesini oluşturmak üzere; yapay bir şekilde yaratılmış
davalardır:
Ankara
2 Nolu DGM önünde görülmekte olan 1998/38 esas sayılı davada; DGM Savcılarının
amacı tarafımızdan şöyle açıklanıyordu:
"Görülmekte
olan bu dava, salt ceza hukuku normları ile açıklanabilecek bir dava değildir.
Davanın "siyasi" niteliği ağır basmaktadır. Davayı hukuki olmaktan
çok, siyasi bir dava haline getiren bir çok neden bulunmaktadır.
Birinci
neden; davanın, seçimlere katılarak 1.200.000'nin üzerinde oy almak suretiyle,
ülke genelinde %5 oy desteğine sahip bir partiyi tasfiye etmeyi amaçlıyan bir
dava olmasıdır. Dilekçemizin diğer bölümlerinde ayrıntıları ile açıklanacağı
üzere; dava tamamen HADEP'in tüzel kişiliğine yöneliktir. HADEP'in parti olarak
faaliyetleri ve siyasi görüşleri davanın merkezini oluşturmaktadır. Halen tutuklu
olarak yargılanan müvekkillerimiz de kendi kişisel eylemlerinden ötürü değil,
bir bütün olarak partiye yönelik suçlamalardan ötürü yargılanmaktadır.
HADEP'in
hedef seçilmesi; 18.12.1996 günlü basında yer alan "MGK Gizli Raporu"
nda somutlaşan resmi politikanın bir sonucudur. Bu resmi politikanın gereği
olarak, DGM Savcıları her fırsatta HADEP'i bir bütün olarak suçlamaya
çalışmaktadırlar. Bununla, bir yandan HADEP'in kamuoyundaki destek ve
saygınlığının azaltılarak, bir suç örgütü gibi gösterilmesi, öte yandan da
partinin kapatılmasının zeminin yaratılması amaçlanmaktadır.
İlk
deneme, "Bayrak Davası" olarak bilinen, Parti kurultayında Türk
Bayrağı'nın provakasyon amacıyla indirilmesi ile ilgili davada yapılmıştır.
Türk Bayrağı'nın indirilmesi gibi, hiç kimsenin onaylamayacağı bir eylem bahane
edilerek, tüm parti yöneticileri gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. DGM
Savcılığı, bu davada da parti faaliyetlerini suçlamış, HADEP'in PKK'nın siyasi
kanadı olduğunu savunmuş ve parti yöneticilerinin TCY. 168/1 maddesi uyarınca
cezalandırılmasını istemiştir. Fakat dava, bir kısım sanıkların TCY'nın 169 ncu
maddesine göre cezalandırılması ile sonuçlanmıştır. Bu kararın tarafımızdan
temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamede
TCY'nın 169 ncu maddesinin de unsurlarının bulunmadığı kabul edilmiş ve kararın
tüm sanıklar yönünden bozulması talep edilmiştir.
Bu
kez, iddianamede suçlama konusu dahi edilmeyen bir takvim bahane edilerek,
soruşturma başlatılmış, parti binaları aranmış ve yöneticileri tutuklanmıştır.
Bu davadaki iddia ve kanıtlar da bir önceki davanın büyük ölçüde aynısıdır.
Bayrak davasına ait iddianame ile, bu davanın iddianamesi karşılaştırıldığında,
her iki dava arasında gerek isnatlar yönünden ve gerekse isnatlara kanıt olarak
gösterilen hususlar yönünden benzerlikten öte bir özdeşlik bulunduğu
görülecektir.
İkinci
neden; hazırlık soruşturmasına, suçların takibi ve önlenmesi genel amacından
çok; HADEP'in ve O'nun yöneticileri olan sanıkların resmi anlayışla çelişen
siyasi düşüncelerini suç olarak gösterme çabasının hakim olmasıdır. İddianamede
suçlamanın "Anayasanın açık hükümlerine rağmen sanıklar ayrı bir ırk, ayrı
bir halk oldukları, ayrı dilleri, ayrı kültürleri ... olduğu temalarını
işleyerek..." cümlesi ile başlaması, söylediklerimizi doğrulamaktadır.
Üçüncü
neden; ceza yargılamasının araçları olan gözaltına alma, arama, sorgulama ve
tutuklamanın, hukuki gereklilik sınırları içerisinde değil; varılmak istenen
siyasi amaca hizmet ettiği ölçüde başvurulmuş olmasıdır. Örneğin, soruşturmanın
ilk başlangıç nedeni, parti tarafından bastırılan 1998 yılı takvimi olduğu ve
bu takvimde DGM Savcılığının elinde olduğu, dolayısıyla aramayı gerektiren bir
neden bulunmadığı halde, parti binalarında arama yapılmıştır. Buna karşılık,
iddianamede takvimlere bir cümle ile dahi değinilmemektedir. Bu durum takvimle
ilgili suçlamanın, partide arama yapmak için kullanılan, yapay bir suçlama
olduğunu göstermektedir. DGM Savcılığı suçlama konusu etmeyeceği bir nedeni,
arama nedeni olarak göstermek suretiyle yasaya aykırı davranmıştır.
Yine,
parti genel merkezinde yapılan aramadan sonra, soruşturmayı yürüten DGM
Savcısına başvurulmuş ve şayet parti yöneticilerinin sorgulanmasına gerek
duyuluyorsa, bu yöneticilerin istenilen gün ve saatte Savcılığa gelecekleri
bildirilmiştir. Buna karşılık Savcı, parti yöneticilerinin gözaltına alınması
hususunda polise emir verdiğini ve bu emri geri alamayacağını ifade etmiştir.
Bundan, gözaltına almanın soruşturmanın gereği olarak değil, parti
yöneticilerini kamuoyu önünde küçük düşürme amacına yönelik olduğu
anlaşılmakladır.
Dördüncüsü:
8 klasör olarak takdim edilen kanıtların, isnadın kanıtlanmasına yönelik değil,
aksine sanıklara yükletilen isnadın ne olduğunun tam olarak anlaşılmamasına;
bunun sonucu olarak da savunmanın engellenmesine ve yargılamayı yapacak
mahkemeyi olumsuz etkilemeye yönelik olmasıdır.
DGM
Savcılığının 8 klasör olarak sunduğu kanıtlar, yargılananların somut ve kişisel
eylemlerini ortaya koyan kanıtlar değildir. Yüzlerce sayfalık kitap
fotokopileri; yüzlerce sayfalık kime ait olduğu ve nasıl elde edildiği belli
olmayan polis anlatımlarının fotokopileri; hukuki hiç bir kanıt değeri olmayan,
polisin yüzlerce insanla ilgili olarak yaptığı değerlendirme yazıları, davayla
ve yargılananlarla bir ilgisi bulunmayan MED TV izleme raporları kanıt olarak
dosyalanmıştır.
Tüm
bunlar, şu anda görülmekte olan davanın siyasi boyutunu açık bir şekilde ortaya
koymaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, HADEP'i sindirmek, çalışmalarını engellemek
ve mümkün olursa kapatılmasını sağlamak uğruna, hukukun temel ilkeleri bir kez
daha gözardı edilmiştir..." ( 28.04.1998 tarihli Tahliye Dilekçesinden)
Yüce
Mahkemeniz önündeki bu dava, yaklaşık l yıl önce söylediklerimizin ne denli
doğru olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
B.
3. Dava dosyasına konulan ya da iddianamede dayanılan kanıtlar, hukuka uygun,
adil ve tarafsız bir soruşturmanın ürünü olmadıkları için; Yüce Mahkeme
nezdindeki yargılamayı ve verilecek kararı daha baştan sakatlamıştır:
Hukuka
uygun ve adil bir şekilde yürütülmeyen soruşturmalara ve bu soruşturmalar
sonucu açılan ceza davalarına dayanılarak, Yüce Mahkeme önünde, vekili
bulunduğumuz Halkın Demokrasi Partisi hakkında kapatma istemli dava açılması,
daha baştan davayı sakatlamıştır. Adil yargılama ilkesi bir bütündür.
Yargılamanın herhangi bir aşamasındaki hukuka ve adil yargılama ilkelerine
aykırılık, yargılamanın tümünü ve sonuçta da verilecek hükmü adil olmaktan
çıkarır.
Dilekçemizin
diğer bölümlerinde açıklandığı gibi, Halkın Demokrasi Partisi ve yöneticileri
aleyhine açılan soruşturmaların tamamı siyasi amaçlıdır. Tümüyle özel amaçlarla
kurulmuş olağanüstü mahkeme niteliğinde olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin
görev alanına giren suçların hazırlık soruşturması; yine bağımsız ve
tarafsızlıklarından söz edilemiyecek (2845 sayılı Yasa'nın 5 ve 6 ncı maddeleri
uyarınca atanan) askeri ve sivil savcılar tarafından özel amaca uygun olarak
yapılmıştır. DGM savcıları soruşturmaları tarafsız bir şekilde yürütmemişler,
aksine partiyi bir bütün olarak suçlamanın yapay kanıtlarını yaratmaya
çalışmışlardır. Hazırlık soruşturmasındaki işlemlerin hiç birisine savunma
katılmamış, bu yöndeki tüm istemler reddedilmiştir. Aramalar hukuka uygun
olarak yapılmamıştır. Bazı aramalarda tutanak düzenlenerek, hazır bulunan parti
görevlilerine imzalatılmış, ancak daha sonra tutanaklarda bulunmayan bir kısım
kanıtlar, aramalarda bulunmuş gibi dava dosyasına dahil edilmiştir. Aramalar
tümüyle kolluk kuvvetlerinin inisiyatifînde gerçekleştirilmiş, ilgili savcı
dahi hazır bulunmamıştır.
Soruşturmalarda
kanıt olarak kullanılacak tanık beyanları başka soruşturmalar nedeniyle
gözaltına alınmış sanıkların "emniyet" anlatımları arasından seçilmiş
ve şayet diğer aşamalardaki beyanlar lehte ise, bunlar özellikle dava
dosyalarına konulmamıştır. Yani, HADEP ve Hadepliler ile ilgili soruşturmalarda
DGM Savcıları genel tarafsızlık ilkesi yanında; CMUY'nın 153/II maddesine
açıkça aykırı işlem yapmışlardır. Yüce Mahkemeniz'in önündeki bu davada da,
başka davalarda sanık olan kişilerin EMNİYET ya da JANDARMA tarafından zor ve
baskı ile alınan anlatımları kanıt olarak kullanılmaktadır. Bunların çoğu,
yargılama aşamalarında bu beyanlarını reddetmişlerdir. Ancak, gerek DGM
önündeki davalarda ve gerekse Yüce Mahkemeniz'e sunulan dosyalarda kişilerin
yalnızca emniyet anlatımlarına yer verilmiştir. Hatta, birçoğu fotokopi
şeklinde ve imzasız olduğu için, savunmanın ısrarlı talepleri ile Ankara l Nolu
DGM nezdindeki 1998/104 sayılı dava dosyasında duruşmada okunmamasına karar verilmiştir.
.
4. Yüce Mahkemeye sunulan kanıtlar, mahkeme tarafından denetlenmeye ve doğru
bir değerlendirme yapmaya elverişli değildir:
Yüce
mahkeme önündeki davada, halen DGM'ler önünde görülmekte olan 3 dava dosyasına
dayanılmakta olduğuna göre; bu dava dosyalarındaki tüm kanıtların Yüce
Mahkeme'ye sunulması ve tek tek tartışılıp irdelenmesi gerekir. Bunların hukuka
uygun ve adil bir şekilde elde edilip edilmediği tartışmasını bir kenara
bıraksak dahi, bu kanıtlar Yüce Mahkeme'nin denetlemesine ve değerlendirmesine
elverişli durumda değildir. Örneğin, HADEP-PKK ilişkilerinin kanıtı olarak
sunulan 100'ün üstündeki kişinin beyanları fotokopi şeklinde ve tasdiksizdir.
Üstelik bunların hemen hemen tamamının yalnızca emniyet aşamasındaki beyanları
dava dosyalarına konulmuştur. C. Savcılığı ve mahkeme önündeki anlatımlar
yoktur. Hatta, bunların çoğunun kim tarafından ve ne zaman sorgulandıkları dahi
belli değildir.
Maddi
kanıtların bir bölümü iddianamelere ve tutanaklara gerçeği yansıtmayacak
şekilde geçirilmiştir. Örneğin, PKK bayrağı olduğu iddia edilen şeyin, bir
dergi sayfası olduğu; Kürdistan Haritası denilen şeyin bir takvim yaprağı
üzerindeki dekoratif fon olduğu; illegal yayın denilen kitap ve dergilerin
yasal olarak yayımlanan dergi ve kitaplar olduğu anlaşılmıştır.
Aramalarda
elde edildiği ileri sürülen bir kısım kanıtların, aramalar sırasında yerinde
tutulan tutanaklarda bulunmadığı; nereden elde edildiği bilinmeyen bazı
dokümanların Parti Genel Merkezinde ve İl, İlçe binalarında bulunmuş gibi, dava
dosyasına konulduğu tespit edilmiştir.
Parti
yönetici ve mensuplarına ait olmayan konuşma ve açıklamalar onlara mal edilmiş
ya da içerikleri farklı yansıtılmıştır.
Bu
durumda Yüce Mahkeme'nin, Yargıtay C. Başsavcısının dayandığı kanıtları nasıl
denetleyip, değerlendireceği önemli bir sorundur ve kanımızca bu mümkün
değildir.
C.
YÜCE MAHKEME ÖNÜNDEKİ YARGILAMADA SORUNLAR:
C.
1. Devlet Güvenlik Mahkemeleri önündeki yargılamaların sonucunun beklenmesi
sorunu:
Yargıtay
C. Başsavcılığının iddianamesi, halen Ankara Devlet Güvenlik Mahkemeleri önünde
görülmekte olan 3 davanın iddianamelerine ve kanıtlarına dayandığına göre;
normal koşullarda bu davaların sonuçlarının beklenilmesi gerekirdi.
Fakat,
DGM yargılamalarının sonuçlanmasının beklenilmesinin, tarafımızdan talep edilmesi
mümkün olmadığı gibi; Yüce Mahkeme'nin de kendiliğinden böyle bir karar
vermesinin "adil yargılama ilkesi'' dolayısıyla mümkün olmadığı
düşüncesindeyiz. Çünkü;
ı.
Bu davaların hazırlık soruşturması; bağımsız ve tarafsız olmayan DGM Savcıları
tarafından, olağanüstü yöntemlerle ve hukuka aykırı bir şekilde yürütülmüştür:
Dilekçemizin
B. bölümünde açıklandığı gibi, adil yargılama ilkesi bir bütündür. Soruşturma
ve yargılamanın herhangi bir bölümündeki adil yargılama ilkesine aykırı işlem
ve uygulamalar yargılamanın tümünü ve verilecek kararı adil olmaktan çıkarır.
DGM Savcılarının işlevi yukarıda açıklanmıştı. MGK raporlarına yansıyan devlet
kararı doğrultusunda yapılan soruşturmalarda, önce suçlama yapılmış, daha sonra
da suçlamayı doğrulayıcı kanıtlar elde edilmeye çalışılmıştır. Hatta, bazan
soruşturma için gerekçe yapılan neden; daha sonra suçlama konusu dahi
edilmemiştir. Örneğin; Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi nezdindeki
1998/38 sayılı davada; soruşturmanın gerekçesi "Parti tarafından bastırılan
duvar takvimlerinde Kürdistan Haritası olduğu" idi. Diyarbakır DGM
Savcılığı tarafından bu yönde başlatılan soruşturmada söz konusu takvimlerin
toplatılmasına da karar verilmiştir. Daha sonra, soruşturma dosyası görevsizlik
kararı ile Ankara DGM Savcılığı'na gönderilmiştir. Ankara DGM Savcılığı, bu
takvimlerin ele geçirilebilmesi için Parti Genel Merkezi ve İl, İlçe
binalarında arama kararı almıştır. Soruşturma kapsamında Partinin Genel Başkanı
ve tüm Parti Meclisi Üyeleri hakkında da tutuklama kararları verilmiştir.
Fakat, soruşturma sonucunda açılan davanın iddianamesinde, takvim konusu tek
satırla dahi suçlama konusu edilmemiştir. Bu durum takvim konusunun Hadep'i
suçlamak için bir bahane olarak kullanıldığını açıkça ortaya koyuyordu.
Doğal
olarak, siyasi amaçlı ve her ne olursa olsun "suçlama" amacı ile
yapılan bu soruşturmalarda işlem ve muamelelerin hukuka uygun yürütülmesi
beklenilemezdi. Nitekim, parti binalarında yapılan aramalarda avukatların hazır
bulunma istemi kabul edilmemiştir. Arama tutanakları, sağlıklı olarak
düzenlenmemiş, ekleme ve çıkarmalara elverişli ifadeler kullanılmıştır.
Örneğin, "2 klasör halinde dosyalar" denilmek suretiyle,
sonradan dosya içerikleri istenildiği şekilde davalara yansıtılmıştır.
Hazırlıktaki sanık ve tanık sorgulamaları savunma olmadan yapılmış; sorgu
tutanaklarının avukatlara verilmesi istemleri reddedilmiştir. Ses ve görüntü
kasetlerinin çözümü ve bilirkişi incelemeleri tümüyle savunmanın katılımı
olmadan gerçeğe aykırı olarak yapılmıştır. Taciz ve sindirme amacı öylesine
ileri götürülmüştür ki; avukatların Parti Yöneticilerini sorgu amacıyla DGM
Savcılığı'na getirme istemleri "hayır biz onları polis vasıtası ile
gözaltına alacağız" denilerek reddedilmiştir.
Bu
koşullarda yürütülen hazırlık işlemlerinin, adil bir yargılamaya esas olması
düşünülemez.
ıı.
Yargılamayı yapan Devlet Güvenlik Mahkemeleri de adil bir yargılamayı
yapabilecek bağımsız ve tarafsız mahkemeler değildir:
Devlet
Güvenlik Mahkemeleri, kuruluşu amacı, yapısı ve uyguladığı farklı normlar nedeniyle
yıllardan beri tartışma konusudur. Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne yasal anlamda
meşruiyet kazandırmak amacı ile, Anayasal düzenleme yapılmış ise de, meşruiyet
tartışmaları sona erdirilememiştir. Çünkü, Anayasa'da yer almalarına rağmen,
DGM'ler, siyasi amaçlarla kurulmuş, tabii hakim ilkesine aykırı, uzmanlık
mahkemeleri ile bir ilgisi bulunmayan, tarafsızlık ve bağımsızlık ilkeleri ile
bağdaşması mümkün olmayan kuruluşlardır. Bu kurumlar, muhalif siyasi düşünce ve
örgütlenmelerin engellenmesine, sindirilmesine ve cezalandırılmasına hizmet
etmektedir.
DGM'lerin
adil, bağımsız ve tarafsız mahkemeler olmadığı yönündeki tartışmalar,
Türkiye'nin de yetkisini kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği
bir kararla yeni bir boyut kazanmıştır. AİHM'nin İNCAL/TÜRKİYE davasında
(09.06.1998 tarih ve 41/1997/825/1031 sayılı) verdiği karar, DGM'lerin AİHS'nin
6 nci maddesine öngörüldüğü biçimde bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
sayılamayacağı yönündedir.
Bu
durumda. DGM'lerin bağımsız ve tarafsız olmadığı, dolayısıyla da adil bir
yargılama yapamayacağı yönündeki itirazlarımız, yalnızca savunmanın bir iddiası
olmaktan öte, uluslararası bir mahkemenin kararına dayanmaktadır. Bilindiği
gibi, AİHS Türkiye tarafından imzalanmış ve TBMM tarafından da onaylanarak Anayasa'nın
90 ncı maddesi gereğince bir iç hukuk hükmü haline gelmiştir. Ayrıca, Türkiye
1987 yılında bireysel başvuruyu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yetkisini
kabul etmiştir. O halde, aralarında Türk Yargıç'ın da bulunduğu AİHM'nin
verdiği karar tüm kurum ve kuruluşları bağlar.
Bu
açıklamalarımızdan çıkan sonuç; Yüce Mahkeme'nin DGM Yargılamalarını ve
sonuçlarını, kendi önündeki parti kapatma davasının yargılamasına esas
alamayacağıdır. Aksi takdirde DGM Savcılığı işlemleri ve DGM yargılamalarına
yöneltilecek tüm itirazların Yüce Mahkeme önündeki yargılama için de geçerli
olması kaçınılmazdır.
C.2.
Anayasa Mahkemesi'nin İddianamede yer alan maddi olayların ve dayanılan
kanıtları doğruluğunu bizzat değerlendirmesi sorunu:
İddianamedeki
iddiaların ve kanıtları Halkın Demokrasi Partisi'nin temelli kapatılması için
yeterli olup olmadığına karar vermeden önce, Yüce Mahkeme'nin önünde bu iddia
ve kanıtların doğruluğunun saptanması sorunu bulunmaktadır. Dayanılan kanıtlar
arasında;
ı.
Yazılı belgeler (yazı, resim, kitap, dergi, broşür, gazete vs),
ıı.
Ses ve görüntü kasetleri,
ııı.
Parti binalarında ve yöneticilerin evlerinde bulunduğu savunulan diğer maddi
kanıtlar (bez, pankart, giysi, mermi, silah vs.)
ıv.
Tanık beyanları,
v.
Yargılanan parti yöneticilerinin çeşitli aşamalarda sanık olarak verdikleri
beyanlar,
bulunmaktadır.
Anayasa
Mahkemesi'nin uygulamaları ve çalışma yöntemi, özellikle de tarafların katılımı
ile duruşma yapılmaması gibi hususlar göz önünde tutulduğunda Yüce Mahkeme'nin
onlarca klasörden oluşan kanıtların doğruluğunu araştırmasının pek mümkün
olmadığı düşünülmektedir. Örneğin; yalnızca dosyada kanıt olarak kullanılan
100'ün üzerindeki tanığın polis anlatımlarının araştırılması için dahi, ilgili
mahkemelerden bu tanıkların savcılık ve mahkeme önündeki beyanlarının
getirtilmesi gerekecektir. Hatta bu dahi yeterli olmayacak, savunmanın
katılımını sağlamak için tanıkların mahkeme önünde yeniden dinlenmeleri
gerekecektir.
Yüce
Mahkemenin önündeki önemli bir sorun da; arama tutanaklarında olmadığı halde,
sonradan nasıl ve ne şekilde elde edildiği bilinmeden dava dosyalarına konulan
kanıtların ayıklanmasıdır.
D.
İDDİANAMEDE YER ALAN BAZI İDDİALAR VE DAYANILAN KANITLARLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİMİZ:
Dilekçemizin
yukarı bölümlerinde açıklandığı üzere, bu güne kadarki parti kapatma
davalarından farklı olarak; Yargıtay C. Başsavcısı'nın "kapatma"
istemini hangi iddia ve kanıtlara dayandırdığı net bir şekilde
anlaşılmamaktadır. 3 ayrı iddianameden bölümler alınıp, sonuna
"İSTEK" başlıklı bir paragraftan oluşan bir bölüm eklenmek suretiyle
İddianame oluşturulmuştur.
Dolayısıyla,
Sayın Başsavcı'nın kapatma nedenleri ve bunların dayanakları konusunda görüş
açıklamak, hele hele Anayasa ve SPY hükümleri ile bağlantılı bir savunma yapmak
mümkün görünmemektedir. Bu yüzden, aşağıda DGM Savcılıklarının iddianamelerinde
parti yönetici ve mensupları ile ilgili belli başlı iddialar ve bunların
kanıtları ile ilgili kısa ve genel görüşlerimiz açıklanmıştır. Yüce
Mahkemenizin, kapatma istemine yönelik iddia ve kanıtların netleşmesinden sonra
daha geniş ve somut açıklamalar yapma ve karşı kanıtlar sunma konusunda
tarafımıza olanak tanıyacağına inanıyoruz.
D.
l Ankara DGM Savcılığı'nın 16.03.1998 tarihli iddianamesine dayanan iddialar:
D.1.a
HADEP'in "Musa Anter Barış Treni'" girişimini desteklemesi:
Bu
iddia DGM yargılamasında da sanıklar tarafından açık ve net bir şekilde
yanıtlanmıştır. Her şeyden önce, siyasi söylem ve iddialar dışında, bu
girişimin PKK tarafından düzenlendiğini gösteren herhangi bir kanıt
bulunmamaktadır. Barış Treni organizasyonu için İstanbul'da bir büro açılmış,
Türkiye'deki çalışmalar buradan yürütülmüştür. Yüce Mahkemenizin de bildiği
gibi, bu girişime yalnızca HADEP değil, bir çok siyasal parti, dernek, sendika
ve demokratik kitle örgütü yanında, tek tek kişi bazında da pek çok aydın,
yazar, siyasetçi de destek vermiştir.
Bu
güne kadar, ne İstanbul'da kurulan irtibat bürosu ve ne de bu girişime destek
veren kişi ve kuruluşlar aleyhine herhangi bir dava açılmış değildir.
Barışı
amaçlayan bir girişime, barıştan yana tüm kurumların ve kişilerin destek
vermesinden daha doğal bir davranış olamaz. Kimden gelirse gelsin, barışı
amaçlayan bir etkinliği desteklemenin suç sayılması; savaşın desteklenmesi
demektir. Ülkemizin her şeyden önce toplumsal barışa ihtiyacı vardır. Barış
istemlerinin yargılanması, buna karşılık savaş çığırtkanlığının kabul görmesi
ülkemiz için bir ayıptır. Barış Treni'nin engellenmesi üzerine, Türkiye'de ve
yurt dışında lehte ve aleyhte pek çok düşünce ileri sürülmüş, değerlendirmeler
yapılmıştır. Kimileri engellemeyi alkışlarken, kimileri engellemeyi kınamışlardır.
Bu durum son derece doğaldır. Bu bağlamda MED TV'de de değerlendirmeler
yapılmıştır. Bu değerlendirmelere bakarak; farklı konum ve yapıdaki örgütler
arasında paralellik kurmak, siyasal ve ön yargılı bir yaklaşımdır.
D.l.b
Açlık Grevleri Konusu ;
İddianamede
1998 yılında 8 kez kimi il ve ilçe binalarında tutuklu yakınlarının açlık grevi
girişimleri olduğu iddia edilmiştir. Bu açlık grevlerine kimlerin katıldığı,
kaç gün sürdüğü, nelerin talep edildiği; nasıl sona erdiği; herhangi yasal bir
soruşturma konusu edilip edilmediği belli değildir. Bu konuda herhangi bir
kanıt da bulunmamaktadır. Soyut bir şekilde HADEP'in bu açlık grevlerini
desteklediği iddia edilmiştir ki bunu doğrulayan bir kanıt da bulunmamaktadır.
İddianamede,
PKK'nın "Zindan Komisyonu" kurduğundan ve cezaevlerindeki açlık
grevlerinin bu komisyon tarafından örgütsel olarak yönlendirildiğinden söz
edilmektedir. Bu iddia doğru ya da yanlış olabilir. Fakat, iddianın HADEP ile
ilgisi ya da bağlantısı nedir. İddia edilen komisyonun kurulmasında HADEP'in
rolü mü vardır ' Ya da bu Komisyon HADEP'e talimat mı vermiştir '
Herkesin
de bildiği gibi, cezaevlerinde zaman zaman açlık grevleri ya da direnişler
olmaktadır. Cezaevinde yakınları olan aileler, bu eylemlerin onlara zarar
vermesinden endişe etmekte, bunun sonucu olarak da bu eylemler süresince
cezaevlerinin önünde gece, gündüz bekleşmekte, bazan da kamuoyunun dikkatini
soruna çekmeye çalışmaktadırlar. Ateş düştüğü yeri yakar. Çocuğu, kardeşi, eşi
ya da babası cezaevinde olan kişinin, açlık grevlerinin sona ermesi ve
yakınının açlıktan ölmemesi için çaba göstermesi, bu amaçla siyasi partilere
başvurması, onları tepki göstermeye zorlaması kadar doğal bir durum yoktur.
Hangi nedenle cezaevinde olursa olsun, bir kimsenin çocuğuna, kardeşine,
kocasına sahip çıkmaması düşünülemez. Bu yaşananlarla HADEP arasında bağlantı
kurmak açık bir haksızlıktır.
D.l.c
Basın Açıklamaları:
Siyasi
Partiler Yasası'nın 101 nci maddesi, parti genel başkanının, genel başkan
yardımcılarının ve genel sekreterinin parti adına yaptığı yazılı ve sözlü
açıklamaların partiyi bağlayacağını ve sorumluluk altına sokacağını
öngörmektedir.
Bunların
dışındaki parti mensuplarının yapmış olduğu yazılı ve sözlü açıklamalar partiyi
bağlamaz ve varsa sorumluluk açıklamayı yapana ait olur. İddianamede ise bir
kısım parti görevlilerine mal edilen açıklamalardan dolayı HADEP sorumlu
tutulmakta, suçlamalara kanıt olarak gösterilmektedir.
Kaldı
ki DGM nezdindeki yargılamalarda, söz konusu açıklamaları yapmakla suçlanan
kişiler bu suçlamaları kabul etmemişler ve iddiaların doğru olmadığını
savunmuşlardır. Yani, bu açıklamaların yapılıp yapılmadığı ya da açıklamaların
içeriklerinin iddianamede yazılı olan şekilde olup olmadığı kesinlik kazanmış
değildir.
D.l.d
Toplantı ve Mitinglerde yasadışı örgüt bayrak ve flamalarının açılması:
Türkiye'deki
legal örgüt ve kurumların temel sorunlarından birisi, halka açık olarak
yaptıkları kapalı salon ve açık hava toplantılarını tam olarak kontrol
edememeleridir. Bilindiği gibi, güvenlik güçlerinin çabaları da her zaman
etkili olamamaktadır. Bunun sonucu olarak, kendi adını duyurmak ve eylem yapmak
isteyen yasadışı örgüt mensupları bu toplantılara sızmakta, varlıklarını
kamuoyuna gösterebilmek için de kendi işaret ve flamalarını açmaktadırlar,
özellikle, sol görüşlü siyasal partilerin ve mensuplarının özgürlük
anlayışları; katı polisiye yöntemleri kullanmalarına, toplantıları sabote eden
bu tür gruplara karşı şiddet yöntemlerine başvurmalarına engeldir. Bu yüzden
de, bütün dünyada yasal sol partilerin ve diğer kurumların düzenledikleri
toplantılarda, yasadışı örgütlerin gösterilerine engel olunamamaktadır.
Hadep'in düzenlediği toplantılarda da zaman zaman bu tür istenmeyen olaylar
meydana gelmiştir.
Doğal
olarak, bu tür olayların meydana gelmesinde kusuru olan parti yönetici ve
mensuplarının kişisel yasal sorumlulukları mevcut hukuk sistemi içerisinde
belirlenir. Fakat, bu tür grupların eylem ve gösterilerinden bütün olarak bir
siyasal partiyi sorumlu tutmak düşünülemez.
D.l.e.
Yakalanan PKK militanlarının HADEP ile ilgili beyanları:
Devlet
kurum ve kuruluşlarının HADEP'e bakış açısı herkesçe bilinmektedir. Her
fırsatta terör olayları ile HADEP arasında bağlantı kurulmaya çalışılmaktadır.
MGK gizli raporlarında HADEP açıkça hedef gösterilmiştir. Medya da bu konuda
üzerine düşeni fazlasıyla yapmaktadır. Güvenlik güçleri de aynı yaklaşımla,
gözaltına aldıkları her sanıktan mutlak surette HADEP aleyhine beyan almak
istemekte, bunun için baskı ve işkence dahil her yola başvurmaktadırlar.
Tüm
bunlara rağmen; Hadep ile terör olayları ya da yasadışı örgütler arasında
herhangi bir ilişki bulunduğuna dair bu güne kadar en küçük bir somut kanıt
gösterilememiştir. Yapılan iş, göz altına alman kişilerden "PKK'ya
katılmadan önce Hadep'in .... il/ilçe teşkilatına gidiyordum", "Hadep
binalarında yapılan propagandalara inandım'' gibi soyut suçlamalar içeren
beyanlar almaktır. Kolluk kuvvetlerince zor ve baskı altında alınan bu tür
beyanlar, yargılamanın diğer aşamalarında ilgililer tarafından
reddedilmektedir. Hadep'in yasa dışı faaliyetlere destek vermesi hiç bir
koşulda söz konusu olamaz. Bu konuda inandırıcı bir tek kanıt yoktur.
D.l.f.
Hadep Genel Merkezi'nde yapılan aramada bulunan kanıtlar:
10.02.1998
günü Parti Genel Merkezinde arama yapılmış, bulunan ve el konulan kitap, dergi,
kaset, dosya vs. düzenlenen bir tutanağa yazılarak hazır bulunanlar tarafından
imzalanmıştır. Ancak, dava açıldığında, arama tutanaklarında bulunmayan bir
kısım belge, yazı ve dokümanların aramalarda bulunmuş gibi dava dosyasına
konulduğu görülmüştür. Mahkeme önündeki sorgu ve savunmalardaki buna ilişkin
itirazlar dava tutanaklarında bulunmaktadır.
Arama
sırasında parti binasında bulunan İhsan DURUKAL isimli bir avukatın çantasında
yapılan aramada; bir kısım yazılar bulunarak el konulmuştur. Adı geçen avukat
gözaltına alınmamış ve partiden ayrılmasına izin verilerek, serbest
bırakılmıştır. Fakat. Av. İhsan DURUKAL'ın çantasında bulunan yazı ve
dokümanlar, daha sonra HADEP ve yöneticilerini suçlamanın temel kanıtı olarak
kullanılmıştır. Aynı iddialar, bu davanın iddianamesine de alınmıştır. Oysa,
adı geçen şahıs parti üyesi dahi değildir. Bu şahsın evinde bulunan yazılar
dahi partiye mal etmek istenmektedir.
D.l.g
Parti İçi Eğitim Konusu:
Her
parti gibi, HADEP'in de parti içi eğitime büyük gereksinimi vardır. HADEP'in
her yasal faaliyetinin altında, başka nedenler aramak anlayışı burada da
kendini göstermiş, eğitim çalışması yasa dışı örgütsel çalışmalar olarak
gösterilmeye çalışılmıştır. Partinin eğitim amacında ve içeriğinde bir yasaya
aykırılık varsa, bunun sorumluluğu partiye aittir. Buna karşılık, herhangi bir
eğiticinin partinin belirlediği amaç ve içerik dışına çıkarak anlattığı derste,
yasaya aykırılık varsa bunun sorumluluğu doğrudan ilgili kişiye aittir. Milli
Eğitim Bakanlığı'na bağlı eğitim kurumlarında dahi, zaman zaman program dışı ve
yasaya aykırı ders verme olaylarının yaşandığı bilinmektedir.
DGM
iddianamesinde bilinçli olarak, arama tutanaklarında bulunmayan; nereden ve
nasıl elde edildiği belli olmayan bir takım yazı ve belgeler eğitim notları
olarak lanse edilmiştir.
Ana
hatları ile; parti program ve tüzüğü; yazışma usul ve yöntemleri; resmi
kurumlarla ilişkiler; kongre, toplantı, miting gibi etkinliklerin yasal ve
idari prosedürü; parti üyelerinin hak ve yükümlülükleri; insan hakları ve hak
ihlallerinde başvuru yolları; demokratik sosyal devletin tamını ile Türkiye'nin
ekonomik ve sosyal sorunları gibi konular eğitim çalışmalarının temelini
oluşturmaktadır.
Parti
içi eğitim çalışması yapılmasına 1997 yılında karar verilmiştir. Parti bültenin
Temmuz 1997 tarihinde yayımlanan 3 ncü sayısında "Merkezi Eğitim
Komisyonu" nün hazırladığı "EĞİTİM ÜZERİNE'' başlıklı yazı yer
almıştır. Bu yazıda, eğitim çalışmasına karar verilmesinin nedenleri ve
eğitimin belli başlı konuları açıklanmıştır. Söz konusu parti bülteni DGM dava
dosyasında mevcuttur. Bu konuya ilişkin suçlamalar tümüyle asılsızdır.
D.2.
DGM Savcılığı'nın 28.12.1998 gün ve 527 sayılı iddianamesine dayanan iddialar:
D.2.
a11.11.1998 tarihli Murat BOZLAK imzalı basın açıklaması ve 13.11.1998 tarihli
"Ankara İl Örgütü" yazılı açıklama:
Bu
basın açıklamaları, DGM iddianamesinde (alıntı olarak da Başsavcılık
iddianamesinde) bu açıklamalar, "...A. Öcalan'ın İtalya'dan başlamak üzere
bütün Avrupa'da hatta dünyada çetesine ve kendisine siyasi bir hüviyet
kazandırmaya yönelik faaliyetlerine paralel açıklamalar olduğu..."
şeklinde değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme ve yaklaşımın "ön
yargı" dışında hiç bir dayanağı bulunmamaktadır. Bu konuda esasa ilişkin
savunmada ayrıntılı açıklamalar yapılacaktır. Bu açıklamaların tek amacı
"toplumda yaratılan şoven dalga nedeniyle halk arasında meydana gelecek
husumeti" önlemek ve "sağduyulu davranılması" hususunda uyarıda
bulunmaktır.
D.2.b.
Ankara İl Başkanlığı kongresinde yapılan konuşmalar ve Parti 01.11.1998
tarihinde yapılan Büyük Kongresinde atılan sloganlar:
Ankara
İl Başkanlığı Kongresindeki konuşmaların hiç birisinde yasa dışı ya da
Türkiye'nin bütünlüğüne aykırı sözler bulunmamaktadır. Tümüyle Türkler ve
Kürtler'in kardeşliği temelinde konuşmalardır. Ayrıca, yapılan konuşmalara
ilişkin kasetler gerçeğe uygun olarak çözülmemiştir.
Hadep
Büyük Kongresinde ise, gerek parti yöneticilerinin ve gerekse katılan
delegelerin söz ve davranışlarında herhangi bir suçlama nedeni bulunamadığı
için, onbin kişi üzerindeki dinleyici topluluğundan bir kaç kişinin attığı
sloganlar partiye imal edilerek suçlanmak istenmektedir ki, bu kabul edilemez.
Kongreye ait ses ve görüntü bantları incelendiğinde, suçlamanın ne denli haksız
olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır.
D.2.c.
Parti Genel Merkezi'nde ve Parti'nin Türkiye genelindeki İl ve İlçe Binalarında
yapılan aramalarda bulunduğu söylenen kanıtlar:
Dilekçemizin
yukarı bölümlerinde açıklandığı üzere, HADEP ile ilgili tüm soruşturmalar,
gerçek bir suç iddiasının lehteki ve aleyhteki kanıtlarını bulmak amacı ile
değil; "her ne olursa olsun suçlama" amacıyla yapılmaktadır. Bu
nedenle de, bir yandan soruşturmalarda DGM Soruşturmalarına göre dahi olağan
sayılmayan yöntemlere başvurulmakta; öte yandan da tüm soruşturma işlemleri
taraflı bir şekilde yürütülmüştür. A. Öcalan'ın İtalya'da yakalanması
dolayısıyla Türkiye'de bilinçli bir şekilde yaratılan şoven milliyetçi ve
saldırgan ortam DGM Savcıları tarafından da Hadep aleyhinde bir fırsat
bilinmiştir. Hadep'in parti binalarına ve mensuplarına saldıran devlet güdümlü
faşist unsurlar hakkında hiç bir soruşturma yapılmadığı, insanların linç
edilerek öldürülmesine seyirci kalındığı bir ortamda, DGM Savcıları adeta
HADEP'e saldırı emri vermiştir. Ankara DGM Savcısının emri ile aynı anda
Türkiye'nin her yerinde parti binalarını polis basmış, binalardaki herkes
istisnasız gözaltına alınmış ve aramalar yapılmıştır. Bu hava ve ortam
içerisinde, parti binalarında olmayan bir çok aleyhte kanıt parti binalarında
bulunmuş gibi tutanak tutulmuş ve Ankara'ya gönderilmiştir. Tamamen güvenlik
güçlerinin inisiyatifinde olan bu arama işlemlerinin adil ve tarafsız bir
şekilde yapıldığını, Türkiye'nin gerçeklerini bilen insaf sahibi hiç kimse iddia
edemez.
Tüm
bu aleyhteki çabalara rağmen, Parti Genel Merkezi ile tüm il ve ilçe
binalarında yapılan aramalar, HADEP'e yönelik suçlamaların haksızlığını ortaya
koyduğu için; tutanaklar abartılı ve gerçekleri saptıracak şekilde tutulmuştur.
Örneğin,
bir dergi sayfasındaki resim, tutanaklara "parti binasında PKK
bayrağı" bulundu şeklinde geçmiştir. Önce, suçlama ve soruşturma için
bahane edilen ve daha sonra da iddianamelerde suçlama konusu edilmeyen, duvar
takvimleri bu soruşturmanın arama tutanaklarına "'Kürdistan
Haritaları'" olarak geçmiştir.
Aramaların
hiç birisi hukuka uygun ve tarafsız bir şekilde yapılmamış, parti avukatlarının
hazır bulunmasına izin verilmemiştir. Arama tutanakları gerçek dışı tutulmuş,
parti binalarında olmayan aleyhte kanıtlar polis tarafından tutanaklara dahil
edilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, tutanaklarda olmayan kanıtlar sonradan
dava dosyasına konulmuştur. Dolayısıyla, bunların hiç birisinin kanıt olarak
kabul edilme olanağı yoktur.
D.3.
Ankara DGM Savcılığı'nın 23.08.1996 gün ve 83 sayılı İddianamesine dayanan
iddialar:
D.3.
a. Türk Bayrağı'nın indirilmesi olayı:
23.06.1996
tarihinde yapılan Halkın Demokrasi Partisi 2. Büyük Kurultayında; salona
çatıdan sarkacak şekilde çok büyük boyutlarda bir bayrak asılmıştır. Fakat, Parti
Genel Başkanı Murat BOZLAK'ın, bayrağa arkası dönük olarak konuşmasını yaptığı
sırada; çatıya çıkmış bulunan bir ya da birkaç militan tarafından Türk
Bayrağı'nın ipleri çözülerek aşağı bırakılmış, salonun bir başka bölümüne de A.
Öcalan'ın posterini asmışlardır. Türk Bayrağı'nın, Parti Genel Başkanı ve
kongreyi yöneten Divan'ın arka bölümünde asılı olması nedeniyle, gerek divan
üyeleri ve gerekse M. Bozlak, olayı önce fark etmemişlerdir. Ancak yapılan
uyarılar üzerine durum fark edilmiş, gerekli uyarı ve müdahaleler yapılmıştır.
Fakat, yere düşürülen Türk Bayrağı"nın yerine asılması çatının yüksekliği
nedeniyle fiilen mümkün olmadığı için, Parti Genel Merkezinden getirilen başka
bir Türk Bayrağı, divan kürsüsünün önüne asılmıştır. Bütün bu olaylar sırasında,
salonda görevli yüzlerce polisin herhangi bir müdahalesi de olmamıştır.
Kurultayın
bitmesinden ve oy sayımının tamamlanmasından sonra, gece 01.00 sıralarında
salonda bulunan tüm parti görevlileri gözaltına alınmış ve sorgulamalar
sonrasında 41 kişiden 40 kişi hakkında tutuklama kararı verilmiştir. Türk
Bayrağı'nın indirilmesi ile en küçük bir ilgileri olmadığı bilindiği halde göz
altına alınan 41 kişiden 40'nın tutuklanması, DGM savcılarının ve yargıçlarının
Hadep ve mensupları ile ilgili soruşturmalardaki yaklaşımını açıkça ortaya
koymaktadır. Şimdi aynı iddialar partinin kapatılmasına gerekçe yapılmak
istenmektedir.
Esasa
ilişkin savunmamızda, bu suçlama ve yapılan yargılama ile ilgili daha geniş
açıklamalar yapılacaktır.
D.3.b.
24.06,1996 tarihinde Parti Genel Merkezi'nde yapılan aramada bulunduğu ileri
sürülen kanıtlar:
Her
soruşturmada olduğu gibi, bu kez de 24.06.1996 tarihinde Parti Genel
Merkezi'nde arama yapılmıştır. Bu aramada da parti avukatlarının bulunmasına
izin verilmedi. Aramalardan sonra tutulan tutanaklara göre parti merkezinde,
Kürd-Alman Haber Ajansına ait bültenler, çeşitli konulara ilişkin bazı yazılar,
yakılan ve boşaltılan köylere ait liste, bazı tutukluların gönderdikleri
dilekçeler, kitaplar ve dergiler, bulunmuştu. Yargılama sırasında tutanaklarda
bulunmayan birçok yazı ve belgenin sonradan dava dosyasına konulduğu anlaşıldı.
Hatta, avukat olan sanıklardan birinin Bursa'daki bürosunda yapılan aramalarda,
dava dosyasından çıkarılan belgeler "sanığa ait yasadışı örgütsel doküman"
olarak dava dosyasına konuldu.
Nitekim
DGM önündeki yargılamada da, ne arama tutanakları ve ne de aşağıda
değineceğimiz başka davaların sanıklarının Hadep aleyhindeki beyanları hükme
esas alınmıştır. Bu iddia ve kanıtlar, bir propaganda aracı olarak kullanılmış,
partinin ve yargılanan sanıkları kamuoyu önünde suçlu göstermenin fonlarını
oluşturmuştur. Yüce Mahkeme önündeki yargılamada da iddia ve kanıt olarak ele
alınması mümkün değildir.
D.3.C.
Başka davaların sanıklarından, gözaltında bulunduktan sırada kolluk
kuvvetlerince zor ve baskı altında Hadep aleyhine alınan beyanlar:
Türk
Bayrağı'nın indirilmesi olayı nedeniyle başlatılan soruşturma sonucunda, dava
dosyasına 100'ün üzerinde kişinin Hadep aleyhinde verdikleri beyanlar
konulmuştur. Bunların, çoğu fotokopi ve onaysızdır. Yalnızca emniyet
anlatımlarının dava dosyasına konulmasına dikkat edilmiş. Savcılık ve Mahkeme
önündeki anlatımlar konulmamıştır. Yargılama sırasında, yapılan itirazlar
üzerine bunların bir çoğu duruşmada kanıt olarak okunmamıştır. Hangi
koşullarda, nerede ve ne zaman alındıkları bilinmeyen bu beyanlar mahkemenin
bozmadan önceki ilk hükmüne de esas alınmamıştır. Kanıt olarak dayanılması
olanağı yoktur.
E.
DURUŞMA YAPILMASI İSTEMİMİZ:
Siyasi
Partilerin kapatılması ile ilgili davalarda, davalı partinin "duruşma
yapılması" istemlerinin Yüce Mahkeme tarafından kabul görmediği
bilinmektedir. Yüce Mahkeme'nin bu eğilimine karşın, davamızın duruşmalı olarak
yapılmasını istemek zorunluluğu bulunmaktadır.
Bu
güne kadar, Yüce Mahkeme'nin önüne gelen kapatma davalarında olay ve olgular
konusunda taraflar arasında (Yargıtay C. Başsavcılığı ve ilgili parti) açık bir
çekişmenin olmadığı görülmektedir. Tartışma, eski deyimi ile "sübut"
konusunda değil "sabit görülen" eylemlerin kapatma nedeni sayılıp sayılamayacağı,
diğer bir anlatımla olayların nitelendirilmesinde yoğunlaşıyordu. Davamızda
ise, eylemlerin nitelendirilmesinden çok, yüklenen eylemlerin gerçekleşmiş olup
olmadığı konusu önem taşımaktadır. Örnek vermek gerekirse; önceki davaların hiç
birisinde yüzden fazla kişinin parti aleyhinde verdiği polis anlatımlarına
dayanılmıyordu. Ya da, başkalarının görüş, düşünce ve beyanları partiye mal
edilerek, suçlanmıyorlardı. Benzer iddialarla, bir kaç kez soruşturma yapıp
(eylemlerin odağı haline geldiği izlenimini uyandırmak için) her defasında tüm
parti yöneticilerinin tutuklandığı bir başka örnek de yoktur. Hakkında yapılan
soruşturmaların ve toplanan kanıtların bu kadar şaibeli olduğu bir başka parti
kapatma davası da yoktur.
Yüce
Mahkemenizin tüm bunları gözeterek, tüm iddia ve kanıtların mahkeme önünde
tartışılmasını ve adil bir yargılama yapılabilmesini sağlamak için duruşma
yapılması istemimizi kabul edeceğine inanıyoruz.
SONUÇ
VE İSTEM : Açıklamaya çalışılan nedenlerle;
Öncelikle,
dilekçemizin (A) bölümünde açıklanan gerekçelerle Yöntem ve yasaya aykırı olan
Yargıtay Başsavcılığı İddianamesinin REDDİNE karar verilmesini, bu istemimiz
kabul edilmediği takdirde de;
1.
Suçlama konuları ve yasal dayanaklarının Yargıtay Başsavcılığına
açıklattırılmasına ve yapılacak açıklamadan sonra tarafımıza yeniden ön savunma
hakkı verilmesine;
2.
Dayanılan kanıtlarla ilgili açıklamalarımız dikkate alınarak; adil olmayan ve
hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen kanıtların yargılamaya esas alınmamasına
ve durumun taraflara bildirilmesine;
3.
Ankara l Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi nezdindeki 1998/104 Esas sayılı dava
dosyasından, bozmadan önceki mahkeme kararının ve Yargıtay bozma ilamının
getirtilmesine;
4.
Parti yöneticilerinin Ankara l ve 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemeleri önündeki
sorgu ve savunmalarının getirtilmesine;
5.
Hadep aleyhinde beyanda bulundukları iddia edilen kişilerin Mahkeme önündeki
beyanlarının getirtilmesine ve bu kişilerin yargılandıkları davaların
sonuçlarının sorulmasına;
6.
Hadep genel merkez yöneticileri ile il ve ilçe yöneticileri hakkında yasadışı
örgüte üye olma ya da yardım etme suçlarından (TCY.nın 168 ve 169 ncu maddeleri
uyarınca) kesinleşmiş mahkumiyet kararı olup olmadığının sorulmasına;
7.
"Musa Anter Barış Treni'' girişimi dolayısıyla herhangi bir kişi ya da
kurum aleyhine dava açılıp açılmadığının, açılmış ise dava sonucunun
sorulmasına;
8.
Yüce Mahkeme'nin Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve Sosyalist Parti ile
ilgili kapatma kararlarının AİHS'ne aykırı olduğu yönündeki Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'nin vermiş olduğu kararların dava dosyasına konularak, bu
kararların gereklerinin davamızda göz önünde bulundurulmasına;
9.
Yüce Mahkeme tarafından daha önce kapatılmasına karar verilen Halkın Emek
Partisi (HEP), Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP) ve Demokrasi Partisi (DEP)
ile ilgili olarak bu kararlar aleyhine Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na
yapılan başvurular hakkında "Kabul Edilebilirlik" kararları verildiği
ve Komisyon Raporlarının Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine sunulduğu dikkate
alınarak ve iddialardaki benzerlikler gözetilerek, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin bu partilerin başvuruları ile ilgili vereceği kararların, bu
davanın yargılaması yönünden "bekletici sorun" sayılmasına;
Yargılamanın
DURUŞMALI olarak yapılmasına; karar verilmesini, vekil olarak saygı ile
dilerim."
V-
ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının 9.4.1999 günlü, SP.60 Hz.1999/37 sayılı esas
hakkındaki görüşü şöyledir:
"1-
Yirminci yüzyılın en kanlı terör örgütü olup, gelirlerinin çoğunu uyuşturucu
ticaretinden sağlayan PKK örgütü ile, Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) arasında
organik bağlantı bulunduğu.
2-
HADEP'in daha önce kapatılan HEP ve DEP gibi, tamamen PKK'nın denetiminde
olduğu; bu örgütün merkez Komitesinden aldığı emir ve talimatlar doğrultusunda
eylemler düzenlediği,
3-
HADEP kongrelerinin, PKK örgütü ile, bu yasadışı örgütün başı Abdullah Öcalan
lehine gösteri yapılan alanlar haline getirildiği,
4-
HADEP il ve ilçe örgütlerince düzenlenen seminerler ile, HADEP'in oluşturduğu
Gençlik, Kadın, Sağlık ve İşçi Komisyonlarınca düzenlenen toplantılara katılan
vatandaşlarımıza, Anayasal düzenimize ve üniter devlet yapımıza karşı,
düşmanlık derecesine varan görüşmeler empoze edilmeye çalışıldığı,
5-
HADEP'in il ve ilçe örgütlerinde: Kürt orijinli vatandaşlarımızı, PKK etrafında
örgütleme, PKK'ya taban oluşturma, PKK'nın yurtiçi ve yurtdışı kamplarıyla,
örgütün dağ kadrosuna militan gönderme faaliyetlerinin yürütüldüğü ve böylece
HADEP il ve ilçe örgütlerinin, PKK'nın "Askere Alma Daireleri'"
haline getirildiği, Kuşkuya yer bırakmıyacak biçimde anlaşılmıştır.
Sözkonusu
iddianamemizin tanziminden sonra, 1.3.1999 gün ve 214 sayılı yazımızla
Mahkemenize gönderdiğimiz ABDULLAH ÖCALAN'ın 22.2.1999 tarihli ifadesinde de
Halkın Demokrasi Partisi'ne ilişkin olarak:
(Seçimlerden
evvel ZÜBEYİR AYDAR, AHMET TÜRK, HATİP DİCLE, LEYLA ZANA, SEDAT YURTTAŞ, SIRRI
SAKIK'la görüştüm. Bunların bir kısmı ile bizzat yüz yüze görüştüm. Yüz yüze
görüştüğüm kişiler arasında LEYLA ZANA, AHMET TÜRK, SEDAT YURTTAŞ, ZÜBEYİR
AYDAR vardır. Diğer milletvekili adaylarıyla telefon ile görüştüm. Yüz yüze
görüşmeler Suriye ve Lübnan'daki evimde olmuştur.
l
nci Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman Kürt milletvekilleri de meclise
kendi kıyafetleri ile gelmişlerdi ve kendi dilleri ile konuşuyorlardı. Esasen
bunların bir çoğu Türkçe'yi bilmiyordu. Ben o zaman seçilen milletvekillerine
meclise kendi kıyafetleriniz ile gidebilirsiniz. Meclis'te Kürtçe
konuşabilirsiniz, yani Kürt olduğunuzu belirtebilirsiniz şeklinde talimat
verdim, daha sonra onlara böyle bir görüş ilettim.
...HADEP
bünyesinde yurt içinde oluşturulan Gençlik ve Kadın Komisyonlarında yapılan
eğitim çalışmalarıyla Romanya ve Moldavya gibi ülkelerde yapılan eğitim
çalışmaları tamamen benim perspektifime, görüşlerime uygun olarak yapılan
çalışmalardır. Ben kendilerine buraya PKK ideolojisini taşıyamazsınız siyasal
ve yasal gerçeklere uygun bir eğitim yaparak bilinçlenmeyi sağlayacaksınız
diyordum.
Romanya
ve Moldavya gibi ülkelerde yapılan eğitim çalışmalarında yetişen müdahaleci
grupların HADEP'in faaliyetlerinde ve icraatlarında söz sahibi oldukları
doğrudur. Yurtdışındaki ve özellikle Romanya'da ki eğitim çalışmalarını Mehmet
Hoca Kod CEVAT SOYSAL yürütmüştür, MEHMET HOCA Kod CEVAT SOYSAL benimle
telefonla irtibat kurarak görüş ve talimatlarımı alıyordu.
HADEP'in
il ve ilçe teşkilatlarında gerek yurtdışındaki kamplara ve gerekse kırsal alana
eleman gönderme faaliyetinin yürütüldüğü doğrudur.
HADEP'in
kuruluşu sırasında Avrupa teşkilatımız vasıtasıyla para yardımı yaptık.
Zannederim bu yardım 200.000 mark civarında idi kendileri adına düzenlenen
gecelerde toplanan paralar bu şekilde bu partiye aktarılmıştır.
Halen
cezaevinde hükümlü olarak bulunan PKK mensubu SABRİ OK'un HADEP'lilere talimatlar
verdiği doğrudur. Üst düzey kararları da vermektedir...
HADEP'le
olan işbirliğimizi şu çerçevede anlatabilirim. Madem ki bu parti bizim
tabanımıza dayanıyor bizi temsili doğru olarak yapması ve bunun içinde eğitim
görmesi gerekir. Siyasi bir realite karşısında yasal bir parti olduğunu da
unutmaması gerekir.
...18
Nisan 1999 tarihinde yapılacak milletvekili seçimleri dolayısıyla HADEP'in CHP
veya DTP ile ittifak yapıp yapamayacağı konusunda benden Avrupa'da ki
görevlimiz Şahir Kod FERHAT ABDİ ŞAHİN vasıtasıyla görüş soruldu ben her iki
parti içinde yapılacak ittifak için olumlu görüş belirttim. Her iki partinin
baraj sorunu vardı. Bu nedenle HADEP ile her ikisinin de ittifak yapması
mümkündü. Cumhuriyet Halk Partisi bu ittifak görüşmesinde bazı şartlar ileri
sürmüş. Seçimlerden sonra HADEP bünyesinden milletvekili olanların parti içinde
kalması, kürt sorununun Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerine göre çözülmesi
ve sivri isimlerin aday olmaması gibi isteklerde bulunmuş bende bunu normal
karşıladım ve ittifak çalışmasına devam edin dedim. Keza DTP Genel Başkanı
HÜSAMETTİN CİNDORUK'un da uzun bir demokrasi deneyimi olması ve bu partinin de
demokrat yapıda bir parti olması nedeniyle bu ittifakı da onayladım. DTP'nin
kontenjan istediğini yani ön sıralarda yer istediğini söylediler. Bunun üzerine
HÜSAMETTİN CİNDORUK'un Diyarbakır'da, İSMET SEZGİN'in Batman'da aday
gösterilebileceğini belirttim)
Demek
suretiyle, iddialarımızı doğrulamıştır.
Yine
29.1.1999 tarihli iddianamemizin tanziminden sonra tutuklu MEHMET AKTAR'ın
Başsacılığı'na gönderdiği ve mahkemenize sunduğum 5 sahifeden ibaret yazı,
tutuklular Mehmet Aktar, Mehmet Alkın, Arif Sakık, Raşit Akçan ve Mehmet
Yazar'ın, Diyarbakır Cumhuriyet Savcısınca alınan 2.3.1999 tarihli ifadelerinin
içeriğinden PKK örgütü ile, HADEP arasındaki organik bağlantı kesinlikle
kanıtlanmaktadır.
Her
ne kadar, 25.2.1999 tarihli dilekçemizle istediğimiz:
(
veya her ne şekilde adlandırılırsa adlandırılsın, verilecek bir kararı
ile, Halkın Demokrasi Partisi (HADEP)'in 18.4.1999 günü yapılacak seçimlere
katılmasının engellenmesi)
Yolundaki
talebimiz Mahkemenizce reddedilmişse de; talebinin kabulüne veya
reddine dair kararların teşkil etmedikleri ve her zaman değiştirilebilecekleri
gözönünde tutularak, aşağıdaki hususların dikkatinize sunulmasında yarar
görülmüştür:
1-
Konuyu iyi bildiğine inandığımız, yüzlerce Yüksek Mahkeme Başkan ve üyeleri
ile, Anayasa Hukuku ve Ceza Muhakemesi Hukuku profesörü ile tartışma olanağı
buldum. Bu konudaki kararınızı haklı bulan, başka bir deyişle, yolunda
görüş belirten tek kişiye rastlamadım.
2-
Kararınız büyük bir infiale neden olmuştur.
Ben
sadece iki vatandaşımızın görüşlerini aktarmakla yetineceğim. Cumhurbaşkanımız
SÜLEYMAN DEMİREL 13.3.1999 tarihli STAR "Gazetesinde yayınlanan, ALİ
BAYRAMOĞLU ile yaptığı söyleşide şöyle diyor:
(Güneydoğu
sorununun bir yönü de temsil meselesidir. HADEP'in seçimlere katılması,
"Kürtçüler şu kadar oy aldı" havasını içeride ve dışarıda doğuracaksa,
bu parti seçimi ideolojisini anlatma, devleti hedef alma haline getirecekse,
seçim seçim olmaktan çıkar, üniter devletin aleyhine bir vesika haline gelir.
Buna hiçbir üniter devlet müsade etmez...
Ben
hep demokrasiyi savundum. Ama şu anda Türkiye'nin meselesi iç barıştır. İç
barış, iç huzur için herkesin fedakarlığı gerekir. Etnik ve dinsel talepleri
dikkate alan çağdaş demokrasi tartışmaları Türkiye için zamansız, hatta
tehlikelidir).
Piyade
Üsteğmen OĞUZ ŞANAL, şahsıma yazdığı mektupta şöyle diyor:
(in
seçimlere girmemesi için verdiğiniz mücadele, yaptığımız silahlı mücadelenin
başarıya ulaşması açısından çok gerekliydi. Sonucun olumsuz olması
"terörü, PKK'yı ve onun destekçilerini iyi tanıyan insanlar> için üzücü
olmuştur. Fakat sizin orada olduğunuzu hissetmek bizi mücadelemizde daha azimli
ve kararlı bir duruma getirmektedir.
Eğer
vatan biz askerlere minnettarsa;
Biz
askerler de size minnettarız).
3-
Eğer davalar sonuçlanmadı diye, terör örgütleriyle bağlantılı olduğu delillenen
partilerin dahi seçimlere girmesine her seçimde, bu şekilde izin verilecek
olursa; pek yakında yüzlerce, hatta binlerce terörist milletvekili, Belediye
Başkanı, belediye Meclisi Üyesi, İl Genel meclisi Üyesine sahip olacağız
demektir. Sonradan bu partiler kapansa ne yararı var' Yeni isimle, benzerini
kurarlar ve yine seçimlere katılırlar. Aynı fasit daire devam eder.
Anayasamızın 68 ve 69 ncu maddeleri kâğıt üzerinde kalır. Asıl telafi
edilemeyecek durum budur ve böyle bir ülkede yaşayamaz.
SONUÇ:
Ülkemizin bütünlüğünün Kurtuluş Savaş'ımızın başlangıç yıllarında olduğu kadar
tehlikede olduğu ve Sevr'i hortlatmaya çalışan aynı iç ve dış güçlerin hasmane
tutumu ile karşı karşıya bulunduğumuz gözönünde tutularak:
1-
Anayasa Mahkememizin derhal toplanarak, vereceği bir kararı ile, Halkın
Demokrasi Partisi (HADEP)'in her türlü siyasî faaliyetten men edilip, seçimlere
katılmasının engellenmesine karar verilmesi,
2-
Bu karardan sonra, normal prosedürü içinde davaya devam edilerek: Anayasamızın
68 nci maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı haline geldiği, 2820 sayılı Siyasî
Partiler Kanununun 78, 79, 80, 81 ve 82 nci maddelerinde yazılı yasaklara
aykırı eylemlerde bulunduğu açıklıkla anlaşıldığından, Halkın Demokrasi Partisi
(HADEP)'nin kapatılmasına karar verilmesini arz ve talep ederim."
VI-
SON SAVUNMA
Davalı
Parti'nin 23.6.1999 günlü son savunması şöyledir:
"1.
HADEP'in tasfiyesi yönündeki "Devlet Kararı"nın uygulanmasına yönelik
plan ve bu planın yürürlüğe konması için yapılan uygulamalar yargılamayı
sakatlamıştır. Bu sakatlık, daha baştan objektif anlamda yansız ve adil bir
yargılama yapılmasının koşullarını ortadan kaldırmıştır:
A.l.a.HADEP
aleyhine kapatma davası açılmasını sağlamaya yönelik uygulamalar:
Bu
güne değin Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kapatma kararlarının çoğu.
"devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü" ilkesine
dayandırılmıştır. Başta Anayasa olmak üzere pozitif hukukumuzdaki, düşünce
açıklama ve örgütlenme özgürlüklerini sınırlandıran hükümlerin, demokratik
ilkelere ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası anlaşma ve sözleşmelere uygun
olup olmadığı sorunu yıllardır hukukçular ve siyasal bilimciler tarafından
tartışılmaktadır. Mevcut normların amacı aşacak şekilde ve Özgürlükleri daha da
daraltacak yönde yorumlanıp, uygulanması da sorunun bir başka boyutudur.
Fakat
Yüce Mahkeme önünde görülmekte olan bu davamızda, yukarıda açıklanan sorunlara
ek olarak ve çok daha vahim bir durum vardır. Bu da ne program ve tüzüğü ve ne
de açıkladığı siyasi görüş ve düşünceler dolayısıyla Anayasal ve yasal
hükümlere aykırı davranmayan bir siyasal partinin, salt siyasal yaklaşımlarla
ve yapay nedenler yaratılarak yargı önüne defalarca çıkarılması, bu suretle de
kapatılma davasının gerekçelerinin elde edilmeye çalışılmasıdır.
Devletin.
Halkın Demokrasi Partisi ile ilgili ön yargısı ve bu partinin mevcut hukuk
normlarına aykırı olmasa dahi, resmi devlet ideolojisi ile çelişen siyasal
görüş ve düşünceleri; öncelikle işlevsiz kılınması ve ilk fırsatta da aleyhine
kapatma davası açılması yönünde bir "devlet kararı" alınmasına yol
açmıştır. Devletin bu yaklaşımı zaman zaman basına da yansımıştır. Örneğin,
18.12.1996 tarihli basında yer alan "Milli Güvenlik Kurulu Gizli
Raporu"nda HADEP'in tasfiyesi öngörülmektedir.
Devlet
kararı gereği olarak, her fırsatta parti yöneticileri hakkında toplu
soruşturmalar açıldı ve bu soruşturmalar bahane edilerek, Türkiye tarihinde
benzeri olmayan şekilde, ülke çapındaki tüm parti binalarında aramalar yapılıp,
kanıt elde edilmeye çalışıldı, işte, görülmekte olan kapatma davasının
dayandırıldığı DGM davaları, bu şekilde sudan nedenlerle soruşturma başlatılıp,
daha sonra devlet olanaklarının kullanılması suretiyle yapay olarak yaratılan
kanıtlar bahane edilmek suretiyle açılan davalardır.
Çoğu
kez, soruşturmaların başlatılması için ileri sürülen iddialar ile, dava
açılmasında kullanılan iddialar birbirinden farklı idi. Bu durum, önce medyatik
iddialarla soruşturma başlatıp, partinin kamuoyunda yıpratıldığını, daha sonra
da hazırlık aşamasında ısmarlama temin edilen kanıtlara dayanılarak, farklı
iddialarla dava açıldığını ortaya koymaktadır.
Örneğin,
partinin ikinci olağan genel kurulunda "Türk Bayrağı'nın indirilmesi"
eylemi, yüzlerce güvenlik görevlisinin gözleri önünde gerçekleştirildiği halde,
bu eyleme hiç bir şekilde müdahale edilmedi. Daha sonra olaydan parti
yöneticileri sorumlu tutularak, gece yarısı yapılan bir operasyonla 50'nin
üzerinde parti yöneticisi gözaltına alındı. Oysa, önceki kongrelerdeki
eleştirileri dikkate alarak, çok büyük boyutta bir Türk Bayrağı'nı kongreye
getirip astıranlar yöneticilerdi. Bayrağın indirilmesinden sonra, bayrağı
tekrar asmak isteyip, çok büyük olması ve asılamaması nedeniyle Parti
Merkezinden daha küçük boyutta bir bayrak getirtip, konuşma kürsüsünün önüne
astıranlar da yöneticilerdi.
Bu
olay, televizyonlarda aylarca ve yüzlerce defa gösterilmek suretiyle,
kamuoyunun parti aleyhine oluşması sağlandı, bu olay bahane edilerek, tüm parti
binalarında arama yapıldı. Gözaltına alınan parti yöneticilerinin tamamı
tutuklandı. Bayrağı indiren kişiler yakalandığı ve yöneticilerin bu olayla hiç
bir ilgilerinin bulunmadığı anlaşılmasına rağmen, yöneticilerin büyük çoğunluğu
hakkında ''silahlı örgüt yöneticisi olmak" iddiası ile TCY.nın 168/I maddesi,
geri kalanlar hakkında da örgüt üyeliği iddiası ile TCY.nın 168/II maddesi
uyarınca dava açıldı. Yaklaşık 8 ay tutuklu kaldıktan sonra, ancak hükümle
birlikte serbest bırakıldılar.
Ankara
2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi nezdindeki 1998/38 nolu dava daha da
ilginçtir: önce, partinin bastırıp dağıttığı duvar takviminin üzerinde
"Kürdistan" haritası olduğu ve bu takvimde öldürülen teröristlerin
şehit olarak kabul edilip isimlerinin takvimde yer aldığı iddiaları ileri
sürüldü ve DGM Savcılığı tarafından kamuoyuna bu yönde açıklama yapıldı. Bu
açıklamalar basında manşet olarak yer aldı.
Daha
sonra, 10.02.1998 tarihinde bütün parti binalarında arama yapıldı. Bu
aramalardan sonra da, üzerinde Kürdistan haritaları olan takvimlerin ele
geçirildiği açıklandı.
Bu
gelişmeler üzerine. parti yöneticileri kendiliğinden DGM Savcılığı'na
başvurarak, gelip ifade vermek istediklerini bildirdiler. Fakat, DGM Savcılığı
bu istemi kabul etmedi, mutlaka polis vasıtası ile gözaltına alınacakları
söylenildi. Bu uygulamanın da amacı, kamuoyuna parti yöneticilerinin polis
tarafından "zorla" gözaltına alındıkları mesajının verilmesi idi.
12.02.1998
günü tüm parti yöneticileri polis tarafından gözaltına alındı. Bu haksız
uygulamaya itiraz edildi.
Aylarca
sonra dava açıldı. Fakat iddialar arasında, soruşturmanın başlatılmasına neden
olarak gösterilen, "partinin bastırdığı takvimlerde Kürdistan haritası
olduğu" iddiası yer almadı. İddianamede ağırlıklı olarak partinin eğitim
çalışmaları suçlama konusu edildi. Yargılama sırasında da sanıklara takvimlerle
ilgili bir tek soru sorulmadı.
Yani,
parti yöneticileri aleyhine soruşturma açılması ve tüm parti binalarının
aranması için "'takvim'" konusu BAHANE olarak kullanıldı. Amaç, 'Türk
Bayrağı'nın indirilmesi" ile ilgili dava ile yaratılan olumsuz imajı
pekiştirerek, partinin kapatılmasının zeminini hazırlamaktı.
Bu
yaklaşım ve amaçla yapılan soruşturma işlemlerine, açılan davalara, dava
dosyasındaki kanıtlara nasıl güvenilecek ve nasıl bunlara dayanılarak nasıl
değerlendirme yapılacaktır. Sayın Başsavcının söylem ve istemleri halen de aynı
yaklaşımın sürdüğünü açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Böyle olunca, davanın
açılmasından sonra dava dosyasına konulmuş olan yeni kanıtlar için de aynı
kaygılar yersiz değildir.
A.l.b.
Yargıtay C. Başsavcılığı'nın yaklaşımı, dava açması ve sonrasındaki söylem ve
istemleri:
A.l.b.ı
Davanın açılmasında izlenilen yöntem:
Yukarıda
değinilen ve uygulamaya konulan plan gereği, yanlı ve siyasi amaçlı
soruşturmalar sonucunda HADEP yöneticileri aleyhine ard arda davalar açılırken,
partinin kapatılması için de hem DGM Savcıları tarafından ve hem de l Nolu
Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından Yargıtay C. Başsavcılığı nezdinde suç
duyurulan yapılmıştır. Bu suç duyurularının ilki, Ankara l Nolu Devlet Güvenlik
Mahkemesinin 04.06.1997 tarihli karandır.
Yargıtay
C. Başsavcısı. kendisine yapılan suç duyurularını işleme koymayarak
bekletmiştir. Bunun nedenlerinden birisi, partinin kapatılmasına yeterli kanıt
bulunmaması, diğeri ise uygun siyasi ortamın beklenilmesidir.
A.
Öcalan'ın Roma'da yakalanması ve sonrasındaki gelişmeler, parti aleyhindeki
planın uygulamaya konulması için son derece elverişli bir ortam sağladı.
Kimsenin karşı çıkamayacağı kavramlar, kamuoyu ve kamu görevlileri üzerinde tam
bir baskı unsuru olarak kullanıldı, yaratılan şoven dalga ile hukuk ve mantık
bir kenara itildi. Devlet kontrolündeki PKK ve İtalya aleyhinde gösteriler,
HADEP binalarına saldırılmasına, bizzat polis tarafından parti binalarındaki
levha bayrakların indirilmesine ve hatta bazı parti mensuplarının linç
edilmesine kadar tırmandırıldı. Bu konularda herhangi bir yasal soruşturma
yapılmamasına karşın, HADEP binalarında açlık grevi yaptığı savı ile, ülke
genelinde tüm HADEP binaları basılarak, içeride bulunan herkes gözaltına alındı
ve tutuklandı. Ankara 2 Nolu DGM nezdindeki son dava (1999/1 esas nolu) bu
koşullarda hazırlandı.
Sayın
Başsavcı, HADEP yöneticileri hakkında açılan bu son davayı da eski suç
duyurularına ekleyip, kamuoyunda yaratılan uygun siyasi rüzgarı arkasına alarak
kapatma davasını açmıştır.
Sayın
Başsavcıyı 29 Ocak 1999 günü dava açmaya iten önemli bir sebep de, genel
milletvekili ve yerel yönetim seçimlerinin 18 Nisan 1999 günü yapılacağının
kesinleşmesidir. Her ne kadar seçimlerin 18 Nisan 1999 günü yapılması çok
önceden kararlaştırılmış ise de. seçimlerin erteleneceği görüşü uzun süre hakim
olmuştur. Fakat Ocak 1999 tarihine gelindiğinde, seçim takviminin resmen
işlemeye başlaması ve siyasi gelişmeler seçimlerin ertelenmeyeceğini ortaya
çıkardı. Ancak devlet yönetimi, HADEP'in seçimlere katılmasının sakıncalı
olduğu görüşündeydi. Bu yüzden, Türkiye tarihinde ilk kez, seçimlere 2,5 aylık
bir süre kala bir siyasi parti aleyhine kapatma davası açılıyordu. Amaç, Sayın
Başsavcı'nın deyimi ile "HER NE ŞEKİEDE ADLANDIRILIRSA ADLANDIR1LS1N...
seçimlere katılmasının engellenmesi..." idi.
Davanın
açılmasından sonra Yüce Mahkeme'ye yaptığı başvurular ve medyaya yaptığı
açıklamalar da Sayın Başsavcı'nın hukuki olmaktan çok, siyasi bir yaklaşımla
dava açtığını tam bir açıklıkla ortaya koydu.
A.l.b.ıı
Davanın açılmasından sonraki gelişmeler ve dava dosyasına konan kanıtlar, hem
kanıtların yetersizliğini ve hem de davadaki siyasi amacı bir kez daha
doğrulamıştır:
Amaç,
öncelikle HADEP'in 18 Nisan 1999 seçimlerine katılmasına engel olmak olduğu
için, dava açılması ile yetinilmedi. HADEP listelerinden seçime katılacak
adayların başka bir partiden ya da bağımsız olarak seçimlere katılmamasını da
garantileyebilmek için, aday listelerinin Yüksek Seçim Kurulu'na verilmesi için
öngörülen sürenin dolması beklenildi.
24
Ocak 1999 günü aday listeleri kesinleşince. Sayın Başsavcı 25 Ocak günü HADEP
seçimlere katılmasının önlenmesi hususunda tedbir kararı(!) verilmesi için Yüce
Mahkemenizde başvurdu. İstemin kanıtı yalnızca "duyumlar"dı. Yüce
Mahkeme bu istemi oybirliği ile reddetti. Fakat, Sayın Başsavcı kararlı idi.
Seçimlere 9 gün kala 9 Nisan 1999 tarihinde ikinci kez tedbir isteminde
bulundu. Medyanın siyasi desteğinin sağlanması önemli olduğu için de,
dilekçeyi, Sayın Mahkemeye sunmadan bir gün öncesinde basına verdi. Bu kez,
isteminin haklılığını kanıtlamak için dilekçesinde "iki vatandaş"ın
açıklamalarına yer verdi. Bu vatandaşlardan birisi sayın Cumhurbaşkanı ve birisi
de şiddet olaylarının yoğun olduğu bir bölgede görev yapan bir subaydı. Sayın
Başsavcı, tedbir isteminde dahi hukuku değil, siyasi yaklaşımları ön plana
çıkarıyor ve aksi düşünenleri neredeyse "vatan haini" ilan ediyordu.
Tedbir
istemi ikinci kez reddedildi. Fakat, bu istemler, özellikle bağımsız ve
tarafsız yargı anlayışında onarılmaz yaralar açtığı gibi; kapatma davasının
hukuki kaygı ve nedenlerden çok, siyasi nedenlere dayandığını da bir kez daha
ortaya koydu.
Dava
açılmasından sonra, dava dosyasındaki bu gelişmeler olurken, diğer devlet
birimleri de açılan bu davayı haklı kılmanın kanıtlarını elde etme yönünde
seferber oluyordu. İşte bu çabalarla A. Öcalan ve diğer bazı sanıklardan HADEP
aleyhine beyanlar alındı ve dava dosyasına konuldu. Fakat, aşağıda ayrıntılı
olarak açıklanacağı üzere, özellikle A. Öcalan'ın hangi koşullarda alındığı
bilinmeyen anlatımları da Sayın Başsavcı'nın HADEP aleyhindeki iddialarını
doğrulamamıştır.
A.I.b.ııı
Esas Hakkındaki Görüşe hakim olan anlayış:
Anayasa
Mahkemesi'nin uyguladığı yöntem uyarınca, Yargıtay C. Başsavcılığı tarafından
hazırlamış olan iddianame tarafımıza bildirilmiş ve ön savunmamız alınmıştır.
Ön savunmamız C. Başsavcılığı'na bildirilmiş ve davanın esası hakkındaki
görüşlerinin açıklanması istenilmiştir.
Yargıtay
C. Başsavcılığının davanın esası hakkındaki görüşünde; davanın açılmasından
sonra dava dosyasına giren kanıtlar ile davalı yanın ön savunmasında öne
sürdüğü itiraz ve görüşler dikkate alınarak; dava dosyasındaki kanıtların
irdelenmesi suretiyle, partiye isnat edilen eylemlerin kanıtlandığının ve bu
eylemlerin hukuksal olarak kapatma nedeni olduğunun, açıklanması beklenirdi. En
basit bir ceza davasında dahi C. Savcısının esas hakkındaki görüşünde,
açıkladığımız hususlar bulunmaktadır.
Fakat,
Yargıtay C. Başsavcılığının 09.04.1999 tarihli "Esas Hakkında Görüş"
ünde; iddianamede yer alan iddialar ve tarafımızdan verilen ön savunma ile
ilgili bir tek cümle dahi bulunmamaktadır. Esas hakkındaki görüş tümüyle,
davanın açılmasından sonra dava dosyasına konulan A. Öcalan ve diğer bazı
kişilerden ısmarlama bir şekilde HADEP aleyhine alınan tek yanlı anlatımlara
dayandırılmıştır. Bu durumdan iki Önemli sonuç çıkarmak olasıdır:
Birincisi,
davanın kabul edilebilir kanıtlar olmadan ve tümüyle "ya tutarsa"
mantığı ile açıldığıdır. İkincisi. Sayın Başsavcı'nın kendi iddiaları ile
tarafımızdan yapılan savunma ve itirazlarımızı tartışmayacak kadar davanın
sonucundan emin olduğudur.
Yeterli
kanıt olmadan, yalnızca siyasal istem ve kararlarla bir siyasi parti aleyhine
kapatma davası açılmış olması, Türkiye Demokrasisi ve Yargıtay C.
Başsavcısı'nın konumu yönünden kaygı vericidir.
Sayın
Başsavcı"nın davanın sonucundan eminmiş gibi davranmasının da, başta
Anayasa Mahkemesi olmak üzere, Türkiye yargısına zarar verdiği inancındayız.
A.2.
Ön savunma dilekçemizde yer alan istemlerimiz konusunda Sayın Mahkemeniz
tarafından olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemiş, bu da yapacağımız savunma
da belirsizlikler yaratmıştır:
A.2.a
Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası hükümleri ile parti faaliyetleri arasında
herhangi bir bağlantı kurulmadan; yalnızca tek yanlı değerlendirme ve
iddialarla partinin kapatılması talep edilmiştir. Somut parti faaliyetleri ile
Anayasa/yasa hükümleri arasında neden/sonuç ilişkisi kurulması verine, ihtiyati
tedbir isteminde olduğu gibi her ne suretle olursa olsun" HADEP'in
kapatılmasının istenilmesi yeğlenilmiştir. Aynı yaklaşım esas hakkındaki görüşe
de hakimdir. İddiaların ve bunların yasal dayanaklarının Y. C. Başsavcısı'na
açıklattırılması istemimiz konusunda Yüce Mahkeme herhangi bir karar
vermemiştir
Yargıtay
C. Başsavcısı'nın 09.04.1999 tarihli Esas Hakkındaki Görüşünde, temel olarak
Halkın Demokrasi Partisi ile PKK arasında organik bağ bulunduğu iddiasına
dayanılmıştır. Bu iddianın doğruluğunu kanıtlamak gayreti ile de, A. Öcalan'a
atfedilen bazı anlatımlara yer verilmiştir.
Buna
karşılık. Sayın Başsavcı'nın dilekçesinin "Sonuç" bölümünde
Anayasa'nın 68/IV, Siyasi Partiler Yasası'nın 78-79-80-81 ve 82 nci maddeleri
uyarınca partinin kapatılması istenilmiştir. Partinin somut olarak hangi
faaliyetlerinin değinilen Anayasa ve Yasa hükümlerine aykırı olduğu
açıklanmamıştır. "PKK ile organik bağ iddiasının" dayanılan tüm
Anayasa ve Yasa kurallarının ihlali anlamına geldiği düşünülebilir. Ancak böyle
bir yaklaşım hukuki değil siyasi bir yaklaşımdır. Ayrıca, somut bir savunmayı
engelleyicidir. "HADEP'in PKK ile bağlantısı olmadığı'" yönünde mi
savunma geliştirilecektir, yoksa HADEP'in, esas hakkındaki görüşte yer alan
Anayasa ve Yasa hükümlerine aykırı faaliyeti olmadığı mı kanıtlanmaya
çalışılacaktır ' Başka bir anlatımla; davanın reddi için HADEP'in PKK ile
organik bağlantısının bulunmadığını kanıtlamak, yeterli sayılacak mıdır'
HADEP'in PKK ile bağlantısı olduğu iddiası doğru olmasa dahi, kapatılmasını
gerektirecek başka faaliyetleri var mıdır' Varsa bu faaliyetler hangileridir ve
hangi hukuki norma aykırılık oluşturmaktadır '
İsnadın
bu denli muğlak olduğu bir davada savunma görevi nasıl yerine
getirilebilecektir' İsnadın belirsiz olduğu ve Başsavcılığa açıklattırılması
gerektiği ön savunmamızda belirtilmişti. (Ön savunma sh. 2-5, A.2. nolu ayrım,
Sonuç bölümü md.l) Ancak, Yüce Mahkeme bu istemimizi olumlu ya da olumsuz bir
karara bağlamamıştır.
A.2.b
Dava dosyasına konulan ya da iddianamede dayanılan kanıtlar, hukuka uygun, adil
ve tarafsız bir soruşturmanın ürünü olmadıkları için; yargılamaya ve hükme esas
alınması mümkün değildir. Buna ilişkin istemimiz hakkında da Yüce Mahkeme bir
karar vermemiştir:
Hukuka
uygun ve adil bir şekilde yürütülmeyen soruşturmalara ve bu soruşturmalar
sonucu açılan ceza davalarına dayanılarak, Yüce Mahkeme önünde, vekili
bulunduğumuz Halkın Demokrasi Partisi hakkında kapatma istemli dava açılması,
daha baştan davayı sakatlamıştır. Adil yargılama ilkesi bir bütündür.
Yargılamanın herhangi bir aşamasındaki hukuka ve adil yargılama ilkelerine
aykırılık, yargılamanın tümünü ve sonuçta da verilecek hükmü adil olmaktan
çıkarır.
Dilekçemizin
diğer bölümlerinde açıklandığı gibi. Halkın Demokrasi Partisi ve yöneticileri
aleyhine açılan soruşturmaların tamamı siyasi amaçlıdır. Tümüyle özel amaçlarla
kurulmuş olağanüstü mahkeme niteliğinde olan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
görev alanına giren suçların hazırlık soruşturması; yine bağımsız ve
tarafsızlıklarından söz edilemeyecek (2845 sayılı Yasa'nın 5 ve 6 ncı maddeleri
uyarınca atanan) askeri ve sivil savcılar tarafından özel amaca uygun olarak
yapılmıştır. DGM savcıları soruşturmaları tarafsız bir şekilde yürütmemişler,
aksine partiyi bir bütün olarak suçlamanın yapay kanıtlarım yaratmaya
çalışmışlardır. Hazırlık soruşturmasındaki işlemlerin hiç birisine savunma
katılmamış, bu yöndeki tüm istemler reddedilmiştir. Aramalar hukuka uygun
olarak yapılmamıştır. Bazı aramalarda tutanak düzenlenerek, hazır bulunan parti
görevlilerine imzalatılmış, ancak daha sonra tutanaklarda bulunmayan bir kısım kanıtlar,
aramalarda bulunmuş gibi dava dosyasına dahil edilmiştir. Aramalar tümüyle
kolluk kuvvetlerinin inisiyatifinde gerçekleştirilmiş, ilgili savcı dahi hazır
bulunmamıştır.
Soruşturmalarda
kanıt olarak kullanılacak tanık beyanları başka soruşturmalar nedeniyle
gözaltına alınmış sanıkların "emniyet" anlatımları arasından seçilmiş
ve şayet diğer aşamalardaki beyanlar lehte ise, bunlar özellikle dava
dosyalarına konulmamıştır. Yani, HADEP ve Hadepliler ile ilgili soruşturmalarda
DGM Savcıları genel tarafsızlık ilkesi yanında; CMUY'nın 153/II maddesine
açıkça ay kın işlem yapmışlardır. Yüce Mahkemeniz'in önündeki bu davada da,
başka davalarda sanık olan kişilerin EMNİYET ya da JANDARMA tarafından zor ve
baskı ile alınan anlatımları kanıt olarak kullanılmaktadır. Bunların çoğu,
yargılama aşamalarında bu beyanlarını reddetmişlerdir. Ancak, gerek DGM
önündeki davalarda ve gerekse Yüce Mahkemeniz'e sunulan dosyalarda kişilerin
yalnızca emniyet anlatımlarına yer verilmiştir. Hatta, birçoğu fotokopi
şeklinde ve imzasız olduğu için, savunmanın ısrarlı talepleri ile Ankara l Nolu
DGM nezdindeki 1998/104 sayılı dava dosyasında duruşmada okunmamasına karar
verilmiştir.
Ön
savunma dilekçemizde, yukarıdaki görüşlerimiz açıklandıktan sonra, bu konuda
bir karar verilmesi ve taraflara bildirilmesi istenilmişti. Bu istemle ilgili
bir karar verilmemiş olması, hangi kanıtların esas alınarak savunma yapılacağı
hususunda bir belirsizlik yaratmıştır.
Yüce
Mahkeme, siyasi parti kapatma davalarını birer "ceza davası" olarak
değerlendirmemekte ise de. ceza yargılama yönteminin uygulanması ve davanın
ağır sonuçları, isnadın ve bu isnadı doğrulamak amacı ile dava dosyasına
konulan kanıtların tam bir açıklıkla belli olmasını gerektirmektedir. Soyut,
genel ve belirsiz iddialar savunma hakkını tümden ortadan kaldırır. Aynı
şekilde, nasıl elde edildiği bilinmeyen ya da bir tarafın yokluğunda ve devlet
olanaklarının aleyhte kullanılarak elde edilen kanıtlara dayanılarak diğer
tarafın suçlanması da yargılamanın adilliğini ortadan kaldırır.
B-
ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞTE YER ALAN İDDİALARLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİMİZ : Başsavcılık
İddianamesinde şu iddialar yer almaktaydı:
Ankara
DGM Savcılığı'nın 16.03.1998 tarihli iddianamesine dayanan iddialar HADEP' in
"Musa Anter Barış Treni" girişimini desteklemesi.
Açlık
Grevleri Konusu.
Basın
Açıklamaları.
Toplantı
ve Mitinglerde yasadışı örgüt bayrak ve flamalarının açılması.
Yakalanan
PKK militanlarının HADEP ile ilgili beyanları
Hadep
Genel Merkezi'nde yapılan aramada bulunan kanıtlar.
Parti
içi Eğitim Konusu.
DGM
Savalığı'nın 28.12.1998 gün ve 527 sayılı iddianamesine dayanan iddialar
11.11.1998
tarihli Murat BOZLAK imzalı basın açıklaması ve 13.11.1998 tarihli "Ankara
İl Örgütü" yazılı açıklama.
Ankara
İl Başkanlığı kongresinde yapılan konuşmalar ve Parti 01.11.1998 tarihinde
yapılan Büyük Kongresinde atılan sloganlar.
Parti
Genel Merkezi'nde ve Parti'nin Türkiye genelindeki ti ve İlçe Binalarında
yapılan aramalarda bulunduğu söylenen kanıtlar.
Ankara
DGM Savalığı'nın 23.08.1996 gün ve 83 sayılı iddianamesine dayanan iddialar
Türk
Bayrağı'nın indirilmesi olayı.
24.06.1996
tarihinde Parti Genel Merkezi'nde yapılan aramada bulunduğu ileri sürülen
kanıtlar.
Başka
davaların sanıklarından, gözaltında bulundukları sırada kolluk kuvvetlerince
zor ve baskı altında Hadep aleyhine alınan beyanlar.
Bu
iddialara büyük ölçüde Ön savunmamızda yanıt verilmiş, gerekli açıklamalar
yapılmıştı. Ancak özellikle açlık grevleri ve yasadışı eğitim yapılması
iddialarım bir kez daha irdeleyip, açıklamalar yapmakta yarar bulunmaktadır:
Açlık
Grevleri:
Açlık
grevleri yapılmak suretiyle yasadışı PKK örgütünün desteklendiği iddiası, hem
şu anda Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde görülmekte olan ve halen aralarında
Genel Başkan. Genel Sekreter ve Genel Başkan Yardımcılarının da bulunduğu çok
sayıda parti yöneticisinin tutuklu bulunduğu 1999/1 esas sayılı davada
(28.12.1998 tarih ve 527 sayılı iddianame) yer almakta ve hem de Ankara 2 Nolu
Devlet Güvenlik Mahkemesi nezdindeki 1998/38 esas sayılı davada (16.03.1998
tarih ve 53 sayılı iddianame) yer almaktadır.
Öncelikle,
"bir ya da birkaç kişinin herhangi bir amaçla, yemek yemeyi
reddetmesi" olarak tanımlanması mümkün olan açlık grevinin mevcut yasa
hükümleri çerçevesinde suç oluşturup oluşturmadığının belirlenmesi
gerekmektedir. Yasalarımızda hangi amaçla olursa olsun tek başına "açlık
grevi"ni suç sayan bir hüküm bulunmamaktadır. Şayet açlık grevi sırasında
yapılan açıklamalarda suç sayılan ifadeler kullanılmamış ya da yasa dışı
örgütleri övücü sloganlar atılmamış ise, bir kimsenin açlık grevi nedeniyle
cezalandırılması mümkün değildir. Aksi bir anlayış, yasalarda belirlenmemiş bir
eylemin suç sayılması, diğer bir söyleyişle yasalarda bulunmayan yeni bir suç
tipi yaratılması anlamına gelir. Kısaca, ceza hukukunun temel ilkelerinden bir olan
"kanunsuz suç olmaz" ilkesi tamamen ortadan kaldırılmış olur. Yargıç
yorum yoluyla suç ve ceza yaratamaz (örn. Yargıtay Ceza Genidir.
22.10.1984/262-340 karan.)
Son
dönemlerde, "terörle mücadeleye destek verme" yaklaşımı ile.
özellikle Devlet Güvenlik Mahkemeleri tarafından bir kısım suçların öğeleri son
derece geniş yorumlanmakta, adeta yeni suç tipleri yaratılmaktadır. Bunun en
tipik örneği, TCY'nın 169 uncu maddesidir. Yasa maddesindeki, silahlı çetenin,
"her ne suretle olursa olsun hareketlerin kolaylaştırırsa (teshil
ederse)" şeklindeki sözü çok geniş yorumlanmakta, akla gelebilecek her
türlü eylem ve davranış kolaylıkla bu madde içine alınabilmektedir.
HADEP
yöneticilerinin ve dolayısıyla da parti tüzel kişiliğinin suçlanması için her
hangi bir neden bulamayan DGM Savcıları ve güvenlik güçleri; çeşitli dönemlerde
bir kısım insanların parti binaları içerisinde açlık grevi yapmalarını, yasa
dışı bir faaliyet olarak yorumlayıp, suçlama konusu etmişlerdir.
Hangi
nedenlerle olursa olsun, bu gün ülkemizdeki cezaevlerinde yaklaşık onbinlerce
hükümlü ve tutuklu bulunmaktadır. Bunların gerek cezaevi koşullarından ve
gerekse cezaevi yöneticilerinin davranışlarından şikayet ettikleri, zaman
zamanda sesleri duyurabilmek, etkili olabilmek için uzun süreli açlık grevleri
yaptıkları, hatta ölüm orucuna gittikleri herkesçe bilinmektedir.
Fakat
hangi nedenle olursa olsun çocukları, kardeşleri, amcaları, yeğenleri vs.
yakınları cezaevinde olan kişiler, önlenmezse sonunda ölüm ya da sakat kalma
riski bulunan açlık grevlerine karşı duyarsız kalmaları mümkün değildir.
Bunlar, cezaevlerindeki yakınlarının sorunlarını kamuoyuna duyurmak,
yetkililere seslerini duyurmak amacı ile çeşitli yöntemlere başvurmaktadır.
Bunlardan birisi de, sivil toplum örgütlerinin ya da siyasi partilerin
binalarında çoğu kez emrivakilerle açlık grevi yapmalarıdır. Bu çerçevede,
zaman zaman HADEP binalarında da bu yola başvurmuşlardır. Parti yöneticileri bu
tür davranışları karşısında, ya son derece katı bir davranışla bu kişileri
polis zoruyla dışarı attıracaklar, ya da ikna yoluyla eylemi sona erdirmeye
çalışacaklardır. Bu eylemlerden ötürü HADEP'i suçlamak tam bir haksızlıktır.
1999/1
sayılı davada, açlık grevleri ile ilgili her zamanla iddialara ek olarak bir de
"Öcalan'ın Türkiye'ye iadesini engellemek amacını"da ilave
etmişlerdir. Halkın Demokrasi Partisi'nin hangi amaçla olursa olsun açlık
grevleri yapılması konusunda bir kararı ya da yönlendirmesi bulunmamaktadır.
Buna ilişkin dava dosyalarında bir tek kanıt yoktur. Dava dosyasına kanıt
olarak konulan Parti Genel Başkanı ve Ankara İl Örgütü imzalı basın
açıklamalarında da bu anlama gelecek bir tek sözcük bulunmamaktadır. Aksine
halkın sağ duyulu davranması tahriklere kapılmaması çağrısı bulunmaktadır.
Son
açlık grevleri dolayısıyla ülke çapında başlatılan soruşturmalar ya
takipsizlikle ya da beraatle sonuçlanmıştır. Doğrudan son açlık grevleri ile
ilgili olarak İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı tarafından 1998/2757
hazırlık numaralı soruşturmada verilen "takipsizlik" kararının son
bölümü dilekçemiz ekinde sunulmuştur. Bu karar da yukarıda açıklanan
görüşlerimizi doğrulamaktadır.
Yasadışı
eğitim yapıldım iddiası:
Bu
iddia. "Partinin bastırmış olduğu takvimde Kürdistan haritası ve PKK
militanlarının isimlerinin bulunduğu" iddiası ile başlatılan, daha sonra
"yasadışı eğitim yapıldığı'" iddiasına dönüştürülen soruşturmada
gündeme gelmiştir. Dayanak olarak da, parti üyesi olmayan bir avukatın
çantasında ve evinde bulunan bazı yazılı belgeler ile parti merkezindeki
aramada bulunduğu iddia edilen bazı belgeler gösterilmiştir.
Ön
savunmamızda da belirttiğimiz gibi. yapılan bir eğitim çalışmasında herhangi bir
görevlinin yasalara aykırı bir davranışını, tüm partiye mal etmek haksızlık
olur. önemli olan Parti'nin hangi amaçlarla bir eğitim çalışması başlatmış
olduğu ve Parti tarafından tespit edilen eğitim konularının ne olduğudur.
Polisin bilerek serbest bıraktığı ve halen yakalanamayan bir avukatın çantasında
ve evinde bulunan dokümanlar esas alınarak parti suçlanmaktadır, iddianın
doğrulanması amacı ile A. Öcalan'dan da bu yönde beyanlar alınmaya
çalışılmıştır. Aşağıda bu konudaki görüşlerimiz ayrıca açıklanacaktır. Fakat,
şunu hemen söyleyelim ki: Öcalan'ın sorgulamasında, PKK'nın kendi mensuplarına
yönelik yasa dışı eğitim çalışmaları ile. HADEP'in kendi parti yöneticilerine
yönelik eğitim çalışması bilinçli bir şekilde birbirine karıştırılmıştır.
HADEP'in
eğitim çalışması yapılması yönündeki kararı 1997 yılında alınmış ve bu eğitimin
amacı ile konulan Parti Bülteni'nin Temmuz 1997 tarihli 3. sayısında ayrıntılı
olarak açıklanmıştır. Partinin bizzat kendi üyelerine yönelik olarak çıkardığı
ve ülke çapında tüm parti örgütüne gönderdiği Parti Bülteni'ne değer vermemek
için hiç bir haklı neden yoktur.
Yargıtay
C. Başsavcılığı'nın Esas Hakkındaki Görüşünde ise HADEP'in kapatılma istemi şu
iddialara dayandırılmıştır:
PKK
örgütü ile HADEP arasında organik bağ olduğu.
HADEP'in
PKK'nın denetiminde olduğu, bu örgütün Merkez Komitesi'nden aldığı talimatlar
ve emirler doğrultusunda eylemler düzenlediği.
HADEP
Kongrelerinin, PKK örgütü ile, bunun lideri A. Öcalan lehine gösteri yapılan
alanlar haline getirildiği.
HADEP
il ve ilçe örgütlerinde düzenlenen seminerler ile, HADEP'in oluşturduğu,
Gençlik/ Kadın, Sağlık ve İşçi komisyonlarınca düzenlenen toplantılara katılan
vatandaşlara Anayasa düzenine ve üniter devlet yapısına karşı düşmanlık empoze
edilmeye çalışıldığı.
HADEP'in
il ve ilçe örgütlerinde. Kürt orijinli vatandaşları örgütleme, PKK'ya taban
oluşturma, PKK'nın yurt içi ve yurtdışı kamplarına militan gönderme
faaliyetlerinin yürütüldüğü ve böylece il ve ilçe örgütlerinin PKK'nın
"Asker Alma Daireleri" haline getirildiği.
Bu
iddialar, esas itibariyle iddianamede yer alan iddiaların yinelenmesi
niteliğindedir. Ancak, iddianameden farklı olarak iddialar daha çok Öcalan'ın
anlatımlarına dayandırılmak istenmiştir. PKK ile bağlantılı olarak gözaltına
alınan herkesten HADEP aleyhine beyan almaya çalışan bir soruşturma anlayışının,
Öcalan'ın yakalanmasından sonra bu kişiden de başta HADEP olmak üzere tasfiye
edilmek istenen kişi ve kurumlar aleyhine beyan almak için her yola başvuracağı
belli idi. Bu yapılırken de, aksinin kanıtlanamaması için SOMUT iddialar
yerine, SOYUT ve aksinin kanıtlanması mümkün olmayan iddialara dayanılacağı da
tahmin ediliyordu, Öcalan soruşturmasının kamuoyuna yansıyan 3 aşamasında da
(Askeri istihbarat birimlerince yapılan sorgulama aşaması, DGM Savcıları ve DGM
Yedek Hakimliği'nce yapılan sorgulamalar aşaması ve yargılama aşaması) HADEP
aleyhine kanıt elde edilmeye çaba gösterildi.
Sayın
Başsavcı'nın esas hakkındaki görüşüne dayanak yaptığı A. Öcalan'a ait olduğu
söylenen anlatımlar da göz önünde bulundurularak yukarıda yer alan iddiaları yanıtlamak
gerekmektedir:
a.
PKK örgütü ile HADEP arasında organik bağ olduğu iddiası:
Gerek,
DGM'ler önündeki davalarda ve gerekse görülmekte olan kapatma davasında, HADEP
ile PKK arasında organik bağ olduğu iddiası ileri sürülmüş, ancak buna ilişkin
herhangi somut bir kanıt gösterilememiştir. Daha çok, itirafçı konuma düşmüş ya
da baskı ve işkence ile aleyhte beyanda bulunmaya zorlanmış kişilerin beyanları
kanıt olarak gösterilmekte idi. Ne. herhangi bir parti sorumlusu ile PKK
arasında irtibat bulunduğu iddia edilebilmiş ve ne de parti organlarının PKK
ile bağlantısı kanıtlanabilmişti. Soyut bir şekilde, partinin resmi devlet
ideolojisiyle çelişen görüşleri ile, parti toplantı ve kongrelerinde zaman
zaman küçük grupların korsan gösterileri ya da attıkları sloganlardan
hareketle, PKK bağlantısı kurulmaya çalışılmakta idi.
Öcalan'ın
yakalanması, HADEP - PKK ilişkisinin kurulması yönünde, yeni bir fırsat
yarattı. Her aşamada Öcalan'a HADEP ile olan ilişkiler soruldu. Sorgulamaların
hangi yöntemlerle ve nasıl bir ortamda yapıldığı bir yana; Öcalan'a atfedilen
anlatımlarda HADEP ile PKK arasında organik bir ilişki bulunduğu sonucuna
varılabilecek beyanlar bulunmamaktadır, Öcalan, sürekli olarak HEP-DEP ve HADEP
gibi partilerin "kendilerinin etkilediği kitleye dayandıklarını",
ancak bu kuruluşların "PKK örgütleri olarak değerlendirmenin mümkün
olmadığını" yinelemiştir, örneğin; 23.02.1999 tarihli DGM Yedek Hakimliği
anlatımının 5 nci sayfasında aynen: "...HEP. DEP ve HADEP gibi kuruluşlar
etkilemekte olduğumuz kitleye dayandıktan için bu nedenlerle bize yakın
olmuşlardır, ters düşmemeleri için uyarılar kadar doğru yaklaşımlar göstermeye
özen gösterdik bu kuruluşlar ile bu çerçevede bir yaklaşım olmuştur. Ancak
bunları bir PKK örgütü olarak değerlendirmek mümkün değildir..."
22.02.1999
tarihli DGM Savcılığı anlatımının 15 nci sayfasında aynen::
"...
HADEP"le olan işbirliğimizi şu çerçevede anlatabilirim. Mademki bu parti
bizim tabanımıza dayanıyor bizi temsili doğru yapması ve bunun için de eğitim
görmesi gerekir. Siyasi realite karşısında yasal bir parti olduğunu unutmaması
gerekir..."
31.051999
tarihli Devlet Güvenlik Mahkemesi önündeki sorgusunda aynen:
"...ben
ülke içinde şu iş adamı şu sanatçı veya şu kişiler bize yardım etti şeklinde
beyanda bulunacak konumda değilim... HADEP PKK'nın tabanı üzerinde politika
yaptı. HADEP içerisinde PKK'ya kırsala elaman temini yönünde çalışmalar
yapılmış OLABİLİR ama resmi PKK kuruluşudur diyemeyiz..."
Yukarıya
aynen alınan anlatımlardan şu sonuca varmak mümkündür: PKK, Öcalan'ın deyimi ile
aynı tabana ("aynı taban" deyiminden KÜRTLER kastediyor) dayanan
HADEP'i etkilemeye, hatta yönlendirmeye çalışmıştır. Fakat, bu etkileme
doğrudan bir "Emir-komuta" zinciri içerisinde değil, PKK'ya yakın
kişiler vasıtası ile dolaylı şekilde yapılmaya çalışılmıştır. Yani, PKK ile
HADEP arasında doğrudan herhangi bir organik bağ bulunmamaktadır. Partiye sızma
ve etkileme yoluyla HADEP kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır. Ancak,
anlatımlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde bunda başarılı olunmadığı anlaşılmaktadır.
Çok
sayıda üyeden oluşan ve olabildiğince çok sayıda kişiyi üyeliğe kabul etmeye
çalışan "kitle partileri" bu özellikleri itibariyle değişik
ideolojik, dinsel ve etnik grupların etkilemelerine açık kuruluşlardır. Kitle
partileri içerisindeki bu farklı gruplar, parti siyasetini ve uygulamalarını
kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmek için gizli ve açık çalışmalar
yaparlar. Mevcut yasal düzenin, örgütlenmelerine izin vermediği siyasal gruplar
da yasal kitle partileri içerisine girerek kendi elemanları vasıtası ile o
partiyi mümkün olduğu kadar kendi siyasal çizgilerine çekmeye çalışırlar. Bu
durum, sol yelpazede yer alan kitle partilerinde çok daha belirgindir.
Örnek
vermek gerekirse, 1980 sonrasında kurulan Halkçı Parti, SODEP ve daha sonra da
CHP içerisinde, 1980 öncesi yasadışı sol siyasal örgütlenmelerin devamı
niteliğindeki bir çok sol siyasal grubun bulunduğu ve bu grupların parti
yönetiminde etkili olmak için birbirlerine karşı kıyasıya mücadele içerisinde
oldukları herkesçe bilinmektedir.
Kitle
partilerinin yapılarından kaynaklanan bu duruma bakılarak, partinin tümüyle
yasa dışı örgüt haline dönüştüğü ya da yasa dışı bir silahlı örgütün yan
kuruluşu olduğunu söylemek gerçeklerle ve insafla bağdaşmaz. PKK'nın, Kürtler
içerisinde en fazla örgütlenmiş ve en fazla oy potansiyeline sahip bir parti
olan HADEP'i etkilemeye çalışması doğaldır. Hadep'e üye olanlar arasında PKK'ya
sempati duyanlar olabilir. Binlerce üyesi olan bir partide bu durumun önlenmesi
mümkün değildir. Siyasi Partiler Yasası'nda siyasi partilere üye olmanın
koşullan belirlenmiştir. Bu koşulları taşıyan her vatandaş üyelik başvurusunda
bulunabilir. Parti yönetiminin bu kişilerin örgütlerle ilişkilerini ya da gizli
amaçlarını bilmesi olanaksızdır.
Partinin
bir bütün olarak suçlanabilmesi için, partinin karar organlarının ve üst düzey
yöneticilerinin PKK ile bağlantı içerisinde olduklarının saptanması gerekir. Ne
Öcalan'ın değişik aşamalarındaki anlatımlarında ve ne de HADEP aleyhine beyanda
bulunan diğer kişilerin anlatımlarında, parti yönetici ve organları ile PKK
arasında bir bağ olduğu yönünde bir iddia yoktur. Parti üst yönetiminde görevli
olanların ya da parti organlarında yetkili konumda olanların hiç bir şekilde
isimleri geçmemektedir.
HADEP'in
siyasal görüş ve faaliyetleri de. PKK- HADEP bağlantısının kurulmasına
elverişli değildir. HADEP, özellikle Kürt Sorunu konusunda resmi devlet
ideolojisinden farklı siyasi görüşlere sahip olmasına rağmen, PKK'dan da gerek
amaç ve gerekse yöntem açısından tümüyle farklı yasal bir kuruluştur. Partinin
bu güne kadar Türkiye'nin bütünlüğünü hedef alan siyasi bir faaliyeti tespit
edilmemiştir. Kürt Sorunu'nün Türkiye'nin bütünlüğü içerisinde çoğulcu
demokrasi ilkeleri çerçevesinde çözümünü savunmuştur. Bu görüşler mahkeme
tutanaklarında da bulunmaktadır. Ayrıca, hiç bir şekilde silahlı mücadeleyi
savunmamış ya da destek vermemiştir. Aksine, her türlü şiddete daima karşı
çıkmıştır. HADEP, son 15 yıldır ülkenin doğu ve güneydoğu bölgesindeki şiddet
olaylarında en fazla zarar gören bir tabana dayanmaktadır. Onların sorunlarını
dile getirmesi, şiddetin yarattığı tahribata dikkat çekmesi, bölgenin olağan
bir yönetime kavuşmasını istemesi HADEP yönünden kaçınılmaz bir görevdir. Resmi
devlet ideolojisi ile ters düşmesi nedeniyle bu partinin PKK ile
özdeşleştirilmesi, yalnızca bu partiye değil, ülkemiz demokrasisine de zarar
verir.
b.
HADEP'in PKK'nın denetiminde olduğu, bu örgütün Merkez Komitesi'nden aldığı
talimatlar ve emirler doğrultusunda eylemler düzenlediği iddiası:
HADEP'in
PKK'nın denetiminde olduğu iddiası, partiyi ve yöneticilerini suçlamak için
ortaya atılmış soyut bir iddiadır. Soyut bir şekilde her partinin her türlü
iddia ile suçlanması olasıdır. Hele hele, resmi devlet ideolojisi ile farklı
politika ve söyleme sahip bir parti için buna benzer suçlamalar yapılması
kaçınılmazdır. Hukuksal açıdan bakıldığında, bu iddianın ciddiyet kazanması
için, her şeyden önce PKK-HADEP bağlantısının kuşkuya yer vermeyecek şekilde
ortaya konmuş olması gerekir. Bu konuda yukarıda yeterli açıklamalar yapıldığı
için, yinelemeye gerek bulunmamaktadır.
PKK
Merkez Komitesi'nden emir ve talimat alındığı iddiası somut herhangi bir kanıta
dayanmamaktadır. Bu konuda, yalnızca Öcalan'ın Savcılık anlatımının 15 inci
sayfasında yer alan şu beyana dayanıldığı sanılmaktadır:
"...
Halen cezaevinde hükümlü olarak bulunan PKK mensubu Sabri OK'un HADEP'lilere
talimatlar verdiği doğrudur. Üst düzey kararları da vermektedir..."
Öcalan'ın
bu beyanı diğer anlatımları içerisinde bir bütün olarak değerlendirilmelidir.
Yukarda PKK-Hadep arasındaki organik bağ olup olmadığı yönündeki
açıklamalarımızda da belirttiğimiz gibi, HADEP gibi binlerce üyesi olan bir
kitle partisi içerisine, yöneticilerin bilgisi dışında PKK'ya sempati duyan
kişilerin girmiş olması mümkündür. Anlatımları bir bütün olarak
değerlendirildiğinde, Öcalan'ın, "HADEP'liler' sözünden kastı, PKK
örgütüne sempati duyan kişilerdir. PKK* dan emir ve talimat alan kişiler
partinin yetkili yöneticileri olsa idi. anlatımlarda mutlaka bunların isimleri
geçerdi. Sorgulamalar sırasında Öcalan'a, HADEP içerisindeki KİMLERİN PKK'dan
EMİR ve TALİMAT ALDIKLARI yönünde herhangi bir soru sorulmamış olması da
ilginçtir. Kanımızca, sorgulamalar sırasında mutlaka bu yönde sorular sorulmuş,
ancak alınan yanıtlar HADEP'i ya da yöneticilerini suçlayıcı olmadığı için,
tutanaklara yazılmamıştır. Çünkü HADEP yönetcilerinin DGM'lerde yargılandığı,
parti hakkında kapatma davası açıldığını bile bile, DGM Savcılarının böyle bir
soruyu sormamış olmasının hiç bir mantıklı açıklaması bulunmamaktadır.
Somut
suçlayıcı beyanlar alınamadığı için. soyut ve başka anlamlara çekilebilecek
genel açıklamaların tutanaklara yazılması ile yetinilmiş, şimdi de bunlara
dayanılarak HADEP suçlanmaya çalışılmaktadır.
c.
HADEP Kongrelerinin, PKK örgütü ile, bunun lideri A. Öcalan lehine gösteri
yapılan alanlar haline getirildiği:
Siyasal
ve ideolojik açıdan tam bir homojenlik taşımayan topluluklarda, genel
eğilimlerin dışında, istenmeyen yasa dışı gösteri ve eylemler meydana
gelebilmektedir, örneğin, tamamen yasal bir memur sendikaları mitinginde ya da
öğrencilerin yasal haklan için yapmış oldukları yürüyüşlerde yasadışı bazı
örgüt mensupları slogan atabilmektedir. Aynı şekilde, siyasal parti
kongrelerinde de benzer olaylar yaşanmakta, yöneticiler bunları önlemekte her
zaman başarılı olamamaktadır, örnek verirsek, son CHP ve MHP kongrelerinde
çeşitli olaylar meydana gelmiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kitle
partilerinde disiplini sağlamak kolay değildir. HADEP kongreleri yaklaşık
10.000 kişinin katılımı ile gerçekleşmektedir. Bu kongrelerde, bazı küçük
gruplar provokasyon yapmakta, yasa dışı pankart açıp. sloganlar atmaktadır.
Fakat kongre ve parti yöneticilerinin uyarı ve çabaları ile bu gruplar etkili
olmadan, pasifıze edilmektedir. Fakat, HADEP'i suçlamak için fırsat kollayan
kesimler 10.000 kişi içerisinde sayılan 5-10 kişiyi geçmeyen grupların bu
korsan gösterilerin öne çıkarmakta, parti aleyhine kamuoyu oluşturmaya
çalışmaktadır. Devlet kontrolündeki medya da bu olaylara ilişkin görüntülerle
açıkça beyin yıkamaktadır, örneğin, partinin 2 nci kongresinde Türk Bayrağı'nın
üzücü bir şekilde indirilmesi olayı, tüm partiye mal edilmiş, görüntüleri
televizyonlarda aylarca gösterilerek, kamuoyu parti aleyhine kışkırtılmıştır.
Oysa, olay sırasında kongre salonunda yüzlerce güvenlik görevlisi bulunmakta
idi. Olay rahatlıkla önlenebilir, sorumlular hemen yakalanabilirdi. Fakat sırf
partiyi suçlamak fırsatını elde etmek için bu yapılmadı. Nitekim, olayla ilgili
olarak Parti yönetcileri aleyhine açılan davada, Ankara l. Nolu Devlet Güvenlik
Mahkemesi verdiği kararda, olay sırasında görevli olan güvenlik güçleri
hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Bu olayların parti yönetimine mal
edilerek, kapatma nedeni olarak gösterilmesinin hukuksal dayanağı bulunmamaktadır.
d.
HADEP il ve ilçe örgütlerinde düzenlenen seminerler ile, HADEP'in oluşturduğu.
Gençlik, Kadın, Sağlık ve İsçi Komisyonlarınca düzenlenen toplantılara katılan
vatandaşlara Anayasa düzenine ve üniter devlet yapısına karşı düşmanlık empoze
edilmeye çalışıldığı iddiası:
Yargıtay
C. Başsavcılığı'nın esas hakkındaki görüşünde yer alan bu iddianın hangi
nedenlere ve kanıtlara dayandığını bilemiyoruz. Hangi adla olursa olsun, parti
adına yapılan toplantılarda anayasa düzeni ya da üniter devlet yapısına
düşmanlık empoze edilmesi söz konusu değildir. Resmi devlet ideolojisi ile
çelişen görüş ve düşüncelerin, anayasal düzene ve üniter devlet yapısına
düşmanlık olarak nitelendirilmesi hukuksal değil siyasal bir yaklaşımdır.
Başsavcılık iddianamesinde ve esas hakkındaki görüşte bu iddia ileri
sürülürken, hangi toplantı ya da seminerde bu tür çalışmalar yapıldığı
açıklanmamıştır, iddianın hangi toplantılardaki, kimlerin konuşma ve
telkinlerine dayandığı bilinmeden de bu konuda daha ayrıntılı görüş açıklama
olanağı bulunmamaktadır. Esas hakkındaki görüşte yer alan bu iddia,
iddianamenin 36 ncı sayfasında DGM Savalarının görüşlerini ifade eden şu
cümlenin küçük bir değişiklikle tekrarıdır:
...
Hadep'in oluşturduğu Gençlik, Kadın, Sağlık, İşçi Komisyonları çeşitli kesimden
vatandaşlarımıza PKK yanlısı düşünceleri empoze etmektedir..." (İddianame
sh. 36)
Ne
iddianamede ve ne de esas hakkındaki görüşte, sözü edilen komisyon
çalışmalarına ilişkin herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.
e.
HADEP'in il ve ilçe örgütlerinde, Kürt orijinli vatandaştan örgütleme, PKK'ya
taban oluşturma, PKK'nın yurt içi ve yurtdışı kamplarına militan gönderme
faaliyetlerinin yürütüldüğü ve böylece il ve ilçe örgütlerinin PKK'nın
"Asker Alma Daireleri" haline getirildiği iddiası.
İddianamede
de yer alan bu iddianın temel dayanağı, PKK örgütü ile ilgili olarak gözaltına
alınan bir kısım sanıkların polis anlatımlarıdır. Bu anlatımlarda, Hadep
organları ya da yöneticilerine yönelik herhangi bir iddia bulunmamaktadır. Daha
çok, "Hadep'in ... ilçe ya da il teşkilatına gidip geliyordum" ;
"... kişi ile Hadep binasında tanıştım." ; "... Hadep'in
üyesiyim" vs. şeklinde bireysel anlatımlardır. Parti olarak, PKK'ya eleman
yetiştirme ve gönderme yönünde faaliyet gösterildiğine dair bir tek anlatım
bulunmamaktadır. Kaldı ki, bu anlatımların tamamı baskı ve zor altında alınmış
olup, yargılamanın diğer aşamalarında reddedilmiştir.
Daha
önce PKK içerisinde çeşitli eylemleri gerçekleştiren, ancak yakalandıktan sonra
ceza almaktan kurtulmak için itirafçı olmayı kabul eden sanıklardan bazı
beyanlar alınmış ise de; bu kişilerin tanıklıklarına dayanılarak HADEP'in
suçlanması mümkün değildir.
Ayrıca,
dosyaya konulan polis anlatımlarının hangi koşullar altında ve nasıl alındığı
bilinmemektedir. Bunlar HADEP yöneticilerinin yargılandıkları davalarda tanık
olarak dinlenilmemiştir. HADEP yöneticilerinin ve avukatlarının hazır
bulunmadığı ortamlarda alınan bu anlatımlar kanıt olarak kullanılamaz.
Esas
hakkındaki görüşte, bu konuda da A. Öcalan'ın beyanlarına dayanılmıştır.
Öcalan'ın DGM Yedek Hakimliği önündeki sorgusunda bu konuda bir beyanı yoktur.
DGM Savcılarının yaptığı sorgulamadaki beyanları ise şöyledir:
...
Hadep'in il ve ilçe teşkilatlarında gerek yurtdışındaki kamplara ve gerekse
kırsal alana eleman gönderme faaliyetinin yürütüldüğü doğrudur..."
Mahkeme
önündeki sorgulamada da;
"...HADEP
içerisinde, PKK'ya kırsala eleman temini yönünde çalışmalar yapılmış olabilir,
ama resmi PKK kuruluşudur diyemeyiz..."
Öcalan'ın
yaklaşık 15 yıldan bu yana yurt dışında olduğu, Türkiye ile doğrudan hiç bir
bağının bulunmadığı. Türkiye ile ilgili bilgileri dolaylı yollardan edindiği
gözönünde bulundurularak, yukarıdaki beyanlar bir arada değerlendirildiğinde;
bir olasılıktan söz edildiği anlaşılmaktadır. Yani tahmin yürütmektedir.
Mahkeme önündeki beyanında kesin ifadeler yerine "OLABİLİR" gibi
tahmin içeren bir sözcük kullanması da bunun açıkça göstermektedir. Türkiye'den
pek çok gencin PKK'ya katıldığı herkesçe bilmen bir gerçektir. Fakat, bu
katılanların HADEP tarafından organize edildiği, yönlendirildiği ya da temin edildiğine
ilişkin inandırıcı bir bilgi ve kanıt bulunmamaktadır.
Öcalan'a
atfedilen anlatımların genel değerlendirmesi ve kanıt niteliği:
Türkiye
Cumhuriyeti ile 15 yıldan fazla bir süre silahlı mücadele etmiş bir kişinin
yakalandığında, hangi koşullar altında sorgulandığı da önemli bir somdur'
Öcalan'a atfedilen anlatımlarda gerçeklerle çelişen pek çok husus
bulunmaktadır. Bunların Öcalan tarafından mı ifade edildiği, yoksa sorgulamayı
yapanlarca tutanaklara böyle geçirildiği belli değildir. Şayet, tutanaklarda
yer alan hususlar doğrudan Öcalan'ın beyanları ise, olayların ve ilişkilerin
birbirine karıştırıldığı, dolayısıyla da gerçekleri yansıtmadığı açıktır. Bu
yüzden, değişik aşamalardaki beyanlar birbirlerini tutmamaktadır. Bunlardan
bazıları sonradan Öcalan tarafından reddedilmiş ya da farklı ifade edilmiştir.
Örnekler:
İstihbarat elemanlarının sorgulamalarına ait 21.02.1999 tarihli tutanakların 10
uncu sayfasında, "...1991 yılında DEP'e oy vermeyen herkesin tavuğunu bile
öldürün." dediği yazılıdır. Oysa, 1991 yılında DEP (Demokrasi Partisi)
henüz kurulmamıştı).
Aynı
sorgu tutanağının yine 10 uncu sayfasında, bir yandan "... örgüt
bütçesinden Hadep'e bir miktar ancak ne kadar olduğunu biliniyorum ama 200 bin
Mark civarında bir para aktarıldı..." dediği ifade edilirken, aynı
paragrafın devamında, şöyle denilmektedir:..".Avrupa masrafları da Avrupa
temsilciliklerince karşılandı...Bu da masraf oluşturdu. Sakıncalı buldum. HEM
DEVEETTEN PARA AE. HEM BİZDEN PARA AL, BEN BUNU SUÇ OLARAK GÖRÜYORUM..."
Öcalan. bu anlatımı ile, hem devletten ve hem de örgütten para alınmasını doğru
bulunmadığını söylemektedir. Fakat. Hadep yöneticilerinin hiç birisinin
DEVLETTEN PARA ALMASI SÖZ KONUSU DEĞİL. Öyleyse, burada kastedilenler başkalarıdır.
Aynı beyanlar içerisinde, parlamentoya seçilen eski HEP milletvekillerinden söz
ettiği dikkate alınırsa; BU BEYANLARDA HEP VE HADEP'in BİRBİRİNE KARIŞTIRILDIĞI
ANLAŞILMAKTADIR.
Öcalan'ın
istihbarat birimleri ve DGM Savcıları tarafından alınan beyanlarında, başta
ANAP Genel Başkanı olmak üzere birçok tanınmış politikacı, gazeteci, sanatçı ve
iş adamının ismi geçmektedir. Fakat, daha sonraki beyanlarda bunlar tümüyle
reddedilmiştir.
Yine
Öcalan'ın anlatımlarında bazı asker, siyasetçi ve iş adamının PKK ile Devlet
arasında iletişim kurduğu ileri sürülmüştür. Genel Kurmay ve diğer ilgililer
tarafından bu iddialar yalanlanmış ve yalanlamalar tüm kamuoyu ve yetkililer
tarafından kabul görmüştür. Kimsenin aklına bu kişiler hakkında yasal
soruşturma açmak gelmemiştir. Fakat, muhalif kişi ve kurumlar aleyhine söylenen
her husus kesinleşmiş doğrular olarak kabul edilmekte ve bu kişi ve kurumların
aleyhine kullanılmak istenilmektedir.
Ayrıca,
Öcalan, Türkiye ile ilgili konularda kendisinin doğrudan bilgi sahibi
olmadığını ve ilişkilerin örgütün Avrupa teşkilatı tarafından yürütüldüğünü
söylemektedir. Tüm bunlar, Öcalan'a atfedilen beyanlara dayanılarak HADEP'in
suçlanamayacağını ortaya koymaktadır. Ayrıca. Öcalan'ın söyledikleri ile ilgili
olarak HADEP yöneticilerinin görüşleri de alınmamıştır. Bir anlamda, HADEP ve
yöneticileri yargılanmadan cezalandırılmak istenmektedir.
C-
DAVANIN AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ ÇERÇEVESİNDE TARTIŞILMASI
Siyasal
partiler, belli bir ideolojiyi ya da programı yaşama geçirebilmek ve yasal
yollardan iktidarı elde etmek amacıyla örgütlenmiş kuruluşlardır. Siyasal
temsilin en önemli unsurlarından biri, siyasal partilerin engelsiz
örgütlenebilmeleri ve serbest bir ortamda iktidar için yarışabilmeleridir. Çok
partili sistemler, çoğulcu demokratik rejimlerin özelliğidir. Siyasal partiler,
toplumdaki değişik hatta çatışan görüşleri temsil ederek demokrasinin
çoğulculuk ve katılımcılık ilkelerini yaşama geçirir, halkın iradesinin
oluşmasını sağlarlar.
1982
Anayasası'na göre de, siyasi partiler demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez
unsurlarıdır. Siyasal partiler, ülke sorunları karşısında çözüm üretir, halkı
yönlendirirler. Siyasal partilerin, buldukları çözümleri ya da savundukları
görüşleri topluma açıkça ve çekinmeden sunarak çoğunluğa mal etmeye
çalışmaları, çoğunluğu elde ettiklerinde de iktidar olmaları demokrasinin
gereğidir. Baskı ve teröre dönüştürmedikçe ya da zorla iktidara gelmeyi
amaçlamadıkça hukuk düzeninin korumalarından yararlanmalıdır.
Kişi
hak ve özgürlükleri arasında son derece önemli bir yeri olan "örgütlenme
özgürlüğü" ile, siyasal partilerin yararlandıkları hukuksal korumalar ve
tabi oldukları yasaklar arasında son derece yakın bir ilgi bulunmaktadır.
Örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller, siyasi partiler düzenim doğrudan
etkilediği gibi; siyasi partiler düzenine getirilecek aşırı yasaklamalar da
örgütlenme özgürlüğünü kullanılmaz hale getirir. Bu yüzden, siyasi partilerin
kurulması ve faaliyet gösterilmesi, örgütlenme özgürlüğünün önemli bir alanı
olarak kabul edilmektedir. Kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına alan
uluslararası sözleşmelerde de. siyasal parti kurulması ve serbestçe faaliyet
göstermesi, örgütlenme özgürlüğü kapsamında kabul edilmektedir.
Öte
yandan, siyasi parti kurma anlamındaki örgütlenme özgürlüğü ile düşünce
açıklama Özgürlüğü arasında da yakın bir ilişki bulunmaktadır. Belirli siyasal
görüşlerin partileşmeleri konusunda getirilecek her engel, bu siyasal
görüşlerin örgütlenme yoluyla yayılma ve ifade edilmesini de engelleyeceğinden,
örgütlenme özgürlüğü yanında düşünce açıklama özgürlüğünün de kısıtlanması
sonucunu doğurur. Bu da gösteriyor ki, özgürlükler alanı bileşik kaplar
gibidir, herhangi bir özgürlüğün kısıtlanması şu ya da bu şekilde başka
özgürlük alanlarının da olumsuz etkilenmesine yol açar. Toplum düzeni ve kamu
güvenliği gerekleri zorunlu kılmadıkça özgürlükler alanına müdahale edilmemesi
çoğulcu demokratik sistemin işlerliği açısından son derece önemlidir.
Görülmekte
olan davanın açılmasında ve yargılamanın devamı sırasında, seçimlerin halkın
özgür iradesini yansıtacak koşullarda yapılması ilkesinin tümüyle gözardı
edilmiş olması da, üzerinde durulması gereken önemli sorunlardan birisidir.
Bu
açıklamalar ışığında dava değerlendirdiğinde, aşağıdaki sonuçlara
varılmaktadır:
C.l.-
Dava, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6 ncı, 9 uncu, 10 uncu , 11 inci
maddelerine, Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol'ün 3. maddesine ve bu maddelerle
birlikte sözleşmenin 14 üncü maddesine açıkça aykırıdır.
Cl.a.-
AİHS'nin 6 ncı Maddesi Yönünden:
Dava,
DGM Savcılarının Halkın Demokrasi Partisi yönetici ve mensupları hakkında
hazırladıkları 3 iddianameye ve yine aynı savcıların topladığı kanıtlara
dayanmaktadır. Daha sonra da, PKK lideri A. Öcalan'a atfedilen ve nasıl elde
edildiği bilinmeyen beyanlar ek dayanaklar olarak ileri sürülmüştür.
DGM
Savcılarının bağlı olarak görev yaptıkları Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin
kuruluş amaçları, oluşum biçimleri, uyguladıkları yasa ve yöntemlerdeki farklılıklar
dolayısıyla, bağımsız ve tarafsız mahkeme olmadıkları: olağanüstü mahkeme
niteliğinde oldukları kabul edilmektedir. Yıllardan beri bu mahkemelere
yöneltilen eleştirileri kabul etmeyen ve bunların normal adil mahkemeler
olduğunu savunan devlet yetkilileri, sonuçta, bu mahkemelerin yapısında
değişiklik yapmak zorunda kalmıştır. AİHM'nin verdiği bir karar ön plana
çıkarılarak, konu sadece askeri yargıcın varlığına indirgenmiştir. Oysa, en
önemli sorun bu mahkemelerin kuruluş amacı ve uyguladığı yargılama
kurallarıdır. Yapılan değişiklik son derece küçük, ancak olumlu bir adımdır.
Fakat bu mahkemeler tümüyle kaldırılmadıkça adil bir yargılamanın
yapılamayacağı kabul edilmelidir.
DGM'lerin
kuruluş amaçlan yönünde soruşturma yapmak üzere, atanmaları, yetkileri ve
çalışma yöntemleri 2845 sayılı Yasa ile özel olarak düzenlenen DGM
Savcıları'nın yürüttüğü hazırlık soruşturmasına ve bu soruşturmalarda elde
edildiği söylenilen kanıtlara dayanılarak yapılacak hiç bir yargılamanın ADİL
olma şansı bulunmamaktadır. Hadep yöneticileri hakkındaki tüm soruşturmalar bu
savcılar tarafından ve olağanüstü yöntemlerle yürütülmüştür. Kanıtlar hukuka
aykırı yöntemlerle toplanılmış, hiç bir aşamada savunmanın soruşturmaya
katılmasına izin verilmemiştir. Hukuki olmaktan çok, kaynağı Milli Güvenlik
Kurulu olan siyasi kararlar doğrultusunda soruşturma ve suçlamalara
gidilmiştir.
Siyasi
kararlar doğrultusunda DGM Savcıları tarafından hazırlanmış iddianamelere ve
olağanüstü yöntemlerle hukuka aykırı bir şekilde elde edilen kanıtlara dayanan
bu dava. AİHS'nin 6/1 .maddesine aykırıdır. Yüce Mahkemeniz'in davayı
reddetmesi, yapılan bir haksızlığı gidermeye hizmet edecektir.
Cl.b.
AİHS'nin 9 ve 10 not maddeleri yönünden:
İddianamenin
ve esas hakkındaki görüşün çeşitli bölümlerinde yapılan değerlendirmeler, asıl
amacın, Hadep yönetici ve mensuplarının gerek birey olarak ve gerekse parti
olarak savundukları siyasi düşüncelerin açıklanmasına engel olmak olduğunu
göstermektedir.
İddianamenin
değişik bölümlerinde, özellikle "Kürt Sorunu" ile ilgili olarak resmi
devlet görüşünden farklı görüş ve düşünceler; ülkeyi bölmek isteme, terörist
örgütü destekleme ya da kin ve düşmanlığı tahrik olarak nitelendirilmiştir.
Sorunların diyalog yoluyla, şiddete başvurmadan çözülmesini istemek suç sayılmıştır,
iddianamenin mantığına göre, Kürtler'in varlığından, kültüründen, dillerinden,
yönetime katılmalarından söz etmek suçtur; Türklerin ve Kürtlerin kardeşliği
söylemi, Türkiye'yi bölme amacını gizlemeye yöneliktir (örnek olarak sh. 3, 26,
55). Asıl amacın gizlenmesi için, yapay suçlamalar yapılmakta, partinin yasa
dışı faaliyetlerde bulunduğu ileri sürülmektedir. Oysa, vekili bulunduğumuz
Halkın Demokrasi Partisi, hiç bir şekilde şiddeti savunmamış, teşvik
etmemiştir. Aksine sorunların barışçıl yöntemlerle ve demokrasi içerisinde
diyalog yoluyla çözülmesinde ısrarlı olmuştur. HADEP hiç bir koşulda
Türkiye'nin bütünlüğüne aykırı görüş açıklamamış, davranışlarda bulunmamıştır.
Türkiye'nin en önemli sorunu olan "Kürt Sorunu"nun da çoğulcu
demokrasi ilkeleri çerçevesinde ve Türkiye'nin bütünlüğü içinde çözülmesini
savunmuştur. Her türlü ayrımcılığa karşı çıkmış ve sürekli olarak halklar
arasında kardeşliği savunmuştur.
Fakat,
katı bir Türk Milliyetçiliğini esas alan; Türkler dışındaki tüm etnik ve
kültürel grupları ret ve inkar eden; çoğulcu demokrasinin gereklerini
Türkiye'nin bölünmesi olarak gören: farklı görüş ve düşünceleri baskı ve
şiddetle bastırmaya dayanan resmi anlayış, Hadep ve mensuplarının siyasi
görüşlerini, gerek birey ve gerekse örgütsel olarak açıklamalarına engel olmak
için her çareye başvurmaktadır. İddianamedeki, HADEP'e yönelik yasa dışı
faaliyetlerde bulunma iddiaları da bu çerçevede ortaya atılmıştır. Amaç, resmi
anlayışla çelişen siyasi görüş ve düşüncelerin engellenmesidir ve bu da AIHS'nin
9 ve 10 uncu maddelerine aykırıdır.
Cl.
c. AİHS'nin 11 inci maddesi yönünden:
Yurttaşların
seçme ve seçilme hakları, diğer bir anlatımla ülkenin siyasal yönetimine
katılma hakkı, demokrasilerde korunması gereken temel hakların başında gelir.
Günümüzde bu katılım, tek tek birey iradeleri yerine; bireysel iradeleri bir
araya getiren siyasal partiler aracılığı ile olmaktadır. Bu yüzden de siyasi
partiler demokrasilerin olmazsa olmaz koşuludur. Siyasi partiler arasında görüş
ve programlarına göre ayrım yapılıp bazılarına yaşam hakkı tanınmaması
demokratik ilkelere aykırıdır. Kapatılması istenen Halkın Demokrasi Partisi
Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası'na göre kurulmuş ve 18 Nisan seçimlerinde
katılarak her türlü engellemeye karşın ülke çapında 1.600.000 in üzerinde oy
almıştır, özellikle Kürt kökenli yurttaşların yoğun olduğu bölgelerde Hadep en
yüksek oyu almıştır. Şayet %10 oranındaki ülke barajı olmasa idi. 30 civarında
milletvekili çıkaracaktı. Birçok il ve ilçenin belediye başkanlığı seçimlerini
de en yüksek oyu almak suretiyle kazanmıştır. Şimdi bu parti tamamen komplo
soruşturmalar ve yapay nedenlerle kapatılma istenmektedir.
Buna
ilişkin devlet kararı, yargı dahil tüm devlet birimlerine talimat
niteliğindeki, Milli Güvenlik Kurulu Kararı olarak şöyle ifade edilmiştir:
"Madde
8. Bölgenin Ekonomik ve Sosyal Sorunlarına İlişkin Olarak: (a) Siyasi Alanda:
(I)
HADEP faaliyetlerinin PASİFİZE edilmesi maksadıyla DEVLET tarafından takip ve
kontrol altında tutulması.
...
(III)
Devlet, sivil toplum örgütleri ve üniversiteler vasıtası ile HADEP üzerinde açık/örtülü
ve devamlı bir baskının tesis edilmesi ve gündemden düşürülmesi, (VIII) Hadep'in
uyuşturucu ve silah kaçakçılığı faaliyetleri, Türkiye'ye ve Avrupa'ya verdiği zarar
açısından sık sık işlenmeli ve BU KONUDA KAMUOYU OLUŞTURULMASI
SAĞLANMALIDIR."
Anlaşılacağı
üzere, sadece HADEP'in siyasi faaliyetlerinin pasivize edilmesi değil, aynı
zamanda uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapan bir "SUÇ ÖRGÜTÜ" olarak
yansıtılması yönünde de devlet kararı bulunmaktadır. Hadep'in PKK ile
bağlantılı olduğu iddiaları da buna yöneliktir. Hadep üzerinde her türlü yolla
açık/örtülü ve devamlı baskı kurulması çok önceden öngörülmüştür.
Bu
yolla. HADEP yönetici ve üyeleri yanında, bu partiye oy veren milyonlarca
vatandaşın siyasal parti olarak örgütlenme özgürlüğü engellenmek istenmektedir.
Bu partinin kapatılması için. demokratik bir toplumun haklı göreceği hiç bir
neden bulunmamaktadır. Ortaya atılan tüm iddialar, yukarıda açıklanan devlet
kararını uygulamaya ve gizlemeye yöneliktir. AİHM'nin parti kapatma kararlan
nedeniyle Türkiye'yi mahkum etmesi, devleti, HADEP'in terör olayları ile
ilişkisi olduğu iddialarına ağırlık vermeye yöneltmiştir. Görülmekte olan dava,
açık bir şekilde AİHS'nin 11 inci maddesinin ihlalidir.
Cl.d.-
Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi'ne Ek l Nolu Protokol'ün 3. maddesi yönünden:
Ek
l Nolu Protokolün 3 ncü maddesi. "Taraf devletlerin yasama organının
seçimi için halkın özgür düşünce ve iradesini ortaya koyabileceği koşullarda ve
belli aralıklarla seçim yapılmasını" öngörmüştür. Halkın serbest irade ve
düşüncesini ifade etmesini engelleyecek ya da etkileyecek her türlü muamele, bu
maddenin ihlali sonucunu doğurur. Yukarıda açıklandığı şekilde, siyasal kaygı
ve kararlarla Halkın Demokrasi Partisi'ne karşı kapatma davası açılmış olması;
Sayın Başsavcı'nın hukukun sınırlarını zorlayarak, dava açılması vesilesiyle ve
özellikle de ihtiyati tedbir istemi vesilesiyle medya önündeki partiye yönelik
suçlamaları; halkın iradesini etkilemesinin ötesinde; halka, HADEP'e oy verilmemesi
yönünde açık bir baskıdır. Bu baskının en üst yargı organlarının
muamelelerinden kaynaklanması ise, demokrasi ve özgürlükler yönünden çok daha
vahim bir durumdur. Bu baskı, yalnızca kapatma davası açılması ya da tedbir
işlemleriyle değil, seçimler sırasında da yurt çapında yurttaşlar üzerinde
fiili baskılar şeklinde devam etmiştir.
Cl.
c. AİHS'nin 6-9-10 -11 ve Ek Protokol'ün 3 üncü maddeleri ile birlikte 14 üncü
maddesine aykırılık yönünden:
AİHS'nin
6-9-10 ve 11 inci maddesi ihlal edilmek suretiyle vekili bulunduğum Halkın
Demokrasi Partisi'nin kapatılmak istenmesinin asıl nedeni; bu partinin
savunduğu siyasal görüşlere ve parti üye çoğunluğunun etnik kökenlerine yönelik
ayrımcılıktır. Hadep, ülke sorunları konusunda resmi görüşlerle çelişen farklı
görüşlere sahiptir. Özellikle, Kürt Sorunu'nun demokratik çoğulcu ilkeler
çerçevesinde çözülmesini savunmakta; şiddet yöntemlerine karşı çıkmaktadır.
Üyelerinin çoğunluğunu Kürt kökenli vatandaşlar oluşturmaktadır. Kürt kimliğine
sahip çıktığı ve çoğulcu bir yapıyı savunduğu; devletin Kürtler üzerindeki
haksız uygulamalarını eleştirdiği için; resmi devlet kurumlarının husumetini
üzerine çekmekte; ülkeyi bölmeye çalışmakla suçlanmaktadır. Bu nedenle de her
fırsatta çalışmaları engellenmekte, yöneticileri ve mensuplarına baskı
yapılmaktadır. Kürt olmaları ve Kürt Sorunu'nun çözümü için savundukları farklı
siyasal görüşler Hadep ve yöneticilerinin özgürlüklerinin kısıtlanmasının temel
nedenidir. Yani, etnik ve siyasal görüş ayrımcılığı yapılan muamelelerin asıl
nedenidir.
SONUÇ
VE İSTEM: Açıklamaya çalışılan nedenlerle;
1.Yargıtay
C. Başsavcılığı tarafından DGM yargılamaları ile ilgili sorgu tutanaktan
sunulmuş ise de, yargılanan yöneticilerin görüşleri yazılı olarak
verildiğinden, tutanaklarda yer almamaktadır. Bu nedenle, Ankara 2 Nolu Devlet
Güvenlik Mahkemesi nezdindeki 1999/1 ve 1998/38 esas nolu dava dosyalarındaki
sanıklara ve avukatlarına ait savunma dilekçelerinin getirilmesine;
2.Ön
savunmamızın sonuç bölümünün 2.3.6 ve 7 nci maddelerinde yer alan
istemlerimizin kabulüne;
3.
Yargılamanın DURUŞMALI olarak yapılmasına;
Yargılama
sonucunda da davanın REDDİNE karar verilmesini, vekil olarak saygı ile dilerim."
VII-
SÖZLÜ AÇIKLAMA
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı'nın 17.1.2002 günlü sözlü açıklaması şöyledir:
"Türkiye
Cumhuriyeti, üniter bir devlettir. Başlangıç bölümünde Anayasanın Türk vatanı
ve milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü
belirlediği vurgulanmış, hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk
varlığının devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının karşısında koruma
göremeyeceği ilkesi getirilmiştir. Anayasanın 3 üncü maddesinde de bu ilke
"Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür" biçiminde
tekrarlanmıştır. Bu ilkeye verilen önem o derece de büyüktür ki, 4 üncü
maddede, 3 üncü madde hükümlerinin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin
teklif edilemeyeceği belirtilmiştir. 5 inci maddede devletin temel amaç ve
görevinin Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini
korumak olduğu gösterilmiş, 14 üncü maddede, Anayasada yer alan hak ve
hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz hükmü getirilmiştir.
Anayasanın
68 inci maddesinde, siyasî partiler, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez
unsurları olarak kabul edilmekle beraber, 11 inci maddede yer alan Anayasanın
bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesinin doğal sonucu olarak Anayasa ve kanun hükümleri
içerisinde faaliyetlerini sürdürecekleri sınırlaması getirilmiştir. Bu
sınırlama, 68 inci maddenin dördüncü fıkrasında yer almakta ve siyasî
partilerin tüzük ve programları ile eylemlerinin devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne aykırı olamayacağı biçiminde vurgulanmaktadır. Aykırılığın
yaptırımı ise, yine Anayasanın 69 uncu maddesinin altıncı fıkrası uyarınca o
partinin temelli kapatılmasıdır.
Kuşku
yoktur ki, hiçbir devlet ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelen
tehdidi "siyasî parti, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez
unsurudur" diyerek gözardı edemez ve bu tehdidin sürgit devam etmesine
izin veremez.
Nitekim,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10 ve 11 inci maddelerinde öngörülen hak ve
özgürlüklerin kullanılmasına ulusal güvenlik, kamu güvenliği, kamu düzeninin
korunması, suçun önlenmesi, genel sağlık ve ahlâk veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması için kanunlarla kısıtlama getirilebileceği esası
kabul edilmiştir.
Bir
siyasî partinin Anayasamızın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine
aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak onun bu fiillerin
işlendiği odak haline geldiğinin Mahkemenizce tespit edilmesi halinde karar
verilir.
Odak
olma hali, kapatma davasının açıldığı tarihte yürürlükte olan 2820 sayılı
Siyasî Partiler Kanununun 103 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan
"bir siyasî partinin yukarıdaki fıkrada yazılı fiillerin mihrakı haline
geldiği, 101 inci maddenin (d) bendinin uygulanması sonucunda bu fiillerin o
partinin üyelerince kesif bir şekilde işlenmiş olduğunun ve bu fiillerin kesif
olarak işlenmesinin o partinin büyük kongre, merkez karar ve yönetim kurulu
veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu yahut bu grubun
yönetim kurulunca zımnen veya sarahaten benimsendiğinin sübuta ermesiyle
olur" şeklindeki bir hükümle belirlenmiş idi.
Kapatma
davasının açılmasından sonra 14.8.1999 tarihli Resmî Gazetede yayınlanarak
yürürlüğe giren 4445 sayılı Kanun, Siyasî Partiler Kanununun 103 üncü
maddesinin ikinci fıkrasındaki hükmü şu şekilde değiştirmiştir: "Bir
siyasî parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde
işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongrede veya genel başkan veya merkez
karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel
kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu
fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği
takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır.."
Yüksek
Mahkemeniz, Siyasî Partiler Kanununun 4445 sayılı Kanunla değişik 103 üncü
maddesinin ikinci fıkrasını Anayasaya aykırı bulmuş ve 12.12.2000 tarihli
kararıyla odak olma halini tanımlayan bu fıkrayı iptal etmiş, böylece, Anayasa
ile Siyasî Partiler Kanunu arasında o tarihte mevcut olan uyumsuzluk ortadan
kaldırılmış idi.
Odak
olma hali, bu iptal kararından sonra 17 Ekim 2001 tarihinde yürürlüğe giren
4709 sayılı Kanunla, Anayasamızın 69 uncu maddesinin altınca fıkrasına eklenen
cümleyle tanımlanmıştır.
Bu
tanıma göre "bir siyasî parti, bu nitelikteki fiiller o partinin
üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve durum o partinin büyük kongre veya
genel başkanı veya genel merkez karar ve yönetim organları veya Türkiye Büyük
Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya
açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca
kararlılık içinde işlendiği takdirde söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş
sayılır."
Anayasamızda
ve Siyasî Partiler Kanununda halen bir siyasî partinin, devletin
bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin
odağı haline gelmiş sayılması için o parti üyeleri ya da yöneticileri hakkında
kesinleşmiş mahkumiyet hükümleri bulunması gerektiğine dair bir hüküm mevcut
değildir. Mevzuatta bu tarzda değişiklik yapılması önerileri Türkiye Büyük
Millet Meclisinde kabul görmemiştir.
Anılan
eylemler, o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlenmiş ve bu durum,
partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları
veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim
kurulunca zımnen veya açıkça benimsenmişse veya bu eylemler doğrudan doğruya
anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlenmişse, odak olma hali
gerçekleşmiş sayılır.
Halkın
Demokrasi Partisi (HADEP) üyelerinin, ülkenin bağımsızlığına, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı çok sayıda eylem gerçekleştirdikleri ve
bu durumun, Anayasamızın değişik 69 uncu maddesinin altıncı fıkrasındaki parti
organlarınca ve parti genel başkanınca benimsendiği, partinin çeşitli kademede
bir kısım yöneticilerinin de bu eylemlerin içinde olduğu, böylece, Halkın
Demokrasi Partisinin anılan eylemlerin odağı haline geldiği devlet güvenlik
mahkemesi savcılarının ülke genelinde açtıkları çok sayıdaki soruşturma ve kamu
davası evrakı içindeki belge ve bilgilerden anlaşılmaktadır.
Bu
davalardan bir kısmı halen derdest ise de, bir kısmı sonuçlanmıştır. Şöyle ki;
Ankara
2 numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesinde HADEP yöneticileriyle ilgili davalar;
1-
16.3.1998 tarihli 1998/53 hazırlık numaralı iddianameyle açılan dava,
(Mahkemenin esas numarası 1998/38"dir)
Davanın
sanıkları HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak, Yürütme Kurulunda sayman İshak
Tepe, Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Satan, Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet
Zeynettin Uney, Genel Sekreter Hamit Geylani, Parti Meclis Üyesi Melik Aygül ve
Yürütme Kurulu üyesi Ali Rıza Yurtsever.
Sanıklara
isnat edilen suç: Silahlı çete PKK'nın siyasî kanat yöneticisi olmak ve
uygulanması istenen madde, Türk Ceza Kanununun 168 inci maddesidir.
İddianamede,
sanıkların Anayasanın açık hükümlerine rağmen devamlı olarak ayrı bir ırk, ayrı
bir halka oldukları, ayrı dilleri, ayrı kültürleri, ayrı yurtları olduğu
temalarını işleyerek HADEP'in, PKK'nın siyasî kanadı olduğunu gösterdikleri ve
HADEP içinde Türkiye'nin millî birliğini, toprak bütünlüğünü bozacak
faaliyetlerde bulundukları anlatılmakta ve bu eylemlerin kanıtları
açıklanmaktadır.
2-
30.4.1998 tarihli 1998/124 hazırlık numaralı iddianameyle açılan dava; (Mahkeme
esas numarası l 998/64)
Sanıklar:
HADEP Parti Meclisi üyeleri Abdullah Mehmet Varlı, Ahmet Türk, Sırrı Sakık,
Sedat Yurttaş, FeridunYazar ile HADEP Ankara İl Başkanı Kemal Okutan, Sanıklara
isnat edilen suç: Silahlı çete, PKK'nin siyasî kanadı HADEP'in yöneticisi
olmak. Uygulanması istenen madde; Türk Ceza Kanununun 168'inci maddesidir.
İddianamede
"HADEP Parti Meclisinin aldığı karar uyarınca HADEP Genel Merkezinde
üyelerine eğitim verildiği, verilen eğitimle Kürt asıllı gençlerin Türkiye
Cumhuriyeti Devletine karşı sözde Kürdistan'ı, Türk egemenliğinden kurtarmak
amacıyla, silahlı mücadele yapmak için PKK saflarına katılmaya hazır hale
getirilmesinin amaçlandığı, HADEP Genel Merkezi HADEP Ankara İl Başkanlığında
yapılan aramalarla ilgili 10.2.1998 günlü arama tutanakları kapsamından
anlaşılmaktadır'' denilmekte, deliller irdelenmekte "yukarıda anlatılandan
HADEP'in silahlı çete PKK'nın legal kuruluşu olduğu anlaşılmaktadır"
şeklinde sonuca varılmaktadır.
3-
16.6.1998 tarihli 1998/194 hazırlık numaralı iddianameyle açılan dava; (Mahkemenin
esas numarası 1998/83 tür.
Sanıklar;
HADEP Parti Meclisi Üyesi Hasan Doğan, HADEP Genel Başkan Yardımcısı Güven
Özata ile HADEP Parti Meclisi Üyesi ve Merkez Yürütme kurulu üyesi olan 36
kişidir.
Sanıklara
isnat edilen suç: Silahlı çete PKK'nin siyasî kanat yöneticisi olmak.
Uygulanması istenen madde ise, Türk Ceza Kanununun 168'inci maddesidir.
İddianamede
"yukarıda açık kimlikleri yazılı sanıklar Hasan Doğan ve arkadaşları HADEP
Merkez Yürütme ve Parti Meclisi üyesidirler. HADEP Parti Meclisinin aldığı
karar uyarınca, HADEP Genel Merkezinde üyelerine eğitim verildiği, verilen
eğitimle, Kürt asıllı gençlerin Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı sözde
Kürdistan'ı, Türk egemenliğinden kurtarmak amacıyla silahlı mücadele yapmak
için PKK safhaların katılmaya hazır hale getirilmesinin amaçlandığı, HADEP
Genel Merkezi, HADEP İl Başkanlığında yapılan aramalarla ilgili 10.2.1998
tarihli arama tutanakları kapsamından anlaşılmaktadır. Aramalarda ele geçirilen
belgelerin tamamında sürekli Türkiye Cumhuriyeti Devleti düşmanlığı yapılmakta,
Kürt asıllı vatandaşlar PKK saflarında devlete karşı silahlı mücadeleye teşvik
edilmektedir. Bu dergileri, parti bürolarında parti yöneticileri de
bulundurmaktadır. Bizzat Genel Başkan ve Genel Başkan yardımcılarının odalarında
Abdullah Öcalan'ın kitapları bulunmuştur. Devamlı PKK propagandası yapan ve
mahkeme kararıyla toplatılmasına karar verilen dergileri parti binalarında
bulunduran sanıkların kasıtları yasak yayın bulundurma olarak yorumlanamaz. Bu
dergiler, parti binalarına gelen Kürt asıllı vatandaşlara okutturulmaktadır. Bu
da, eğitimin bir safhasını teşkil etmektedir. Bu dergiler, beyinleri devlet
düşmanlığı ve PKK sevgisiyle yıkamaktadır. Bu çeşit dergiler, sadece Genel
Merkezde değil bütün HADEP binalarında bulunmaktadır."
"Parti
Meclisi, HADEP'in kongreden sonra en yüksek organıdır. HADEP Genel Merkezinde
eğitim verilmesi kararı parti meclisince alınmıştır. Bu kararı alan parti
meclisi üyelerinin eğitimin içeriğinden de haberleri olduğu şüphesizdir"
denilmekte, sanıkların HADEP içinde PKK'nın özel görevlisi olarak Türkiye'yi
bölmeye yönelik eylem ve faaliyetlerde bulundukları sonucuna varılmaktadır.
4-
7.7.1998 tarihli ve 1998/155 sayılı iddianame; (mahkemenin esas numarası
1998/99'dur.)
Sanıklar,
Kemal Bülbül, HADEP Ankara İl Başkanı; Şaize Zoroğlu, HADEP İl Yönetim Kurumlu
Üyesi ve Ankara İl Kadın Komisyon Üyesi; Yıldız Kılınç, HADEP Yenimahalle İlçe
Yönetim Kurulu üyesi ve İl Kadın Komisyonu Üyesi; Serpil Salman, HADEP
Yenimahalle İlçe Yönetim Kurulu Üyesi ve İl Kadın Komisyonu Üyesidir; Gülser
Aydoğan, HADEP Yenimahalle İlçe Yönetim Kurulu Üyesi ve İl Kadın Üyesidir.
Sanıklara
isnat edilen suç: Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını
devlet idaresinden ayırıp Bağımsız Birleşik Kürdistan adında bir devlet kurmak
amacıyla oluşturulan silahlı PKK örgütüne yardımdır. Uygulanması istenen madde,
Türk Ceza Kanununun 169 uncu maddesidir.
İddianamede,
2 Mart 1998 günü sanık Kemal Bülbül'ün İl Yönetim Kurulu üyeleri ile birlikte
Ankara Kapalı Cezaevinde bulunan PKK örgütü mensubu olmak suçundan hükümlü eski
DEP milletvekilleri Hatip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan ve Selim Sadak'ı
ziyaret ettikten sonra sanık Kemal Bülbül'ün, cezaevi dışında bulunan topluluğa
partinin basın bürosunca hazırlanmış bulunan basın açıklamasını okuduğu, bu
açıklamada 'DEP milletvekillerine karşı yapılan darbe fiyasko ile
sonuçlanmıştır. Ancak, görünen odur ki, Kürt halkı DEP yöneticilerinin mücadele
bayrağını yere düşürmeyerek siyasî demokratik mücadeleyi geliştirmiştir'
denildiği görülmüştür.
Sanık
Kemal Bülbül'ün ikametgahında yapılan aramada 'Tarihsel Haksızlıklarla Karşı
Karşıya Kalan Kürtler, Kürt Sorunu ve Çözüm Önerileri' başlıklı 7 sayfalık
doküman ele geçmiştir. Sanık Kemal Bülbül bu belgeyi HADEP arşivinden aldığını
söylemiştir. Bu belgede 'Bugün Kürt halkı, iskeleti ve beyni parçalanmış,
devletlerarası paylaşılmış bir konumdadır. Ne acıdır ki, sömürgelerin bile
statüsü varken Kürtlerin ve tarihî ülkesi olan Kürdistan'ın hiçbir uluslararası
resmî statüsü yoktur. ...Türkiye'de yaşayan herkes Türk'tür gibi ırkçı bir
resmî ideolojiyle Kürtlerin varlığı dahi inkâr edilmiş, Kürt dili, kültürü ve
tarihî değerleri bir imha sürecine tabi tutulmuştur. Kürtler bu köleci statüyü
ya da statüsüzlüğü o tarihten beri asla kabullenmediler. 1925-1938 yılları
arasında Türkiye Cumhuriyetinin resmî verilerine göre tam 28 kez silahlı olarak
ayaklandılar. 1960-1980 yılları arası, bugünkü Kürt ulusal uyanışı ve özgürlük
mücadelesinin temellerinin atıldığı yıllardır. 1994 yılında Kürdistan İşçi Partisi
PKK'nın politik önderliğinde başlatılan silahlı mücadele kesintisiz 14 yıldır
devam ediyor" şeklinde ifadeler yer almaktadır.
HADEP
İl Kadın Komisyonu, imzalı bildiride ise, aşağıdaki bölümler yer almıştır:
'Sistemin
10 yıldır sürdürdüğü antidemokratik uygulamaları sonucu büyük bunalımlar
yaşanmaktadır. Bu bunalımın nedeni her türlü ekonomik, demokratik, kültürel hak
ve özgürlükleri savunan, dinamiklere karşı sistemin dayattığı tek ulus, tek
ırk, tek düşünce, tek dil şovenizmidir. ...Bu uygulamaların en kapsamlısı,
uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını kullanmak isteyen Kürtlere karşı
geliştirilmiştir. 14 yıldır sürdürülen savaş sonucu basılmadık ev,
boşaltılmadık köy, işkence edilmedik kişi bırakmamacasına hiçbir kaide ve kural
gözetilmeksizin pervasızca bir zulüm uygulanmıştır' şeklinde ifadeler
bulunmaktadır.
Ayrıca,
ele geçen kanıtlardan HADEP İl Kadın Komisyonu üyeleri olan sanıkların bu basın
açıklamasıyla silahlı çete PKK'ya destek verdikleri vurgulanmaktadır.
2
Numaralı Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinde açılmış olup yukarıda iddianame
tarih ve numaraları yazılı 4 davanın, bugün itibariyle bulundukları durum;
Yukarıda
belirtilen davalar Ankara 2 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesinde sanıkları
Murat Bozlak ve arkadaşları olan 1998/38 esas numaralı dava ile
birleştirilmiştir. Birleşen davaların sınıklarından bazıları
yakalanamamışlardır. Bunlar gıyabi tutukludurlar. Bu nedenle, sonuçlanmayan
davanın duruşması 4.3.2002 tarihine ertelidir.
5-
28.12.1998 tarihli 1998/527 hazırlık numaralı iddianameyle açılan dava; Esas
numarası, 2001/ 35, Karar no: 2001/75
Sanıklar;
HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak, Genel Başkan Yardımcısı Bahattin Günel, Genel
Sekreter Ahmet Turan Demir, Ankara İl Başkanı Kemal Bülbül, İl Yönetim Kurulu
Üyesi Hüseyin Yılmaz, Parti Meclisi Üyesi Emine Mısır ve arkadaşları olmak
üzere toplam 47 sanıklı bir dava.
Sanıklara
isnat edilen suç: Silahlı çete PKK'ya hal ve vasfını bilerek yardım etmek.
Uygulanması istenilen madde, Türk Ceza Kanununun 169 uncu maddesidir.
İddianamede
''HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak ve HADEP Ankara örgütünün basın
açıklamalarından sonra, başta Ankara olmak üzere Türkiye genelinde Abdullah
Öcalan'ın İtalya'da tutuklanmasını ve Türkiye'nin silahlı çete başının
yargılanmasını temin için iade girişimlerini protesto etmek amacıyla bütün
HADEP il ve ilçe binalarında açlık grevlerine başlandığı... HADEP Genel Başkanı
Murat Bozlak'ın basın açıklaması ve HADEP Ankara İl Örgütü imzalı açıklamaları
incelendiğinde, Abdullah ÖCALAN'ın İtalya'dan başlamak üzere bütün Avrupa'da
hatta dünyada, çetesine ve kendisine siyasî bir hüviyet kazandırmaya yönelik
faaliyetlerine paralel açıklamalar olduğu anlaşılmaktadır. Esasen HADEP'in
yapılan bütün kongrelerinde yöneticilerinin yaptığı bütün konuşmalarda,
yaptıkları bütün basın açıklamalarında, Kürt sorununun kan dökülmeden
demokratik barışçıl çözümü yani, silahlı çete PKK ve başı Abdullah Öcalan'a
siyasî hüviyet kazandırılması amacına vurgulanmıştır.
...Yine,
1.11.1998 günü yapılan HADEP'in büyük kongresinde; 'Biji Aşiti, ...Kürdistan
Faşizme Mezar Olacak, Biz PKK'lıyız, PKK Halkın Partisidir. Serok APO, Biji
APO; Gerilla Vuruyor, Kürdistanı Kuruyor' sloganlarının atıldığı; atılan
sloganlara divanın tepkisiz, kaldığı, 1.11.1998 günlü tutanak kapsamından
anlaşılmıştır... HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak'ın ve HADEP Ankara İl Örgütü
imzalı basın açıklamaları, HADEP kongrelerinde HADEP yöneticilerinin yaptıkları
konuşmalar, kongrelerinde söylenenler, gençleri PKK saflarına katılmaya davet
eden şarkılar, PKK ve Abdullah Öcalan lehine atılan sloganlar, silahlı çete PKK
ile HADEP arasında organik bir bağ olduğunu gösterir. PKK-HADEP birlikteliği
PKK ile HADEP arasındaki organik bağ, HADEP il, ilçe binalarında, merkez
binasında yapılan aramalarda bulunan belge ve dokümanlarda daha açık bir şekilde
görülür" iddiası yer almaktadır.
Bu
iddianame üzerine sanıklar yargılanmışlar, Murat Bozlak, Bahattin Günel, Turan
Demir, Kemal Bülbül, Hüseyin Yılmaz, Emine Mısır, Ali Akgül, Rezzan Sümbül, M.
Emin Araş, Sevgi Ünal, Dursun Turan, Cevdet Malgaz, Safiya Akalın, Ahmet Aydın,
İlhan Aydın, Hüsamettin Avşar, Şaize Zoroğlu ve Sultan İzra'nın Türk Ceza
Kanununun 169 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 5 inci Maddesi ve Türk
Ceza Kanununun 59 uncu maddesi uyarınca 3'er sene 9'ar ay ağır hapis cezasına çarpıtılmışlardır.
Diğer sanıkların beratlarına karar verilmiştir. 24.2.2000 tarihli 1-20 sayılı
karar, mahkum olan sanıkların temyizi üzerine Yargıtay'a gelmiş ve Yargıtay 9
uncu Ceza Dairesi, 23.1.2001 tarihli ve 2409/162 numaralı kararıyla mahkumiyet
hükmünü bozmuştur. Bozma gerekçesi, davanın 4616 sayılı Kanun kapsamına girmiş
olmasıdır.
Yargıtay
bozmasından sonra sanıklar hakkındaki davada 4616 sayılı Kanun uygulanarak
davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verilmiş ve bu karar
temyiz edilmediğinden 9.5.2001 tarihinde kesinleşmiştir.
6-
14.1.1999 tarihli ve 1998/460 hazırlık numaralı iddianameyle açılan dava;
(mahkeme esas numarası, 1999/6)
Sanıklar;
Şahabettin Özarslaner ve 13 arkadaşı, Suç: Silahlı çete PKK'nın hal ve vasfım
bilerek silahlı çeteye yardım etmek. Uygulanması istenilen ceza maddesi, Türk
Ceza Kanununun 169 uncu maddesidir.
Sanıklardan
Şahabettin Özarslaner 4.10.1998 günü Ankara Yılmaz Güney Sahnesinde yapılan
HADEP olağan ilk kongresinde divan başkanlığı; Şah Hanım Kanat ve Sinan Uğur
ise divan üyeliği yapmışlardır. İddianamede, 4.10.1998 günü Ankara Yılmaz Güney
Sahnesinde yapılan HADEP Ankara İl Teşkilatının olağan kongresinde divan
başkanlığı yapan sanık Şahabettin Özarslaner ile divan üyeliği yapan sanıklar
Şah Hanım Kanat ve Sinan Uğurun kongre programında bulunmamasına ve hükümet
komiserinin ikaz etmesine rağmen Mezepotamya Kültür Derneğine bağlı sanatçı
sanıklar, Hasan Kocadağ, Nurcan Değirmenci, İkram Tan, Şengül Pak, Hıdır Çelik,
Arife Düzdaş ve Mehmet Akbaş'a gençleri PKK saflarına katılmaya davet eden
şarkılar söylettikleri; ayrıca, sanıklar, Leyla Zana, Hatip Dicle, Selim Sadak
ve Orhan Doğan'ın cezaevinden gönderdikleri PKK terörünün meşru gösteren
mesajını okuttukları anlatılmakta, kanıtları gösterilmektedir.
Yargılama
sırasında 4616 sayılı Kanun yürürlüğe girdiği için bir kısım sanıkları hakkında
erteleme kararı verilmiş ve bu karar kesinleşmiştir.
Ankara
l Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesinde HADEP yöneticileriyle ilgili davalar;
-
23.8.1996 tarihli ve 1996/614 hazırlık ve 1996/83 sayılı iddianameyle açılmış
bulunan dava. (Mahkeme esas numarası 1996/80)
Sanıklar,
HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak ve 39 arkadaşı. İsnat edilen suç: Devletin
hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmak
amacıyla kurulmuş olan silahlı çetenin yöneticisi ve sair efradı olmak.
Uygulanması istenen ceza maddesi, Türk Ceza Kanununun 168, 169 ve Terörle
Mücadele Kanununun 5 ve 8 inci maddeleri.
Bu
iddianamede, 23.6.1996 tarihinde Ankara Atatürk Kapalı Spor Salonunda yapılan
ve PKK örgütünün gösterisi halinde cereyan eden HADEP'in 2 inci olağan
kongresinde, Türk bayrağının indirilip yerine Abdullah Öcalan'ın posterinin
asılması olayı, atılan bölücü sloganlar, yapılan konuşmalar; HADEP Genel
Merkezinde, il ve ilçe teşkilatları binalarında yapılan aramalarda ele
geçirilen bölücü yayınlar; PKK'nın kuruluşu, amacı, stratejisi paralelindeki
örgütler, aparatlar, HADEP ile PKK ilişkileri anlatılmakta; PKK-HADEP
ilişkilerini ortaya koyan deliller gösterilmekte ve irdelenmekte; HADEP'in,
kapatılan HEP ve DEP'in devamı olarak kurulduğu, terör örgütü PKK'nın illegal
alanda sürdüremediği cephe faaliyetlerini legal alanda üstlendiği, PKK lehine
sempati yaratmak ve bu örgüte eleman temin etmek için faaliyetlerde bulunduğu
vurgulanmaktadır.
2-
17.12.1996 tarihli 1996/858 hazırlık numaralı iddianameyle açılan dava.
(Mahkeme esas numarası 1996/120)
Sanıklar:
HADEP Ankara İl Yönetim Kurumlu üyeleri Abdurrahim Bilen, Ali Akgül, Yaşar
Özcan ve Şah Hanım Kanat. Sanıklara isnat edilen suç: Bölücü silahlı çetenin
sair efradı olmak. Uygulanması istenen ceza maddesi, Türk Ceza Kanununun 168 ve
Terörle Mücadele Kanununun 5 inci maddesidir.
İddianamede,
23.6.1996 tarihinde Ankara'da yapılan HADEP'in ikinci olağan kongresinde
cereyan eden olaylardan ve HADEP Ankara İl Teşkilatı binasında yapılan
aramalarda ele geçirilen yayın ve dokümanlardan bu sanıkların da sorumlu
oldukları belirtilerek, 1996/614 hazırlık numaralı iddianameye atıflarda
bulunulmuştur.
3-
9.10.1996 tarihli 1996/705 hazırlık numaralı iddianame. (Mahkeme esas numarası
1996/90.)
Sanıklar:
Faysal Akçan ve Gıyasettin Mordeniz. Sanıklara isnat edilen suç: Devletin
hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya
matuf faaliyetlerde bulunmak. Uygulanması istenen madde, Türk Ceza Kanununun
125 inci maddesidir.
İddianamede,
sanıklardan Gıyasettin Mordeniz'in HADEP il ve ilçe teşkilatları bünyesinde
oluşturulan gençlik komisyonu mensubu olduğu, 23.6.1996 günü Ankara'da yapılan
HADEP 2 inci Olağan Kongresinde, Türk Bayrağının indirilerek yerine bölücü
örgüt başı Abdullah Öcalan'ın posterinin asma olayını planlayıp
gerçekleştirdikleri anlatılmaktadır.
1
numaralı Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinde açılmış olup yukarıda iddianame
tarih ve numaraları yazılı üç davanın bugün itibariyle bulundukları durum;
Yukarıda
belirtilen davalar, Ankara l numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesinde sanıkları
Murat Bozlak ve 39 arkadaşı olan, 1996/80 esas numaralı davayla
birleştirilmiştir. Böylece 1996/80 esas numaralı dava ana dava haline
gelmiştir. Dava 4.6.1997 tarihinde karara bağlanmıştır. Mahkeme: Murat Bozlak,
Hikmet Fidan'ın, Türk Ceza Kanununun 168/2 maddesiyle Terörle Mücadele
Kanununun 5 inci maddesine aykırı davrandıklarını sabit görerek 6'şar yıl ağır
hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, 28 sanığın Türk Ceza Kanununun 169.
maddesi uyarınca 4 yıl 6'şar ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmalarına,
Faysal Akçan'ın, 162/2. madde uyarınca 22 yıl 6 ay ağır hapis cezasıyla
cezalandırılmasına, diğer sanıkların ise beraatlarına karar vermiştir.
Hüküm,
mahkûmiyet ve beraat kararları yönünden temyiz edilmiş, Yargıtay Dokuzuncu Ceza
Dairesinin 8.6.1998 gün ve 3736-1820 sayılı kararıyla beraat edenlerden Sırrı
Sakık, mahkûm olanlardan ise Faysal Akçan hakkındaki kararlar onanmış, diğer
mahkûmiyet ve beraat kararlarının bazı dosyaların birleştirilmeleri lüzumu
nedeniyle bozulduğu, bozma kararından sonra 1998/104 esas numarasını alan
dosyanın duruşmasının 29.1.2002 tarihine erteli olduğu anlaşılmıştır.
4.
- l .7.1998 tarihli ve l998/247 hazırlık numaralı iddianameyle açılan dava:
Sanıklar:
HADEP
Eskişehir İl Sekreteri Yılmaz Açıkgöz, HADEP Eskişehir İl Başkanı Hamza Abay,
Halit Eray Çelik ve Ahmet Uluçelebi.
İsnat
edilen suç: Silahlı çete PKK'ya yardım.
Uygulanması
istenilen ceza maddesi: Türk Ceza Kanununun 169 ve 3713 sayılı Kanunun 5 inci
maddeleri.
Sanıklar,
açılan bu dava üzerine yargılandıkları mahkemede, Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan propaganda yapmak
suçundan Terörle Mücadele Kanununun 8/1 maddesi uyarınca cezalandırılmışlardır.
Mahkemenin 14.1.1999 tarihli 106-4 sayılı nihaî kararı Yargıtay'ca 11.5.1999
tarihinde onanarak kesinleşmiştir.
5.
- 5. l .1998 tarihli 1997/404 hazırlık numaralı iddianameyle açılan dava,
Sanık:
HADEP Parti Meclisi Üyesi Recep Doğaner.
İsnat
edilen suç: Bölücülük propagandası yapmak
Uygulanması
istenilen ceza maddesi: Terörle Mücadele Kanununun 8/1 maddesidir.
Bu
iddianameyle açılan dava, sanığın Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü bölmeyi hedef alan propaganda suçu sabit
görülerek mahkûmiyetle sonuçlandırılmıştır. Sanığa, Terörle Mücadele Kanununun
8/1. maddesi uyarınca ceza verilmiş ve 16.6.1998 tarihli 4-66 sayılı hüküm,
Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesince 11.5.1999 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.
Malatya
Devlet Güvenlik Mahkemesi kararı:
Malatya
Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 22.12.1998 tarihli 1998/510 hazırlık
numaralı iddianamesiyle açtığı dava,
Sanıklar:
HADEP Merkez İlçe Teşkilatı Başkanı Zeki Kılıçgedik, HADEP Malatya İl Başkanı
Hasan Doğan ve HADEP'in yönetim kurulu üyesi ve parti üyesi olan 18 arkadaşı.
Sanıklara
isnat edilen suç: PKK adlı yasadışı örgüte yardım-yataklık.
Uygulanması
istenilen ceza maddesi: Türk Ceza Kanununun 169 ve Terörle Mücadele Kanununun 5
inci maddesidir.
Mahkemece,
6.12.1999 tarihinde 138-177 numarayla karara bağlanan bu davada sanıklardan
Zeki Kılıçgedik, Sakine Bektaş, Hasan Doğan, Muharrem Bilbil, Yıldırım Beşer
Kaplan, Serhat İman, Mahmut Göngör, Mehmet Yücedağ, Hıdır Berktaş, Sabri Sel,
Ferhat Avcı, Yaşar Uçar, Ali Gelgeç ve Abuzer Yavaş'ın, PKK'ya, bilerek ve
isteyerek yardım ve yataklık yaptıkları sabit görülmüş, bu sanıklar Türk Ceza
Kanununun 169 uncu maddesi ve Terörle Mücadele Kanununun 5 inci maddesi
uyarınca neticeten 3'er yıl 9'ar ay ağır hapis cezasına çarptırılmışlardır. Bu
mahkeme kararı, Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesinin 4.12.2000 tarihli kararıyla
onanarak kesinleşmiştir.
Van
Devlet Güvenlik Mahkemesi kararı:
Van
Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 5.12.1998 tarih 1998/867 hazırlık
numaralı, 20.12.1999 tarihli 1999/20-18 numaralı, 27.1.1999 tarihli 1999/13-11
numaralı iddianamelerle açtığı davalar.
Bu
davalar Van Devlet Güvenlik Mahkemesinde 1998/355 esas numaralı davada
birleştirilmiştir. Sanıklar: HADEP Muş İl Başkanı Sıddık Genç, HADEP Muş Merkez
İlçe Başkanı Zeki Çaçan ve 7 arkadaşı,
İddianamelerde
sanıklara isnat edilen suç: Bölücü örgüte yardım-yataklık.
Uygulanması
istenilen ceza maddesi: Türk Ceza Kanununun 169 ve Terörle Mücadele Kanununun 5
inci maddesidir.
Van
Devlet Güvenlik Mahkemesi 16.5.2000 tarih ve 355/144 numaralı kararıyla
sanıklardan Mehmet Sıddık Genç ve Zeki Çaçan'ın silahlı bölücü örgüt PKK'ya
yardım ve yataklık etmek eylemlerini sabit görerek, bu sanıkları Türk Ceza
Kanununun 169 ve 3713 sayılı Kanunun 5 inci maddeleri uyarınca neticeten 3'er
sene 9'ar ay ağır hapis cezasına mahkûm etmiş, diğer sanıklar ise beraat
etmiştir.
Temyiz
edilen bu mahkûmiyet kararı Dokuzuncu Ceza Dairesinin 30.1.2001 tarihli
kararıyla, eylemin 4616 sayılı Kanunun kapsamında kaldığı gerekçesiyle
bozulmuştur. Bozmaya uyan mahkemenin 15.3.2001 tarihli kamu davasının
ertelenmesine ilişkin kararı kesinleşmiştir.
Erzurum
Devlet Güvenlik Mahkemesinde görülen davalar:
1.-
HADEP Kars İl Başkanı Şemistan Ağbaba., Erzurum Devlet Güvenlik Mahkemesinin
24.12.1999 tarihli 360-385 numaralı kararıyla silahlı çetenin hareketlerini
kolaylaştırmak suçundan Türk Ceza Kanununun 169 ve Terörle Mücadele Kanununun 5
inci maddesi uyarınca neticeten 3 yıl 9 ay ağır hapis cezasına mahkûm olmuş, bu
karar Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesinin 31.10.2000 tarihli kararıyla onanarak
kesinleşmiştir.
2.-
HADEP Kars İl Başkanı Mehmet Yardımcıel ve HADEP üyesi Güven Bekirhan, Erzurum
Devlet Güvenlik Mahkemesinin 4.6.1999 tarihli ve 389-141 numaralı kararıyla,
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı amaçlayan propaganda
suçundan Terörle Mücadele Kanununun 8/1 maddesi uyarınca 10 ay hapis ve 2
milyar 250 milyon lira ağır para cezasıyla cezalandırılmış, bu hüküm Yargıtay
Dokuzuncu Ceza Dairesinin 7.10.1999 tarihli kararıyla onanarak 7.10.1999
tarihinde kesinleşmiştir.
3.-
HADEP üyesi M. Nuri Güneş, Abdullah Akın ve 3 arkadaşı hakkında 30.12.1999
tarihli 1999/555 hazırlık numaralı iddianameyle HADEP Iğdır ikinci olağan kurul
toplantısı sırasında yaptıkları konuşmalarda, halkı sınıf, ırk veya bölge
farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek suçundan açılan
davada, mahkemenin 12.1.2001 tarihli 3-10 numaralı kararıyla 4616 sayılı
Kanunun 2 nci maddesiyle değişik 4454 sayılı Kanunun 1/3 maddesi uyarınca
davanın kesin hükme bağlanmasının ertelemesine karar verilmiş ve temyiz hakkı
olmadığından bu karar kesinleşmiştir.
Adana
Devlet Güvenlik Mahkemesi kararları:
1)
HADEP Adana İl Sekreteri Arif Atalay, Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi
Başkanlığının 29.5.1998 tarihli 234-432 numaralı kararıyla halkı ırk, bölge
farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek suçundan Türk Ceza
Kanununun 312/2. maddesi gereğince 10 ay hapis ve para cezasına mahkûm olmuş,
hüküm 17.6.1999 tarihinde kesinleşmiştir.
2)
HADEP Adana İl Başkanı Eyüp Karakeçi, HADEP Yüreğir İlçe Başkanı Hasan Beliren
ve arkadaşları Arzu Ateş hakkında, Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi
Başsavcılığının 1998/501 hazırlık numaralı 13.1.1999 tarihli iddianamesiyle
dava açıldığı, İddianamede sanıklara isnat edilen suçun PKK örgütüne
yardım-yataklık etmek ve bölücülük propagandası yapmak olduğu., sanıkların Türk
Ceza Kanununun 169 ve Terörle Mücadele Kanununun 8/1 maddesi uyarınca
cezalandırılmalarının istenildiği anlaşılmış, Adana l Numaralı Devlet Güvenlik
Mahkemesinde yargılanan sanıklar hakkında 4616 sayılı Kanun uyarınca erteleme
kararı verilmiştir. 1.2.2001 tarihli 16-17 numaralı bu karar, itiraz vaki
olmadığından 9.2.2001 tarihinde kesinleşmiştir.
3)
HADEP Tarsus İlçe Başkanı Hacı Ateş, İlçe yönetim kurulu üyeleri Fatma
Yurdakul, Fehim Taş, Abdurrahman Tanışma, Ahmet Çimen ve 55 arkadaşı hakkında,
Adana D.G.M. Başsavcılığının 11.12.1998 tarihli 1998/597 hazırlık numaralı
iddianamesiyle, PKK terör örgütüne hal ve sıfatını bilerek yardım-yataklık
suçundan TCK'nun 169 ve Terörle Mücadele Kanununun 5 inci maddesinin
uygulanması istemiyle kamu davası açılmış, Adana l numaralı DGM'de yargılanan
sanıklar hakkında 4616 sayılı Kanun uyarınca erteleme kararı verilmiştir.
1.2.2001 tarihli 588-18 numaralı erteleme kararı, itiraz vaki olmadığından
9.2.2001 tarihinde kesinleşmiştir.
4)
HADEP İlçe başkanı Alaattin Erdoğan, HADEP'in çeşitli kademelerinde görevli
Salih Çakır, Hayrettin Yıldız, Abdurrahim Çiftçi, Abdulmuttalip Tekin,
Giyasettin Çetin ve 34 dava arkadaşı hakkında, Adana DGM Başsavcılığının
9.12.1998 tarihli 1998/597 hazırlık numaralı iddianamesiyle yasadışı PKK
örgütünün üyesi olmak ve bölücülük propagandası yapmak suçlarından TCK'145/1,
168/2, Terörle Mücadele Kanununun 5 ve 8 inci maddelerinin uygulanması
istemiyle kamu davası açılmış, Adana l numaralı DGM'de yargılanan sanıklardan
Alaattin Erdoğan hakkında beraat, diğer sanıklar haklarında ise 4616 sayılı
Kanun uyarınca erteleme kararı verilmiştir. 23.1.2001 tarihli 583-4 numaralı
erteleme ve beraat kararı 1.2.2001 tarihinde kesinleşmiştir.
İZMİR
DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİNDEKİ DAVALAR:
1)
HADEP İzmir İl Yönetim Kurulu Üyesi Düzgün Demirçelik ve 31 arkadaşı haklarında
İzmir DGM Başsavcılığının 31.12.1998 tarihli 1998/414 hazırlık numaralı
iddianamesi ile PKK isimli terör örgütüne yardım etmek suçundan açılan dava, bu
mahkemenin 2.12.1999 gün ve 1-316 kararı ile sonuçlanmış, sanıklardan Düzgün
Demirçelik, Reyhan Çomak, Elif Tokay ve Niyazi İletmiş, Terörle Mücadele
Kanununun 8/1 inci maddesi uyarınca hapis ve para cezalarına mahkum
edilmişlerdir.
Bu
dava 4616 sayılı Kanun yürürlüğe girdiği için sonradan verilen 25.12.2000 tarih
ve 339-343 numaralı kararla ertelenmiştir. Temyiz edilmeyen bu erteleme kararı
kesinleşmiştir.
2)
HADEP Denizli Gençlik Komisyonu Başkanı Hayri Ateş hakkında, İzmir DGM
Başsavcılığının 25.10.1998 tarih ve 1998/157 sayılı iddianamesiyle açtığı dava
mahkemenin 24.12.1998 gün ve 262-286 numaralı kararı ile sonuçlanmış, sanık,
25.10.1998 tarihinde HADEP Denizli İl Teşkilatınca düzenlenen gençlik şöleninde
yaptığı konuşmada bölücülük propagandası yaptığı için Terörle Mücadele
Kanununun 8/1 inci maddesi uyarınca neticeten 20 ay hapis ve para cezasına
çarptırılmıştır.
Bu
hüküm, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 5.3.1999 tarihli kararı ile onanarak
kesinleşmiştir.
3)
HADEP Denizli İl Teşkilatı tarafından 25.10.1998 tarihinde Denizli'de
düzenlenen Gençlik Şöleninde konuşma yapan sanıklar Nuri Turan, Beyaz Emektar
ve Cezmi Yalçınkaya, bölücülük propagandası yaptıkları için, İzmir Devlet
Güvenlik Mahkemesinin 3.6.1999 tarihli 298/100 numaralı kararı ile Terörle
Mücadele Kanununun 81/1 inci maddesi uyarınca cezalandırılmışlardır.
4)
HADEP İzmir Konak İlçe Başkanı Mehmet Emin Bayar ve 20 arkadaşı haklarında
İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 11.12.1998 tarihli ve 1998/426
hazırlık numarası ile açtığı dava, bu mahkemenin 17.8.1999 tarih ve
1998/3000-164 numaralı kararı ile sonuçlanmış, sanıklardan Mehmet Emin Bayar,
Emine Çelebi, Abdullah Kutal, Mirzat Sati ve Cengiz Kaçan, Türk Ceza Kanununun
169 ve Terörle Mücadele Kanununun 5 inci maddesi uyarınca neticeten üçer yıl
dokuzar ay ağır hapis cezasına mahkum olmuşlar, Mehmet Emin Bayar hakkındaki
mahkumiyet hükmü Yargıtay 9 uncu Ceza Dairesinin 27.3.2000 tarihli kararıyla
onararak kesinleşmiştir.
Bu
davada sanığın sübut bulan eylemi, PKK terör örgütünün sözde lideri Abdullah
Öcalan'ın İtalya'da yakalanmasından sonra, Türkiye'ye iadesini önlemek amacıyla
açlık grevleri ve sair şekillerde girişimler başlatmak, açlık grevlerinin HADEP
İlçe Merkezi binasında yapılmasına, İl Yönetiminin onayını alarak izin vermek
ve greve katılanların tüm ihtiyaçlarını karşılamaktır.
5)
HADEP Karşıyaka Gençlik Komisyonu Saymanı Ahmet Bürüks Altındağ ve 23 dava
arkadaşı hakkında İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 22.5.1998
tarihli 1998/169 hazırlık numaralı iddianamesi ile açılan dava, bu mahkemenin
25.3.1999 tarihli 117-46 numaralı kararı ile sonuçlanmış, 17 sanığın beraatine
diğer sanıkların mahkumiyetlerine karar verilmiştir. Sanık Ahmet Bürüks
Altındağ'ın mahkemece sabit görülen eylemi; 21.3.1998 günü yapılan Nevroz
kutlamalarında PKK bayrağı açmak ve bölücü sloganlar atmak, Mahkeme, bu sanığı
TCK'nun 169 uncu maddesi ve Terörle Mücadele Kanununun 5 inci maddesi uyarınca
3 yıl 9 ay ağır hapis cezasına çarptırmış, hüküm bu sanık yönünden Yargıtay 9
uncu Ceza Dairesinin 11.10.1999 tarihli kararı ile onararak kesinleşmiştir.
6)
HADEP Çiğli Parti Sekreteri, Sayman ve Kadın Komisyonu sorumlusu Fatma Erik,
HADEP Çiğli Yönetim Kurulu Üyesi ve Kadın Komisyonu sorumlusu Süzan Erdoğan,
Kadın Komisyonu Başkam Halime Köklütaş, Gençlik Komisyonu Başkanı Erdem Kılıç,
İlçe Başkanı Mustafa Doğan ve 13 arkadaşı haklarında İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi
Başsavcılığınca 17.12.1998 tarihli 1998/456 hazırlık numaralı iddianame ile
açılan kamu davası mahkemenin 11.5.1999 tarihli 308-74 numaralı kararı ile
sonuçlandırılmış, 7 sanığın beraatine, diğerlerinin ise cezalandırılmalarına
karar verilmiştir. Sanıklar Fatma Erik, Süzan Erdoğan, Halime Köklütaş ve Erdem
Kılıç, TCK'nun 169, Terörle Mücadele Kanununun 5 inci maddesi uyarınca üçer yıl
dokuzar ay ağır hapis cezasına çarptırılmışlar, sanık Mustafa Doğan ise beraat
etmiştir. Hüküm, yukarıda isimleri yazılı sanıklar yönünden, Yargıtay 9 uncu
Ceza Dairesinin 25.1.2000 tarihli kararı ile onararak kesinleşmiştir.
Bu
davada sanıkların mahkemece sabit görülen eylemi, silahlı çete başı Abdullah
Öcalan'ın İtalya'dan Türkiye'ye iadesini önlemek amacıyla korsan gösteriler
düzenlemek, bu gösterilerde PKK lehine slogan atmaktır.
7)
HADEP Buca İlçe Başkanı Mehmet Emin Baydar ve 3 arkadaşı hakkında İzmir DGM
Başsavcılığının 17.10.1995 tarihli 1995/467 hazırlık numaralı iddianamesiyle
devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden
ayırmaya matuf fiil işlemek ve silahlı çetenin sair efradı olmak suçundan kamu
davası açılmış, yapılan yargılama sonunda sanık Mehmet Emin Baydar mahkemenin
21.5.1998 tarihli 11-85 numaralı kararı ile, silahlı bölücü örgüt üyelerine hal
ve sıfatlarını bilerek yardım etmek suçundan Türk Ceza Kanununun 169 uncu
maddesi ve Terörle Mücadele Kanununun 5 inci maddesi uyarınca neticeten 3 yıl 9
ay ağır hapis cezasına mahkum olmuş, sanık Mehmet Emin Baydar ile ilgili hüküm
Yargıtay 9 C. D.'nin 16.11.1998 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir.
Diğer sanıklardan M. Nuri Özen, Hasan Aşkın ve Fesih Yavaş, İzmir-Gaziemir
TANSAŞ Mağazası çöp bidonuna bomba koyup patlatarak 5 kişinin ölmesine 25
kişinin yaralanması olayına katıldıkları için, TCK.nun 125 inci maddesi
uyarınca ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlardır.
DİYARBAKIR
DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİNDEKİ DAVALAR:
1)
İtirafçı Mehmet Yazar, Hamza Akalın, Ahmet Yakut, Celal Ayüs ve Ahmet Zülfikar
Odabaşı'nın ifadelerinin yer aldığı dava:
Bu
dosyada HADEP ile PKK arasındaki organik bağın kanıtı olan ifade tutanakları
yer almaktadır. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 21.8.1996
tarih ve 1996/2279 hazırlık numaralı iddianamesi ile açılan bu dava, Diyarbakır
4 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 1996/377 esas numarasında derdest olup
duruşması, dosyadaki bazı eksikliklerin ikmali için 5.3.2002 tarihine ertelidir.
2)
HADEP üyesi Cebbar Leygara, Abdullah Akın, Feridun Çelik, Edip Yıldız, Mesut
Bektaş ve 27 dava arkadaşları hakkında Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi
Başsavcılığının 21.9.1994 tarihli 1994/6159 hazırlık numaralı iddianamesi ile
açılan dava Diyarbakır 3 nolu DGM'nin 1993/658 esas numaralı davası ile
birleşmiştir. Mahkemenin 22.2.2001 tarihli ve 658-88 numaralı kararı ile
sonuçlanan bu davada tüm sanıkların eylemleri TCK'nun 169 uncu maddesi
kapsamında görülmüş ve 4616 sayılı Kanun uyarınca kamu davasının ertelenmesine
karar verilmiştir. Temyiz vaki olmadığından bu karar 21.5.2001 tarihinde
kesinleşmiştir.
Bu
davanın sanıklarından olan Edip Yıldız, kapatılan HADEP'in Diyarbakır Yönetim
Kurulu Üyesi ve kapatılan DEP'in Diyarbakır İl Başkanıdır.
3)
Diyarbakır DGM Başsavcılığının 30.12.1997 tarihli hazırlık 1997/3299, karar
1997/3184 numaralı yetkisizlik kararı.
Bu
kararın ekindeki hazırlık soruşturması evrakı suç unsuru mevkuteler HADEP Genel
Merkezince bastırılmış olabileceğinden, yukarıda tarih ve numarası yazılı
yetkisizlik kararı ile, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığına
gönderilmiş, bu evrak kapsamı Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı
tarafından Ankara 2 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesinde açılan kamu davasında
ve kapatma davası iddianamesinin 11 inci sayfasının başında kanıt olarak
gösterilmiştir.
İSTANBUL
DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİNDEKİ DAVALAR :
1)
HADEP İl Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyesi olan sanıklar Mahmut Şakar, Mehmet
Salih Yıldız, Halil Salık, Hıdır Doğan, Mehmet Salih Güven, Nusrettin Kaplan,
Ayşe Karadağ, Saim Aktürk, Ferhat Yeğin, Alican Önlü, Aslan Yüce, Aslıhan
Duran, Delal Eren, Fethi Özcan, Oktay Şamiloğlu, Mehmet Taş ve Erol Yılmaz
haklarında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 4.11.1998 tarihli
1998/1756 hazırlık numaralı iddianamesiyle, yasadışı PKK isimli silahlı örgüte
yardım etmek suçundan TCK. 169 ve Terörle Mücadele Kanununun 5 inci maddesi
uygulanması istemiyle açılan dava, İstanbul 3 Numaralı DGM'nin 16.1.2001 tarih
ve 351-26 numaralı kararı ile sonuçlanmış, 4616 sayılı Kanun uyarınca sanıklar
haklarındaki kamu davasının ertelenmesine karar verilmiş ve temyiz vaki
olmadığından bu karar, 24.11.2001 tarihinde kesinleşmiştir.
2)
HADEP İstanbul İl Başkanı Mahmut Şakar, Gençlik Komitesi Üyeleri Bişar Levent
ve Kiyasettin Taşdemir ile 14 dava arkadaşları haklarında İstanbul DGM
Başsavcılığının 16.11.1998 tarihli 1998/2345 hazırlık numaralı iddianamesiyle,
yasadışı PKK adlı örgütün üyesi olmak ve bu örgüte yardım-yataklık suçundan
TCK'nun 168/1, 169 uncu maddelerinin uygulanması istemiyle açılan dava,
İstanbul 3 Numaralı DGM'nin 21.2.2001 tarihli 367-52 numaralı kararıyla
sonuçlanmış, sanıklardan Mahmut Şakar ile Aslan Yıldız'ın beraatlerine, diğer
sanıklar haklarındaki kamu davalarının 4616 sayılı Kanun uyarınca ertelenmesine
karar verilmiş ve bu kararlar temyiz edilmeyerek 1.3.2001 tarihinde
kesinleşmiştir.
3)
HADEP İstanbul-Güngören ilçesi teşkilat başkanı Hediyetullah Ülgen, HADEP
yönetim kurulu üyeleri Müzeyyen Ölmez, İbrahim Ekinci, Ekrem Sangır ve Tahsin
Güzel ve 6 dava arkadaşı hakkında İstanbul DGM Başsavcılığının 30.11.1998 tarih
ve 1998/2544 sayılı hazırlık numaralı iddianamesiyle TCK'nun 169 ve Terörle
Mücadele Kanununun 5 inci maddesinin uygulanması istemiyle açılan kamu davası
İstanbul 4 Numaralı DGM'nin 6.12.1999 gün ve 488-620 numaralı kararıyla
sonuçlandırılmış, sanıklardan Hediyetullah Ülgen, Osman Tağu, Cüneyt Subaşı,
Fersende Sangır, Ayhan Tekin, Sadık Altürk ve Mehmet Tahir Aksoy'un TCK'nun
169, Terörle Mücadele Kanununun 5 inci maddesi uyarınca neticeten üçer sene
dokuzar ay müddetle ağır hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiş
ve bu karar Yargıtay 9 uncu Ceza Dairesinin 26.6.2000 tarihli kararı ile
onararak kesinleşmiştir.
4)
HADEP Kocaeli İl başkanı Ramazan Bilginer ve dava arkadaşı Yalçın Vural
hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin 13.11.1998 tarihli ve 1998/1042
hazırlık numaralı iddianamesiyle, bölücülük propagandası yapmak ve halkı ırk,
ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek suçlarından
Terörle Mücadele Kanununun 8/1 inci maddesinin ve TCK'nun 312/2 nci maddesinin
uygulanması istemiyle açılan dava, İstanbul 6 Numaralı Devlet Güvenlik
Mahkemesinin 9.1.2001 tarihli ve 307-4 numaralı kararıyla sonuçlandırılmış,
sanıklar hakkındaki kamu davasının 4454 sayılı Yasanın l inci maddesinin 3 üncü
bendi gereğince ertelenmesine karar verilmiştir. Yasa yoluna gidilmediği için
bu karar, 30. l .2001 tarihinde kesinleşmiştir.
Zamanınızı
alarak ve sizi sıkmayı da, buna da katlanarak, sizi bir sıkıntıya sokma
pahasına davalarla ilgili bu geniş bilgiyi sundum. Bu sunduğum bilgiler,
iddianamemizde delil olarak gösterilen dosyalarla ilgilidir. Bu davanın
açılması tarihinden itibaren halen devam etmekte olan soruşturmalar,
tutuklamalar, mahkumiyet kararları, bu açıkladığım delillerin dışındadır.
Bunları delil olarak Yüksek Mahkemenize sunuyorum.
Devlet
topraklarının bölünmez bütünlüğüne yönelik suç işlemekten ve halkı; sınıf, ırk,
din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik
etmek suçundan hükümlü çok sayıda parti üyesine partinin çeşitli kademelerinde
yönetim görevi verilmiş olması konusu:
Siyasî
Partiler Kanununun 11/2 nci maddesinin (b) bendinin 4 numaralı hükmüne göre,
Türk Ceza Kanununun İkinci Kitabının Birinci Babında yazılı suçlardan veya bu
suçların işlenmesini aleni olarak tahrik etme suçlarından,
Aynı
bendin 5 numaralı hükmüne göre ise, TCK'nun 312 nci maddesinin ikinci
fıkrasında yazılı halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek
kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etme suçlarından mahkum olanlar "siyasî
partilere üye olamazlar ve üye kaydedilemezler" Bu hükümler uyarınca
TCK'nun 125 inci maddesinde tanzim olunan Devlet topraklarını bölme
faaliyetinde bulunma suçları, TCK'nun 168 ve 169 uncu maddelerinde düzenlenen
silahlı bölücü çetenin sair efradı olmak ve böyle bir çeteye yardım-yataklık
suçları ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda yaptırıma bağlanan bölücülük
propagandası suçları da Siyasî Partiler Kanununun 11/2 maddesinin (b) bendinin
4 numaralı hükmü kapsamında siyasî partiye üye olmayı engelleyen
sabıkalardandır.
Bu
suçlardan mahkumiyetleri kesinleşmiş, başka bir ifadeyle sabıkalı oldukları
için partiye üye olarak bile kaydı mümkün olmayan 68 kişiden 20'sinin İstanbul,
9'unun Şanlıurfa, 3'ünün İzmir, 2'sinin Kocaeli, 5'inin Ankara, 2'sinin Van,
3'nün Kars, 4'ünün Adana, 2'sinin Manisa, 1'inin Gaziantep, 2'sinin Hatay,
2'sinin Muş, 1'inin Tunceli, 2'sinin Tekirdağ, 2'sinin Eskişehir, 1'inin
Sakarya, 2'sinin İçel, 1'inin Malatya, 2'sinin Aydın, 1'inin Mardin ve Bursa
il, ilçe ve belde teşkilatlarında yönetim görevlerine getirildikleri, Siyasî
Partiler Kanununun 33 üncü maddesi uyarınca Başsavcılığımız bünyesinde Siyasî
Partiler Tüzüğü Bürosuna valiliklerce gönderilen evraklardan tespit edilmiş,
Başsavcılığımızca bunların büyük bir bölümünün yönetim görevinden ve üyelikten
ihracı sağlanmıştır. Küçük bir bölümü ise, işlem safhasındadır.
Bu
suçlardan mahkum olan bu kadar fazla miktarda kişinin parti yönetiminde
görevlendirilmesinin anlamı açıktır.
Cumhuriyet
Başsavcılığımız tarafından denetimin, yönetim kurullarına getirilenler yönünden
yapıldığı göz önünde tutulduğunda, davalı siyasî partinin yönetim kadroları
içerisinde bu kadar çok kişinin görevlendirilmesi, devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı amaçların eylem boyutuna ulaşmasının ve
parti genel merkezinin buna zımnen ve fiilen geçit vermesinin açık kanıtıdır.
Bizce,
devletin bütünlüğü ilkesine aykırı faaliyetlerde bulunan Türk Ceza Kanununun
125, 168, 169; halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek
kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek. Türk Ceza Kanununun 312/2 ve Terörle
Mücadele Kanununda yaptırıma bağlanan bölücülük propagandası yapmak suçlarından
mahkûm olup cezaları kesinleşmiş bu kadar çok sayıda kişinin Siyasî Partiler
Kanununun hükümleri gözardı edilerek parti üyeliğine kaydedilmesi ve parti
teşkilatının çeşitli kademelerinde yönetim görevlerine getirilmiş olmaları ve
bu kişilerin saptanan amaçlarını gerçekleştirme olanağını bu siyasî parti içinde
görmeleri bir tesadüf değil, HADEP'in ülkeyi bölme amacına yönelik bilinçli bir
şekilde öngörülmüş kadrolaşmadır. Bu yoğunluk, Halkın Demokrasi Partisinin
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı
olduğunu kabule kesinlikle yeterlidir.
İtirafçılar
adına temsilci Mehmet Aktar'ın l .2.1999 tarihli dilekçesindeki beyan:
Diyarbakır
E-Tipi Cezaevinde itirafçı tutuklu olarak yatmaktayken, Başsavcılığımıza
hitaben yazdığı 1.2.1999 tarihli dilekçesinde, Mehmet Aktar, HADEP'in terör
örgütüyle organik ilişkisi olduğunu, bu ilişkinin Avrupa'da örgütün siyasî
kanadı olan ERNK yoluyla ve Türkiye cezaevlerinde PKK üyeleri aracılığıyla
sağlandığını, HADEP Genel Merkez yöneticilerinin sık sık Avrupa'ya giderek
PKK'nın Avrupa sorumlularıyla görüştüklerini, talimatlar aldıklarını, Avrupa'da
eğitilen birçok terör örgütü militanının HADEP içinde faaliyet göstermek üzere
Türkiye'ye gönderildiklerini; cezaevlerinden çıkan, fakat dağda faaliyet
yürütemeyecek durumda olan terör örgütü üyelerinin HADEP içinde
çalıştırıldıklarını, bu insanların genelde HADEP içinde yönetici konumunda
olduklarını, bu kişilerin faaliyetlerinin Avrupa ERNK Örgütü tarafından
denetlendiğini; HADEP'in, terör örgütüne dünya ve Avrupa kamuoyunda meşruluk
kazandırmak, Avrupa'daki demokrat, sosyalist, liberal ve Yeşilcilerin PKK'ya
destek vermelerini sağlamak rolünü üstlendiğini; bu amaçla sosyal etkinlikler,
açlık grevleri organize ederek devlet karşıtı propagandalar yaptıklarını,
Avrupa ülkelerindeki çeşitli kuruluşlarıyla ilişkiye geçerek Türkiye'yi tecrit
etmeye çalıştıklarını;
Örgütün
dağ kadrosuna eleman kazandırmak için HADEP'in kendi bünyesinde kurduğu kadın,
işçi, esnaf komisyonları aracılığıyla insanları PKK sempatizanı haline
getirdiğini, sonra da dağa çıkardığını: HADEP binalarının eğitim yuvaları
haline getirildiğini; terör örgütü sempatizan kitlesini devlete karşı çeşitli
eylemlere çekerek, PKK'nın 'siyasal ordumuz' adına verdiği eylemci bir kitle
yaratmaya çalıştığını, bu amaçla hizmet için terör örgütünün ideolojik
söylemlerinin yumuşatılıp herkesin kabul edebileceği bir kalıba döküldüğünü;
Türkiye'deki sol örgütler, sendikalar, dernekler gibi oluşumlarla PKK adına
ilişkiler kurduğunu; PKK'nın dağ kadrolarının giyecek, ilaç, teknik malzeme,
erzak gibi çeşitli ihtiyaçlarının büyük bir kısmının HADEP örgütleri tarafından
temin edilerek örgüte ulaştırıldığını; ihtiyacı olan bölgeye para da
gönderildiğini; bu amaçla HADEP örgütlerinin 'yoksullara yardım' adı altında
para, yiyecek, giyecek ilaç gibi şeyler topladığını, yardım kampanyaları
düzenlediğini; yurtdışında veya kırsalda eğitildikten sonra eylem amacıyla
Türkiye'ye gönderilen PKK üyelerinin deşifre olmalarını önlemek ve
ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, bunlara HADEP içinde faaliyet gösteren
önceden ayarlanmış kişilerin adreslerinin verildiğini; bunlardan deşifre
olanların yurtdışına aktarılmalarının HADEP eliyle yapıldığını; sonuç olarak,
HADEP'in, bölücü düşünceleri yayan, halkı, devlet düşmanı haline getiren
PKK'nın paravan örgütü olduğunu belirtmiştir.
Dilekçe
sahibi Mehmet Aktar, 2.3.1999 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Savcısına verdiği
ifadede ise, 1.2.1999 tarihli dilekçesinin ve imzanın kendisine ait olduğunu,
Diyarbakır E-Tipi Cezaevindeki itirafçıları temsil ettiğini, dilekçedeki
görüşlerin ortak görüş olduğunu beyan etmiştir.
Dosyaya
ibraz edilen Mehmet Alkın, Arif Sakık, Raşit Akçan ve Mehmet Yazar'ın
Diyarbakır Cumhuriyet Savcısına verdikleri 2.3.1999 günlü ifadeleri de,
HADEP-PKK ilişkilerini ortaya koyan beyanlar içermektedir.
Az
sonra okuyacağım PKK'nın başı Abdullah Öcalan'ın ifadesiyle, bu itirafçı
sanığın ifadeleri arasındaki benzerlik dikkat çekecek boyuttadır.
PKK'nın
başı Abdullah Öcalan yurtdışında yakalanıp Türkiye'ye getirildikten sonra
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılarına verdiği 22.2.1999
tarihli ifadesinde, HADEP'le ilişkisi konusunda, HADEP bünyesinde yurtiçinde
oluşturulan gençlik ve kadın komisyonlarında yapılan eğitim çalışmalarıyla,
Romanya ve Moldova gibi ülkelerde yapılan eğitim çalışmalarının kendi
perspektifine ve görüşlerine uygun olarak yapılan çalışmalar olduğunu; Romanya
ve Moldova gibi ülkelerde yapılan eğitim çalışmalarında yetişen müdahaleci
grupların, HADEP'in faaliyetlerinde ve icraatlarında söz sahibi oldukları
hususunun doğru olduğunu; yurtdışındaki ve özellikle Romanya'daki eğitim
çalışmalarını Mehmet Hoca Kod Cevat Soysal'in yürüttüğünü, kendisiyle telefon
irtibatı kuran bu kişiye görüş ve talimatlarını ilettiği, HADEP'in il ve ilçe
teşkilatlarında gerek yurtdışındaki kamplara ve gerekse kırsal alana eleman
gönderme faaliyetlerinin yürütüldüğü hususunun doğru olduğunu; HADEP'e kuruluşu
sırasında Avrupa teşkilatı vasıtasıyla 200.000 mark para yardımı yaptıklarını -
ki, bu ayrı bir kapatma sebebidir- PKK mensubu cezaevi hükümlüsü Sabri Ok'un
HADEP'lere talimatlar verdiğini, üst düzey kararları da verdiğini; 18 Nisan
1999 tarihinde yapılacak milletvekili seçimleri dolayısıyla HADEP'in
kendisinden PKK'nın Avrupa'daki görevlisi Şahir Kod, Ferhat Abdi Şahin
vasıtasıyla görüş sorduğunu; Şeyh Sait'in torunu olan Abdülmelik Fırat'ın HADEP
Genel Başkanı olmak gibi bir niyetinin olduğunu, kendisinin de bunu uygun
gördüğünü, ancak, HADEP teşkilatında sol görüş hakim olduğu için muhafazakâr
Abdülmelik Fırat'ı istemediklerini, beyan etmiştir.
HADEP-PKK
ilişkilerini çok açık bir şekilde ortaya koyan bu ifade, 1.3.1999 tarihli
yazımız ekinde dosyaya ibraz edilmiştir.
Diğer
deliller: HADEP'in kuruluşundan 2001 yılı sonuna kadar süren dönemde kurucu e
yöneticilere ait listeler; HADEP'in çeşitli kademelerdeki yöneticileri hakkında
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemelerinde açılan 49 kamu davasıyla, Ankara,
İstanbul, İzmir, Adana, Malatya, Van ve Erzurum devlet güvenlik mahkemelerinde
açılan soruşturma ve davalarla ilgili belgeler ve Yüksek Mahkemece istenilen
ifade tutanakları Mahkemenize sunulmuş ve tespit ettiğiniz noksanlar ikmal
edilerek 9.9.1999 tarihli yazımız ekinde gönderilmiştir.
Bundan
sonraki tarihlerde, açılan kapatma davasıyla ilgisi nedeniyle Mahkemenize
gönderilip HADEP'e tebliği istenen belgeler ilgili tebligat işlemleri de
tamamlanmıştır.
Kapatma
davası iddianamesinde değinilen 3 ana, 4 birleşmiş dava olmak üzere, toplam 7
davanın ve kapatma davası iddianamesinin tevdiinden sonra Yüksek Mahkemenizin
Başsavcılığımızdan istediği, iddianamede numaraları belirtilmeyen, ancak
iddianamedeki eylemlerle irtibatlı davaların son durumlarını gösteren karar ve
tutanaklar 3 klasör halinde sunulmaktadır. Sunulan bu belgeler, yeni delil
niteliğinde değildir.
Sonuç
ve istem: çok sayıda HADEP üyesi ve yöneticisinin, ülkemizin bölünmez
bütünlüğüne yönelik, nitelikleri anlatılan eylemleri yoğun bir şekilde işlediği
ve halen de işlemekte bulunduğu ve bu durumun Anayasamızın değişik 69 uncu
maddesinin altıncı fıkrasında yazılı parti organlarınca ve parti genel
başkanınca bizzat suçlara iştirak etmek suretiyle zımnen ve açıkça
benimsendiği, böylece, HADEP'in, Anayasamızın 4709 sayılı Kanunla değişik 69
uncu maddesinin altıncı fıkrasında tanımlandığı şekilde, devletimizin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik düşmanca faaliyetlerin odağı haline
geldiği, sunulan delillerden anlaşılmış olduğundan, 29.1.1999 gün ve 1999/37
numaralı iddianamemizi ve 9.4.1999 tarihli esas hakkındaki görüşlerimizi
tekrarlıyor, Halkın Demokrasi Partisinin Anayasamızın 68 inci maddesinin
dördüncü fıkrası delaletiyle, Anayasamızın 69 uncu maddesinin altıncı fıkrası
uyarınca, eylemlerin yoğunluğu, niteliği, ulaştığı boyut ve ağırlığı göz önüne
alınarak temelli kapatılmasına karar verilmesini arz ve talep ediyorum."
VIII-
SÖZLÜ SAVUNMA
Davalı
Parti'nin 1.3.2002 günlü sözlü savunması şöyledir:
"Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, partimizin kapatılması istemiyle mahkemenize sunduğu
29.11.1999 tarihli iddianamede, HADEP'in, Anayasanın 68 inci maddesinin
dördüncü fıkrasında belirtilen devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı haline geldiği ve 2820 sayılı Siyasî
Partiler Kanununun 78, 79, 80, 81 ve 82 nci maddelerinde yazılı yasaklara
aykırı eylemlerde bulunduğu iddiasıyla temelli kapatılmasına karar verilmesini
istemiştir.
9.4.1999
tarihli esas hakkındaki mütalaasında da, belirttiğimiz maddelere dayalı
talebini Sayın Savcı aynen tekrar etmiştir.
Yine,
17.1.2002 tarihinde mahkemenizde yaptığı sözlü açıklamasında ise, her ne kadar
2820 sayılı Siyasî Partiler Yasasının belirtilen maddelerine açıkça
değinmemişse de "29.1.1999 gün ve 1999/37 numaralı iddianamemizi ve
9.4.1999 tarihli esas hakkındaki görüşlerimizi tekrarlıyoruz" diyerek 2820
sayılı Siyasî Partiler Kanununun 78, 79, 80, 81 ve 82 nci maddelerinde yazılı
yasaklar nedeniyle de...
Sayın
Başkan, davanın açıldığı tarihten sonra ülkemizde yaşanan siyasî partilerin
sıkça kapatılmasının doğurduğu sıkıntılar karşısında, siyasal partilerin
kapatılmasının zorlaştırılması, hatta kapatma yerine farklı müeyyide
uygulanmasına gidilmesi doğrultusunda önemli anayasal değişikliğe gidilmiştir.
4 Ekim 2001 tarih, 4709 sayılı Yasayla gerçekleştirilen Anayasa değişikliğiyle
siyasî partilerin kapatılması sebepleri Anayasa değişikliğiyle siyasî
partilerin kapatılması sebepleri Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü
fıkrasıyla 69 uncu maddesinin onuncu fıkrasındaki sebeplerle
sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla, Siyasî Partiler Kanununun 78, 79, 80, 81 ve
82 nci maddeleri, Anayasa'nın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasında
öngörülmeyen kapatma nedenleri öngörüldüğünden Anayasa'ya açıkça aykırıdır.
Bu
maddelerin Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasında bulunuyorum. Bu iddiamızın
öncelikle incelenerek Siyasî Partiler Kanununun 78, 79, 80, 81 ve 82 nci
maddelerinin Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle iptaline karar verilmesini talep
ediyorum. Ayrıca, Anayasa'nın geçici 15 inci maddesinde yapılan değişiklik
nedeniyle de Yüksek Mahkemenizin bu yönde inceleme yapıp karar vermesinin
önünde yasal engel de kalmamıştır.
Sayın
Başkan, HADEP, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı, çoğulcu, katılımcı, toplumsal
değişim ve yenileşmeyi savunan, evrensel değerlere sahip çıkan demokratik sol
bir kitle partisidir; tüzüğümüzde, partimiz bu şekilde tanımlanmıştır.
Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasiyi savunan HADEP, hukukun üstünlüğüne
bağlı ve insan haklarına dayalı, laik, demokratik bir düzeni Türkiye'de
gerçekleştirme amacındadır.
Tüzük
ve programıyla, Türkiye'de yaşayan tüm insanlarımızın sorunlarına çözüm öneren,
işçinin, memurun, emeklinin, köylünün, esnafın, gençliğin, kadınların
sorunlarıyla yakinen ilgilenen bir partiyiz.
Türkiye'nin
sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynakların, halkın refahı için en verimli
biçimde nasıl kullanılabileceğine ilişkin projeleri olan, sağlık sorunundan
konut sorunundan tutun çevre sorununa kadar Türkiye'de var olan tüm sorunları
kendisine dert edinen gerçek bir Türkiye partisidir HADEP.
HADEP,
11 Mayıs 1994 tarihinde siyasî yaşamına başlamıştır. HADEP'i kurduğumuz dönem,
hem ülkemizin hem de tüm insanlarımızın büyük zararlar gördüğü, acılar çektiği,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yoğunlaşan çatışmaların yaşandığı bir dönemdi. Bu
çatışma ortamının yarattığı gerginlik içerisinde, radikal milliyetçi
gelişmelerin de etkisiyle, Kürt sorununun tartışılması dahi yapılamıyordu. Bu
ortam nedeniyle programımızda yer alan kürt sorunu dışındaki sorunlara ilişkin
düşünce ve çözüm önerilerimiz çok dikkat çekmedi. Var olan dışımızdaki tüm
partilerin tartışmaktan çekindiği ve gündeme getirmek istemedikleri Kürt sorunu
gündeme getirmemiz, şimşekleri üzerimize çekmemize yetti de arttı. O günden itibaren
hem PKK'lıkla hem de bölücülükle itham edildik, bundan da hiçbir zaman için
vazgeçilmedi. Davamız da buna endekslidir. Bundan dolayı Kürt meselesindeki
düşüncelerimizi kısaca, Yüksek Mahkemenin huzurunda da açmak istiyorum.
Sayın
Başkan, sayın üyeler; Türkler ve Kürtler bu topraklar üzerinde bin yıla yakın
bir süreden beri birlikte yaşıyorlar. Ciddi bir kader birliği yapmışlardır;
birlikte savaşmışlar, birlikte ağlamışlar, birlikte gülmüşlerdir. 1071 yılında
Malazgirt'te omuz omuza düşmana karşı savaşmışlar. Ulusal Kurtuluş Savaşını
omuz omuza yine birlikte birlikte kurmuşlardır. Çanakkale'de beraber
savaşmışlar, birlikte şehit düşmüşler. Cumhuriyeti de birlikte kurmuşlardır.
Kore'de, Kıbrıs'ta Kürt-Türk omuz omuzadır. Daha dün, Marmara Bölgesinde meydana
gelen deprem sonucunda yıkılan evler, Türk'e ve Kürt'e ortak mezar olmuştur.
Yine,
Kürtlerle Türkler arasında yoğun evlilikler yaşanmış, akrabalık bağları
kurulmuştur. Keza, Kürtler bugün, Türkiye'nin her tarafında yaşamaktadırlar.
İstanbul'da yaşayan Kürtlerin, Diyarbakır'dan daha fazla olduğu herkesçe
bilinmektedir. Bu kadar ciddi kader birliği, tarihi geçmişi olan ve iç içe
geçmiş Kürt ile Türk'ü ayırmak mümkün olmadığı gibi, gerçekçide değildir.
Dolayısıyla bölücülük iddiası, bu gerçeklik karşısında son derece aya havada
bir iddia olmanın ötesine geçemez; Doğru ve yerinde bir iddia değildir.
Sayın
Başkan, cumhuriyetin kuruluşu sırasında hâkim olan anlayış giderek değişmiş,
sonuçta Kürtlerin varlığı dahi inkar edilir duruma gelinmiştir. Yüksek Mahkemenizin
birçok kararında "Türk Ulusu" kavramının bir üst kimliği ifade
ettiği, alt kimliklerin yok sayılmalarına yol açmayacağı belirtilmişse de, ne
yazık ki, Kürtlerin varlığından bahsetmek, Kürt kültüründen bahsetmek, birlik
ve beraberliği zedeleyici, bölücü anlayış olarak gösterilmeye çalışılmıştır.
HADEP,
alt kimliklerin kendilerini ifade etmelerinin veya gelişmelerinin
engellenmesini demokrasi anlayışıyla bağdaştırmamaktadır. Böylesi bir yaklaşımı
doğru bulmuyoruz. Farklı kültürleri, ülkemizin sahip olduğu önemli bir
zenginlik olarak görüyoruz. Ortak kültür ve üst kimliğe olan katkıları oranında
da birleştirici ve bütünleştirici rol oynayacağı inancındayız.
Sayın
Başkan, sayın üyeler; HADEP olarak hiçbir zaman şiddeti savunmadık, şiddetten
yana tavır almadık, şiddeti sorun çözücü olarak görmedik; sorunların şiddet
dışı, barışçıl, demokratik yöntemlerle çözümünü sürekli olarak savunduk ve biz
kendimize prensip edindik. Bu konuda da kitleler üzerinde etkili olduğumuz
inancındayım. Nitekim, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı da iddianamede, esasen,
HADEP'in yapılan bütün kongrelerinde, yöneticilerin yaptığı bütün konuşmalarda,
yaptıkları bütün basın açıklamalarında "Kürt sorununun kan dökülmeden,
demokratik, barışçıl çözümü vurgulanmıştır" demektedir.
Doğu
ve Güneydoğu Anadolu'da 15 yıl süreyle devam eden çatışmaların başladığı
tarihlerde HADEP yoktu. Çatışmaların en yoğun biçimde yaşandığı 1990'lı
yılların başında da HADEP yoktu. HADEP kurulduğu zaman çatışmaların
başlamasının üzerinden on yılı aşkın bir süre geçmiştir. Dolayısıyla, PKK'ye
katkı sunduğumuz iddiası da doğru değildir. HADEP'liler olarak, çatışmaların
bir an önce sona ermesini sürekli olarak istedik ve diledik. Bize göre, Kürt
sorununda izlenen yanlış politikalar, demokratikleşmeyi engellediği gibi, ekonomik
gelişmeyi de, maalesef, tıkamıştır.
Biz,
üniter devlet yapısına bağlı kalınarak Türkiye'nin bütünlüğü içerisinde Kürt
sorununun geniş bir demokratikleşme programıyla çözüleceğine inanıyoruz. Sorun
çözümsüz değildir, çözümü son derece kolaydır, yeter ki, çözümü içten
isteyelim. Bizler bu ülkenin insanlarıyız. Türkiye, 70 milyon insanın ortak
vatanıdır. Türkiye'deki olumsuzluklar ve olumluluklar hepimizi etkilemektedir.
HADEP, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin büyümesini, gelişmesini, güçlenmesini
istemektedir. Ortadoğu'da, Kafkaslarda, giderek dünyada güçlenen çağdaş, laik,
demokratik devletlerin yanında hak ettiği yeri almış güçlü bir Türkiye genel
istemimizdir. Bunun yolunun da toplumsal barış ve demokratikleşmeden geçtiğine
inanmaktayız. Toplumsal barışını sağlamış ve demokratikleşme sürecini
tamamlamış Türkiye, güçlü bir Türkiye olacaktır. Onun için de, sorunlarımızı
birlikte ve diyalog yoluyla çözmek durumundayız.
Çatışma
döneminde oluşan çeteleşmenin üzerine gidilmiş olmasını önemli bir adım olarak görüyoruz.
Sayın Başkan, 2001 yılı Ekim ayı içerisinde Doğu ve Güneydoğu illerini kapsayan
bir gezimiz oldu. Bu gezi sırasında görüştüğümüz istisnasız herkesin temel
istemi ekmekten, aştan önce çatışmaların -iki yılı aşkın bir süreden beri-
durmasından kaynaklanan huzur ortamının devamıydı. Bunun için de yetkililerin
belirttiği 5 bin civarındaki silahlı PKK'linin silahsızlandırılması
gerekmektedir. Yapılacak yasal bir düzenlemeyle bunun mümkün olabileceği
kanaatindeyim. Keza, OHAL ve koruculuğun kaldırılması, göç edenlerin geri
dönüşlerinin sağlanması, hem sorunun çözümüne katkı sunacak hem de
demokratikleşmenin önünü açacaktır. HADEP olarak bizim, Kürt sorunu konusundaki
kısa çözüm önerilerimizi de bu şekilde izah edebilirim.
Farklı
düşüncelerin kendilerini özgürce ifade edebilmeleri ve örgütlenmeleri çoğulcu
demokrasilerin gereğidir. Ne yazık ki, HADEP açısından bu pek mümkün
olmamıştır. HADEP, kurulduğu günden itibaren bugüne değin geçen süre içerisinde
ciddî haksızlıklara uğramış bir partidir. Partinin kuruluşundan 21 gün sonra,
Urfa'da Muhsin Melik adlı arkadaşımız -ki, bu arkadaşımız kurucu üyemizdi ve
parti meclisi üyemizdi- 21 gün sonra, henüz biz Türkiye'de insanlar bizi
tanımazken, silahlı saldırıya uğradı, 2 Haziran 1994'te kaldırıldığı hastanede can
verdi. Yine, aynı saldırıda Mehmet Ayyıldız ismindeki üyemiz de silahlı
saldırıdan yara almış ve olay yerinde can vermişti.
Keza,
bu saldırılar, ölümle sonuçlanan bu saldırılar burada da bitmedi, üyelerimize
yönelik ölümle sonuçlanan saldırılar Adana'da, Batman'da, Hatay'da, Elbistan'da
ve Kahramanmaraş'ta da devam etti. Adana'da Yüreğir İlçe Yöneticimiz Salih
Subutekin, 28.9.1994 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını
yitirdi.
Adana
Yüreğir İlçe Başkanımız Rebi Çabuk, 3.10.1994'te, yine onunla beraber aynı gün,
aynı yerde bulunan Sefer Cerf adlı Adana Yüreğir ilçe yöneticimizde silahlı
saldırıda yaşamlarını yitirdiler.
Keza,
Batmanda'da il yöneticimiz Ahmet Karabulut, il disiplin kurulu üyemiz Vasfı
Çetin, yine il sekreterimiz Zeki Adlık, silahlı saldırılar sonucu öldürüldüler.
Keza,
Hatay'da Samandağ'da üyemiz olan Mehmet Latfedici de, silahlı saldırı sonucu
yaşamını yitirdi.
Elbistan
ilçe Başkanımız Hüseyin Koku, 20.10.1995 günü Elbistan şehir merkezinde eşiyle
beraber dolaşırken yanına yaklaşan ve kendilerinin sivil polis olduğunu
söyleyen kişiler tarafından gözaltına alınmak suretiyle arabaya bindiriliyor,
bir daha kendisine rastlanılmadı, 6 ay sonra, karlar eridikten sonra, başı
kesik cesedi Malatya Pötürge yolu üzerinde bulundu.
Keza,
bizim için gerçekten sıkıntıların doruk noktaya ulaştığı ve biraz sonra da
değineceğim ikinci olağan kongremiz sonucunda Kahramanmaraş'a dönen kurultay
delegelerimiz Hulusi Kul, Mustafa Öztürk, Mehmet Kaya Kayseri yolunda,
bindikleri özel arabanın önü kesilmiş ve yine bunlar da uğradıkları silahlı
saldırı sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir. Ben, Sayın Savcının bunları da,
HADEP'in uğradığı haksızlıkları da belirtmesini isterdim. Bundan dolayı
uğradığımız haksızlıkları belirtmek amacıyla bunu ifade ettim.
Sayın
Başkan, yine, keza diğer partilere tanınan örgütlenme özgürlüğü HADEP'e
tanınmamıştır. Şırnak, 1995 ve 1999 seçimlerinde hiç örgütümüz olmamasına
rağmen girdiğimiz seçimlerde birinci parti olduğumuz -bir dönem iki, bir
dönemde birinci parti olduğumuz bir il- yüzde 5'ler dolayında oy alan siyasî
partiler bu ilde örgütlenirken, biz örgütlenme imkânı bulamadık. Bundan üç yıl
önce Şırnak il yönetimini oluşturmak üzere görevlendirdiğimiz Şırnak, şu an
Şırnak il başkanı arkadaşımız Şırnak'a gittiği zaman yer buluyor ve bu arada da
emniyet müdüründen randevu isteyerek kendisiyle görüşmeye gidiyor, burada il
örgütünü açmak istediğini izah etmek üzere. Randevu üzerine gittiği emniyet
müdürlüğünde, o günkü emniyet müdürü kendisine dönüp "siz hangi partiden
geldiniz'" diye soruyor "HADEP" diyor. HADEP'ten geldiği
cevabını alınca, beni bağışlayın, çok kaba bir davranışla derhal odayı terk
etmesini istiyor "sizi burada, PKK'lilerin örgütlenmesine izin
vermeyiz" diyor. Tam çıkarken işaret ettiği diğer memurlar tarafından bu
arkadaşımız ve yanında bulunan kişi gözaltına alınıyor. İki gün süreyle
nezarethanede çıplak vaziyette gözaltında tutuldu. İki gün sonra serbest
bırakıldı. Hakkında herhangi bir dava da açılmadı. Aynı arkadaşımız, şimdi yeni
il binası tuttuk ve o arkadaşımızın başkanlığında il örgütü oluşturabildik
Şırnak'ta; ama, Silopi'de oluşturduğumuz ilçe örgütümüzün, ilçe başkanı ile
yöneticisi hâlâ kayıp durumdalar, bulamadık daha.
Yine
birçok ilde de örgütlenme çalışması yaparken HADEP'in il ve ilçe yönetimlerinde
yer alınmaması için insanlar bizzat tehdit edilmişlerdir kendilerinin polis
olduğunu söyleyen sivil kişiler tarafından. Bu konuda, keşke imkân olsaydı
Yüksek Mahkemenizin, binlerce tanık gösterebilirdim, olayı bizzat yaşamış
binlerce tanık vardır.
Yine,
keza Bingöl gibi önemli oy potansiyelimizin olduğu bir yerde zor örgütlenme
yapabildik. Sayın Başkan, aynı tutum seçimler sırasında da kendisini gösterdi,
birçok yerde açıktan HADEP'e oy verilmemesi şeklinde tehditlerle kalınmıştır.
Miting
ve şölen gibi toplantılarımızda, diğer partilere verildiği gibi izin de
verilmedi. Bir örnek olması açısından söylüyorum. Seçim dönemleri, siyasî
partilerin, seçim propagandanın serbest kaldığı dönem de, miting yapmaları
yasal haklarıdır. Bu anlamdaki hakkımızı Diyarbakır'da, ne yazık ki biz
kullanma imkânı bulamadık, yasal hakkımız elimizden alındı, miting yapmamıza
izin verilmedi.
Sayın
Başkan, HADEP' in pasifize edilmesi doğrultusundaki talimatlar, devletin, ne
yazık ki gizli belgelerine geçti. HADEP'in yükselişi en üst kurullarda
tartışılıp, bundan duyulan hoşnutsuzluk bir biçimiyle ifade edilince HADEP'e
yönelik bakış da, yaklaşım da, özellikle yerel birimlerde olumsuz yönde
değişmiştir. Bunun kanıtı olan bir belgeyi izninizle okumak istiyorum ve bunu
Yüce Mahkemenize de takdim edeceğim. 21.10.2000 tarihli Yeni Şafak gazetesinde
çıkan bir haber.
Deniliyor
ki: "televizyonlarda, HADEP'e geçmişiyle ilgili haber programlarının
yayınlanmasının sağlanması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı nezdinde girişimde
bulunularak 1999 yılında yapılması düşünülen genel ve yerel seçimlere bu
partinin girmemesinin sağlanması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına gerekli
belge ve bilgilerin gönderilmesi." Bunlar, en üst kademedeki yönetim
organlarında görev alan kişiler tarafından verildiği söylenen talimatlar.
Sayın
Başkan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, birçoğu henüz DGM'lerde devam eden,
bir kısmı erteleme yasası kapsamına girdiklerinden kesin hükme bağlanmadan
ertelenmiş olan, yine çok az sayıda da kesinleşmiş davayı olduğu gibi bu
davanın konusu yapmıştır. Bu konudaki düşüncelerimizi söylemeden önce, Sayın
Başsavcının yaklaşımına kısaca değinmek istiyorum.
18
Nisan 1999 seçimlerinde iki buçuk ay kala 1996 yılında Ankara Devlet Güvenlik
Mahkemesinde partimizin yöneticileri aleyhine açılan davadaki delillere
dayanılarak dava açılmıştır; yani, aradan üç yıl geçtikten sonra dava
açılmıştır.
Yine,
seçimlerden önce, iki kez, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Sayın Mahkemenizden
partimizin, her nasıl adlandırılırsa adlandırılsın yeter ki seçime sokulmasın
istemiyle iki kez ihtiyati tedbir talebinde bulunmuştu. Yüksek Mahkemenizin son
derece yerinde olan ret kararı olmamış olsa idi, 1999 seçimlerine girmeyecektik
ve bugün, Diyarbakır dahil birçok belediyede seçimleri elde etmiş olmayacaktık.
Yine,
keza erken seçimin Türkiye'de, kısa bir süre önce tartışıldığı bir vakıadır.
Keza, yine yüzde 10'luk Türkiye barajı konusunda, özellikle hükümeti oluşturan
partilerin ciddî sıkıntıları vardır ve Türkiye'de seçim barajı indirilmesi
tartışılmaktadır. Keza, seçim ittifakları da tartışılmaktadır. Tam bu
tartışmaların yaşandığı dönemde ve partimizin de giderek Türkiye'de güçlendiği
bir sırada davanın sonuçlandırılmasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
tarafından istenilmiş olması da, demin söylediğim belge noktasında hareket
ettiğimiz zaman, gerçekten bizi rahatsız etmektedir. Ama, inanıyoruz ki, Yüksek
Mahkemeniz, bu rahatsızlığımızı kesinlikle giderecektir.
Yine,
keza, davanın öne alınıp görülmesini talep ederken, Sayın Başsavcı, mahkemeye
dilekçe verirken bir de basın açıklamaları yapmış, dolayısıyla, bunda da
kamuoyunu oluşturup, hem kamuoyu oluşturan partimiz aleyhine hem de Yüksek
Mahkemenizi -beni bağışlayın- etkilemeye çalışmıştır. İnanıyorum ki, bunların
da bir yararı olmayacaktır.
Sayın
Başkan, Anayasa'nın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasında "siyasî
partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesi
ve milliyetiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olamaz" diyor.
Yine
Anayasa'nın 69 uncu maddesinin yedinci fıkrasında "Bir siyasî partinin 68
inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli
kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline
geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir"
demektedir.
Keza,
yine Anayasamızın 69. maddesine eklenen bir fıkrayla da "bir siyasi parti,
bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu
durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim
organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup
yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan
doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz
konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır." Dolayısıyla...
Keza
yine, sadece Anayasamız geçmişteki gibi, kapatılmayı, odak olma halinde
kapatılmayı değil, devlet yardımından yoksun bırakma müeyyidesinin de
uygulanabileceğine ilişkin yeni bir hüküm de getirmiştir.
Dolayısıyla,
Anayasa değişikliğinden sonraki ilk uygulama, Halkın Demokrasi Partisi aleyhine
açılmış olan bu davada yapılacaktır.
Anayasamızın
bu hükümlerine göre, suçun odak olmanın tespit edilebilmesi için bir kere bu
fiillerin işlendiğinin tespit edilmesi gerek. Fiillerin işlendiğinin tespit
edilmesi ancak bir mahkeme kararıyla kesinleşmiş bir hükümle sabit olabilir.
Yüce Mahkemenizin normal mahkemeler gibi Devlet Güvenlik Mahkemeleri veyahutta
diğer ceza dava mahkemeleri gibi tanık dinleme, bilirkişi incelemesi yaptırma,
dolayısıyla böyle geniş bir araştırma yapma imkânının da bulunmadığı bir
gerçekliktir. Bu durumda, henüz kesin hükme bağlanmamış sadece diğer alt
mahkemelerde görülen davalara dayanılarak fiilin işlendiği iddia edilemez,
muhakkak hükmün kesinleşmesi gerektiğinin düşüncesindeyiz.
Keza
yine, fiillerin, üyeler tarafından işlenen bu fiillerin ciddî anlamda yoğunluk
kazanması gerekiyor. Yoğunluğun yanında ayrıca parti organlarınca zımnen
veyahut da açıkça kabul görmüş olması gerekiyor.
Şimdi,
aleyhimizde Sayın Mahkemenize sunulan üç temel davayla, buna bağlantılı olarak
ibraz edilen davaları ben tetkik ettim. Demin de belirttiğim gibi, kesinleşen
dava sayısı çok az ve sınırlıdır. Toplamı 20'ye yakın üyelerimiz hakkında
kesinleşmiş hükmü ifade ediyor Türkiye genelinde 20 üyemiz; bunlar da, Terörle
Mücadele Yasasının 8 inci maddesinin birinci fıkrasından, ayrıca, 312 nci
maddeden kısmen de 169 ncu maddeden ceza almışlar; toplam 20 kişi, Onbinlerce
kişi hakkında Türk Ceza Kanununun 169 ncu, 312 nci ve Terörle Mücadele
Yasasının 8 nci maddesine dayanılarak açılmış davanın bulunduğu ülkemizde, 20
kişinin. 1.5 milyon oy almış bir siyasî partinin üyesi olan 20 kişinin ceza
almış olmasını, yoğunluklu olarak bu suçun işlendiğinin kanıtı olarak
değerlendirmenin mümkün olmadığı kanısındayız.
Yine
keza, bu suçların genel başkan tarafından veyahut da parti organları tarafından
zımnen veya açıkça onandığına ilişkin herhangi bir kesin kanıt da
bulunmamaktadır. Sadece bir iddia mevcuttur.
Sayın
Başkan, kanaatimize göre kesinleşmemiş, henüz devam eden davaların delil olarak
değerlendirilmeyeceğini belirttik; ancak, buna rağmen, yoğunluklu olarak
değinildiği için, Ankara l ve 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde benim de
sanıklar arasında yer aldığım HADEP Genel Başkanı olarak, ayrıca parti
yöneticilerimizin yer aldığı davalara kısaca izninizle değinmek istiyorum.
1996,
23 Haziran'ında biz İkinci Olağan Kongremizi yaptık. Bizim açımızdan gerçekten
son derece talihsiz bir olayın yaşandığı bir kongreydi ve biz o gün de
söylemiştik, daha sonraki tüm açıklamalarımızda da belirttik: bu, partimiz
aleyhine açık bir provokasyondu. Nedeni de şu:
1995
yılı sonlarında yapılan seçime partimiz ilk defa girmiş ve Türkiye genelinde l
milyon 200 bin dolayında bir oy almıştır. Bu seçimlerden hemen sonra, partimiz
üzerindeki baskılar kısmen hafiflemişti. Keza yine, Parlamentonun açılış
törenine biz davet edilmiştik. Dönemin Sayın Cumhurbaşkanı protokole beni davet
etmişti.
Yine
seçimlerden sonra hükümeti kurmakla görevlendirilen Sayın Başbakan adayı, o
dönem Parlamentoya girmemiş, MHP ve HADEP'in düşüncelerini de kongre öncesi
almak üzere bizleri de ziyaret etmişti, partimize gelmişti ve sonuç itibariyle
de, kongremize gittiğimiz günde Türkiye'deki bütün siyasî partiler, sivil
toplum örgütleri ve dışarıdan birçok hükümetlerde bulunan siyasal partiler de
kongremize gelmişlerdi, bizi onurlandırmışlardı.
Böylesine
bir ortamdaki bir siyasî partinin yöneticilerinin, halkın ortak değeri olan
değerlere karşı yanlış hareket içerisine girmesinin akıllı bir siyasetçi işi
olabileceğini düşünmek mümkün müdür; asla!.. Aklımıza gelmeyen, gerçekten bizim
dışımızda gelişen bir provokasyon sonucu, maalesef, bizim kongremizde astığımız
hepimizin de değeri olan Türk bayrağı, kendini bilmez bir kişi tarafından
indirilmişti. İndiren kişi daha sonra yakalandı, gerekli ceza da verildi.
Ancak,
şunu hemen belirteyim -ben Yüce Mahkemenize sunacağım- bu olaydan sonra Murat
İpek isimli PKK'den ayrılmış bir kişi bir basın açıklaması yapıyor "eylemi
ben fitilledim" diyor. Dolayısıyla, diyor ki: "HADEP'in kongresine,
Davut ismindeki benim Şırnak'tan tanıdığım Ankara emniyetinde görevli bir
kişinin daveti üzerine gittim, orada bulunan gençleri provoke ettik, olay olduktan
sonra da ben kongre salonunu terk edip gittim."
Bu
ifadeyi, biz Devlet Güvenlik Mahkemesine, ki dosyamıza ibraz ettik, buraya da
bu ifadeyi Yüce Mahkemenize sunacağım.
Yine,
şunu hemen belirteyim. O gün kınadık, kongre kararı olarak bu olayı kınadık.
Daha sonra da Milliyet Gazetesinin benimle yaptığı bir röportajda da ben bunu
açıkça ifade ettim. Türk Bayrağı, hepimizin ortak değerimiz olduğunu o gün de
söyledik bugün de söyledik, bundan sonra da düşüncemiz budur, bundan farklı bir
düşünceye sahip olmadık; asla da sahip olduğumuzu kimse de iddia edemez.
Keza,
yine olayı müteakip divan başkanı, yasa gereği divan oluştuktan sonra bütün
yetkiler divandadır; genel başkanın yahut da partideki diğer organların görevi
bitmiştir. Seçimli kongrelerde, ki, bizim yaptığımız seçimli bir kongreydi,
dolayısıyla divan başkanı olan arkadaşımız bayrağın indirildiğini fark ettikten
sonra -bant çözümlerinde de sabittir- şu uyarıyı yapmıştır: "Bayrak
asılmadığı takdirde kongreyi devam ettirmeyeceğim" demiştir. Mahkemedeki
bant tutanaklarında da bu tespit edilmiştir ve sonuç itibariyle biz bayrağı
aldık getirdik, divanın önüne astık; büyük olduğu için, bunun küçük bir
bayrakla değiştirilmesini istediler, hükümet komiseri istemişti; ben, bizzat
şoförümü göndererek genel merkezimizden getirdiğimiz daha küçük boydaki bir
bayrağı, Türk bayrağını, divanımızın tam önüne astık.
Kongrelerde
divan, en önemli noktadır. Salonun sağ veya sol köşesi değil, en merkezi yer
divandır. Biz, divana astık. Ancak, ne yazık ki, şu söylendi: "Hayır, niye
yerine asmadılar'!." gibi bir iddiayla karşılaştık.
Keza
yine, şöyle bir son derece bizleri üzen bir olay da oldu, "büyük bayrak
astılar, sonra bunu küçük bayrakla yer değiştirdiler. Büyük bayrak bütün
Türkiye'yi temsil ediyordu, sonradan ülkeyi böldük, işte size kalan kısmı
budur" dediler gibi hiç akla fikre gelmeyecek bir söylem mahkeme kararına
gerekçe yapılmak istendi. Mahkemenin yaptığı inceleme sonucu benim ve 20'ye
yakın arkadaşımızın içinde bulunduğu kişilere Türk Ceza Kanununun 169 uncu
maddesinden ceza verildi; bu, tarafımızdan temyiz edildi, diğer arkadaşlarımız
beraat ettiler. Ceza, askerî üyenin beraat istemine karşı iki üyenin onayıyla
çıkmıştı 169'dan. Yani, oybirliğiyle verilmiş bir ceza değildir, sonradan
Yargıtay tarafından bu dava bozuldu ve şu an için Ankara l Nolu Devlet Güvenlik
Mahkemesinde devam ediyor.
Keza,
izin verirseniz, Ankara 2 Nolu DGM'deki bir davaya da değinmek istiyorum.
Sayın
Başkan, sayın üyeler; 1998 yılında Abdullah Öcalan İtalya'da iken, Türkiye'de
hükümet, İtalya hükümetinden Öcalan'ın en kısa süre içerisinde derhal iade
edilmesini talep etmişti. O günlerde de halkta olan duyarlılıkla, insanlar,
özellikle şöyle, hemen belirteyim. O dönemki hükümet, Türk Ticaret Bankası'daki
yapılan kimi yolsuzluklar iddiasıyla karşı karşıyaydı ve zor durumdaydı,
gerçekten zor durumdaydı; hükümetin düşme olayı söz konusu idi. Dolayısıyla, bu
olay, hükümet için de âdeta gündemi değiştirmek için bir fırsat teşkil etti;
halk tepki göstermeye başladı, İtalyan Büyükelçiliğine siyah çelenkler
bırakıldı, İtalyan malları, kravatı, şudur budur yakıldı ve hükümet bu giderek
gelişen olaylar karşısında seyirci kaldı. Giderek büyüyen bu olaylar sonucunda
ne yazık ki, sonuçta bizim parti binalarımıza saldırılara dönüştü. Diyarbakır
İl binamız, memurların da polislerin de bulunduğu bir sırada sivil bazı kişiler
tarafından Diyarbakır ilçe binamıza -pardon- girildi, merkez ilçe binamıza ve
orada bir arkadaşımız linç edilerek öldürüldü.
Keza,
İzmit'te yine bu tarzda il binamıza gidildi, parti binamızda bulunan bir kişi
linç edilerek öldürüldü, televizyonlarda da açık bir şekilde gösterildi. Resmî
kıyafetli polis memurları balkonlara çıkıp HADEP'in balkonda asılı bayrağını da
indirmekten hiç çekinmediler. Bu, oluşan genel hava içerisinde HADEP'in
uğradığı son derece üzücü ve haksız bir olaydı.
Bunun
karşısında, benim, 15.11.1998 tarihinde yaptığım bir basın açıklaması oldu. Bu
açıklamada... Sonuç kısmını hemen söyleyeyim; "...yaşanan bu hassas
süreçte, sırtlarına binmiş çetelerden dolayı nefessiz kalmış bazı
politikacıların kendilerini yaşatma amacıyla kamuoyunu yanlış yönlendirmeye
yönelik tavırlarını tasvip etmek mümkün değildir. Herkesin bunu görmesi ve iyi
değerlendirmesi gerekir. Herşeyi bireysel çıkarlar açısından değerlendiren bir
avuç politikacı dışındaki tüm yetkililere, sivil toplum örgütlerine, aydınlara,
emekçilere ve 62 milyon insanımıza çağrıda bulunuyorum. Kürt sorunu, tüm
Türkiyelilerin sorunudur, hepimizin sorunudur. Sorunun barışçıl, demokratik
çözümü bir zorunluluktur. Bu noktada, daha fazla acıların yaşanmaması
doğrultusunda çaba sarf etmeliyiz, sağduyulu olmalıyız; yeni gerginliklere yol
açacak davranışlardan sakınmalıyız, toplumsal barışı ön plana çıkarmalıyız. 62
milyon insanın eşit ve özgürce birlikte yaşamasının koşullarını yaratmalıyız,
hedefimiz barış olmalıdır."
Bu
basın açıklamasını ben gelişmeler üzerine yaptım. Bu basın açıklamasına
dayanılarak dört gün sonra ben evimden 168'e l'inci maddeden hakkımda verilen
gıyabi tutuklama kararıyla alındım. Gıyabi tutuklama kararı vicahiye
çevrildikten sonra da Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'ne götürüldüm, tam 20 gün
sonra DGM savcısı, tutuklanmamı talep eden DGM savcısı, beni ifadeye davet
etti. Bir siyasî partinin genel başkanı 20 gün süreyle kendisine ait olup
olmadığı dahi sorulmayan bir basın açıklaması nedeniyle içeri alınıyor; 20 gün
sonra "basın açıklaması size mi aittir'" diye sordu "evet''
dedim; bana ait olmasaydı ne olacaktı'!. Yani, HADEP konusundaki peşin
fikirliliğin bir diğer örneği de bu.
Yine,
bu basın açıklaması esas alınarak, benim bu çağrıyla Türkiye genelinde açlık
grevlerini başlattığım söylendi. Bu basın açıklamasında açlık grevlerine
çağrıya ilişkin herhangi bir şey yok; olmadığı gibi, bunu ima edecek bir şey de
yok; tamamen herkesi sağduyuya davet eden, sükûnete davet eden bir açıklamadır.
Bu açıklamadan sonra 168'e l'den bana dava açılmadı:169'dan daha sonra dava
açıldı. Yine bu parti binamız ve tüm Türkiye genelindeki binalarımız arandı,
aramalarda da -özellikle bunu da belirtmek istiyorum- yapılan aramalar usule
aykırı sürekli yapılmıştır. Dosyalar tomar halinde parti binalarımızdan, ilçe
binalarımızdan, il binalarımızdan alınıp torbalara yerleştiriliyor,
götürülüyor, emniyette tasnif ediliyordu. Dolayısıyla, zaman zaman yasaklanmış
kimi kitaplar, aynı iki ciltlik bir kitabın bir tanesi benim odama, bir tanesi
genel başkan yardımcılarından birisinin odasına yazılabilindi. Dolayısıyla, bu
aramalar sırasında böylesi bir usule aykırı aramanın da olduğunu belirtmek
istiyorum.
Bu
dava daha sonra erteleme yasası kapsamında görülerek kesin hükme bağlanmadan
ertelendi.
Sayın
Başkan, sayın üyeler; eğer, böylesi kesinleşmemiş davaları esas alırsak o zaman
Yargıtay cumhuriyet başsavcıları istedikleri partiyi kapatırlar, istedikleri
parti hakkında çok sayıda dava açılır o davalar getirilir dolayısıyla odak
noktası olması iddiasıyla da o partinin kapatılmasını talep edebilirler.
Bu
anlamda bir örnek olması açısından, yine bir örnek vermek istiyorum. Konya İl
Yönetimimiz 1998 yılında bir şenlik yapıyor, benim herhangi bir mesajım yoktu,
ama, ondan iki üç gün önce yaptığım bir basın açıklaması vardı; genel başkanın
mesajı olmadığı için tutmuşlar, onlar, benim basın açıklamasını mesaj gibi
okumuşlar. Bu şölenden sonra, şöleni tertip eden il yöneticilerimiz hakkında
soruşturma başlatıldı, bu soruşturmaya basın açıklamasından dolayı benim de
mesajım şeklinde algılanarak ben de bu soruşturmaya dahil edildim. 1998 yılında
Terörle Mücadele Yasasının 8 inci maddesinden ifadem alındı. Aradan üç yıl
geçtikten sonra Konya il yöneticileriyle benim hakkımda Adana Devlet
Mahkemesinde 168'e 2'den dava açıldı ve benim tutuklanmam istendi. Bu, benim
HADEP Genel Başkanlığına yeniden seçildiğim günün hemen arifesindeydi.
Devlet
güvenlik mahkemelerinde HADEP'le ilgili bütün davalarda benzer iddianameler
kullanılıyor, gerekçeler hepsi hemen hemen aynı. Benzer iddianameler
kullanılıyor. Mahkeme tutuklama talebini reddetmişti, daha sonra bu dava
görüldü ve ilk celsede hepimizin beraatine karar verildi, beraat kararı da
kesinleşti. Bu açıdan Yüce Mahkemenizin böylesi kesin hükme bağlanmamış davalar
konusunda titiz davranacağına inanıyorum, bunları gayriye almayacağı
düşüncesindeyim.
Sayın
Başkan, sayın üyeler; siyasî partilere üye olması yasak olan hiçbir kişiyi
bilerek partimize üye ve yönetici yapmadık. Siyasî Partiler Kanununda bir
siyasi partiye üye olmak isteyen yahut da bir siyasî partinin kongresi
sırasında yöneticilik için başvuran kişiden siyasî partilerin sabıka kaydı
isteme gibi bir zorunlulukları yok. Dolayısıyla, bizim böyle bir, yasal
mecburiyet olmadığı için üye olanlardan sabıka kaydı istemediğimizden dolayı
zaman zaman kimi siyasî partiye üye olması yasak olan, yönetici olması yasak
olan kişilerde üye olmuş olabilir, yönetici olmuş olabilir; ancak, bunlar,
bunlara ilişkin dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına gönderiliyor, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı yasak olanları tespit ettiği zaman ilgili partiye
bildiriliyor. Bu şekilde bize bu güne kadar kaç kişinin ismi bildirilmiş ise,
biz derhal gereğini yerine getirmişiz ve sonucunu da Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına bildirmişizdir. Bilerek kendimiz farkında olarak hiçbir kimseyi
partimize yasaklı bir kişiyi üye yapmadık.
Sayın
Başkan, sayın üyeler; şunu da kısaca hemen belirteyim. PKK ile hiçbir organik
bağımız yok, bunu gönül rahatlığıyla hep söyleyebilirim.; kimseden biz talimat
almadık, dağa adam göndermedik, PKK'den de para almadık; bunların hiçbirisi
doğru değildir, bu iddiaları kabul etmiyoruz. Türkiye'deki en şeffaf parti
biziz; çünkü, en çok takip edilen partiyiz ve hemen şunu da belirteyim: Bizim
-bırakın kendimizi- yakınlarımızın dahi telefonları dinleniyor; benim eşimin
telefonlarının dinlendiği, bundan önce dinlenen telefonlar listesinde adı
çıkmıştı. Dolayısıyla, böyle bir durum söz konusu olmuş olsaydı, bunun kapalı
kalabileceğine asla ben inanmıyorum.
Sayın
Başkan, sayın üyeler; bugün huzurunuza belirttiğimiz nedenlerle ve savunmamız
ile son savunmamızda da belirttiğimiz sebeplerden dolayı, ayrıca, yüksek
Mahkemenizce de re'sen tespit edilecek edeceği nedenlerden dolayı Halkın
Demokrasi Partisinin temelli kapatılmasına ilişkin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının
talebinin reddine karar verilmesini saygılarımla arz ve talep ediyorum."
IX-
SİYASİ PARTİLER KANUNU'NUN KİMİ KURALLARININ ANAYASA'YA AYKIRILIĞI KONUSU
A-
DAVALI PARTİ'NİN İDDİASI
Davalı
Parti vekilleri tarafından verilen 0l.03.2002 günlü dilekçede şöyle
denilmektedir:
"A-
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI'NIN İSTEMİ VE DAYANILAN ANAYASA/YASA
HÜKÜMLERİ:
Yargıtay
C. Başsavcısı tarafından vekili olduğumuz Halkın Demokrasi Partisi'nin
kapatılması istemi ile açılan işbu dava dosyası incelendiğinde, 29.1.1999
tarihli iddianame ve Cumhuriyet Başsavcısının 9.4.1999 tarihli "Esas
Hakkındaki Görüş"ünde yer alan istem ve dayanılan yasa maddeleri ile,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın 17.1.2002 günlü sözlü açıklamalarında yer
alan istem arasında farklılıklar bulunduğu görülmektedir:
-
29.1.1999 tarihli iddianamede, HADEP'in kapatılması talep edilirken, bu
partinin hem "devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü
aleyhindeki eylemlerin odağı haline geldiği" ve hem de Siyasi Partiler
Yasası'nın bazı maddelerine aykırı eylemlerde bulunulduğu iddia edilmiş ve
SPY'nın belirtilen hükümleri ile Anayasa'nın 68 ve 69. maddeleri uyarınca
kapatma kararı verilmesi talep edilmiştir. Yani, iddianamede 2820 sayılı Siyasi
Partiler Yasası'nın 78, 79, 80, 81 ve 82. maddeleri ile Anayasa'nın 68 ve 69.
maddelerine dayanılmıştır.
-
9.4.1999 tarihli Esas Hakkındaki Görüşte de; yine SPY'nın belirtilen maddeleri
ile Anayasa'nın 68 ve 69. maddelerine dayanılarak, iddianamedeki istem
yinelenmiştir.
17.1.2002
günü C. Başsavcılığı'nın Anayasa Mahkemesi önündeki sözlü açıklamada ise,
Halkın Demokrasi Partisi'nin Anayasa'nın 68/IV ve 69/VI. maddeleri uyarınca
kapatılması talep edilmişse de, iddianame ve esas hakkındaki görüşün içeriğinin
de yinelendiği belirtilmiştir. Yani, sözlü açıklamada Siyasi Partiler
Yasası'nın 78, 79, 80, 81 ve 82. maddelerine dayanılıp dayanılmadığı ya da
HADEP'in bu maddelere aykırı eylemler dolayısıyla kapatılmasının istenilip,
istenilmediği açık değildir. Fakat, iddianameye ve esas hakkındaki görüşe gönderme
yapılmış olması nedeniyle, dolaylı bir şekilde SPY'nın anılan maddelerine de
dayanıldığı söylenebilir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın davada SPY'nın yukarıda belirtilen maddelerine
dayanıp dayanmadığı ve bu maddelerden dolayı da kapatma isteminde bulunup
bulunmadığı, son derece önemlidir. Bu açıdan, kapatma isteminin hangi hukuksal
nedenlere dayandırıldığının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına açıklattırması
gerektiği düşüncesindeyiz.
B-
2820 SAYILI SİYASİ PARTİLER YASASI'NIN 78, 79, 80, 81 VE 82. MADDELERİNİN
ANAYASAYA AYKIRI OLDUĞUNA İLİŞKİN İTİRAZIMIZ:
I.
4709 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikten sonra, Anayasa'nın Siyasi Partilerin
uyması gereken esaslar ve kapatılmaları ile ilgili hükümleri:
Siyasi
Partilerin uyacakları esaslar ve kapatılma koşulları, Anayasa'nın 69.
maddesinde düzenlenmiştir. Anayasa'nın 69. maddesinin IV. ve devamı fıkraları
siyasi partilerin kapatılmaları ile ilgilidir. Siyasi partilerin kapatılmasını
gerektiren nedenler maddenin beşinci, altıncı ve onuncu fıkralarında yer almaktadır.
Bunlardan, yabancı devlet, kişi ya da kuruluşlarından yardım alan siyasi
partilerin kapatılacağını öngören onuncu fıkra davamızı ilgilendirmemektedir.
Davamızı ilgilendiren ve onuncu fıkra dışındaki temel kapatma nedenlerini
düzenleyen beşinci ve altıncı fıkralar ise aynen şöyledir:
"Bir
siyasi partinin tüzüğü ve programının 68 inci fıkranın dördüncü fıkrası
hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı verilir.
"Bir
siyasi partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı
eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin
işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi
halinde karar verilir.Bir siyasi parti, bu nitelikteki fiiller o partinin
üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya
genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça
benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti yönetim
organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı
haline gelmiş sayılır."
Anayasa'nın
69. maddesinin yukarıya aynen alınan beşinci ve altıncı fıkra hükümleri
karşısında siyasi partilerin kapatılması (onuncu fıkrada yazılı hal hariç) iki
nedenle olabilecektir. Birincisi, siyasi partinin program ve tüzüğünün 68 inci
maddenin dördüncü fıkrasına aykırı olması; ikincisi ise, bir siyasi partinin 68
inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerin odağı haline
gelmiş olmasıdır. Belirtilen bu iki neden dışında herhangi bir nedenle siyasi
partilerin kapatılması mümkün değildir. Dolayısıyla, Anayasa'nın 69. maddesinin
beşinci ve altıncı maddelerinde yazılı olan nedenlerin dışında bir nedenle ya
da belirtilen nedenlerin genişletilmesi yoluyla siyasi partilerin kapatılması
Anayasa'ya aykırı olacaktır.
Anayasa'nın
siyasi partilerin uyacakları ve uymadıkları takdirde 69 uncu maddenin
göndermesi ile kapatma nedenleri sayılacak esasları düzenleyen 68 inci maddenin
dördüncü fıkrası ise aynen şöyledir:
"Siyasi
partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi
ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti
ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine
aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü
savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez."
Bir
siyasi partinin tüzük ve programı, yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı
olamayacağı gibi; eylemleri de, bu fıkra hükümlerine aykırı olamayacaktır. Aksi
takdirde o siyasi partinin kapatılması gündeme gelebilecektir.
II.
İddianame ve Esas Hakkındaki Görüşte yer alan kapatma nedenleri ve uygulanacak
Anayasa hükmü:
Yargıtay
C. Başsavcılığının iddianamesinde ve esas hakkındaki görüşünde, HADEP'in parti
tüzük ve programına yöneltilmiş bir iddia bulunmamaktadır, iddia,
"partinin Anayasa'nın 68/IV maddesinde yazılı hükümlere aykırı eylemlerin
odağı haline gelmiş olduğu"dur. Bu durumda, davamızda uygulanacak kapatma
nedenleri bakımından uygulanacak Anayasa hükümleri 68 inci maddenin dördüncü
fıkrası ile 69 ncu maddenin altıncı fıkrasıdır. Anayasa'da yazılı nedenler
dışında bir siyasi partinin kapatılmasına karar verilmesi olanağı bulunmadığına
göre, davamızda uygulanılması istenilen ve kapatma nedenleri olarak öne sürülen
Siyasi Partiler Yasası'nın 78, 79, 80, 81 ve 82 inci maddelerinin Anayasa'nın
68/IV maddesine uygun olup olmadığının tartışılması ve saptanması
gerekmektedir. Doğal olarak, yapılacak tartışma ve saptamalarda Anayasa'nın
diğer hükümlerinin ve Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerin de
göz önünde bulundurulması bir zorunluluktur.
III.
Siyasi Partiler Yasası'nın 78, 79, 80, 81 ve 82 inci maddelerinin Anayasa'ya
aykırı olduğu yönündeki görüşlerimiz:
a)
Siyasi Partiler Yasasının 78 inci maddesi:
Siyasi
Partiler Yasası'nın Anayasa'ya aykırı olduğunu öne sürdüğümüz 78. maddesi aynen
şöyledir:
Madde
78 - Siyasi partiler:
a)
Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasanın başlangıç kısmında ve 2
nci maddesinde belirtilen esaslarını; Anayasanın 3 üncü maddesinde açıklanan
Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline, bayrağına,
milli marşına ve başkentine dair hükümlerini; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk
Milletine ait olduğu ve bunun ancak, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili
organları eliyle kullanılabileceği esasını; Türk Milletine ait olan egemenliğin
kullanılmasının belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı veya
hiçbir kimse veya organın, kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamayacağı hükmünü; seçimler ve halkoylamalarının serbest, eşit, gizli,
genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi
altında yapılması esasını değiştirmek;
Türk
Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair
herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak;
Amacını güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarını
bu yolda tahrik ve teşvik edemezler.
b)
Bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat
esaslarına dayanamaz veya adlarını kullanamazlar.
c)
Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini veya zümre
egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi
amaçlayamazlar ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.
d)
Askerlik, güvenlik veya sivil savunma hizmetlerine hazırlayıcı nitelikte eğitim
ve öğretim faaliyetlerinde bulunamazlar.
e)
Genel ahlak ve adaba aykırı, amaçlar güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette
bulunamazlar.
f)
Anayasanın hiçbir hükmünü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye
yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlayamazlar.
Yukarıdaki
madde metni, Anayasa'nın 68/IV maddesinden son derece geniş ve farklı hükümler
içermektedir. Anayasa'nın 68/IV maddesi, Siyasi partilerin tüzük ve programları
ile eylemlerini sadece aşağıdaki nedenlerle sınırlamıştır:
Siyasi
Partilerin tüzük ve programları ile eylemleri;
Devletin
bağımsızlığına, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına,
eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik
cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz;
Sınıf
veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve
yerleştirmeyi amaçlayamaz;
Suç
işlemeyi teşvik edemez.
Yukarıya
alınan SPY'nın 78 inci maddesi ise, Anayasa hükmü ile karşılaştırılamayacak
ölçüde geniş yasaklar getirmektedir. SPY'nın 78 nci maddesi ile, Anayasa'nın
68/IV maddesi arasındaki aykırılık herhangi bir açıklamayı gerektirmeyecek
ölçüde açıktır. Bu madde, başta Başlangıç Kısmı, 2., 3,, 4., 5., ve 67.
maddeleri olmak üzere Anayasa'nın birçok hükmünde yazılı hususlara gönderme
yapmakta, sınırları ve içeriği belirsiz pek çok kavrama yer vermektedir. Bu
maddeye dayanılarak Anayasa'da yer almayan nedenlerle siyasi partilerin
kapatılması dava edilebilecektir.
b)
Siyasi Partiler Yasası'nın 79. maddesinin (a) ve (b) fıkraları:
Bu
madde de aynen şöyledir:
Bağımsızlığın
korunması:
Madde
79 - Siyasi partiler:
a)
Türkiye Cumhuriyetinin, milletlerarası hukuk alanında bağımsızlık ve eşitlik
ilkesine dayanan hukuki ve siyasi varlığını ortadan kaldırmak yahut
milletlerarası hukuk gereğince münhasıran Türkiye Cumhuriyetinin yetkili olduğu
hususlara diğer devletlerin, milletlerarası kuruluşların ve yabancı gerçek ve
tüzelkişilerin karışmasını sağlamak amacını güdemezler ve bu amaçlara yönelik
faaliyette bulunamazlar.
b)
Yurt dışında teşkilatlanıp faaliyette bulunamazlar.
c)
Yabancı devletler, milletlerarası kuruluşlar ve yabancı gerçek ve tüzel kişiler
ile yabancı ülkelerdeki dernek, grup ve kurumlardan herhangi bir suretle,
doğrudan doğruya veya dolaylı olarak, yardım kabul edemezler; bunlardan emir
alamazlar ve bunların Türkiye'nin bağımsızlığı ve ülke bütünlüğü aleyhindeki
karar ve faaliyetlerine katılamazlar.
Maddenin
(a) fıkrasında yer alan '"veya milletlerarası hukuk gereğince münhasıran
Türkiye Cumhuriyetinin yetkili olduğu hususlara diğer devletlerin,
milletlerarası kuruluşların ve yabancı gerçek ve tüzelkişilerin karışmasını
sağlamak amacı güdemezler ve bu amaçlara yönelik faaliyette bulunamazlar"
cümlesinin Anayasa'ya aykırı olduğu düşüncesindeyiz. Öncelikle, Anayasa'nın
68/IV maddesinde böyle bir sınırlama ve hüküm bulunmamaktadır. Dolayısıyla
Anayasa'da bulunmayan bir yasak getirmekte ve siyasi partiler yönünden kapatma
nedeni olabilecektir. Ayrıca, uluslararası ilişkilerin geldiği bu günkü konum
göz önünde tutulduğunda, böyle bir yasağın sınırlarını ve içeriğini de tam
olarak belirlemek mümkün değildir. Bir örnek vermek gerekirse, bu gün
demokratik ülkeler "insan hakları sorunlarını" ülkelerin iç sorunu
olarak görmemektedir. Hangi ülkede olursa olsun insan hakları ihlalleri söz
konusu olduğunda, o ülkenin iç kamuoyu ve devlet organları yanında, diğer tek
tek ülkeleri ya da uluslararası kuruluşları da ilgilendirmektedir. Fakat,
SPY'nın 79/a maddesindeki bu cümleye dayanılarak, herhangi bir partinin insan
hakları alanındaki faaliyet ve dayanışma ilişkileri kapatma nedeni olarak öne
sürülebilecektir.
79.
maddenin (b) fıkrası da, hem Anayasa'nın 68/IV maddesinde olmayan yeni bir
sınırlama getirmekte, hem de günümüz uluslararası ilişkiler bakımından da
sakıncalar içermektedir. Bilindiği gibi, uluslar arası ilişkiler günümüzde
devletler arasında, devletlerin çeşitli organları arasında (parlamentolar,
meslek kuruluşları, yargı kuruluşları vs.) arasında olabileceği gibi, siyasi
partiler arasında da olabilmektedir. Çeşitli ülkelerin sol partilerinin üye
olduğu "Sosyalist Enternasyonal" buna bir örnektir. "Yurt
dışında teşkilatlanma ve faaliyette bulunma" kavramları her türlü yoruma
açık kavramlardır. Anayasa'nın 69/X maddesi hükmü ile 68 inci maddedeki
"Devletin bağımsızlığına aykırı" eylemlerde bulunmama kuralı, amacı
yeterince karşılamaktadır. Bu bakımdan, 79. maddenin (b) fıkrası da Anayasa'ya
aykırıdır.
c)
Siyasi Partiler Yasası'nın 80. maddesi: Siyasi Partiler Yasası'nın 80. maddesi
aynen şöyledir:
Devletin
tekliği ilkesinin korunması:
Madde
80 - Siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı Devletin tekliği
ilkesini değiştirmek amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette
bulunamazlar.
Anayasa'nın
68/IV maddesi, "Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü"
aleyhine faaliyeti yasaklamıştır. İlk bakışta, SPY'nın 80. maddesinin
yukarıdaki hükmü, Anayasa'nın 68/IV maddesinde belirtilen bu ilkenin bir tekrarı
gibi görünmektedir. Ancak, her iki düzenlemenin tamamen çakıştığını söylemek
mümkün değildir. Anayasa hükmünde, devletin ve milletin bütünlüğünün korunması
söz konusu iken, 80. madde hükmü daha çok Devletin "yönetim biçimi"
ile ilgilidir. Örneğin, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve Merkezi Hükümetin
bazı yetkilerinin yerel yönetimlere bırakılması yönündeki bir faaliyetin,
"devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne" aykırı olduğu
söylenemeyeceği halde, 80. maddeye aykırılık olarak değerlendirilebilecektir.
Dolayısıyla, bu madde ile Anayasa'da öngörülenden farklı ve siyasi parti
faaliyetlerini aşırı sınırlayan bir yasaklama getirilmiş olmaktadır.
Siyasi
Partiler Yasasının 81. maddesi:
Siyasi
Partiler Yasası'nın 81. maddesi şöyledir:
Azınlıkların
yaratılmasının önlenmesi:
Madde
81 - Siyasi partiler:
a)
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk
veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
b)
Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek
veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak
millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette
bulunamazlar.
c)
Tüzük ve programlarının yazımı ve yayınlanmasında, kongrelerinde, açık veya
kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde, propagandalarında Türkçe'den başka
dil kullanamazlar; Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar,
plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve dağıtamazlar;
bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına kayıtsız kalamazlar.
Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller dışındaki yabancı bir
dile çevrilmesi mümkündür.
Yukarıya
alınan yasa hükmü, Anayasa'nın çeşitli maddelerinde yer alan "Devletin
ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü" kavramından farklı ve çok daha
geniş sınırlamaları içermektedir. Siyasi partilerin temel varlık sebebi, ülke
sorunlarını saptayıp, çözümler üretmektir. Fakat, SPY'nın 81. maddesi, Türkiye'deki
farklılıkların konuşulmasını dahi yasaklamaktadır. Yasa hükmü, ülkemizin
sosyolojik gerçeklerine, çağdaş çoğulcu demokrasi ilkelerine, uluslararası
yükümlülüklerine ve demokratik standartların yükseltilmesi yönündeki çabalara
da açıkça engel oluşturmaktadır. Bu maddede kullanılan kavramlar her yöne
çekilebilecek, istenildiği anda kapatma nedeni olarak kullanılabilecek
niteliktedir. Anayasa'da siyasi partilerin kapatılması nedenleri arasında
"azınlıklar yaratma" gibi bir neden bulunmamaktadır. Madde tüm olarak
Anayasa'ya aykırıdır.
Siyasi
Partiler Yasası'nın 82. maddesi:
Siyasi
Partiler Yasası'nın 82. maddesi şöyledir:
Bölgecilik
ve ırkçılık yasağı:
Madde
82 - Siyasi partiler, bölünmez bir bütün olan ülkede, bölgecilik veya ırkçılık
amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.
Maddede
yer alan "bölgecilik" kavramı her yöne çekilebilecek ve farklı
yorumlara uygun bir kavramdır. Bu madde hükmü dolayısıyla, herhangi bir siyasi
partinin, ülkenin belirli bir bölgesinin sorunlarını hedef alan söylem ve
faaliyetleri kolaylıkla kapatma nedeni olabilecektir. Ayrıca,
"bölgecilik" kavramının Anayasa'daki "Devletin ülkesi ve milleti
ile bölünmez bütünlüğü" ile de bir ilgisi yoktur. Bölgesel sorunların dile
getirilmesinin ya da tartışılması ile "ülke bütünlüğü" arasında bir
bağlantı kurmak son derece yanlış ve tehlikelidir. Madde bu yönüyle Anayasa'ya
aykırıdır.
SONUÇ
VE İSTEM : Yukarıda açıklanan ve Yüksek Mahkemenizin kendiliğinden gözeteceği
nedenlerle, Siyasi Partiler Yasası'nın 78 - 79 - 80 - 81 ve 82 nci maddelerinin
Anayasa'ya aykırı olduğu yönündeki iddiamızın ciddi bulunarak, incelenmesini ve
sonuçta söz konusu yasa maddelerinin İPTALİNE karar verilmesini saygı ile
dileriz."
B-
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI'NIN GÖRÜŞÜ
Davalı
Parti'nin Siyasi Partiler Kanunu'nun kimi kurallarının Anayasa'ya aykırılığı
iddiasına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının 8.3.2002 günlü,
SP.60.Muh.2002/141 sayılı yazısında;
"Anayasamızın
3. maddesinde "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir
bütündür. Dili Türkçe'dir.
Bayrağı,
şekli kanunda belirtilen, beyaz ayyıldızlı albayraktır.
Milli
Marşı İstiklal Marşıdır.
Başkenti
Ankara'dır." Hükmüne yer verilmiştir.
Anayasamızın
4. maddesindeki hükme göre ise 3. madde hükmü değiştirilemez, değiştirilmesi
teklif edilemez.
Anayasamızın
3. maddesi dahil, başlangıç maddelerinde yer verilen temel ilkelerin siyasi
partilerce ihlalini önlemek amacıyla Anayasamızın 68. maddesinin 4. fıkrasında
şu şekilde bir hükme yer verilmiştir:
"Siyasi
partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti
ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine
aykırı olamaz; sınıf ve zümre diktatörlüğünün veya herhangi bir diktatörlüğü
savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez."
2820
sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun davalı parti genel başkanı tarafından
Anayasaya aykırı olduğu iddia edilen 78, 79, 80, 81 ve 82. maddeleri,
Anayasamızın değiştirilmesi mümkün olmayan ve değiştirilmesi teklif dahi
edilemeyecek olan 3. maddesi ile 68. maddesinin 4. fıkrasında belirlenen
ilkelere uygun olarak vaz edilmiş Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığını ve
Devletin tekliğini koruyan, azınlık yaratılmasını önleyen bölgecilik ve
ırkçılık yasağı koyan maddelerdir.
Başsavcılığımız,
bu maddelerin Anayasaya aykırı olduğuna dair davalı Parti Genel Başkanının
iddiasının isabetli olmadığı görüşündedir"
denilmektedir.
C-
ANAYASA VE YASA KURALLARI
1-
İptali İstenilen Yasa Kuralları
2820
sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun iptali istenilen kuralları şunlardır:
1-"Madde
78.- Siyasi Partiler:
a)
Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasanın başlangıç kısmında ve 2
nci maddesinde belirtilen esaslarını; Anayasanın 3 üncü maddesinde açıklanan
Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline, bayrağına,
milli marşına ve başkentine dair hükümlerini; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk
Milletine ait olduğu ve bunun ancak, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili
organları eliyle kullanılabileceği esasını; Türk Milletine ait olan egemenliğin
kullanılmasının belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı veya
hiçbir kimse veya organın, kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamayacağı hükmünü; seçimler ve halkoylamalarının serbest, eşit, gizli,
genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı denetimi altında yapılması
esasını değiştirmek;
Türk
Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair
herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak;
Amacını
güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarını bu yolda
tahrik ve teşvik edemezler.
b)
Bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat
esaslarına dayanamaz veya adlarını kullanamazlar.
c)
Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini veya zümre
egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi
amaçlayamazlar ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.
d)
Askerlik, güvenlik veya sivil savunma hizmetlerine hazırlayıcı nitelikte eğitim
ve öğretim faaliyetlerinde bulunamazlar.
e)
Genel ahlak ve adaba aykırı amaçlar güdemezler ve bu amaca yönelik
faaliyetlerde bulunamazlar.
f)
Anayasanın hiçbir hükmünü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye
yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlayamazlar."
2-"Madde
79.- Siyasi Partiler:
a)
Türkiye Cumhuriyetinin, milletlerarası hukuk alanında bağımsızlık ve eşitlik
ilkesine dayanan hukuki ve siyasi varlığını ortadan kaldırmak yahut
milletlerarası hukuk gereğince münhasıran Türkiye Cumhuriyetinin yetkili olduğu
hususlara diğer devletlerin, milletlerarası kuruluşların ve yabancı gerçek ve
tüzelkişilerin karışmasını sağlamak amacını güdemezler ve bu amaçlara yönelik
faaliyette bulunamazlar.
b)
(Mülga: 12.8.1999- 4445/25. md.)
c)
(Değişik: 12.8.1999- 4445/13. md.) Yabancı devletlerden, uluslararası
kuruluşlardan, Türk uyruğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden herhangi bir
suretle, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yardım kabul edemezler, bunlardan
emir alamazlar ve bunların Türkiye'nin bağımsızlığı ve ülke bütünlüğü
aleyhindeki karar ve faaliyetlerine katılamazlar."
3-
"Madde 80.- Siyasi Partiler,
Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı Devletin tekliği ilkesini değiştirmek amacını
güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar."
4-"Madde
81.- Siyasi Partiler:
a)
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk
veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
b)
Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek
veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak
millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette
bulunamazlar.
c)
Tüzük ve programlarının yazımı ve yayınlanmasında, kongrelerinde açık veya
kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde, propagandalarında Türkçe'den başka
dil kullanamazlar; Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar,
plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve
dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına
kayıtsız kalamazlar. Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller
dışındaki yabancı bir dile çevrilmesi mümkündür."
5-"Madde
82.- Siyasi Partiler, herkesin
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu prensibine aykırı
amaç güdemez ve faaliyette bulunamazlar."
2-
İlgili Yasa Kuralları
İlgili
görülen yasa kuralları şunlardır:
1- "Madde 101.-(Değişik:12/8/1999-4445/16 md.)
Anayasa Mahkemesince bir siyasî parti hakkında kapatma kararı;
a)
Bir siyasî partinin tüzük ve programının Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti
ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine
aykırı olması, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür
diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlaması, suç işlenmesini teşvik
etmesi,
b)
Bir siyasî partinin, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı
eylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespiti,
c)
Bir siyasî partinin, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk
uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddî yardım alması,
Hallerinde
verilir.
(Ek:26/3/2002-4748/4
md.)Anayasa Mahkemesi, yukarıdaki
fıkranın (a) ve (b) bentlerinde sayılan hallerde temelli kapatma yerine, dava
konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasi partinin almakta olduğu son
yıllık Devlet yardımı miktarının yarısından az olmamak kaydıyla, bu yardımdan
kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına, yardımın tamamı ödenmişse aynı
miktarın Hazineye iadesine karar verebilir."
2-
"Madde 103.- Bir siyasi
partinin Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüne aykırı
eylemlerinin odak halini oluşturup oluşturmadığı hususu Anayasa Mahkemesince
belirlenir.
Bir
siyasi parti; bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde
işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre, merkez karar ve yönetim kurulu
veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim
kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya
anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu
fiillerin odağı haline gelmiş sayılır."
3-
Dayanılan Anayasa Kuralları
Dava
dilekçesinde dayanılan Anayasa kuralları şunlardır :
1-
"Madde 68. - (Değişik:
23/7/1995-4121/6 md.) Vatandaşlar, siyasi parti kurma ve usulüne göre
partilere girme ve partilerden ayrılma hakkına sahiptir. Parti üyesi olabilmek
için onsekiz yaşını doldurmuş olmak gerekir.
Siyasi
partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Siyasi
partiler önceden izin almadan kurulurlar ve Anayasa ve kanun hükümleri
içerisinde faaliyetlerini sürdürürler.
Siyasi
partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti
ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine
aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür
diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik
edemez.
Hakimler
ve savcılar, Sayıştay dahil yüksek yargı organları mensupları, kamu kurum ve
kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri, yaptıkları hizmet bakımından
işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, Silahlı Kuvvetler mensupları
ile yükseköğretim öncesi öğrencileri siyasi partilere üye olamazlar.
Yüksek
öğretim elemanlarının siyasi partilere üye olmaları ancak kanunla
düzenlenebilir. Kanun bu elemanlarının, siyasi partilerin merkez organları
dışında kalan parti görevi almalarına cevaz veremez ve parti üyesi yüksek
öğretim elemanlarının yüksek öğretim kurumlarında uyacakları esasları belirler.
Yüksek
öğretim öğrencilerinin siyasi partilere üye olabilmelerine ilişkin esaslar
kanunla düzenlenir.
Siyasi
partilere, Devlet, yeterli düzeyde ve hakça mali yardım yapar. Partilere
yapılacak yardımın, alacakları üye aidatının ve bağışların tabi olduğu esaslar
kanunla düzenlenir.
2-"Madde
69. - (Değişik:
23/7/1995-4121/7 md.) Siyasi partilerin faaliyetleri, parti içi
düzenlemeleri ve çalışmaları demokrasi ilkelerine uygun olur. Bu ilkelerin
uygulanması kanunla düzenlenir.
Siyasi
partiler, ticari faaliyetlere girişemezler.
Siyasi
partilerin gelir ve giderlerinin amaçlarına uygun olması gereklidir. Bu kuralın
uygulanması kanunla düzenlenir. Anayasa Mahkemesince siyasi partilerin mal
edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun
denetim yöntemleri ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar kanunda
gösterilir. Anayasa Mahkemesi, bu denetim görevini yerine getirirken
Sayıştaydan yardım sağlar. Anayasa Mahkemesinin bu denetim sonunda vereceği
kararlar kesindir.
Siyasi
partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının açacağı dava üzerine
Anayasa Mahkemesince kesin olarak karara bağlanır.
Bir
siyasi partinin tüzüğü ve programının 68 inci maddenin dördüncü fıkrası
hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı verilir.
Bir
siyasi partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı
eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin
işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi
halinde karar verilir. (Ek cümle: 3.10.2001-4709/25. md.) Bir siyasi
parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği
ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya
yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya
grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller
doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği
takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır.
(Değişik:
3.10.2001-4709/25. md.)Anayasa
Mahkemesi, yukarıdaki fıkralara göre temelli kapatma yerine dava konusu
fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasi partinin Devlet yardımından kısmen ya
da tamamen yoksun bırakılmasına karar verebilir.
Temelli
kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz. Bir siyasi partinin temelli
kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dahil üyeleri,
Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmi Gazetede
gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin
kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamazlar.
Yabancı
devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve
tüzel kişilerden maddi yardım alan siyasi partiler temelli olarak kapatılır.
(Değişik:3.10.2001-4709/25.md.)Siyasi partilerin kuruluş ve çalışmaları, denetlenmeleri,
kapatılmaları ya da Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmaları
ile siyasi partilerin ve adayların seçim harcamaları ve usulleri yukarıdaki
esaslar çerçevesinde kanunla düzenlenir."
D-
ANAYASA'YA AYKIRILIK SORUNUNUN İNCELENMESİ
1-
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun'un 25. Maddesi Yönünden
Davalı
Parti, Siyasi Partiler Kanunu'nun 78., 79., 80., 81. ve 82. maddelerinin
Anayasa'ya aykırılığını ileri sürmüştür.
10.11.1983
günlü, 2949 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 25. maddesinde, "12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel
seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanı
oluşturuluncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk
milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyinin
yönetim dönemi içinde çıkarılan kanunlar, kanun hükmünde kararnameler ile 2324
sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Kanun uyarınca alınan karar ve tasarrufların Anayasaya
aykırılığı iddia edilemez" denilmiştir.
Bu
maddenin dayanağını oluşturan Anayasa'nın Geçici 15. maddesinin son fıkrası ise
3.10.2001 günlü, 4709 sayılı Yasa'nın 34. maddesiyle yürürlükten
kaldırılmıştır.
Bu
nedenle, bakılmakta olan davada uygulanacak kural olan 10.11.1983 günlü, 2949
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un
25. maddesi Anayasa'ya aykırı görüldüğünden, Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı
Yasa'nın 28. maddeleri uyarınca, bu maddeye ilişkin esas hakkında bir karar
verilmek üzere davanın geri bırakılmasına, 9.7.2002 gününde karar verilmiş,
Anayasa Mahkemesi'nin aynı günlü, Esas: 2002/121, Karar: 2002/62 sayılı
kararıyla iptal edilerek 31.8.2002 günlü, 24862 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanmıştır.
2-
Siyasi Partiler Kanunu'nun 78., 79., 80., 81. ve 82. Maddeleri Yönünden
Davalı
Parti Genel Başkanı Murat Bozlak'ın 1.3.2002 günlü sözlü savunmasında ve Parti
vekillerinin aynı tarihli dilekçelerinde, partilerin kapatılmasının 3 Ekim 2001
günlü, 4709 sayılı Yasa'yla Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinde sayılan
hallerle sınırlandırıldığı, bu nedenlede Siyasi Partiler Yasası'nın 78., 79.,
80., 81. ve 82. maddelerinin Anayasa'ya açıkça aykırılık oluşturduğu ileri
sürülmüştür.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı'nın 8.3.2002 günlü yazısında özetle, 2820 sayılı Siyasi
Partiler Kanunu'nun davalı Parti tarafından Anayasa'ya aykırı olduğu iddia
edilen 78, 79, 80, 81 ve 82. maddelerinin, Anayasa'nın değiştirilmesi mümkün
olmadığı gibi, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan 3. maddesi ve 68.
maddesinin dördüncü fıkrasında belirlenen ilkelere uyumlu olarak düzenlendiği,
Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığını ve Devletin tekliğini koruyan, azınlık
yaratılmasını önleyen, bölgecilik ve ırkçılık yasağı koyan adı geçen maddelerin
Anayasa'ya aykırılık oluşturmayacağı belirtilmiştir.
2820
sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 101. maddesinin birinci fıkrasının (b)
bendinde, bir siyasi partinin, Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına
aykırı eylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesi'nce
tesbiti halinde kapatılmasına karar verileceği hükme bağlanmaktadır.
Anayasa'nın
152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 28. maddesine göre, mahkemeler, bakmakta oldukları davalarda
uygulayacakları kanun ya da kanun hükmünde kararname kurallarını Anayasa'ya
aykırı görürler veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık savının ciddî
olduğu kanısına varırlarsa o hükmün iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmaya
yetkilidirler. Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesi'ne
başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve Mahkeme'nin görevine giren bir
davanın bulunması ve iptali istenen kuralların da o davada uygulanacak olması
gerekmektedir.
Uygulanan
yasa kurallarından, davanın değişik aşamalarında ortaya çıkan sorunların
çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak
nitelikte bulunan, uyuşmazlığı çözmeye, davayı sona erdirmeye, kararın dayanağını
oluşturmaya yahut tarafların istek ve savunmaları çerçevesinde karara varmakta
ön planda tutulması zorunlu yasa hükümleri anlaşılmalıdır.
Siyasi
Partiler Kanunu'nun 101. maddesinde "Anayasa Mahkemesince bir siyasî
parti hakkında kapatma kararı;
a)
Bir siyasî partinin tüzük ve programının Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti
ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine ayrı
olması, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü
savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlaması, suç işlenmesini teşvik etmesi,
b)
Bir siyasî partinin, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı
eylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespiti,
c)
Bir siyasî partinin, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk
uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddî yardım alması,
Hallerinde
verilir.
(Ek:26/3/2002-4748/4
md.)Anayasa Mahkemesi, yukarıdaki
fıkranın (a) ve (b) bentlerinde sayılan hallerde temelli kapatma yerine, dava
konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasi partinin almakta olduğu son
yıllık Devlet yardımı miktarının yarısından az olmamak kaydıyla, bu yardımdan
kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına, yardımın tamamı ödenmişse aynı
miktarın Hazineye iadesine karar verebilir.";
104.
maddesinde de "Bir siyasî partinin bu Kanunun 101 inci maddesi dışında
kalan emredici hükümleriyle diğer kanunların siyasi partilerle ilgili emredici
hükümlerine aykırılık halinde bulunması sebebiyle o parti aleyhine Anayasa
Mahkemesine, Cumhuriyet Başsavcılığınca re'sen yazı ile başvurulur.
Anayasa
Mahkemesi, söz konusu hükümlere aykırılık görürse bu aykırılığın giderilmesi
için ilgili siyasi parti hakkında ihtar kararı verir. Bu karar, o siyasi parti
genel başkanlığına yazılı olarak bildirilir. Bu yazının tebliği tarihinden
itibaren altı ay içinde aykırılık giderilmediği takdirde, Cumhuriyet Başsavcısı
Anayasa Mahkemesine bu siyasi partinin kapatılması için resen dava açar."
denilmektedir.
Kapatılma
davası Parti'nin, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı
eylemlerin odağı haline geldiği ileri sürülerek açılmıştır.
Bu
durumda olayda Siyasi Partiler Kanunu'nun eyleme uyan 101. maddesinin (b)
fıkrasının uygulanması gerekir.
Oysa
Yasa'nın 78., 79., 80., 81. ve 82. maddelerinin uygulanabilmesi davanın
Yasa'nın 104. maddesine göre açılmasına bağlıdır.
Bu
nedenle, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun Anayasa'ya aykırılığı ileri
sürülen 78., 79., 80., 81. ve 82. maddeleri bakılmakta olan davada uygulanacak
kurallar niteliğinde bulunmadıklarından Anayasa'ya aykırılık iddiasının reddine
karar verilmiştir.
Haşim
KILIÇ ile Yalçın ACARGÜN bu görüşe katılmamışlardır.
X-
İNCELEME
A-
ÖN SORUNLAR YÖNÜNDEN
1-
Davanın Yasa'ya Aykırı Olarak Açılıp Açılmadığı
Davalı
Parti, yakın bir tarihte genel seçimlerin yapılması sözkonusu olduğundan, bu
dönemde kapatma davası açılmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu, 2820 sayılı
Siyasi Partiler Yasası'nın 100. maddesinin son fıkrasında "...maddenin
birinci fıkrasının Bakanlar Kurulu kararı üzerine Adalet Bakanı'nın istemiyle
veya bir siyasi partinin istemi üzerine siyasi partiler hakkında kapatma davası
açılmasına ilişkin (b) ve (c) bentlerinde yer alan hükümler milletvekili genel
seçimiyle, bu seçimin yenilenmesine veya milletvekili ara seçimlerine dair
verilen kararın Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihten başlayarak oy verme
gününün ertesi gününe kadar geçecek süre içinde uygulanmaz..."
denildiğini, anılan kuralın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından re'sen
açılacak kapatma davalarında da uygulanması gerektiğini, TBMM'nin milletvekili
genel seçimlerinin ve mahalli idareler genel seçimlerinin 18 Nisan 1999 günü
yapılmasına ilişkin kararının 2.8.1998 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlandığını,
bu nedenle kapatma davası açılmasının Siyasi Partiler Yasası ile demokratik
ilkeler ve hukukun genel ilkelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüştür.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı 4.2.1999 günlü, SP.60 Muh. 1999/83 sayılı yazısında,
şartların oluştuğu hallerde bir siyasi partinin kapatılması için dava açma
hakkının yorum yaparak sınırlandırılmasının mümkün olmadığını belirtmiştir.
2820
sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 100. maddesinin birinci fıkrasında,
Anayasa'da yazılı nedenlerle siyasi partiler hakkında Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı tarafından kapatma davasının re sen veya Bakanlar Kurulu kararı
üzerine Adalet Bakanının istemiyle ya da bir siyasi partinin istemi üzerine
açılabileceği; son fıkrasında Bakanlar Kurulu kararı üzerine Adalet Bakanının
istemiyle veya bir siyasi partinin istemi üzerine kapatma davalarının
milletvekili genel seçimiyle, bu seçimin yenilenmesine veya milletvekili ara
seçimlerine dair verilen kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihten
başlayarak oy verme gününün ertesi gününe kadar geçecek süre içinde
açılamayacağı belirtilmiş olup, bakılmakta olan davada Anayasa Mahkemesi'ne
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından re'sen açılmış olduğundan, söz konusu
kural bu tür kapatma davalarında uygulanamaz.
Açıklanan
nedenlerle, 16.2.1999 gününde Anayasa Mahkemesi'nce, 2820 sayılı Siyasi
Partiler Kanunu'nun 100. maddesinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın
doğrudan (re sen) siyasi parti kapatma davası açmasının bir süreye bağlı
tutulmaması nedeniyle oybirliğiyle istemin reddine karar verilmiştir.
2-
Davalı Parti'nin Yapılacak Genel Seçimlere Katılmasının Önlenmesi İstemi
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı 25.2.1999 ve 9.4.1999 günlü yazılarında özetle,
Anayasa'nın 68. ve 69. maddeleriyle 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 98
ila 108. maddelerinde yer alan kurallar gereğince, Anayasa Mahkemesi'nin bir
siyasi partinin seçime katılmasını önlemeye yönelik tedbir niteliğinde karar
verebileceğini, delillerin davalı Parti'nin kapatılmasını gerektirdiğini,
kapatma kararının gecikmesi halinde partinin seçimlere katılmasının sakıncalı
durumlar ortaya çıkarması olasılığı bulunduğunu ileri sürmüştür.
Davalı
Parti konuya ilişkin savunmasında özetle, istemin "yürürlüğün
durdurulması" veya "ihtiyati tedbir" niteliği taşımadığı gibi
koşullarının da bulunmadığını, kapatma kararı verilemeyeceğini belirtmiştir.
Yürürlüğün
durdurulması kurumunun, Anayasa'ya aykırılık denetimi ile ilgili olması
nedeniyle siyasi partiler hakkında açılan kapatma davalarında uygulanması
olanağı yoktur.
Davalı
parti hakkında açılan kapatma davası sırasında bu aşamada toplanabilen
delillerin Parti'nin seçimlere girmesinin önlenmesi yolunda tedbir kararı
verilebilmesi için yeterli görülmemesi nedeniyle Anayasa, 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 2820 sayılı Siyasi
Partiler Kanunu ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu kuralları
uyarınca istem yerinde görülmeyerek reddine karar vermiştir.
Haşim
KILIÇ bu sonuca farklı gerekçe ile katılmıştır.
B-
ESAS YÖNÜNDEN
-
PKK Terör Örgütünün Faaliyet ve Amaçlarıyla İlgili Genel Açıklama
Yargıtay
9. Ceza Dairesinin 22.11.1999 günlü, E:1999/1296 ve K:1999/3623 sayılı
kararının PKK terör örgütünün kuruluş, amaç ve faaliyetlerine ilişkin bölümü
şöyledir: "...Bu örgüt başlangıçta üç yıl süre ile Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde "Kürdistan Devrimcileri", "UKO'cular",
"APO'cular'' adı altında kadrolaşmış, 1977 yılından sonra sık sık silahlı
eylemlere girişmiş, örgütün programı bizzat sanık Abdullah Öcalan tarafından
kaleme alınarak, 21.11.1978 tarihinde Diyarbakır ili Lice ilçesi Ziyaret (Fis)
köyünde yapılan 1.Kongrede kabul edilip yedi kişilik parti yürütme kurulu
tarafından kuruluş bildirgesi hazırlanmış, 1978 yılından itibaren de merkezi
örgütlenmeye yönelerek 1979 yılında Kürdistan İşçi Partisi adını almış ve genel
sekreterliğine sanık getirilmiş, 15 Ağustos 1984 tarihinde ise H.R.K. (Hezen
Rizgariye Kürdistan - Kürdistan Kurtuluş Birliği) adı altında yeniden eylemlere
başlamış ve 21 Mart 1985 tarihinde E.R.N.K. (Kürdistan Ulusal Kurtuluş
Cephesi)'ni oluşturmuş, yurtiçi ve yurtdışında legal ve illegal alanda gazete
ve dergi çıkartılmak suretiyle yayın faaliyeti yürütülmüş, ayrıca MED TV. adı
ile bir televizyon kanalı yayına sokularak örgütün propagandasının yapılması
amaçlanmıştır. Örgütün mali kaynaklarını; vergilendirme, bağış, aidat adı
altında toplanan paralarla, cezalandırma, gasp, soygun, silah ve uyuşturucu
kaçakçılığından elde edilen gelirler teşkil etmiş, amacının ise; Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin hakimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını silahlı
mücadele vererek devlet idaresinden ayırmak suretiyle, Kürdistan Devleti kurmak
olup, ilk dönemde propaganda yoluyla halkı bilinçlendirmek, silahlı eylemlerle
ordu teşkilatına, ekonomik hedeflere sabotajlar düzenlemek suretiyle devlet
otoritesini zaafa uğratmak stratejisinin planlandığı belirlenmiş, bugüne kadar
örgütün faaliyetlerine ilişkin bütün sorunların ve geleceğe yönelik planlama
ile kapsamlı yapısal değişikliklerin ele alındığı geniş katılımlı çok sayıda
kongre ve konferanslar gerçekleştirilmiştir.
Başlangıçta
Marksist-Leninist ideolojiyi benimsediğini açıkça dile getiren örgüt, dünya
siyasi konjonktüründeki gelişmelere paralel olarak görüntüsünde de değişiklik
yapma kararı almış, bu çerçevede 5. Kongrede öncelikle örgüt amblemindeki
''orak-çekiç''in çıkarılmasını kararlaştırmış; Parti, Ordu, Cephe
bölümlenmesini benimseyip, parti olarak P.K.K. (Partiye Karkerani Kürdistan -
Kürdistan İşçi Partisi), Cephe olarak E.R.N.K. (Kürdistan Kurtuluş Cephesi) ve
Ordu olarak da A.R.G.K (Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu) şeklinde teşkilatlanıp,
cephe ve ordunun, partinin çizdiği çerçevede hareket edeceği ilkesini
benimsemiştir
1970
yılında bölücü DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) ve THKP/C (Dev-Genç) gibi
örgütlerden etkilenen Abdullah Öcalan liderliğindeki bir grup üniversite
öğrencisi, Kürt milliyetçiliği ile Marksist-Leninist fikirlerin sentezi
temelinde bir görüş yaratmaya çalışmış ve doğulu öğrencilerden oluşan
sempatizanlarını bu yönde eğitmiştir.
Kürtlerin
ayrı bir ulus olduğunu, sömürge halinde yaşadıkları için bağımsız bir
örgütlenmeye haklarının olduğunu savunan Abdullah Öcalan ve arkadaşları, bu
doğrultuda sürdürdükleri faaliyet alanın 1976 yılında Ankara-Dikmen
toplantısından sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine taşımışlardır.
1977
yılı sonrasında Kürdistan Devriminin yolu isimli broşür ile mücadelenin taktik
ve stratejisini ortaya koyan grup, fiilen silahlı eylemlere başlamıştır.
27
Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır Lice ilçesindeki ziyaret (Fis) köyünde
gerçekleştirilen 1. Kongre ile grup ismini Partiya Karkerani Kürdistan (PKK)
olarak benimsemiş ve 30 Temmuz 1979 tarihinde dönemin Adalet Partisi Şanlıurfa
Milletvekili M. Celal Bucak'a yapılan saldırı ile örgüt kuruluşunu ilan
etmiştir.
12
Eylül 1980 hareketinin takip eden günlerde, Suriye üzerinden Lübnan'daki
Filistin kamplarına ulaşan PKK grubu, Suriye ve Lübnan'da askeri ve siyasi
eğitim çalışması ve propaganda ile örgütlenme faaliyetlerini sürdürmüş,
Avrupa'da çeşitli sosyal-kültürel amaçlı dernekler oluşturarak ismini duyurmaya
başlamıştır. Aynı tarihlerde Türkiye'den kaçarak Suriye'nin Şam şehrine
yerleşen Abdullah Öcalan PKK örgütünü buradan yönlendirmeye başlamıştır.
Bu
dönemde PKK, Irak Kürdistan Demokrat Partisi ile ilişkiye geçmiş, bunun
akabinde Suriye'de bulunan PKK mensuplarından bir kısmını Irak Kürdistan
Demokrat Partisinin kontrolündeki Kuzey Irak'ta üslendirilmesi için varılmış ve
sonra birçok PKK elemanını gruplar halinde bölgeye aktarılmıştır.
1984'te
Şam'da gerçekleştirilen II. Kongre'den sonra kamplardaki mensuplarını gerilla
savaşına hazırlayan örgüt stratejik savunma safhasından, stratejik denge safhasına
geçmek için özellikle Güneydoğu Anadolu'nun Hakkari, Mardin ve Siirt illerini
kapsayan alan içerisindeki askeri hedeflere karşı Kürdistan Silahlı Kuvvetleri
(Hazen Rıgariya Kürdistan- HRK) adı altında cephe-ordu örgütlenmesinin ordu
ayağının ön biçimini oluşturmuş ve 15 Ağustos 1984'te Eruh-Şemdinli ilçelerine
yönelik saldırılar ile terör eylemlerine fiilen başlamıştır.
Pusu
taciz atışı gibi silahlı eylemleri ile Güneydoğu bölgesinde etkili olmaya
başlayan örgüt, bu avantajını çoğaltmak için 21 Mart 1985'te Nevroz Bayramını
vesile ederek Cephe birimi olan ERNK (Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi)'yi
ilan etmiştir.
1986
ila 1990 yılları silahlı eylemlerin tırmandırıldığı, kitle katliamlarının
yaygınlaştığı yıllar olmuştur. Örgüt 26-30 Ekim 1986 tarihinde Lübnan Bekaa
Vadisinde 3. Kongresini yapmış ve bu kongre sonucu HRK (Kürdistan Kurtuluş
Birliği) adlı askeri kanadının ismini ARGK (Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu)
olarak değiştirmiştir. Örgüt 3. Kongrede aldığı kararlar doğrultusunda eylemler
sırasında kendilerine büyük zorluklar çıkaran köy koruculuğu sistemine karşı
topyekün saldırıya geçmiş, birçok köy ve mezra basılarak genç kız ve erkekler
topluca dağa kaçırılmış, birçok vatandaşımız öldürülmüştür.
Örgüt
26 ila 31 Aralık 1990 tarihleri arasında gerçekleştirilen IV. Kongrede, 2000
yılına kadar bölgede bağımsız bir Kürdistan Devleti Kurmak için genel
ayaklanmaların başlatılması kararını almıştır. Bu karar doğrultusunda
Cizre-Nusaybin ve Silopi'de kitle olayları patlak vermiştir.
Ağustos
1990 tarihinde meydana gelen Körfez Savaşı sonrasında Kuzey Irak'ta meydana
gelen otorite boşluğundan yararlanarak, bu bölgede yerleşime ağırlık vererek
eylemlerini yoğunlaştıran örgüt, 1992 yılında Kuzey Irak bölgesinde Kürdistan
Ulusal Meclisini Toplama ve kurtarılmış bölgelerde "Savaş Hükümeti"
ilan etme gibi ütopik hedeflere yönelmiş, ancak başarılı olamamıştır. Türk
Silahlı Kuvvetlerinin aynı yıl bölgeye düzenlediği askeri hareket sonucu ağır
kayıplar veren örgüt, yeni arayışlara yönelmiş, Kuzey Irak Kürt Liderlerinden
Celal Talabani ile işbirliği yaparak, yeniden toparlanmak amacıyla tek yanlı
ateşkes ilan etmiştir. Bu kararın örgütte dağılma ve çözülmeye yol açacağını
fark ederek 24 Mayıs 1993 tarihinde Bingöl-Elazığ karayolu üzerinde
gerçekleştirdiği yol kesme eylemi ile yeniden silahlı eylemlerine başlamış,
özellikle Güneydoğu yöresine basın kuruluşlarının girmesine engel olma, okul
yakma ve öğretmenleri öldürme eylemleri ile bölgede devleti işlemez hale
getirmeyi amaçlamıştır.
Bu
dönemde örgütün kitle desteğini arttırmak ve daha fazla kimseyi kullanmak
amacıyla legal alanda kurulan Halkın Emek Partisi'nin kuruluşunu desteklediği,
her düzeydeki birimlerinde yandaşlarının görev almasını sağladığı, ayrıca özgür
halk, Yeni Ülke, Dilan ve Özgür Gündem gibi yayınlarla propagandasını yaptığı
görülmüştür. 1990 genel seçimlerinde örgütün desteği ile Halkın Emek
Partisi'nden parlamentoya giren Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Sedat
Yurttaş, Zübeyir Aydar, Ahmet Türk, Sırrı Sakık gibi milletvekilleri gerek
parlamentodaki faaliyetleri ve gerekse parlamento dışındaki faaliyetleri ile
örgütün görüş ve düşüncelerini yansıtan tavır ve davranışlar içine girmeleri
sonucu milletvekilliği dokunulmazlıkları kaldırılarak yargılanmış ve PKK örgütü
adına faaliyetleri ispatlandığı gerekçesi ile mahkum olmuşlardır.
Örgütün
1994 yılı içinde eylemlerini metropol kentlere ve turistik yörelere kaydırdığı,
Yunanistan'ın desteği ile Türkiye'nin turizm gelirlerinde düşüşü hedeflediği
görülmüş, ancak alınan tedbirler sonucu bir kaç münferit olay dışında başarılı
olmadığı anlaşılmıştır.
Ülke
içinde gerçekleştirilen etkili operasyonlar ve 1995 yılında gerçekleştirilen
"çelik hareketi" sonucu örgütün eylemlerinde hızlı bir düşüş
kaydedilmiştir.
PKK
örgütünün amacı; Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizdeki toprakları Türkiye'den
ayırarak Marksist-Leninist ideolojiye dayalı bağımsız bir Kürdistan devleti
kurmak olduğundan, bunun gerçekleşmesi için uzun süreli bir halk savaşı
stratejisi ile silahlı propagandayı benimsemiştir. Öncelikle halkı örgütleyerek
silahlanmayı ve uzun sürecek bir gerilla savaşıyla nihai gayesine erişmeyi
amaçlamaktadır.
PKK
terör örgütünün gerçekleştirdiği başlıca eylemlerden örnekler şöyedir:
-1991-1996
yılları arasında Adana'da 114 eylem yaparak 100 kişi öldürülmüş, 98 kişi ağır
şekilde yaralanmış,
-
1992-1996 tarihleri arasında Konya'da 3 kişi öldürülmüş,
-
Hatay bölgesinde 17.02.1995 ile 18.05.1998 tarihleri arasında 46 kişi
öldürülmüş, 42 kişi yaralanmış,
-
16.08.1992 tarihi ile 20.05.1998 tarihleri arasında Osmaniye de 15 kişi
öldürülmüş, 18 kişi ağır yaralanmış,
-
14.10.1992 tarihinde Kilis'de bir er öldürülmüş,
-
Aksaray'da bir kişi ağır yaralanmış olup, bu eylemlerin detayları Adana Devlet
Güvenlik Mahkemesine açılan davanın 22.12.1998 tarih ve 1998/492 sayılı
iddianamesinde açıkça belirtilmiştir.
-05.08.1985
günü Van ili Çatak ilçesi Kanalga köyü Taşbucak mezrasına düzenlenen silahlı
saldırı sonucu 10 kişinin öldürülmesi,
-
22.02.1981 günü Şırnak ili Uludere ilçesi Taşdelen köyüne silahlı saldırı
sonucu 13 kişinin öldürülmesi,
-
19.08.1987 günü Diyarbakır ili Eruh ilçesi Bağgöze bucağı Kılıçkaya köyü Milan
mezrasına silahlı saldırı sonucu 25 kişinin öldürülmesi,
-
10.10.1987 günü Şırnak ili Meşeiçi köyü Çobandere mezrasına silahlı saldırı
sonucu 11 kişinin öldürülüp, 9 kişinin yaralanması,
-
29.03.1988 günü Şırnak ili Eruh ilçesi Yağızkonak köyüne silahlı saldırı sonucu
9 kişinin öldürülmesi,
-
07.05.1983 günü Şırnak ili Dereler köyü Taraklı mezrasına silahlı saldırı
sonucu 9 kişinin öldürülmesi,
-
24.11.1989 günü Yüksekova ilçesi İkiyaka köyüne silahlı saldırı sonucu 26
kişinin öldürülüp, 300 adet koyunun gasbedilmesi,
-
28.04.1991 günü Solhan ilçesi Memurlar lokaline düzenlenen silahlı saldırı
sonucu ilçe Kaymakamı, Cumhuriyet Savcısı ile Orman Bölge Şefinin öldürülmesi,
-
21.06.1992 günü Solhan ilçesi Elmasırtı köyüne silahlı saldırı sonucu 5 kişinin
öldürülüp, köydeki evlerin yakılması,
-
22.06.1992 günü Gercüş ilçesi Seki köyüne silahlı saldırı sonucu 9 kişinin
öldürülmesi,
-
25.06.1992 günü Silvan ilçesi Yolaç köyüne silahlı saldırı sonucu 10 kişinin
öldürülüp, 3 kişinin yaralanması,
-
01.10.1992 günü Bitlis ili Cevizdalı köyüne silahlı saldırı sonucu 28 kişinin
öldürülüp, 11 kişinin yaralanması,
-
23.10.1992 günü Tunceli Mazgirt ilçesi Dedebağı köyüne silahlı saldırı sonucu
11 kişinin öldürülüp, 4 kişinin yaralanması,
-
23.01.1993 günü Diyarbakır ili Bağlar semtine silahlı saldırı sonucu 7 kişinin
öldürülmesi,
-
14.06.1993 günü Şirvan ilçesi Gözlüce köyüne silahlı saldırı sonucu 7 kişinin
öldürülmesi,
-
05.07.1993 günü Erzincan ili Kemaliye ilçesi Başbağlar köyüne silahlı saldırı
sonucu 31 kişinin öldürülüp, 3 kişinin yaralanması,
-
18.07.1993 günü Van ili Bahçesaray ilçesinde yaylaya düzenlenen silahlı saldırı
sonucu 24 kişinin öldürülmesi,
-
15.08.1993 günü Çemişgezek ilçesi Güneybaşı köyüne silahlı saldırı sonucu 6
kişinin öldürülmesi, bir otomobilin yakılması,
-
28.08.1993 günü Kovancılar ilçesi Yoncalıbayır köyüne silahlı saldırı sonucu 9
kişinin öldürülmesi,
-
03.09.1993 günü Muş ili Korkut ilçesi Kümbet köyündeki Tarım Açık Cezaevinin
basılması, cezaevinin ateşe verilip, giyecek ve yiyeceklerin gaspı, bir
hükümlünün kaçırılması,
-
17.09.1993 günü Diyarbakır ili Eğil ilçe merkezine silahlı baskın sonucu ilçe
mal müdürü, tapu müdürü, belediye memuru, nüfus memuru ve gece bekçisinin
öldürülüp PTT binasının yakılması,
-
25.10.1993 günü Erzurum ili Çat ilçesi Yavi kasabasına silahlı saldırı sonucu
32 kişinin öldürülüp, 10 kişinin yaralanması,
-
12.12.1993 günü Adıyaman ili Ağaçkonak köyüne silahlı saldırı sonucu 10 kişinin
öldürülüp, 1 kişinin yaralanması,
-
13.08.1994 günü Elazığ ili Alacakaya ilçesi Halkalı köyüne silahlı saldırı
sonucu 10 kişinin öldürülüp, 1 kişinin yaralanması,
-
25.12.1991 günü İstanbul ili Bakırköy ilçesi Çetinkaya giyim mağazasına molotof
kokteyli atılması sonucu 12 kişinin öldürülüp, 12 kişinin yaralanması,
-
12.02.1994 günü İstanbul ili Tuzla Tren istasyonuna bomba konulması sonucu 5
yedek subay okulu öğrencisinin öldürülüp, 16 askeri öğrenci ve 11 erin
yaralanması,
-
09.05.1990 günü Muş-Bingöl seferini yapan 3005 sefer sayılı trenin Yörecik köyü
yakınlarında durdurulup, 3 görevlisinin öldürülmesi,
-
10.06.1992 günü Bitlis ili Kokarsu köyü Çubuk-Sütlüce mezra yolunun kesilerek
minibüsteki 13 kişinin öldürülmesi,
-
09.10.1992 günü Şirvan ilçesi Kayahisar köyü yolunun kesilip 4 kişinin
öldürülmesi, 5 kişinin yaralanması,
-
20.10.1992 günü Solhan ilçesi Hazerşah köyü yolunun kesilip otobüsteki 19
kişinin öldürülerek otobüsün yakılması,
-
25.10.1992 günü Muş-Elazığ seferini yapan 2561 sefer sayılı trene bombalı,
roketatarlı silahlı saldırı düzenlenmesi sonucu bazı vagonların Murat nehrine
uçması ile 2 makinistin ölümü ve 45 kişinin yaralanması,
-
10.08.1993 günü Genç ilçesi Ardıçdibi-Çaytepe arasında yolcu taşıyan
minibüsteki 9 kişinin öldürülmesi,
-
04.08.1993 günü Bingöl ili Solhan ilçesi Bağönü köyü yakınlarında 12 minibüsün
durdurularak 16 kişinin öldürülüp, 14 kişinin yaralanması,
-
18.09.1993 günü Bitlis-Muş Karayolunda 5-6 aracın durdurularak 8 kişinin
öldürülüp, 14 kişinin yaralanması,
-
07.09.1994 günü Hakkari ili Çukurca ilçesi Köprülü köy yolu-nun kesilip 13
aracın yakılması, 5 kişinin öldürülmesi ve 15 kişinin kaçırılması,
-
01.06.1994 günü Kozluk ilçesi Ulaşlı köy yolunun kesilerek 3 kişinin
öldürülmesi,
-
21.03.1990 günü Palu ilçesi Kayaönü köyü yakınlarında, Şark Krom - Ferre Krom
Müessese Müdürlüğüne ait araçların durdurularak müessese müdürü dahil 9 kişinin
öldürülmesi,
-
11.09.1992 günü Kozluk ilçesi Yanıkkaya köyü yakınlarındaki Shell - Mobil
şirketine ait sondaj kuyusu ve toplama kampına ait araç gereçlerin yakılması, 3
mühendisin öldürülüp, 4 mühendisin yaralanması,
-
23.10.1993 günü Kığı ilçesi Günlük köyü kil ocağında 10 işçi-nin öldürülüp, 2
işçinin yaralanması,
-
21.09.1996 günü Alacakaya ilçesi Etibank Şark Kromları İşletmesine silahlı
saldırı sonucu 5 güvenlik görevlisinin öldürülüp, iş makinaları ve
yatakhanelerin tahrip edilmesi,
-
30.06.1996 günü Tunceli ili Cumhuriyet Meydanında Zeynep Kınacı isimli PKK
militanının merasim kıtasının içine girip, üzerindeki bombayı patlatması sonucu
kendisi ile beraber 1 astsubay ve 4 erin öldürülmesi,
-
11.11.1998 günü Yüksekova ilçesi Jandarma Komutanlığı önündeki askeri konvoyun
arasına giren PKK militanı Fatmi Özen'in çantasındaki bombayı patlatması
sonucu. 1 astsubayın ölümü, 3 astsubay ve 2 vatandaşın yaralanması,
-
14.04.1994 günü Elazığ ile Arıcak ilçesi Bükardı köyü ilkokul öğretmenlerinden
5 kişinin öldürülmesi
-
24.06.1993 günü Tunceli ili Meşeyolu köyü okul müdürü ve öğretmeninin
öldürülmesi, okulun yakılması,
-
07.10.1993 günü Tunceli ili Pertek ilçesi Pirinçli köyünde 4 öğretmenin
öldürülüp, 1 öğretmenin yaralanması,
-
11.09.1994 günü Tunceli ili Mazgirt ilçesi Darıkent beldesine düzenlenen
silahlı saldırı sonucu PTT binasının ve okulun yakılması, jandarma karakolunun
taranması, belediye binası ile sağlık ocağının tahrip edilip, 6 öğretmenin
öldürülmesi, 3 sağlık memurunun kaçırılması,
-
21.06.1994 günü Fethiye ilçesi Yat Limanı yakınındaki çay bahçesine konulan
zaman ayarlı bombanın patlaması sonucu, 7'si Alman ve İngiliz vatandaşı olmak
üzere toplam 13 kişinin yaralanması,
-
22.06.1994 günü Marmaris ilçesi Belediye Halk Plajına ve Abdi İpekçi Parkına
konulan bombaların patlaması sonucu 1 İngiliz turistin öldürülüp, 3 İngiliz ve
7 Türk vatandaşının yaralanması,
-
11.09.1995 günü İzmir ili Gaziemir Tansaş binası yakınına konulan bombanın
patlaması sonucu 5 kişinin öldürülüp, 28 kişinin yaralanması,
-
25.10.1985 günü 3/118 Jandarma Sınır Taburu Serin Jandarma Takımına silahlı
saldırı düzenlenmesi sonucu 9 jandarma erinin öldürülüp, 2 erin yaralanması, -
04.08.1991 günü Şemdinli ilçesi Samanlı Karakoluna silahlı saldırı sonucu 9 er
ve erbaşın ve 1 geçici köy korucusunun öldürülme-si, 9 subay, astsubay ve erin
yaralanması, 1 erin kaçırılması,
-
25.10.1991 günü 10. Jandarma Sınır Bölük Komutanlığına silahlı saldırı sonucu
15 erin öldürülüp, 1 asteğmen ile 9 erin yaralanması,
-
24.05.1993 günü Elazığ-Bingöl karayolunun kesilerek izinden dönen 33 er ve
erbaş ile 3 vatandaşın öldürülmesi,
-
15.09.1993 günü Van ili Çatak ilçesi Kanalga Karakoluna silahlı baskın sonucu
13 er ve erbaşın öldürülmesi,
-
09.11.1994 günü Eruh ilçesi Dağdöşü köyü çevre emniyet timine karşı girişilen
silahlı saldırı sonucu 15 er ve erbaşın öldürülüp, 13 erin yaralanması,
-
15.06.1995 günü Şemdinli ilçesi Ortaklar jandarma Karakoluna silahlı saldırı
sonucu 2 astsubay ve 13 erin öldürülmesi, 6 erin yaralanması, 5 erin
kaçırılması gibi,
PKK
terör örgütü 1978 yılından sanığın yakalandığı 15.02.1999 tarihine kadar
toplam; 6036 saldırı, 3071 bombalama, 388 gasp, 1046 adam kaçırma olayı
gerçekleştirmiş ve bu olaylarda 4412 vatandaş, 3874 asker, 241 polis, 1225
geçici köy korucusu öldürülmüş ve şehit edilmiş, 5620 vatandaş, 8118 asker, 909
polis, 1655 geçici köy korucusu yaralanmıştır.
Yukarıda
örnekleri verilen, PKK'nın gerçekleştirdiği ve sanığın da sorumluluğunu kabul
ettiği eylemlerin her birinin, ulusal ve uluslararası hukuk literatüründe kabul
edildiği üzere; doğrudan doğruya masum insanları hedef alan, kitleleri korkutup
sindirmeyi amaçlayan nitelik ve nicelikte mutlak terör eylemleri olduğu
hususunda kuşku bulunmamaktadır"
Bu
karardan, PKK örgütünün Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmak, Türk Ulusu'nu ırk esasına dayalı
"Türk ve Kürt ulusları" biçiminde ikiye bölmek amacıyla ezilen halk
olarak nitelediği Kürt kökenli vatandaşları, ayrı bir ulus olarak devletini
kurma yolunda kanlı şiddet eylemlerine yönelttiği anlaşılmıştır.
Öte
yandan, Avrupa İnsan Hakları Divanı, Zana-Türkiye davası nedeniyle verdiği 25
Kasım 1997 günlü (69/1996/688/880) sayılı kararında, "PKK isimli örgütü
amaçlarına ulaşmak için şiddet kullanan bir terörist örgüt" kabul ederek,
"Türkiye'nin Güneydoğu Bölgesinde PKK'nın sivillere yönelik kanlı
saldırılar düzenlediğini" belirtmiş; Avrupa Konseyi Parlamenterler
Meclisinin 25 Haziran 1998 tarihindeki toplantısında aldığı 1377 sayılı Kararın
5. maddesi ile de PKK tarafından başlatılan ve Türkiye'nin güneydoğusunda
yaşayan nüfusun yerlerinden edilmesine yol açan şiddet eylemleri ve terörizm
sert bir biçimde kınanmıştır. Ayrıca, 13.12.2002 günlü, L 337/93 sayılı Avrupa
Birliği Resmi Gazetesinde yayımlanan 12.12.2002 günlü terörizme karşı savaşta
alınan tedbirlerin uygulanması konusunda 2001/931/CFSP sayılı Ortak Posizyonu
güncelleyen ve 2002/340/CFSP sayılı Ortak Pozisyonu iptal eden Konsey Ortak
Pozisyonu'nunda terörizme destek veren kişiler, gruplar ve örgütler belirtilmiş
ve bu Karara ekli listenin 2/14. maddesinde terörizmi destekleyen örgütler
arasında PKK'ya da yer verilmiştir.
1-
İDDİA VE SAVUNMA
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının İddianamesinde, esas hakkında görüşünde ve sözlü
açıklamasında özetle, Davalı Halkın Demokrasi Partisi'nin Genel Başkanı Murat
Bozlak'ın, diğer yöneticilerinin, bazı il ve ilçe teşkilat başkan ve üyelerinin
söylemlerinde Kürt halkının Türk halkından farklı bir ulus olduğunu, kendi kimliklerini
özgürce yaşamaları gerektiğini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından Kürt
halkına karşı baskı ve zulüm politikası uygulandığını, PKK terör örgütü ile
Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasında bir savaşın yaşandığını, bu savaşta Kürt
halkının PKK terör örgütünün yanında yer alması gerektiğini belirttikleri,
birçok HADEP il ve ilçe teşkilatlarında açlık grevlerinin yapıldığı, 23.6.1996
günlü HADEP 2. Olağan Genel Kongresinde Türk bayrağının indirilerek yerine PKK
terör örgütünün başı Abdullah Öcalan'ın posterinin asıldığı, böylece PKK terör
örgütüne ve onun başı Abdullah Öcalan'a yardım ve destek sağlanarak Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya yönelik eylem ve davranışlar
içerisinde bulundukları ve Davalı Parti ile mensuplarının bu eylemlerinin
Anayasa'nın 68. ve 69. maddeleri ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun
78., 79., 80., 81. ve 82. maddelerine göre odak oluşturduğunu, bu nedenle
Davalı Parti'nin kapatılması gerektiği ileri sürülmüştür.
Davalı
Parti savunmalarında özetle, Halkın Demokrasi Partisi'nin kapatılması için
kampanya başlatıldığını, ülke genelinde HADEP binalarında aramalar yapılarak,
kamu davaları açıldığını, kapatma davası dosyasına konulan ya da iddianamede
dayanılan kanıtların hukuka uygun, adil ve tarafsız bir soruşturmanın ürünü
olmadıklarını, yürütülen soruşturmaların sonuçlanmadığını, iddianamede kanıt
olarak gösterilen yazılı belgeler, ses ve görüntü kasetleri, parti binalarında
ve yöneticilerin evlerinde elde edildiği iddia edilen maddi kanıtların, tanık
beyanlarının ve yargılanan parti yöneticilerinin sanık sıfatıyla anlatımlarının
tek tek incelenmesine olanak bulunmadığını, bu nedenle hükme esas
alınamayacağını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının esas hakkındaki görüşünün
tümüyle davanın açılmasından sonra ortaya konulan Abdullah Öcalan ve diğer bazı
kişilerin HADEP aleyhine alınan tek yanlı ifadelere dayandırıldığını, Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin gerek kuruluş ve yapıları ve gerekse uyguladıkları
farklı yöntemler nedeniyle adil yargılama yapabilecek nitelikte bağımsız ve
tarafsız mahkemeler olmadığını, bu mahkemeler ile bu mahkemeler nezdinde
faaliyet yürüten Cumhuriyet Savcılarının yaptıkları tüm işlemlerin ve
verdikleri kararları Anayasa Mahkemesi'nin kapatma davasında esas alınmaması
gerektiğini, delil olarak gösterilen Kongre, toplantı ve gösterilerde PKK terör
örgütünün propagandasına yönelik eylemlerin de davalı Parti'nin dışında,
kontrol edemediği kişilerce yapıldığını, Türkiye'nin başta Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi olmak üzere kimi uluslararası sözleşmeleri kabul ettiğini, iç hukuk
normu ile ulusalüstü norm arasında bir çatışma söz konusu olduğunda,
mahkemelerin ulusalüstü normu doğrudan uygulaması gerektiğini, ulusalüstü
normların iç hukuktan üstün ve bağlayıcı olduğunu, davalı Parti'nin hiçbir
şekilde Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya yönelik
eylemlerin odağı haline gelmediği gibi PKK terör örgütü ile de bir
bağlantısının bulunmadığını belirtmiştir.
2-
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
a-
Parti Organlarının Eylemleri
aa-
Halkın Demokrasi Partisi'nin 2. Olağan Kongresi
23.6.1996
günü, Ankara Atatürk Spor Salonunda Halkın Demokrasi Partisi'nin 2. Olağan
Kongresi'nin yapıldığı, bu kongrenin başlamasını takiben daha önce salona
asılan Türk Bayrağının PKK terör örgütü ile ilişkisi bulunduğu Ankara 1 Nolu
Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin verdiği kararla doğrulanan Faysal Akçan isimli
kişi tarafından indirilerek yere atıldığı ve yerine PKK terör başı Apdullah
Öcalan'ın bez üzerine çizilmiş büyük posterinin asıldığı, bu eylemin salonda
bulunan Parti delegeleri tarafından coşkuyla alkışlandığı, PKK terör örgütü ve
lideri Abdullah Öcalan lehine sloganlar atıldığı, görevli hükümet komiserinin
uyarılarına karşın Türk Bayrağı önceki yerine asılmadığı gibi salondaki bir
kısım parti delegelerince çiğnendiği, bunu takiben salonda üzerlerinde
"HADEP Görevlisi" yazılı tişortlar bulunan kişiler ve salondaki diğer
partililerce Abdullah Öcalan'ın posteri ile PKK terör örgütünün bayrağının uzun
süre alkışlar ve sloganlarla eller üzerinde dolaştırıldığı, ayrıca Parti Genel
Başkanı Murat Bozlak'ın posterinin yanına Abdullah Öcalan'ın posteri ile PKK
terör örgütünün sözde bayrağının asıldığı, bu eylemleri gerçekleştirenler
arasında maskeli çok sayıda terör örgütü militanlarının bulunduğu, Parti'nin en
yetkili organı olan Büyük Kongrede açıkca PKK terör örgütünün propagandasının
yapıldığı, Mahkememizce izlenen video kaset görüntüleri ile dosyadaki diğer
kaset çözüm tutanaklarından anlaşılmıştır.
Kongredeki
olaylar karşısında Davalı Parti'nin en büyük organı olan Kongrede Genel Başkan
Murat Bozlak ile Divan Başkanı Hikmet Fidan, olayları önlemeye yönelik herhangi
bir girişimde bulunmadıkları gibi, görevli hükümet komiserinin bu yöndeki
uyarılarını da dikkate almamışlardır.
Böylece,
Davalı Parti'nin Genel Kongre'deki eylemleri, Parti ile PKK terör örgütü
arasındaki bağlantıyı açıkça ortaya koymaktadır.
bb-
Davalı Parti'nin Genel Başkanı Murat Bozlak Yönünden
- 23.6.1996 Günü HADEP 2. Olağan Kongresinde Yaptığı
Konuşma İle Eylemler Karşısındaki Tutumu
23.6.1996
günü, Ankara Atatürk Spor Salonunda Halkın Demokrasi Partisi'nin 2. Olağan
Kongresi'nin yapılması sırasındaki eylemler karşısında Murat BOZLAK Parti'nin
Genel Başkanı olmasına karşın ikazda bulunmadığı, kayıtsız kaldığı gibi, kendi
posterinin yanında asılı bulunan Abdullah Öcalan posteri ve sözde PKK
bayrağının önünde yaptığı konuşmada, "...HADEP'e Kürt halkı güven
duymaktadır. Zira HADEP Kürt halkının bir parçasıdır. Kürt hareketinin bir
parçasıdır. Şimdi bu ülkenin temel sorunu olan Kürt sorunu konusundaki
düşüncelerimi ifade etmek istiyorum...şimdi bu ülkenin kurtuluşunda kan veren
Kürtlerin inkarı var. Anadilleri ile konuşmaları yasak, kültürlerini
geliştirmeleri yasaklanmış durumda...1924 Anayasası ile birlikte Kürtlerin
varlığı inkar edilmiştir. 20 milyon insan için 1982 Anayasasında da aynı hüküm
konulmuştur. Artılarıyla konulmuştur...Kürtler kimlik mücadelesi veriyor.
Kürtler varlıkları için mücadele veriyorlar. Operasyonlara rağmen, katliamlara
rağmen provakasyonlara rağmen, PKK hala bu ateşkesini devam ettiriyor. Bunu
değerlendirmek lazım. Bu lafla olmaz. Adam gibi çıkacaksın madem ki sen
silahını susturdun, bende talimat veriyorum askerime sizde susun diyeceksin.
Operasyonla çözümlenmiyor, İŞGALLE ÇÖZÜM OLMUYOR. Çözüm olsa idi bu kaçıncı
operasyon. Şimdiye kadar olurdu. Operasyonlar, katliamlar, provakasyonlar çözüm
değil, çırpınıştır, batıştır, çöküştür... 2 Temel şart, savaş dursun taraflar
diyalog sürecine girsin, ikinci etapta bu diyalog sürecinin uzamaması için
kesin ve kalıcı bir barışın sağlanması lazım. Yapılması gereken açık şeyler
var. Olağanüstü hal Kürt halkının başına zulüm yağdırmakta. Başka bir işe
yaramadı... Kürtler göç ettirildi, köyleri yakılıp yıkıldı. Şimdi 4 milyon
civarında Kürt göçer durumdadır. Yerlerinden, yurtlarından edilmişlerdir.
Bunların tazminatları ödenerek geri gönderilmelidir. Herkes kendi kültürünü
geliştirsin. Herkes bu ülkede kendi kişiliği ile kendini ifade etsin. Bundan
kimsenin zararı yok. Bırakın Kürtlerde kendi kişilikleri ile kendilerini ifade
etsinler, gelin bu darbecilerin bu çizmecilerin getirdiği demokratik olmayan ve
Türkiye toplumunun gerçeklerine uymayan bu 82. Anayasasını değiştirelim. Bu
anayasa değiştirilmeli, Kürt toplumunun kimliği kabul edilmelidir..."
demiştir.
Kongrenin
yapıldığı salondaki olaylara Parti Genel Başkanı Murat Bozlak'ın tepki
göstermemesi, kayıtsız kalması, buradaki konuşmasında Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin teröre karşı mücadelesini işgal olarak tanımlanması ve Kürtlerin
ayrı bir halk olarak gösterilmesi Davalı Parti ile Murat Bozlak'ın Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan
kaldırmak amacında olan PKK terör örgütünü desteklediğini açıkça ortaya
koymaktadır.
Adı
geçenin bu eylemlerini Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi "hal ve
vasfını bilerek PKK isimli terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak" suçu
olarak değerlendirip 4.6.1997 günlü, E:1996/80 ve K:1997/102 sayılı kararıyla
Türk Ceza Yasası'nın 169.,31.,33. ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca
altı sene ağır hapis cezası verilmiş, Yargıtay 9. Ceza Dairesi 8.6.1998 günlü,
E:1997/3736 ve K:1998/1820 sayılı kararıyla eksik inceleme gerekçesiyle hükmü
bozması üzerine kararı veren Mahkeme yargılamanın devam ettiği sırada yürürlüğe
giren 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla
Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Yasa'yı gözeterek 4.7.2002
günlü, E:1998/104 ve K:2002/119 sayılı kararıyla kamu davasını ertelemiştir.
Ankara
1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin anılan kararının gerekçesinde, "Sanık
Murat BOZLAK HADEP Genel Başkanıdır. Türk bayrağının indirildiği HADEP Genel
kurul toplantısında yaptığı konuşmada Hadep'e Kürt halkının güven duyduğunu
Türkiye'nin sorununun Kürt sorunu olduğunu Kürtlerin kimlik mücadelesi
verdiğini, Türklerin, Kürdistan'ı işgal ettiğini, Türkiye'nin PKK'nın ilan
ettiği ateşkese cevap vermediğini bildirerek bölücü içerikli konuşma yapmıştır.
Bu konuşmayı yaparken, arkasında PKK örgüt mensuplarınca Türk bayrağı
indirilerek yere atıldığı ayaklar altında, çiğnendiği salonu inletecek şekilde
PKK'yı övücü sloganlar atıldığı halde, başını dönderip arkasına bile
bakmamıştır. "Ben sizi görmüyorum. Ne yaparsanız yapın." diyerek
olayları görmezlikten gelmiştir.
Yüzü
puşu ile sarılı (Faysal AKÇAN'ın beyanına göre 150 kişilik) örgüt mensubu
gözlerinin önünde bölücü içerikli slogan atarken, Abdullah ÖCALAN'ın
posterlerini PKK bayrağını eller üzerinde taşıyarak gösteri yaparken hiçbir
müdahalede bulunmamış ve sesini çıkarmamıştır. Halbuki genel kurul toplantısını
düzenleyen, büyük ebatta Türk bayrağını genel kurul toplantı salonuna astıran
kişi kendisidir. Sanık PKK örgüt mensupları ile daha önce anlaşmış indirilmek
üzere Türk bayrağını genel kurul toplantı salonuna astırmıştır. Sanığın
eyleminin başka türlü değerlendirilmesi mümkün değildir. Daha önceki HADEP
genel kurul toplantılarında Türk bayrağının asılmamış olması bu olguyu
doğrulamaktadır. Halk deyimi ile "sağır sultanın" duyacağı herkesin
görebileceği şekilde PKK örgüt mensupları, yüzleri puşu ile sarılı olarak
indirilen Türk bayrağının yerine Abdullah ÖCALAN'ın posterini ve PKK bayrağını
astıkları halde buna engel olmamış tersine diğer sanıklarla birlikte PKK örgüt
mensuplarını gizleyerek, onları kamufle ederek, eylem yapmalarını yani örgütsel
faaliyette bulunmalarına yardımcı olmuştur. Ayrıca sanık yasadışı PKK örgütünün
yurtdışından Türkiye'ye gönderdiği bölücü içerikli bildirileri haber
bültenlerini, teröristleri cesaretlendirecek yazıları HADEP Genel merkezinde ve
diğer teşkilat binalarında saklayarak yasa dışı PKK örgütüne yardım etmiştir.
Başka suçtan sanık olan kişilerin beyanları, HADEP PKK ilişkisini dolayısı ile
sanığın kastını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Sanık örgüt mensuplarının
eylemde bulunmaları için ortam sağlayarak, indirilmek üzere Türk bayrağını
asarak yüzü puşu ile sarılı örgüt mensuplarını aralarında gizleyerek ve kamufle
etmek suretiyle bilerek isteyerek hür iradesiyle yardım etmiştir.
Sanık
HADEP GENEL Başkanıdır. Parti içinde ve genel kurul toplantı salonunda geniş
yetkilere haiz iken Türk bayrağı indirildiği sırada arkasına bakarak ve
konuşmasına ara vererek Türk bayrağını yerine astırması imkanı var iken bunu
yapmamış tersine teröristlerin eylem yapmasına göz yummuştur. Sanığın
yetkilerini, konumunu, suçun işleniş şeklini, yerini , zamanını göz önünde
tutan Mahkememiz sanığa alt sınırın üzerinde bir ceza verilmesi Mahkememizde
sanığa ceza tayin ederken sanığın bu durumunu takdir teşdit sebebi saymış
sanığa alt sınırın üzerinde bir ceza verilmesi Mahkememizce uygun
görülmüştür" denilerek, davalı
Parti ile adı geçenin PKK isimli terör örgütüne yardım ve destek sağladığı
kabul edilmiştir.
-
13.11.1998 ve 15.11.1998 Tarihli Basın Açıklamaları
HADEP
Genel Başkanı olan Murat BOZLAK'ın 15.11.1998 tarihinde yaptığı basın
açıklamasında, "...Başta İtalya olmak üzere Avrupa ülkelerinin Kürt
sorununun barışçıl, demokratik çözümü konusundaki dostane istemleri yanlış
değerlendirilmiş ve hep geri çevrilmiştir.
PKK
Genel Başkanı Abdullah Öcalan'ın İtalya'ya gidişi ile birlikte yeni ve önemli
bir gelişme meydana gelmiştir.
Kürt
sorununun barışçıl, demokratik çözümü konusundaki istemini sürekli dile getiren
İtalya'nın barışa hizmet etmeyecek yeni acı ve üzüntülerin yaşanmasına
sebebiyet verecek bir karara imza atması beklenmemelidir...";
HADEP
Ankara İl Örgütü imzalı 13 Kasım 1998 günlü "Basına ve Kamuoyuna "
başlıklı basın açıklamasında, "PKK Genel Başkanı Abdullah ÖCALAN'ın
İtalya'nın başkenti Roma'ya gidişi ile ortaya çıkan durum Kürt sorununun
siyasal-demokratik çözümünü bir kez daha kaçınılmaz bir zorunluluk olarak dünya
gündemine oturtmuştur. Artık Kürt sorunu evrensel bir sorundur...
...Bu
amaçla halkımızın talebi karşısında il binasında dört günlük açlık grevi
başlatılıyor. Demokratik kamuoyunu duyarlılığa çağırıyoruz..." denilmiştir.
Bu
açıklamalarda, PKK terör örgütü liderinden "PKK Genel Başkanı Abdullah
ÖCALAN" diye bahsederek ona saygınlık ve meşruluk kazandırılmak istenmiş
ve Türkiye Cumhuriyetinde ayrı bir Kürt ulusunun var olduğu mesajının verildiği
anlaşılmıştır.
Basın
açıklamalarını takiben PKK isimli terör örgütü lideri Abdullah ÖCALAN'ın
İtalya'da tutuklanmasını ve Türkiye'ye iadesi girişimlerini protesto etmek
amacıyla başta Ankara İl binası olmak üzere Türkiye genelinde HADEP il ve ilçe
binalarında açlık grevlerine başlanılmıştır. Bu durum davalı Parti'nin PKK
terör örgütüne yardım ve destek sağladığını açıkça ortaya koymaktadır.
Kaldı
ki, Murat Bozlak'ın bu eylemlerini Ankara 2 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi,
"silahlı çete PKK'nın hal ve vasfını bilerek silahlı çeteye yardım
etmek" suçu olarak değerlendirip 24.2.2000 günlü, E:1999/1 ve K:2000/20
sayılı kararla, "...PKK terör örgütü ile Halkın Demokrasi Partisi
arasında organik bağ olduğu, diğer sanıklarla birlikte adı geçenin PKK terör
örgütü başı Abdullah Öcalan'ın İtalya'da yakalanmasını müteakip başlatılan iade
girişimlerini engellemek ve kendisine destek vermek amacıyla basın
açıklamalarını yaptığı ve açlık grevi eylemlerinin ülke genelinde
başlatıldığı..."nı kabul ederek Türk Ceza Yasası'nın 169, 59, 31, 36,
40. ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddesi uyarınca üç sene dokuz ay ağır hapis
cezasına mahkum etmiş, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin, 23.1.2001 gün ve
E:2000/2409 ve K:2001/162 sayılı kararıyla hükmün bozulması üzerine kararı
veren mahkeme, 2.5.2001 günlü, E:2001/35 ve K:2001/75 sayı ile 4616 sayılı 23
Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava
ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun'un 1. maddesinin dördüncü bendi uyarınca
adı geçen hakkındaki kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine
karar vermiştir.
b-
Ülke Genelinde Halkın Demokrasi Partisi Yönetici ve Üyelerinin Eylemleri
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının 29.1.1999 günlü, davalı Parti'nin kapatılmasına
ilişkin başvurusundan önceki tarihlerde, ülke genelinde birçok HADEP yönetici
ve üyesi hakkında, "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik propaganda yapma, halkın bir
kesimini diğer kesim aleyhine ırk ve bölge farklılığı gözetmek suretiyle kin ve
düşmanlığa açıkça tahrik etme, hal ve sıfatını bilerek PKK terör örgütüne
yardım ve yataklıkta bulunma" suçlarından çok sayıda soruşturma yapılarak
kamu davası açıldığı görülmüştür.
aa-
Hikmet Fidan Yönünden
-
HADEP 2. Olağan Kongresindeki Eylemler Karşısındaki Tutumu
Hikmet
Fidan'ın HADEP Parti Meclis üyesi ve HADEP İstanbul İl başkanı olduğu,
23.6.1996 günü, Ankara Atatürk Spor Salonunda yapılan Halkın Demokrasi
Partisi'nin 2. Olağan Kongresi'nde Divan Başkanı olarak seçildiği, kongrenin
başlamasını takiben salona asılan Türk Bayrağının PKK terör örgütü ile ilişkisi
bulunduğu Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin verdiği kararla
doğrulanan Faysal Akçan isimli kişi tarafından indirilerek yere atıldığı, bu
eylemin salonda bulunan Parti delegeleri tarafından coşkuyla alkışlandığı,
salonda PKK terör örgütü ve sözde lideri Abdullah Öcalan lehine sloganlar
atıldığı ve yerine PKK terör örgütü başı Abdullah Öcalan'ın bez üzerine
çizilmiş büyük ebattaki posterinin asıldığı, görevli hükümet komiserinin
uyarmasına karşın Türk bayrağı önceki yerine asılmadığı, salonda bulunan bir
kısım parti delegelerince üzerine basılarak çiğnendiği, bunu takiben salonda
üzerlerinde "HADEP Görevlisi" yazılı tişortlar bulunan kişilerle ve
diğer partililerce Abdullah Öcalan'ın posteri ile PKK terör örgütünün sözde
bayrağının uzun süre alkışlar ve sloganlarla eller üzerinde dolaştırıldığı, ayrıca
Parti Genel Başkanı Murat Bozlak'ın posterinin yanına Abdullah Öcalan'ın
posteri ile PKK terör örgütünün sözde bayrağının asıldığı, salondaki eylemleri
gerçekleştirenler arasında maskeli çok sayıda terör örgütü militanının
bulunduğu ve açıkça PKK terör örgütünün propagandasının yapıldığı
anlaşılmıştır.
Divan
Başkanı olan Hikmet FİDAN'ın belirtilen bu olaylara müdahale etme ve önlem
aldırma imkanı olduğu halde kayıtsız kalması, gerekli uyarıda bulunmaması ve
görevli hükümet komiserinin uyarılarını dikkate almaması, kongreyi devam
ettirmesi, mensubu olduğu davalı Parti ile PKK terör örgütünün dayanışma
içerisinde olduğunu açıkça göstermektedir. Nitekim adı geçenin bu eylemlerini
4.6.1997 günlü, E:1996/80 ve K:1997/102 sayılı kararıyla "hal ve vasfını
bilerek PKK terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak" suçu olarak
değerlendiren Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin mahkumiyet kararının
gerekçesinde, "Kongre Divan Başkanlığı sıfatını taşıyan Hikmet Fidan,
Divan başkanlığı yetkilerini kullanarak teröristlerin yaptığı eylemlere engel
olmaya çalışmamış, aksine desteklemiştir. PKK örgüt mensuplarınca Türk
bayrağının indirilerek ayaklar altında çiğnenmesine yerine PKK bayrağı ile
Abdullah ÖCALAN'ın posterinin asılmasına seyirci kalmıştır. Divan başkanı
olarak toplantıya ara verip güvenlik kuvvetlerini çağırarak örgüt mensuplarını
yakalatıp indirilen Türk bayrağını yerine astırabilirdi. Sanık bunun tamamen
aksini yapmış, toplantıya ara vermemiş diğer sanıklarla birlikte örgüt
mensuplarını aralarında gizleyerek örgütsel faaliyette bulunmalarına yardımcı
olmuştur. Örgüt mensupları divan başkanlığının önünde yüzleri puşu ile sarılı
olarak PKK'nın bölücü içerikli sloganlarını atarak, Abdullah ÖCALAN'ın
posterini ve PKK pankartlarını ellerinde taşıyarak gösteri yapmışlardır. Bu
olgu duruşmada izlenen video kasetlerle sabittir. Sanık örgüt mensuplarının
faaliyetlerine zımnen katılmış onlarla birlikte hareket ederek yukarıda
belirtilen örgütsel faaliyetleri örgüt mensupları ile topluluk oluşturarak
birlikte gerçekleştirmişlerdir. Görüldüğü gibi sanık örgüt mensuplarının Türk
bayrağını indirerek ayaklar altında çiğnemelerine, PKK'nın propagandasını
yapmalarına, Abdullah ÖCALAN'ın posterini ve PKK bayrağını asmalarına, bölücü
içerikli slogan atmalarına teröristleri aralarına alarak onları gizleyerek ve
kamufle etmek suretiyle bilerek ve isteyerek hür iradesi ile yardım etmiştir.
Adı
geçenin yetkisini genel kurul toplantısındaki yerini ve görevini, suçun işleniş
şeklini, yerini, zamanını göz önünde tutan Mahkeme bu durumu takdir ve teşdit
sebebi sayarak alt sınırın üzerinde bir ceza tayin etmiştir" denilmiştir.
-
HADEP 2. Olağan Kongresinde 23.6.1996 günü Yaptığı Konuşma
Hikmet
Fidan 23.6.1996 günü HADEP 2. Olağan Kongresinde yaptığı konuşmada, "...Bizim
arkamızda meşruluk var, haklılık var, Kürt halklarının kimlik mücadelesi var,
siyasi haklarımızın kalması talebi var. Ve biz böyle bir mecburiyetten arkamıza
böyle büyük bir halk desteği alarak geliyoruz...Biz bu düzenin şiddet
politikasına karşı, inkar politikasına karşı talan politikasına karşı
halkımızla beraber, partilerle beraber göğüs gererek bu duruma geldik...70
yıldır bu ülkeyi yöneten düzen sahiplerinin arkasında 5000'i aşkın faili
meçhul, 3000'in üzerinde yakılıp yıkılan köy, yerinden yurdundan edilen göç
ettirilen 5 milyona yakın Kürt halkı, Kürt halkına uygulanan baskı ve şiddet
politikası vardır...Şu anda fizikman aramızda bulunmayan ve çok yakınımızda
Ulucanlar cezaevinde bulunan Hatip Dicle'leri, Leyla Zana'ları, Selim
Sadak'ları, kurultayımız adına selamlıyoruz...Türkiye'nin dev gibi büyüyen
sorunlarını çözmek mümkün değil. Bu nedenle diyorum ki 15 Aralık'tan bu yana
süren ateşkese çift yönlü destek verelim. Bu Türkiye'nin sorunlarının çözümüne
önemli bir katkı verecektir..." demiştir. Konuşmasında ülkedeki
vatandaşlardan bir kısmını "Kürt halkı" olarak nitelendirmesi, bu
halka karşı bir baskı ve talan politikasının yürütüldüğünü ve buna karşılık
Kürt halkının da kimlik mücadelesi verdiğini belirtmesi adı geçenin ülkenin
bölünmez bütünlüğüne karşı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
-
30.5.1996 Günlü Abdullah Öcalan'a Karşı Girişilen Suikasti Kınayan
"Halklarımıza" Başlıklı Bildiri
30.5.1996
günlü Demokrasi Gazetesinde yer alan ve altında Hikmet Fidan'ın ismi bulunan
"Halklarımıza" başlıklı bildirideki, "PKK Genel Başkanı Sayın
Abdullah Öcalan'a karşı girişilen bombalı suikast girişimini kınıyoruz.
Halkların eşitlik, özgürlük ve kardeşlik özlemine karşı yapılan bir sabotaj
olarak değerlendiriyoruz" biçimindeki sözleriyle PKK terör örgütüne
meşruluk ve saygınlık kazandırmaya çalışıldığı görülmektedir.
Hikmet
Fidan'ın yukarıda sayılan eylemlerini Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi,
"silahlı çete PKK'nın hal ve vasfını bilerek yardım etmek" suçu
olarak değerlendirip 4.6.1997 günlü, E:1996/80 ve K:1997/102 sayılı kararıyla
Türk Ceza Yasası'nın 169. ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca altı
sene ağır hapis cezası verildiği, hükmün Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 8.6.1998
günlü, E:1997/3736 ve K:1998/1820 sayılı kararıyla bozulduğu, kararı veren
Mahkeme'nin "4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan
Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Yasa"yı
gözeterek 4.7.2002 günlü, E:1998/104 ve K:2002/119 sayılı kararıyla Yasa'nın 1.
maddesinin dördüncü bendi uyarınca kamu davasının kesin hükme bağlanmasını
ertelediği anlaşılmıştır.
bb-
Kemal Bülbül Yönünden
-
HADEP Ankara İl Başkanlığı 3. Olağan Kongresinde Yaptığı Konuşma
HADEP
Ankara İl Başkanı olan Kemal Bülbül HADEP Ankara İl Başkanlığı 3. Olağan
Kongresinde yaptığı konuşmada, "...Halkın Demokrasi Partisi ne istiyor'
HADEP'in ne istediğini şu an salonda bulunan ilgili kişilere de soruyorum.
Halkların kardeşliğini istiyorlar, biz yasal demokratik çözümü istiyoruz. Kürt
sorununun siyasi çözümünü istiyoruz. Bunun tarifi nedir' Bunun tarifi şudur: Bu
ülkede Kürt halkı bir gerçektir ve bu gerçekliği kabul etmek durumundasınız.
Kültürüyle, diliyle ve her türlü halk iradesiyle kabul edilmek
durumundadır..." diyerek ülkede yaşayan insanlardan bir kısmını
kültürüyle, diliyle ve her türlü halk iradesiyle kabul edilmek durumunda olan
"Kürt halkı" olarak belirtmesi ülkenin bölünmez bütünlüğünü yok etme
iradesi taşıdığını ortaya koymaktadır.
Ayrıca,
adı geçenin kimi eylemleride Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce,
"silahlı çete PKK'nın hal ve vasfını bilerek silahlı çeteye yardım
etmek" suçu olarak değerlendirilip 24.2.2000 günlü, E:1999/1 ve K:2000/20
sayılı kararla Türk Ceza Yasası'nın 169. ve 59. maddeleri ile 3713 sayılı
Yasa'nın 5. maddesi uyarınca üç sene dokuz ay ağır hapis cezası verildiği, 4616
sayılı Yasa'nın yürürlüğe girmesi ile Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 23.1.2001
günlü, E:2000/2409 ve K:2001/162 sayılı bozma kararı üzerine hükmü veren
Mahkeme'nin, "4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan
Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Yasa"yı
gözeterek 2.5.2001 günlü, E:2001/35 ve K:2001/75 sayılı kararıyla 4616 sayılı
Yasa'nın 1. maddesinin dördüncü bendi uyarınca kamu davasının kesin hükme
bağlanmasını ertelediği anlaşılmıştır.
-
Evinde Yapılan Aramada Ele Geçen Doküman
22.6.1998
günü Kemal Bülbül'ün evinde yapılan aramada ele geçirilen "Tarihsel
Haksızlıkla Karşı Karşıya Kalan Kürtler, Kürt Sorunu ve Çözüm Önerileri"
başlıklı 7 sahifeden ibaret yazıda, "...Bu gün Kürt halkı iskeleti ve
beyni parçalanmış, Devletler arası paylaşılmış bir konumdadır. Ne acıdırki
sömürgelerin bile statüsü varken Kürtlerin ve Tarihi ülkesi olan Kürdistan'ın
hiç bir uluslararası resmi statüsü yoktur. Kürtlerin ulusal kimliği dili,
kültürü, tarihi ve tüm ulusal değerleri imha sürecine tabi tutulmuştur. ...bu
gün kimileri tarafından "Güneydoğu, Türkiye Kürdistan'ı, Kuzey
Kürdistan" olarak anılan topraklarda Kürt nüfusu yüzde seksen-Doksan gibi
büyük bir çoğunluğu temsil etmektedir... Türkiye Cumhuriyetinin Osmanlı topraklarının
bir kısmı üzerinde kuruluş sürecinin başladığı ilk dönemlerde Türkler ve
Kürtler arasında bu günkü gibi önemli sorunlar olmamıştır. Asıl sorun 1923
Lozan Anlaşması ve sonrasında ilan edilen 1924 Anayasası ile başlamıştır. Çünkü
bu Anayasa "Türklerin ve Kürtlerin ortak devleti" projesini tamamıyla
yürürlükten kaldırmıştır. "Türkiye'de yaşayan herkes Türk'tür" gibi
ırkçı bir resmi ideoloji ile Kürtlerin varlığı dahi inkar edilmiş, Kürt dili,
kültürü ve tarihi değerleri bir imha sürecine tabi tutulmuştur. Kürtler bu
köleci statüyü ya da statüsüzlüğü o tarihten beri asla kabullenemediler,
1925-1938 yılları arasında Türkiye Cumhuriyetinin resmi verilerine göre tüm 28
kez silahlı olarak ayaklandılar... 1960-1980 yılları arası bu günkü Kürt Ulusal
uyanışı ve Özgürlük Mücadelesinin temellerinin atıldığı yıllardır... 1994
yılında Kürdistan İşçi Partisi (PKK) nin politik önderliğinde başlatılan
silahlı mücadele kesintisiz 14 yıldır devam ediyor. ... mirasını diğer
kapatılan partilerden alan partimiz bütün Anti Demokratik ve hukuk dışı
uygulamalara rağmen 1995 de girdiği Genel Seçimlerden Kürtlerin oyunun büyük
çoğunluğunu alarak Kürtleri legal alanda temsil eden bir siyasi parti olduğunu
bir daha ortaya koymuştur. ...Kürt sorununu bir azınlık sorununa indirgeyerek
sadece kültürel hakların tanınmasıyla çözülebileceğine inanan bazı uluslararası
çevreler bu teşhislerinde kesinlikle yanılmaktadır. Kuşkusuz ki Kürtlerin
Ulusal kimliği ve Kültürel haklarının Türkiye tarafından tanınması çözümde
ileri bir adım olacaktır. Ancak yetersizdir. ...Kürt sorununa PKK'yı dışlayarak
çözüm arayan bazı ulusal ve uluslararası topluluklar siyasi çözüme kesin olarak
hizmet etmemekte, aksine sorunu daha da karmaşık hale çevirmektedir, öncelikle
belirtmeliyiz ki siyasi çözüm yolunda ilerleme sağlamanın ilk adımı Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ile PKK arasında karşılıklı bir ateşkesin yürürlüğe
girmesidir. ...Güney Afrikada'ki ırkçı rejimi dize getiren belirleyici faktör
her ne kadar zenci halkın mücadelesi ise de, Güney Afrika baskıcı rejimine
karşı Avrupa, ABD ve diğer Dünya Devletlerinin uyguladıkları yaptırımlar
olmasaydı Nelson Mandela bu gün Devlet Başkanı olabilir miydi' Irkçı rejim
tarihin çöp sepetine gönderilebilecek miydi' Türkiye Cumhuriyetinde de benzer
şekilde Ekonomik idari yaptırımlarla, silah ambargosu ve Turizm boykotu ile
kıskaca alınmaması durumunda bu savaşın daha yıllarca süreceğini ve giderek
Orta Doğu'da barış ve güvenliği ciddi boyutlarda tehdit edeceğini söylemek
kehanet sayılmamalıdır..." denilmektedir.
Ankara
il başkanı Kemal Bülbül'ün, evinde yapılan aramada elde geçirilen ve HADEP
Genel Merkezi'nden aldığını ifade ettiği belgelerin içeriği ile konuşmasındaki
anlatımların birbirini tamamladığı, böylece PKK terör örgütüyle fikri bağlantı
içinde olduğu, fiil "PKK terör örgütüne yardım etmek" suçu olarak
nitelendirilerek 7.7.1998 günlü iddianame ile açılan davada, Ankara 2 Nolu
Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce 25.9.2002 günlü, 1998/38 Esas ve 2002/99 sayılı
Kararla "4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı
Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Yasa"
gözetilerek kamu davasının kesin hükme bağlanmasını ertelendiği anlaşılmıştır.
cc-
Kemal Okutan Yönünden
21.12.1997
tarihine kadar HADEP Ankara İl Başkanlığı görevini yürüten Kemal Okutan, HADEP
Ankara İl Kongresinde 12.5.1996 günü yaptığı konuşmasında özetle, Kürt
halkının 2600 yıllık baskılara dayandığını, HADEP'in kan dökerek bugünlere
geldiğini, daha önce birkaç kişi iken şimdi salonlara, alanlara sığmaz
olduklarını, 1991-1992 yıllarında nevruzun kutlandığını, ancak sarı, kırmızı,
yeşil renklerden pek çok insanın katledildiğini, Başbakanın bu renklerin
Ergenekon'dan getirildiğini söylemesine rağmen bu renkleri taşıyanlara ateş
edildiğini, bu düzenin yalnız Kürtleri sömürdüğünü, PKK'nın altı aydır kimseye
ateş etmediğini, buna rağmen operasyonların sürdüğünü, Zilan'da, Dersimde'ki
gibi bitmeyeceklerini belirtmiş, 28.6.1996 günlü PKK terör örgütünün yayın
organı olan MED TV'deki canlı yayına katılarak yaptığı telefon konuşmasında da,
"...Mücadelemiz belli bir düzeye gelmiştir. Bu süreçte düzen
partilerinin ve egemen güçlerin oyunları sözkonusu idi. Halkın mücadelesini
geri çevirmek için her şeyi kullandılar. Bu taktik halk tarafından bozulmuştur.
Bu bozulmadan sonra arkadaşlarımız katledilmeye başlanmıştır. HEP kapatıldı DEP
kuruldu. Mehmet Sincar katledildi. DEP kapatıldı. Milletvekillerimiz hapse
atıldı. HADEP kuruldu. 24 Aralık seçimlerinden önce Türkiye solu ile
dayanışmaya geçildi. Bunu içine sindiremeyenler tekrar saldırıya geçti. Bu
kurultay bir barış şöleni olarak kutlanmak istendi. Ama bunu engellemek için
provakasyon yapıldı. PKK tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Bu gözaltılar buna
cevaptır. Arkadaşlarımızdan haber alamıyoruz...DGM Savcıları, Emniyet şefleri
bu kadar kirli iş varken bu arkadaşlarımızı gözaltına alıyorlar. Bu bayrak
yürüyüşlerini Devlet-Medya ve 12 Eylül faşistleri ortaya çıkarıyor...Biz
bayrağın asılması için müdahalede bulunduk. Ama kitle psikolojisi bayrağı
astıramadık..." demiştir.
Adı
geçen bu konuşmalarında, PKK terör örgütünü desteklediğini, görüşlerini
benimsediğini ve terör örgütü ile kendisinin ve mensubu olduğu Halkın Demokrasi
Partisi'nin bağlantı içinde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim Ankara
1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi de 4.6.1997 günlü, E:1996/80 ve K:1997/102
sayılı kararıyla fiili terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak olarak
değerlendirip Kemal OKUTAN hakkında Türk Ceza Yasası'nın 169. ve 3713 sayılı
Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca dört sene altı ay ağır hapis cezası verdiği, Yargıtay
9. Ceza Dairesi'nin eksik inceleme gerekçesiyle 8.6.1998 günlü, E:1997/3736 ve
K:1998/1820 sayılı bozma kararı üzerine kararı veren Mahkeme "4616 sayılı
23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye,
Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Yasa"yı gözeterek 4.7.2002 günlü,
E:1998/104 ve K:2002/119 sayılı kararıyla kamu davasının kesin hükme
bağlanmasını ertelediği anlaşılmıştır.
dd-
Kudret Gözütok Yönünden
HADEP
Parti Meclisi üyesi olan Kudret Gözütok'un Bursa'daki ikametgahında yapılan
aramada PKK terör örgütünün askeri kanadını oluşturan ERNK'ya ait rozet ve PKK
terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı direnişi ile PKK'nın bu
konudaki politikalarını belirleyen ve Abdullah Öcalan tarafından yazılan
"12 Eylül Faşizmi ve PKK direnişi", "Diriliş Tamamlandı Sıra
Kurtuluşta", "PKK 5. Kongresine Sunulan Politik Rapor" isimli
kitaplar bulunmuş, işyerinde yapılan aramada ise, içerisinde Yozgat Cezaevinde
Mart 1995 tarihinde PKK örgüt mensupları tarafından gerçekleştirilen örgütsel
konferanslar sonunda yapılan değerlendirmeler, tutuklu ve hükümlülerin
özgeçmişleri ve Abdullah Öcalan'a övgülerin yeraldığı 141 sayfalık el yazısı
örgütlsel doküman ele geçirilmiştir.
Ele
geçirilen PKK'nın askeri kanadı olan ERNK amblemli rozet, kitaplar ile PKK
mensupları tarafından düzenlenen örgütsel dokümanlar bu kişiyle PKK terör
örgütü arasındaki bağlantıyı açıkça ortaya koymuştur. Nitekim Ankara 1 Nolu
Devlet Güvenlik Mahkemesi de 4.6.1997 günlü, E: 1996/80, K: 1997/102 sayılı
kararıyla Kudret Gözütok'un fiilini terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak
olarak değerlendirilip Türk Ceza Kanunu'nun 169. ve 3713 sayılı Yasa'nın 5.
maddeleri uyarınca dört sene altı ay ağır hapis cezası verdiği, kararın
Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 8.6.1998 günlü, E:1997/3736 ve K:1998/1820 sayılı
hükmüyle bozulduğu, Mahkeme'ce "4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar
İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine
Dair Yasa" gözetilerek 4.7.2002 günlü, E:1998/104 ve K:2002/119 sayılı
kararıyla Yasa'nın 1. maddesinin dördüncü bendi uyarınca kamu davasının kesin
hükme bağlanmasının ertelendiği anlaşılmıştır.
ee-
Eşref Odabaşı Yönünden
HADEP
Kırşehir İl Başkanı olan Eşref Odabaşı'nın HADEP Genel Merkezi tarafından
yayımlanan HADEP Bülteni'nin Ocak 1997 tarihli sayısında "Bir Grup Din
Adamından İnsanım Diyen Herkese Açık Mektup" başlıklı parti amblemini
taşıyan yazıyı çoğaltarak Kırşehir ilçe ve köylerinde bulunan muhtar ile din
adamlarına posta ile gönderdiği anlaşılmıştır.
İçeriğinde,
"Kur'an'daki kimi ayetler yorumlanırken İslam dininin ana kurallarına
aykırı olarak Kürt milletinin kendi kimliğini ana dili kültürü ile örf ve
adetlerine uygun yaşama istekleri nedeniyle zulme uğradıkları, köyleri
boşaltılarak işkenceye maruz kaldıkları, Anayasa ve yasalarımıza göre Kürt
milletinin yok sayıldığı, ana dili olan Kürtçenin yasaklandığı...neden ben
müslümanım diyen herkes bu zulme karşı çıkmıyor" biçimindeki
ifadelerin yer aldığı yazıyı çoğaltıp dağtması nedeniyle Ankara 2 Nolu Devlet
Güvenlik Mahkemesi'nce 1.12.1997 günlü, E:1997/163 ve K:1997/146 sayılı kararla
Türk Ceza Yasası'nın 312/2-3. maddeleri uyarınca "ırk ve bölge farklılığı
gözeterek halkı kin ve düşmanlığa açıkca tahrik" suçundan
cezalandırıldığı, cezanın 647 sayılı Yasa'nın 6. maddesine göre ertelendiği,
hükmün Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin 23.2.1998 günlü, E:1998/1165 ve K:1998/2188
sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği anlaşılarak adı geçenin, halkın bir
bölümünü ırk ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkca tahrik
ettiği sonucuna varılmıştır.
ff-
Recep Doğaner Yönünden
HADEP
Meclis üyesi olan Recep Doğaner'in 1996 Eylül ayında HADEP Ankara İl binasında
1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle yaptığı konuşmada,"...Bugün
Türkiye'nin güvenlik kuşağı adı altında 70.000'i aşkın bir asker zırhlı araç ve
gereçleriyle Kuzey Irak sınırına yığılmış durumdalar. Bugün Güney Kürdistana
geçecek bu güçlerin oradaki yerleşim birimlerini oradaki insanları yerlerinden
yurtlarından edecekler sivil halka yine zulmü dayatacaklar. Bunlar eğer orada
barışı sağlayabileceklerse kendi ülkelerindeki bu savaşa ne diyecekler'
Erzincan'da barışı sağlayamamış, Sivas'ta barışı görmemiş, Diyarbakır'da savaşı
sürdürmüş, Hakkari'de hiçbir zaman barış ortamı yaratamamış ve bu sorunu, Kürt
meselesini hiçbir zaman gündeminden düşürmemiş bu güç güneyde Kürtlerin
bölgesinde ne yapacaktır' Buradaki savaşı oraya taşımış olacaktır. Ama burası
çok iyi anlaşılmalıdır ki, savaşı kazanacak haklılardır, savaşı hiçbir zaman
teknoloji kazanamamıştır, güçlü olan kazanamamıştır, haklı olan kazanmıştır.
Dünyada hep böyle olmuştur. Bu da şunu gösteriyor, mazlum halkların
kurtuluşları güçlü teknolojilerin üzerindeki denemeleri sonuçsuz kalmış,
halklar kendi mücadelelerini başarı ile sonuçlandırmış ve kendi haklarına
kavuşmuşlardır. Bugün Türkiye Cumhuriyet Devleti savaşı gündemine almış, barış
isteyen insanları cezalandırıyor, barış kelimesinden dolayı insanları
cezalandırıyor. Barış kelimesi yasak edilmiş bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu
ülkede savaş var mıdır ki barış olsun deniliyor. Bal gibi savaş vardır.
Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar kanlı bir savaş bu aşamada yaşanmıyor..Bu
savaş yine Devlet tarafından bu coğrafyada yaşayan halklara karşı
yürütülüyor..." denilmiştir.
Bu
konuşma nedeniyle Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya
yönelik propaganda yapmak suçundan 16.6.1998 günlü, E:1998/4 ve K:1998/66
sayılı kararla 3713 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi ve Türk Ceza Yasası'nın 59.
maddesinin ikinci fıkrası uyarınca on ay hapis ve beşyüz milyon lira ağır para
cezası ile cezalandırıldığı, hükmün Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 11.5.1999
günlü, E:1999/589 ve K:1999/2204 sayılı kararla onanarak kesinleştiği
anlaşılmıştır.
Buna
göre adı geçenin Kuzey Irak'ta üstlenen ve buradan ülkemize girerek toplu
katliamlar ile yakma ve yıkma eylemlerini gerçekleştiren PKK militanlarına
karşı Türk Güvenlik Güçleri'nce girişilen operasyonları kınıyıp karşı çıkarak
terör örgütü lehinde propaganda yaptığı sonucuna varılmıştır.
gg-
Mehmet Satan Yönünden
HADEP
Genel Başkan Yardımcısı ve üyesi olan Mehmet Satan Parti Genel Merkezi
tarafından ocak 1997 tarihinde yayımlanan HADEP Bülteni'ndeki yazısında, "...Aynı
zamanda Kürt halkına katliam ve tehditle barış girişimlerine karşı da gözdağı
oluyor. Katliam ve tehdit bayrak provakasyonu ile daha dün
uygulandı...Onbinlerce Mehmetçik ve PKK savaşçısının toprağa düşmesi binlerce
anaya bacıya kardeşe hayatın zehir edilmesi bu askeri çözüm politikalarının
Türkiye insanına hediyesi oldu...Sözde Mehmetçiğe sahip çıkan şehit aileleriyle
dayanışma içerisinde olduğunu söyleyen bu kan emicilere sormak gerekir. Senin
oğlun nerede askerlik yaptı, yapıyor' Barış bunların korkulu rüyasıdır...Gelin
bu meseleyi Türkiye'de bizler tartışalım. Dışarıda çözüm aramayalım. Sadece
Kürtler değil Türk halkına da danışalım halk karar versin...Kamuoyunda işin
doğası gereği arabulucu olacak, bu konuda tarafsızlığını isbatlamış Mazlum-Der
ve İHD gibi kuruluşların tüm tarafları çağırıp toplumun tüm kesimlerinin
özgürce düşüncelerini ifade ettiği bir çalışmaya sıcak bakacağımızı söylüyoruz.
Bu tartışmadan çıkan sonuçları kamuoyu ve hükümete iletmesini tıpkı yasakların kaldırılmasında
olduğu gibi bu konuda da halka danışılmasını istiyoruz..." demiştir.
Mehmet
Satan'ın bu yazısında, HADEP 2. Olağan Kongresindeki bayrak indirme olayını
provakasyon olarak nitelendirdiği, operasyonlar sırasında hayatını kaybeden
Türk askeri ile öldürülen PKK teröristlerini eşdeğerde görerek, PKK
teröristlerinden "PKK savaşcısı" olarak bahsettiği, şehit ailelerine
destek verenleri "kan emiciler" olarak belirttiği, böylece amacı
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak
olan PKK terör örgütüne destek verdiği anlaşılmaktadır. Bu beyanların davalı
Parti'nin Genel Başkan Yardımcısı sıfatını taşıyan bir kimseye ait olması ve
davalı Parti'nin yayın organı olan HADEP Bülteninde yayımlanması davalı
Parti'nin PKK terör örgütüne destek verdiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Adı
geçenin bu eylemi Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce, "Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef
alan propaganda yapmak" suçu niteliğinde kabul edilerek 17.9.1998 günlü,
E:1997/59 ve K:1998/117 sayılı kararıyla 3713 sayılı Yasa'nın 8/1-son maddeleri
uyarınca bir yıl dört ay hapis ve 3.733.333.333 lira ağır para cezası ile
cezalandırıldığı, hükmün Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin 8.2.1999 günlü, K:1998/17995
ve K:1999/1086 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
hh-
Hamit Geylani ve Veysel Turhan Yönlerinden
HADEP
Genel Sekreteri ve Parti Meclisi üyesi olan Hamit Geylani ile Hadep Siirt İl
Başkanı Veysel Turhal'ın Parti Genel Merkezi tarafından Ocak 1997 tarihinde
yayımlanan Bültendeki yazılarında, "...Dünyanın hiçbir yerinde
görülmeyen %10'luk barajda antidemokratik seçim sistemi ile kürt halkının özgür
iradesinin Türkiye Büyük Millet Meclisine yansıtılması engellendi...Savaş
alanında aldığı bazı illerde %55'lere varan oy oranı ile düzen partilerinin
gerçek yüzünü açığa çıkarmış ve 22 halk meşru temsilcilerini seçmiştir...Kürt
halkının kendisini özgürce ve kimliği ile her alanda ifade etmesini engelleyen
ve diğer antidemokratik yasa ve uygulamaların kaldırılmasını öngörmekte ve
bunun mücadelesini verecektir. Cezaevindeki siyasi tutsaklar üzerinde insanlık
ve hukuk dışı uygulamalar devam etmektedir...HADEP barış demokrasi ve özgürlük
mücadelesini daha yükselterek kürt halkının ulusal ve demokratik
savaşımını...savunmada kesin ve kararlı olduğunu kamuoyuna duyuruyor..." demişlerdir.
Adı
geçenlerin bu yazılarında Türk Devleti içinde tek bir millet olan Türk ulusunu
halklar diye bölerek Türk ve Kürt halklarını iki ayrı topluluk olarak vurguladığı,
ülkenin bir kısmını "savaş alanındaki iller" olarak ve terör örgütü
militanlarını cezaevindeki siyasi tutsaklar şeklinde nitelendirdiği, Devletin
terör örgütüne karşı yürüttüğü mücadeleyi savaş olarak değerlendirdiği, bu
bölgede halkın 22 meşru temsilcisini seçtiğini ve Kürt halkının kendisini
özgürce ve kimliği ile ifade etmesinin engellendiğini, bunun mücadelesinin Kürt
halkının ulusal ve demokratik savaşım olduğunu belirttiği, böylece Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef
alan propaganda yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu beyanların davalı Parti'nin
Genel Sekreteri ile il başkanı sıfatını taşıyan kimselere ait olması ve yayın
organı olan HADEP Bülteninde yayımlanması davalı Parti'nin de aynı amacı taşıdığını
açıkça ortaya koymaktadır.
Kaldı
ki, adı geçenlerin bu sözleri Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce
"Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı hedef alan propaganda" suçunu oluşturduğu kabul edilerek, 17.9.1998
günlü, E:1997/59 ve K:1998/117 sayılı kararla, 3713 sayılı Yasa'nın 8.
maddesinin birinci fıkrası ile son fıkrası uyarınca bir yıl dört ay hapis ve
3.733.333.333 lira ağır para cezası verildiği, hükmün Yargıtay 8. Ceza
Dairesi'nin 8.2.1999 günlü, E:1998/17995 ve K:1999/1086 sayılı kararıyla
onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
ıı-
Mehmet Selim Okçuoğlu Yönünden
HADEP
Parti Meclisi üyesi ve hukuk komisyonu sözcüsü olan Mehmet Selim Okçuoğlu'nun
Parti Genel Merkezi tarafından yayımlanan Bültenin Ocak 1997 tarihli
sayısındaki "Yöneticilerimiz hakkında yürütülen dava üzerine"
başlıklı yazısında, "...Gözaltına alınmalarının nedeni Parti Kurultayı
sırasında kurultayın yapıldığı salonun salonun tavanına Parti yönetimi
tarafından asılmış bulunan Türk bayrağının toplantıya katılan izleyicilerden
küçük bir grup tarafından indirilmiş olmasıydı.
Türk
yasalarına göre siyasi partilerin kurultay yaptıkları yerlere Türk bayrağı asma
zorunluluğu olmamasına karşın HADEP kamuoyunda bilinçli olarak yaratılmaya
çalışılan şovenist propagandaya karşı iç barışı ve kardeşliği savunduğunu
göstermek için Türk bayrağını asmakta bir sakınca görmedi. Salondaki bayrak
HADEP tarafından satın alınmış ve kurultay salonuna asılmıştı.
...Ülkenin
doğu ve güneydoğusunda bulunan kürt illerinde büyük bir oranla birinci parti
olmuştu" denilerek davalı HADEP'in
2. Olağan Kongresinde meydana gelen bayrak indirme eylemini önemsemeyerek
desteklenmesi ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki illerin kimilerini Kürt
illeri olarak nitelendirilmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesi aleyhine propaganda yaptığını açıkça
ortaya koymaktadır.
Adı
geçenin bu sözleri Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce, "Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef
alan propaganda yapmak" suçunu oluşturduğu kabul edilerek 17.9.1998 günlü,
E:1997/59, K:1998/117 sayılı kararla, 3713 sayılı Yasa'nın 8. maddesinin
birinci fıkrası uyarınca bir yıl hapis ve 2.800.000.000 lira ağır para cezası
verildiği, hükmün Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin 8.2.1999 günlü, E:1998/17995 ve
K:1999/1086 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
jj-
Hayri Ateş Yönünden
HADEP
Denizli İl Teşkilatı Gençlik Komisyonu Başkanlığı görevini yürüten Hayri Ateş'in
24.10.1998 günü Antalya ilinde düzenlenen "Örgütlü Gençlik, Özgürleşen
Gençlik" isimli toplantı ile 25.10.1998 günü HADEP Denizli İl Teşkilatı
tarafından düzenlenen "Gençlik Şöleni"nde yaptığı konuşmasında,
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan ve Türkiye Cumhuriyetine
vatandaşlık bağı ile bağlı olan Kürt kökenli bir kısım vatandaşların
kendilerine Kürt kimliğinin tanınması ve bunun için örgütlenmeleri gerektiğini,
bu yönde savaşım yapılmasını, kürt vatandaşlara ülkeyi yönetenlerce baskılar yapıldığını,
PKK genel başkanı Abdullah Öcalan tarafından ilan edilen ateşkesin halklarına
büyük bir umut verdiğini, Kürtlerin kimlik istemelerine ve özgürce yaşama
taleplerine kulak verilmesini ve bu halkın susmayacağını ifade etmesi nedeniyle
İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin, 24.12.1998 günlü, E:1998/262 ve K:1998/296
sayılı kararıyla 3713 sayılı Yasa'nın 8. maddesinin birinci fıkrası ve Türk
Ceza Yasası'nın 59. maddeleri uyarınca 20 ay hapis ve 10.166.666.666 lira ağır
para cezası ile cezalandırıldığı, kararın Yargıtay 9.Ceza Dairesi'nin 5.3.1999
günlü, E:1999/192 ve K:1999/1244 sayılı hükmü ile onanarak kesinleştiği
anlaşılmıştır.
Buna
göre, adı geçenin PKK terör örgütünü desteklediği, görüşlerini benimsediği ve
bu örgütle mensubu olduğu Halkın Demokrasi Partisi'nin bağlantı içinde olduğu
sonucuna varılmıştır.
kk-
Hasan Doğan Yönünden
HADEP
Malatya İl Başkanı olan Hasan Doğan'ın, Türkiye'ye getirilen Abdullah Öcalan'a
ve PKK terör örgütü mensuplarına destek ve kamuoyu oluşturmak için, HADEP
Malatya İl Teşkilat binasında bir kısım tutuklu ve hükümlü yakınlarını açlık
grevine başlatması, parti binasının muhtelif yerlerine "Kalbimiz
Roma'da...Özgürlük Güneşimizi Karartamazsınız...Berxwedan Jiyane...Ateş
Güllerini Selamlıyoruz...Zindanlar Boşalsın...Tutsaklara Özgürlük..." gibi
PKK terör örgütü ve Abdullah Öcalan'ı destekleyici pankartlar astırması, parti
binası salonunda uydu anteni kullanarak MED TV isimli televizyondan PKK terör
örgütünün propagandasına yönelik olarak örgüt elemanlarının dağ ve kamp yaşantılarını,
Abdullah Öcalan'ın konuşmalarını ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve güvenlik
güçlerini aşağılayıcı yayınları parti binasına gelenlere izlettirmesi, ayrıca
parti binasında yapılan aramada terör örgütünün yayınlarından olan çok sayıda
gazete ve derginin ele geçirilmesi nedeniyle "PKK isimli örgüte yardım ve
yataklık yapmak suçu"ndan Malatya 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce
16.12.1999 günlü, E:1998/138 ve K:1999/177 sayılı kararla Türk Ceza Yasası'nın
169., 3713 sayılı Yasa'nın 5. ve Türk Ceza Yasası'nın 59. maddesi uyarınca üç
yıl dokuz ay ağır hapis cezası verilmiş, bu kararın Yargıtay 9. Ceza
Dairesi'nin 4.12.2000 günlü, E:2000/1685 ve K:2000/3069 sayılı ilamı ile
onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
Buna
göre Hasan Doğan'ın bu eylem ve davranışlarını kendisi ve mensubu bulunduğu
Halkın Demokrasi Partisi'yle PKK terör örgütü arasındaki bağlantıyı açıkca
ortaya koyduğu sonucuna varılmıştır.
ll-
Mehmet Yücedağ Yönünden
HADEP
Malatya İl Gençlik Komisyonu üyesi olan Mehmet Yücedağ parti il binasında haftasonu
üniversitede okuyan öğrencilere, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde ayrı
bir Kürt halkının olduğunu ve bu halkın sorunlarının bulunduğunu belirtir
seminerler düzenlenmesi, örgütsel içerikli tiyatro, folklor, şiir çalışmaları
yaptırması nedeniyle "PKK terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak"
suçundan Malatya 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce 16.12.1999 günlü,
E:1998/138 ve K:1999/177 sayılı kararıyla Türk Ceza Yasası'nın 169., 3713
sayılı Yasa'nın 5. ve Türk Ceza Yasası'nın 59. maddesi uyarınca üç yıl dokuz ay
ağır hapis cezası verilmiş, bu kararın Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 4.12.2000
günlü, E:2000/1685 ve K:2000/3069 sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği
anlaşılmıştır.
Böylece
adı geçenin ve mensubu olduğu Parti'nin terör örgütü ile bağlantısı olduğu
sonucuna varılmıştır.
mm-
Arif Atalay Yönünden
HADEP
Adana İl sekreteri olan Arif Atalay Adana İl Teşkilatının düzenlediği 29.5.1998
günlü toplantıda yaptığı konuşmasında, "...eğer bu topraklar üzerinde
yaşayan her halk kendi özgür kimliğine sahip değilse bu ülkeye demokrasi
gelmez. Daha önce partisi kapatılan bu halk dimdik ayakta kaldı. Halkın
demokrasi partisinde mücadelesine devam etti...meclisten apar topar sürüklenerek
götürüldüler ama başaramadılar, çünkü demokrasi Türkiye'de kendilerinin sonu
olacak. 11 Şubat 1998 günü parti genel merkezi basılarak genel başkanımız sayın
Murat Bozlak ve merkez yöneticilerimiz tutuklandı. Daha önce partimizi
kapattılar, fakat mücadelemiz devam etti. Bundan ders alamayanlar şunu
bilmelidirler ki bu halk ayakta kalmaya devam ettiği müddetçe, bu halk
partisine sahip çıktığı müddetçe hiçbirşey kazanamayacaklardır. Bu bakımdan biz
diyoruz ki bu savaş sona ersin, bu ülkeye barış gelsin, bu ülkede kan
dökülmesin. Biz bu halkın diğer halklardan ayrılması veya bir halkın bir halka
üstün olmasını istemiyoruz. Biz dedik ki tüm halklar kardeştir. Ancak
saldırılara devam ediyorlar. Tüm bu saldırılara rağmen biz Halkın Demokrasi
Partisi olarak mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Bizi tükenmeyecek gibi
görüyorlar...Siz insanları zindanlara tıktığınızda, milyonlarca insanı inkar
ettiğinizde, yerinden yurdundan ettiğinizde sesimiz çıkmayacak mı, bizim parti
prensiplerimiz mazlum halkın sesini dile getirmektir. Soyguna, talana, zulme ve
baskıya karşı olmaktır. Bizim politikamız barışı dile getirmektir, halkların
kendi kendilerini soylu ve eşit bir şekilde ifade etmelerini sağlamaktır. Eğer
biz bunlardan vazgeçersek her şeyimiz gider. Bu uğurda yüzlerce şehit verdik,
binlerce şehit daha vereceğiz. Halkın Demokrasi Partisinin faaliyetlerini
engellemek için aşama aşama yürürlüğe konan engellemeler devam etse bile
başarıya ulaşamazsınız. Siz ki Vedat Aydın'ı, Musa Anter'i, Mehmet Sincar'ı,
Savaş Buldan'ı ve Halkın Demokrasi partili 268 kişiyi katlederek ele
geçirilecek bir kale olarak mı görüyorsunuz. Bu politikalarla nereye
varacaksınız. Biz Anadolu'yu halklarla bezeyen ortamı özgürleştireceğiz,
büyüteceğiz, yürüteceğiz..." demiştir.
Adı
geçenin bu konuşmasında, etnik köken ayrılığını belirtmesi, Türkiye Cumhuriyeti
Devletini kürt kökenli vatandaşlara karşı bir mücadele ve savaş içerisinde
bulunduğunu ileri sürmesi, Devletin terörle mücadelesi sırasında öldürülen
örgüt mensuplarını Kürdistan şehitleri olarak adlandırması, ırk ve bölge
farklılığı gözetmek suretiyle halkın bir kesimini diğer kesim aleyhine kin ve
düşmanlığa tahrik ettiğinin kanıtıdır.
Kaldı
ki, Adana 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 16.12.1998 günlü, E:1998/234 ve
K:1998/432 sayılı kararıyla adı geçenin, "halkın bir kesimini diğer kesimi
aleyhine ırk ve bölge farklılığı gözetmek suretiyle kin ve düşmanlığa açıkça
tahrik" suçundan Türk Ceza Kanunu'nun.312. maddesinin ikinci fıkrası ve
59. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 10 ay hapis ve 1.266.666 lira ağır para
cezası ile cezalandırıldığı, kararın 17.6.1999 tarihinde kesinleştiği
anlaşılmıştır.
nn-
Hamza Abay Yönünden
-
13.5.1998 Günlü Basın Açıklaması
HADEP
Eskişehir İl Başkanı olan Hamza Abay Sakarya caddesi Bayat Pazarında 40-50
kişilik bir gruba okuduğu "Basına ve Kamuoyuna" başlıklı 13.5.1998
günlü basın açıklamasında, "...Özgürlüğün düşmanları, kirli savaşın
tacirleri, kuduz köpeğin sudan korktuğu gibi yurtseverlerden, devrimcilerden ve
örgütlü emekçiden korkan faşizm örgütlendirilmiş ve silahlandırılmış bir tarzda
kan döküyor.
Şemdin
Sakık'ın olduğu iddia edilen ifadeler aslında aylar öncesinde daktiloya alınan
belirli devrimci ve yurtsever merkezleri hedefleyen kirli savaşı metropollere
taşıyan faşist savaş planıydı.
Malatya'da
Cihan Tahon'un faşizm tarafından akıtılan kanı kurumadan İzmir'de intihar
ettiği iddia edilen Ali Serkan Eroğlu'nun zehirlenerek öldüğü kesinlik kazandı.
Son dönemde yoğunlaştırılan ırkçı, faşist propagandanın devamı olarak faşist
şiddetlendirilerek yoğunlaştırıldı. Antalya'da gerilla cesetlerini parçalayan
saldırganlık 1 Mayısın hemen ertesinde Bolu'da Kenan Mak isimli öğrenciyi
bıçaklayarak öldürdü. İstanbul'da HADEP üyesi Bilal Vural adlı devrimci pompalı
tüfekle katledildi...Susmak onaylamaktır. Zaman birlik zamanıdır, zaman hesap
sorma zamanıdır..." denilmiştir.
Bu
basın açıklaması ile, PKK terör örgütü militanlarından gerilla olarak
sözedilmesi, terörün önlenmesine yönelik operasyonların kan dökme ve kirli
savaş olarak nitelendirilmesi, ülkeyi bölmeye yönelik faaliyetlere katılanlar
ile destekleyenlerin yurtsever olarak adlandırılması, halkın bir bölümünün
operasyonları yürütmekte olan güvenlik güçlerine karşı koymaya teşvik edilmesi
ve bölücü örgütün yasadışı eylem ve faaliyetlerinin haklı ve meşru olduğunun savunulması
suretiyle Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya yönelik
propaganda yaparak terör örgütüne yardım ve destek sağlandığı anlaşılmıştır.
Kaldı
ki adı geçenin bu eylemi ile ilgili Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin
14.1.1999 günlü, E:1998/106 ve K:1999/4 sayılı kararıyla, "devletin ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhinde propaganda yapmak" suçundan
3713 sayılı Yasanın 8. maddesinin birinci fıkrasına göre bir yıl dört ay hapis
ve 4.400.000 lira ağır para cezası ile cezalandırıldığı, hükmün Yargıtay 9.
Ceza Dairesinin 11.5.1999 günlü, E:1999/554 ve K:1999/2203 sayılı ilamı ile
onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
-
6.5.1998 Günü Eskişehir HADEP İl Binasında Yapılan Basın Açıklaması
HADEP
Eskişehir İl Başkanı olan Hamza Abay 7.5.1998 günü İstikbal Gazetesinde de
yayımlanan 6.5.1998 günlü Eskişehir HADEP İl Binasında yaptığı basın
açıklamasında, "1998 yılının barış ve özgürlük getirmesini istemiştik.
Maalesef bu yılın da diğer yıllardan farklı olmadığını görüyoruz. 15 yıldan
beri sürdürülen kirli savaş en acımasızca sürdürülmektedir. Dünyada barış
süreçleri yaşanırken ülkemizde hala savaşta ısrar edilmektedir. Topyekün savaş
bütün aygıtlarıyla sürdürülüyor. Bugünlerde psikolojik imha savaşı halkımız
üzerinde derinleştirilmiştir. Antalya'nın Serik ilçesinde gerilla cesetlerinin
çıkarılması ve parçalanması tek kelime ile insanlık ayıbı ve vahşetidir. Bu
vahşet yaşanırken halk buna tepki göstermiyor, şoven kışkırtmalar sonucu
kendisi de bu suça iştirak ediyor. Halkın Demokrasi Partisi faşist saldırıları
kınıyor ve kirli savaşa karşı barışı ve kardeşliği ısrarla savunuyoruz" denilmesi
nedeniyle, Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 1.7.1998 günlü,
E:1998/74 ve K:1998/84 sayılı kararla "halkın bir kesimini diğer kesimi
aleyhine ırk ve bölge farklılığı gözetmek suretiyle kin ve düşmanlığa açıkça
tahrik" suçunu oluşturduğu kabul edilerek, Türk Ceza Yasası'nın 312.
maddesinin ikinci fıkrası uyarınca iki yıl hapis ve 3.040.000 lira ağır para
cezası verildiği, hükmün Yargıtay 9.Ceza Dairesinin 8.10.1998 günlü,
E:1998/2824 ve K:1998/2484 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği
anlaşılmıştır.
Adı
geçenin halkın bir bölümünü ırk ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa
açıkca tahrik ettiği sonucuna varılmıştır.
oo-
Yılmaz Açıkyüz Yönünden
HADEP
Eskişehir İl sekreteri olan Yılmaz Açıkyüz yerel İstikbal Gazetesinde 16.5.1998
tarihinde yayımlanan açıklamasında, "...Önceki gün akşam saatlerinde il
başkanımızın evi, işyeri ve arabasında arama yapılıp parti arşivimize el kondu.
Türkiye çok irrasyonel bir süreci yaşıyor. Kürt illerinde onbeş senedir adı
konmamış bir savaş yaşıyor. Ellibinlerle yüzbinlerle operasyonlar yapılıyor.
Adı savaş olmuyor. Kürt illerinde yükseltilen kirli savaş sivil faşistler
vasıtasıyla metropollere taşınmak istenmektedir..." demiştir.
Yılmaz
Açıkyüz'ün açıklamasında, ülkenin bir kısım illerini Kürt illeri olarak
nitelendirdiği, bölgede adı konmamış kirli bir savaşın yaşanmakta olduğunu, bu
savaşın sivil faşistler vasıtasıyla metropollere taşınmak istendiğini
belirterek, Türkiye Cumhuriyeti Devletini savaşan taraf olarak gösterdiği,
böylece Parti il sekreteri olan adı geçenin Devletin güvenlik güçlerinin
terörizme karşı yaptığı mücadeleyi kirli savaş olarak nitelendirerek PKK terör
örgütüne destek verdiği anlaşılmıştır.
Kaldı
ki, adı geçenin bu eylemi Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi,
"devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhinde propaganda
yapmak" suçu olarak nitelendirip 14.1.1999 günlü, E:1998/106 ve K:1999/4
sayılı kararla 3713 sayılı Yasa'nın 8. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bir
yıl dört ay hapis ve 4.400.000 lira ağır para cezası verdiği, hükmün Yargıtay
9.Ceza Dairesinin 11.5.1999 günlü, E:1999/554 ve K:1999/2203 sayılı ilamı ile
onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
öö-
Güven Özata Yönünden
Halkın
Demokrasi Partisi Genel Başkan vekili olan Güven Özata 1997 yılı Ocak ayında
çıkan HADEP Bülteni'nin 2. sayfasındaki yazısında, "... Kurulu olan bu
düzenden Türkiye halkı yoksul insanları zarar görürken en çok zarar gören ise
yoksul Kürt halkı olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin temelinde kanı ve canı
bulunan Kürt insanı siyasi alanda kendi kimliği ile söz hakkına da sahip olma
hakkından mahrum bırakılmıştır. Kimliksizlik ve kişiliksiz kılınma temel
politika haline getirilirken bu durum ister istemez bir sağlıksızlığa ve büyük
dengesizliğe yol açmış baskı ve şiddetinde başlıca nedenlerini oluşturmuştur.
doğaldır ki bu durum sadece Kürtlerin değil tüm Türkiye halkının da çıkarlarına
ters düşmekte sorunların giderek artmasına ve büyümesine yol
açmaktadır...";
Aynı
Bültenin 6., 7. ve 8. sayfalarında "HADEP'in yürüyüşü engellenemez"
başlıklı il başkanları toplantısında yaptığı konuşmaya ilişkin yazıda, "...
Tüm emekten yana olan güçlere ve mazlum Kürt halkına uygulanan baskılar bugün
partimiz şahsında doruğa çıkarılmıştır... Kurtulduğu günden bu yana emeği ile
geçinenlerin çıkarlarını ve Kürt halkının haklı demokratik meşru taleplerini
savunmayı varlık nedeni sayan politikalarını... HADEP Kürt ve Türk halklarının
barış taleplerini şölene dönüştürmüştür... Kürt sorununun siyasal yolla
çözülmesi ve akan kanın durması için ısrarlı bir çaba sarfeden HADEP savaşan
taraflardan birinin tek taraflı ateşkes ilan etmesi ile çabalarını daha da
yoğunlaştırmış barışa giden yolu açık tutmayı ilke olarak ele almıştır... ancak
12 yıldır sürdürülen kirli savaş yüz milyar dolarlık bir ekonomik kayba
onbinlerce Türk ve Kürt gençlerinin hayatlarına mal olmasına milyonlarca kürtün
sürülmesine rağmen bir çözüm olmadığı... Türkiye yi çökertmeye taşıyan kirli
savaş odaklarının gelinen noktada terör ve provakasyonların dışında
iktidarlarını sürdürmeleri imkansız hale gelmiştir... arkalarında halk desteği
kalmayan kirli savaş odakları suçluluklarını ve cinayetlerini kapatmak telaşı
içinde hareket etmekte, barış kardeşlik ve özgürlükten insan haklarından
korktukları kadar hiçbir şeyden korkmamaktadırlar... ve de kirli savaşa
çeteleri gündemi değiştirerek günü kurtarmalıydılar" demiştir.
Güven
Özata, söz konusu yazılarda tek bir ulus olan Türk halkını Kürt ve Türk halkları
olarak ikiye ayırdığı, silahlı kuvvetlerin terör örgütüne karşı yapmış olduğu
mücadeleyi halk desteği kalmayan kirli savaş ve cinayet olarak nitelendirmesi
nedeniyle Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce 17.9.1998 günlü,
E:1997/59 ve K:1998/117 sayılı kararla Türk Ceza Kanunu'nun 79. ve 312.
maddesinin ikinci fıkrası uyarınca "halkı ırk esasına dayalı bir şekilde
açıkça kin ve düşmanlığa tahrik etmek" suçundan cezalandırıldığı, hükmün
Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 8.2.1999 günlü, E:1998/17995 ve K:1999/1086 sayılı
ilamıyla kesinleştiği anlaşılmıştır.
pp-
Mehmet Mansur Reşitoğlu Yönünden
HADEP
Diyarbakır Merkez İlçe Başkanı olan Mehmet Mansur Reşitoğlu HADEP Parti ilçe
binasında 16.3.1998 günü davetliler ve basın mensuplarına okuduğu "HADEP
Diyarbakır İl Başkanlığı" antetli kağıda yazılı "Basına ve
Kamuoyuna" başlıklı bildiride, "Kürtler tarih boyunca egemenlikler
altında bulundukları rejimler tarafından katliamlara maruz bırakılıp uzayan
tırnak misali kesilip atılmışlardır...Kürtlerin tarihi katliamlarla doludur.
Halepçe ilk olmadığı gibi son da olmamıştır. Halepçe'den önce Dersim, Ağrı
Zilan katliamları yaşandığı gibi, Halepçe'den sonra da görülmüştür ki, Kürtler
aynı uygulamalarla Lice'de, Şırnak'ta, Kulp'ta, Nusaybin'de, Cizre'de ve son
olarak Ninova'da maruz kalmışlardır" demiştir.
Mehmet
Mansur Reşitoğlu bu beyanında, 1988 yılında Irak yönetimi tarafından Kuzey
Irak'ta kimyasal silah kullanılarak gerçekleştirilen katliam ile Türkiye
Cumhuriyeti Devleti güvenlik güçlerinin terörü önlemek amacıyla yaptığı
operasyonları aynı düzeyde nitelendirdiği, güvenlik güçlerinin teröre karşı
yürüttüğü mücadeleyi kürtlerin katledilmesi olarak kabul ettiği, böylece halkın
bir bölümünü ırk ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik
ettiği sonucuna varılmıştır.
Nitekim,
adı geçenin bu sözleri Diyarbakır 3 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce
"halkı ırk esasına dayalı bir şekilde açıkça kin ve düşmanlığa tahrik
etmek" suçu olarak nitelendirildiği 9.3.1999 günlü, E:1998/269 ve
K:1999/70 sayılı kararla Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesinin ikinci fıkrası
uyarınca on ay hapis ve ağır para cezası verildiği ve cezanın 647 sayılı
Yasa'nın 4. maddesi uyarınca para cezasına dönüştürüldüğü hükmün 7.10.1999
tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
rr-
Hediyetullah Ülgen Yönünden
HADEP
Güngören İlçe Başkanı Hediyetullah Ülgen 16.11.1998 günü HADEP Güngören İlçe
teşkilat binasına gelen şahıslara terör örgütü başı Abdullah Öcalan'ın Roma'da
yakalanışını protesto amacıyla yürüyüş yapmak üzere Belediye binası önünde
toplanmalarını söylemesi üzerine çok sayıda kişinin Belediye binası önünde
toplanması ve "Biji PKK, Biji Apo, Apo'ya uzanan eller kırılsın"
şeklinde sloganlar atması, pankart taşınması nedeniyle "Yasadışı örgüte
yardım ve yataklık etmesi suçundan İstanbul 4 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi
6.12.1999 günlü, E:1998/488 ve K:1999/620 sayılı kararla Türk Ceza Yasası'nın
169 ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddesi uyarınca üç sene dokuz ay ağır hapis
cezası verildiği, hükmün Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 26.6.2000 günlü, E:2000/1761
ve K:2000/1891 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
Böylece,
Hadep Güngören İlçe Başkanı olan adı geçenin, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü bozmaya yönelik eylemlerde bulunan PKK terör örgütüne
açıkça yardım ve destek sağladığı sonucuna varılmıştır.
ss-
Mehmet Emin Bayar Yönünden
-
1995 Yılında İzmir'de Beş Kişinin Ölümü İle Sonuçlanan Bombalama Olayı
Olay
tarihinde HADEP Buca İlçe Başkanı olan Mehmet Emin Bayar'ın parti ilçe binasına
gelen PKK terör örgütü mensupları ile görüşerek ilişki kurması, cezaevindeki
örgüt mensuplarına bölgeden ve halktan toplanan paraları göndermesi, kırsal
alanda yapılan operasyonlar sırasında yaralanan yasadışı örgüt militanlarının
tedavilerini yaptırması ve lojistik destek sağlaması, 1995 yılı içerisinde
İzmir ilinde meydana gelen ve beş kişinin ölümü ile sonuçlanan bombalama ve
adam öldürme olaylarını kolaylaştırması, operasyon sırasında ölü olarak ele
geçirilen Baver kod adlı Mahmut Balcı'nın üzerinde bulunan nottan, PKK terör
örgütü elemanları ile irtibat sağlayarak onlara yardımcı olduğunun anlaşılması,
PKK örgüt üyesi olmaktan mahkum olan Şahin kod adlı Hasan Aşkın'la örgütsel
çalışma yapması, İzmir ilinde gerçekleştirdikleri bombalama ve terör eyleminde
kullanılan 21 DS 328 plakalı aracı temin etmesi nedeniyle, "örgüt
mensuplarına hal ve sıfatlarını bilerek yardım ve yataklık etmek"
suçundan, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce 21.5.1998 günlü, E:1998/11 ve
K:1998/85 sayılı kararla Türk Ceza Yasası'nın 169. maddesi uyarınca üç yıl
dokuz ay süreyle ağır hapis cezası verildiği, hükmün Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 16.11.1998 günlü, E:1998/2728 ve K:1998/3118 sayılı kararıyla
onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
-
17.11.1998 Tarihinde HADEP Konak İlçe Binasında Yapılan Açlık Grevi
Olay
tarihinde HADEP Konak İlçe Başkanı olan Mehmet Emin Bayar'ın PKK terör örgütü
başı Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye iadesinin önlenmesi amacıyla il teşkilatının
oluru alınarak parti merkezinde 17.11.1998 tarihinde açlık grevini başlatması
nedeniyle, " örgüt mensuplarına hal ve sıfatlarını bilerek yardım ve
yataklık etmek" suçundan, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce 17.8.1999
günlü, E:1998/300 ve K:1999/164 sayılı kararla Türk Ceza Yasası'nın 169., 59.
maddenin ikinci fıkrası ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca üç yıl
dokuz ay süreyle ağır hapis cezası verildiği, hükmün Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 27.3.2000 günlü, E:1999/1671 ve K:2000/768 sayılı kararıyla onanarak
kesinleştiği anlaşılmıştır.
Böylece
Hadep Buca ve Konak İlçe Başkanlıklarını yapan Mehmet Emin Bayar'ın PKK terör
örgütüne yardım ve destek sağladığı sonucuna varılmıştır.
şş-
Süzan (Suzan) Erdoğan Yönünden
HADEP
Çiğli Yönetim Kurulu üyesi ve Kadın Komisyonu sorumlusu Süzan (Suzan)
Erdoğan'ın, bölücü örgüt PKK'nın başı Abdullah Öcalan'ın Roma'da yakalanışını
protesto amacıyla HADEP İzmir İl Teşkilatı tarafından alınan karar üzerine
18.11.1998 günü Küçükçiğli'de kahveler durağındaki gösteriye parti adına
katılması, gösteride katılanlarla birlikte "dişe diş kana kan seninleyiz
Öcalan, Apo Roma'da T.C. komada, Biji Apo Biji PKK" şeklinde sloganlar
atması nedeniyle yasadışı örgüte yardım ve yataklık etmek" suçundan, İzmir
Devlet Güvenlik Mahkemesi 11.5.1999 günlü, E:1998/308 ve K:1999/74 sayılı
kararla adı geçenin Türk Ceza Kanunu'nun 169, 3713 sayılı Yasanın 5. maddeleri
uyarınca üç yıl dokuz ay ağır hapis cezası verdiği, hükmün Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 25.1.2000 günlü, E:1999/1439 ve K:2000/20 sayılı kararıyla onanarak
kesinleştiği anlaşılmıştır.
Böylece
Hadep Çiğli Yönetim Kurulu üyesi ve kadın komisyonu sorumlusu Suzan Erdoğan'ın
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya yönelik eylemlerinde
bulunan PKK terör örgütüne açıkça yardım ve deste sağladığı sonucuna
varılmıştır.
tt-
Halime Köklütaş Yönünden
HADEP
Çiğli Kadın Komisyonu Başkanı Halime Köklütaş'ın, bölücü örgüt PKK'nın başı
Abdullah Öcalan'ın Roma'da yakalanmasını protesto amacıyla HADEP İzmir İl
Teşkilatı tarafından alınan karar üzerine 18.11.1998 günü Küçükçiğli'de
kahveler durağındaki gösteriye parti adına katılması, gösteride katılanlarla
birlikte "dişe diş kana kan seninleyiz Öcalan, Apo Roma'da T.C. komada,
Biji Apo Biji PKK" şeklinde sloganlar atması nedeniyle "Yasadışı
örgüte yardım ve yataklık etmek" İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi 11.5.1999
günlü, E:1998/308 ve K:1999/74 sayılı kararla adı geçenin Türk Ceza Kanunu'nun
169, 3713 sayılı Yasanın 5. maddeleri uyarınca üç yıl dokuz ay ağır hapis
cezası verdiği hükmün kararın Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 25.1.2000 günlü,
E:1999/1439 ve K:2000/20 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
uu-
Mehmet Yardımcıel Yönünden
HADEP
Kars İl Başkanı olan Mehmet Yardımcıel, 21.3.1997 günü Kars HADEP İl
Başkanlığının Kars Düğün Salonunda düzenlediği nevruz kutlamaları sırasında
"...Biz Kürt halkı olarak tüm devrimci, emekçi, yurtsever halk olarak bir
olalım. Kendimize ait olan örf, adet ve geleneklerimiz zalimlere karşı
başkaldırımızı onların bayramı olarak kutlamayacağız. Kutlamaya hakları yoktur.
Arkadaşlar, Kürt halkının kırmızıyı sevdiğini söylüyorlar. Doğrudur kürt halkı
yıllardır özgürlükleri için dökmüş oldukları kanın rengi olduğu için kırmızıyı
seviyoruz. Kürt halkı yeşili seviyor yeşil kurtuluşun hazırlığının rengi olduğu
için yeşili seviyor. Kürt halkı sarıyı seviyor çünkü sarı her şeyin hazırlığını
gösterdiği için sarıyı seviyor..." biçimindeki konuşma nedeniyle
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı hedef alan propaganda yapmak suçundan Erzurum Devlet Güvenlik
Mahkemesi'nin 4.6.1999 günlü, E:1997/389 ve K:1999/141 sayılı kararıyla 3713
sayılı Yasa'nın 8. maddesinin birinci fıkrası ve Türk Ceza Yasası'nın 59.
maddesi uyarınca 10 ay hapis ve 2.250.000.000 lira ağır para cezası verildiği,
hükmün Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 7.10.1999 günlü, E:1999/13801 ve
K:1999/13403 sayılı ilamıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
Böylece
Mehmet Yardımcıel'in bu sözleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan davranış içinde olduğunu
açıkça göstermektedir.
üü-
Şemistan Ağbaba Yönünden
16.11.1998
günü HADEP Kars İl binasında yapılan aramada, amacı Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmak olan
bölücü terör örgütü PKK'nın bayrağı ve çok sayıda yasadışı kitaplar ve
yayınların elde edilmesi, parti ilan panosunda güvenlik kuvvetleriyle
girdikleri çatışmalarda ve cezaevlerinde açlık grevlerinde ölen terör örgütü
mensuplarının resimlerinin bulunması PKK terör örgütünün yayın organı olan MED
TV yayınlarının partiye gelen kişilere izlettirilmesi nedeniyle parti
yönetiminden sorumlu Hadep Kars İl Başkanı Şemistan Ağbaba'ya "Terör
örgütüne yardım ve yataklık yapmak" suçundan Erzurum Devlet Güvenlik
Mahkemesi'nce 24.12.1999 günlü, E:1998/360 ve K:1999/385 sayılı kararla
"terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak" Türk Ceza Yasası'nın 169
ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddesi uyarınca üç yıl dokuz ay ağır hapis cezası
verilmiş, hüküm Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 31.10.2000 günlü, E:2000/1681 ve
K:2000/2673 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
Bu
durum davalı Parti ve parti binasının yönetiminden sorumlu olan il başkanı
Şemistan Ağbaba'nın PKK isimli terör örgütüne destek ve yardım sağladığını
açıkça göstermektedir.
vv-
Zeki Kılıçgedik, Hıdır Berktaş, Yaşar Uçar, Sakine Berktaş, Muharrem Bilbil
(Bülbül), Hasan Yıldırım, Beser Kaplan, Serhat İnan (İman), Sabri Sel, Ferhat
Avcı, Ali Gelgeç ve Abuzer Yavaş Yönlerinden
HADEP
Malatya Merkez İlçe Başkanı Zeki Kılıçgedik'in, merkez ilçe üyesi Hıdır
Berktaş'ın, Battalgazi İlçe Başkanı Ali Gelgeç'in, Battalgazi Yönetim Kurulu
üyesi Yaşar Uçar'ın, HADEP İl Yönetim Kurulu üyesi ve parti üyeleri Sakine
Berktaş, Muharrem Bilbil (Bülbül), Hasan Yıldırım, Beser Kaplan, Serhat İnan
(İman), Sabri Sel, Ferhat Avcı ve Abuzer Yavaş'ın terör örgütü başı Abdullah
Öcalan'ın Roma'da yakalanışını protesto amacıyla cezaevlerindeki hükümlü ve
tutukluların başlattıkları eylemleri desteklemek için parti binalarında açlık
grevi başlatmaları, parti binalarının muhtelif yerlerine pankartlar
"Kalbimiz Roma'da...Özgürlük Güneşimizi Karartamazsınız...Berxwedan
Jiyane...Ateş Güllerini Selamlıyoruz...Zindanlar Boşalsın...Tutsaklara
Özgürlük..." gibi PKK terör örgütü ve Abdullah Öcalan'ı destekleyici
pankartlar astırmaları, parti binasında uydu anteni kullanarak MED TV isimli
televizyondan PKK terör örgütünün propagandasına yönelik olarak örgüt
elemanlarının dağ ve kamp yaşantılarını, Abdullah Öcalan'ın konuşmalarını ve
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve güvenlik güçlerini aşağılayıcı yayınları parti
binasına gelenlere izlettirmaleri, parti binasında ve evlerinde yapılan aramada
terör örgütünün yayınlarından olan çok sayıda gazete ve derginin ele
geçirilmesi, ayrıca Battalgazi İlçe Başkanı olan Ali Gelgeç'in evinde
çatışmalarda ölen PKK örgüt mensuplarının fotoğraflarının bulunması, Hıdır
Berktaş'ın muhtelif tarihlerde Dilek kasabasındaki evinde bazı kişilere MED TV
izlettirdiği, HADEP İl Yönetim Kurulu üyesi Muharrem Bilbil'in daha önce
güvenlik güçlerince uydu anten ve televizyona el konulmasına rağmen MED TV
yayınlarının izlenmesinin güvenlik güçlerince engellenmesine rağmen parti
binasında yayınları izlettirdiği nedenleriyle adı geçenin "terör örgütüne
bilerek ve isteyerek yardım ve yataklık yapmak" suçundan Malatya 2 Nolu
Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce 16.12.1999 günlü, E:1998/138 ve K:1999/177 sayılı
kararla PKK Türk Ceza Yasası'nın 169. ve 3713 sayılı Yasa'nın 5., 59. maddeleri
uyarınca üçer yıl dokuzar ay ağır hapis cezası verildiği, hükmün, Yargıtay 9.
Ceza Dairesi'nin 4.12.2000 günlü, E:2000/1685 ve K:2000/3069 sayılı ilamı ile
onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
Böylece
adı geçenlerin bu eylem ve davranışlarının kendileri ve mensubu bulundukları
Halkın Demokrasi Partisiyle PKK terör örgütü arasındaki bağlantıyı açıkça
ortaya koyduğu sonucuna varılmıştır.
yy-
Bedir Çetin, Hüseyin Duran, İsmail Minkara, Hacı Pamuk, İsmail Turap, Abuzer
Arslan, Rıza Kılınç, Şükrü Karadağ ve Ramazan Sertkaya Yönlerinden
HADEP
Adıyaman parti örgütünde yönetim kurulu üyeleri Bedir Çetin, Hüseyin Duran,
İsmail Minkara, Hacı Pamuk, İsmail Turap, Abuzer Arslan, Rıza Kılıç, Şükrü
Karadağ ve Ramazan Sertkaya'nın terör örgütü başı Abdullah Öcalan'ın Roma'da
yakalanışını protesto amacıyla Adıyaman Parti il binasında 17.11.1998 tarihinde
açlık grevi başlatmaları ve yönlendirmeleri, parti binalarında PKK terör
örgütüne ait bayrağı bulundurmaları nedeniyle "örgüte yardım ve yataklık
etmek" suçundan Malatya 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi 6.5.1999 günlü,
E:1999/1 ve K:1999/37 sayılı kararla TCK.169, 3713 Sayılı Yasanın 5. maddeleri
uyarınca üçer yıl dokuzar ay ağır hapis cezası verildiği, hükmün Yargıtay 9.
Ceza Dairesinin 15.5.2000 günlü, E:1999/2174 ve K:2000/1450 sayılı kararıyla
onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
Böylece
adı geçenlerin bu eylem ve davranışlarının kendileri ve mensubu bulundukları
Halkın Demokrasi Partisiyle PKK terör örgütü arasındaki bağlantıyı açıkça
ortaya koyduğu sonucuna varılmıştır.
d-
Diğer Deliller
aa-
PKK Terör Örgütü Başı Abdullah Öcalan'ın Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi
Cumhuriyet Başsavcılığı ve Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesindeki
Beyanları
PKK
terör örgütü başı Abdullah Öcalan Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından yürütülen 1997/514 sayılı hazırlık soruşturması
aşamasındaki 22.2.1999 günlü ifadesinde "...23 Nisan 1996 tarihinde
yapılan HADEP kurultayında Türk Bayrağının indirilmesi olayı tamamen HADEP'in
bir gafıdır. Olaydan birkaç gün sonra MED TV'de yaptığım konuşmada bu olayın
yanlış olduğunu ortaya koydum.
HADEP
bünyesinde yurt içinde oluşturulan Gençlik ve Kadın komisyonlarında yapılan
eğitim çalışmalarıyla Romanya ve Moldavya gibi ülkelerde yapılan eğitim
çalışmaları tamamen benim perspektifime, görüşlerime uygun olarak yapılan
çalışmalardır. Ben kendilerine buraya PKK ideolojisini taşıyamazsınız siyasal
ve yasal gerçeklere uygun bir eğitim yaparak bilinçlenmeyi sağlayacaksınız
diyordum.
Romanya
ve Moldavaya gibi ülkelerde yapılan eğitim çalışmalarında yetişen müdahaleci
grupların HADEP'in faaliyetlerinde ve icraatlarında söz sahibi oldukları
doğrudur. Yurtdışındaki ve özellikle Romanya'daki eğitim çalışmalarını Mehmet
Hoca kod Cevat Soysal yürütmüştür. Mehmet Hoca kod Cevat Soysal benimle
telefonla irtibat kurarak görüş ve talimatlarımı alıyordu.
HADEP'in
il ve ilçe teşkilatlarında gerek yurtdışındaki kamplara ve gerekse kırsal alana
eleman gönderme faaliyetinin yürütüldüğü doğrudur. Ancak ben kendilerine bu
işin yasal parti olmaları nedeniyle kendilerine zarar vereceğini bu
faaliyetlerinin yanlış olduğunu belirtiyordum. HADEP'in kuruluşu sırasında
Avrupa teşkilatımız vasıtasıyla para yardımı yaptık. Zannederim bu yardım
200.000 mark civarında idi. Kendileri adına düzenlenen gecelerde toplanan
paralar bu şekilde bu partiye aktarılmıştır.
Halen
cezaevinde hükümlü olarak bulunan PKK mensubu Sabri Ok'un HADEP'lilere
talimatlar verdiği doğrudur. Üst düzey kararları da vermektedir. Ancak benim
demek istediğim şudur. Ben esasen bir siyasi kanal arayışı içindeyim, fakat bir
HADEP'linin yasal gerçekler karşısında kendisini PKK militanı gibi görmesi ve
göstermesi yanlıştır. HADEP'le olan işbirliğimizi şu çerçevede anlatabilirim.
Madem ki bu parti bizim tabanımıza dayanıyor, bizi temsili doğru olarak yapması
ve bunun için de eğitim görmesi gerekir. Siyasi bir realite karşısında yasal
bir parti olduğunu da unutmaması gerekir..." ;
31.5.1999
tarihinde Ankara 2 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 1999/21 esas sayılı dava
dosyasıyla ilgili alınan ifadesinde, "...HADEP PKK'nın tabanı üzerinde
politika yaptı. HADEP içerisinde PKK ya kırsala eleman temini yönünde
çalışmalar yapılmış olabilir ama resmi PKK kuruluşudur diyemeyiz....
...Bir
de 1996 süreci önemlidir. 1996 Nisan ayında Mesut Yılmaz iktidara geldikten
sonra önce HADEP'ten Recep Doğaner aracılığı ile bizimle ilişkiye geçildi...
...Ya
HEP ya da HADEP dönemiydi yer bulmaları için kendilerine biraz yardım istediler
ikiyüzbin mark yardımda bulundum. Kimlerin aracılık ettiğini isim düzeyinde
bilemiyorum Avrupa'da böyle bir yardımın yapıldığını biliyorum..."
demiştir.
Adı
geçene ait ifadeler Halkın Demokrasi Partisi hakkında kapatma davası
açılmasından sonraki tarihlerde alınmış ise de, anlatımların dava açılmadan
önceki eylemlerle doğrudan ilişkili olması ve Siyasi Parti ile PKK örgütü
arasındaki bağlantıyı açıkça ortaya koyması nedeniyle değerlendirilmiştir.
Abdullah
Öcalan hakkında verilen Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 29.6.1999
günlü, E:1999/21 ve K:1999/13 sayılı kararından adı geçenin Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet
idaresinden ayırarak üzerinde Marksist-Leninist ideolojiye dayalı bir Kürdistan
devleti kurmak amacıyla oluşturulan PKK adlı illegal örgütün kurucusu ve en üst
düzey yetkilisi olduğu, yakalandığı tarihe kadar aldığı kararlar, verdiği emir
ve talimatlarla, PKK terör örgütü militanlarınca gerçekleştirilen çok sayıda
silahlı saldırı, yol kesme, bomba atma, sabotaj, silahlı soygun eylemlerinde
binlerce vatandaş, asker, polis, köy korucusu ve kamu görevlisinin öldürülmesi
ve yaralanmasından sorumlu olduğu kabul edilerek Türk Ceza Kanunu'nun 125.
maddesi uyarınca "ölüm cezası" ile cezalandırıldığı ve eylemlerinin
yoğunluğu, sürekliliği, bebek, çocuk, kadın, ihtiyar ayrımı gözetilmeden
binlerce masum insanın öldürülmüş olması, bu eylemlerin ülke için ciddi, yakın
ve büyük tehlike teşkil etmesi, ceza adaletinin sağlanması bakımından, hak ve
nesafet kuralları da gözetilerek aynı Yasa'nın 59. maddesinin uygulanmasına yer
olmadığına hükmedildiği anlaşılmıştır. Anılan karar Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
22.11.1999 günlü, E:1999/1296 ve K:1999/3623 sayılı kararıyla onanarak
kesinleşmiş, daha sonra 9.8.2002 günlü, 24841 sayılı Resmi Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren bulunan 4771 sayılı "Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun"la yapılan değişiklikle kimi
istisnalar dışında idam cezalarının müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülmesi
üzerine, Ankara 2 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 3.10.2002 günlü,
E:1999/21 ve 1999/73 sayılı ek kararıyla adı geçen hakkında verilen ölüm cezası
4771 sayılı Yasa'nın 1. maddesinin (a) fıkrasına göre müebbet ağır hapis
cezasına dönüştürülmüştür.
PKK
terör örgütü başı Abdullah Öcalan'ın yukarıda belirtilen ifadeleri Davalı
Halkın Demokrasi Partisi ile PKK terör örgütü arasında güçlü bir bağlantının
bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
bb-
HADEP ile PKK Terör Örgütü Arasındaki Bağlantıyı Gösteren Örgüt Elemanlarının
Anlatımları
-
Mehmet Aktar'ın İfadeleri
Diyarbakır
E Tipi Kapalı Cezaevinde terör suçundan hükümlü Mehmet Aktar'ın 1 Şubat 1999
günlü Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği dilekçede şunları söylemiştir:
"...Terör
örgütü PKK, amacına ulaşmak için terörle birlikte çeşitli legal parti ve
dernekleri kullanmaktadır...
...bu
tür yasal görünüm altındaki örgütler, PKK'nın halk içinde eli, ayağı, gözü,
kulağı gibidir. Çünkü örgüt, direkt halk içine inmekte zorluk çekmektedir.
Diğer taraftan, böylelikle uluslararası kamuoyunda sanki arkasında halk desteği
varmış gibi bir izlenim uyandırmayı amaçlamaktadır. Aynı zamanda bu tür paravan
örgütleri vasıtasıyla biraraya topladığı insanları, Güneydoğu Anadolu bölgemiz
ile Kuzey Irak'a göndererek, PKK'nın askeri kanadı olan ARGK'ye eleman
kazandırmaya çalışan terör örgütü, bunda epey başarılı sonuçlar elde etmiştir.
Yığınla insan HADEP tarafından kandırılıp dağa çıkarılarak, bu insanların
hayatları söndürülmüştür...
...HADEP
terör örgütü ile organik ilişkisi olan bir partidir. Bu ilişki Avrupa'da sözde
örgütün siyasi kanadı olan ERNK yoluyla, Türkiye'de de cezaevinde bulunan PKK
üyeleri aracılığıyla sağlanmaktadır. HADEP genel merkez yöneticileri sık sık
Avrupa'ya giderek, burada PKK'nın Avrupa sorumlularıyla görüşür ve
talimatlarını alırlar. Brüksel'deki "Sürgünde Kürt Parlamentosu" yine
Brüksel'deki HADEP irtibat bürosu, PKK'nın talimatlarını HADEP'e aktarırlar.
Yine Avrupa'da eğitilen birçok terör örgütü militanı, HADEP içinde faaliyet
göstermek üzere Türkiye'ye gönderilmektedirler. Cezaevinden çıkan fakat dağda
faaliyet yürütemeyecek durumda olan terör örgütü üyeleri genelde HADEP içinde
çalıştırılırlar. Bu insanlar genelde HADEP içinde yönetici konumundadırlar. Yine
bu kişilerin yaptığı faaliyetler, cezaevi ve Avrupa ERNK örgütü tarafından
denetlenmektedir. Yanlış bir çalışma yaptıkları takdirde bu insanlar terör
örgütü yöneticilerince gerektiğinde uyarılabilirler, yine görevlerine son
verilebilir.
Hadep'in
Terör Örgütü Açısından Oynadığı Rol
1-
Terör örgütüne dünya ve Avrupa kamuoyunda meşruluk kazandırmak. Avrupa'daki
demokrat, sosyalist, liberal ve Yeşilcilerin PKK'ya destek vermelerini
sağlamak.
Bu
amaçla sosyal etkinlikler düzenleyerek, devlet karşıtı propaganda yaparlar.
Açlık grevleri organize ederek, milletvekilleri aracılığıyla Avrupa
ülkelerindeki çeşitli kuruluşlarla ilişkiye geçerler. Bu ilişkiler vasıtasıyla
Türkiye'yi tecrit etmeye çalışırlar.
2-
Örgütün dağ kadrosuna eleman kazandırmak.
Bu
amaçla HADEP, kendi bünyesinde kurduğu, kadın, işçi, gençlik, esnaf
komisyonları aracılığı ile, insanları ilk önce terör örgütü PKK sempatizanı
haline getirir. İkinci adımda ise dağa çıkarır. Bunun için de çok çeşitli
etkinlikler düzenlerler. En başta HADEP binaları terör örgütünün eğitim
yuvaları haline getirilmiştir. Geziler düzenleme, spor, müzik, folklor gibi
çeşitli etkinliklerle halk içinde potansiyel kazanarak, bu potansiyeli örgüte
aktarırlar.
3-
Terör örgütünün sempatizan kitlesini devlete karşı çeşitli eylemlere çekerek,
terör örgütü PKK'nın "siyasal ordumuz" adını verdiği eylemci bir
kitle yaratmak. Bunun için, terör örgütünün ideolojik söylemleri yumuşatılır.
Herkesin kabul edebileceği bir kalıba dökülür. Böylelikle herkesin sıcak
baktığı bazı kuru söylemler ve sloganlar etrafında bölge halkını birleştirmek
ve terörün şehirlerdeki destekçileri haline getirmek vs. gibi amaçlarını her
türlü yöntemi kullanarak yaşama geçirmeye çalışırlar.
4-
HADEP, Türkiye'de bölücü bir örgütün legal kurumları olarak faaliyet gösteren
tüm dernek, sendika , kültür merkezi gibi oluşumların, yine dergi, gazete gibi
basın-yayın organlarının hepsinin koordinesini yapar. Türk sol örgütlerinin bu
yönlü oluşumları ile PKK adına ilişkiler kurar.
5-
HADEP'ten seçilecek milletvekilleri yoluyla Meclis'te ve Türkiye rejimi
içerisinde çatlak sesler yaratmak aykırı düşünceler ortaya atarak bir rejim
bunalımı yaratmak veya en azından demokratik yapılanma dahilindeki bazı güçleri
birbirine düşürmek. Örneğin, 1991 yılında Meclise giren HEP kökenli milletvekillerinin
yaptıkları ilk iş; yemin sırasında sansasyonel söz ve davranışlarla olay
çıkarmak olmuştur. Toplumu, bu olaylar etrafında bir tartışma zeminine çekerek,
bu sorunu kabul edenlerle etmeyenler arasında bir ikilik yaratıp, tartıştırmak
ve sonuçta kendilerini gündemleştirmeyi amaçlamışlardır. Hem de bölücü terör
örgütünün düşünceleri Meclis'te bile dillendirilmiştir.
6-
Örgüte lojistik destek sağlamak
Terör
örgütü PKK'nın dağ kadrolarının giyecek, ilaç, teknik malzeme yine erzak gibi
çeşitli ihtiyaçlarının büyük bir kısmı HADEP örgütleri tarafından temin
edilerek örgüte ulaştırılmaktadır. İhtiyacı olan bölgelere para da
gönderilmektedir. Bu amaçla HADEP örgütleri "Yoksullara yardım",
"Güneydoğudan göç eden muhtaç ailelere yardım" adı altında, her zaman
para, yiyecek-giyecek ilaç gibi şeyler toplar. Bunun için kampanyalar
düzenlerler. Bu kampanyalarda topladıkları herşeyi kırsala veya cezaevindeki
PKK'lılara gönderirler.
7-
Yurtdışında veya kırsalda eğitildikten sonra eylem amacıyla Türkiye'ye gönderilen
PKK üyelerinin halk içinde barınmalarını sağlamak, deşifre olmalarını
engellemek ve her türlü ihtiyaçlarını gidermek.
Örgüt
tarafından eylem ve örgütlenme yapmak amacıyla Türkiye'ye gönderilen şahıslar,
buralarda barınma, ilişki kurma, malzeme temin etme gibi çeşitli sorunlarla
karşılaşırlar. PKK, bunları bildiği için Türkiye'ye gönderdiği mensuplarına
HADEP içinde faaliyet gösteren, önceden ayarlanmış kişilerin adreslerini verir,
böylece terör örgütü üyesi şahısın her türlü ihtiyaçları giderilir. Toplum
içinde bu kişilerin deşifre olup, örgüt üyesi olduklarının anlaşılmaması için
bu kişilere iş bulunur veya bir ailenin yanına, Güneydoğu'dan gelen akraba
görüntüsü verilerek yerleştirilir. Aynı şekilde deşifre olan örgüt
mensuplarının yurtdışına aktarılmaları da HADEP eliyle yapılır.
8-
Örgütün eylemsiz kaldığı çeşitli dönemlerde HADEP, çeşitli eylemler yaparak
eylemsizliği gidermeye çalışır.
Örneğin
bölücü terör örgütü PKK, eylemsiz kaldığı zor dönemlerinde ateşkes ilan edince,
HADEP'e talimat vererek kitle gösterileri, açlık grevleri ve çeşitli protesto
gösterileri düzenlemelerini istemektedir.
Anlaşıldığı
üzere Türkiye'nin demokratik yapısından yararlanarak kurulan bu tür kuruluşlar,
bölücü düşüncelerin yayıldığı halkın bu yolla zehirlendiği ve devlet düşmanı
haline getirildiği, PKK'nın paravan örgütleridir. Bunun en somut örneği bizler
olmaktayız. Büyük çoğunluğumuz bu tür paravan örgütlerin propagandalarına
kanarak, terör örgütüne katıldık..."
Anayasa
Mahkemesi'nin 1.3.1999 günlü yazılı istemi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı'nda
2.3.1999 tarihinde alınan ifadesinde de, dilekçe ve altındaki imzanın kendisine
ait olduğunu, HADEP'in seçimlere girerek PKK terör örgütünün Meclise
taşınmasının engellenmesi gerektiğini, bu görüşlerin cezaevinde bulunan diğer
itirafçıların da görüşleri olduğunu, HADEP'le temasta bulunan örgütün cephecisi
ve yurt dışı ile bağlantısını sağlayan kişilerin halen cezaevinde bulunduğunu
belirtmiştir.
Ayrıca
Mehmet Alkın, Arif Sakık, Raşit Akcan ve Mehmet Yazar'ın aynı tarihte
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan
ifadelerinde ise:
-
Mehmet ALKIN ifadesinde, "...Ben
1995 tarihinde Diyarbakır E Tipi Cezaevine yakalanarak girdim. HADEP adlı
partinin temin etmiş olduğu para, ilaç ve elemanları zaman zaman ben alıp
yerlerine ilettim. HADEP Diyarbakır il binasında il başkanının odasının
yanındaki odada halen örgüt propagandası yapılmaktadır. Cezaevi ile örgüt
arasındaki iletişimi de yine HADEP il teşkilatı tarafından tutuklu yakınları
vasıtasıyla sağlanmaktadır. Ben Diyarbakır Aydın/Söke ve İzmir'deki parti
binalarında bana teslim edilen elemanları alarak dağa götürdüm. Bu sistem halen
böyle işlemektedir. Partinin adı ne kadar değişirse değişsin PKK örgütünün
görünürde legal temsilcisi gibi davranmaktadır...",
-
Arif SAKIK ifadesinde, "...Ben
örgüt içerisine 1996 yılında kaçtım. Toplam 3 yıl kaldım. Ben şu anda
Diyarbakır E Tipi Kapalı Tutukevinde hükümlü olarak bulunmaktayım. HADEP'in
örgüte ne şekilde adam kazandırdığı konusunda bilgim vardır. Şu anda Muş
merkezde fotoğrafçılık yapan HADEP'te yönetici konumunda bulunan Selahattin
İŞLEK Muş civarındaki insanlara propaganda yaparak Mersin'de Adana'da ve
İzmir'de sahte kimlikle faaliyette bulunan Nimet YILMAZ'a iş birliği halinde
kandırdıkları kişileri PKK'nın askeri kanadına teslim etmektedirler. Her ikisi
de şu anda HADEP'te faal durumdadırlar. Ayrıca Ankara'da Abdülmelik FIRAT'da bu
şekilde adam temin ederek örgüte savaşçı kazandırmaktadırlar. Hatta Ankara
Cezaevinde hükümlü bulunan Leyla ZANA'da zaman zaman ortak tanıdıkları
vasıtasıyla örgütün üzerine fazla gitmememizi ve yıpratmamamız yönünde
telkinler gelmektedir. Şu anda halen bu kişiler tarafından örgüte savaşçı
gönderildiğini ziyaretime gelen tanıdıkların vasıtasıyla
öğrenmekteyim...",
-
Raşit AKÇAN ifadesinde, "...Ben
1997 yılında İstanbul'da Bağcılar'da oturan ablamın yanına tedavi olmaya
gittiğimde burada Bağcılar HADEP ilçe binasına gidip gelmeye başladım. Buradaki
yayınları okuyarak MED TV izleyerek örgütün fikirlerinden etkilendim. Daha
sonra memleketim olan Tatvan'a döndüğümde evden kaçarak Mayıs 1998 tarihinde
Van iline giderek HADEP il Başkanının kendimi örgüte göndermesini istedim.
Ancak il başkanı bunu kabul etmeyerek benden şüphelendi. Aradan bir saat
geçtikten sonra yanında bulunan Ekrem kod isimli PKK militanı beni kenara
çekerek nereli olduğumu sordu. Ve bununla birlikte İran'a geçtik. Van
Başkaleden çıkış yaptık. Daha sonra güvenlik güçlerine teslim oldum. PKK
militanı ile bizim tanışmamız HADEP il binasında olmuştur. HADEP İl Başkanının
bu kişinin PKK militanı olup olmadığını bilmemesi mümkün değil...",
-
Mehmet YAZAR ifadesinde, "...Temsilcimiz
Mehmet AKTAR'ın Yargıtay Başsavcılığına göndermiş olduğu dilekçe içindeki
görüşler doğrudur. Ben örgüt içerisinde cepheciydim. Yani şehir faaliyetinde
bulunuyordum. Benim HADEP'liler ile o dönemde örgüt adına yakın ilişkim vardı.
Bunların ne şekilde militan kazandırıp bizim vasıtamızla örgüte gönderdikleri,
kimlerin bu işlere karıştığı, bu şekilde örgüte yardımda bulunduğu
bağlantıların ne olduğu, isim ve yer verilmek suretiyle halen yargılanmış
bulunduğum Diyarbakır 4 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 1996/377 Esas sayılı
dosyadaki gerek benim ifadelerim ve gerekse diğer sanıkların ve özellikle
HADEP'li yöneticiler Hamza AKALIN ve Ahmet YAKUT'un ifadelerinde bu bağlantılar
çok açık bir biçimde ortaya konmuştur. Başsavcılık arzu eder ise, bu dosyayı
incelemek suretiyle söz konusu Partinin ülkeye ne gibi zararlar verdiğini
görecektir. Yine aynı dosyada HADEP yöneticileri Celal AYÜS ve Zülfükar
ODABAŞI'nın ifadelerinde görülecektir...",
şeklinde
açıklamalarda bulunmuşlardır.
Adı
geçenlerin bu beyanları, amacı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak olan ve bu yönde silahlı eylem ve
faaliyetlerde bulunan PKK terör örgütü ile davalı Halkın Demokrasi Partisi
arasında bağlantının olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
cc-
Halkın Demokrasi Partisi İle PKK Terör Örgütü Arasındaki Bağlantıyı Gösteren
Eylemler
Haklarındaki
soruşturmalarda davalı partinin değişik organlarında görevli oldukları
belirtilmekle birlikte yapılan yazışmalarda bu konuda açıklık bulunmaması
karşısında Halkın Demokrasi Partisi ile PKK terör örgütü arasındaki bağlantıyı
açıkça ortaya koymaları gözetilerek aşağıda isimleri geçen kişilerin üzerinde
de durulmuştur.
-
Faysal Akcan'ın HADEP 2. Olağan Kongresindeki Bayrak İndirme Eylemi
Faysal
Akcan'ın 23.6.1996 günü, Ankara Atatürk Spor Salonunda yapılan Halkın Demokrasi
Partisi'nin 2. Olağan Kongresi'nde salona asılı bulunan Türk Bayrağını
bulunduğu yerden çözerek yere attığı, yerine PKK terör örgütü başı Abdullah
Öcalan'ın büyük bez üzerine çizilmiş posterini astığı, bu eylemin salonda
bulunan Parti delegeleri tarafından coşkuyla alkışlandığı, Abdullah Öcalan'ın
lehine sloganlar atıldığı, görevli hükümet komiserinin uyarmalarına karşın Türk
Bayrağı önceki yerine asılmadığı gibi salonda bulunan bir kısım parti
delegelerince üzerine basılarak çiğnendiği, "HADEP Görevlisi" yazılı
tişortlar giyen kişilerle salonda bulunan diğer partililerce terör örgütü başı
Abdullah Öcalan'ın posteri ile PKK terör örgütünün bayrağının uzun süre
alkışlar ve sloganlarla eller üzerinde dolaştırıldığı, ayrıca Parti Genel
Başkanı Murat Bozlak'ın posterinin yanına Abdullah Öcalan'ın posteri ile PKK
terör örgütünün bayrağının asıldığı, bu eylemleri gerçekleştirenler arasında
maskeli çok sayıda terör örgütü militanı olduğu izlenimini veren kişilerin
bulunduğu ve salonda açıkça terör örgütünün propagandasının yapıldığı
anlaşılmıştır.
Nitekim
adı geçenin bu eylemini Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi "Devletin
hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya
matuf fiil işlemek" suçu olarak değerlendirip 4.6.1997 günlü, E:1996/80 ve
K:1997/102 sayılı kararla Türk Ceza Yasası'nın 125. maddesi uyarınca 22 yıl
altı ay ağır hapis cezası verilmiş, hüküm Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 8.6.1998
gün ve 21997/3736 Esas ve 1998/1820 sayılı kararla onanarak kesinleşmiştir.
-
Famiha Aslan'ın HADEP Adana İl Teşkilatının Düzenlediği 29.5.1998 Günlü
Toplantıdaki Eylemi
Famiha
Aslan'ın, HADEP Adana İl Teşkilatının düzenlediği 29.5.1998 günlü toplantıda
sunuculuğu sırasındaki konuşmasında,"...ateşin ve güneşin çocuklarına
selam olsun, ülkelerinin aslanları olan yiğitlere selam olsun, çocuklarını,
kardeşlerini ve kocalarını ölümlerden ve görünmezliklerden kaybeden analara
selam olsun, yaşanılır ve özgür bir yaşam için direnen onbinlere selam olsun,
güç sahibi yurtseverler ve büyük bir mücadele için burada bulunanlara
merhaba...Kürdistan şehitleri için bir dakikalık saygı duruşu yapalım, kimse
Kürtlere ölü demesin, Kürtler yaşıyorlar, hiç düşmeyecek Kürt bayrağı..." demiştir.
Famiha
Aslan konuşmasında, etnik köken ayrılığını vurgulayarak Devletin kürt kökenli
vatandaşlara karşı bir mücadele hatta bir savaş içerisinde bulunduğunu
belirtmesi, Devletin terörle mücadelesi sırasında öldürülen örgüt mensuplarını
Kürdistan şehitleri olarak adlandırması nedeniyle "halkın bir kesimini
diğer kesimi aleyhine ırk ve bölge farklılığı gözetmek suretiyle kin ve
düşmanlığa açıkça tahrik" suçundan Adana 1 Nolu Devlet Güvenlik
Mahkemesi'nce 16.12.1998 günlü, 1998/234 Esas ve 1998/432 sayılı kararla Türk
Ceza Kanunu'nun 312. maddesinin ikinci fıkrası ve 59. maddesinin ikinci fıkrası
uyarınca 10 ay hapis ve 1.266.666 lira ağır para cezası verilmiş, hüküm
17.6.1999 tarihinde kesinleşmiştir.
-
Leyla Zana, Mehmet Salih Altun, Abdullah Mehmet Varlı, Mehmet Yağmur, İsmet
Kılıçarslan, Kazım Yakmaz, Kerem Soylu, Ali Şola, Mehmet Reşit Irgat, Reşit
Köçeroğlu, Mehmet Nuri Görkey ve Fehmi Demir'in 1997 Yılı Ocak Ayında
Yazdıkları HADEP Bülteninde Yayımlanan Yazıları
Leyla
Zana Halkın Demokrasi Partisi bülteninin 14. sayfasında "Geciken
bülten" başlığı altında Tutuklu DEP Milletvekili imzasıyla yazmış olduğu
yazıda, "Bizler gibi sömürülen yok sayılan sürgün ve imha ile karşı
karşıya bırakılan bir halkın kurumlaşarak politika yapması alabildiğine
güçtür... HEP ve DEP mirasını devralan HADEP in onlarca şehidi bir o kadarda
tutuklusu vardır. ... yine şunu çık iyi bilmeliyiz ki bizi düzen partilerinden
parklı kılan halkın özgücüne dayanmamız ve halktan aldığımız destek ve
cesaretle hareket etmemizdir... art niyet, bencillik, kariyerimiz ve kişisel
çıkar gibi yaklaşımların halkımızca kabul görmeyeceği bilinmelidir. savaşın
giderek yoğunlaştığı böylesine zor bir süreçten geçerken bireysel çıkar ve
benlerimizden uzaklaşarak hep bir olmalıyız";
Abdullah
Mehmet Varlı, Mehmet Yağmur, İsmet Kılıçarslan, Kazım Yakmaz, Kerem Soylu, Ali
Şola, Mehmet Nuri Görkey, Fevzi (Fehmi) Demir, M.Reşit Irgat, Reşit
Koçeroğlu'nun ise, bahse konu bültenin 21-22-23-24. sayfalarında "HADEP'i
Destekleyen Bir Grup Din Adamından: İnsanım Diyen Herkese Açık Mektup"
başlıklı , isimlerini taşıyan beyanlarında, "... Dinle kardeşlik kuralı
ve tanımı bu iken ülkemizde yaşanan durum böyle midir' yoksa Kürt milleti kendi
kimliği anadili kültürü kendi örf ve adeti ve yargı değerleri ile yaşamak
istiyor diye niçin zulme uğruyor... dinde bir milletin kimliği inkar, kültürünü
yok saymak var mıdır. anadilini yasaklamak var mıdır... bugün Türkiyemizde
anayasamıza göre Kürt milleti yoktur. Kürtlerin anadili Kürtçe yasaktır. peki
Kürt insanının da diğer insanlar gibi Allah yaratmadı mı' ... bu devlet
Kürtlere yasaklamıştır bu bir zulumdür. neden' 'ben müslümanım' diyen herkes bu
zulme karşı çıkmıyor. ... ey islam alemi size ne oldu, Ortadoğu'da İran, Irak,
Suriye, ve Türkiye de kürdü öldürüyorsunuz hem de islam adına... Kürtler İslam
aleminin yetimleridir diye mi öldürülüyor... yeter müslümanlar yeter artık...
bunlar ne Kürtlere ne de Türklere yarar getirir... senin Kürt kardeşinin
varlığı inkar ediliyor. kültürü yok sayılıyor yerinden yurdundan ediliyor. yok
olup gidiyor...";
Mehmet
Salih Altun'un aynı bültenin 25-26-27 sayfalarındaki, "HADEP Seçilmiş Halk
Temsilcileri Grup Sözcüsü Yardımcısı" imzalı rapor başlıklı yazısında, "...
Ama başka özellikleri daha vardı, Dilan ve Berivan Kürttü, Neden bunları
anlatıyorum, Bu coğrafyada yaşamaya hele Kürt olmaya birileri bedel koymuştu.
Kimisine bu bedel 80'inde ödetilir, kimisine 18 inde, 25 inde ödetilir kimi
sinede Berivan ve Dilan gibi hayati tanımadan neyin bedeli olduğunu bilmeden
daha çocukluğunu yaşamadan canı ile ödetilir... Türkiye'nin bugünkü drurumu
yaşanan savaşı, savaşın çirkinliği acımasızlığı ve kirliliğini halka aktarmıya
çalışıyorduk, ateşkes sürecini bu ateşkesin Türkiye halkları için önemini
anlatmaya çalışıyorduk... dilan ile berivan iki tane küçük çocuktular isimleri
kadar kendileri de güzeldi, ama birileri fermanı vermişti, dilan ile
berivanlara yaşam hakkı tanınmayacaktı ve tanımadı, bunu herkes bilmelidir.
berivan ile dilanları katletmek insanlık dışı bir olaydır... Gelin hep beraber
başka Berivan ve Dilan'ların katledilmemesi için ve sıra sevgi ile güle
gelmeden bu kirli savaşa dur diyelim, Kendimizi geleceğimiz olan çocuklarımız
için siper edelim"
demişlerdir.
Sözkonusu
yazıların davalı Halkın Demokrasi Partisi'nin yayın organı olan
"Bülten"de yer alması Parti'nin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik tutumunu ortaya koymaktadır.
Kaldı
ki belirtilen yazılardaki söylemleriyle adı geçenlerin halkı ırk esasına dayalı
bir şekilde açıkça kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçunu işledikleri kanısına
varan Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi, 17.9.1998 günlü, E:1997/59 ve
K:1998/117 sayılı kararla Türk Ceza Yasası'nın 79. ve 312. maddesinin ikinci
fıkrası uyarınca ikişer yıl hapis ve 1.720.000'er lira ağır para cezası
verdiği, hükmün Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 8.2.1999 günlü, E:1998/17995 ve K:1999/1086
sayılı ilamıyla kesinleştiği anlaşılmıştır.
-
Tahir Han'ın 26.6.1994 Günü Atatürk Spor Salonunda Yapılan HADEP 1. Olağan
Kongresinde Gerçekleştirdiği Eylemler
Tahir
Han 26.6.1994 günü Atatürk Spor Salonunda yapılan HADEP 1. Olağan Kongresinde
yaptığı konuşmada, "Sayın Başkan, değerli delege
arkadaşlarım...Demokrasi Partisinin ilk olağan kurultayında yine bir aradaydık.
O gün de halkımıza ve bize yönelik saldırılar, kuşatmalar üst boyutlardaydı.
Ülkemize, ulusumuza karşı sürdürülen sömürgeci vahşet, dünyanın gözleri önünde
büyük bir pervasızlıkla sürdürülüyordu...Arkadaşlar, hatırlatmak açısından
söylüyorum. Biz ülkenin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel bizzat
Kürdistan sorununun varlığı, Kürdistan'ın sömürge olduğu gerçeğidir. Ve Kürdistanın
sömürge statüsü değişmeden de Türkiye'nin demokratikleşmesi mümkün değildir. Bu
bakımdan demokrasinin olmazsa olmaz şartı Kürt ulusunun kendi kaderini tayin
hakkının bağımsızlık ve özgürlük üst koşulu, ön koşuluyla desteklenmesidir.
Dolayısıyla Kürt ulusunun bu hakkını bağımsız ve özgür koşullarda kullanmak
üzere başvurduğu her türlü mücadele araçları meşrudur, haklıdır...Bu bakımdan
T.C.'nin dayattığı formaliteler ve yasal zorunluluklarla çatışma içine
girilmesi kaçınılmazdır. Çünkü, T.C.'nin mevcut hukuk sistemi Kürdistanın
sömürge konumuna yasal bir biçim verilmesi üzerine kuruludur. Ve bizce legal
mücadele yasayı değil, meşruiyeti esas almalıdır...Parlamentodaki Kürt
milletvekillerinin varlığı, dünya kamuoyuna bu organın hem Kürt hem Türk
ulusunun siyasal iradesini temsil eden meşru bir organ oluşuna delil
gösterilmektedir. T.C'nin parlamentosu meşru olunca Kürdistan üzerindeki
sömürgeci terör de meşru olmaktadır...Sömürgeci şiddet her geçen gün
azgınlaşmış...yüzlerce kişi bu saldırılarda şehit düşmüş...politik kadroların
legal mücadelelerindeki tüm basiretsizliklerine rağmen Kürt ulusu özgürlük ve
bağımsızlık mücadelesini, büyük bir özveri ve kararlılıkla sürdürmüş ve bu
mücadelede Kürt ulusu bizden beklenen aktif destekten yoksun bırakılmıştır"
demiştir.
Adı
geçen konuşmasında, Kürt halkının farklı bir kimliği ve Kürdistan isimli bir
ülkesi bulunduğunu, ulus ve ülkelerine karşı bir vahşetin sürdürüldüğünü,
Kürdistan'ın sömürge olduğunu, bu statü değişmeden Türkiye'nin
demokratikleşmesinin mümkün olmadığını, Kürt ulusuna kendi kaderini tayin
hakkının, bağımsızlık ve özgürlüğünün verilmesi gerektiğini, Kürt ulusunun bu
amaca ulaşabilmek için başvurduğu her türlü mücadele araçlarının meşru ve haklı
bulunduğunu, Kürt halkının büyük bir özveri ve kararlılıkla özgürlük ve
bağımsızlık mücadelesini sürdürmekte olduğunu belirtmesi nedeniyle Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alan
bölücülük propagandası yapmak suçundan Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik
Mahkemesi'nin 22.1.1997 günlü, E:1996/19 ve K:1997/3 sayılı kararıyla 3713
sayılı Yasanın 8. maddesinin birinci fıkrası uyarınca 1 sene hapis ve
100.000.000 lira ağır para cezası verilmiş, hüküm Yargıtay 9.Ceza Dairesinin
1.3.1999 gün ve E:1998/1505 ve K:1998/1132 sayılı kararıyla onanarak
kesinleşmiştir.
-
Bayram Karkın'ın 22.3.1997 günü Ankara HADEP İl Teşkilatının Düzenlediği Nevruz
Şenliğinde Yaptığı Konuşma
Bayram
Karkın 22.3.1997 günü Ankara HADEP İl Teşkilatının düzenlediği Nevruz
şenliğinde yaptığı konuşmada, "Nevroz bize göre Mezopotamya halklarının
cezaevinde yakıp Demirci Kawa yandaşlarını mağlup edişidir. Bunun davamızdaki
müjdecisi Nevroz ateşidir. Yani nevroz halkların özgürleşme, özgürlüğüne
kavuşma destanıdır. Peki günümüz zalim Dehakları kimlerdir' Onlar özelleştirme,
kamulaştırma...milyonlarca işçiyi sokağa atan sendika hakkı için mücadele eden
işçileri joplayan cezaevlerine tıkan işçilerin alın terlerini zorunlu tasarruf
diye el koyanlardır...Onlar kürt halkını kirli savaş ve katliamları ile
yoketmeye çalışanlardır. Onlar artık pek çok insanın kanını içip onbinlerin
yüzbinlerin kanı ile beslenen emperyalist kan içicilerdir...Onlar bir avuç
kahrolasıdır. Dersim'de, Şırnak'ta, Halepçe'de en son Lice'de halklarımızı
katleden kontrgerillanın ta kendisidir...Sermaye sınıfı çıkarlarını koruyan bir
örgüttür...Peki bu cinayet örgütünün bir avuç para babasının tahakkümüne son
verecek, onları alaşağı edecek, halkımızı, dünya halklarını kurtuluşa götürecek
kurtuluşun mucize nevroz ateşini yakacak olan kimlerdir' Yani günümüzün Demirce
Kawaları kimlerdir' Tüm baskılara katliamlara rağmen sömürüye ve zulme
başkaldıran emekçi halklardır. Model işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı bilimin
bilinci ile donanmış devrimcilerimizdir...Ne yaparlarsa yapsınlar Nevroz
sermayeye karşı devrimcinin simgelerindendir...biz diyoruz ki sermaye ve onun
düzenine karşı direnmek emekçilerin ezilenlerin savaştan ve kapitalizmden
özgürleşme mücadelesidir. Sömürüye, zulme ve tüm bunların asıl kaynağına karşı
ortak mücadeledir...Bugün nevroz Demirci Kawanın yaktığı özgürlük ateşini tüm
sokaklarda ve alanlarda yakabilmektir" demiştir.
Bayram
Karkın halkın etnik köken farklılığı gözetilerek ırken bölündüğünü, işçi sınıfı
ve kürt halkının zulüm gördüğünü ve sömürüldüğünü ileri sürülerek bu kesimleri
yönetime karşı koymaya çağırdığı anlaşılmaktadır.
Nitekim
adı geçen hakkında Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 22.10.1997
günlü, E:1997/146 ve K:1997/135 sayılı kararıyla ırk ve bölge farklılığı
gözeterek halkı açıkça kin ve düşmanlığa tahrik suçundan Türk Ceza Yasası'nın
312. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca bir yıl hapis ve 860.000 lira ağır para
cezası verilmiş, hüküm Yargıtay 9.Ceza Dairesinin 21.1.1998 günlü, E:1997/18657
ve K:1998/172 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
-
Güven Bekirhan'ın 21.3.1997 Günü Kars HADEP İl Başkanlığınca Kars Düğün
Salonunda Düzenlenen Nevruz Kutlamaları Sırasında Yaptığı Konuşma
21.3.1997
günü Kars HADEP İl Başkanlığınca Kars Düğün Salonunda düzenlenen nevruz
kutlamaları sırasında sunuculuk yapan Güven Bekirhan konuşmasında, Buca ve
Erzurum cezaevlerinde silahlı çete üyesi olmak ve bu çete adına silahlı
eylemlere katılmak suçlarından dolayı hükümlü ve tutuklu bulunan şahıslarca
gönderilmiş mesajlarmış gibi, metinleri orada bulunanlara okuduğu, metinlerin
içeriğinde nevruz bayramının Kürt halkının bir bağımsızlık kazanımının
yıldönümü imişçesine ve Kürtlere özgü bir gün olarak yeniden böyle bir
doğrultuda, bu amaca hizmet etmesi için kutlanması gerektiğinin ifade edilmesi
nedeniyle "bölücülük propagandası yapmak" suçundan Erzurum Devlet
Güvenlik Mahkemesi'nin 4.6.1999 günlü, E:1997/389 ve K:1999/141 sayılı
kararıyla 3713 sayılı Yasa'nın 8. maddesinin birinci fıkrası ve Türk Ceza
Yasası'nın 59. maddesi uyarınca 10 ay hapis ve 2.250.000.000 lira ağır para
cezası verildiği, hükmün Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 7.10.1999 günlü,
E:1999/13801 ve K:1999/13403 sayılı ilamıyla onanarak kesinleştiği
anlaşılmıştır.
-
Osman Tağu, Cüneyt Subaşı, Fersende Sanğir, Ayhan Tekin, Sadık Altürk, Mehmet
Aksoy ve Tahir Aksoy'un Katıldığı Terör Örgütü Başının Roma'da Yakalanışını
Protesto Amacıyla 16.11.1998 Günü HADEP Güngören İlçe Teşkilatının ve
Teşkilatta Görevli Kişilerin Yönlendirmesiyle Güngören İlçesinde Meydana
Getirilen Eylemler
HADEP
İstanbul Güngören İlçe Başkanı olan Hediyetullah Ülgen parti binasına gelen
şahıslara terör örgütü başının Roma'da yakalanışını protesto amacıyla yürüyüş
yapmak üzere Belediye binası önünde toplanmalarını söylemesi üzerine Osman
Tağu, Cüneyt Subaşı, Fersende Sanğir, Ayhan Tekin, Sadık Altürk, Mehmet Aksoy
ve Tahir Aksoy ile birlikte çok sayıda kişinin Belediye binası önünde
toplandığı, "Biji PKK, Biji Apo, Apo'ya uzanan eller kırılsın"
şeklinde sloganlar attıkları, pankart taşıyarak yürüdükleri nedeniyle
"yasa dışı örgüte yardım ve yataklık yapmak" suçundan İstanbul 4 Nolu
Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 6.12.1999 günlü, E:1998/488 ve K:1999/620 sayılı
kararıyla Türk Ceza Yasası'nın 169 ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddeleri
uyarınca üçer sene dokuzar ay ağır hapis cezası verildiği ayrıca Osman Tağu ve
Mehmet Tahir Aksoy'a yaşları nedeniyle 55. maddenin üçüncü fıkrası uyarınca
cezalarında indirim yapıldığı, hükmün Yargıtay 9.Ceza Dairesinin 26.6.2000
günlü, E:2000/1761 ve K:2000/1891 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği
anlaşılmıştır.
-
Feyaz Yılmaz, Fatma Erik, Fikret Güçer, Demircan Aktaş, Erdem Kılıç, Abdullah
Yılmaz, Yetkin Alkan, Zeytin Kıyak ve Necibe Büyükgöl'ün Katıldığı Terör Örgütü
Başının Roma'da Yakalanışını Protesto Amacıyla 18.11.1998 Günü HADEP İzmir İl
ve Çiğli İlçe Teşkilatının ve Teşkilatta Görevli Kişilerin Yönlendirmesiye
Küçükçiğli'de Meydana Getirilen Eylemler
Feyaz
Yılmaz, Fatma Erik, Fikret Güçer, Demircan Aktaş, Erdem Kılıç, Abdullah Yılmaz,
Yetkin Alkan, Zeytin Kıyak ve Necibe Büyükgöl'ün PKK örgütü başı Abdullah Öcalan'ın
İtalya'da yakalanmasını protesto etmek, örgüte destek vermek ve kamuoyu
oluşturmak amacıyla 16.11.1998 ve 18.11.1998 tarihlerinde HADEP İzmir İl ve
Çiğli İlçe Teşkilatında görevli kişilerin yönlendirmesiyle Çiğli Güzeltepe
futbol sahası karşısında ve Küçükçiğli'de kahveler durağında yasadışı
gösteriler düzenledikleri, gösterilerde adı geçenler tarafından "dişe diş
kana kan seninleyiz Öcalan, Apo Roma'da T.C. komada, Biji Apo Biji PKK"
şeklinde sloganlar attıkları nedeniyle "yasadışı örgüte yardım ve yataklık
yapmak" suçundan İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce 11.5.1999 günlü,
E:1998/308 ve K:1999/74 sayılı kararla Türk Ceza Yasası'nın 169. ve 3713 sayılı
Yasanın 5. maddeleri uyarınca üçer yıl dokuzar ay ağır hapis cezası verildiği,
Erdem Kılıç'ın cezasının tekerrürden artırıldığı, Feyyaz Yılmaz'ın cezasının
ise yaşının küçüklüğü gözetilerek indirildiği, hükmün Yargıtay 9.Ceza
Dairesinin 25.1.2000 günlü, 1999/1439 Esas ve 2000/20 Karar sayılı kararıyla
onanarak kesinleşmiştir.
-
Nevruz Yıldırım, Banu Yetkin, Elveda Çelik, Rahmetullah Tepe, Ahmet Bürüsk
Altındağ, Hasine Kay ve Hüseyin Sarıaltın'ın Katıldığı 21.3.1998 Günü HADEP
Teşkilatı Tarafından İzmir Cumhuriyet Alanında Düzenlenen Açık Hava
Toplantısında Yapılan Konuşmalar ve Meydana Gelen Olaylar
21.3.1998
günü İzmir Cumhuriyet meydanında HADEP İzmir İl Teşkilatı tarafından düzenlenen
"nevruz bayramı" konulu gösteride Rahmetullah Tepe, Nevruz Yıldırım
ve Elveda Çelik'in PKK örgütünün lideri Abdullah Öcalan ile Mazlum Doğan'ın
posterlerini gösteri alanına getirdikleri, posteri Nevruz Yıldırım'ın, PKK
örgütünün işaret ve amblemi bulunan bayrağı ise Ahmet Bürüsk Altındağ'ın
taşıdığı, güvenlik güçlerinin müdahalesi sırasında Hasine Kay'ın PKK terör
örgütünün bayrağını sakladığı, yapılan aramada bayrağın adı geçenin evinde ele
geçirildiği, Hüseyin Sarıaltın'ın da örgütün bayrağını açarak taşıdığı, adı
geçenlerin gösteriler sırasında PKK terör örgütünü ve liderini öven sloganlar
attıkları nedeniyle İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce, Nevruz Yıldırım "yasadışı
bölücü örgütün sair efradı olmak" suçundan 25.3.1999 günlü, E:1998/117 ve
K:1999/46 sayılı kararıyla Türk Ceza Yasası'nın 168. maddesinin ikinci fıkrası
ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddesi uyarınca 12 yıl 6 ay süreyle ağır hapis
cezası, diğer kişiler ise "yasa dışı bölücü örgüte yardım ve yataklık
yapmak" suçundan Türk Ceza Yasası'nın 169. ve 3713 sayılı Yasa'nın 5.
maddesi uyarınca üç yıl dokuzar ay ağır hapis cezası verildiği, hükmün Yargıtay
9. Ceza Dairesinin 11.10.1999 günlü, E:1999/1114 ve K:1999/3329 sayılı
kararıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
-
Emine Çelebi, Abdullah Kutal, İhsan Yaşlı, Fırat Kutal, Cengiz Kurt, Hüseyin
Baran, Mirzat Sati, Burhanettin Emektar, Cengiz Kaçan ve Volkan Uğraş'ın
Katıldıkları Terör Örgütü Başının Roma'da Yakalanışını Protesto Amacıyla ve
HADEP İzmir İl ve Konak İlçe Teşkilatının ve Teşkilatta Görevli Kişilerin
Yönlendirmesiyle, 25.10.1998 Günü Kadifekale'de ve 17.11.1998 Günü Limontepe'de
Meydana Gelen Eylemler
PKK
terör örgütü başının İtalya'da yakalanması ve Türkiye'ye iadesinin istenmesi
üzerine Halkın Demokrasi Partisi İzmir İl yönetiminin yönlendirmesiyle adı
geçenler 25.10.1998 tarihinde İzmir Kadifekale'de ve 17.11.1998 tarihinde de
İzmir Limontepe semtinde gösteriler düzenledikleri, PKK terör örgütü lehine
sloganlar attıkları ve HADEP Konak İlçe binasında örgütü desdeklemek amacıyla
açlık grevi başlattıkları nedeniyle "terör örgütüne yardım ve yataklık
yapmak" suçundan İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce 17.8.1999 günlü,
E:1998/300 ve K:1999/164 sayılı kararla Fırat Kutal, Cengiz Kurt, Hüseyin
Baran, Burhanettin Emektar ve Volkan Uğraş'ın Türk Ceza Yasası'nın 169., 55.,
59. maddeleri ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddesi uyarınca ikişer yıl altışar ay
süreyle ağır hapis cezası, Emine Çelebi, Abdullah Kutal, Mirzat Sati, Cengiz
Kaçan, Mehmet Emin Bayar ve İhsan Yaşlı'nın Türk Ceza Yasası'nın 169., 59.
maddenin ikinci fıkrası ve 3713 sayılı Yasa'nın 5. maddeleri uyarınca üç yıl
dokuz ay ağır hapis cezası verildiği, hükmün Yargıtay 9.Ceza Dairesinin
27.3.2000 günlü, E:1999/1671 ve K:2000/768 sayılı kararıyla onanarak
kesinleştiği anlaşılmıştır.
-
Nuri Turan, Beyaz Emektar ve Cezmi Yalçınkaya'nın Katıldığı 25.10.1998 Günü
Denizli HADEP Gençlik Komisyonları Tarafından Düzenlenen Gençlik Şöleni İsimli
Etkinlikte Meydana Gelen Olaylar
25.10.1998
tarihinde Denizli HADEP İl Teşkilatı ve Gençlik Komisyonu tarafından Denizli
Açıkhava Tiyatrosunda düzenlenen gençlik şöleninde sunuculuk yapan Nuri Turan
konuşmasında, "...şu anda Kürdistanın askerleri için ve ölü askerler için
bir dakika saygı duruşu için ayağa kalkalım" diyerek izleyicileri
saygı duruşuna kaldırmış, bilahare Kürtçe olarak yaptığı konuşmasında "tüm
Kürtlerin bir arada olması ayakta kalması için, her Kürdün birlikte olması için
çoğu zindanlarda ve hapishanelerde ömürlerini çürütmüş ve ateşle oynamışlar,
çoğu Kürtler ta yıldızlara kadar uzandılar, biz bir daha diyoruz ki bizim
şehitlerimiz, bizim önderlerimizdir, biz de onların arkasında yürüyeceğiz.
Onlar bizim önderimiz, başımızdır, onlar bize bu yolu göstermişlerdir...",
"...Ateş bizim Kürtler içindir, ateş bedene dönüşür, ateş cana dönüşür,
sizce de malum ki Dicle ile Fırat arasında kan dökülüyor, bu kana yeter
diyoruz, biz artık kan dökmek istemiyoruz, eğer kan dökmek istersek, eğer
canımızı vermek istersek kendi yurdumuz için canımızı ve kanımızı veririz. Hani
Nemrut dağının üzerindeki Kürtler, aynı saflarda omuz omuza mücadele vermenin
onurunu yaşıyoruz, yaşasın halkların kardeşliği" dediği, Beyaz Emektar
isimli sunucu ile birlikte izleyicileri Kürdistan askerleri için saygı duruşuna
davet ettiği ve, "...ölüm fikirlerimizin yazgı kürttü, yasaktı adı,
tırnaklarımızla kazıdık adımızı Diyarbakır surlarına, bir damla gözyaşı olup,
denizlerde can verdik, güneşten koptu yüreğimiz, dağlardan şehirlere ulaştı,
her sözümüz bir isyan, her gürültümüz ateşten kopan bir parça olup yıldızlarla
buluştu" şeklinde sözler sarfetmişler; Pamukkale Üniversiteli
"yurtsever" öğrenciler tarafından gönderilen "Halkımıza
kurulduğu günden bu yana baskı, şiddet ve asimilasyon politikalarını pervasızca
uygulayan özel savaş rejimi günümüzde bu uygulamalarına psikolojik savaş
aygıtlarını da ekleyerek savaşı tırmandırmaktadır. Kuruluş mayasında Anadolu'da
yaşayan Türk, Kürt, Türkmen, Ermeni, Arap, Çerkez ve Laz halklarını soykırım
temelinde gerçekleştiren özel savaş rejimi her türlü ulusal ve demokratik hak
taleplerini zor aygıtlarla en kanlı bir şekilde bastırmaktadır. Ermeni
soykırımı ile başlayan bu süreçle Mustafa Sülfi'lerin Karadeniz'de
boğdurulması, Şeyh Said'in katledilmesi ve Dersim'de ana karnında bebeklerin
süngülenmesi ile devam edip günümüze kadar gelişmektedir. Günümüzde ülkenin bir
parçasının gelişen ulusal kurtuluş mücadelesini en vahşi bir tarzda bastırmaya
çalışırken insanların bütün değerlerini ayaklar altına alan öldürülen
insanların organlarından koleksiyon yapacak kadar hayvanlaşan özel savaş rejimi
aynı saldırıyı zindanlara doldurduğu tutsaklar üzerinde uygulamak istemektedir.
Can güvenliğinden sorumlu olduğu tutsaklar üzerinde tam bir vahşet
uygulanmaktadır. 12 Eylül karanlığında Amed şafağını yaratarak vahşete karşı
direniş geleneğini başlatan Mazlum Kemal ve Hayriler ile sayıları bugün
onbinleri bulmuştur. Zindanlardaki özgür tutsaklar bir halkın ulusal
önderliğine karşı başlatılan ve halkı bitirmeye yönelik olan politikalarını
bastırmak, protesto etmek için bedenlerini bir ateşe veriyorlar. Özel savaş
rejiminin topyekün olarak başlattığı bitirme ve yoketme hareketlerine karşı
zindanlarda yükselen bu meşale bütün Anadolu'yu saracaktır. Halkımızın gençliği
bu saldırılara ve zindanlarda yakılan meşaleyi özgürlük dağlarında
yükseltecektir, gelecek kazanılacaktır. Yaşasın halkların kardeşliği"
içerikli metni okuduğu, Cezmi Yalçınkaya'nın Türkçe ve Kürtçe olarak söylediği
şarkıda, "Canım hanım güle her taraf Kürdistandır...Bizim el
üzerimizdeki gençler onlar Kürtlerimizdir, onlar şehit oldular, tek tek onlar
bize çağrı yaptılar, bize, şehitler ölmez, dağların üzerindekiler çalışmalara
devam ediyorlar, bizi yanlarına çağırıyorlar, şehitler ölmez, haydi dağ başına
çıkalım, kendimizi çalışmaya verelim, hepimiz dağlardaki çalışmalarımıza devam
edelim, çalışın, çalışınız, dağlardaki çalışmanızı, biz sizlere çağrı
yapıyoruz, şehitler ölmez, onlar köyümüzde epey büyük kişilerdir, bizim
önderimizden önderlik yapıyorlar, bizim gönlümüzde çok saygındırlar ve
büyüktürler, bize sesleniyorlar, şehitler ölmez, şehitler kendini bilmeyenlerin
ellerine geçtiler, o ağır ve güçlü askerlerimiz biz Kürtleri bağımsızlığa
koşturacaklar, o kahraman askerlerimiz ağır güçlü Kürdistan askerleri şehitler
ölmezler, ölmezler..." dediği nedenleriyle "bölücülük
propagandası yapmak" suçundan İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce 3.6.1999
günlü, E:1998/298 ve K:1999/100 sayılı kararla adı geçenlerin 3713 sayılı
Yasa'nın 8. maddesinin birinci fıkrası ve Türk Ceza Yasası'nın 59. maddesinin
ikinci fıkrası uyarınca birer yıl hapis cezası verilmiş, bu ceza paraya
çevrilerek ertelenmiş ve hüküm Yargıtay 9.Ceza Dairesinin 21.12.1999 günlü,
E:1999/2130 ve K:1999/4069 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
-
Mahmut Güngör'ün Katıldığı Terör Örgütü Başının Romada Yakalanışını Protesto
Amacıyla 17.11.1998 ve 6.12.1998 Günleri Arasında HADEP Malatya İl ve
Battalgazi İlçe Teşkilatlarında Görevli Kişilerin Yönlendirmesiyle Malatya'da
Meydana Getirilen Eylemler
Mahmut
Güngör'ün terör örgütü başı Abdullah Öcalan'ın Roma'da yakalanışını protesto
etmek ve cezaevlerindeki hükümlü ve tutukluların açlık grevi eylemlerini
desteklemek amacıyla HADEP Malatya il binasında başlatılan açlık grevine
katıldığı, parti binasının muhtelif yerlerine "Kalbimiz Roma'da...Özgürlük
Güneşimizi Karartamazsınız...Berxwedan Jiyane...Ateş Güllerini
Selamlıyoruz...Zindanlar Boşalsın...Tutsaklara Özgürlük..." gibi PKK terör
örgütü ve onun başı Abdullah Öcalan'ı destekleyici sözlerin yazılı bulunduğu
pankartların asılması, uydu anteni kullanarak MED TV adlı televizyon yayını
aracılığıyla PKK terör örgütünün propagandasına yönelik olarak örgüt
elemanlarının dağ ve kamp yaşantılarını, terör örgütü başının konuşmalarını ve
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve güvenlik güçlerini yerici yayınları parti
binasına gelenlere izlettirilmesine yardımcı olduğu ve evinde yapılan aramada
terör örgütü yayınlarından olan gazete ve dergilerin ele geçirildiği nedeniyle
adı geçenin "PKK terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak" suçundan
Malatya 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce Türk Ceza Yasası'nın 169., 3713
sayılı Yasa'nın 5. ve yine Türk Ceza Yasası'nın 59. maddeleri uyarınca üçer yıl
dokuz ay ağır hapis cezası verilmiş, hüküm Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin
4.12.2000 günlü, E:2000/1685 ve K:2000/3069 sayılı ilamı ile onanarak
kesinleşmiştir.
-
Sakine Sürgülü, Fatma Dolaş, Gülseren Öner, Nazife Bilgiç, Arzu Doymaz, Sakine
Doymaz, Fatma Doymaz ve Hüseyin Aslan'ın Katıldığı 17.11.1998 Günü Abdullah
Öcalan'ın Tutuklanmasını Protesto Amacıyla Adıyaman HADEP İl Binasında Yapılan
Açlık Grevleri
Yukarıda
adı geçenlerin PKK silahlı terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan'ın İtalya'da
yakalanması ve bu ülkede tutuklanmasını protesto etmek amacıyla Adıyaman HADEP
il binasında 17.11.1998 tarihinde açlık grevi başlatıp bu eyleme katıldıkları
ve böylece yasadışı PKK silahlı çete örgütüne destek verdikleri nedeniyle
"yasa dışı örgüte yardım ve yataklık yapmak" suçundan Malatya 1 Nolu
Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce 6.5.1999 günlü, E:1999/1 ve K:1999/37 sayılı
kararla Türk Ceza Kanunu'nun 169, 3713 sayılı Yasanın 5. maddeleri uyarınca
ceza verildiği, hükmün Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 15.5.2000 günlü, E:1999/2174
ve K:2000/1450 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
dd-
Aramalarda Ele Geçirilen Yayın, Eşya ve Diğer Belgeler
Halkın
Demokrasi Partisi hakkında çeşitli soruşturmalar nedeniyle yetkili ve görevli
yargı mercilerince verilen kararlar üzerine adı geçen Parti'nin birçok teşkilat
binasında görevlilerce aramalar yapılmış ve bu aramalar sırasında Davalı Parti
ile terör örgütü PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyacak nitelikte yayın, eşya
ve diğer belgeler ele geçirilmiştir.
-
HADEP Genel Merkezinde Ele Geçirilen Yayın ve Diğer Belgeler
Ankara
2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 9.2.1998 günlü, 1998/24 D. İş sayılı
kararı uyarınca 10.2.1998 Günü HADEP Genel Merkezinde yapılan aramada, Abdullah
Öcalan'ın yazdığı "19. Yüzyıldan Günümüze Kürdistan Gerçeği ve PKK
Hareketi", "Politik Rapor", "PKK'nın Parti Tarihi",
"Eğitim Programı", "Toplumlar Tarihine Giriş", "Kürt
Tarihi" başlıklı ders notlarının bulunduğu, eğitim salonundaki kara tahta
üzerine tebeşirle yazılmış "Ape Musa Eğitim Devresi" yazısının
bulunduğu, Ali Fırat (Abdullah Öcalan)ın "Kürdistanda Kişilik Sorunu"
isimli kitabı, Seracettin Kırıcı'nın yazdığı "Eşa Hadepe Jana Amede",
"Aydınlar Ne Diyor Kürt Sorunu", İsmail Beşikçi'nin "Kürt Aydını
Üzerine Düşünceler", Kemal Kirişçi'nin "Kürt Sorunu Kökeni ve
Gelişimi", Abdullah Öcalan'ın "Kadın ve Aile Sorunu", Menduh
Mahmut Ayan'ın "Gerilla Kartaldır" isimli kitapların bulunduğu,
kasette PKK terör örgütünün yayın organı olan MED TV yayını ile ilgili
görüntülerin yer aldığı, genel olarak ülkenin milletiyle bölünmez bütünlüğüne
yönelik, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin işleyişi, siyasi gelişmeler ve
yönetimle ilgili yanlı beyan ve açıklamalar içeren haber/açıkoturum
görüntülerinin ve yayın sunucuyla birlikte, Necdet Buldan, Avukat Hasip Kaplan,
Gazeteci Yazar Hasan Aslan Gürgün tarafından yapılan konuşmaların ve terör
örgütü başı Abdullah Öcalan'ın telefon bağlantısıyla yaptığı açıklamaların yer
aldığı kasetin elde edildiği, duvara asılan pano üzerine silahlı PKK örgütü ve
örgütün başı Abdullah ÖCALAN ile ilgili terör örgütünün propagandasını yapan
gazetelerden kesilmiş kupürlerin yapıştırıldığı, bu gazete küpürlerinde, "Avrupa'nın
bir çok kentinde eylem yapan Kürtler ÖCALAN'a destek için Roma'ya akacak",
"Kürtler Roma'ya aktı", "Cezaevlerinde ölüm
bekleniyor", "Abdullah ÖCALAN : vasiyetleri bizim için
emirdir.", "PKK.lı ve DHP.li tutukluların suikast girişimini
protesto için bedenlerini ateşe vermeleri üzerine bir açıklama yapan PKK Genel
Başkanı Abdullah ÖCALAN yakma eylemlerinin durdurulması gerektiğini
belirttiği," yazılarının bulunduğu, duvara sarı üzerine kırmızı renkle
Kürt sorununa demokratik çözüm yazılı bez pankartın asıldığı, HADEP Genel
Merkezi eğitim salonunda bulunan kara tahta üzerine "partinin yolu,
misyonu - legal - illegal" yazdığı bu suretle HADEP'in illegal faaliyetlerinin
de olduğunun belirtildiği; 19.11.1998 günü HADEP Genel merkezinde yapılan
aramada ise çok sayıda video kaseti bulunduğu, 6 numaralı kasette, HADEP Siirt
İl Başkanlığı'nın 26 Nisan 1997 de verdiği dayanışma yemeğinin görüntülerinin
bulunduğu bu yemekte bir konuşmacının Kürtçe olarak "Ey Kürt halkı biz
bu kemal savaşına karşı baş kaldıralım. Ey arkadaşlar bunlar resmen bizim Kürt
halkımıza savaş açmışlar." dediği,14 numaralı kasette 12 Mart 1997
günü HADEP Şanlıurfa Parti Teşkilatının düzenlediği Nevruz kutlamaları
görüntülerinin bulunduğu, "Halkın savaşçıları Kürdistan bizi bekliyor
kaç bin yıldan beri Kürdistan el altındadır. Mazlum doğan sen Kürtlerin
liderisin mazlum doğan" sözleriyle şarkılar söylendiği, dört gencin
PKK.nın bayrağını sallayarak, toplulukta dolaştırıldığının görüntülendiği,
Mardin ve başka cezaevlerinde bulunan çok sayıda PKK militanının açlık grevine
başladıklarını belirten mektuplarının bulunduğu bir örneği Mahkeme'de bulunan
soruşturma aşamasındaki tutanaklardan anlaşılmıştır.
<