ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:2001/8 (Siyasî
Parti-İhtar)
Karar Sayısı:2002/9
Karar Günü:9.1.2002
R.G.
Tarih-Sayı:19.04.2002-24731
İHTAR
İSTEMİNDE BULUNAN : Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı
İHTAR
İSTEMİNİN KONUSU : 1) Adalet ve Kalkınma
Partisi Kurucu Üyesi ve Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Türk Ceza
Kanunu'nun 312/2. maddesi uyarınca 10 ay hapis cezasına mahkûm olması nedeniyle
milletvekili seçilme yeterliliği bulunmadığı ve bu nedenle 2820 sayılı Siyasî
Partiler Kanunu'nun 8. maddesine göre Siyasî Parti Kurucu Üyesi
olamayacağından, 104. maddesi uyarınca davalı Siyasî Parti'ye adı geçenin
kurucu üyelikten çıkarılması için ihtar kararı verilmesi,
2)
Türkiye'nin ekonomik ve siyasal türlü güçlüklerle karşılaştığı bir dönemde
siyasî yaşamda büyük rol oynayabilecek bir Siyasî Partinin genel başkanı olarak
görevine devam etmesinin davalı partiye yasa gereği verilmesi zorunlu süre de
dikkate alındığında, kamu düzeni, kamu yararı ve ivedilik gözönünde
bulundurularak ileride doğabilecek sakıncaların giderilmesi bakımından Recep
Tayyip Erdoğan'ın Parti Tüzüğü'nün 77. maddesinde yazılı Genel Başkanlık görev
ve yetkilerini kullanmasının önlenmesi için tedbir kararı verilmesi,
3)
Parti'nin kurucu üyelerinden Ayşe Böhürler, Ayşe Nur Kurtoğlu, Habibe Güner,
Sema Ramazanoğlu, Fatma Ünsal Bostan ve Serap Yahşi Yaşar'ın türbanı simge ve
dayatma unsuru olarak kullandıkları ve bu halleriyle milletvekili seçilme
yeterliliğine sahip bulunmadıklarından kurucu üyelikten çıkarılmaları için
davalı partiye ihtar kararı verilmesi
istenmektedir.
I-
İHTAR İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 21.8.2001 günlü, SP. 112 Hz. 2001/8 sayılı başvuru
dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
"Anayasamızın
2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin Demokratik, laik bir hukuk Devleti
olduğu vurgulanmaktadır. 68/2 maddesinde ise Siyasî partilerin demokratik
siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları oldukları belirtilmiş, tüzük ve
programları ile eylemlerinin hukuk devleti ve lâik cumhuriyet ilkelerine aykırı
olamayacağı açıklanmış, 69/son maddesinde kuruluş ve çalışmalarının, denetleme
ve kapatılmalarının kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır.
Anayasa
ve Siyasî Partiler Kanununun Cumhuriyet Başsavcılığımıza verdiği görev ve
yetkiler kapsamında Adalet ve Kalkınma Partisinin kuruluş bildirisi ve
belgeleri üzerinde yapılan inceleme sonucunda;
A-
Hukuk Devleti ilkelerine uygunluk bakımından
Hukuk
Devleti ilkesi gereği Siyasî partilerin de kuruluşundan başlayarak bütün
faaliyetlerinin Anayasa ve yasalara uygun yürütülmesi zorunludur. Hukukun
üstünlüğünün sonucu olarak hiçbir Siyasî parti Anayasa ve yasaların emredici
hükümleri dışına çıkamaz, bu konularda hukuka karşı hile yoluna sapamaz.
İçişleri
Bakanlığının, Cumhuriyet Başsavcılığımıza göndermiş olduğu (Adalet ve Kalkınma
Partisi'nin) kuruluş bildiri ve belgelerinin incelenmesinde, kurucu üyelerden
Recep Tayyip Erdoğan'ın 06.12.1997 suç tarihi ve Türk Ceza Kanununun 312/2, 59.
maddeleri gereğince Diyarbakır 3 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin kesinleşen
21.04.1998 tarih ve 36-69 sayılı ilamı ile 10 ay hapis cezasına mahkum olduğu,
Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesinin 13.07.1999 tarihli şartla salıverilme kararı
ile tahliye edildiği anlaşılmış ve adı geçenin kurucular kurulu tarafından
Parti Genel Başkanlığına seçildiği tesbit edilmiştir.
2820
Sayılı Siyasî Partiler Yasasının 8. maddesinin 1. fıkrasında "Siyasî
partiler, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip en az otuz Türk vatandaşı
tarafından kurulur." hükmü yer almıştır.
Anayasanın
76 ncı maddesinde milletvekili seçilme yeterliliğine ilişkin sınırlama, 2839
Sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun milletvekili seçilemeyeceklerle ilgili 11.
maddesinin f/3 fıkrasında tekrarlanarak affa uğramış olsalar bile, "Türk
Ceza Kanununun 312'nci maddesinin ikinci fıkrasında yazılı halkı sınıf, ırk,
din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik
etme suçlarından mahkum olanların" Milletvekili olamayacakları
belirtilmiştir.
Bilindiği
üzere, Genel Af, suçu, başka bir deyimle işlenen fiilin suç olma niteliğini ve
hükmolunmuş ise cezayı ve mahkumiyetin bütün neticelerini ortadan kaldıran bir
kurumdur.
Anayasa
ve yasa koyucu TCK.nun 312 nci maddesinde öngörülen suçu niteliği ve vahameti
yönünden o derece önemli görmektedir ki, Genel Affa uğramış olsalar bile bu
suçtan mahkum olanların, milletvekili seçilme yeterliliği bulunmadığını kabul
etmiştir.
Gerek
4454 ve gerekse 4616 sayılı Kanunlar ise 23.4.1999 tarihine kadar işlenen
suçlara ilişkin dava ve cezaların ertelenmesine ilişkindir.
Bu
Kanunlar Af Kanunu nitelik ve özelliğini taşımazlar. 4454 sayılı Kanunun
ertelemenin sonuçları başlığını taşıyan 2 nci maddesinin son fıkrasında l inci
madde kapsamına giren kasıtlı bir cürümden dolayı 3 yıllık süreyi yeniden
mahkum edilmeksizin geçiren şahıs hakkındaki mahkumiyetin vaki olmamış
sayılacağı öngörülmüştür.
Genel
Affa uğramış olmasına rağmen TCK.nun 312/2 maddesinden mahkum olanlara
milletvekilliği seçilme yeterliliği tanımayan yasa koyucunun, bu kurumla ilgisi
ve benzerliği dahi bulunmayan ertelemeden yararlanacaklara yeterlilik sağladığı
ileri sürülemez.
Bu
itibarla,
Adalet
ve Kalkınma Partisi kurucu üyesi ve Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın,
TCK.nun 312/2 maddesi uyarınca 10 ay hapis cezasına mahkum olduğu cihetle
milletvekilliğine seçilme yeterliliği bulunmadığı ve bu nedenle 2820 Sayılı
Kanunun 8 inci maddesine göre bir Siyasî Parti Kurucu üyesi olamayacağı
anlaşıldığından ve adı geçenin bu hukuki durumu diğer tüm kurucular tarafından
açıkça bilinmesine rağmen kurucu üye olarak katılımı istenmiş ve hatta Genel
Başkan olarak seçilmiş olması karşısında, 2820 Sayılı Kanunun 8 inci maddesinde
yer alan emredici hükme bilerek yapılan bu aykırılık sebebiyle, aynı Kanunun
104 üncü maddesi uyarınca davalı Siyasî parti hakkında adı geçenin kurucu üyelikten
çıkartılması suretiyle aykırılığın giderilmesi için ihtar kararı verilmesinin
istenmesi zaruri görülmüştür. Milletvekilliğine seçilme yeterliliği bulunmayan,
hatta bir Siyasî parti üyesi olamayacak ve üye kaydedilemeyecek olan adı
geçenin ayrıca TBMM'de grubu bulunan bir partinin Genel Başkanlığına seçilmesi
ayrı bir talihsizlik oluşturmuştur.
Türkiye'nin,
ekonomik ve siyasal türlü güçlüklerle karşılaştığı bir dönemde Siyasî yaşamda
büyük rol oynayabilecek bir Siyasî partinin genel başkanı olarak görevine devam
etmesinin davalı partiye yasa gereği verilmesi zorunlu sürede gözönüne
alındığında, kamu düzeni, kamu yararı ve ivedilik gözönünde bulundurularak,
ileride muhtemel ve giderilmesi olanaksız sakıncalar yaratacağından Recep
Tayyip Erdoğan'ın davalı Parti Tüzüğünün 77 nci maddesinde yazılı görev ve
yetkilerini KULLANMASININ TEDBİREN ÖNLENMESİNE karar verilmesinin istenmesi de
ayrıca zorunlu görülmüştür.
B-
Laik Cumhuriyet İlkelerine Uygunluk Bakımından
Demokrasinin
olmazsa olmaz koşulu olan ve Türkiye için öncelikli özel önemi Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi tarafından da vurgulanan laiklik ilkesi, Anayasanın 68/4.
maddesi gereğince Siyasî Partilerin uymaları gereken temel ilkedir. Bu itibarla
bir Siyasî partinin kuruluşunda kurucu üyelerin bu ilkeye sadakatle bağlı
olduklarını ortaya koyacak söylem, eylem ve davranış birliği içinde olmaları gerekmektedir.
Bu konuda kuşku doğuracak simgesel dayatmalarda bulunamazlar. Adalet ve
Kalkınma Partisinin Anayasa Mahkemesinde de bulunan kuruluş dosyasındaki
fotoğraflarından kurucu üyeleri Ayşe Böhürler, Ayşe Nur Kurtoğlu, Habibe Güner,
Sema Ramazanoğlu, Fatma Ünsal Bostan ve Serap Yahşi Yaşar'ın türbanı bu amaçla
kullandıkları anlaşılmıştır.
Siyasî
partilerin kamu hukuku veya özel hukuk kuruluşu oldukları konusunda farklı
görüşler olmakla beraber, demokratik Siyasî hayatın unsurları olmaları
itibariyle, kamu hukuku kurallarından hareketle kamu gücüyle ilgili yetkiler
kullandıkları kuşkusuzdur. Kamu gücünü kullanan partilerin devlet idaresinin
oluşumunda payları büyüktür.
Siyasî
Partilerin kamu hukuku kurumları olmamaları nedeniyle devlet örgütü içinde yer
almamalarına rağmen, iktidar olduklarında bakan olanlar ile milletvekili
seçilenlerin meclis genel kuruluna katılmaları halinde kamu alanı ve düzeni
itibariyle uymaları gereken kurallar mevcuttur. Örneğin; TBMM İçtüzüğünün 56.
madddesinde TBMM Genel Kurul Çalışmalarında kimlerin hangi kıyafetleri
giyinecekleri hususu düzenlenmiştir. Kaldı ki türban konusunda Danıştay,
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Organlarının görüşleri ortadadır.
Fazilet Partisinin milletvekillerinin türban konusundaki tutumları nedeniyle
kapatıldığı ve Refah Partisi Genel Başkanının türbanla ilgili görüş ve
açıklamalarının da RP'nin kapatılmasında öncelikli gerekçe olduğu
bilinmektedir. Anayasa Mahkemesinin 1998/2-1, 9.1.1998 günlü RP'nin kapatılması
kararında bu husus adı geçenin "Anayasa Mahkemesi kararlarını gözardı
ederek, resmi daire ve üniversitelerde türban ve başörtüsü kullanmayı teşvik
eden konuşmaları, laik düzen karşıtları için bir mesaj oluşturmuştur. Nitekim
ülkenin çeşitli yerlerindeki üniversitelerde ve cami önlerinde kamu düzeninin
bozulmasına yol açan birçok eylem yapılmıştır" şeklinde ifade edilmiştir.
Kaldı ki RP'nin kapatılması kararına karşı yapılan başvuru üzerine Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin 31.7.2001 günlü kararında da ilgili Devletin ülkede iç barış
ve Demokratik rejimi tehlikeye atacak Siyasî bir hedefin gerçekleşmesini,
eylemler somut hale dönüşmeden engelleyebileceği vurgulanmıştır.
Görüldüğü
gibi, gerek TBMM İçtüzüğünün 56. maddesindeki düzenleme, gerek Anayasa
Mahkemesi (Anayasa m.153/son) ve mahkeme kararlarının (Anayasa m.138/son)
bağlayıcılığı karşısında Adalet ve Kalkınma Partisi kurucularının bu kararları
etkisiz kılacak biçimde davranmaları mümkün değildir. Dolayısıyla, iktidar
olmak amacıyla kurulan ve faaliyette bulunan bir partinin, iki ayrı partinin
kapatılmasına neden olan türbanı, bilinen simge olarak kullanmasının, seçmene
verilen mesajdan başka bir anlama gelmeyeceği kuşkusuzdur. Zira kişilerin özel
yaşamları bakımından yasak konusu olmayan türbanın, bir parti tarafından laik
demokratik düzeni yıkmak amacıyla kullanılmasının Anayasal ilkelere dayalı
yargı kararlarıyla sistem dışına itildiğine ilişkin gerçeğe rağmen, yeni bir
partinin kurucuları arasında türbanlıların da yer alması, kaba bir zorlama ve
dayatmadır. Dolayısıyla, türbanlı kuruculardan oluşan bir kurucular kurulunun
Adalet ve Kalkınma Partisini iktidara getirdiklerinde, özel yaşamda serbest
olan türbanı, iktidar yoluyla kamusal alana taşımak için kullanacakları
yolundaki mesaj açıklama gerektirmeyecek kadar nettir. Çünkü, kapatılan
partilerce türbanın laik demokratik düzene karşı kullanıldığına ilişkin Anayasa
Mahkemesi kararı karşısında, yeni bir partinin kimi yöntem farklılıkları ile
aynı sonucu doğurucu tutum içerisinde olmasının bir başka izahı olamaz. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin kararında belirtildiği gibi, demokratik rejime
yönelik tehlikelerin somut eylem boyutuna ulaşmadan ve demokratik rejimin
kendisini savunamayacak duruma gelmesine fırsat vermeden sona erdirilmesi
gerekmektedir.
Diğer
yönden,
Devlet
sistemimizde, türban hakkında verilen yargı kararları (Any. M.K, 7.3.1989,
1/12; ve Danıştay Kararları), "dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak
toplumsal yaşamı etkileyen eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu
düzenini, güvenliğini ve yararını korumak amacıyla sınırlamalar yapılması ve
dinin kötüye kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklanması" (....)
"Yükseköğretim kurumlarında dinsel giyim esaslarını içeren düzenleme,
dinsel kurallardan arındırılmış devlet düzenine, giyim nedeniyle dinsel bir elatmada
bulunmaktadır" gerekçeleriyle üniversite öğrencileri için türbanı sistem
bakımından tehlikeli görürken, iktidara geldiğinde devlet iradesinin oluşumunda
söz sahibi olacak bir partinin kurucularının, üniversitedeki öğrenciden daha az
tehlikeli olacağı söylenemez. Yani, devlet okullarında yargı kararları ile
yasaklanan ve demokratik rejim bakımından tehlike olarak kabul edilen ve iki
Siyasî partinin kapatılma nedeni olan türbanın, iktidara geldiğinde devlet
düzenine yön verecek Siyasî parti kurucuları tarafından gelecekteki amacı
sağlama yönünde kullanıldığında kuşku yoktur. Bir partinin kuruluş harcının,
hem de Anayasa Mahkemesi kararlarında türbanın "laik düzen karşıtlarına
mesaj" niteliği taşıdığının belirtilmesine rağmen, türbanla atılmasındaki
amaç budur.
Kaldı
ki, türbanı simge olarak kullanan bir kişinin milletvekili seçilmesi ve TBMM'de
yasama faaliyetinde bulunması mevcut genel düzenlemeler karşısında mümkün
değildir. Bu kişinin milletvekili seçilme yeterliliği yoktur.
Bu
nedenlerle,
Adalet
ve Kalkınma Partisinin kurucu üyelerinden Ayşe Böhürler, Ayşe Nur Kurtoğlu,
Habibe Güner, Sema Ramazanoğlu, Fatma Unsal Bostan ve Serap Yahşi Yaşar'ın
türbanı simge ve dayatma unsuru olarak kullandıkları ve bu halleriyle
Milletvekili seçilme yeterliliğine bu nedenle sahip bulunmadıkları
anlaşıldığından kurucu üyelikten çıkartılmaları için davalı partiye ihtar
kararı verilmesi istenmiştir.
SONUÇ
VE İSTEM;
Açıklanan
nedenlerle,
Adalet
ve Kalkınma Partisinin kurucu üyelerinden olan ve parti Genel Başkanlığına
seçilen Recep Tayyip Erdoğan'ın; Anayasanın 76/2, 2820 sayılı Siyasî Partiler
Kanununun 8/1 ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun 11-f/3 maddeleri
uyarınca Kurucu üye olamayacağı anlaşıldığından, yasal zeminde olmayan adı
geçenin davalı Siyasî Parti Tüzüğünün 77 nci maddesinde yeralan Genel Başkanlık
görev ve yetkilerini kullanmasının TEDBİREN ÖNLENMESİNE ve Recep Tayyip Erdoğan
ile Ayşe Böhürler, Ayşe Nur Kurtoğlu, Habibe Güner, Sema Ramazanoğlu, Fatma
Ünsal Bostan ve Serap Yahşi Yaşar'ın kurucu üyelikten çıkartılmaları için
davalı Siyasî Partiye Siyasî Partiler Kanununun 104 ncü maddesi uyarınca İHTAR
kararı verilmesi arz ve talep olunur."
II-
İNCELEME
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın başvuru dilekçesi, işin incelenmesine ilişkin
rapor, ilgili Anayasa ve dayanılan yasa kuralları, bunların gerekçeleri ile
diğer belgeler okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
1-
Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu Üyesi
ve Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesinin
ikinci fıkrası uyarınca 10 ay hapis cezasına mahkûm olması nedeniyle
milletvekili seçilme yeterliliği bulunmadığından 2820 sayılı Siyasî Partiler
Kanunu'nun 8. maddesine göre siyasî parti kurucu üyesi olamayacağı, aynı
Yasa'nın 104. maddesi uyarınca sözkonusu Parti hakkında adı geçenin kurucu
üyelikten çıkarılması suretiyle aykırılığın giderilmesi için ihtar kararı
verilmesi istenmektedir.
Öncelikle
Siyasî Partiler Kanunu'nun olayda uygulanacak 104. maddesinin Anayasa'ya
uygunluğunun, ön sorun kabul edilerek incelenip incelenemeyeceği üzerinde
durulmuştur.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı tarafından bir siyasî parti hakkında ihtar kararı
verilmesi istemiyle Siyasî Partiler Kanunu'nun 104. maddesi uyarınca yapılan
başvuru, dava niteliği taşımadığından bu başvurular nedeniyle Anayasa Mahkemesi
Anayasa'nın 152. maddesi uyarınca "davaya bakmakta olan mahkeme"
konumunda değildir.
Öte
yandan, ileride görülmesi olası bir davada uygulanabilecek yasa kuralının ancak
o dava sebebiyle Anayasa'ya uygun olup olmadığı tartışılabileceğinden, konunun
bu evrede görüşülmesi yerinde görülmeyerek ihtar isteminin incelenmesine
geçildi.
2820
Sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 8. maddesinin birinci fıkrasında siyasî
partiler, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip en az otuz Türk vatandaşı
tarafından kurulabileceği belirtilmiştir.
Anayasa'nın
"Milletvekili Seçilme Yeterliliği" başlığını taşıyan 76. maddesinin
konuyla ilgili ikinci fıkrası "En az ilkokul mezunu olmayanlar,
kısıtlılar, yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar, kamu hizmetinden
yasaklılar, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır
hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet,
hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas
gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat
karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma, ideolojik veya anarşik eylemlere
katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biri ile hüküm giymiş
olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler..."
şeklindedir.
2839
sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 11. maddesinde affa uğramış olsalar bile,
Türk Ceza Kanunu'nun 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında yazılı halkı sınıf,
ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa, açıkça
tahrik etme suçlarından mahkum olanlar milletvekili seçilemeyecekler arasında
sayılarak Anayasa'ya koşut düzenleme yapılmıştır.
14.8.2001
tarihinde tüzelkişilik kazanan Adalet ve Kalkınma Partisi kurucu üyelerinden
Recep Tayyip Erdoğan, kapatılan Refah Partisi'nin 6.12.1997 günü düzenlediği
açık hava toplantısında yaptığı konuşma ile işlediği "halkı din ve ırk
farklılığı gözeterek, kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek" suçundan
TCK.nun, 312. maddesinin ikinci fıkrası ve 59. maddeleri gereğince 10 ay hapis
cezası almış, 26.3.1999'da cezanın infazına başlanılarak bihakkın tahliye
tarihi 20.1.2000 olduğu halde 647 sayılı Yasa'dan yararlanarak 24.7.1999
tarihinde salıverilmiştir.
Recep
Tayyip Erdoğan'ın suçu, 4454 sayılı Yasa'nın kapsamında olmadığı gibi cezası
infaz edildikten sonra 22.12.2000 tarihinde yürürlüğe giren 4616 sayılı Yasa
hükümlerinden yararlanması da mümkün değildir.
Yukarıda
açıklanan nedenlerle, Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu Üyesi Recep Tayyip
Erdoğan'ın Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesinin ikinci fıkrasına göre 10 ay
hapis cezasına mahkum olması ve 2839 sayılı Yasa'nın 11. maddesi uyarınca
milletvekili seçilme yeterliliği bulunmaması nedeniyle 2820 sayılı Siyasî
Partiler Kanunu'nun 8. maddesine göre siyasî parti kurucu üyesi olamayacağı
anlaşıldığından, adı geçenin kurucu üyelikten çıkarılması suretiyle aykırılığın
giderilmesi için aynı Yasa'nın 104. maddesi uyarınca Adalet ve Kalkınma Partisi
hakkında ihtarda bulunulması gerekmektedir.
Bu
görüşe Mustafa BUMİN, Haşim KILIÇ, Yalçın ACARGÜN, Sacit ADALI ile Rüştü SÖNMEZ
katılmamışlardır.
2- Başvuruda Recep Tayyip Erdoğan'ın milletvekili seçilme
yeterliliğine sahip bulunmaması nedeniyle davalı Parti'ye Yasa gereği verilmesi
zorunlu süre de dikkate alındığında görevine devam etmesinin ileride
doğurabileceği giderilmesi olanaksız
sakıncaların
önlenebilmesi için Genel Başkanlık görev ve yetkilerini kullanmasının tedbiren
önlenmesine karar verilmesi istenmektedir.
Siyasî
Partiler Kanunu'nun 104. maddesine göre, bir siyasî partiye ihtar kararı
verilmesi halinde bu karar, o siyasî parti genel başkanlığına yazılı olarak
bildirilir. Bu yazının tebliği tarihinden itibaren altı ay içinde aykırılık
giderilmediği takdirde, Cumhuriyet Başsavcısı Anayasa Mahkemesine bu siyasî
partinin kapatılması için resen dava açar. Bu durumda hakkında ihtar verilen
bir siyasî partinin yasal süre içinde bu karara uymak ya da uymamak gibi bir
seçeneği bulunmaktadır. Bu nedenle Yasa ile verilen süreyi ve bu süre içinde
tanınan olanakları ortadan kaldıracak nitelikte tedbir kararı verilemez.
İstemin reddi gerekir.
3-
Başvuruda Adalet ve Kalkınma
Partisi'nin kurucu üyelerinden Ayşe Böhürler, Ayşe Nur Kurtoğlu, Habibe Güner,
Sema Ramazanoğlu, Fatma Ünsal Bostan ve Serap Yahşi Yaşar'ın türbanı simge ve
dayatma unsuru olarak kullandıkları ve bu halleriyle milletvekili seçilme yeterliliğine
sahip bulunmadıkları ileri sürülerek kurucu üyelikten çıkarılmaları için davalı
Parti'ye ihtar kararı verilmesi istenilmektedir.
Siyasî
Partiler Yasası'nın 3. maddesinde "siyasî partiler, Anayasa ve kanunlara
uygun olarak; milletvekili ve mahallî idareler seçimleri yoluyla tüzük ve
programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık
propagandaları ile millî iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir Devlet
ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını
güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzelkişiliğe
sahip kuruluşlardır." denilmektedir.
Siyasî
partilerin toplum ve Devlet düzenini görüşleri doğrultusunda yönlendirmeleri,
denetlemeleri ve etkilemeleri biçimindeki faaliyetleri genel olarak kamu
hizmeti niteliği taşısa da bunlar kamu kuruluşları değillerdir. Ancak siyasî
parti mensuplarının Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne, hükümete ve mahalli
idarelerin seçimle işbaşına gelen organlarına seçilmeleri halinde kamusal
alanlarda kamu görevi yaptıklarından kuşku duyulamaz. Kamusal alanlarda göreve
başlayanların ise buralarda uygulanan kılık kıyafete ilişkin kurallarla bağlı
olacakları kuşkusuzdur.
Bir
siyasî partinin kurucu üyesi olmak milletvekili adayı olmanın ön koşulu
değildir. Kurucu üye olmadan da milletvekili adayı olunabilir.
Milletvekili
statüsünde bulunmayan kurucu üyelerin milletvekili olması halinde tabi
olacakları kurallara uymadıkları ileri sürülerek Parti'ye ihtar verilmesi
istemi yerinde görülmemiştir. İhtar isteminin reddi gerekir.
III-
SONUÇ
A-
Recep Tayyip ERDOĞAN'ın 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 8. maddesine
aykırı olarak Parti'nin kurucu üyesi olduğu anlaşıldığından Adalet ve Kalkınma
Partisi'ne, kararın tebliğ tarihinden itibaren altı ay içinde aykırılığı
gidermesi için aynı Yasa'nın 104. maddesi gereğince İHTARDA BULUNULMASINA,
Mustafa BUMİN, Haşim KILIÇ, Yalçın ACARGÜN, Sacit ADALI ile Rüştü SÖNMEZ'in
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B-
Recep Tayyip ERDOĞAN'ın, Parti Tüzüğü'nün 77. maddesinde yazılı Genel Başkanlık
görev ve yetkilerini kullanmasının tedbiren önlenmesine ilişkin istemin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C-
Ayşe BÖHÜRLER, Ayşenur KURTOĞLU, Güner HABİBE, Sema RAMAZANOĞLU, Fatma ÜNSAL ve
Serap YAŞAR'ı Parti'nin kurucu üyeliğinden çıkarmayan davalı Parti'ye ihtar
kararı verilmesi isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D-
Karar örneğinin, gereği için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na
gönderilmesine, OYBİRLİĞİYLE
9.1.2002
gününde karar verildi.
Başkan
Mustafa BUMİN
|
Başkanvekili
Haşim KILIÇ
|
Üye
Yalçın ACARGÜN
|
Üye
Sacit ADALI
|
Üye
Ali HÜNER
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Rüştü SÖNMEZ
|
Üye
Ertuğrul ERSOY
|
Üye
Tülay TUĞCU
|
Üye
Ahmet AKYALÇIN
|
Üye
Enis TUNGA
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı başvuru dilekçesinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu
Üyesi ve Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın TCK'nun 312. maddesinin ikinci
fıkrası uyarınca hapis cezasına mahkûm olması nedeniyle milletvekili seçilme
yeterliliğinin bulunmadığını, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 8.
maddesine göre, milletvekili seçilme yeterliliği bulunmayanların parti kurucu
üyesi olamayacağını, aynı Yasa'nın 104. maddesi gereğince adı geçenin kurucu
üyelikten çıkarılarak aykırılığın giderilmesi için ihtar kararı verilmesini
istemiştir.
4121
ve 4709 sayılı Yasa'larla Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinde önemli
değişiklikler yapılarak siyasî partilerin kurulma, faaliyet ve kapatılmalarına
ilişkin demokratik toplum düzenlerinde uygulanan kurallara koşut düzenlemeler
getirilmiştir. Buna göre, bir siyasî partinin kapatılabilmesi; tüzük ve
programının Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı
olması; eylemleriyle Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen
fiillerin işlendiği odak haline gelmesi ya da, yabancı devletlerden,
uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve
tüzelkişilerden maddî yardım alması hallerinde mümkün olabilecektir. Böylece,
siyasal partilerin faaliyetlerini sürdürürken hangi hallerde
kapatılabileceklerine ilişkin açık ve net kurallar konularak güvence sağlanmış,
yasa ile kapatma nedenlerinin genişletilmesi önlenmiştir. Nitekim, 23.7.1995
gün ve 4121 sayılı Yasa'yla yapılan Anayasa değişikliklerine ilişkin 5.6.1995
günlü Anayasa Komisyonu Raporunda "...Komisyonumuz siyasî partilerin, yeni
kaleme aldığı 68. maddede yer alan ilkelere uyması gerektiğini metne açıklıkla
koymak suretiyle, partilerin temelli kapatılmasının sadece bu ilkelere
uyulmaması halinde öngörmüş ve diğer hallerde öngörmemiştir. Temelli kapatmanın
partilerin tekrar kurulamaması demek olduğu da metinde belirtilmiştir. Aynı
sistematiğe uygun olarak komisyonumuz, siyasî partilerin bu ilkelere uygun
hareket etmelerinin iki ayrı şeklini açıkça düzenlemiştir. Bunlardan birincisi,
partinin tüzük ve programının bu ilkelere aykırı olmasıdır. İkinci durum ise
Parti'nin beyan ve eylemlerinin bu ilkelere aykırı olmasıdır. Bu iki durum,
Anayasa'nın mer'i metninde de, Teklifte'de birbirinden yeteri açıklıkla
ayrılmamıştır. Komisyonumuz bu ayrımı yapmış ve ikinci halde temelli kapatmayı
ancak partinin bu tür eylemlerin işlendiği bir odak haline gelmiş olmasına
bağlamıştır. Bu hüküm Federal Almanya Anayasası'nın 18. maddesinden esinlenmiş
olup, partilere çok daha sağlam hukuki teminat getirmektedir."
denilmiştir.
Anayasa'da
öngörülen kapatma nedenleri, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 101.
maddesinde de aynen tekrarlanarak, Anayasa Mahkemesi'nin siyasî partileri hangi
durumlarda kapatabileceği açıkça belirlenmiştir. Ancak, Siyasî Partiler
Kanunu'nun 104. maddesinde, aynı Kanun'un 101. maddesi dışında kalan emredici
hükümlerle diğer kanunların emredici hükümlerine aykırılık halinde bu
aykırılığın giderilmesi için ihtar kararı verileceği; aykırılığın altı ay
içinde giderilmemesi halinde ilgili partinin kapatılması için dava açılacağı
öngörülmektedir. Oysa, Anayasa'da, Siyasî Partiler Kanunu'nun 104. maddesinde
belirtilen durumlara aykırılık halinde herhangi bir kapatma yaptırımı
belirlenmemiştir. Anayasa'da açıkça kapatma yaptırımına bağlı tutulmayan
nedenlerle siyasî partilerin kapatılması kabul edilemez. Yasakoyucunun, siyasî
partilerin 104. maddede öngörülen emredici hükümlere uygun davranmalarını
sağlamak amacıyla kapatma dışında başka bir yaptırım getirebileceği kuşkusuzdur.
Anayasa'da
bulunmayan bir yaptırımı öngören Siyasî Partiler Kanunu'nun 104. maddesinin
Anayasa'ya aykırılığı açık olduğundan ya iptal edilmesi ya da ihmal edilmesi
gerekir. Anayasa Mahkemesi'nin itiraz ve iptal davaları dışında, uygulayacağı
bir kuralı iptal edebilmesi için elinde Yüce Divan sıfatı ile baktığı bir dava,
ya da bir siyasî parti kapatma davası bulunması gerekir. Bunun dışında kalan
yasama dokunulmazlığının kaldırılması, milletvekilliğinin düşmesi ya da ihtar
kararı verilmesi için yapılan başvurular dava niteliğinde olmadığından bu tür
başvurularda uygulanacak bir yasa kuralının Anayasa'ya aykırılığı ileri
sürülemez. Bu nedenle, Anayasa'ya aykırılığı açık olan bir kuralın bu evrede
iptali mümkün olamayacağından, böyle bir durumda yasa kuralının ihmal edilerek
üstün hukuk normu olan Anayasa'nın uygulanması gerekir. Bu aynı zamanda
Anayasa'nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesini düzenleyen 11. maddesinin
gereğidir. Siyasî Partiler Kanunu'nun 104. maddesi Anayasa'da bulunmayan bir
yaptırım öngördüğünden, ihmal edilerek uygulanmaması gerekir. 104. madde
uygulanarak ihtar kararı verilse bile, bunun gereğini yapmayan parti hakkında
Anayasa'ya göre kapatma yaptırımı uygulanamayacağından başvuru sonuçsuz
kalacaktır.
Bu
maddeye göre açılacak parti kapatma davalarında ihtar kararı önkoşuldur.
Sözkonusu karar olmadan dava açılamayacağına göre, kapatma davasını doğrudan
etkileyen bu aşamanın önemi yadsınamaz. Böyle bir durumda ihtar kararı
verilerek, siyasal partilerin Anayasa'da bulunmayan bir kapatma tehdidi altında
tutulması demokrasinin vazgeçilmez kurumlarının hukuk güvenliğinden yoksun
bırakılması sonucunu doğurur.
Öte
yandan, 4454 sayılı Basın ve Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve
Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun'un 1. maddesinin bir bölümünün iptaline
ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde, "Dava konusu
düzenlemeyle düşünceyi açıklama özgürlüğü bağlamında basın yoluyla yahut sözlü
veya görüntülü yayın araçlarıyla işlenen suçlar yönünden ERTELEME adı altında
bir olanak getirilmiş, ancak aynı tür suçların daha az cezayı gerektiren basın
yoluyla yahut sözlü veya görüntülü yayın araçlarıyla işlenmemiş olanlar kapsam
dışı bırakılmıştır. Aynı tür suçu işleyenler için farklı uygulama öngören bu
düzenlemenin haklı bir nedeni bulunmadığı açıktır" denilerek yapılan
düzenlemenin hukuksal niteliğinin "erteleme" olduğu açıkça
belirlenmiştir.
4616
sayılı Yasa'nın 2. maddesiyle, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararının gereği
yerine getirilerek miting, kongre, konferans, seminer, sempozyum, açık oturum
veya panel gibi her türlü toplantılarda yaptıkları konuşmalar nedeniyle oniki
yıl ya da daha az hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkûm olanların cezalarının
infazının ertelendiği kurala bağlanmıştır.
Buna
göre, ihtar istemine konu olan, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı'nın
T.C.K.nun 312. maddesinin ikinci fıkrası gereğince aldığı mahkûmiyet de
erteleme kapsamı içine alınmıştır. Ancak çoğunluk görüşünde, adı geçen Parti
Genel Başkanının aldığı mahkûmiyetin Yasa'nın çıkmasından önce infaz edilmiş
olması nedeniyle bu Yasa'nın öngördüğü "erteleme" olanağından
yararlanamayacağı belirtilmiştir.
647
sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun'un 6. maddesinde öngörülen ertelemenin
kimi koşulların gerçekleşmesi halinde yargı organlarınca karara bağlanmasına
karşın, 4454 sayılı Yasa'yla getirilen erteleme böyle bir karara gerek
duyulmadan doğrudan uygulanan kendine özgü bir niteliğe sahiptir.
4454
sayılı Yasa'nın 2. maddesinde, cezası ertelenen kişinin, üç yıllık deneme süresini
1. madde kapsamına giren kasıtlı bir cürümden dolayı yeniden mahkûm olmaksızın
geçirmesi halinde hakkındaki mahkûmiyetin vaki olmamış sayılacağı
belirtilmiştir.
Ertelemenin
ilk sonucu cezaların infazına engel oluşturmasıdır. 4616 sayılı Yasa'nın 2. maddesiyle
öngörülen ertelemede, asli cezaya bağlı olarak gerçekleşen fer'i ceza ya da hak
yoksunluklarının ertelenmeyeceğine ilişkin herhangi bir ayrıksı kural yoktur.
Bu nedenle, asli cezaya bağlı olarak gerçekleşen fer'i cezalarla hak
yoksunluklarına ilişkin yaptırımların da erteleme olanaklarından yararlanması
gerekir. Recep Tayyip ERDOĞAN'ın asli cezası infaz edilmiş ya da bihakkın
tahliyesi sağlanmış olsa bile buna bağlı olan hak yoksunluklarının infazına
4616 sayılı Yasa yürürlüğe girdiği tarihte devam edilmektedir. Bu Yasa
kapsamına giren bir suçtan dolayı mahkûm edildiğine göre, infazı devam eden
fer'i cezaları ve hak yoksunlukları yönünden ertelemeden yararlanması
gerekeceği gibi, 4454 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde öngörülen
"mahkûmiyetin hiç vaki olmamış sayılacağı" olanağından da
faydalanması gerekir. Belirtilen yasaların öngördüğü imkanlardan faydalanması
Türk Ceza Kanunu'nun 2. maddesindeki "...Bir cürüm veya kabahatin
işlendiği zamanın kanunu ile sonradan neşrolunan kanun hükümleri birbirinden farklı
ise failin lehinde olan kanun tatbik ve infaz olunur" hükmünün gereğidir.
Yurt
dışına kaçmak suretiyle aldığı cezanın infazını engelleyen bir mahkûm 4454
sayılı ve bunun kapsamını genişleten 4616 sayılı Yasaların getirdiği erteleme
ve "mahkûmiyetin hiç vaki olmaması" olanaklarından faydalanarak her
türlü haklarına kavuşurken, Yasa'nın yürürlüğünden önce iyiniyetle
kendiliğinden gelip asli cezasını çeken diğer bir mahkûmu bu olanaklardan
yararlandırmamak adalet, hakkaniyet ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmaz.
Öte
yandan, Danıştay'ın 15.11.1990 gün ve 2/2 sayılı İçtihadı birleştirme kararında
da belirtildiği gibi, 4454 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde belirtilen üç yıllık
deneme süresinin bitimi beklenmeden fer'i cezalarla hak yoksunluklarına ilişkin
yaptırımların ortadan kalktığının da kabulü gerekir. Üç yıllık deneme süresi
bittikten sonra bu hakların kullanılabileceğini savunmak ertelemenin amacına
ters düşer. Kişinin fer'i cezalarıyla hak yoksunlukları da deneme süresince
ertelenmiş ve askıya alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, yaptırımı bulunmayan sonuçsuz bir ihtar kararının verilemeyeceği,
ertelemenin amacı, bölünmezliği, fer'i cezalarla hak yoksunluklarına etkisi
gözetildiğinde, 4454 ve 4616 sayılı Yasa'ların öngördüğü olanaklardan Adalet ve
Kalkınma Partisi Genel Başkanı'nın yararlanması gerektiği ve parti kurucu üyesi
olmasında yasal bir engel bulunmadığı düşüncesiyle çoğunluk görüşüne
katılmıyoruz.
Başkan
Mustafa BUMİN
|
Başkanvekili
Haşim KILIÇ
|
Üye
Yalçın ACARGÜN
|
Üye
Sacit ADALI
|
Üye
Rüştü SÖNMEZ
|
|
|
|
|