ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1993/1 (Siyasî
Parti Kapatma)
Karar Sayısı:1993/2
Karar Günü:23.11.1993
R.G.
Tarih-Sayı:14.02.1994-21849
DAVACI
: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
DAVALI
: Özgürlük ve Demokrasi Partisi
DAVANIN
KONUSU
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi Programı'nın kimi bölümlerinin 2820 sayılı Siyasî Partiler
Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendi, 81. maddesinin (a) ve (b) bentleri ve 89.
maddesine; Anayasa'nın da Başlangıç Kısmı ile 2., 3., 14., 24., 42., 68., 69.
ve 136. maddelerine aykırılğı ileri sürülerek Siyasî Partiler Yasası'nın 101.
maddesinin (a) bendi gereğince kapatılmasına karar verilmesi
istemidir.
I-
İDDİANAME
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 29.1.1993 günlü, SP.42 Hz.1993/10 sayılı
İddianamesinde aynen:
"I-
Giriş
Siyasî
Partiler Yasası (daha sonra SPY olarak belirtilecektir)nın 3. maddesine göre,
"Siyasî partiler, Anayasa ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve
mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen
görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile millî iradenin
oluşmasını sağlayarak demokratik bir devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin
çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet
göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır."
Bu
şekilde tanımlanmış olan siyasal partileri Anayasa'nın 68. maddesinin ikinci
fıkrası hükmü, demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurları saymıştır.
Ancak, ulusal iradenin oluşmasındaki rol ve görevleriyle olağan derneklerden
farklı bir konumda bulunan ve bu nedenle kendilerine Anayasa'da özel bir yer
verilmiş olan siyasal partilerin varlığını demokratik rejimin "olmazsa
olmaz" koşulu kabul eden bu anlayışın mutlak ve sınırsız olduğu
söylenemez. Çünkü, toplum hayatında çok önemli görevlere sahip bulunan siyasal
partilerin demokratik düzeni ve Cumhuriyet ilkelerini hedef alan bir güç odağı
durumuna gelmesi toplumu tehdit etmeye başlar ki böyle bir duruma devletin
hareketsiz kalması kamu düzeni ve toplumun devamlılığı kavramlarıyla bağdaşmaz.
Devletin bu konuda gerekli tedbirleri alması onun demokratik hukuk devleti olma
niteliğinin gereği ve sonucudur. Nitekim, Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü
fıkrası, siyasal partilerin tüzük ve programlarının devletin ülkesi ve ulusuyla
bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, ulus egemenliğine, demokratik ve lâik
Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağını öngörmüş, 69. maddesinde ise,
faaliyetlerinde 14. maddedeki sınırlamalar dışına çıkamayacakları esasını
getirmiş, SPY.nda da bu ilkelere uygun düzenlemelerle aksine durum ve
davranışlar kapatma yaptırımıyla karşılanmıştır.
Siyasal
partilerin toplum hayatındaki olağanüstü rollerini göz önüne alan Anayasa 69.
maddesiyle, biraz önce belirttiğimiz ilkeler doğrultusunda, kurulan partilerin
tüzük ve programlarının ve kurucularının hukuki durumlarının Anayasa ve yasa
hükümlerine uygunluğunu, kuruluşlarını takiben ve öncelikle denetleme ve
gerektiğinde kapatma davası açma görevini Cumhuriyet Başsavcılığımıza vermiş,
SPY.nın 9. maddesi de bu görevi Anayasanın direktifine uygun olarak düzenlemiş
bulunmaktadır.
Davalı
siyasî parti, gerekli bildiri ve belgelerin 19.10.1992 tarihinde İçişleri
Bakanlığına verilmesiyle SPY.nın 8. maddesine göre tüzel kişilik kazanmıştır.
Kuruluş bildiri ve eklerinin anılan Bakanlıkça Cumhuriyet Başsavcılığımıza
gönderilmesini takiben Anayasa'nın 69 ve SPY.nın 9. maddelerinin yüklediği
görev çerçevesinde davalı partinin tüzük ve programıyla kurucularının hukukî
durumlarının Anayasa ve yasa hükümlerine uygun olup olmadığı öncelikle incelenmiş
ve programında ayrıntılarına aşağıda yer verilecek olan aykırılıklar tespit
edilmiştir.
II-
Konuyla İlgili Yasal Düzenlemeler
A)
Anayasa Hükümleri
Madde
2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı
içinde insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk
Devletidir.
Madde
3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili
Türkçe'dir.
Bayrağı,
şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı albayraktır.
Millî
marşı "İstiklâl Marşı"dır.
Başkenti
Ankara'dır.
Madde
4- Anayasanın 1 nci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki
hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi
hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
Madde
14- Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin
varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir
kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal
sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayırımı
yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir
devlet düzenini kurmak amacıyla kullanılamazlar.
Bu
yasaklara aykırı hareket eden veya başkalarını bu yolda teşvik veya tahrik
edenler hakkında uygulanacak müeyyideler kanunla düzenlenir.
Anayasanın
hiçbir hükmü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir
faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamaz.
Madde
24- Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14
ncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler
serbesttir.
Kimse,
ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini
açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve
suçlanamaz.
Din
ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din
kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu
dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak,
kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.
Kimse,
Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa,
din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama
amacıyla her ne suretle olursa olsun, dinî veya din duygularını yahut dince
kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.
Madde
42- Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.
Öğrenim
hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.
Eğitim
ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkilâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve
eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu
esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.
Eğitim
ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.
İlköğretim,
kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.
Özel
ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, Devlet okulları ile
erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, kanunla düzenlenir.
Devlet,
maddi imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri
amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları
sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri
alır.
Eğitim
ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile
ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun
engellenemez.
Türkçeden
başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana
dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.
Eğitim
ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve
öğretim yapan okulların tâbi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası
andlaşma hükümleri saklıdır.
Madde
68- Vatandaşlar, siyasî parti kurma ve usulüne göre partilere girme ve
partilerden çıkma hakkına sahiptir. Parti üyesi olabilmek için yirmibir yaşını
ikmal etmek şarttır.
Siyasî
partiler, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Siyasî
partiler, önceden izin almadan kurulurlar ve Anayasa ve kanun hükümleri içinde
faaliyetlerini sürdürürler.
Siyasî
partilerin tüzük ve programları, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne, insan haklarına, millet egemenliğine, demokratik ve lâik
Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz.
Sınıf
veya zümre egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve
yerleştirmeyi amaçlayan siyasî partiler
kurulamaz.
Siyasî
partiler, yurt dışında teşkilatlanıp faaliyette bulunamaz, kadın kolu, gençlik
kolu ve benzeri ayrıcalık yaratan yan kuruluşlar meydana getiremez, vakıf
kuramazlar.
Hâkimler
ve savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yükseköğretim kurumlarındaki
öğretim elemanları, Yükseköğretim Kurulu üyeleri, kamu kurum ve kuruluşlarının
memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği
taşımayan diğer kamu görevlileri, öğrenciler ve Silahlı Kuvvetler mensupları
siyasî partilere giremezler.
Madde
69- Siyasî partiler, tüzük ve programları dışında faaliyette bulunamazlar;
Anayasanın 14 üncü maddesindeki sınırlamalar dışına çıkamazlar; çıkanlar
temelli kapatılır.
Siyasî
partiler, kendi siyasetlerini yürütmek ve güçlendirmek amacıyla dernekler,
sendikalar, vakıflar, kooperatifler ve kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşları ve bunların üst kuruluşları ile siyasî ilişki ve işbirliği içinde
bulunamazlar.
Bunlardan
maddi yardım alamazlar.
Siyasî
partilerin parti içi çalışmaları ve kararları, demokratik esaslarına aykırı
olmaz.
Siyasî
partilerin malî denetimi Anayasa Mahkemesince yapılır.
Cumhuriyet
Başsavcılığı, kurulan partilerin tüzük ve programlarının ve kurucularının
hukuki durumlarının Anayasa ve kanun hükümlerine uygunluğunu, kuruluşlarını
takiben ve öncelikle denetler; faaliyetlerini de takip eder.
Siyasî
partilerin kapatılması, Cumhuriyet Başsavcılığının açacağı dava üzerine,
Anayasa Mahkemesince karara bağlanır.
Temelli
kapatılan siyasî partilerin kurucuları ile her kademedeki yöneticileri; yeni
bir siyasî partinin kurucusu, yöneticisi ve denetcisi olamayacakları gibi,
kapatılmış bir siyasî partinin mensuplarının üye çoğunluğunu teşkil edeceği
yeni bir siyasî parti de kurulamaz.
Siyasî
partiler, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan, yabancı ülkelerdeki
dernek ve gruplardan herhangi bir suretle aynî ve nakdî yardım alamazlar,
bunlardan emir alamazlar ve bunların Türkiye'nin bağımsızlığı ve ülke bütünlüğü
aleyhindeki karar ve faaliyetlerine katılamazlar. Bu fıkra hükümlerine aykırı
hareket eden siyasî partiler de temelli kapatılır.
Siyasî
partilerin kuruluş ve faaliyetleri denetleme ve kapatılmaları yukarıdaki
esaslar dairesinde kanunla düzenlenir.
Madde
136- Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi
doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe
dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri
yerine getirir.
B)
Siyasî Partiler Yasası Hükümleri
Madde
78- Siyasî partiler:
a)
Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasanın Başlangıç Kısmında ve 2
nci maddesinde belirtilen esaslarını; Anayasanın 3 üncü maddesinde açıklanan
Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline, bayrağına,
millî marşına ve başkentine dair hükümlerini; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk
Milletine ait olduğu ve bunun ancak, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili
organları eliyle kullanılabileceği esasını, Türk Milletine ait olan egemenliğin
kullanılmasının belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı veya
hiçbir kimse veya organın, kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı
hükmünü; seçimler ve halkoylamalarının serbest, eşit, gizli, genel oy, açık
sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılması
esasını değiştirmek;
Türk
Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya
sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni
kurmak;
Amacını
güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarını bu yolda
tahrik ve teşvik edemezler.
b)
Bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat
esaslarına dayanamaz veya adlarını kullanamazlar.
c)
Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini veya zümre
egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi
amaçlayamazlar ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.
d)
Askerlik, güvenlik veya sivil savunma hizmetlerine hazırlayıcı nitelikte eğitim
ve öğretim faaliyetlerinde bulunamazlar.
e)
Genel ahlâk ve adaba aykırı amaçlar güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette
bulunamazlar.
f)
Anayasanın hiç bir hükmünü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye
yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlayamazlar.
Madde
81- Siyasî partiler:
a)
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde millî veya dinî kültür veya mezhep veya ırk
veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
b)
Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek
veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak
millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette
bulunamazlar.
c)
Tüzük ve programlarının yazımı ve yayınlanmasında, kongrelerinde açık veya
kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde, propagandalarında Türkçe'den başka
dil kullanamazlar; Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar,
plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve
dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına kayıtsız
kalamazlar. Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller dışındaki
yabancı bir dile çevrilmesi mümkündür.
Madde
89- Sîyasal partiler, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve
düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç
edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirmek durumunda olan
Diyanet İşleri Başkanlığının, genel idare içinde yer almasına ilişkin
Anayasanın 136 ncı maddesi hükmüne aykırı amaç güdemezler.
III-
Dava Konusu Parti Programı
Davalı
partinin programında, davaya esas olarak, şu hususların yer aldığı
görülmektedir:
".....
Türkiye'de
Türk, Kürt ve diğer azınlık halkların ortaklaşa yürüttüğü bir
"Kurtuluş" savaşı ile saltanat yıkılmış, Cumhuriyet kurulmuştur. Bu
kuruluş sadece Türk egemen anlayışıyla sonuçlandırılmış, bu temelde yürütülen
batı ile bütünleşme çabalarından bir sonuç çıkarılamamış, Türkiye geri
kalmışlıktan kurtulamamıştır.
.....
...Tekel
iktidarlarının yapısı Cumhuriyetin ilk günlerinden bugüne kadar, sivil-asker bürokratlarla
iç içe geçerek bu bütünleşme ve işbirliği temelinde sürdürülüyor. Tekelci
hakimiyeti sürdürebilmek için; Kürt halkını inkar ve haklı taleplerini
bütünüyle yok sayma... temelinde geliştirilen siyasî politikalarla yürüyorlar.
.....
Kürt
halkının en doğal demokratik hak ve istemlerine karşı, bu şöven, militarist
propagandalar, sürgün ve imha politikaları daima öne çıkarılarak egemen
"Türk" anlayışı korunmuş, başta Kürt halkı olmak üzere diğer ulusal
azınlıklara ve dahası Türk halkına da baskıları öngören kapitalist sisteme
bağlı devlet politikalarını "Çağdaşlaşma", "Batılılaşma"
adına sürdüregelmişlerdir...
.....
Türkiye'nin
bütünlüğünü siyasal, sosyal, ekonomik olarak etkisi altına alan bu durum
karşısında tekelci iktidar çözümsüzdür. Çünkü bu iktidar toplumun ezici
çoğunluğunun çıkarlarına karşıdır. Ve söz konusu çözümsüzlüğü egemen sermaye
çıkarları temelinde tüm topluma zorla kabul ettirmek istemektedirler. Ve
böylelikle Türk ve Kürt emekçilerinin çıkarlarını savunan bütün demokratik
çıkışları tıkamaktadırlar.
.....
ÖZDEP,
halklarımızın, barış ve kardeşliğinin egemen olduğu bir düzen yaratılmasını ve
bu düzen içinde özgür iradeye dayalı kendi kaderlerini kendilerinin
belirlemesini öngörür.
ÖZDEP,
halkların kardeşliği, birliği ve dayanışması önünde engel olan her türden ve
renkten ırkçı, şöven ve gerici faşist ideolojik akım ve örgütlenmelere karşı
aktif bir politik, ideolojik, demokratik mücadeleyi yürütür.
ÖZDEP,
iç ve dış politikaların belirlenmesinde tüm emekçi kitlelerin ve halklarımızın
ortak çıkarlarını temel alır...
ÖZDEP,
emekçi sınıfların ve her türden meslek gruplarının, dinsel ve ulusal
azınlıkların kendi politik, ekonomik, mesleki ve kültürel çıkarlarını ifade
etmeleri için demokratik örgütlenme haklarını temel bir yaşamsal ilke olarak
görür ve Anayasal güvence altına alır.
.....
ÖZDEP,
Türk ve Kürt halkı ile azınlıkların demokratik, özgür bir ortam içinde kendi
dil, kültür, gelenek, felsefi ve dinî inanç ve ibadetlerini özgürce yerine
getirmeleri ve geliştirmeleri için tüm olanakları sağlar. Başta TV, radyo olmak
üzere her türlü basın yayın olanaklarından eşitçe yararlanmalarını öngörür.
ÖZDEP,
halkların temel eğitimini kendi ana dilleri ile yapmalarını öngörür ve bunun
gerçekleşmesi için devletin maddi desteğini sağlar.
ÖZDEP,
nihai olarak, Türk ve Kürt halklarını toplumcu bir
düzene
götürmek için gerekli tüm demokratik ön koşul ve hazırlıkları
gerçekleştirmeyi
öngörür...
ÖZDEP,
halklarımızı bütün yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarımızın yegane sahibi
olarak görür...
ÖZDEP,
halkların kendi bağımsızlık ve özgürlükleri için yürüttükleri haklı ve meşru
mücadeleleri destekler, onlarla birlikte dayanışma içinde olur.
.....
Partimiz
Türk ve Kürt halklarının ve bütün azınlıkların çıkarlarını ifade eden, halkın
onayıyla seçilmiş, temsilcilerinin toplandığı demokratik bir Halk Meclisinin
yaratılmasını öngörür.
.....
Demokratik
halk meclisi... halklarımızın ulusal iradesini temsil eden demokratik, çağdaş
bir yasama gücü ve organı olacaktır.
.....
Basın-yayın
halkın politik, ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının savunulmasında
halkların ulusal kimlik, dil ve kültürlerinin doğru bir tarzda halka
kavratılmasında, halklar arasında dostluk ve kardeşliğin geliştirilip
güçlendirilmesinde etkin bir araç haline getirilecektir.
.....
Devlet
din işlerine karışmayacak, din cemaatlere bırakılacaktır.
Partimiz...
bütün ezilen sömürülen halkların kendi kaderlerini tayin hakkına yönelik her
türlü ekonomik, politik, askeri ve kültürel saldırıya karşıdır.
Partimiz
halkların kendi bağımsızlık ve özgürlükleri için yürüttükleri haklı ve meşru
mücadeleleri destekler, onlarla birlik ve dayanışma içinde olur.
Partimiz,
ulusal ve dinsel azınlıkların demokratik ve özgür bir ortamda kendi dil,
kültür, gelenek, felsefi ve dinî inanç ve ibadetlerini özgürce
geliştirebilmeleri için tüm olanakları sağlar.
Başta
televizyon, radyo olmak üzere her türlü basın-yayın olanaklarından eşitçe
yararlanmalarını öngörür...
.....
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi ülkeyi birlikte kuran Türk ve Kürt halklarının eşit ve
gönüllü birliğinden yanadır.
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi Kürt sorununun çözüme kavuşturulmasını, demokrasinin
temeli kabul eder. Bu sorun Türkler ve Kürtlerin, demokrasi ve özgürlükten yana
olan herkesin sorunudur.
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi, Kürt sorununun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ve Helsinki Sonuç Belgesi hükümlerine uygun barışçı ve
demokratik yöntemlerle çözülmesinden yanadır.
.....
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi halkların eşit ve özgür iradesi temelinde oluşturulacak
demokratik bir çözüm için Kürt halkının özgür iradesine sonuna kadar
saygılıdır...
.....
....Bugün
ülkemizde hukuk ve adalet mekanizması antidemokratik, temel insan hak ve
özgürlüklerini çiğneyen, egemen sınıfların çıkarlarını temel alan, Kürt
halkının ulusal varlığını yadsıyan, emekçilerin ekonomik, demokratik
örgütlenmesini yasaklıyan gerici, şöven, ırkçı bir niteliğe sahiptir.
.....
Yargılamada
ana dil esas alınacaktır.
.....
Türk
ve Kürt halklarının ve azınlıkların kendi ulusal kültürlerini özgürce
geliştirme ve sahiplenme ortamı yaratılacaktır. Halk ve ulus olmanın birinci ve
temel unsuru dil olduğundan her halkın kendi ana diliyle eğitim yapma olanağı sağlanacaktır.
.....
Herkesin
temel eğitimini kendi ana diliyle yapması sağlanacaktır. İlkokuldan yüksekokula
dek her kademede ana dilde eğitim yapma fırsatı yaratılacaktır.
.....
IV-
Kapatma Sebepleri ve Değerlendirme
A)
Kapatma Sebepleri
"Giriş"
bölümünde de belirtildiği gibi siyasal partilerin amaçları ve kapatılmalarına
ilişkin esaslar Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinde belirtilmiştir. 68.
maddenin dördüncü fıkrasında, siyasal partilerin tüzük ve programlarının
devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, ulus
egemenliğine, demokratik ve lâik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağı,
beşinci fıkrasında da, sınıf ve zümre egemenliğini veya herhangi bir tür
diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayan parti kurulamayacağı kuralı
getirilmiş, 69. maddenin birinci fıkrasında ise siyasal partilerin tüzük ve
programları dışında faaliyette bulunamayacakları, Anayasa'nın 14. maddesindeki
sınırlamaların dışına çıkamayacakları, çıkanların temelli kapatılacakları, 8.
fıkrasında da, siyasal partilerin yabancı devletlerden, uluslararası
kuruluşlardan, yabancı ülkelerdeki dernek ve gruplardan herhangi bir suretle
ayni ve nakdi yardım ve emir alamayacakları ve bunların Türkiye'nin
bağımsızlığı ve ülke bütünlüğü aleyhindeki karar ve faaliyetlerine
katılamayacakları, bu hükümlere aykırı hareket eden siyasal partinin temelli
kapatılacağı kabul edilmiştir.
Siyasal
partilerin kurulmalarına, faaliyetlerine, denetlenmelerine, kapatılmalarına vs.
ilişkin esasları düzenleyen SPY. Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinde öngörülen
ilke ve esaslardan hareketle, siyasî partilerle ilgili yasaklar başlıklı
dördüncü kısmında, partilerin amaç ve faaliyetlerinde uymak zorunda oldukları
hususları ayrıntılı olarak düzenlemiş ve bu ilke ve esaslara uymamanın yaptırımını
101. maddenin (a), (b) ve (c) bentlerinde partinin kapatılması olarak
belirlemiştir.
Davanın
konularıyla sınırlı kalmak üzere, anılan Yasa'nın 78 maddesinde; "Siyasî
partiler:
a-
Türkiye Devletinin ... Anayasa'nın Başlangıç kısmında ve 2. maddesinde belirtilen
esaslarını; Anayasa'nın 3. maddesinde açıklanan Türk Devletinin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline ... dair hükümlerini ... değiştirmek;
...dil,
ırk ..., din ve mezhep ayırımı yaratmak;
Amacını
güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarını bu yolda
tahrik ve teşvik edemezler.
..."
hükmü yeralmıştır.
Maddenin
(a) bendinde, ağırlıklı olarak, Anayasa'nın Başlangıç kısmı ile devletin temel
ögelerini belirleyen ve bunları koruma amacıyla getirilen hükümlerine gönderme
yapıldığı görülmektedir. Anayasa'nın, Cumhuriyetin ve dolayısıyla Devletin
niteliklerini belirleyen 2. maddesiyle, Türkiye Cumhuriyetinin ..... millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde ...... Atatürk Milliyetçiliğine bağlı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan ... lâik ... bir devlet olduğu
belirtilmiştir. Gerek Anayasa'nın 2. maddesinde, gerekse SPY.nın 78. maddesinin
(a) bendinde zikredilen "Başlangıç"ta ise, Anayasa'nın,
"Atatürk'ün ... ilke ve inkılâpları doğrultusunda hiçbir düşünce ve mülâhazanın
Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının devleti ve ülkesiyle bölünmezliği
esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin Atatürk milliyetçiliği, ilke
ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği ve lâiklik
ilkesinin gereği kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya
kesinlikle karıştırılmayacağı ... fikir, inanç ve kararıyla anlaşılması, sözüne
ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp, uygulanması..."
gerektiği ifade edilmiştir.
Başlangıçta
yer alan "Türk varlığının devleti ve ulusuyla bölünmezliği" esasından
2. maddede dolaylı olarak sözedilmiş, 3. maddenin birinci fıkrasında ise
"Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili
Türkçedir" ifadesiyle bu esaslar tekrarlanmış, 14. maddenin birinci
fıkrasında, Anayasadaki hak ve özgürlüklerin hiçbirinin devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak ... dil, ırk, din ve mezhep ayırımı
yaratmak... amacıyla kullanılamayacakları kabul edilerek temel hak ve
özgürlüklerin kötüye kullanılmasının önüne geçilmek istenmiştir.
Toplumun
siyasal bakımdan örgütlenmiş şekli olan devletin kendisine ve dolayısıyla
topluma yönelebilecek tehditlere karşı varlığını koruma endişesinin bir ifadesi
niteliğindeki, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği ilkesi konusunda
Anayasa'nın gösterdiği duyarlık bu söylenenlerle kalmamış, 4. maddesinde bu
ilkeyi içeren 2. ve 3. maddelerin değiştirilemiyeceği, değiştirilmesinin teklif
edilemiyeceği kuralını getirmiş, ayrıca 5, 13, 28, 30, 33, 58, 130, 133, 135 ve
143. maddelerinde de bu temel ilkeye yer vermiş, hatta 81. maddesinde
milletvekili, 103. maddesinde Cumhurbaşkanı yemini metnine dahil etmiştir.
Devletin
ülkesiyle bölünmez bütünlüğü, onun dışa karşı bağımsızlığının ve ülke
bütünlüğünün sağlanması ve korunması demektir. Ulusuyla bölünmezliği ise,
herhangi bir azınlığın meydana gelmesinin önlenmesi, bölgecilik ve ırkçılığın
yasaklanması anlamına gelir. Bu ilkelerden birine aykırı davranılması diğerinin
de ihlâli sonucunu doğurur. Ulusal Kurtuluş Savaşının hareket noktası olmuş ve
onun belgesi haline gelmiş olan "Türk Devletinin ülkesi ve ulusuyla
bölünmezliği" ilkesinin tarihsel ve hukuksal dayanağı, Amasya
Genelgesi'nde sözü edilen, Sivas ve Erzurum Kongrelerinde kabul edilen
"ulusal sınırları içinde bulunan vatanın ayrılık kabul etmeyen
bütünlüğünün ve ulusun bağımsızlığının tehlikede oluşu"na ilişkin kararlar
ile bunlardan esinlenerek, belirlenen sınırlar içindeki toprakların ve bu
yerlerde kaynaşmış biçimde yaşayanların bir bütün olduklarını kabul ve ilân
eden "Misak-ı Milli" Bildirgesi (Ahd-ı Millî Beyannamesi)dir. Bu
belgede bir bütün oluşturdukları belirtilenler arasında herhangi bir etnik
topluluktan söz edilmemiş, Lozan Barış Antlaşması da "Müslüman
olmayan" kimseleri ayrık tutarak, ulusal sınırlar içinde hiçbir etnik
azınlığın varlığını kabul etmemiştir.
SPY'nın
78. maddesi bakımından üzerinde durulması gereken bir diğer konu, Anayasa'nın
Başlangıç Kısmı'nda ve 2. maddesindeki Atatürk milliyetçiliği düşüncesidir.
Yukarıda belirtildiği gibi, Başlangıç'ta Anayasa'nın "hiçbir düşünce ve
mülâhazanın ... Atatürk Milliyetçiliği, ilke ve inkılapları karşısında koruma
göremeyeceği..." fikir, inanç ve kararıyla anlaşılması gerektiği ifade
edilmiştir. 2. maddenin gerekçesinde, Atatürk milliyetçiliği, bütün fertlerin
kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, diğer bir
deyişle ulusal dayanışma ve adalet anlayışı içerisinde yaşamaları şeklinde
tanımlanmaktadır. Başlangıç'ın dokuzuncu pragrafında, Türk vatandaşlarının
millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı
hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü
tecellisinde ortak olduğunun belirtilmesi de Atatürk milliyetçiliği
düşüncesinin aynı nitelikte bir başka anlatımıdır.
Türkiye
Cumhuriyetinin bağlı bulunduğu ve onun bir ulusal devlet olma niteliğinin
gereği olan Atatürk milliyetçiliği modern milliyetçilik düşüncesidir. Buna
göre, çeşitli kökenlerden gelseler bile, bireyleri bir araya getiren, bir arada
yaşatan şey, onlardaki aynı bir ulusa mensup olma duygu ve düşüncesi, buna dair
irade birliğidir. Subjektif nitelikteki bu milliyetçilik düşüncesinde esas
olan, kökeni ne olursa olsun, bireyin kendisi gibi olanlarla birlikte kaderde,
kıvançta ve tasada ortak ve bölünmez bir bütün oluşturdukları duygu, düşünce ve
inancıdır. Bu bakımdan, sınırları belli olan ve bölünmez vatan esasına dayanır.
Gerçekçi ve çağdaş milliyetçilik anlayışını temsil eder. Irk düşüncesine ve
kökence başka görünen toplulukların bütünden ayrı sayılmaları düşüncesine yer
vermez. Kültür milliyetçiliğidir. Bu nedenle, kökenlerine bakılmaksızın
bireyleri ortak bir kültüre mensup oldukları bilinci etrafında toplar, onları
"tek ulus" yapısı içinde kaynaştırıp, bütünleştirir. Yüksek
Mahkemeniz de bir tarihsel olgu niteliğindeki bu milliyetçilik anlayışını
kararlı bir biçimde yukarıda belirtilen anlamda yorumlayagelmiştir. Nitekim,
20.7.1971 gün, 1971/3 sayılı, 8.5.1980 gün, 1980/1 sayılı, 27.11.1980 gün,
1980/59 sayılı, 18.2.1985 gün, 1985/4 sayılı kararlarında bu yorum tarzı
tekrarlanmış; 16.7.1991 gün, 1991/1 sayılı kararında ise, milliyetçiliğin büyük
bir toplumsal gerçek ve "millet düşüncesi" üzerine kurulu olan, çağın
en etkin kültür ve politik anlayışı, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk devriminin
temel ve önde gelen ilkelerinden olduğunu, Cumhuriyet döneminde
"millet" ile "milliyetçilik" kavramlarının, başta Yüce
Atatürk olmak üzere Cumhuriyetin kurucuları ve onların koyduğu temel ilkeler
üzerinde Cumhuriyeti yöneten kuşaklarca yorumlanıp 1924, 1961 ve 1982
Anayasalarında yer almış oldukları, ... bunun ırkçı bir kavram değil, Türkiye
Cumhuriyetini kuran Türk halkını, kökeni ne olursa olsun devlet yönünden
tartışmasız eşitliği, içtenlikli birliği ve birlikte yaşama istencini içeren
çağdaş bir olgu olduğu; ayırımcılığı dışlayıp "ulus" yapısı içinde
kaynaşmayı öngördüğü belirtilerek aynı esaslara işaret edilmiş ve en son
10.7.1992 gün, 1992/1 sayılı kararında da 16.7.1991 günlü kararın yukarıda
zikredilen bölümü tekrarlanmak suretiyle Atatürk milliyetçiliği düşüncesinin
anlamı bir kere daha açıklanmış ve vurgulanmış bulunmaktadır.
Anayasa,
başlangıç kısmı ile 2. maddesinde Atatürk milliyetçiliği ilkesine yer vermek
suretiyle onu Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı temel görüş ve ilkeler arasına
katmış, bununla da yetinmeyerek, eğitim ve öğretim hakkı ve ödevini düzenleyen
42. maddesinde, eğitim ve öğretimin doğrultusunun Atatürk ilkeleri olacağını
belirtmiş, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunu düzenleyen 134.
maddesinde Atatürkçü düşünceyi ... araştırma ve yaymayı kurumun amaçları
arasında saymıştır. Bu maddelerde geçen "Atatürk ilkeleri" ve
"Atatürkçü düşünce" kavramları içinde Atatürk milliyetçiliğinin de
bulunduğu kuşkusuzdur.
SPY'nın
78. maddesinin (a) bendinde siyasal partilere yasaklanan bir başka husus,
devletin diline dair hükümlerini değiştirme amacını gütme veya bu amaca yönelik
faaliyette bulunmadır. Anayasa'nın 3. maddesinde devlet dilinin Türkçe olduğu
belirtilmiştir. Devletin ulusal niteliği ve ulusuyla bölünmezliği ilkesinin bir
gereği ve sonucu olan, devlet dilinin Türkçe olması resmî işlemlerin ve
yazışmaların Türkçe yapılması, resmî belgelerin Türkçe yazılması anlamındadır.
Ancak, bunun ötesinde, Türkçe yurt düzeyinde yüzyıllar boyunca, soyları farklı
da olsa, birlikte yaşayan, karışıp kaynaşmış, kitlelerin kullandığı bir bilim,
kültür ve edebiyat dili haline gelmiş ve bireylerin birbirleriyle iletişiminin
sağlanmasında ana öge olmuştur. Türkçenin kullanımındaki bu yaygınlık
karşısında, bazı etnik grupların kullandıkları yerel nitelikteki dillerin resmi
dil yerine, genel iletişim ve eğitim dili olarak kabul edilmesi düşünülemez.
Anayasa'nın
26. maddesinin üçüncü fıkrasında, "Düşüncelerin açıklanması ve
yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz."
kuralı getirilmiştir. Günümüzde ülkemizde yasaklanmış bir dil bulunmadığı gibi,
genel hayatta birçok dilin koşulduğu görülmektedir. Anayasa'nın 42. maddesinin
son fıkrasında ise, "Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim
kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve
öğretilemez..." hükmü öngörülmüş ve uluslararası sözleşmeler saklı
tutulmuştur.
Dil
konusunda bir başka Anayasal hüküm 14. maddenin ilk fıkrasında yer alan,
Anayasadaki hak ve özgürlüklerin dil ayırımı yaratmak amacıyla
kullanılamayacağına ilişkin yasaklamadır.
Sözü
edilen 78. madde bakımından önemli bir diğer husus da, devletin lâiklik
niteliği ve siyasal partilerin bu niteliği değiştirme amacını güdemeyecekleri
kuralıdır.
Anayasa'nın
dayandığı temel görüş ve ilkelerden olan Atatürk ilke ve devrimleri arasında
bulunan ve devletin niteliklerinden biri olarak sayılan lâiklik ilkesinin
başlıca iki anlamı vardır. Birinci anlamı, dinsel inanç ve kanaat özgürlüğüdür.
Anayasa'nın 24. maddesinin birinci fıkrasına göre, herkes vicdan, dinsel inanç
ve kanaat özgürlüğüne sahiptir; üçüncü fıkraya göre de, kimse ibadete, dinsel
âyin ve törenlere katılmaya, dinsel inanç ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamaz, dinsel inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz. Bu iki fıkra ile
tam bir dinsel inanç özgürlüğü sağlanmakta ve onun bir sonucu olarak dinsel
inancın uygulanmasını oluşturan ibadet, dinsel âyin ve törenler konusunda da
bir özgürlük kabul edilmektedir. Ancak, bu ikinci özgürlüğün tam ve mutlak
olmadığı aynı maddenin ikinci fıkrasından anlaşılmaktadır. Buna göre, ibadet,
dinsel âyin ve törenler 14. madde hükmüne aykırı olmamak koşuluyla serbesttir.
14. madde ile, temel hak ve özgürlüklerin genel anlamda kötüye kullanılmasının
önlenmesi düzenlenmekte ve böylece madde metninde belirtilen amaçlara aykırı
olacak biçimde ibadet, dinsel âyin ve törenler yasaklanmaktadır.
Lâiklik
ilkesinin davayı ilgilendiren ikinci anlamı ise, din ve devlet işlerinin
ayrılığıdır. Lâikliğin bu anlamı şu özellikleri içerir: Birincisi, lâik
devlette belirli bir devlet dininin mevcut olmamasıdır. Yani, herhangi bir
dinin resmî din olarak bireylere empoze edilmesi sözkonusu değildir. İkincisi,
devletin bütün inanç sahiplerine ayırım yapmaksızın, eşitlik ilkesine uygun
biçimde davranmasıdır. Üçüncüsü, devlet kurumlarıyla din kurumları arasında bir
ayrılığın mevcut olması, başka deyişle devletin siyasal örgütlenmesi içinde
herhangi bir dinsel makamın yer almaması ve dinin bir kamu hizmeti karakterini
taşımamasıdır. Bu özellik nedeniyle dikkati çeken husus, ülkemizde yönetim
kademeleri arasında bir "Diyanet İşleri Başkanlığı"nın bulunmasıdır.
Bu nokta üzerinde ileride durulacaktır.
Tarihsel
gelişimi itibariyle, her ülkedeki lâiklik anlayışı ve uygulamasının toplumun
özel koşulları ile o toplumda egemen olan dine göre birbirinden farklı olduğu
görülmektedir. Bu bakımdan bizim lâiklik geleneğimiz kendi toplumumuzun ve
İslâmiyetin özelliklerinden doğan bir nitelik taşıyan, kendine özgü bir
anlayışı ifade eder.
Devletin
ülkesi ve ulusuyla bütünlüğü ve lâiklik ilkeleri ile dili konusundaki bu
düzenlemelerin yaptırımını oluşturmak üzere, Anayasa'nın 4. maddesiyle bu konulardaki
ilkeleri belirleyen 2. ve 3. maddelerinin değiştirilemeyeceği,
değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği hükmü getirilmiş; siyasal partiler
yönünden de 68. madde ile tüzük ve programlarının devletin ülkesi ve ulusuyla
bölünmezliğine, insan haklarına, ulus egemenliğine, demokratik ve lâik
Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağı, 69. madde ile de 14. maddede
belirtilen sınırlamalara aykırı davranan partilerin kapatılacağı kabul
edilmiştir.
Devletin
ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği ilkesinin bir diğer güvencesini oluşturan
SPY'nın 81. maddesinin (a) bendinde, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde millî
veya dinî kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar
bulunduğunu ileri sürmek (b) bendinde ise, Türk dilinden veya kültüründen başka
dil ve kültürleri korumak, geliştirmek ve yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti
ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını
gütmek ve bu yolda faaliyette bulunmak yasaklanmıştır. Madde gerekçesindeki
açıklamaya göre, "Ülkemizde Lozan Antlaşması ile kabul edilen azınlıklar
dışında bir azınlık yoktur. Herhangi bir ülkede resmî dilin dışında bazı
dillerin bilinmesi veya yer yer konuşulması azınlık yaratmaz. Hele siyasî,
sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda olduğu gibi her alanda bütün haklara
sahip ve borçlarla eşit bir şekilde yükümlü olan tek bir milletin evlâtları
arasında azınlıktan söz etmek mümkün değildir."
Maddenin
(a) bendinde siyasal partilere, ulusal ya da dinsel kültür veya ... ırk veya
dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek yasaklanmıştır.
Lozan Antlaşması ile kabul edilen azınlıklar bu yasağın dışındadır. Bilindiği
gibi ülkemizde azınlıklar konusu öncelikle 24.7.1923 tarihli Lozan Antlaşması
ile düzenlenmiş ve sadece "Müslüman olmayanlar" azınlık kapsamına
dahil edilmişlerdir. Müslüman olmayanlara da Müslümanlara sağlanan medeni ve
siyasî haklardan yararlanma imkânı verilerek yasalar önünde din ayırımı
yapılmaksızın herkesin eşit olduğunu belirtmek amacıyla böyle bir düzenlemeye
gidilmiştir. Bundan ayrı olarak, 18.10.1925 tarihli Türk-Bulgar Dostluk
Antlaşmasında, Türkiye'de yaşayan Bulgarların azınlık sayılmaları kabul edilmiş
ise de, yeni Türk devletinin lâik mevzuatı kabul etmesinden sonra bu kimseler
azınlık statüsünden kendiliklerinden vazgeçmişlerdir. Türkiye'deki hukuk
sisteminde bu iki antlaşma ile kabul edilenlerin dışında bir azınlık yoktur.
Belirli
büyüklükte olan devletlerde dil, din, mezhep, ırk bakımından farklı
toplulukların bulunması hem doğal, hem de bir olgudur. Ancak, bu gibi topluluklardan
her birine azınlık hakkı tanınması devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği
ilkesiyle çelişir. Hele böylesi topluluklar ortak geçmişten gelen tarihsel ve
kültürel bütünlük anlayışı içinde kendi kaderlerini o ulusun kaderiyle
özdeşleştirme iradesini belirtmişlerse böyle bir statünün tanınmasına gerek
bulunmaz. Bizim tarihimizde de aynı olguyu gözlemek mümkündür. Gerçekten,
X.yüzyılda Türklerin Anadolu yarımadasına gelmelerinden sonra Türkler ve
Anadolu toprağında yaşamakta olan her çeşit etnik unsur beraberce Anadolu
Selçuklu Devleti içinde yaşamışlar, bu devletin tarih sahnesinden çekilmesinden
sonra ortaya çıkan çeşitli siyasal birliklerin ve bunların içinden yükselen
Osmanlı İmparatorluğunun çatısı altında bu yaşayış devam etmiş, hatta bu birliğe
zaman içinde Kafkasya, Balkan ve Arap yarımadası ahalisi de dahil olmuştur.
Daha sonra meydana gelen çeşitli tarihsel ve askersel olaylar sonucu Osmanlı
Devleti sınırlarını Trakya ve Anadolu'ya kadar küçültmek zorunda kalmıştır.
Böylece, yaklaşık bin yıllık bir süreç içerisinde, Türkler ve diğer etnik
unsurlar aynı siyasal çatı altında iyi ve kötü günlerde birlikte olmuşlar,
gerek birbirleriyle, gerekse başka topluluklarla çeşitli tarihsel, siyasal
nedenlerle veya göç hareketleri sonucu karışıp kaynaşmışlar, aynı toplumsal
kaderi paylaşmışlardır. Bu kader birliği, her tür etnik topluluğu aynı pota
içinde toplamış ve bütünleştirmiştir. Ortak bir geçmişe, tarihe, dine ve değer
yargılarına, başka deyişle aynı bir ortak kültüre sahip insanlar, etnik kökeni
ne olursa olsun, tek bir ulusa mensup olma şuur ve iradesiyle "Türk
Ulusu"nu oluşturmuşlar ve ortak azim, irade ve heyecanla Türkiye
Cumhuriyetini kurmuşlardır. Bu birliktelik duygu ve düşüncesi o kadar güçlüdür
ki meselâ Kürt kökenliler diğer yurttaşlarla omuz omuza Kurtuluş Savaşı'na
bilfiil katılarak yurdumuzun düşmanlardan temizlenmesinde ve onu takiben
Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında müstesna hizmetler görmüşlerdir. Bu
bakımdan, Türk ulusu çeşitli halklardan değil, kendi özgür iradesiyle ortak
oluşturduğu ortak kültürde geleceği de kapsayacak biçimde birleşmeye karar
veren tek halktan, Türk halkından meydana gelmiştir.
Anayasa'nın
66. maddesinin birinci fıkrasında, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı
olan herkesin Türk olduğu belirtilerek, Türk ulusundan sayılmak için öngörülen
tek şartın "vatandaşlık bağı" olduğu, bunun dışında kalan dil, din,
ırk vs. farklılıklarının nazara alınmayacağı, "Türk Ulusu"nun bu
anlamda vatandaş sayılanların oluşturduğu bütünlüğü ifade ettiği kabul
edilmiştir. Bu bütünlük içinde, şu ya da bu nedenle, yasanın deyişiyle ulusal
veya dinsel kültür, mezhep yahut ırk ya da dil ayırımına dayanan azınlıklar
yoktur. Bütünlük içinde yer alan her yurttaş diğerleriyle tam bir eşitlik
içinde ve ayrıcalıksız konumdadır. Her birey kendisi gibi olan başka bireylere
tanınmış olan her türlü siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel, medeni vs.
haklardan sınırsız biçimde yararlanabilmektedir. Herkes eşit ve ayrıcalıksız
olunca herhangi bir azınlıktan ya da çoğunluktan söz etmek de doğal olarak
mümkün değildir.
81.
maddesinin (b) bendinde ise, siyasal partilerin Türk dilinden ve kültüründen
başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye
Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğünün bozulması
amacını gütmeleri ve bu yolda faaliyet göstermeleri yasaklanmıştır. Bu hükümle
anlatılan, Türk dili ve kültüründen başka dil ve kültürleri korumak,
geliştirmek yada yaymak yoluyla ülkede azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğünün
bozulması amacını siyasal partilerin güdemeyecekleri ve bu yolda faaliyet
gösteremeyecekleridir. Burada belirtilmesi gereken, 81. madde ile, ulusu
oluşturan bireyler arasındaki etnik ayırımların, sahip bulunulan farklı dil ve
kültürlerin yasaklanmadığıdır. Ancak yüzyıllardır birlikte hayat sürmüş, ortak
bir geçmişe, tarihe, dine, geleneklere sahip bireylerin oluşturduğu ulus
bütünlüğü içinde bu ögelerden meydana gelen ortak kültürden ayrı, bireyler
arasında bu bakımdan ayırımlaşma nedeni olabilecek yoğunlukta bir kültür
farklılığından sözedilemez. Özel yaşantılarında çeşitli etnik kökenlerden gelen
yurttaşların kimliklerini belirtmeleri, dillerini konuşmaları, gelenek ve
göreneklerini uygulamaları karşısında herhangi bir yasal ya da toplumsal engel
yoktur. Yasaklanan, azınlık ve ayrı bir ulus oluşturduklarının ifade edilmesi
suretiyle ulus bütünlüğünün bozulması amacını gütmeleridir.
Söz
konusu kuralın küçük değişikliklerle benzeri olan eski 648 sayılı SPY'nın 89.
maddesinin (b) bendini yorumlayan Yüksek Mahkemeniz 8.5.1980 gün, E. 1979/1
(Parti Kapatma), K. 1980/1 sayılı kararında şu hükme varmıştır: "...Bu
hükümde de..."azınlıklar yaratma" deyiminin açıklığa kavuşturulması
gerekmekte olup, sözkonusu deyimin de maddenin tümü içinde değerlendirilmesi ve
birinci fıkradaki "azınlıklar bulunduğunun ileri sürülmesi" deyimiyle
sıkı ilişkisi gözönünde tutularak, aynı doğrultuda yorumlanması zorunludur.
Böyle bir yorumla varılacak sonuç ise "azınlık yaratma" deyiminin
ancak bir "vatandaş topluluğunda azınlık hukukundan yararlanmaları
gerektiği düşüncesini yaratma" anlamına gelebileceğidir.
"Yukarıda
da değinildiği gibi, azınlıklar dil, din ve ırk gibi nitelikleri nedeniyle
toplumun çoğunluğundan ayrı varlıkları ve bu varlıklarını sürdürmeye hakları
bulunduğu hukukça tanınan vatandaş toplulukları olduklarından, ülkemizde
azınlık hukukundan yararlanmaya hak kazanmış gruplar bulunduğunu ileri sürmek,
ya da Türk dilinden ve kültüründen gayrı dil ve kültürleri korumak, geliştirmek
veya yaymak yoluyla kimi vatandaş gruplarında azınlık hukukundan yararlanmaları
gerektiği düşüncesini yaratmaya çalışmak, kuşkusuz, yukarıda açıkça ortaya
konulan Anayasal durum karşısında Anayasa'nın başlangıcı ile 2. ve 3.
maddelerinde yeralan "ülke ve ulus bütünlüğü" temel hükmüne ve bu
temel hükmü içeren 57/1 maddesine aykırı düşer..."
Yine
Yüksek Mahkemenizin 20.7.1971 gün, E. 1970/1 (Parti Kapatılması), K. 1971/1
sayılı kararında belirtildiği gibi, "...bir siyasî partinin Türkiye ülkesi
üzerinde Türkçeden başka dil konuşan azınlık bulunduğunu ileri sürerek ve o
azınlığı erek edinerek onun için birtakım haklar ve yetkiler tanınmasını
istemesi ulusal yapıda gitgide kopmalara, bölünmelere yol açması demektir. Yine
Türk yurttaşları arasında Türk dilinden ve kültüründen başka dil ve kültürleri
koruma çabalarına girişmek Türkiye ülkesi üzerinde ulus bütünlüğünün bozulması
sonucunu doğurmağa elverişli bir tutumdur..."
Şu
halde, bir kısım yurttaşları ırk, dil ve kültür bakımlarından şu veya bu ad
altında, ulus bütünlüğünden ayrı sayma, onlarda bu bütünlükten ayrı bir azınlık
oluşturdukları düşünce ve bilincini yaratma, ulus bütünlüğünün bozulmasıyla
sonuçlanabilecek ya da en azından böyle bir tehlikenin belirmesine yol
açabilecek olan, Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi üzerinde azınlık yaratma demektir.
Siyasal partiler yönünden böyle bir amaç ülke ve ulus bütünlüğü ilkesine
terstir. Daha öncede belirtildiği gibi Türk ulusu bütünlüğü içinde belirli
uluslararası sözleşmelerle azınlık oldukları kabul edilen "Müslüman
olmayan" yurttaşlar hariç, herhangi bir azınlıktan söz etmek olanaksızdır.
Her Türk yurttaşı hukuk düzeninin sağladığı her türlü hak ve özgürlükten,
herhangi bir etnik ayırımcılık söz konusu olmaksızın, sınırsız ve mutlak
biçimde yararlanmakta, ulus bütünlüğü içinde bireysel mutluluk ve huzurunu
gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Böylesine ayrıcalıksız konumdaki bir kısım
yurttaşlar arasında, bir azınlığa mensup olduğu duygu ve düşüncesini yaratmak
ve onların sınırlı haklar rejimine tâbi tutulmasını istemek ulus bütünlüğünü
bozmaktan başka biçimde yorumlanamaz.
SPY'nın
89. maddesiyle; siyasal partilerin, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasal
görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi
amaç edinerek özel yasasında gösterilen görevleri yerine getirmek durumunda
olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare içinde yer almasına ilişkin
Anayasa'nın 136. maddesi hükmüne aykırı amaç güdemeyecekleri kabul edilmiştir.
Madde gerekçesindeki açıklamaya göre, bu hükümle sağlanmak istenen, Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın genel idare içindeki yerine dokunulmasının önlenmesidir.
Bu hükmün dayanağı, metninde de belirtildiği gibi, Anayasa'nın 136. maddesidir.
136. maddeye göre, genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı
lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasal görüş ve düşünüşlerin dışında
kalarak ve ulusça dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel yasasında
gösterien görevleri yerine getirecektir. Böylece, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
genel idare içindeki yeri güvence altına alınmış olmaktadır. 136. madde Diyanet
İşleri Başkanlığı'na, özel yasasıyla belirlenen görevleri yerine getirirken
gözetmesi gereken üç genel ilke göstermiştir ki bunlar "lâiklik ilkesi
doğrultusunda hareket etmek", "bütün siyasal görüş ve düşünüşlerin
dışında kalmak" ve "ulusça dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinmek"tir.
Bu suretle Diyanet İşleri Başkanlığı'nın özel görevlerini bu üç ilke
doğrultusunda yerine getirmesi sağlanmak istenmiştir.
Anayasa'nın
136. maddesi, 1961 Anayasası'nın 154. maddesinin bazı eklemelerle tekrarı
niteliğindedir. Gerek eski 154., gerekse 1982 Anayasası'nın 136. maddesi,
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren genel idare içinde yer alan bu kuruluşun
durumunu, toplumsal bir kurum olarak dinin ifade ettiği önemi göz önünde
tutarak aynen devam ettirme amacına yöneliktir. Anayasa'nın 136. ve SPY'nın 89.
maddelerinde sözü edilen özel yasa 22.6.1965 tarihinde kabul edilen 633 sayılı
"Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun"dur.
Yasanın genel gerekçesinde, hedef aldığı temel ilkeler arasında, Anayasa'nın
lâiklik, din ve vicdan özgürlüğü anlayışına uygun olarak genel idare içinde yer
alan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görev ve yetkilerini belirlemenin
bulunduğundan söz edilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı Cumhuriyetin
kuruluşunu takiben Evkaf ve Şer'iye Vekâletinin kaldırılması sonucu 1924
yılında 929 sayılı Yasayla kurulmuş, 1935 yılında 2800 sayılı Yasayla kuruluşun
görev ve yetkileri belirlenmiştir. Ancak, zaman içinde ortaya çıkan ihtiyaçları
karşılama amacıyla çeşitli hükümlerin eklenmesine rağmen, yine de Yasanın
yetersiz kalması yanında, güvenilir bilgilere sahip ve İslâm dininin yüksek
nitelikleriyle orantılı din görevlilerinin yetiştirilmesi, diğer yandan din
hizmetlerinin bir düzen altına alınması gereği yasakoyucuyu bu konuda yeni bir
düzenlemeye gitmeye zorlamıştır. Yüksek Mahkemenizin 21.10.1971 gün, E.1970/53,
K.1971/76 sayılı kararında da belirtildiği üzere, "... Diyanet İşleri
Başkanlığının Anayasada yer almasının ... birçok tarihi nedenlerin, gerçeklerin
ve ülke koşullarıyla gereksinmelerinin doğurduğu bir sonuç olduğunda kuşku yoktur.
.....
"Gerçekten,
Diyanet İşleri Başkanlığının Anayasada yer alması nedenleri, Anayasamızda kabul
edilen lâiklik düzen ve esaslarından ve bir Anayasa hükmü olan 154.
maddesindeki Diyanet İşleri Başkanlığının kanunda gösterilen görevleri yerine
getireceği yolundaki ibareden anlaşılmaktadır. Bunlara göre, Diyanet İşleri
Başkanlığının Anayasada yer alması şu zorunluluk ve nedenlere dayanmaktadır;
Dinin
devletçe denetiminin yürütülmesi, din işlerinde çalışacak kimselerin yetenekli
olarak yetiştirilmesi yoluyla dinî taassubun önlenmesi ve dinin toplum için
manevi bir disiplin olmasının sağlanması ve böylece Türk Milletinin çağdaş
uygarlık seviyesine erişmesi, yücelmesi ana ereğinin gerçekleştirilmesi gibi
nedenlere dayandığı gibi, aynı zamanda toplumun çoğunluğunun Müslüman bulunduğu
ülkemizde dinî ihtiyaçların karşılanabilmesi için dinî işleri görecek kişiler,
mabet ve başka maddi ihtiyaçların sağlanması ve bunların bakımı gibi konulara
yardım etmek nedenlerine de dayanmaktadır..."
Şu
halde, Anayasakoyucunun Diyanet İşleri Başkanlığının Anayasada ve idare örgütü
içinde yer almasını öngörürken takip ettiği öncelikli amacın, bize özgü lâiklik
anlayışı doğrultusunda din adamlarının yetenekli olarak yetiştirilmesi yoluyla,
toplumsal bir kurum olan dinin toplum yaşantısında bağnazlık oluşturarak
toplumun huzurunu tehdit etmesi sonucu kamu düzeninin bozulmasının önüne
geçmek, ayrıca dinin toplum yaşantısı içinde bir siyasal güç, odak oluşturarak
siyasal iktidarı denetlemesini engellemek olduğu anlaşılmaktadır. Bu şekilde,
bireyler veya bireylerin oluşturduğu "cemaat" adı verilen örgütlü
topluluklar, dinsel işlerin yürütülmesi, din adamlarının yetiştirilmesi, mabet
vesair ihtiyaçların karşılanması alanlarından olduğu kadar, siyasal etkinlik ve
egemenlik kurma olanaklarından da uzak tutulmuş olmakta, bireylerin dinsel
nitelikteki ihtiyaçlarının sağlanması işleri dağınıklıktan ve düzensizlikten
kurtarılarak, organize ve disiplinli bir biçimde tek elden yürütülmesi
gerçekleştirilmiş bulunmaktadır.
B)
Değerlendirme
Açıklanan
Anayasal ve yasal hükümlerin ışığı altında, davalı partinin programındaki bazı
bölümlerin değerlendirilmesinden şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:
Programda,
Türk, Kürt ve diğer azınlık halkların ortaklaşa yürüttükleri Kurtuluş Savaşı
ile Cumhuriyetin kuruluşunun sadece Türk egemenlik anlayışıyla
sonuçlandırıldığı; Cumhuriyetin ilk günlerinden bugüne kadar tekelci
iktidarların yapısının sivil ve asker bürokratlarla içiçe geçerek bütünleşme ve
işbirliği temelinde sürdürüldüğü, tekelci hâkimiyetin devam ettirilmesi için
Kürt halkının inkâr ve haklı taleplerini bütünüyle yok sayma temelinde
geliştirilen siyasal politikaların yürüdüğü; şöven, militarist propagandalar ve
imha politikalarının Kürt halkının en doğal demokratik hak ve isteklerine karşı
çıkılarak egemen "Türk" anlayışının korunduğu; başta Kürt halkı olmak
üzere diğer ulusal azınlıklara ve hatta Türk halkına da baskıları öngören
kapitalist sisteme bağlı devlet politikalarının "Çağdaşlaşma" ve
"Batılılaşma" adına sürdürüldüğü;
Partinin,
halkların barış ve kardeşliğinin egemen olduğu bir düzeni ve bu düzen içinde
özgür iradeye dayalı, kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesini öngördüğü;
halkların kardeşliği, birliği, dayanışması önündeki engellere karşı mücadele
edeceği, iç ve dış politikaların belirlenmesinde halkların ortak çıkarlarını
temel aldığı, Türk ve Kürt halklarıyla azınlıkların kendi dil ve kültürlerini
geliştirmeleri için tüm olanakları sağlayacağı, halkların temel eğitimini kendi
ana dilleriyle yapmalarını ve Türk ve Kürt halklarını toplumcu düzene götürmek
için ön koşul ve hazırlıkları öngördüğü; halkları bütün zenginlik kaynaklarının
sahibi olarak gördüğü; halkların birliğine ve çıkarlarına zarar veren her
türden teröre karşı mücadeleyi temel ilke olarak kabul ettiği; Türk ve Kürt
halklarının ve bütün azınlıkların çıkarlarını ifade eden bir halk meclisinin
yaratılmasını öngördüğü, bu meclisin halkların ulusal iradesini temsil edeceği;
ezilen, sömürülen halkların kendi kaderlerini tayin hakkına yönelik her türlü
saldırıya karşı olduğu; ülkeyi birlikte kuran Türk ve Kürt halklarının eşit ve
gönüllü birliğinden, Kürt sorununun İnsan Hakları Evrensel Bilgirgesi, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ve Helsinki Sonuç Belgesi hükümlerine uygun, barışçı
ve demokratik yönetmelerle çözümlenmesinden yana ve halkların eşit ve özgür
iradesi temelinde oluşturulacak demokratik bir çözüm için Kürt halkının
iradesine sonuna kadar saygılı olduğu; ülkedeki hukuk ve adalet mekanizmasının
Kürt halkının ulusal varlığını yadsıyan bir niteliğe sahip olduğu ifade edilmektedir.
Bu
ifadelerde ilk bakışta dikkati çeken husus, Türk ulusu bütünlüğünden ayrı bir
Kürt halkı ve diğer azınlıkların mevcut olduğunun belirtilmesi ve bu sözde
ayrılığın "halklar" ve "azınlıklar" deyimleriyle her
vesileyle ısrarlı bir biçimde vurgulanmasıdır. Türk ve Kürt halklarıyla diğer
azınlıkların Kurtuluş Savaşının ortaklaşa başarıya ulaştırmalarını takiben
kurulan Cumhuriyette Türk anlayışının egemen olduğu, Kürt halkının ve onun en
doğal demokratik hak ve istemlerinin inkâr edilip yok sayıldığı, Kürtlere baskı
uygulandığı, oysa kendilerinin Türk ve Kürt halklarının eşit ve gönüllü
birliğini savundukları Kürt sorununun uluslararası antlaşma ve belgeler
çerçevesinde ve halkların eşit ve özgür iradesi temelinde demokratik bir çözüme
kavuşturulması için Kürt halkının iradesine saygı duyduklarından; ayrıca
halkların barış ve kardeşliği, birliği, dayanışması, kendi kaderlerini tayin
hakkından söz edilmesi, Türkiye Devletinin ulusuyla bölünmez bütünlüğünü
zedeleyici niteliktedir. Bunlarla anlatılmak istenen Türk ulusu bütünlüğü
dışında Türk ve Kürt halkları olarak adlandırılan iki ayrı ulusun mevcut olduğu
ve partinin bu iki ulusun eşit şekilde muamele görmesi ve beraberliklerini
gönüllü olarak devam ettirmelerinden yana olduğudur.
Programdaki
"halklar" deyiminin "uluslar" ve özellikle "Kürt
ulusu" anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü, programın
"Partimizin Temel İlkeleri" ve "Ulusların Kendi Kaderlerini
Tayin Hakkı" bölümlerinde, halkların kendi bağımsızlık ve özgürlükleri için
yürüttükleri mücadelelerin desteklenmesinden; yine "Ulusların Kendi
Kaderlerini Tayin Hakkı" bölümünde, ezilen, sömürülen halkların kendi
kaderlerini tayin hakkına yönelik saldırılara karşı olmaktan söz edilmektedir.
Bağımsızlık, özgürlük ve kendi kaderini tayin hakkı gibi kavramlar sadece
uluslar için sözkonusu olabileceğinden, bölgesel veya yerel toplulukların
güncel tepki ve duygularının ifadesi anlamındaki "halk"ların
bağımsızlığı, özgürlüğü ve siyasal nitelikteki kendi kaderlerini tayin
hakkından söz edilemeyeceğinden, programda birçok defa tekrarlanan
"halklar" deyimiyle "uluslar", başka deyişle, Türk ulusu
bütünlüğü dışında başka ulusların, özellikle Kürt ulusunun varlığının
amaçlandığı sonucuna varmak gerekir.
İkinci
olarak, "Yasama ve Yürütme" bölümünde, partinin Türk ve Kürt
halklarının ve bütün azınlıkların çıkarlarını ifade eden ve halk meclisi olarak
adlandırılan bir yasama organının oluşturulmasını öngördüğü ve sözkonusu
meclisin halklarımızın ulusal iradesini temsil edeceği belirtilmektedir. Ulusal
iradeden söz edilmesi, o iradenin sahibi olduğu söylenen halkların, yani
çıkarlarının temsil edileceği söylenen Türk ve Kürt halklarının birbirinden
ayrı uluslar olarak kabul edildiğinin anlatımından başka bir şey değildir.
Diğer taraftan, "Basın-Yayın Özgürlüğü" bölümünde, basın-yayının
halkın politik, ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının savunulmasında,
halkların ulusal kimlik...lerinin doğru bir tarzda kavratılmasında... etkin bir
araç haline getirileceğine ilişkin ifadedeki "halkların ulusal
kimliği" ibaresinin anlamı, ulusal nitelikte kimliğe sahip olan halkın
bizzat o ulusu oluşturması demektir.
Üçüncü
olarak, "Hukuk ve Adalet" bölümünde, ülkemizdeki hukuk ve adalet
mekanizmasının Kürt halkının ulusal varlığını yadsıyan bir nitelikte olduğu
ifade edilmektedir ki burada da açık bir biçimde Kürt halkının ulusal
varlığından sözedilerek onların ayrı bir ulus oluşturduğu kabul edilmiş
olmaktadır.
Son
olarak, "Eğitim ve Kültür" bölümünde, "..Halk ve ulus olmanın
birinci ve temel unsuru dil olduğundan..." biçimindeki ibarede, her
ikisinin birinci ve temel ögesinin dil olduğu kabul edilen halk ve ulus
kavramlarının eş anlamda kullanıldığı görülmektedir.
Bütün
bunlar, programın çeşitli yerlerinde kullanılan "halk" sözcüğünün
aslında "ulus" kavramı yerine ve onu örtüp gizleme amacıyla tercih
edildiğini göstermektedir.
Anayasadaki
vatandaşlık anlayışı karşısında Kürtlerin, daha doğru deyişle, Kürt
kökenlilerin inkâr edilen doğal, demokratik hak ve istemlerinin ne olabileceği
sorusu akla gelmektedir. Din, mezhep, dil, etnik köken ayırımı gözetilmeksizin
her yurttaşın hukuk düzenince tanınmış siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel,
medeni vs. her türlü haktan sınırsız biçimde yararlanabildiği ülkemizde,
kimlerin hangi doğal ve demokratik hak ve istekleri yok sayılmaktadır' Sorunun
cevabını programda bulmak kabildir. Partinin bütün ezilen, sömürülen halkların
kendi kaderlerini tayin hakkına yönelik her türlü saldırıya karşı olduğu,
halkların kendi bağımsızlığı ve özgürlükleri için yürüttükleri haklı ve meşru
mücadelelerini desteklediği genel anlamda belirtildikten sonra "Kürt
Sorunu" başlığı altında konu somutlaştırılıp sözde Kürt sorununun
uluslararası sözleşme ve belgeler hükümlerine göre barışçı ve demokratik
yöntemlerle çözümlenmesinin benimsendiği vurgulanarak , partinin, halkların
eşit ve özgür iradesi temelinde oluşturulacak demokratik (vurgulama bizim) bir
çözüm için Kürt halkının özgür iradesine saygılı olduğu açıklanmaktadır. Bu son
ibareyle, Kürt halkı kendi kaderini belirleme hakkı çerçevesinde iradesini
kullandığı takdirde buna saygı gösterileceği belirtilerek, dolaylı yoldan doğal
ve demokratik halk olarak nitelenen kendi kaderini belirleme hakkının Kürtlere
tanınmadığı ileri sürülmektedir.
Belirtilen
bu anlatımlarla, Türk ve Kürt ulusları şeklinde bir ayırım ve Kürt halkının
kendi kaderini belirleme hakkını özgür iradesiyle kullanması, yani Kürtlerin
Türk ulusu bütünlüğünden kopması öngörülerek Anayasadaki ulus bütünlüğü
ilkesine aykırı bir görüşün savunulduğu anlaşılmaktadır. Oysa, Türkiye Cumhuriyetinde
birden fazla ulusun varlığından söz edilemez. Etnik kökeni ne olursa olsun, her
yurttaşın toplayıcı ve bütünleştirici bir anlayışın ifadesi olan "Türk
Ulusu"nun şerefli bir üyesi olması yerine bütünlüğü bozucu ve ırk esasına
dayanan ayrılık iddiaları Anayasa ve yasa hükümleri karşısında hoşgörü ile
karşılanamaz.
Davalı
partinin programı incelendiğinde; "...Kürt halkının en doğal demokratik
hak ve istemlerine karşı, bu şöven, militarist propagandalar, sürgün ve imha
politikaları daima öne çıkarılarak egemen "Türk" anlayışı korunmuş,
başta Kürt halkı olmak üzere diğer ulusal azınlıklara dahası Türk halkına da
baskıları öngören kapitalist sisteme bağlı devlet politikalarını
"Çağdaşlaşma" ve "Batılılaşma" adına sürdüregelmişlerdir....
"ÖZDEP,
emekçi sınıfların ve her türden meslek gruplarının, dinsel ve ulusal
azınlıkların kendi politik, ekonomik, mesleki ve kültürel çıkarlarını ifade
etmeleri için demokratik örgütlenme haklarını temel bir yaşamsal ilke olarak
görür ve anayasal güvence altına alır...
"Özgürlük
ve Demokrasi Partisi Kürt sorununun çözüme kavuşturulmasını demokrasinin temeli
kabul eder. Bu sorun Türkler ve Kürtlerin, demokrasiden yana olan herkesin
sorunudur.
"Özgürlük
ve Demokrasi Partisi Kürt sorununun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, İnsan
Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Helsinki Sonuç Belgesi hükümlerine uygun, barışçı
ve demokratik yöntemlerle çözümlenmesinden yanadır..." biçimindeki
anlatımların yeraldığı görülmektedir. Bu sözlerle Türkiye Cumhuriyetinde
birtakım dinsel ve ulusal azınlıkların varlığı dile getirilerek onlara siyasal,
ekonomik ve kültürel alanlarda örgütlenme hakkı tanınacağı ifade edilmekte,
Kürtler bir ulusal azınlık olarak nitelendirilerek bu azınlığın sorununun
çözümlenmesinin demokrasinin temeli ve Türklerle Kürtlerin ortak meselesi
olduğunun belirtildiği, partinin bu sorunun belirli uluslararası sözleşme ve
belgeler çerçevesinde çözümlenmesini savunduğu anlaşılmaktadır. Türkiye Devleti
topraklarında Lozan Barış Antlaşmasıyla kabul edilen "Müslüman olmayanlar"
ile Türk-Bulgar Dostluk Antlaşmasında öngörülen Türkiye'de yaşayan Bulgarlar
dışında ulusal ya da dinsel nitelikte azınlıklar bulunmadığına göre, programda
bu gibi azınlıklardan sözedilmesi Türkiye Devleti ülkesinde bu gibi
azınlıkların varlığını ileri sürmek anlamındadır. Bu anlatımlar, salt, ülkede
dil, din, ırk bakımlarından öteki kesimden ayrı özelliklere sahip topluluklar
bulunduğunun objektif olarak ileri sürülmesi niteliğinde olmayıp, daha ileri
gidilerek Kürtlerin de dahil edildiği bu toplulukların ayrılıklarını devam
ettirebilmelerine olanak sağlıyacak hukuksal güvencelere kavuşturulmaları, yani
"azınlık hukuku"ndan yararlandırılmaları benimsenip savunulmaktadır.
Bu ise, ulus bütünlüğüne aykırı olarak 81. maddenin (a) bendinde belirtilen
"azınlıkların bulunduğunu ileri sürmek" demektir.
Programda,
"Özgürlük ve Demokrasi Partisi, Kürt sorununun İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Helsinki Sonuç Belgesi
hükümlerine uygun, barışçı ve demokratik yöntemlerle çözülmesinden yanadır..."
denilmekte, ancak bu hükümlerin neler olduğu belirtilmemektedir. Esasen, sözü
edilen uluslararası belgelerde savunulan istikamette bir hüküm de mevcut
değildir. Bir uluslararası sözleşme olmayan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi
Türkiye'nin de olumlu oy verdiği ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul
edilmiş bir metindir. Kendiliğinden bağlayıcılığı yoktur. İnsan Haklarını ve
Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) ise genel
olarak İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde yer alan kişisel ve siyasal hakları
güvence altına almaktadır. Ancak bu sözleşme ile Türkiye tarafından onaylanmış
sözleşmeye ek protokollerde azınlıklar ve etnik gruplara ilişkin bir hüküm
bulunmamaktadır. Sözü edilen her iki uluslararası metinde düzenlenmiş olan hak
ve özgürlükler Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına dahil edilmişlerdir. Kaldı ki bu
belgelerdeki hak ve özgürlükler sınırsız değildir. İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesinin 29. maddesinde, "Herkes haklarını kullanmak ve
hürriyetlerden istifade etmek hususlarında ancak kanun ile sırf başkalarının
hak ve hürriyetlerinin tanınmasını ve bunlara saygı gösterilmesini sağlamak
maksadıyla ve demokratik bir cemiyette ahlâk, nizam ve genel refahın muhik
icaplarını karşılamak için tespit edilmiş kayıtlamalara tâbidir."
denilmiş, 30 maddesinde de, "işbu beyannamenin hiçbir hükmü, içinde ilan
olunan hak ve hürriyetlerin bir devlet, zümre veya fert tarafından yok
edilmesini güden bir faaliyete girişmeye veya bilfiil bunu işlemeye herhangi
bir hak gerektirir mahiyette yorumlanamaz." hükmü getirilmiştir. İnsan
Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesinin 11. maddesinin ikinci
fıkrası da, "Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplulukta zaruri
tedbirler mahiyetinde olarak millî güvenliğin, amme emniyetinin, nizamı
muhafazanın, suçun önlenmesinin ve ahlâkın veya başkalarının hak ve
hürriyetlerinin korunması için ve ancak kanunla tahdide tâbi tutulur.
Bu
madde, bu hakların kullanılmasında idare, silahlı kuvvetler veya zabıta
mensuplarının muhik tahditler koymasına mani değildir." şeklindeki hükmü
ile sözleşmede yer alan hak ve hürriyetlerin ulusal güvenlik, kamu güvenliği ve
düzenin korunması vs. amaçlarıyla sınırlanabileceğini kabul etmiş, 17.
maddesinde de, "Bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri bir devlete, topluluğa
veya ferde işbu sözleşmede tanınan hak ve hürriyetlerin yokedilmesini veya
mezkûr sözleşmede derpiş edildiğinden daha geniş ölçüde tahditlere tâbi
tutulmasını istihdaf eden bir faaliyete girişmeye veya harekette bulunmaya
matuf herhangi bir hak sağlandığı şeklinde tefsir edilemez." kuralını
getirmiştir.
Hukuksal
açıdan bağlayıcılığı ve uluslararası sözleşme niteliği bulunmayan Helsinki
Sonuç Belgesi, Avrupa'da II. Dünya Savaşı sonunda belirlenen sınırların ihlâl
edilmezliğini, devletlerin birbirlerinin içişlerine karışmaması, rejimlerin güç
kullanılması yoluyla karşı tarafa benimsetilmesi çabalarından kaçınılması
ilkelerini vurgulayan ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı
göstermeyi, ekonomik, bilimsel,insani konularda işbirliğini öngören bir anlaşmadır.
Anılan
uluslararası sözleşme ve belgelerde ve Türk Ulusu bütünlüğünün Türk ve Kürt
olarak ikiye ayrılması düşünce ve niyetine izin veren ve Kürt kökenli
yurttaşların azınlık sayılmasını gerektiren bir hükmün varlığından söz etmek
olanaksızdır.
Davalı
siyasal partinin programında, "Azınlıklar" başlığı altındaki,
"Partimiz ulusal ve dinsel azınların demokratik ve özgür ortamda kendi
dil, kültür...(lerini) özgürce geliştirebilmeleri için tüm olanakları
sağlar..."; "Eğitim ve Kültür" bölümünde, "...Halk ve ulus
olmanın birinci ve temel unsuru dil olduğundan, her halkın kendi ana diliyle
eğitim yapma olanağı sağlanacaktır. Bunun için eğitim alanlarında: ....Herkesin
temel eğitimini kendi ana diliyle yapması sağlanacaktır. İlkokuldan yüksekokula
dek her kademede ana dilde eğitim yapma fırsatı yaratılacaktır...";
"Hukuk ve Adalet" bölümünde, "...Yargılamada ana dil esas
alınacaktır..." şeklindeki hükümler dikkat çekici bulunmuştur.
Kabul
edilen bu ilkelere göre, herkesin kendi ana diliyle eğitim yapma olanağı temel
olarak benimsendikten sonra temel eğitimin ve hatta ilkokuldan yüksekokula
kadar yeralan her eğitim kademesinde herkesin kendi ana dilinde eğitim görme
fırsatının yaratılacağı belirtilmektedir. Bu ifadeler, temel eğitimde ve daha
sonraki eğitim kademelerinde ana dilin esas alınacağı anlamındadır. Eğitimin ve
özellikle temel eğitimin ana dilde yapılması Türkçeden başka dillerin ana dil
olarak okutulması ve öğretilmesi demektir ki bu husus Türkçe dışındaki dillerin
eğitim ve öğretim kurumlarında ana dil olarak Türk vatandaşlarına öğretilmesini
yasaklayan Anayasa'nın 42. maddesi ile çelişmektedir.
Diğer
taraftan, yargılama faaliyeti devletin temel fonksiyonlarından biridir.
Dolayısıyla, yargısal işlemlerin birer resmî işlem olduğunda kuşku yoktur. 4. maddesi
ile değiştirilmezlik koruması altına alınmış olan Anayasa'nın 3. maddesi
hükmüne göre, devletin dili Türkçe olduğundan resmî işlemlerin ve bu cümleden
olarak yargılama işlem ve faaliyetlerinin de Türkçe yapılması, bunları
belgeleyen tutanakların ve diğer her türlü yazıların Türkçe yazılması gerekir.
Bu anayasal zorunluluk karşısında, programda öngörüldüğü gibi, devletin temel
işlevlerinden olan yargılama faaliyetinde devlet dili yerine ana dilin esas
alınmış olması, Anayasa'nın devlet dilinin Türkçe olduğunu belirleyen 3.
maddesine aykırı bir durum yaratmaktadır.
Son
olarak, programdaki, partinin ulusal ve dinsel azınlıkların demokratik ve özgür
ortamda kendi dil, kültürlerini geliştirebilmeleri için tüm olanakların
sağlanacağı biçimindeki hüküm de ulusal azınlıkların varlığı kabul edildiği
gibi, bunların kendi dil ve kültürlerini geliştirebilmeleri için tüm
olanaklardan yararlanabilecekleri öngörülmektedir. Gerek bu hüküm, gerekse
yukarıda sözü edilen ve Anayasa'nın 42. maddesinin son fıkrası ile çelişen
eğitimde ana dil olanağının yaratılması ile Anayasa'nın 3. maddesine aykırı
bulunan yargılamada ana dilin esas alınacağına dair hükümler, SPY'nın 81.
maddesinin (b) bendinde yasaklanan Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve
kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi
üzerinde azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğünün bozulması amacını gütmek
demektir. Böylece Türk dili veya kültürü dışındaki dil veya kültürleri korumak,
geliştirmek yoluyla bir kısım yurttaşlarda ulus bütünlüğünden ayrı olarak
belirli bir azınlığa mensup oldukları ve böylece eğitimde ve yargılamada ana
dilin esas tutulması ve kendi dil ve kültürlerini geliştirebilmeleri için
azınlık haklarından yararlanmaları gerektiği biçiminde bir düşünce ve inanç yaratmağa
çalışılmaktadır ki böyle bir davranışın SPY'nın 81/b maddesine uygunluğundan
söz etmek olanaksızdır.
Davalı
partinin programında yer alan "Devlet din işlerine karışmayacak, din
cemaatlere bırakılacakatır." şeklindeki hüküm üzerinde durulması gerekmektedir.
Programda Devletin din işlerine karışmayacağının öngörülmesi, onun klâsik
lâiklik anlayışının gereği olarak örgütlenmesi, başka deyişle devletin dinsel
fonksiyonlar ifa edememesi anlamında algılanabilirse de, geleneksel olarak
Cumhuriyet dönemi anayasalarımıza yansıyan lâiklik anlayışının birtakım
zorunluluklardan kaynaklanan kendine özgü niteliği karşısında, bu ilkeye aykırı
biçimde, devletin din işlerinde kamu yararını sağlama amacıyla sahip olduğu
düzenleme yetki ve görevinden yoksun kılınması sonucunu doğuracak böyle bir
anlayışın Anayasa'ya uygun olduğunu söylemek mümkün değildir. Parti programında
kabul edildiği üzere devletin din işlerine karışmaması, dinin cemaatlere
bırakılması halinde, devletin kamu düzenini sağlama amacıyla ve inzibati düşüncelerle
dinî işlerin bir kesimine karışmasına olanak veren ve hatta bunu gerekli kılan
lâiklik ilkesi çiğnenmiş olacak, Cumhuriyet, onun nitelikleri arasında sayılan
ve değiştirilemeyeceği kabul edilen lâiklik niteliğinden soyutlanmış olacaktır.
Böyle bir sonucu doğuracak amacın güdülmesi SPY'nın 78/a maddesiyle yasaklanmış
bulunmaktadır. Diğer taraftan; yine bu şekilde Anayasa'da ve SPY'da genel idare
içinde varlığı öngörülen Diyanet İşleri Başkanlığının göreceği görevler ortadan
kalkacağından kendisinin hukuksal varlığına da ihtiyaç kalmayacak ve adı geçen
örgüt genel idare içinden Anayasa'nın 136. ve SPY'nın 89. maddesine aykırı
olarak tasfiye edilmiş olacaktır.
V-
Sonuç ve İstem
Yukarıda
yasal dayanakları ve gerekçeleriyle açıklandığı üzere, davalı partinin
programının bazı bölümleri Anayasanın başlangıç kısmı ile 2., 3., 14., 24.,
42., 68., 69. ve 136. maddeleri SPY'nın 78. maddesinin (a) bendi, 81.
maddesinin (a) ve (b) bentleri ve 89. maddesine aykırı nitelikte olduğundan,
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi'nin SPY'nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince
kapatılmasına karar verilmesini arz ve talep ederim." denilmektedir.
II-
DAVALI PARTİNİN ÖN SAVUNMASI
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi'nin 29.3.1993 günlü ön savunmasında aynen :
"1-
Usul Yönünden
1-
Dava Siyasal Partiler Kanunu 9 uncu maddesine aykırı açılmıştır.
Siyasal
Partiler Yasası'nın 9 uncu maddesinde Cumhuriyet Başsavcılığı kurulan
partilerin tüzük ve programlarının ve kurucuların hukukî durumlarını Anayasa ve
kanun hükümlerine uygunluğunu öncelikle ve ivedilikle inceler. Tesbit ettiği
noksanlıkların giderilmesini, lüzum göreceği ek bilgilerin gönderilmesini
yazıyla ister. Bu yazının tebliğ tarihinden başlayarak 30 gün içinde noksanlık
giderilmediği veya istenen ek bilgi ve belgeler gönderilmediği takdirde, siyasî
partilerin kapatılmasına dair hükümler uygulanır.
Bu
maddenin dayanağı Anayasa'nın 69 uncu maddesinin 5. bendidir. Hükmün amacı
Siyasal Partiler için bir güvence sağlamaktır. Siyasal Partilere açıklama veya
düzeltme olanağı vererek partinin kapatılma davasıyla yüz yüze gelinmesi
engellenmek istenilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Özgürlük ve Demokrasi
Partisi'ne Anayasa ve Siyasal Partiler Yasası'nın tanıdığı bu olanaktan
yararlandırmamıştır.
Siyasî
Partiler Yasası'nın 9 uncu maddesi gereğince açıklama ya da düzeltme isteminde
bulunmaksızın dava açılması hukuka ve usule aykırıdır.
2-
Bu davada yargılama duruşmalı yapılmalıdır.
2820
Sayılı S.P.K'nun 98 inci maddesinde siyasal partiler kapatılma davasının dosya
üzerinde inceleme yapılarak karara bağlanacağı ana kural olarak belirtilmiştir.
Ayrıca bu davalarda CMUK hükümlerinin uygulanacağı ve gerekli görüldüğü
hallerde ilgililerin ve diğer bilgisi olanların dinleneceği kabul edilmiştir.
Bu hüküm siyasal partiler hakkında açılan kapatma davalarında duruşma
yapılmayacağı sonucunu çıkarmaya elverişli değildir.
Konunun
önemi dikkate alındığında CMUK 387. maddesi uyarınca duruşma yapılmamasının
mahzurlu görülmesi halinde yargılamanın duruşmalı olarak yapılması
gerekmektedir. Her ne kadar CMUK 386 ncı maddesinde ceza kararnamesi ile ceza
verileceği belirtilmişse de bu cezaya itiraz etmek mümkündür. Oysa siyasal
partilerin kapatılmasına ilişkin hükümler kesindir. Bu nedenle toplumun belli
kesimlerini temsil eden siyasal partilerin kapatılması davalarında duruşma
yapılması gerektiği kanaatini taşımaktayız. Bu sebeple davamızın duruşmalı
olarak yapılmasını talep ediyoruz.
İddianamede;
1-
T.C. Devleti toprağı üzerinde Türk halkından ayrı olarak Kürt ulusunun olduğunu,
bu ulusun ulusal kurtuluş mücadelesini Türklerle beraber yürüttüğünü,
Cumhuriyeti beraber kurduklarını, Kürt ulusunun kendi kaderlerini kendilerinin
tayin etme hakkının olduğunu, kültürünü, dilini geliştirmek her yerde bu dilini
kullanabilmesi gerektiğini, demokrasi önünde en büyük engelin Kürt Sorunu
olduğunu bu sorunun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözümleneceği
belirtilmiştir.
2-
Din ve devlet işlerinin ayrılması Diyanet İşleri Bakanlığı'nın genel idare
içinde çıkartılacağı belirtilerek lâiklik ilkesine aykırı davrandığı;
Bu
nedenle ÖZDEP programının Anayasa'nın 2, 3, 14 ve 68 inci maddeleri ile Siyasal
Partiler Yasası'nın 68, 69 ve 78 inci maddelerine aykırılık oluşturduğunu
"Mihrak Olduğunu" belirterek Siyasal Partiler Kanunu'nun 101 ve 103
üncü maddesine göre kapatılması talep edilmiştir.
Hukuksal
Durum ve Dava
Bu
davanın hangi hukuksal durumla görüldüğünü anlamak için Anayasa, Siyasal
Partiler Yasası, uluslar arası hukuku, çağdaş demokrasilerde benzer durumları
ve ülkemiz gerçeğini incelemek gerekmektedir.
1-
12 Eylül Anayasası evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır:
1982
Anayasası evrensel hukuk ilkelerine ve toplumumuzun gerçeklerine aykırıdır.
1982 Anayasası antidemokratik nitelikler taşıması nedeniyle iktidar, bütün
muhalefet partileri ve toplumdaki bütün baskı gruplarınca değiştirilmesi
gerektiği genel kabul görmektedir. Bütün Siyasal Partiler Anayasa'nın
değiştirilmesi gerektiğini Anayasa'nın antidemokratik nitelik taşıdığını
evrensel hukuk realitesine aykırı olduğunu toplumsal ihtiyaçlara cevap
vermediğini, belirtmektedir.
Anayasa
Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör ÖZDEN "Bu Anayasa hukuka aykırıdır. Hukuka
aykırı yasa da Anayasa'ya uygun oluyor." diyerek Anayasa'nın Evrensel
hukuk ilkelerine aykırı olduğunu vurgulamıştır (Bugün Gazetesi 4.12.1991). Aynı
tarihli gazetede TBMM Başkanı Hüsamettin CİNDORUK da Anayasa'nın dar
yorumlanmaması gerektiğini ve Türkiye'nin imza koyduğu uluslararası
sözleşmeleri ve evrensel hukuk ilkelerini esas alması gerektiğini belirterek
Anayasa'nın evrensel hukuk ilkelerine aykırı olduğunu belirtmiştir.
Hükümet
programında da Anayasa'nın dokuz yıl içinde yaşlandığı, ülkenin
gereksinmelerinin tamamen gerisinde kaldığı, 12 Eylül'ün kalıntılarını
taşıdığını ve hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir.
23.3.1993
tarihinde iktidar ve muhalefet partileri Anayasa'nın demokratik olmayan
hükümlerinin değiştirilmesi için biraraya gelmiş ve görüş birliğine
varmışlardır. Koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Halkçı Parti Genel Başkanı,
Başbakan Yardımcısı Erdal İNÖNÜ Partisinin Anayasayı tamamen değiştireceğini
sürekli olarak vurgulamaktadır. Başbakan Süleyman DEMİREL 9.12.1991 tarihinde
Cumhuriyet Gazetesi'nde çıkan bir demecinde "Paris Şartına uygun yeni bir
Anayasa yapılması gerektiğini" belirtmiştir.
1982
Anayasası her ne kadar % 92 oy ile kabul edilmiş ise de bu Anayasa 1982 yılının
özel koşullarında ve halkın iradesi darbeciler tarafından ipotek altına
alınarak anti-demokratik bir oylama sonucu kabul edilmiştir. Ancak, toplumun
büyük bir çoğunluğunca bugün kabul edilmemektedir. Meşruluğu tartışılmaktadır.
Parti
bu Anayasa hükümlerine dayanılarak kapatılmak istenilmektedir. Anayasa
Mahkemesi Başkanı'nın "Hukuka aykırı"dır dediği Yasa'ya dayanılarak
Parti'nin kapatılması toplum vicdanını zedeler. Sayın Yüce Divandan evrensel
hukuk ilkelerine göre kapatma davasının incelenmesini, veya Anayasa'nın
evrensel hukuk ilkelerine göre yorumlanarak, dar yorumlanmamasını davamız
açısından talep ediyoruz.
2-
Siyasal Partiler Yasası Anayasa'ya aykırıdır. Siyasal Partiler Yasası
Anayasa'nın geçici 15 inci maddesinde beklenen himayeden yararlandığı için;
Anayasa hükümlerinin evrensel hukuk ilkelerinin davaya uygulanması
gerekmektedir.
Siyasal
Partiler uyacakları esaslar Anayasa'nın 69 uncu maddesinde belirtilmiştir.
Anayasa'nın 14 üncü maddesinde belirtilen genel sınırlamalar dışına çıkamazlar.
Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri,
"-
Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak için,
-
Türk Devleti ve Cumhuriyeti'nin varlığını tehlikeye düşürmek,
-
Temel hak ve hürriyetleri yok etmek,
-
Devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın
diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya din, dil, ırk ve
mezheb ayrımı yaratmak,
-
Veya sair herhangi bir yolda bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni
kurmak amacıyla kullanamaz" denilmektedir.
Anayasa
kapatma nedenlerini yukarıdaki şekilde sınırlamıştır. Bu sınırlama Siyasal
Partiler için güvence oluşturmaktadır. Siyasal Partiler Yasası 68, 69 ve 78
inci maddeleri Anayasa'nın 14 üncü maddesindeki genel sınırlamayı
genişletmiştir. Siyasal Partiler Yasası 78 inci maddesi ideolojik beyanname
niteliğindeki Anayasa'nın başlangıç bölümünü kapatma nedeni saymış, dil,
bayrak, millî marş ve başkente ilişkin hususları kapatma nedenleri arasında
saymıştır.
Siyasal
Partiler 81 inci maddesinde de Anayasa'nın kapatma nedenleri dışına
çıkılmıştır. Millî veya dinî kültür veya mezhep veya dil farklılığına dayanan
azınlıkların bulunduğu ve bunlar arasında ayrım gözetilmeyeceği hükmü
Anayasa'nın 10 uncu maddesinde belirtilmişken SPY'nin 81 inci maddesinde
bunların varlığını söylemenin kapatma nedeni olduğu belirtilmiştir.
Siyasal
Partiler 81 inci maddesinde farklı dil, mezhep ve dinin olduğunu söylemenin
kapatma nedeni olduğu belirtilmiştir. Bir ulusun varlığı, bu ulusun dili, ayrı
bir dinin olması sosyolojik bir gerçekliktir. Bunu yok saymak subjektif olarak
mümkünse de objektif olarak mümkün değildir. Yani 81 inci madde sosyal
gerçekliğe aykırıdır. Siyasal Partiler Yasası'nın 69 uncu maddesi "kanunla
yasaklanmış" dillerden bahsetmektedir. Yani Türkiye'de başka dillerin ve
ulusun olduğunu dolaylı biçimde yasa kabul etmiştir. Bu dil ve ulusu
Türkiye'deki iktidar ve muhalefet tanımıştır. Bu yasak Türkiye'nin toplumsal
yapısına aykırıdır. Demokratik, barışçıl yöntemlerle sorunun çözümlenmemesi
demokrasi dışında çözümler üretmeye zorlamaktadır.
2820
Sayılı SPY Anayasa'nın 10, 11, 12, 13, 14, 66, 68, 69 uncu maddelerine
aykırıdır. Anayasa'nın geçici 15 inci maddesi iptali mümkün kılınmamaktadır.
Ancak üstün olan Anayasa'nın hükümleri karşı karşıya geldiğinde Anayasa
hükümlerinin uygulanması gerektiği kanısındayız. Anayasa Mahkemesi'nin Siyasal
Partiler Yasası'nın Anayasa'ya aykırı hükümlerinin yerine Anayasa ve
Türkiye'nin imzaladığı uluslararası sözleşme hükümlerinin uygulanmasını talep
ediyoruz.
Siyasal
Partiler Yasası ve Toplumsal Meşruluk
Bugün
Türkiye'nin Siyasal ve toplumsal yapısı 12 Eylül kalıntısı olan mevzuatın lafzı
yorumunu aşmıştır. Artık fiili hukuk doğmuştur. Siyasal Partiler Kanunu'nun 81
inci maddesi Siyasal ve toplumsal ihtiyaçlara cevap vermemektedir. Bu maddenin
uygulanması halinde Türkiye'de pek çok siyasal partinin kapatılmayla karşı
karşıya gelmesi mümkündür.
Siyasal
Partiler Yasası 81 inci maddesi,
Siyasal
Partiler,
a-
Millî veya dinî veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar
bulunduğunu ileri süremezler.
b-
Türk dilinden veya kültüründen başka dil veya kültürleri korumak, geliştirmek
veya yaymak... amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette bulunamazlar
denmektedir.
Fiili
Durum incelendiğinde;
Hükümet
programı,
"Yurttaşlar
arasında kültür, düşünce, dil ve köken farkları olması doğaldır. Çeşitli etnik,
kültürel ve dile ilişkin kimlik özelliklerini özgürce ifade edebilecek, özenle
korunabilecek ve rahatça geliştirebilecektir."
"...
Herkesin kendi anadilini, kültürünü, tarihini, folklörünü dinî inançlarını araştırması,
koruması ve geliştirmesi temel insan hak ve özgürlüğü kapsamı içindedir."
denmektedir.
SHP
Merkez Yürütme Kurulu raporunda; "Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da
yaşayanların Kürt kökenli olduğu" belirlendikten sonra, Kürt kökenli olan
yurttaşların, kimliklerini her alanda özgürce geliştirme imkânı tanınması
gerektiği belirtilmektedir.
Yasalar
her ne kadar Kürt kimliğini yasaklamışsa da fiilen Kürt kimliği tanınmakta
Türkiye Cumhuriyeti'nin tabu saydığı giderek zorlama teorilerle "Dağ
Türk"ü "Kart-Kurt" vs. yaklaşımlarla bugüne kadar inkâr ettiği
şöven ırkçı politikalar bırakılma yönünde artık Güneydoğu ve Doğu Anadolu Kürt
halkının olduğu genel kabul görmekte iktidarıyla muhalefetiyle yeni çözümler
aranmaya başlanmıştır.
-
Sayın Cumhurbaşkanı
"Kuzey
Irak'tan gelen Kürtler bizim ülkemizin Doğu ve Güney Doğu Anadolu
Bölgelerindeki vatandaşlarımızın akrabalarıdır" daha sonra "...Ben de
Kürt kanı olabilir" ve nihayet "federasyon bile
tartışılabilir..." demektedir.
-
Sayın Başbakan "Kürt Realitesini" tanımaktadır.
-
Sayın Vahit HALEFOĞLU da;
"Bugüne
kadar Kürtlerin varlığını inkâr ettik yok saydık.
Uydurma
tezler ürettik ve şimdi kabul ettik..." demektedir.
-
Televizyon 6 ncı kanalı 15.11.1992 tarihli haber programının adını "Kürt
Sorunu" koymaktadır.
Sayın
İçişleri Bakanı İsmet SEZGİN 23.03.1993 tarihli SHOW TV deki açık oturumunda
Kürtlerin kimlik, dil ve kültürel özgürlüklerine ilişkin sorunların
tartışılacağını Anayasal değişikliklerinin yapılacağını belirtmiştir.
Yani
fiili durum var olan mevzuatımızı aşmıştır. Ve Çifte standart uygulanmaması
halinde Türkiye'de faaliyet yürüten MHP, DSP dışındaki Siyasal Partiler
hakkında da kapatılma davası açılmasını gerektirmektedir.
Yukarıya
aldığımız ifadeler ile, Başsavcılığın iddianameye aldığı ÖZDEP programındaki alıntılar
karşılaştırıldığında bir farklılık bulunmamaktadır. Bu nedenle Hükümeti kuran
SHP ve DYP'nin kapatılması için Başsavcılığın dava açması gerekmektedir. Aksi
takdirde çifte standart uygulanmış olacaktır.
Siyasal
Partiler, Parlamenter Demokrası, Düşünce ve Örgütlenme Özgürlüğü
"Siyasal
parti dinamik bir organdır. Siyasal vücudun doktrin ve eylemleriyle örülü
ideolojisi canlı tutar. Dinamizm belirli bir siyasal sistemle sınırlı olamaz.
Demokratik
siyasal yaşamda, düzen değiştirici Parti programlarıda vardır. Ve bu
Anayasa'nın güvencesi altındadır..." (Zafer Tunaya Siyasî Kanunlar ve
Anayasa)
Aynı
eserinde Tunaya "kişi, konusunun fikirlerini ve davranışlarını nasıl
beğenmeyebilirse, hükümetin icraatını da" eleştirebilir. Değişmesini
isteyebilir. Hatta içinde yaşadığı düzene başkaldırabilir. O zaman muhalefet
siyasallaşır..."
Şu
halde "muhalif", yada "siyasal muhalefet" deyince akla
geniş anlamda, siyasal iktidarı ellerinde bulunduranlara karşı olma yada karşı
çıkma olgusu gelir...
"...
Muhalefetin hukuk düzeyinde kabul edilip korunması rejimleri, bugün için,
birbirinden ayıran en önemli ölçüttür..."
"İnsanlar
tek ve resmî ideolojinin egemenliğinde yönetiliyorsa, o zaman her türünden
düşünceleri açıklama ve örgütlenme bir haktır ve serbesttir. Bu çeşitliliği ve
çoğulcu bir siyasal hayatı gerektirir. Çünkü daha demokratik siyasal hayat
açıktır ve çoğulcudur."
"İktidar
ve Muhalefet toplumsal düzen içinde anlaşmışsa sorun yoktur..." Şimdi
örneği değiştirelim. İktidardaki merkez partisi seçimleri kaybetse iktidara
komünist ya da faşist parti geçse, sınırsız çok partili rejim içinde, faşist ya
da komünist partinin kurulması yasal olduğuna göre, yeni iktidar ilke olarak,
toplumsal düzeni değiştirecektir. Bu örnekte de, düzen içinde çalışan bir
muhalefet, düzene karşı çalışmıştır. Ve düzen eskisi gibi devam etmeyecektir.
Her
iki örnekte de muhalefet yasal planda, yani düzen içinde görülmektedir.
Sf-88-344-345-346-347.
Yukarıda
aldığımız uzun alıntıda ve diğer bilimsel yayınlarda da düzen içinde ve
demokratik barışçıl yöntemlerle düzen değişikliğini savunmak bu yönde
örgütlenmek mümkündür. ÖZDEP siyasal iktidardan demokrasiyi "Milletin ve
ülkenin bölünmez bütünlüğü ile lâiklik anlayışını farklı yorumlamaktadır.
Anayasa'nın başlangıç hükümleri ideolojik belge niteliğindedir. Anayasa'nın bu
ideolojisini ÖZDEP diğer siyasal partilerden farklı tanımlamakta ve
yorumlamaktadır. Ve çözüm önerilerini de bu tanımlama ve yorumlamaya bağlı
olarak geliştirmektedir.
Anayasa'nın
ideolojisini kabul etmek zorundamıyız'
Anayasa
Mahkemesi 1963 yılında verdiği bir kararda, Anayasa'ya uygun düşünmek zorunda
olduğumuzu, demokratik temel hak ve özgürlükleri bu ideolojiye uygun olarak
kullanabileceğimizi belirlemiştir. Düşünce hürriyeti tarihini incelediğimizde
iktidarı elinde bulunduran egemenler kendi düzenlerine karşı gelişen muhalefeti
bastırmak için kendilerine meşruluk dayanağı aradığı görülmektedir. İlk
dönemlerde siyasal iktidara muhalefet eden güçler iktidarın Tanrıdan krala
verildiği belirtilerek muhalefet tanrıya karşı gelmekle suçlanmıştır. Daha
sonraki dönemlerde Muhalefet komünistlikle suçlanarak bastırılmıştır. TCK'nun
141, 142. maddeleriyle ilgili Türkiye'deki uygulamalarda bunu göstermektedir.
"Cinsel Özgürlüğü", "Şeriat Düzeni" isteyenler komünizm
propogandası yapmakla suçlanmıştır.
Türkiye'de
son dönemde iktidara muhalefet eden resmî ideoloji dışında çözüm üreten baskı
grupları bölücülükle suçlanmaktadır. Amaç muhalefeti bastırmaktır. HEP ile
ittifak eden SHP hakkında da bölücülük suçlamasında bulunulmuştur.
Yukarıya
aldığımız uzun alıntıda belirlendiği gibi düzen üzerinde mutabık kalındıktan
sonra düzenin değiştirilmesini savunan siyasal partilerin kurulması da
mümkündür. ABD yüksek mahkemesi 1945 yılında verdiği bir kararında "Halkı
zararlı düşüncesine karşı korumak devletin ne görevidir ne de hakkıdır. Anayasa
koyucuları bizim adımıza doğruluk ile yanlış arasında bir ayrım yapmak için hiç
bir yönteme güvenmediklerinden gerçeği aramakta herkesin klavuzu yine kendi
olmak gerekir..." (H.ÇELENK 98.14)
Yüksek
Mahkeme 1957 tarihli kararında benzer görüşlere yer vermiştir. Federal
Almanya'da Anayasa çok sert hükümler tanımasına rağmen ayrı görüşleri kabul
etmektedir.
Türkiye'de
kapatılan siyasal partilerin kapatılma gerekçeleri Anayasa'nın ideolojisini
benimsememeleri, demokrasiyi Anayasa koyucuları gibi yorumlamamalarıdır. Ve
Anayasa'nın anti-demokratik olan yasalarını değiştirmek istemeleridir. Aşağıda
daha geniş açıklayacağımızdan sadece bir örnek vermekle yetiniyoruz. Lâiklik
ilkesi Batı toplamlarında uzun mücadeleler sonucu kabul edilmiştir. ÖZDEP batı
demokrasilerindeki yorumlanışının toplum ihtiyaçlarına uygun olduğunu
düşünmektedir. Bu yorumlanış nedeniyle ÖZDEP hakkında kapatılma nedeni
sayılmaktadır.
Yukarıda
da açıkladığımız gibi, Anayasa'nın ideolojisinin benimsenmesi halinde, örneğin
lâikliği iddia makamı gibi yorumlamak için Anayasal güvenceye gerek yoktur.
Pozitif hukukta zaten böyle yorumlanmaktadır. Demokratik toplum düzeninden
bahsetmek için farklı yorumlama özgürlüğünün olması gerekmektedir.
Demokratik
çoğulcu bir toplumda resmî ideolojinin tanımlandığından farklı olarak
kavramları tanımlamanın kapatılma davası konusu edilmesi "azınlık
hakkı"nın tanınmaması anlamını ifade eder. Düşünce ve örgütlenme
hürriyetinin olmadığı bir toplum özgür bir toplum değildir.
"Devletin
ülkesi ve milletin bölünmez bütünlüğü"
"Egemenlik
kayıtsız şartsız Türk Milletinindir" ilkesinin bir sonucudur. Bu ilke
milletin kendi ülkesi üstünde en üstün güç olduğunu ve dışa karşı ise
bağımsızlığı ifade etmektedir.
Yukarıya
aldığımız bu iki ilke 12 Eylül darbecileri gibi yorumlandığı takdirde,
a-
Ülke-Ulus-Devlet ve devlet bütünleştiğinden vatan ve toprak bütünleştiğinden
"Dolayısıyla ne kadar küçük olursa olsun ülke topraklarından bir parçanın
yabancılara terkedilmesi... Anayasa'nın 3 üncü maddesindeki
"Bölünmezlik" böyle bir egemenlik devrine elverişli sayılabilecek
şekilde değiştirilmesi gerekir"
(M.
Sosyal Anayasa'nın anlamı Sf. 181)
b-
Yerel yönetimlerin geliştirilmesi de bu ilkeye ters düşmektedir.
c-
Federal sistem olanaksızlaşır.
d-
AET'ye girmek istemek bu ilkeye aykırıdır.
Yukarıda
da belirttiğimiz gibi, Türkiye'de yabancı üstler var. Dışişleri bakanı
"ABD öyle istedi" diyebilmektedir. Ayrıca Türkiye AET'ye girmek için
büyük çaba harcamaktadır.
Millet
kavramını Anayasa koyucu "vatandaşlık bağıyla" tanımlanmıştır. Ancak
halkların mozayiği durumundaki Anadoluda özgür yaşamak, hak ve ödevlerden
yararlanmak için "Ne Mutlu Türküm" demek gerektiğini ısrarla
belirlemektedir. T.C. vatandaşı olmak ayrı şeydir. Türk kökenden olmak farklı
şeydir. Kimliğinin yok sayılmasını hiç bir sosyolojik topluluk, şimdiye kadar
hiçbir toplumda kabul etmemiştir.
Çağdaş
demokrasiler incelendiğinde, Almanya, Hollanda, Belçika, İsveç, İsviçre vs.
ülkelerde birden fazla halkın birlikte yaşadığı görülmektedir. Bu halklar kendi
kültürlerini
geliştirmekte,
kendi dillerini kullanabilmektedir. Halkların kendi dillerini, kültürlerini,
özgürce geliştirmeleri bu ülkeleri bölmedi.
Demokratik
olmayan, yasakçı, baskıcı, otoriter toplumlarda ise, halklar uluslaşma ile
tanıştıktan sonra iç savaşlar çıktı, kanlı çarpışmalardan sonra bağımsız küçük
devletler oluşmaya başlamıştır.
ÖZDEP
çağdaş demokratik hukuka saygılı ve hoşgörülü bir toplum düzeni istemektedir.
Çözümleri barışçıl ve demokratiktir. Bölücülük bölge halkını potonsiyel suçlu
olarak görmekte ve otoriter devlet yapısından kaynaklanmaktadır. ÖZDEP siyasal
iktidarların bölücü politikalarına karşı halkların gönüllü birlikteliğini savunmaktadır.
ÖZDEP
lâiklik ilkesini tarihsel gelişmesine göre geldiği en son evredeki biçimiyle
yorumlamaktadır. Lâiklik "Din ve Devlet İşlerinin birbirinden ayrılması
olarak" tanımlanmaktadır. ÖZDEP bu ilkenin tanımına göre Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın Genel İdare içinde olmaması gerektiği kanaatindedir. Siyasal
partiler
Yasası'nda
belirtilen lâiklik anlayışı Türkiye'nin toplumsal yapısına uygun düşmemektedir.
1982 Anayasası'nın kabülünden sonra toplumda şeriata hızlı bir yönelme
olmuştur. Bunun nedeni Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare içinde
olmasıdır. İmam hatip liselerinden mezun olanlar devletin kilit noktasına
yerleşmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla Hanifi mezhebinin
propogandası yapılmaktadır. Din dersleri zorunlu okullarda kabul edilmiş ve bu
derslerde Hanifi mezhebinin kabulüne göre İslam yorumlanmaktadır. Alevi
köylerinde camiler yapılmaktadır. Güneydoğu ve Doğu Anadoluda irşat
toplantıları devlet tarafından yapılmaktadır. Devlet 12 Eylül'den sonra Kürt
kökenli vatandaşların yaşadığı bölgelerde uçaklarla şeriat bildirilerini
atmaktadır. ÖZDEP bu yanlış anlayışa Lâiklik ilkesinin çağdaş yorumlayışıyla
çözüm üretmektedir. Bu nedenle kapatma davasının red edilmesi gerekmektedir.
Sonuç
ve İstem
1-
Anayasa'nın geçici 15 inci maddesinin davamızda uygulanmaması, Siyasal Partiler
Kanunu Anayasa'ya aykırı olduğundan yukarıda belirttiğimiz Siyasal Partiler
Kanununun 68, 69 ve 78 inci maddelerinin iptaline,
2-
Siyasal Partiler Kanunu Anayasa'nın geçici 15 inci maddesindeki himayeden
yararlanılmasına karar verildiği takdirde, üstün olan Anayasa hükümleri ile,
Türkiye'nin imzaladığı uluslararası sözleşme hükümleri ile evrensel hukuk
ilkelerinin davamızda uygulanmasına,
3-
Dava Siyasal Partiler Kanunu'nun 9 uncu maddesine uyulmadan açıldığından
dosyanın Cumhuriyet Başsavcılığı'na iadesine,
4-
Siyasal Partiler Kanunu'nun 98 inci maddesi delaletiyle CMUK 387 nci maddesinin
uygulanarak duruşma yapılmasına,
5-
Parti hakkında açılan kapatma davasının reddedilmesine karar verilmesini
saygılarımızla talep ediyoruz.
6-
Esas hakkındaki savunmamızı saklı tutuyoruz." denilmektedir.
III-
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI'NIN ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 11.5.1993 günlü, SP.42.Hz. 1993/10 sayılı Esas
Hakkındaki Görüşünde aynen:
"Davalı
Özgürlük ve Demokrasi Partisi hakkında 29.1.1993 tarihli iddianamemizle açılan
dava dolayısıyla Yüksek Mahkemenizce istenilen esas hakkındaki görüşümüz
aşağıda sunulmuştur. Ancak, öncelikle şu konuyu açıklamamız gerekir; Her ne
kadar ön savunmanın 2. sayfasında, davalı parti programının Anayasa ve Siyasî
Partiler Yasası (bundan böyle SPY olarak belirtilecektir)nın kimi maddelerine
aykırı olduğu ve bunun bir mihrak oluşturduğu nedeniyle SPY'nın 103. maddesi
uyarınca kapatılmasının talep edildiği ifade edilmekte ise de, davanın hangi
kapatma sebeplerine dayandığı iddianamenin "dava" ve "sonuç ve
istem" bölümlerinde belirtilmiş olup, gerek bu bölümlerde, gerekse metin
kısmında mihrak oluşturmaktan ve SPY'nın 103. maddesinden hiçbir şekilde söz
edilmediğinden, ön savunmadaki bu beyanların gerçekle ilgisi bulunmamaktadır.
Ön
savunmada ileri sürülen belli başlı hususlara karşı Cumhuriyet
Başsavcılığımızın görüşleri şöyledir:
1-
Davanın SPY'nın 9. maddesine aykırı olarak açıldığı iddiası;
Anılan
yasanın sistematiğine göre, 9. maddenin, siyasî partilerin teşkilatlanması
başlıklı ikinci kısmının, kuruluş aşamasına ilişkin hükümleri içeren birinci
bölümünde yer aldığı ve "Cumhuriyet Başsavcılığının partilerin kuruluşunu
denetlemesi" matlabını taşıdığı görülmektedir. Bu madde hükmü uyarınca,
Cumhuriyet Başsavcılığı, kurulan partilerin tüzük ve programlarının ve
kurucularının hukukî durumlarının Anayasa ve yasa hükümlerine uygunluğunu ve belgelerin
tamam olup olmadığını inceler. Bunlarda herhangi bir eksikliğin tesbit edilmesi
halinde giderilmesini, ayrıca ek bilgi veya belgeye lüzum görürse
gönderilmesini ister. Eksikliğin belirli süre içinde giderilmemesi ya da
istenen ek bilgi ve belgelerin gönderilmemesi halinde, siyasî partilerin
kapatılmasına ilişkin hükümler uygulanır. Bu hükümle Cumhuriyet Başsavcılığının
partileri denetleme görevinin içeriği ve sınırları belirlenmiş olmaktadır. Şu
halde, kurulan partilerin tüzük ve programlarının ve kurucularının hukuksal
durumlarının Anayasa ve yasa hükümlerine aykırı olması ile verilmesi gerekli
bilgi ve belgelerde eksiklikler tesbit edilmesi durumları arasında fark
gözetilmiş ve her biri ayrı hukuksal sonuçlara bağlanmış olmaktadır. Yani,
Cumhuriyet Başsavcılığınca tesbit edilen eksikliklerin giderilmesi, lüzumlu
görülen ek bilgi ve belgelerin gönderilmesi yazıyla istenmedikçe, bu nedenle
siyasal partilerin kapatılmasına dair hükümlerin uygulanamamasına, başka
deyişle, yazılı istemin dava açmanın ön koşulu niteliğinde olmasına karşılık;
kurulan partilerin tüzük ve programları ile kurucularının hukuksal durumlarının
Anayasa ve yasa hükümlerine aykırı olmaları nedeniyle kapatılmaları için dava
açılması, 104. madde hükmü dışında, böyle bir ön koşulunun varlığına bağlı
tutulmamıştır.
Öte
yandan; anılan maddedeki, Cumhuriyet Başsavcılığına verilen, kuruluş aşamasında
tesbit edilen eksikliklerin giderilmesi ya da gerekli görülen ek bilgi ve
belgelerin gönderilmesi için yazılı istemde bulunma ödevinin, tüzük ve
programlarının tamamen veya kısmen SPY'nın dördüncü kısmındaki yasaklamalara
aykırı olması halinde de geçerli olduğu kabul edilecek olursa, bu koşul yerine
getirilmedikçe 100. ve 101. maddelerdeki nedenlerle doğrudan kapatma davası
açılması olanaksız hale gelecektir ki böyle bir sonucun SPY'nın kabul ettiği
esaslarla çeliştiğinde kuşku yoktur. Yüksek Mahkemenizin 25.10.1983 gün,
E.1983/2 (Parti Kapatma), K.1983/2 sayılı; 8.12.1988 gün, E.1988/2 (Siyasî
Parti Kapatma), K.1988/1; 10.7.1992 gün, E.1991/2 (Siyasî Parti Kapatma),
K.1992/1 sayılı kararları da bu yoldadır.
Bu
durum karşısında, Cumhuriyet Başsavcılığımızca davalı parti hakkında açılmış
olan dava, SPY'nın dördüncü kısmında yer alan 78. maddenin (a) bendi, 81.
maddenin (a) ve (b) bentleri ve 89. maddesine dayanmakta olup 101. maddenin (a)
bendi gereğince kapatılması istenmekte olduğundan, davanın SPY'nın 9. maddesi
gereğince Cumhuriyet Başsavcılığımızca uyarı yapılmadan açılmış olduğuna
ilişkin davalı partinin savunması yerinde değildir.
2-
Yargılamanın duruşmalı olarak yapılması isteği;
Anayasanın,
Anayasa Mahkemesinin çalışma ve yargılama usullerini düzenleyen 149. maddesinin
son fıkrasında, Mahkemenin Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan
işleri dosya üzerinde inceleyeceği hükmü kabul edilmiştir. Aynı kural, SPY'nın
98. maddesinin ilk fıkrasında kapatma davasından açıkça söz edilmek suretiyle
tekrarlanmış, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Yasanın 33. maddesinde de Anayasadaki hükme paralel olarak siyasal
partilerin kapatılmasına ilişkin davaların Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası
hükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde incelenip karara bağlanacağı
esası getirilmiştir.
Ancak,
gerek SPY'nın, gerekse 2949 sayılı yasanın sözü edilen maddelerinde, Anayasa
Mahkemesine, gerek gördüğü durumlarda sözlü açıklamalarını dinlemek için
ilgilileri ve konu hakkında bilgisi olanları çağırma yetkisi tanınmış
bulunmaktadır. Öngörülen usulde, kapatma davalarında Ceza Muhakemeleri Usulü
Yasasının uygulanacağı kabul edilmiş, ancak duruşma yapılması öngörülmemiştir.
Uygulanacak yöntem yönünden Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasına gönderme
yapılması, o yasada yer alan her yargılama kuralının uygulanması anlamında
olmayıp, "duruşma" dışında davanın bünyesine uygunluk gösteren
kuralların uygulanacağını belirtmek amacıyladır. Birer özel yargılama hukuku
hükmü niteliğinde olan ve kamu düzenini ilgilendiren bu Anayasal ve yasal
düzenleme karşısında, Yüksek Mahkemenize ilgilileri dinleme yetkisini kullanma
bakımından tanınmış olan takdir hakkı saklı kalmak üzere, parti kapatma
davalarında duruşma açılması mümkün bulunmadığından, davalı partinin bu yöne
ilişkin isteğinin reddi gerekir.
3-
Anayasanın geçici 15. maddesinin davada uygulanmaması, SPY'nın 68, 69 ve 78.
maddelerinin iptali isteği;
SPY'nın
tamamının ya da kimi maddelerinin Anayasaya aykırı olduğunun ileri sürülmesine
veya bu hususun re'sen nazara alınmasına Anayasanın geçici 15. maddesinin son
fıkrası hükmü olanak vermediğinden, ön savunmada, öncelikle bu hükmün davada uygulanmaması
istenmektedir. Sözü edilen hükümde, maddenin birinci fıkrasında belirtilen
12.9.1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süreye gönderme
yapılarak, bu dönem içinde çıkarılan yasaların, yasa hükmünde kararnamelerin ve
2324 sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Yasa uyarınca alınan karar ve tasarrufların
Anayasaya aykırılığının iddia edilemeyeceği belirtilmiş ve böylece yetkili
organca kaldırılıncaya veya değiştirilinceye kadar Anayasaya uygunluk denetimi
yoluyla bu hükümlerin tartışılmasının önlenmesi biçiminde bir siyasal tercih
ortaya konmuştur.
Yüksek
Mahkemenizin 10.7.1992 gün, E.1991/2 (Siyasî Parti Kapatma), K.1992/1 sayılı
kararında belirtildiği gibi, yasaların yorumlanması ve uygulanmasında bir yasa
kuralının ihmalinin söz konusu olabilmesi için aynı konuyu düzenleyen ve
birbiriyle çelişen bir Anayasa ve yasa kuralının bulunması gerekir. Geçici 15.
madde, Anayasanın bütünlüğü içinde bir çelişkinin değil, bir ayrık durumun
ifadesidir.
22.4.1983
günlü SPY, 12.9.1980 ile 6.11.1983 tarihinde yapılmış olan genel seçimden sonra
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının oluşması arasındaki dönemde
kabul edilmiş olduğundan, geçici 15. maddenin son fıkrası hükmü kapsamında
bulunmaktadır. Böyle olunca, Anayasal koruma altına alınmış olan söz konusu
yasanın (kapatma davasıyla ilgisi bulunmadığı halde ön savunmada zikrediliş
sebebi anlaşılamayan 68. ve 69. maddeleriyle) 78. maddesinin Anayasaya
aykırılığı ileri sürülemez. Ancak, hiç kuşku yok ki söz konusu kural,
Anayasanın temel ilkeleri ve bu ilkelerin dayanağını oluşturan hukukun ana
kurallarıyla uyum gösterecek biçimde yorumlanmalıdır.
Öte
yandan; yine Yüksek Mahkemenizin yukarıda işaret olunan kararında ifade edildiği
üzere, SPY'nın getirdiği yasaklar Anayasanın 68. ve 69. maddelerinde yer alan
kapatma nedenlerinin somutlaştırılması olarak düşünülmelidir. Bu hükümler
"ulusal devlet niteliğinin korunması" ilkesinin yaptırımlarıdır.
Çünkü, Anayasanın 69. maddesinin son fıkrasında, "siyasî partilerin
kuruluş ve faaliyetleri, denetleme ve kapatılmaları yukarıdaki esaslar
dairesinde kanunla düzenlenir." denilmektedir. SPY'ndaki yasaklamaları
kabul etmekle yasakoyucu da Anayasanın öngördüğü düzenlemeyi gerçekleştirmiştir.
Belirtilen
nedenlerle, Anayasanın geçici 15. maddesi ile SPY'nın 78. maddelerinin davada
uygulanmaması ve 78. maddesinin iptali isteği yerinde bulunmamaktadır."
denildikten sonra, iddianamedeki görüşler tekrarlanmakla birlikte ilgili
bölümlerinde ek olarak;
............................................................
"Siyasal
partilerin uymaları gereken esasların Anayasada düzenlenmesi, faaliyetlerinin
Anayasa ve yasa hükümlerine uygunluğunun özel biçimde denetlenmesi, onların
olağan derneklerden ayrı tutulmaları ve demokratik hayatın vazgeçilmez ögeleri
sayılmalarının sonucudur. Ancak, siyasal partilerin yukarıda değinilen tanımı
ve amaçları onların faaliyetlerinde istedikleri gibi davranabileceklerini
göstermez. Yüksek Mahkemenizin 10.7.1992 gün, E.1991/2 (Siyasî Parti Kapatma),
K.1992/1 sayılı kararında da değinildiği gibi, "... siyasal partilerin
baskı ve engellerden uzak kalmasını sağlamaya yönelik kurulma ve çalışma
özgürlüğü, Anayasa ve bu alanı düzenleyen yasalarla sınırlıdır. Bu belirleme
aynı zamanda demokratik hukuk devleti olmanın da bir gereğidir...
"...Devletlerin
de saldırı ve ondan doğacak tehlikelerden kendi varlığını koruması,
uluslararası hukuk düzeninde kabul edilmiş temel bir haktır."
"Devletler
Hukukunda, genellikle, "devletin varlığını güçlendirerek sürdürmek,
bağımsızlığına ve geçerli (mesnî) yapısına yönelik tehlikelere karşı önlemler
alıp uygulamak" yetkisi biçiminde tanımlanan kendini koruma hakkı, insan
hak ve özgürlüklerinden başlayarak demokratik toplum düzenini bozucu, devletin
ögelerini yıkıcı eylemleri karşılayacak her türlü çabayı kapsar... Dayandığı
temelleri korumak amacıyla hukuk içinde aldığı önlemler nedeniyle bir devletin
kusurlu bulunup suçlanması düşünülemez..."
...........................................................
"Anayasa
Mahkemesi'nin siyasal partilere ilişkin 20.7.1971 günlü, Esas 1971/3, Karar
1971/3 sayılı kararında değinildiği gibi:
1921
Anayasasından 1961 Anayasası'na değin sürekli olarak üzerinde durulmuş bir ilke
olan (Türk Devleti'nin ulusu ve ülkesi ile bölünmezliği) ilkesi, Erzurum ve
Sivas Kongreleri'nde saptanan biçimi ile Misak-ı Millî kurallarında dayanağını
bulmaktadır.
Misak-ı
Millî'nin gösterdiği sınırlar içinde birbiriyle kaynaşmış olarak yaşayanların
gerçekten ve hukukça aykırılık kabul etmez bir bütün oldukları kesinlikle
belirlenmiş ve bu bütünlük içinde Kürt halkından hiçbir zaman sözedilmemiş
olduğu gibi, Lozan Barış Andlaşması görüşme ve kararlarında da, Misak-ı
Millî'nin çizdiği sınırlar içindeki azınlıklar sayılırken "Kürt"
ayrımına yer verilmemiştir.
Bu
durum yalnızca bir olayın değil, doğrudan doğruya bir gerçeğin de anlatımı
olmaktadır. Bu gerçeği de en çağdaş anlamıyla Atatürk'ün ulus anlayışında
bulmaktayız. Atatürk'ün kendi el yazısı ile düzenlediği notlarında:
"Bugünkü Türk Milleti, siyasî ve içtimai camiası içinde kendilerine
Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lâzlık fikri ve Boşnaklık fikri
propaganda edilmek istenmiş yurttaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin
istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış göstermeler hiçbir millet ferdi üzerinde
üzüntü ve kınamadan başka bir tesir hâsıl etmemiştir. Çünkü bu millet efradı da
umum Türk Camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlâka ve hukuka sahip
bulunuyorlar" demiş ve "ulus"u "Türkiye Cumhuriyetini kuran
Türkiye halkına Türk Milleti denir." biçiminde tanımlamıştır."
"Anayasa
Mahkemesi'nin 27.11.1980 günlü, 1980/59 sayılı kararında da "...Anayasa'da
ırkçılık, turancılık ya da din veya mezhep doğrultusunda bütünleşmeyi amaçlayan
inanışları reddeden, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi
Türk sayan birleştirici ve bütünleştirici bir milliyetçilik anlayışının"
benimsendiği vurgulanmıştır.
"Türkiye
Cumhuriyeti, milliyetçiliğe büyük önem vermiş ve bu kuram Anayasalarda temel
ilke olarak yer almıştır. Atatürk Milliyetçiliği, ülke ve ulus bütünlüğünü
koruyan temel ilkedir. Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk Milliyetçiliğine içtenlikle
bağlıdır. Eşitlikçi ve birleştirici içeriğiyle çağdaş anlayışı yansıtan Atatürk
Milliyetçiliği toplumsal dayanışmanın gücencesidir. Atatürk Milliyetçiliği,
yaşamsal ve bilimsel gerçek olarak benimsenmiştir. Bu tarihsel ilke aynı
zamanda ulusal varlığın korunmasına ve yüceltilmesine hizmet edecek yaşam
anlayışı ve biçimidir. İnsancıl uygar ve barışçıdır. Kardeşliği, sevgiyi,
dayanışmayı ve çağdaş evrensel değerleri kucaklar..."
............................................................
"Anayasanın
Başlangıç kısmında yer alan, Anayasanın ... hiçbir düşünce ve mülahâzanın ...
Atatürk ilke ve inkılâpları karşısında koruma göremeyeceği ... fikir, inanç ve
kararıyla anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle
yorumlanıp uygulanması gerektiğine dair hüküm, Anayasayla gerçekleştirilmek
istenen ana ilkelerden birini ifade etmektedir. 174. maddede ise, Atatürk
devrimlerinin Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve
Cumhuriyetin lâiklik niteliğini koruma amacını güttüğü belirtilmiş, ulusun
etrafında toplandığı fikirler nüvesi niteliğindeki bu devrimlerin birer ifadesi
olan yasaların Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamayacağı ve
yorumlanamayacağı kuralı getirilerek lâik devlet düzeni korunmak istenmiştir
Kabul
edilen bu esaslar, gerçekleştirilmek istenen çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne
çıkma amacını engelleyebilecek ve zorlaştırabilecek hiçbir hak ve özgürlüğe
Anayasada yer verilmediğini ve lâiklik ilkesine ilişkin kuralların bu amaç
doğrultusunda anlaşılması gerektiğini göstermektedir.
Devletin
ülkesi ve ulusuyla bütünlüğü ve lâiklik ilkeleri ile dili konusundaki bu
düzenlemelerin yaptırımını oluşturmak üzere, Anayasanın 4. maddesiyle bu
konulardaki ilkeleri belirleyen 2. ve 3. maddelerinin değiştirilemeyeceği,
değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği hükmü getirilmiş; siyasal partiler
yönünden de, 68. madde ile, tüzük ve programlarının devletin ülkesi ve ulusuyla
bölünmezliğine, insan haklarına, ulus egemenliğine, demokratik ve lâik
Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağı, 69. madde ile de 14. maddede
belirtilen sınırlamalara aykırı davranan partilerin kapatılacağı kabul
edilmiştir."
............................................................
"Yüksek
Mahkemenizin siyasal partilere ilişkin 16.7.1991 gün, E.1990/1, K.1991/1 sayılı
ve 10.7.1992 gün, E. 1991/2, 1992/1 sayılı kararlarında belirtildiği gibi,
"... Kimi siyasal nedenlerle dış etkenlerden kaynaklanan, kimi varsayım,
yorum ve bahanelere dayanan, insan hakları ve özgürlük savlarıyla
yoğunlaştırılan sakıncalı amaçlara geçerlik tanınamaz. Devlet
"TEK"tir, ülke "TÜM"dür, ulus "BİR"dir. Ulusal
birlik; devleti kuran, ulusu oluşturan toplulukların ya da bireylerin, etnik kökeni
ne olursa olsun, yurttaşlık kurumu içinde ayrımsız birliktelikleriyle
gerçekleşir. Anayasa'da ve yasalarda yurttaşlar arasında ayrımı öngören hiçbir
kural bulunmadığı gibi, kimsenin soy kökeninin yadsınması ya da kabul
edilebilecek yeni bir savı da yoktur. Ulusal ve tekil devlet etnik ayrılıklarla
tartışılamaz. Herkesin, her zaman karşılaşabileceği ve giderek hukuk devletinde
giderilip karşılığı istenebilecek aykırılık, çelişki, haksızlık ve
yanlışlıklar, insan hakları alanında sömürü nedeni yapılarak, gerçekler
saptırılıp çarpıtılarak, üstü kapalı biçimde, ayrı ulus yoluyla ayrı devlet
amaçlanamaz. Tartışılamaz kavramlar ve değerlerle, ödün verilmesi olanaksız
ilke ve niteliklerin kaynağı Türkiye Cumhuriyeti'dir. Çağımızda da farklı etnik
grupların birlikte uluslaşması ve devletleşmesi uluslararası düzeyde
hukuksallığını korumaktadır. Türkiye Cumhuriyet Devleti için farklı düşünmenin
haklı bir nedeni yoktur. Ulus birliğini bölmek; belli toprak parçasını bir
ırktan gelenlere maletmek , etnik arındırma yapmak anlamına gelir ki, bunun
çağdaş, insancıl değerlerle bağdaştırılması olanaksızdır. Ülkenin her köşesinde
her vatandaş aynı koşullar içinde yaşamaktadır. Vatandaşlık, bölge
özelliklerini ve etnik farklılığı aşan, bütünleştirici çağdaş bir olgudur. Bu
konuda bir kimsenin diğerinden farklı olmasına, din, kültür ve etnik kökene
ilişkin ayrıcalıklara yer yoktur. İnsan haklarının sadece bir kişiye, sınıfa ve
zümreye değil, ayrımsız olarak bütün vatandaşlara eşit olarak uygulanması
esastır. Siyasal açıdan önemli olan soy değil, ulusal topluluktan olmaktır.
Eğer bir soy, vatandaşlık bağlamındaki insan hakları dışında özel haklara sahip
olmak isterse, bu, onun ulus bütünlüğü içinde yalnız bir köken değil, aynı
zamanda ayrı ulusal bir topluluk olması anlamına gelir. Bu ise, ulus bütünlüğü
ilkesiyle bağdaşmaz.
"Devlet,
ülke, ulus konuları, her devlette farklılık gösteren, tarihsel süreçle
ulaşılan, yeniden değiştirilip biçimlendirilmesi olanaksız olgulardır. Ulusal
ve uluslararası hukuk düzeninde insanlığın mutluluğu için bu temel olguları
korumak üzere getirilen düzenlemelere siyasî partilerin uyma zorunluluğu
tartışılamaz..." denilmiştir.
IV-
DAVALI SİYASİ PARTİNİN ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMASI
Davalı
Siyasî Parti esas hakkında savunma yapmamıştır.
V-
DAVANIN EVRELERİ
1.
Davanın açılması üzerine Anayasa Mahkemesi'nce 23.2.1993 günü oybirliği ile
alınan 1993/1 (S.P.Kapatma) sayılı kararı aynen şöyledir:
"a-
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca düzenlenen Özgürlük ve Demokrasi
Partisi'nin kapatılması istemli 29.1.1993 günlü, SP.42 Hz.1993/10 sayılı
iddianame'nin onanlı bir örneğinin, almalarından başlayarak otuz günlük süre
içinde, gerekli görülürse dosyayı da inceleyip hazırlayacakları ön savunmayı
yazılı olarak Anayasa Mahkemesi'ne göndermeleri için adı geçen Parti Genel
Başkanlığı'na tebliğine,
b-
Verilen süre içinde ön savunma gönderilmediği takdirde savunma yapmaktan
kaçınmış sayılacaklarının yazılacak tezkerede belirtilmesine,
c-
Ön savunma geldiğinde esas hakkında düşüncelerini bildirmek üzere onanlı bir
örneğinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmesine,
d-
Esas hakkındaki düşüncenin onanlı bir örneğinin, ilgili Partiye tebliğiyle yine
otuz gün içinde inceleyip hazırlayacakları savunmalarının istenmesine,
e-
Verilen süre içinde savunma gönderilmediği takdirde savunma yapmaktan kaçınmış
sayılacaklarının yazılacak tezkerede belirtilmesine,
f-
Anılan Parti'ye gerekli tebliğ işlemlerinin yaptırılması için karar örneğinin
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmesine,
OYBİRLİĞİYLE
karar verildi."
2.
Anayasa Mahkemesi kararı ile Cumhuriyet Başsavcılığı İddianamesinin onanlı
örneklerinin Özgürlük ve Demokrasi Partisi'ne 25.2.1993 günü tebliğ
edilmesinden sonra ÖZDEP vekilleri Av. Mehmet Nuri Özmen, Av. Hıdır Özcan, Av.
Mehmet Bakır Asma ve Av. Mehmet Tekgöz, Anayasa Mahkemesi'ne sundukları
29.3.1993 günlü ön savunmalarında Anayasa'nın geçici 15. maddesinin davada
uygulanmaması yoluyla Siyasî Partiler Yasası'nın 68., 69. ve 78. maddelerinin
iptal ya da ihmal edilip uygulama dışı bırakılarak Türkiye'nin imzaladığı
uluslararası sözleşmelerin ve evrensel hukuk ilkelerinin davada uygulanması;
dava Siyasal Partiler Yasası'nın 9. maddesine uyulmadan açıldığından dosyanın
Cumhuriyet Başsavcılığına iadesi; Siyasal Partiler Yasası'nın 98. maddesi
yoluyla CMUK'un 387. maddesi uygulanarak duruşma yapılması ve Parti hakkında
açılan kapatma davasının reddedilmesini istemişlerdir.
3.
Cumhuriyet Başsavcılığı, 4.5.1993 günü SP. Muh.1993/52 sayılı yazı ile ÖZDEP'in
Kurucular Kurulunun 30.4.1993 günlü toplantısında Özgürlük ve Demokrasi
Partisi'nin kendini feshettiğini Anayasa Mahkemesi'ne bildirmiş ve bu yazıya
Parti Genel Merkezinden alınan 30.4.1993 gün ve 993-314 sayılı yazı ve Ekinin
birer örneğini eklemiştir.
VI-
GEREKÇE
A.
Ön Sorunlar Yönünden
Davalı
Siyasî Parti Ön Savunmasında :
a.
Dava, Siyasî Partiler Yasası'nın 9. maddesine uyulmadan açıldığından bu
usulsüzlüğün giderilmesi
b.
Yargılamanın Siyasî Partiler Yasası'nın 98. maddesi yoluyla CMUK'un 387.
maddesi uygulanarak duruşmalı yapılması
c.
Davada Anayasa'nın GEÇİCİ 15. maddesinin uygulanmaması, Siyasî Partiler
Yasası'nın 68., 69., 78. maddeleri Anayasa'ya aykırı olduğundan bu maddelerin
iptali, bu olmazsa üstün olan Anayasa hükümleri ve uluslararası sözleşmelerle
evrensel hukuk kurallarının uygulanması İstenmiştir.
Öncelikle
bu ön sorunların çözümü gerekmektedir. Ancak bunlardan da önce üzerinde
durulması gereken konu şudur: ÖZDEP Kurucular Kurulu 30.4.1993 gün ve 993-314
sayılı yazı ile Parti'nin feshedildiğini belirtmiştir. Bu kapanma kararından
sonra da ÖZDEP Esas Hakkındaki Savunmasını hazırlamamıştır. O halde, bu kapanma
kararının davaya etkisi üzerinde durmak gerekir.
1-
Parti'nin Yetkili Organınca Verilen Kapanma Kararının, Kapatmaya İlişkin Hükmün
Sonuçlarına Etkili Olup Olamayacağı Sorunu
22.4.1993
günlü, 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın 108. maddesi aynen şöyledir:
"Bir siyasî partinin kapatılması için dava açıldıktan sonra o partinin
yetkili organı tarafından verilen kapanma kararı, Anayasa Mahkemesi'nde açılmış
bulunan kapatma davasının yürütülmesine ve kapatma kararı verilmesi halinde
doğacak hukuki sonuçlara hükmedilmesine engel değildir."
O
halde, ÖZDEP'in Kurucular Kurulunun 30.4.1993 günlü toplantısında alınan
kapanma kararı davanın yürütülmesine, sonuçlandırılmasına ve hukuki sonuçlara
hükmedilmesine engel değildir.
ÖZDEP'in
kapanmasından sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Esas Hakkındaki
Düşüncesinin onanlı bir örneği 13.5.1993 günü kendilerine tebliğ edilmesine
karşın süresi içinde savunma verilmemiştir. Anayasa Mahkemesi'nin 23.2.1993 günlü
kararında "verilen süre içinde savunma gönderilmediği takdirde savunmadan
kaçınmış sayılacakları" belirtildiğinden ÖZDEP, esas hakkında savunma
yapmadan vazgeçmiş sayılmıştır.
2-
Davanın Siyasî Partiler Yasası'nın 9. Maddesine Aykırı Olarak Açılıp Açılmadığı
Sorunu
Davalı
Siyasî Parti ön savunmasında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Siyasî
Partiler Yasası'nın 9. maddesine göre partiye ihtarda bulunmasının gerektiği
belirtilerek bu yapılmadığından dosyanın iadesini istemiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı esas hakkındaki görüşünde 2820 sayılı Yasa'nın 9.
maddesi gereğince Parti'ye uyarıda bulunmasına gerek olmadığını, davanın
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Partilerin faaliyetlerini incelemesini öngören
Siyasî Partiler Yasası'nın 101. maddesine dayandırıldığını, uyarının eksiklik
ve noksanlıklar için olduğunu Anayasa ve yasalara aykırılığın bu kapsama
girmediğini bildirmiştir.
Siyasî
Partiler Yasası'nın 9. maddesine göre; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kurulan
partilerin, tüzük ve programları ile kurucularının hukuksal durumlarının
Anayasa'ya ve yasa hükümlerine uygunluğuna ve ayrıca, verilmesi gerekli bilgi
ve belgelerin tamam olup olmadığını kuruluşlarından sonra öncelikle ve
ivedilikle incelemek durumundadır. Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı maddeye
dayanarak saptadığı noksanlıkların giderilmesini, gerekli göreceği ek bilgi ve
belgelerin gönderilmesini yazı ile isteyebilecektir. Bu isteğe uyulmamasının
yaptırımı da, siyaasî partilerin kapatılmasına ilişkin hükümlerin
uygulanmasıdır. Böylece Cumhuriyet Başsavcılığı'nın partileri denetleme
görevinin içeriği ve sınırı belirlenmiş olmaktadır. Anılan maddede, kurulan
partilerin tüzük ve programları ile kurucularının hukuksal durumlarının Anayasa
ve yasa hükümlerine aykırı olması ya da bunlarda noksanlıklar saptanması
durumları birbirinden ayrılmış ve değişik hukuksal sonuçlara bağlanmıştır.
Şöyle ki: Cumhuriyet Başsavcılığı'nca saptanan noksanlıkların giderilmesi,
gerekli görülen ek bilgi ve belgelerin gönderilmesi, yazı ile istenmedikçe, bu
nedene dayanılarak siyasî partilerin kapatılmasına dair hükümlerin
uygulanmamasına, yani yazılı istemin dava açmanın ön koşulu niteliğini almış
olmasına karşı, kurulan partilerin tüzük ve programları ile kurucularının
hukuksal durumlarının Anayasa'ya ve yasa hükümlerine aykırı olması nedeniyle
kapatılmaları için dava açılması, 104. madde dışında böyle bir önkoşula
bağlanmamıştır.
Cumhuriyet
Başsavcılığı, Özgürlük ve Demokrasi Partisi'nin programının SPY'nın Dördüncü
Kısmı'nda yer alan 78. maddesinin (a) bendi, 81. maddesinin (a) ve (b) bentleri
ve 89. maddesine aykırılığı nedeniyle kapatılmasını istemektedir. Bu nedenle
Siyasî Partiler Yasası'nın 9. maddesinde Cumhuriyet Başsavcılığı'na
noksanlıkların giderilmesi ile ilgili olarak tanınan yetkiyi yasaya
aykırılıkları da kapsayacak bir duruma getirmek ve bu hususu bir dava koşulu
olarak kabul etmek, siyasî partilerin tüzük, program ve faaliyetlerinin
Yasa'nın Dördüncü Kısmındaki "Siyasî Partilerle ilgili Yasaklar"a
aykırı durumlarda, bu koşul yerine getirilmeden, doğrudan 100 ve 101.
maddelerdeki nedenlerle kapatma davası açılmasına olanak vermemek anlamına
gelir. Bu nedenle, Siyasî Partiler Yasası'nın 9. maddesine göre Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nca uyarı yapılmadan açılmış bulunan davanın Yasa'nın
Dördöncü Kısmı'nda yasaklanan nedenlerden ileri gelmesi nedeniyle davalı
Parti'nin talebi yerinde değildir.
Mustafa
GÖNÜL bu görüşe katılmamıştır.
3-
Yargılamanın Duruşmalı Olarak Yapılması Sorunu
Davalı
Parti, davanın Siyasî Partiler Yasası'nın 98. maddesi yoluyla CMUK'un 387.
maddesinin uygulanarak duruşmalı yapılmasını istemiştir.
Siyasî
partilerin kapatılma davalarında, Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası uygulanmak
suretiyle dosya üzerinden incelenip karara bağlanması 2949 sayılı Yasa'nın 33.
ve 2820 sayılı Yasa'nın 98. maddeleri gereğidir.
Anayasa'nın
149. maddesinin son fıkrasında, Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında
kalan işleri Anayasa Mahkemesi'nin dosya üzerinden inceleyeceği hükmü yer
aldığından CMUK'nun duruşmayla ilgili kuralları siyasî partilerin kapatılması
davalarında uygulanmaz.
Bu
nedenle Davalı Parti'nin duruşma yapılması talebi reddedilmiştir.
4-
Anayasa'nın GEÇİCİ 15. Maddenin Uygulanmaması Yoluyla Siyasî Partiler
Yasası'nın İlgili Kurallarının İptal ya da İhmal Edilerek Uygulama Dışı
Bırakılması Sorunu
Davalı
Parti, Anayasa'nın geçici 15. maddesinin davada uygulanmamasını ve böylece
Siyasî Partiler Yasası'nın 68., 69. ve 78. maddelerinin iptaline karar
verilmesini istemiştir. Ancak 2820 sayılı Yasa'nın 68. ve 69. maddeleri davada
uygulanacak kurallardan değildir.
Davalı
Partinin bu görüşleri öbür kapatma davalarında da diğer partilerce çeşitli
vesilelerle dile getirilmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi'nin yerleşik içtihadına
göre, Anayasa'nın geçici 15. maddesinin son fıkrası ile birinci fıkrası
arasında, belirli bir dönemde çıkarılan yasalar hakkında Anayasa'ya
aykırılıkların iddia edilememesi yönünden bir zaman ayrımı yapılmamış, üçüncü
fıkrada yer alan "bu dönem" sözcükleri birinci fıkrada açıklanmıştır.
Böylece, belirli bir dönemde çıkarılan yasalar için de Anayasa'ya aykırılık
savında bulunulamayacağı öngörülmüştür. Geçici maddeler uygulama süreleriyle
değil, geçici olarak düzenledikleri hukuksal ilişki ve kurumlarla kendisi ve
bağlı olduğu temel metinlerin içerikleri ve verdikleri anlam ile değerlendirilmelidir.
Geçici maddeler, değişik hukuksal düzenlemeler arasında bağlantı kurar,
kazanılmış hakların saklı tutulmasını ve uygulamanın geniş bir zaman dilimine
yayılmasını sağlar. Geçici maddelerle temel hükümlerin farkı budur. Hukuksal
değer bakımından ise, geçici maddelerle temel hükümler arasında bir farklılık
bulunmamaktadır. Anayasa'nın açık olarak düzenlediği bir konunun Anayasa
Mahkemesi tarafından uygulanmaması düşünülemez. Bu nedenle, Anayasa'nın geçici
15. maddesine göre, 12 Eylül 1980'den ilk genel seçimler sonucu toplanacak
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Başkanlık Divanı oluşturuluncaya (6 Aralık
1983) kadar geçen süre içinde çıkarılmış olan yasaların Anayasa'ya aykırılığı
ileri sürülemeyeceğinden, bu dönem içinde çıkarılmış bulunan 22.4.1983 günlü,
2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun Anayasa'ya aykırılığı savında
bulunulamaz.
Öte
yandan, Parti'nin Ön Savunmasında "2820 Sayılı SPY Anayasa'nın 10, 11, 12,
13, 14, 66, 68, 69 uncu maddelerine aykırıdır. Anayasa'nın geçici 15 inci
maddesi iptali mümkün kılınmamaktadır. Ancak üstün olan Anayasa'nın hükümleri
karşı karşıya geldiğinde Anayasa hükümlerinin uygulanması gerektiği
kanısındayız. Anayasa Mahkemesi'nin Siyasal Partiler Yasası'nın Anayasa'ya
aykırı hükümlerinin yerine Anayasa ve Türkiye'nin imzaladığı uluslararası
sözleşme hükümlerinin uygulanmasını talep ediyoruz." denilmektedir.
Anayasa'nın
68. ve 69. maddelerinde yer alan kapatma nedenleri sınırlıdır. Siyasî
partilerin kapatılabilmeleri, örgütlenme ve siyasî faaliyette bulunma özgürlüklerine
getirilen önemli bir sınırlamadır. Kapatma nedenlerinin Anayasa'da gösterilmiş
olması, sınırlanmasını yasalarla genişletilmesini önlemek ve bir anayasal
güvence sağlamak amacına dayanır. Bu nedenle, Siyasî Partiler Yasası'nda
partilerin yasaklanma koşullarına yenilerini getirerek genişletmek Anayasa'yla
bağdaşamaz. Kural, partilerin özgürce kurulma ve faaliyette bulunmalarıdır.
İstisna ise bunların kapatılmalarıdır. Anayasa'da da öngörüldüğü gibi siyasî
partiler demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez öğeleridir. Anayasa partilerin
kapatılma nedenlerini kendisi düzenlemiş bu konuyu yasakoyucunun takdirine
bırakmamıştır.
Davalı
parti proğramının, Siyasî Partiler Yasası'nın 78., 81. ve 89. maddelerinde
öngörülen devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesine aykırı
bulunması nedeniyle kapatılması istenmektedir.
Anayasa'nın
69. maddesinin son fıkrası, partilerin kapatılması konusunu da içerecek olan
yasal düzenlemenin, partilere ilişkin Anayasa kurallarına uygunluğunu
aramaktadır. Bu sorunu, Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerinin gereklerini yerine
getirmek amacıyla yürürlüğe konulan Siyasî Partiler Yasası'nın 78., 81. ve 89.
maddeleriyle birlikte tartışmak Anayasa'nın geçici 15. maddesinin açıklığı
karşısında olanaksızdır.
Bir
yasa kuralının ihmalinin söz konusu olabilmesi için aynı konuyu düzenleyen ve
birbiriyle çelişen bir yasa ve Anayasa kuralının bulunması gerekir. Bu durumda
çözümün Anayasa kuralları yönünden aranması doğaldır. Anayasa'nın geçici 15.
maddesinin varlığı, Anayasa'nın tümlüğü içinde bir çelişkiyi değil bir ayrık
durumu yansıtmaktadır. Geçici 15. maddenin içeriği, konuyu açık biçimde ortaya
koymuştur. Anayasa Mahkemesi'nin bu kuralı yok sayması olanaksızdır.
Bir
yasa kuralının ihmali, incelenmekte olan işle uygulanması sözkonusu kural
hakkında iptal davası açılmamış olsa bile o kuralın Anayasa'ya aykırılık
nedeniyle iptal edilebilecek nitelikte olması koşuluna bağlıdır.
Sözkonusu
kuralların, Anayasa'nın geçici 15. maddesi karşısında, Anayasa'ya uygunluk
denetimi yapılmasının olanaksızlığı nedeniyle ihmal edilmeleri de sözkonusu
olamaz.
Bu
nedenlerle davalı Parti'nin, Anayasa'nın geçici 15. maddesinin davada
uygulanmaması yoluyla Siyasî Partiler Yasası'nın ilgili kurallarının iptal ya
da ihmal edilerek uygulama dışı bırakılması savı ve istemi yerinde
görülmemiştir.
Mustafa
GÖNÜL bu görüşlere katılmamıştır.
B.
ESAS YÖNÜNDEN
1.
Genel Açıklama
Genel
ve eşit oy hakkı; çoğulcu, katılımcı kurallar ve kurumlar düzeni olan çağdaş
demokrasilerde yurttaşların devlet yönetimine katılmalarının temel koşuludur.
Bu yolla söz sahibi olup etkinlik kazanma olanağı elde edilirse de kişilerin
ayrı ayrı güçleriyle sonuç almaları güçtür. Bireysel iradeleri birleştirip
yönlendirerek onlara ağırlık kazandıran özgün kuruluşlara gereksinim
duyulmuştur. Bu kuruluşlar, dağınık siyasal tercihleri birleştirip açıklık ve
güç sağlayarak devlet hizmetlerini daha yararlı kılmak, hak ve özgürlükleri
güvenceye bağlayarak toplumsal barışı güçlendirmek, anayasal ilkeler
doğrultusunda kamuoyu oluşturarak ulusal yaşama daha çok aydınlık getirmek
yönünden vazgeçilmez öneme sahip olan siyasal partilerdir.
Anayasa'nın
68. maddesinin ikinci fıkrasında "Siyasî partiler demokratik siyasî
hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır." ilkesine yer verildikten sonra üçüncü
fıkrasında da "Siyasî Partiler önceden izin almadan kurulurlar ve Anayasa
ve kanun hükümleri içinde faaliyetlerini sürdürürler." denilmektedir.
Siyasal
partilere ilişkin Anayasa kuralları gözden geçirilirse Anayasakoyucunun bu
konuya özel bir önem ve değer vermiş olduğu görülür.
Siyasal
partilerin kuruluş ve çalışmalarının özgürlük içinde olması temel ilkedir.
Siyasal partiler, belli siyasî düşünceler çerçevesinde birleşen yurttaşların
özgürce kurdukları ve özgürce katılıp ayrıldıkları kuruluşlardır. Kamuoyunun
oluşumunda önemli etkinliği olan siyasî partiler, yurttaşların istem ve
özlemlerinin gerçekleşmesine çalışan ve siyasal katılımları somutlaştıran
hukuksal yapılardır.
Demokrasinin
simgesi sayılan, olmazsa olmaz koşulu olarak nitelenen özgürlük ve
hukuksallığın ulusal araçları durumunda bulunan siyasî partilerin, devlet
yönetimindeki etkinlikleri ve ulusal istencin gerçekleşmesindeki rolleri
nedeniyle, Anayasakoyucu, onları öteki tüzelkişilerden farklı görerek,
kurulmalarından başlayıp çalışmalarında uyacakları esasları ve kapatılmalarında
izlenecek yöntem ve kuralları özel olarak belirlemekle kalmamış, Anayasa'nın
69. maddesinin son fıkrasında, çalışma, denetleme ve kapatılmalarının
Anayasa'da belirlenen ilkeler çerçevesinde çıkarılacak bir yasayla
düzenleneceğini öngörmüştür.
Anayasa'nın
anılan buyurucu kuralı uyarınca 2820 sayılı Siyasî Patiler Yasası çıkarılmış;
siyasî partilerin kuruluşlarından başlayarak çalışmaları, denetimleri,
kapatılmaları konularında, belirli bir sistem içerisinde, çok ayrıntılı
kurallar getirmiştir. Getirilen sistemde, Anayasa'da da yer alan yasaklara
uymayan siyasal partilerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca izleneceği ve
gerektiğinde kapatılmaları için Anayasa Mahkemesi'nde dava açılacağı
öngörülmüştür.
Siyasal
partilerin, demokratik yaşamın vazgeçilmez öğeleri olmaları, devlet örgütü ve
kamu hizmetleriyle yoğun ilişki içinde bulunmaları, onların her istediklerini
yapabilecekleri anlamına gelmez. Siyasal partilerin baskı ve engellerden uzak
kalmalarını sağlamaya yönelik kurulma ve çalışma özgürlüğü, Anayasa ve bu alanı
düzenleyen yasalarla sınırlıdır. Bu belirleme aynı zamanda demokratik hukuk
devleti olmanın da bir gereğidir. Nitekim Anayasa'nın 2. maddesinde
"Türkiye Cumhuriyeti... demokratik... bir hukuk devletidir."
denilmektedir.
Hukuk
devleti, Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararında yinelenip vurgulandığı üzere
insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan, toplum yaşamında adalete ve
eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kurarak bu düzeni sürdürmekle kendisini yükümlü
sayan, tüm davranışlarında hukuk kurallarına ve Anayasa'ya uyan, işlem ve
eylemleri bağımsız yargı denetimine açık olan devlet demektir.
Varlığı
ve etkisi, işlevleriyle ortaya çıkan devlet, belirli topraklar üzerinde
yerleşmiş, bağımsız ve egemen aynı üstün güce bağlı örgütlü insanlar topluluğu
olarak tanımlanır. Bu tanıma göre, ülke ve ulus bütünlüğüyle egemenlik,
yasalara dayanan bir otoriteye bağlı örgütlenme ve eşitlik ilkesi bir devlet
için vazgeçilmez ögeler demektir. Her canlının ve insanların kendilerini koruma
içgüdüsünde olduğu gibi, devletlerin de saldırı ve ondan doğacak tehlikelerden
kendi varlığını koruması, uluslararası hukuk düzeninde kabul edilmiş temel bir
haktır.
Devletler
hukukunda, genellikle, "devletin varlığını güçlendirerek sürdürmek,
bağımsızlığına ve geçerli yapısına yönelik tehlikelere karşı önlemler alıp
uygulamak" yetkisi biçiminde tanımlanan kendini koruma hakkı, insan hak ve
özgürlüklerinden başlayarakdemokratik toplum düzenini bozucu, devletin
ögelerini yıkıcı eylemleri karşılayacak her tür çabayı kapsar. Bunların
başında, bireylerin ve devletin varlığını koruma hakkının bulunduğu
tartışmasızdır. Devletin temel dayanaklarını, sürekliliğini ve demokrasiyi
yokedici sakıncaları gidermek için yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi
hukuk devleti için en doğal davranıştır. Bu bakımdan Siyasî Partiler Yasası'nda
yer alan konuyla ilgili düzenlemeler, devletler hukukunda öngörülen devletin
kendini ve halkını koruma hakkının kapsamı içinde kalmaktadır. Durumun
demokrasi ilkeleriyle çatışan bir yönü yoktur. Dayandığı temelleri korumak
amacıyla hukuk içinde aldığı önlemler nedeniyle bir devletin kusurlu bulunup
suçlanması düşünülemez.
Anayasada
kişilerin hak ve ödevleri, siyasî haklar ve ödevler ile siyasî partilerin bağlı
olacakları esaslar ayrı kurallarla düzenlenmiştir.
Demokrasilerde
Anayasa'nın güvence altına aldığı hakların kullanılması ile belirlediği
ödevlerin yerine getirilmesinde ülke düzeyinde etkinliği olan siyasal
partilerin, demokratik devlet yapısı ile ülke ve ulus bütünlüğünün korunması
için konulmuş Anayasa ve yasa kurallarına uymaları yalnız varlıklarının doğal
gereği olmayıp aynı zamanda bir Anayasa buyruğudur.
2.
Anayasa ve Siyasî Partiler Yasası'nın İlgili Kuralları
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nca davalı Siyasî Parti'nin, programının kimi
bölümlerinin Anayasa'nın Başlangıç Kısmı ile 2., 3., 14., 42., 68., 69. ve 136.
maddelerine; 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın ise 78. maddesinin (a)
bendi, 81. maddesinin (a), (b) bentleri ile 89. maddelerine aykırılığı ileri
sürülerek Siyasî Partiler Yasası'nın 101. maddesinin (a) bendi uyarınca
kapatılması istenilmektedir.
Siyasî
Partilerin kapatılmalarıyla ilgili düzenlemelerin kaynağı, Devletin temel
ögelerini belirleyerek bunları güvenceye bağlayan ve toplumsal uzlaşmanın
temelini oluşturan Anayasa'nın aşağıdaki maddelerinde yer alan kurallardır:
"MADDE
1.- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir."
"MADDE
2.- Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik lâik ve sosyal bir hukuk
Devletidir."
"MADDE
3.- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili
Türkçedir.
Bayrağı,
şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî
Marşı "İstiklal Marşı"dır.
Başkenti
Ankara'dır."
"MADDE
4.- Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu
hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü
maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez."
Anayasakoyucu,
bu kurallarla ulusal birliğimizin değişmezliğini ve devletin tekil yapısını
ortaya koymuştur. Bu ilkelerden öncelikli olanlar ülke-ulus bütünlüğüyle
Atatürk milliyetçiliğidir.
Vatana
ve ulusa bağlılığın, sevgi ve kardeşliğin, içte ve dışta barışın simgesi
sayılan, tüm bireyleri eşitlik ve adaletle kavrayıp çağdaş evrensel değerlerle
birleşen bu ilkeler, yaşamın her alanda çağdaşlaşmasının ve
demokratikleşmesinin kaynağı ve dayanağıdır.
Siyasî
partilerin çalışmaları ve porğramları yönünden Anayasa'ya aykırılık, yalnızca
Anayasa'da sayılan parti yasaklarına ilişkin hükümlerle sınırlıdır.
Anayasa'nın
68. ve 69. maddelerinde yer alan yasaklar şunlardır.
-
Siyasî partilerin tüzük ve programları, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne, insan haklarına, ulus egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet
ilkelerine aykırı olamaz.
-
Sınıf ve zümre egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı
amaçlayan siyasî partiler kurulamaz.
-
Siyasî partiler yurt dışında örgütlenip çalışma yapamazlar, kadın ya da gençlik
kolu ve benzeri biçimde ayrıcalık yaratan yan kuruluşlar kuramazlar.
-
Siyasî partiler tüzük ve programları dışında çalışma yapamazlar.
-
Siyasî partiler, temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasına karşı 14.
maddeyle konmuş olan sınırlamaların dışına çıkamazlar.
-
Siyasî partiler, kendi siyasetlerini yürütmek ve güçlendirmek amacıyla
dernekler, sendikalar, vakıflar, kooperatifler ve kamu kuruluşu niteliğindeki
meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları ile siyasî ilişki ve işbirliği
içinde bulunamazlar ve bunlardan maddî yardım alamazlar.
-
Siyasî partilerin parti içi çalışmaları ve kararları demokrasi esaslarına
aykırı olamaz.
-
Siyasî partiler yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan, yabancı
ülkelerdeki dernek ve gruplardan yardım ve emir alamazlar; bunların Türkiye
aleyhindeki karar ve etkinliklerine katılamazlar.
Bu
yasakların kimileri doğrudan bir kapatma nedeni değildir.
Siyasî
partilerin doğrudan kapatma nedenlerinden biri Anayasa'nın 69. maddesinin
birinci fıkrasında gösterilmektedir. Bu fıkraya göre; siyasî partiler, tüzük ve
programları dışında faaliyette bulunamazlar; Anayasa'nın 14. maddesindeki
sınırlamalar dışına çıkamazlar; çıkanlar temelli kapatılır. Böylece, siyasî
partilerin tüzük ve programları dışında faaliyette bulunmaları değil;
Anayasa'nın 14. maddesindeki sınırlamalar dışına çıkmaları kapatma nedenidir.
Diğer bir doğrudan kapatma nedeni bu maddenin 8. fıkrasında yer almaktadır. Bu
fıkraya göre de; siyasî partiler, yabancı devletlerden, uluslararası
kuruluşlardan, yabancı ülkelerdeki dernek ve gruplardan yardım ve emir
alamazlar; bunların Türkiye aleyhindeki karar ve faaliyetlerine katılamazlar.
Bu hükme aykırı davranan siyasal partiler temelli kapatılır.
Anayasa'nın
68. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarında -"Siyasî partilerin tüzük
ve programları, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan
haklarına, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı
olamaz.", -"sınıf ve zümre egemenliğini veya herhangi bir
diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayan siyasî partiler kurulamaz."
denilmektedir. Bu kurallarda yeralan "olamaz" ve
"kurulamaz" sözcüklerini kapatma nedeni olarak anlamak gerekir.
Gözönünde
tutulması gereken diğer bir husus da, 68. maddenin beşinci fıkrasında yeralan
kapatma nedeninin 69. maddenin birinci fıkrasının ikinci tümcesinde yer
aldığıdır. Bu tümcenin atıfta bulunduğu 14. madde de açıkça sınıf veya zümre
egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü amaçlayan siyasî partilerin
kurulmasını yasaklamaktadır.
Siyasî
Partiler Yasası'nın 78. maddesinde;
"Siyasî
Partiler:
a)
Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasanın Başlangıç Kısmı'nda ve
2. maddesinde belirtilen esaslarını; Anayasanın 3. maddesinde açıklanan Türk
Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline, bayrağına, millî
marşına ve başkentine dair hükümlerini; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk
milletine ait olduğu ve bunun ancak Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili
organları eliyle kullanabileceği esasını; Türk milletine ait olan egemenliğin
kullanılmasının belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı veya
hiçbir kimse veya organın, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi
kullanamayacağı hükmünü, seçimler ve halk oylamalarının serbest, eşit, gizli,
genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi
altında yapılması esasını değiştirmek;
Türk
Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair
herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak;
Amacını
güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarını bu yolda
tahrik ve teşvik edemezler."
81.
maddesinde;
"Siyasî
Partiler:
a)
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerine millî veya dinî kültür veya mezhep veya ırk
veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
b)
Türk dilinden ve kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya
yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet
bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette
bulanamazlar."
89.
maddesinde;
"Siyasî
Partiler, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşüncelerin
dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel
kanununda gösterilen görevleri yerine getirmek durumunda olan Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın, genel idare içinde yer almasına ilişkin 136. maddesi hükmüne
aykırı amaç güdemezler." hükümleri yer almaktadır.
2820
sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın bu kurallarında, devletin tekliği ile ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğünden söz edilmektedir. Bu maddeler, Anayasa'da
yazılı soyut "Bölünmez bütünlük" ve "tekil devlet"
kavramlarını açıklayarak somutlaştırmaktadırlar. Eş anlatımla, Siyasî Partiler
Yasası, devletin tekliği, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak
amacıyla, ayrılıkçı akımların bir parti durumunda örgütlenmesini yasaklamakta
ve yine siyasî partilerin federal bir sistemi savunamayacaklarını azınlık
yaratamayacaklarını (özendirip kışkırtmayacaklarını), bölgecilik, ırkçılık
yapamayacaklarını ve eşitlik ilkesini korumak zorunda olduklarını
vurgulamaktadır. Böylece anayasal ilkeler Siyasî Partiler Yasası'yla yaşama
geçirilip yaptırımlara bağlanmıştır.
3.
Sav ve Savunmanın Kanıtları
a)
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Savının Kanıtları
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı İddianamesinde davalı partinin programında davaya esas
olan şu hususların yer aldığını belirtmiştir:
Bu
program
"...
Türkiye'de Türk, Kürt ve diğer azınlık halkların ortaklaşa yürüttüğü bir
"Kurtuluş Savaşı" ile saltanat yıkılmış, Cumhuriyet kurulmuştur. Bu
kuruluş sadece Türk egemen anlayışıyla sonuçlandırılmış, bu temelde yürütülen
batı ile bütünleşme çabalarından bir sonuç çıkarılamamış, Türkiye geri
kalmışlıktan kurtulamamıştır...
Tekel
iktidarlarının yapısı Cumhuriyetin ilk günlerinden bugüne kadar, sivil-asker
bürokratlarla iç içe geçerek bu bütünleşme ve işbirliği temelinde sürdürülüyor.
Tekelci hakimiyeti sürdürebilmek için; Kürt halkını inkâr ve haklı taleplerini
bütünüyle yok sayma... temelinde geliştirilen siyasî politikalarla
yürüyorlar...
Kürt
halkının en doğal demokratik hak ve istemlerine karşı, bu şöven, militarist
propagandalar, sürgün ve imha politikaları daima öne çıkarılarak egemen
"Türk" anlayışı korunmuş, başta Kürt halkı olmak üzere diğer ulusal
azınlıklara ve dahası Türk halkına da baskıları öngören kapitalist sisteme
bağlı devlet politikalarını "Çağdaşlaşma", "Batılılaşma"
adına sürdüregelmişlerdir...
Türkiye'nin
bütünlüğünü, siyasal, sosyal, ekonomik olarak etkisi altına alan bu durum
karşısında tekelci iktidar çözümsüzdür. Çünkü bu iktidar toplumun ezici
çoğunluğunun çıkarlarına karşıdır. Ve sözkonusu çözümsüzlüğü egemen sermaye
çıkarları temelinde tüm topluma zorla kabul ettirmek istemektedirler. Ve
böylelikle Türk ve Kürt emekçilerinin çıkarlarını savunan bütün demokratik
çıkışları tıkamaktadırlar.
ÖZDEP,
halklarımızın, barış ve kardeşliğinin egemen olduğu bir düzen yaratılmasını ve
bu düzen içinde özgür iradeye dayalı kendi kaderlerini kendilerinin
belirlemesini öngörür.
ÖZDEP,
halkların kardeşliği, birliği ve dayanışması önünde engel olan her türden ve
renkten ırkçı, şöven ve gerici fasişt ideolojik akım ve örgütlenmelere karşı
aktif bir politik, ideolojik, demokratik mücadeleyi yürütür...
ÖZDEP,
iç ve dış politikaların belirlenmesinde tüm emekçi kitlelerin ve halklarımızın
ortak çıkarlarını temel alır...
ÖZDEP,
emekçi sınıfların ve her türden meslek gruplarının, dinsel ve ulusal
azınlıkların kendi politik, ekonomik , meslekî ve kültürel çıkarlarını ifade
etmeleri için demokratik örgütlenme haklarını temel bir yaşamsal ilke olarak
görür ve Anayasal güvence altına alır.
ÖZDEP,
Türk ve Kürt halkı ile azınlıkların demokratik, özgür bir ortam içinde kendi
dil, kültür, gelenek, felsefî ve dinî inanç ve ibadetlerini özgürce yerine
getirmeleri ve geliştirmeleri için tüm olanakları sağlar. Başta TV. radyo olmak
üzere her türlü basın-yayın olanaklarından eşitçe yararlanmalarını öngörür.
ÖZDEP,
halkların temel eğitimini kendi ana dilleriyle yapmalarını öngörür ve bunun
gerçekleşmesi için devletin maddî desteğini sağlar.
ÖZDEP,
nihaî olarak, Türk ve Kürt halklarını toplumcu bir düzene götürmek için gerekli
tüm demokratik ön koşul ve hazırlıkları gerçekleştirmeyi öngörür...
ÖZDEP,
halklarımızı bütün yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarımızın yegâne sahibi
olarak görür...
Partimizin
Türk ve Kürt halklarının ve bütün azınlıkların çıkarlarını ifade eden, halkın
onayıyla seçilmiş, temsilcilerinin toplandığı demokratik bir Halk Meclisinin
yaratılmasını öngörür...
Demokratik
halk meclisi... halklarımızın ulusal iradesini temsil eden demokratik, çağdaş
bir yasama gücü ve organı olacaktır...
Basın-yayın
halkın politik, ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının savunulmasında
halkların ulusal kimlik, dil ve kültürlerinin doğru bir tarzda halka
kavratılmasında, halklar arasında dostluk ve kardeşliğin geliştirilip
güçlendirilmesinde etkin bir araç haline getirilecektir...
Devlet
din işlerine karışmayacak, din cemaatlere bırakılacaktır...
Partimiz...bütün
ezilen, sömürülen halkların kendi kaderlerini tayin hakkına yönelik her türlü,
ekonomik, politik, askeri ve kültürel saldırıya karşıdır.
Partimiz
halkların kendi bağımsızlık ve özgürlükleri için yürüttükleri haklı ve meşru
mücadeleleri destekler, onlarla birlik ve dayanışma içinde olur...
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi ülkeyi birlikte kuran Türk ve Kürt halklarının eşit ve
gönüllü birliğinden yanadır.
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi Kürt sorununun çözüme kavuşturulmasını, demokrasinin
temeli kabul eder. Bu sorun Türkler ve Kürtlerin, demokrasi ve özgürlükten yana
olan herkesin sorunudur.
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi, Kürt sorununun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ve Helsinki Sonuç Belgesi hükümlerine uygun barışçı ve
demokratik yöntemlerle çözülmesinden yanadır...
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi halkların eşit ve özgür iradesi temelinde oluşturulacak
demokratik bir çözüm için Kürt halkının özgür iradesine sonuna kadar
saygılıdır...
Bugün
ülkemizde hukuk ve adalet mekanizması antidemokratik, temel insan hak ve
özgürlüklerini çiğneyen,egemen sınıfların çıkarlarını temel alan, Kürt halkının
ulusal varlığını yadsıyan emekçilerin ekenomik, demokratik örgütlenmesini
yasaklıyan gerici, şöven, ırkçı bir niteliğe sahiptir...
Yargılamada
ana dil esas alınacaktır...
Türk
ve Kürt halklarının ve azınlıkların kendi ulusal kültürlerini özgürce
geliştirme ve sahiplenme ortamı yaratılacaktır. Halk ve ulus olmanın birinci ve
temel unsuru dil olduğundan her halkın kendi ana diliyle eğitim yapma olanağı
sağlanacaktır... Herkesin temel eğitimini kendi ana diliyle yapması
sağlanacaktır. İlkokuldan yüksekokula dek her kademede ana dilde eğitim yapma
fırsatı yaratılacaktır..."
Görüşlerini
içermektedir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nca söz konusu programda yer alan görüşler
değerlendirilerek özetle şunlar belirtilmiştir:
Bu
ifadelerde dikkati çeken husus Türk ulusu bütünlüğünden ayrı bir Kürt halkı ve
diğer azınlıkların varolduğunun belirtilmesidir. "Türk ve Kürt halkları diğer
azınlıklarla birlikte Kurtuluş Savaşını başarmış; ancak daha sonra Türkiye
Cumhuriyeti Kürt halkının demokratik hak ve istemlerini inkâr etmiştir. Türkiye
Cumhuriyeti Kürtlere çeşitli baskılar yapmıştır." deyişleri ile Kürt
sorununun halkların eşit ve özgür iradesi temelinde demokratik bir çözüme
kavuşturulması isteği ve Kürt halkının iradesine saygı, ulusların kendi
kaderlerini tayin hakkı biçimindeki beyanları, devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğü ilkesini zedeleyici niteliktedir.
Programdaki
"halklar" sözcüğünden "uluslar" sözcüğünün ve özellikle de
"Kürt Ulusu"nun amaçlandığı anlaşılmaktadır. Çünkü, bağımsızlık,
özgürlük ve kendi kaderini tayin hakkı gibi kavramlar yalnızca uluslar için söz
konusudur. Söylenmek istenen "Türk Ulusu"nun dışında başka ulusların
ve özellikle Kürt Ulusunun var olduğudur.
Programın
kurulması öngörülen yeni devlet yapısının "Yasama ve Yürütme"
bölümünde, partinin Türk ve Kürt halklarının ve bütün azınlıkların çıkarlarını
ifade eden ve halk meclisi olarak adlandırılan bir yasama organı oluşturulması
öngörülmektedir. Sözkonusu bu meclisin halkların ulusal iradesini temsil
edeceği vurgulanmaktadır. Ulusal iradeden söz edilmesi, o iradenin sahibi
olduğu söylenen hakların, yani Türk ve Kürt halklarının birbirinden ayrı
uluslar olarak kabul edildiğini anlatmaktadır.
Programın
"Hukuk ve Adalet" bölümünde, ülkemizde hukuk ve adalet mekanizmasının
Kürt halkının ulusal varlığını yadsıyıcı nitelikte olduğu söylenerek açıkça
kürt halkının ulusal varlığı vurgulanmakta ve ayrı bir ulus oluşturduğu kabul
edilmektedir. Programın çeşitli yerlerinde kullanılan "halk"
sözcüğünün aslında "ulus" kavramı yerine kullanıldığı görülmektedir.
Programda,
Partinin demokratik bir çözüm için Kürt halkının özgür iradesine saygılı olduğu
açıklanmaktadır. Kürt halkı kendi kaderini saptama hakkı çerçevesinde iradesini
kullandığı takdirde buna saygı gösterileceği belirtilerek, ülkenin ve ulusun
bölünmez bütünlüğüne karşı çıkılmaktadır. Tüm bu anlatımlar yani Ulus
bütünlüğünün Türk ve Kürt ulusları biçimindeki ayırım ve Türk Ulusu'nun bir
bölümünün ayrılma hakkına sahip olmaları, devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütün olduğu yolundaki temel Anayasa ilkesine aykırıdır.
Davalı
Partinin programı incelendiğinde;
"...
Kürt halkının en doğal demokratik hak ve istemlerine karşı, bu şöven militarist
propagandalar, sürgün ve imha politikaları daima öne çıkarılarak egemen
"Türk" anlayışı korunmuş, başta Kürt halkı olmak üzere diğer ulusal
azınlıklara dahası Türk halkına da baskıları öngören kapitalist sisteme bağlı
devlet politikalarını "Çağdaşlaşma" ve "Batılılaşma" adına
sürdüregelmişlerdir...
ÖZDEP,
emekçi sınıfların her türden meslek gruplarının, dinsel ve ulusal azınlıkların
kendi politik, ekonomik mesleki ve kültürel çıkarlarını ifade etmeleri için
demokratik örgütlenme haklarını temel bir yaşamsal ilke olarak görür ve
anayasal güvence altına alır...
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi Kürt sorununun çözüme kavuşturulmasını demokrasinin temeli
kabul eder. Bu sorun Türkler ve Kürtlerin, demokrasiden yana olan herkesin
sorunudur.
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi Kürt sorununun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, İnsan
Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Helsinki Sonuç Belgesi hükümlerine uygun, barışçı
ve demokratik yöntemlerle çözümlenmesinden yanadır..." biçimindeki
anlatımların yer aldığı görülmektedir.
Parti
Programında yer alan bu ifadelerle Türkiye Cumhuriyetinde bir takım dinsel ve
ulusal azınlıkların varlığı dile getirilerek onlara siyasal, ekonomik ve
kültürel alanlarda örgütlenme hakkı tanınacağı ifade edilmekte, Kürtler ayrı
bir ulus ve azınlık olarak nitelendirilerek, sorununun çözümlenmesinin
demokrasinin temeli ve Türklerle Kürtlerin ortak meselesi olduğunun
belirtildiği, partinin bu sorunun belirli uluslararası sözleşme ve belgeler
çerçevesinde çözümlenmesini savunduğu anlaşılmaktadır. Türkiye Devleti
topraklarında Lozan Barış Andlaşmasıyla kabul edilen "Müslüman
olmayanlar" ile Türk-Bulgar Dostluk Antlaşmasında öngörülen Türkiye'de
yaşayan Bulgarlar dışında ulusal ya da dinsel nitelikte azınlıklar
bulunmadığına göre, programda bu gibi azınlıklardan sözedilmesi Türkiye Devleti
ülkesinde bu gibi azınlıkların varlığını ileri sürmek anlamındadır. Bu
anlatımlar, ülkede salt dil, din, ırk bakımlarından öteki kesimden ayrı sosyal
özelliklere sahip yurttaşlar bulunduğunun objektif olarak ileri sürülmesi
niteliğinde olmayıp, daha ileri gidilerek, bir kısım yurttaşların ayrılıklarını
devam ettirebilmelerine ve geliştirmelerine olanak sağlayacak hukuksal
güvencelere kavuşturulmaları ve ayrı ulus olmanın getirdiği haklardan
yararlandırılmaları benimsenip savunulmaktadır. Bu ise, ulus bütünlüğüne aykırı
olarak 81. maddenin (a) bendinde belirtilen "azınlıkların bulunduğunu
ileri sürmek" demektir.
Programdaki,
Partinin ulusal ve dinsel azınlıkların özgür ve demokratik bir ortamda kendi
dil ve kültürlerini geliştirebilmeleri için bütün olanakların sağlanacağı
biçimindeki düşünce de ulusal azınlıkların varlığının kabulü olmaktadır. Bu da
Siyasî Partiler Yasası'nın 81. maddesinin (b) bendinde yasaklanan Türk dilinden
veya kültüründen başka dil ve kültürleri geliştirmek veya yaymak yoluyla
Türkiye'de azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğünün bozulmasını amaçlamak
demektir.
Programda
Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddesine aykırılık konusunda yeralan tümce
"Devlet din işlerine karışmayacak, din cemaatlere bırakılacaktır."
biçimindeki tümce olmaktadır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcalığı bu konuda
şunları belirtmektedir: "Programda, devletin din işlerine karışmayacağının
öngörülmesi, onun klasik lâiklik anlayışının gereği olarak örgütlenmesi, başka
deyişle devletin dinsel fonksiyonlar ifa edememesi anlamında algılanabilirse
de, geleneksel olarak Cumhuriyet dönemi Anayasalarımıza yansıyan lâiklik
anlayışının birtakım zorunluluklardan kaynaklanan kendine özgü niteliği
karşısında, bu ilkeye aykırı biçimde, devletin din işlerinde kamu yararını
sağlama amacıyla sahip olduğu düzenleme yetki ve görevinden yoksun kılınması
sonucunu doğuracak böyle bir anlayışın Anayasa'ya uygun olduğunu söylemek
mümkün değildir. Parti programında kabul edildiği üzere devletin din işlerine
karışmaması, dinin cemaatlere bırakılması halinde, devletin kamu düzenini
sağlama amacıyla ve inzibati düşüncelerle dinî işlerin bir kesimine karışmasına
olanak veren ve hatta bunu gerekli kılan lâiklik ilkesi çiğnenmiş olacak,
Cumhuriyet ve onun nitelikleri arasında sayılan ve değiştirilemeyeceği kabul
edilen lâiklik niteliğinden soyutlanmış olacaktır. Böyle bir sonucu doğuracak
amacın güdülmesi Siyasî Partiler Yasası'nın 78/a maddesiyle yasaklanmış
bulunmaktadır. Diğer taraftan; yine bu şekilde Anayasa'da ve Siyasî Partiler
Yasası'nda genel idare içinde varlığı öngörülen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
göreceği görevler ortadan kalkacağından kendisinin hukuksal varlığına da
ihtiyaç kalmayacak ve adı geçen örgüt genel idare içinden Anayasa'nın 136. ve
Siyasî Partiler Yasası'nın 89. maddesine aykırı olarak tasfiye edilmiş
olacaktır.
b)
Savunma Kanıtları
savunmada
aşağıdaki görüşler ileri sürülmüştür:
Davalı
Partiye göre fiili durum varolan mevzuatı aşmıştır. Bu nedenle işin aslında
sadece bu parti değil Türkiye'deki bütün siyasal partiler kapatılmalıdır.
Demokratik,
barışcıl yöntemlerle düzen değişikliğini savunmak ve bu yönde örgütlenmek
mümkündür. Biz niye Anayasa'nın ideolojisini kabul etmek zorunda kalalım'
Türkiye'de
son dönemde iktidara muhalefet eden resmî ideoloji dışında çözüm üreten baskı
grupları bölücülükle suçlanmaktadır. Ama gerçek amaç muhalefeti bastırmaktır.
Ülkemizde
kapatılan siyasal partilerin kapatılma gerekçeleri Anayasa'nın ideolojilerini
benimsememesi ve demokrasiyi Anayasakoyucuları gibi yorumlamamaları olmuştur.
Demokratik çoğulcu bir toplumda resmî ideolojinin tanımlandığından farklı
olarak kavramları tanımlamalarının kapatılma davası konusu edilmesi
"azınlık hakkının" tanınmaması anlamına gelir. Oysa düşünce ve
örgütlenme özgürlüğünün olmadığı bir toplum özgür bir toplum değildir.
Ulus
kavramını Anayasakoyucu "vatandaşlık bağıyla" tanımlamıştır. Yalnız
şunu da kabul etmek gerekir ki, Anadolu halkların mozaiği durumdadır. Durum
böyle olmakla birlikte, Anadolu'da haklardan yararlanabilmek için "Ne
Mutlu Türküm" demek gerekmektedir. Oysa T.C. vatandaşı olmak Türk
kökeninden olmaktan farklı bir şeydir. Kimliğin yok sayılması sosyolojik
gerçeklere aykırıdır.
Bölücülük
suçlaması konusunda sonuç olarak davalı Parti şunları belirtmektedir:
"ÖZDEP
çağdaş, demokratik, hukuka saygılı ve hoşgörülü bir toplum düzeni istemektedir.
Çözümleri barışçıl ve demokratiktir. Bölücülük bölge halkını potansiyel suçlu
olarak görmekten ve otoriter devlet yapısından kaynaklanmaktadır. ÖZDEP siyasal
iktidarların bölücü politikalarına karşı halkların gönüllü birlikteliğini
savunmaktadır."
Davalı
Parti "Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, genel idare içinde yer almasına
ilişkin Anayasa'nın 136. maddesi hükmüne aykırı amaç güdemezler."
biçiminde formüle edilmiş olan 89. maddeyle ilgili suçlama konusunda da şöyle
bir savunma yapmaktadır:
"ÖZDEP
lâiklik ilkesini tarihsel gelişmesine göre geldiği en son evredeki biçimiyle
yorumlamaktadır. Lâiklik "Din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrılması
olarak" tanımlanmaktadır. ÖZDEP bu ilkenin tanımına göre Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın genel idare içinde olmaması gerektiği kanaatindedir. Siyasal
Partiler Yasası'nda belirtilen lâiklik anlayışı Türkiye'nin toplumsal yapısına
uygun düşmemektedir. 1982 Anayasası'nın kabulünden sonra toplumda şeriata hızlı
bir yönelme olmuştur. Bunun nedeni Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare
içinde olmasıdır. İmam Hatip Liselerinden mezun olanlar devletin kilit
noktasına yerleşmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla Hanefi mezhebinin
propagandası yapılmaktadır. Din dersleri zorunluluğu okullarda kabul edilmiş ve
bu derslerle Hanefi mezhebinin kabulune göre İslâm yorumlanmaktadır. Alevi
köylerinde camiler yapılmaktadır. Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da irşat
toplantıları devlet tarafından yapılmaktadır. Devlet 12 Eylül'den sonra Kürt
kökenli vatandaşların yaşadığı bölgelerde uçaklarla şeriat bildirilerini
atmaktadır. ÖZDEP bu yanlış anlayışına lâiklik ilkesinin çağdaş yorumlayışıyla
çözüm üretmektedir. Bu nedenle kapatma davasının reddedilmesi
gerekmektedir."
4.
Kanıtların Değerlendirilmesi
a.
Davalı Parti Programı'nın "Devletin Ülkesi ve Milletiyle Bölünmez
Bütünlüğü"nün bozulması" amacını taşıyıp taşımadığı :
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin Ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü bu ilkenin
vazgeçilmez bir unsuru olan ortak dil, kültür, eğitim ve Atatürk Milliyetçiliği
kavramları hukuksal, siyasal olduğu kadar, tarihsel ve sosyal gerçeklere
dayanmaktadır.
Şöyleki:
"Bütünlük"
ilkesi ilk olarak Misak-ı Millî'nin birinci maddesinde "... islâm
çoğunluğu bulunan yerleşik toprak parçalarının tamamı hakikaten veya hükmen
hiçbir sebeple ayırma kabul etmez küldür." biçiminde yer almıştır.
İsmet
İnönü, Lozan Barış Andlaşması görüşmelerinde, bütünlük ilkesini "Büyük
Millet Meclisi Hükümeti; Türk Yurdu'nun birliğine ve bölünmezliğine en büyük
önemi vermekte, hakların ve ödevlerin, çıkarların ve yükümlülüklerin
yurttaşlarca eşit olarak paylaşılması gerektiğine inanmaktadır." biçiminde
açıklamıştır.
Devletin,
ülkesi ve milletiyle bölünmezliği ilkesi Anayasa'nın birçok maddesinde
özellikle vurgulanmış, Türk Milleti'nin bağımsızlığı ve bütünlüğüyle, ülkenin
bölünmezliğini korumak devletin temel amaç ve görevleri arasında
gösterilmiştir. (Madde 5). Ülke ve ulus bütünlüğünü korumak için temel hak ve
özgürlüklerin kısıtlanabileceği de kabul edilmiş, (Madde 13 ve 14) aynı amaçla
basın ve dernek kurma özgürlüklerine özel sınırlamalar getirilmiş (Madde 28,
30, 33), gençlerin bu anlayış doğrultusunda yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı
önlemler alınması devlete özel görev olarak verilmiş (Madde 58), bilimsel
araştırma ve yayında bulunma yetkisinin Devletin varlığı ve bağımsızlığıyla
ulusun ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliğine karşı kullanılamayacağı
belirtilmiş (Madde 130), kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına bu
nedenlerle yönetimin müdahalesi uygun bulunmuş (Madde 135), birlik ve bütünlük
konusunda işlenecek suçlar için özel mahkemelerin kurulması öngörülmüş (Madde
143), aynı konu, TBMM üyeleri ve Cumhurbaşkanı yeminlerinin temel öğelerinden
birini oluşturmuş (Madde 81 ve 103), siyasî partilerin uyacakları esasların
başlıcaları arasında yine "bölünmez bütünlük" ilkesi yer almıştır.
(Madde 68 ve 69) Uluslar, varlıklarını tarihsel gelişmeler ve gerçeklerle kazanırlar.
Ortak kültürün, sosyal dayanışmanın ve birlikte yaşama duygusunun doğuşu,
gelişip güçlenmesi tarihe dayanır. Tek vücut durumunda ve tam ulus yapısı
içinde bütünleşerek Kurtuluş Savaşı'nı yapmış halkın vatanı, Türk Vatanı;
Milleti, Türk Milleti; Devleti de Türk Devleti'dir. Dünya, 11. yüzyıldan bu
yana çağlar boyu Anadolu için "Türkiye" ve burada yaşayanlar için
"Türkler" adını kullanmıştır. Bu durum, ulus bütünlüğü içinde yeralan
farklı etnik grupları görmeme anlamına gelmez.
Gerek
Anayasa'ya gerek Siyasî Partiler Yasası'na göre ülke ve ulus bütünlüğü,
devletin bölünmezliğinin temel ögeleridir. Faaliyet, ister ülke, ister ulus
bütünlüğüne yönelik olsun, sonuçta, devletin bölünmez bütünlüğünün tehlikeye
girmesi söz konusudur. Ülke bütünlüğünün hedef alınmasının, ulus bütünlüğünü;
ulus bütünlüğünün hedef alınmasının, ülke bütünlüğünü bozacağı kuşkusuzdur.
Anayasa ve Yasa, bu değerleri birlikte ve ödünsüz, mutlak olarak korumayı
amaçlamıştır.
"Millet"
kavramı; insanlığın gelişme süreci sonucunda vardığı en ilerlemiş birlikteliği
oluşturan toplumsal yapıyı anlatır. "Ulus" ve yerine göre
"Halk" sözcükleriyle de anlatılan bu yapı, bir gelişme düzeyini,
bilinçli ve kişilikli bireyler olgusunu gösterir. "Milliyetçilik"
ise, büyük bir toplumsal gerçek ve "millet düşüncesi"nin üzerine
kurulu olan çağın en etkin kültür ve politik anlayışıdır. Milliyetçilik,
Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk Devrimi'nin temel ve önde gelen ilkelerinden
biridir. Cumhuriyet döneminde "millet" ve "milliyetçilik"
kavramları, başta, teokrasiden demokrasiye geçişi sağlayan Atatürk olmak üzere
Cumhuriyetin kurucularıyla, onların koyduğu temel ilkeler üzerinde Cumhuriyeti
yöneten kuşaklarca yorumlanmış ve 1924, 1961, 1982 Anayasa'larında yer
almıştır. 1982 Anayasası'nın Başlangıcı'nda "... Atatür'ün belirlediği
milliyetçilik anlayışı ...", 2. maddesinde "... Atatürk
milliyetçiliği ...", 42. maddesinde "...Atatürk ilkeleri ..." ve
134. maddesinde "Atatürkçü düşünce ..." sözcükleriyle Atatürk
milliyetçiliği güçlü biçimde yer almaktadır. Atatürk Milliyetçiliği, ayrımcı ve
ırkçı bir kavram değil, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkının, kökeni ne
olursa olsun, devlet yönünden tartışmasız eşitliği, içtenlikli birliği ve
birlikte yaşama istencini içeren çağdaş bir olgudur. Ayrımcılığı dışlayıp "ulus"
yapısı içinde kaynaşmayı öngören bu kavram; etnik kökenleriyle kimliklerin
ayrımcılığa varan resmî bir tanıtım belirtisi olarak söylenmesini
engellemektedir. Dil ve din birliği yanında önemli başka toplumsal bağlar
kurmuş toplulukların devletle olan hukuksal bağlarını koparacak bir girişim,
kışkırtma, toplumsal gerçeklere Anayasa'ya ve Siyasî Partiler Yasası'na uygun
bir tutum değildir. Türk Ulusu içinde "Kürt" kökenli yurttaşlarla
değişik boylardan gelen "Türkler" ve diğer değişik kökenliler
ayrımsız biçimde yer almakta Devletin temel ögesi olan "tek ulus"
olgusu böylece somutlaşmaktadır.
Ulus,
tarihsel ve sosyolojik yönden belirli aşamaları geçmiş ve belirli nitelikleri
kazanmış bir topluluktur. Türk Ulusu, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasıyla
sınırları çizilmiş "vatan" kavramına dayanır. Ulus; vatan üzerinde
yaşayan, geçmişten geleceğe doğru bir zaman akışı içinde ortak yaşam istek ve
amacına bağlanan kültür ve ülkü birliğine dayanır. "Ulus" kavramı,
dar çerçeveli topluluk ve dinden başka toplumsal bir bağı olmayan ve başka öge
aramayan ümmet kavramından çok farklıdır. Ulus, tarihsel ve sosyal gelişmenin
yarattığı birlikte yaşama olgusudur. Irk gibi antropolojik ve filolojik
niteliklere dayanan dar bir kavram da değildir. Ulus, ortak bir tarih bilinci
yaratmamış göçebe, yerel dil ve soy gruplarından oluşan sosyolojik bir yapı
olan kavim de değildir. "Misak-ı Milli" sınırları içinde Türkiye
Cumhuriyeti'nin üzerinde kurulduğu, Avrupa, Asya, Afrika kıtalara arasında
köprü durumunda olan, çeşitli göç ve sığınmalara kucak açan vatanda, bin yılı
aşan uzun bir tarihsel gelişme sonunda yaşayan ve Kafkaslara, Balkanlara,
Afrika ve Orta Doğu'ya uzanan Osmanlı İmparatorluğu'ndan arta kalan çeşitli
etnik kökenlerden gelen insanlar ortak geçmişe, tarihe, ahlâka, değer yargılarına,
dine, hukuka ve eşit haklara sahip olarak karşılıklı şekilde birbirlerinin
kültürlerini ve eski Anadolu uygarlıklardan kalan değerleri de özümseyerek
birlikte ortak kültür ve kimliğe sahip bir vatan ve ulus oluşturmuşlardır.
Yapısı bu biçim olan Türk Ulusu içinde Türk, Kürt gibi ırkçılığa dayalı ulus
ayrımcılığına gitmek gerçekle bağdaşmaz.
Bu
nedenle Atatürk, "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu
denir" demiş ve anayasalarımızda Ulus bütünlüğü esas alınmıştır. Bu
bütünlük ilkesinden uzaklaşıp ulusu etnik kökene dayalı "Türk ve
Kürt" ayrımlarıyla nitelemek ve ırka dayalı savlarla bölücülüğe gitmek ve
nüfuslandırmak olanaksızdır. Cumhuriyeti kuranlar sadece Türk ve Kürt
kökeninden gelenler olmadığı gibi, terör örgütleri karşısına çıkanlar ve şehit
olanlar sadece Türk ve Kürt kökeninden gelenler olmayıp her kökenden gelen ve
Cumhuriyeti kuran Türk Ulusudur.
Anayasa'nın
66. maddesinde "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes
Türktür" ilkesine yer verilmiştir. Bu ilke, evrensel bağlamda vatanı ve
ulusuyla bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti'nde bireysel insan hakları yönünden
eşitliği sağlamak için getirilmiş, ulusu kuran herhangi bir etnik gruba
ayrıcalık tanınmasını önleyen birleştirici ve bütünleştirici bir temel
oluşturmuştur. Burada Türklük, ırka dayalı bir anlam taşımamaktadır. Her
kökenden gelen vatandaşların vatandaşlığı ve ulusal kimliği anlamına gelmektedir.
Bir kimsenin "Ben Türküm! deyişi, "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım,
Türk Ulusu'nun bir bireyiyim!" anlamını taşır. Irka dayalı bir
"Türklük" savı ve etnik kökenleri değiştirme ya da kaldırma anlamı
yoktur. Vatandaşlık ve ulusal kimliğin getirdiği haklar yanında elbet
sorumluluklar da vardır. Vatandaşlık ve ulusal kimlik, vatandaşların etnik
kökenlerini yadsıma anlamına gelmez. Etnik kökenlerin gözetilmesi de yurttaşlık
niteliğini ve ulusal kimliği zedelememeli ve etnik kökene dayalı ayrı ulus olma
savlarına, dayanak yapılmamalıdır.
Toplumun
tüm kesimlerinde gerçekleştirilen bu kutsal ve tarihsel mirasın korunmasını
amaçlayan anayasal ilkelerle yasal önlemler, toplumun huzur ve refahı, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin güvenliği ve varlığı ile ilgilidir. Türk Milleti içinde
yer alan her kökenden vatandaş, hiçbir ayrım gözetilmeksizin istek ve
başarılarına göre her görev ve işte çalışmış; Türkiye'nin her yerinde, köyünde,
kentinde yaşama, yerleşme, okuma, evlenme, gelişme ve yükselme ile ortak dil ve
kültürden yararlanma ve katkıda bulunma olanağına kavuşmuştur. Böylece herkese
ülkede her düzeyde tüm demokratik, siyasal ve temel haklar tam eşitlikle
tanınmıştır. Bu tarihsel oluşum nedeniyle "ülke ve milletin bölünmez
bütünlüğü," T.C. Anayasa'larında vazgeçilmez ve ödün verilmez temel kural
olarak yer almıştır. Tarihsel bir gelişme süreci içinde gerçekleşen, ayrılması
olanaksız bir kaynaşma ve bütünleşme, eşitliğe dayanarak ırkçılığı reddeden
Türk Ulusu gerçeğine karşı, ayrıcalığa, bölücüğe ve sonuçta yok olmaya yol
açacak davranışları insan hakları kapsamında görmek olanaksızdır.
Anayasa
Mahkemesi'nin siyasal partilere ilişkin 20.7.1971 günlü, Esas 1971/3, Karar
1971/3 sayılı kararında değinildiği gibi:
1921
Anayasası'ndan 1961 Anayasası'na değin sürekli olarak üzerinde durulmuş bir
ilke olan (Türk Devleti'nin ulusu ve ülkesi ile bölünmezliği) ilkesi, Erzurum
ve Sivas Kongreleri'nde saptanan biçimi ile Misak-ı Millî'nin gösterdiği
sınırlar içinde birbiriyle kaynaşmış olarak yaşayanların gerçekten ve hukukça
ayrılık kabul etmez bir bütün oldukları kesinlikle belirlenmiş ve bu bütünlük
içinde Kürt halkından hiçbir zaman söz edilmemiş olduğu gibi, Lozan Barış
Andlaşması görüşme ve kararlarında da, Misak-ı Millî'nin çizdiği sınırlar
içindeki azınlıklar sayılırken "Kürt" ayrımına yer verilmemiştir.
Bu
durum yalnızca bir olayın değil, doğrudan doğruya bir gerçeğin de anlatımıdır.
Bu gerçeği de en çağdaş anlamıyla Atatürk'ün ulus anlayışında bulmaktayız.
Atatürk'ün kendi el yazısı ile düzenlediği notlarında: "Bugünkü Türk Milleti,
siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve
hattâ Lâzlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş yurttaş ve
millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu
yanlış göstermeler hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntü ve kınamadan başka bir
tesir hâsıl etmemiştir. Çünkü bu millet efradı da umum Türk Camiası gibi aynı
müşterek maziye, tarihe, ahlâka ve hukuka sahip bulunuyorlar" demiş ve
Ulus'u "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti
denir" biçiminde tanımlamıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti, Atatürk Milliyetçiliğine içtenlikle bağlıdır. Eşitlikçi ve
birleştirici içeriğiyle çağdaş anlayışı yansıtan Atatürk Milliyetçiliği
toplumsal dayanışmanın güvencesidir. Atatürk Milliyetçiliği, yaşamsal ve
bilimsel gerçek olarak benimsenmiştir. Bu tarihsel ilke aynı zamanda ulusal
varlığın korunmasına ve yücelmesine hizmet edecek yaşam anlayışı ve biçimidir.
İnsancıl, uygar ve barışcıdır. Kardeşliği, sevgiyi, dayanışmayı ve çağdaş evrensel
değerleri kucaklar.
Dil
ve eğitim konusuna gelince; bin yıldan beri birlikte yaşayan, vatanın her
yerinde içiçe kaynaşan çeşitli soy ve kökenden gelen bireyler arasında Türkçe
en yaygın dildir. Sadece resmî işlerde değil, ailede, günlük yaşamda ve eğitimde
kısacası toplumsal ilişkilerin her alanında kullanılan ortak bir dil olmuştur.
Türkçeyi bilmeyen ve kullanmayan çok az kişi vardır.
Ayrıca
kapalı ve açık özel ortamlarda, ev ve işyerinde, basın ve sanat alanında yerel
dillerin kullanılması da yasak değildir. Tersine savlar gerçek dışıdır. Ulus
bütünlüğü içinde yer alan kimi etnik grupların kendi aralarında kullandıkları
yerel dillerin resmî dil yerine ortak iletişim ve çağdaş eğitim aracı olarak
tanınması olanaklı değildir.
Anayasa'nın
26. maddesinin üçüncü fıkrasında "Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında
kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz" denilmektedir.
Türkiye'de özellikle yasaklanan bir dil kalmadığı gibi özel yaşamda birçok dil
kullanılmaktadır. Anayasa'nın 42. maddesinin son fıkrasında, Türkçe'den başka
hiçbir dilin eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri
olarak okutulup öğretilemeyeceği, uluslararası andlaşmalar saklı tutularak
kurala bağlanmıştır. Bu anayasal gerek, öğretim ve eğitim birliği ile ilköğretimin
zorunlu olmasının ve bu yolla ulusal bütünlük ve dayanışmanın taşıdığı öneme
bağlanmalıdır.
Dil
konusuyla ilgili bir başka düzenleme de Anayasa'nın 14. maddesinin ilk
fıkrasındaki "Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, ...
dil... ayrımı yaratmak ... amacıyla kullanılamazlar." ilkesidir.
Devletin
bölünmez bütünlüğü ile dili konusundaki kurallar, yaptırımsız değildir.
Herşeyden önce Anayasa'nın 4. maddesine göre, bu konularda genel ilkeyi koyan
Anayasa'nın 3. maddesi "Değiştirilemez ve değiştirilmesi, teklif
edilemez". Öte yandan, Anayasa'nın 69. maddesi, bu sınırlamalara uymayan
bir devlet düzeni kurma yasağını içeren 14. maddeye aykırı davranan siyasî
partilerin temelli kapatılacağını öngörmektedir.
2820
sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın ilgili kuralları, bu anayasal çerçevede
değerlendirilmelidir. Yasa'nın 78. maddesinin (a) bendi, Anayasa'nın 4. maddesi
doğrultusunda bir kural koymuş siyasî partilerin, diğer yasaklar yanında
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüyle diline ilişkin yukarda
değinilen Anayasa'nın 3. maddesini değiştirmek amacını da güdemeyeceklerini
belirlemiştir. Irk ve dil farklılıklarına göre azınlık statüsü tanımak, ülke ve
millet bütünlüğü kavramıyla bağdaşmaz. Diğer kökenli yurttaşlar gibi Kürt
kökenli yurttaşların da kimliklerini belirtmeleri yasaklanmamış; ancak azınlık
ve ayrı ulus olmadıkları, Türk Ulusu dışında düşünülmeyecekleri, devlet
bütünlüğü içinde yer aldıkları ortaya konmuştur. Azınlığın sosyolojik ve
hukuksal tanımlarına uygun bir nitelik, Kürt kökenli yurttaşlarda bulunmadığı
gibi, onları öbür yurttaşlardan ayıran herhangi bir kural da yoktur.
Türkiye'nin her yerinde her yurttaş hangi kurala bağlı ise onlar da aynı kurala
bağlıdır. Azınlıkların bağlı olduğu kuralların kaynağını andlaşmalar oluşturmakta,
Kürk kökenli yurttaşlarla öbür yurttaşlar arasında hiçbir ayrım yapılmamakta
bireysel hak ve özgürlüklerden sınırsız biçimde yararlanmaktadırlar. Esirgenen,
yoksun kılınan, dar tutulan bir hak yoktur. İşçi, işveren, hekim, avukat,
memur, subay, yargıç, milletvekili, bakan, Cumhurbaşkanı gibi her göreve
gelebilmektedirler. Kimi yerel ve etnik köken özellikleri dışında, dil birliği,
din birliği, tarihsel birlik vardır. Evlilikler nedeniyle kan bağlılığı
oluşmuştur. Aynı yörede birlikte yıllardır yaşamaktadırlar. Sınırsız hakları,
sınırlı haklara, ulusun kendisi olmayı azınlık olmaya dönüştürmenin
anlamsızlığı açıktır. Amacın, bölünmeyi gerçekleştirmek olduğu anlaşılmaktadır.
Kaldıki, hangi demokratik hakkın verilmediği açıklanmamakta, üstü kapalı ifadelerle
esasta ayrı bir ulus olmanın gerektirdiği ulusal haklara değinilmektedir. Bu
durum, sorunun demokratik ve siyasal haklarla ilgili olmadığını göstermektedir.
Anayasa'daki
ulus bütünlüğü, ilkesinden uzaklaşıp, Türk ve Kürt Ulusları ayrımına gidilemez.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde, tek bir devlet ve tek bir ulus vardır, birden
çok ulus yoktur. Türk Ulusu içinde değişik kökenli bireyler olsa da hepsi Türk
yurttaşıdır. Tarihsel bir gerçek olan "Türk Ulusu" olgusu yerine
ırkçılığa dayanan ayrılıklar ve Türk vatandaşlığı niteliğini değiştiren savlar
geçersizdir. Anayasa, bölgeler için özerklik ve özyönetim adı altında ayrılık
getiren yöntemlere-biçimlere kapalıdır.
Kimi
siyasal nedenlerle dış etkenlerden kaynaklanan, kimi varsayım, yorum ve
bahanelere dayanan, insan hakları ve özgürlük savlarıyla yoğunlaştırılan
sakıncalı amaçlara geçerlik tanınamaz. Devlet "TEK"dir, ülke "
TÜM"dür, ulus "BİR"dir. Ulusal birlik; devleti kuran, ulusu
oluşturan toplulukların ya da bireylerin, etnik kökeni ne olursa olsun, yurttaşlık
kurumu içinde ayrımsız birliktelikleriyle gerçekleşir. Anayasa'da ve yasalarda
yurttaşlar arasında ayrımı öngören hiçbir kural bulunmadığı gibi, kimsenin soy
kökeninin yadsınması ya da kabul edilebilecek yeni bir savı da yoktur. Ulusal
ve tekil devlet etnik ayrılıklarla tartışılamaz. Herkesin, herzaman
karşılaşabileceği ve giderek hukuk devletinde giderilip karşılığı istenebilecek
aykırılık, çelişki, haksızlık ve yanlışlıklar, insan hakları alanında sömürü
nedeni yapılarak, gerçekler saptırılıp çarpıtılarak, üstü kapalı biçimde, ayrı
ulus yoluyla ayrı devlet amaçlanamaz. Tartışılamaz kavramlar ve değerlerle,
ödün verilmesi olanaksız ilke ve niteliklerin kaynağı Türkiye Cumhuriyeti'dir.
Çağımızda da farklı etnik grupların birlikte uluslaşması ve devletleşmesi
uluslararası düzeyde hukuksallığını korumaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti
için farklı düşünmenin haklı bir nedeni yoktur. Ulus birliğini bölmek; belli
toprak parçasını bir ırktan gelenlere maletmek, etnik arındırma yapmak anlamına
gelir ki, bunun çağdaş, insancıl değerlerle bağdaştırılması olanaksızdır.
Vatandaşlık, bölge özelliklerini ve etnik farklılığı aşan, bütünleştirici
çağdaş bir olgudur. Bu konuda bir kimsenin diğerinden farklı olmasına; din,
kültür ve etnik kökene ilişkin ayrıcalıklara yer yoktur. İnsan haklarının
sadece bir kişiye, sınıfa ve zümreye değil ayrımsız olarak bütün vatandaşlara
eşit olarak uygulanması esastır. Siyasal açıdan önemli olan, soy değil, ulusal
topluluktan olmaktır. Eğer bir soy, vatandaşlık bağlamındaki insan hakları
dışında özel haklara sahip olmak isterse bu, onun ulus bütünlüğü içinde yalnız
bir köken değil, aynı zamanda ayrı ulusal bir topluluk olması anlamına gelir.
Bu ise, ulus bütünlüğü ilkesiyle bağdaşmaz.
Devlet,
ülke, ulus konuları, her devlette farklılık gösteren, tarihsel süreçle
ulaşılan, yeniden değiştirilip biçimlendirilmesi olanaksız olgulardır. Ulusal
ve uluslararası hukuk düzeninde insanlığın mutluluğu için bu temel olguları
korumak üzere getirilen düzenlemelere siyasî partilerin uyma zorunluluğu
tartışılamaz.
Üzerinde
durulması gereken diğer bir husus da "bölünmez bütünlük" ilkesinin,
egemenlik kavramı ile yakın ilişkisidir. Türkiye Cumhuriyeti tekil devlet
esaslarına göre kurulmuş, bütünlüğe dayanan devlettir. Bir devletin içte ve
dışta özgür davranma yetkisi olan "Egemenlik" başlıklı Anayasa'nın 6.
maddesinde:
"Egemenlik
kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk
Milleti, egemenliğini, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre, yetkili organları
eliyle kullanır.
Egemenliğin
kullanılması hiçbir surette, hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa
bırakılamaz..." hükümleri yer almıştır. Bu kurala göre, egemenlik ulus
bilincinde birleşenlere aittir. Ulus, Yasama Organı'nı özgür iradesiyle
belirleyecektir. Hangi köken ya da soydan gelirse gelsin herkes ulus kapsamındadır.
Böylece, ülke, ulus ve egemenlik, bir bütünlük ve uyum içinde gözetilmesi
gereken kavramlar olarak ortaya çıkmaktadır.
Bölünmez
bütünlük ilkesi, devletin bağımsızlığını ülke ve ulus bütünlüğünün korunmasını
da kapsar. Kuruluşundan beri tekil devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nin, bu
tarihsel niteliği Anayasa'lara yansımış olup, korunması konusunda güçlü
yaptırımlar getirilmiştir. Özen ve duyarlıkla sürdürülen yapı, ulusun varlık
nedeni olup başka ülkelerin koşulları ile bir tutulamaz. Bu temel ilkeden ödün verilemez.
Gerçekte olmayan bir insan hakkı sorunu ileri sürülerek, devleti parçalamaya
yönelik girişime, azınlık bulunduğu bahanesi dayanak yapılamaz. Tekil devlet
esasına göre düzenlenen Anayasa'da federatif devlet sistemi benimsenmemiştir.
Bu nedenle siyasî partiler, Türkiye'de federal sistem kurulmasına
programlarında yer veremezler ve bu yapıyı savunamazlar. Devlet yapısında
"bölünmez bütünlük" ilkesi; egemenliğin, ulus ve ülke bütünlüğünden
oluşan tek bir devlet yapısıyla bütünleşmesini gerektirir. Ulusal devlet
ilkesi, çok uluslu devlet anlayışına olanak vermediği gibi böyle düzende
federatif yapıya da olanak yoktur. Federatif sistemde federe devletler
tarafından kullanılan egemenlikler söz konusudur. Tekil devlet sisteminde ise,
birden çok egemenlik yoktur. "Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez
bütünlüğü" kuralı, azınlık yaratılmamasını, bölgecilik ve ırkçılık
yapılmamasını ve eşitlik ilkesinin korunmasını içermektedir.
"Egemenlik" ve "devlet" kavramlarının, "ulus"
kavramıyla bütünleşmesi, devletin herhangi bir etnik kökenden gelenlerle ya da
herhangi bir toplumsal sınıfla özdeşleştirilmesine engeldir. Bunun nedeni;
ulusun çeşitli toplumsal sınıflardan oluşmasına karşın sınıflarüstü bir kavram
olmasıdır. Bunun için, egemenliğin kullanılmasını tek bir toplumsal sınıfa
bırakan ya da bir toplumsal sınıfı egemenliğin kullanılmasından alıkoyan veya
egemenliği bölen düzenlemeler bölünmez bütünlük ve tekil devlet ilkesine ters
düşer. Anayasa'daki "Türk Milleti" tanımı içinde dinsel inanç ve
etnik kökeni ne olursa olsun her yurttaş tam eşitlikle yer almakta, bu tanım
köken özelliklerinin açıklanıp kullanılmasını asla yasaklamamaktadır. Tersine
savlar, yapay halk-ulus nitelemeleri, bölücülük ve ayrımcılık özendirmeleri
olmaktan öteye geçemez. Demokrasi, demokrasiyi yıkarak savunulamayacağı gibi
demokrasi, demokrasiye karşı ve onu yoketmek için kullanılamaz. Demokratik
haklar, despotizme araç yapılamaz.
Son
yıllar içinde kimi devletlerin yapısal değişime uğramasından esinlenilerek,
kimilerince Türkiye'de aynı değişikliğin olması gerektiğinin ortaya konulması,
Anayasa'da değiştirilmesi yasaklanan maddeler arasında bulunan devlet, ulus ve
ülke kavramlarının tartışmaya açılarak bu konularda olabilirlik umutlarının
yaratılması gerçeklerle çatışan tarihsel, siyasal ve hukuksal yanılgılar
olmuştur. Diğer ülkelerde son yıllarda izlenen ve yeniden bağımsızlığı
kazandıran yapısal değişiklik, Türkiye'de Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması
ile daha önce yapılmış ve tamamlanmıştır. Cumhuriyet tarihi bunun kanıtıdır.
2820
sayılı Yasa'nın 78. maddesinin (a) bendi, siyasî partilerin Anayasa'nın 3.
maddesinde açıklanan devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve dili
ile ilgili temel hükmü değiştirmek amacını güdemeyeceklerini belirtmektedir.
81. maddenin (a) ve (b) bentlerinde de;
Siyasî
Partiler:
(a)
"Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde millî veya dinî kültür veya mezhep
veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri
süremezler."
(b)
"Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak geliştirmek
veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak
millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette
bulunamazlar." denilmektedir.
Yasa
maddesinin gerekçesinde:
"Ülkemizde
Lozan Andlaşması ile kabul edilen azınlıklar dışında bir azınlık yoktur.
Herhangi bir ülkede resmî dilin dışında bazı dillerin bilinmesi veya yer yer
konuşulması azınlık yaratmaz. Hele siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel
alanlarda olduğu gibi her bir alanda bütün haklara sahip ve borçlarla eşit bir
şekilde yükümlü olan tek bir milletin evlatları arasında azınlıktan söz etmek
mümkün değildir...
Bir
memlekette resmî dilin her vatandaş tarafından bilinmesi, hangi alanda olursa
olsun eşitlik ilkesinin hakkıyla uygulanabilmesi ve adlî ya da idarî işlerin
çabukluk ve selametle yürütülmesi bakımından yararlı hatta zorunludur. Bu
itibarla resmî dili, genç, ihtiyar, kadın, erkek ve vatandaşın bilmesini
sağlamak Devletin görevidir" düşüncesi yer almaktadır.
Maddenin
(a) bendinde, siyasî partilerin millî ya da dinî kültür, mezhep, ırk ya da dil
ayrılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremeyecekleri
öngörülmektedir. Lozan Andlaşması ile kabul edilen azınlıklar kuşkusuz, bu
bendin kapsamı dışındadır. Nitekim, bu husus gerekçede de belirtilmiştir.
Özellikle
belli büyüklükteki ülkelerin hemen tümünde, din, ırk, dil ve mezhepleri farklı
toplulukların bulunması doğaldır. Bu farklılık, kimi ülkelerde büyük boyutlara
ulaşabilir. Bunların her birine azınlık statüsü tanımak ülke ve millet bütünlüğü
kavramıyla bağdaşmaz. Öte yandan, başlangıçta kabul edilebilir istekler gibi
görünen ayrımcılığa yönelik kültürel kimliğin tanınması istemleri zamanla
bütünden kopma eğilimine girer. Bu nedenle yasakoyucu konuya özel bir özen
göstermiştir.
Türkiye'de
azınlıklar konusu Lozan Barış Andlaşmasıyla düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin
belirgin iki özelliği vardır: İlk olarak, ancak müslüman olmayanlar azınlık
olarak kabul edilmiştir. İkinci olarak da böyle bir düzenleme ile müslüman
olmayanlara da müslümanların yararlandıkları medenî ve siyasî haklardan
yararlanma olanağı sağlanmış, yasalar önünde din ayrımı yapılmaksızın herkesin
eşit olduğu hususunun belirlenmiş olmasıdır.
Bu
nedenle 2820 sayılı Yasa'nın 81. maddesinin (a) bendi ile ülkemizde azınlık
yaratmama yolundaki duyarlılığın siyasî partilerce de paylaşılması
amaçlanmaktadır. (b) bendinde ise, siyasî partilerin, ulusca oluşturulan ortak
Türk dili ve kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek ya da
yaymak yoluyla ülkede azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması
amacını güdemeyecekleri belirtilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşları
arasında etnik ya da diğer herhangi bir nedenle siyasal ve hukuksal ayrılık söz
konusu değildir.
Türk
Ulusu'nu oluşturan, binlerce yıl birarada yaşamış, kaynaşmış, ortak kültüre,
ahlâka ve dine sahip insanların tarihleri birdir. Vatanı üzerinde yaşamış bütün
geçmiş kuşaklar, ülkenin ve ulusun bütünlüğünü ve onurunu sürdüreceği kuşkusuz
olan, gelecek kuşaklarla birlikte düşünülmelidir. Her ulusun olduğu gibi
tarihsel gerçeklere dayanan Türk Ulusu'nun ortak kimliği ve kültürü de
savunmasız bırakılamaz. Herşeyden önce Türk Devleti'nin bağımsızlığına,
kimliğine ve özbenliğine, ulusal bütünlüğüne düşman olan tüm karşıtlıklarla
uğraşmak uluslararası hukuksal belgelerin benimsediği temel bir görev ve
haktır.
Anayasamıza
göre, ulus ve ülke bütünlüğü devletin en temel özelliği ve ilkesidir. Türkiye
Cumhuriyeti içinde birden fazla ulus olamaz. Türk ulusu içinde değişik kökenli
bireyler olabilir; ancak bunların hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Türk
vatandaşlığı niteliğini değiştiren savlar Anayasa'ya uygun değildir.
Siyasî
partilerin, çalışmalarında devletin ülkesi ve ulusu ile bölünmezliği temel
kuralına uymaları, ülkenin ya da ulusun bir bölümünün bugünkü bütünlüğünü
bozarak ayrılması sonucunu doğrudan doğruya veya dolayısıyla doğurabilecek her
türlü eylemden ve propagandadan kaçınıp çalışmalarını bu bütünlüğü daha da
pekiştirecek biçimde yürütmeleri demektir. Bunun sonucu da ülke ve ulus
bütünlüğünü zedeleyebilecek olan her türlü yazı, söz ve davranışın siyasal
partiler için yasak olmasıdır.
Anayasa
ve Siyasî Partiler Yasası'na göre, ırk ayrımcılığı ve bu yolla ülkeyi parçalama
bir siyasal partinin dayanağı, amacı ve gereği olamaz. Devletin bütünlüğünü
koruması en doğal hakkıdır.
Bu
açıklamalara göre bir değerlendirme yapıldığında; Özgürlük ve Demokrasi
Partisi'nin programında ve ön savunmasında, ilk bakışta dikkati çeken husus,
uluslararası belgelere ve ulusal gereklere karşın, Türk Ulusu bütünlüğünden
ayrı bir "Kürt Ulusu" ve diğer azınlıkların mevcut olduğunun
belirtilmesi ve bu sözde ayrılığın "halklar uluslar" ve
"azınlıklar" deyimleriyle her vesileyle ısrarlı bir biçimde
vurgulanmasıdır: Türk ve Kürt halklarıyla diğer azınlıkların Kurtuluş Savaşı'nı
ortaklaşa başarıya ulaştırmalarından sonra kurulan Cumhuriyette Türk
anlayışının egemen olduğu, Kürt halkının ve onun en doğal demokratik hak ve
taleplerinin inkâr edilip yok sayıldığı, Kürt halkının ulusal varlığının
yadsındığı, baskı uygulandığı ileri sürülerek; ülkeyi birlikte kuran Türk ve
Kürt Ulusları'ndan, Anadolu'da özgür yaşamak, hak ve ödevlerden yararlanmak
için "Ne Mutlu Türküm" demek gerektiğinden, ulus olmanın temel unsuru
dil olduğundan kendi ana dili ile eğitim yapılmasından ve yargılamada ana dilin
esas alınmasından ve Türk Ulusu içinde varlığı ileri sürülen ayrı ulusların
bağımsızlık ve özgürlükleri için yürüttükleri haklı ve meşrû mücadelelerin
desteklenmesinden söz edilmektedir. Ayrıca Kürt sorununun uluslararası andlaşma
ve belgeler çerçevesinde ve halkların eşit ve özgür iradesi temelinde
demokratik bir çözüme kavuşturulması ve kendi kaderlerini tayin hakkı üzerinde
durulmaktadır.
Bütün
bunlar Türkiye Devleti'nin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü bozucu
niteliktedir. Bunlarla anlatılmak istenen, "Türk Ulusu" bütünlüğü
dışında diğer azınlıklar ise de, esasta "Türk ve Kürt" halkları
adıyla iki ayrı ulusun varlığı ve partinin, bu iki ulusun eşit biçimde işlem
görmesi ve ayrı birer ulus olmaktan kaynaklanan uluslararası hakların
tanınmasıyla birlikteliklerini gönüllü olarak devam ettirmelerinden yana
olduğudur.
Programda
geçen "halklar" deyişinin "uluslar" ve özellikle "Kürt
ulusu" anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü, Proğramın
"Partimizin Temel İlkeleri" ve "Ulusların Kendi Kaderlerini
Tayin Hakkı" bölümlerinde, halkların kendi bağımsızlık ve özgürlükleri
için yürüttükleri mücadelelerin desteklenmesinden, ezilen, sömürülen halkların
kendi kaderlerini tâyin hakkına yönelik saldırılara karşı olmaktan söz
edilmektedir. Bağımsızlık, özgürlük ve kendi kaderini tâyin hakkı gibi
kavramlar sadece uluslar için söz konusu olabileceğinden, programda birçok kez
tekrarlanan "halklar" deyişiyle "uluslar", başka deyişle,
Türk Ulusu bütünlüğü dışında başka ulusların, özellikle Kürt Ulusu'nun varlığının
ve ayrı ulus olmanın gerektirdiği hakların amaçlandığı sonucuna varılmaktadır.
Öbür
yönden, davalı partinin, savunmasında ileri sürüldüğü gibi özgür yaşamak, hak
ve ödevlerden yararlanmak için "Ne Mutlu Türküm" demek gerekli
değildir. Daha önce belirtildiği üzere hangi etnik kökenden olursa olsun bütün
vatandaşlar eşit haklara sahiptir. "Ben Türküm" demek hukukî ve
siyasî yönden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir vatandaşı, Türk Ulusu'nun bir
bireyi olma anlamına gelmektedir. Bunun, bireyin etnik kökenini inkâr anlamına
geldiğinin ileri sürülemeyeceği açıktır. Türk Ulusu ırkçılık anlayışı üzerine
kurulmamıştır. Ulusu oluşturan etnik ögelerin ayrı bir ulus olduğu savının
geçerli bir yanı ve hukuksal bir dayanağı olmadığı gibi gerçekle de ilgisi
yoktur. Tersine girişim ve kalkışmaların haklı nedeni bulunmadığından uygun
karşılanması olanaksızdır.
Davalı
Parti yine ön savunmasında ülkemizdeki "fiilî durumun mevzuatı
aştığını" ileri sürmüştür. Bundan neyin amaçlandığı çok açık değilse de,
davalı Parti burada ülkede iki hukukun olduğunu, bunlardan ilkinin yasalarda
yer aldığını, ancak bunun toplumda geçerliliğini ve uygulama yeteneğini
yitirdiğini, buna karşılık eylemli biçimde uygulanan ve toplumda genel kabûl
gören bir başka hukukun daha varlığı üzerinde durmaktadır. Bununla bağlantılı
olarak davalı Parti yine "pozitif hukukun herkese değil ancak bazı
partilere uygulandığını" belirtmekte ve bunu "çifte standart"
olarak algılamaktadır. Yine davalı Parti evrensel hukuka aykırı olduğunu belirttiği
ve 12 Eylül Anayasası olarak nitelediği Anayasa hükümlerine dayanılarak parti
kapatılmasını kabul etmediğini belirtmekte ve kapatma davasının evrensel hukuk
ilkelerine göre görülmesini istemektedir.
Anayasa
Mahkemesi Anayasa'da ve Anayasa'ya uygun yasa kurallarında açıklık varken,
bunları bir yana itip hukuk dışı uygulamalara yol açacak biçimde yorumlara
girerek yasalara aykırı davranışlara geçerlik kazandıramaz. Siyasî Partiler
Yasası ile Anayasa'nın bu konudaki hükümleri değişmemiştir. Bir yasa yeni bir
yasa ile kaldırılmadıkça uygulanmasının süreceği hukukun değişmez
kurallarındandır. Anayasa ve Siyasî Partiler Yasası değişmedikçe Anayasa
Mahkemesi bunları uygulayacaktır.
Programda
"Özgürlük ve Demokrasi Partisi, Kürt sorununun İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Helsinki Sonuç Belgesi
hükümlerine uygun, barışçı ve demokratik yöntemlerle çözülmesinden
yanadır..." denmektedir. Yine ön savunmada davanın Türkiye'nin imzaladığı
uluslararası sözleşme hükümleri ile evrensel hukuk ilkelerine göre çözülmesi
isteği vardır.
Devlet,
ülke ve ulus bütünlüğünü bozmaya yönelik eylemlere uluslararası hukuk
belgeleri, anlaşma ve sözleşmeleri, bu arada Helsinki Sonuç Belgesi ve Paris
Şartı olur vermemektedir.
Anayasa
Mahkemesi birçok kararında, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'ne ve Avrupa Sosyal Haklar Temel Yasası'na yollamada
bulunmuştur. İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme
kapsamındaki hak ve özgürlükler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda da güvence
altına alınmıştır. Hakları kullanmanın, özgürlüklerden yararlanmanın sınırsız
olmadığını vurgulayan İnsan Hakları Evrensel Demeci'nin 29. ve 30. maddeleri,
içerik olarak demokratik düzeni yıkıcı söz ve eylemlere karşı sınırlamalar
getirilmesinin ve önlemler alınmasının dayanağıdır.
Özgürlük
ve Demokrasi Partisi'nin kapatma nedeni sayılan dava konusu Parti prgramındaki
kimi düzenlemelerin söz konusu uluslararası belgelere de aykırı olduğu
kuşkusuzdur. İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme'nin
örgütlenme hak ve özgürlüğüyle ilgili 11. maddesinin ikinci fıkrası aynen
şöyledir:
"Bu
hakların kullanılması, demokratik bir toplulukta, zarurî tedbirler mahiyetinde
olarak millî güvenliğin, âmme emniyetinin, nizamı muhafazanın, suçun önlenmesinin,
sağlığın ve ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması için ve
ancak kanunla tahdide tâbi tutulur.
Bu
madde, bu hakların kullanılmasında idare, silâhlı kuvvetler veya zabıta
mensuplarının muhik tahditler koymasına mani değildir."
Yukarda
ilgili bölümlerde açıklandığı üzere Özgürlük ve Demokrasi Partisi Programının
kimi düzenlemeleri İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair
Sözleşme'nin 11. maddesinin ikinci fıkrasıyla 17. maddesinde yer alan
kurallarla bağdaşmamaktadır.
Sözleşmenin
17. maddesi aynen şöyledir:
"Bu
sözleşme hükümlerinden hiçbiri bir devlete, topluluğa veya ferde, işbu
Sözleşmede tanınan hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya mezkûr sözleşmede
derpiş edildiğinden daha geniş ölçüde tahditlere tâbi tutulmasını istihdaf eden
bir faaliyete girişmeye veya harekette bulunmaya mâtuf herhangi bir hak
sağlandığı şeklinde tefsir olunamaz."
Özellikle,
araçları farklı olmakla birlikte Özgürlük ve Demokrasi Partisi'nin amacının
teröristlerin amacı ile benzerlik gösterdiği de dikkat çekicidir. Türkiye
Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan ayrı dili ve kültürü olan ve özellikle
de "kendi kaderini tâyin hakkına sahip, ezilen bir Kürt Halkı"nın
varlığını ileri sürmektedir.
Bu
durumda, üzerinde durulması gereken önemli bir konu da, "kendi kaderini
tayin etme" hakkıdır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türkiye'de tek bir
ulus vardır. O da Türk Ulusu'dur. Türk ve Kürt kökeninden gelen vatandaşlar,
diğer etnik kökenden gelen vatandaşlarla birlikte "Ulus" bütünlüğünü
oluşturmuştur. Ayrı bir ulus, ayrı bir halk ya da bir azınlık varmış gibi
bölünmeyi amaçlayan çabalar, terörle de desteklenip gündemde tutulmaktadır.
"Kendi kaderini tâyin hakkı" yeni bir kavram değildir. Uluslararası
hukuk düzenindeki bu olguyu Türk Ulusu, her tür ayrılığı dışlayıp eşitliği
sağlayarak Lozan Barış Andlaşması'yla gündeminden çıkarmıştır, günümüzde de
koşulları yoktur. Ülke ve Ulus bütünlüğünü koruma hakkı, Lozan Barış
Andlaşması'nda olduğu gibi bugün de uluslararası hukuk düzeninde geçerlidir.
Nitekim,
dayanak gösterilen Helsinki Nihaî Senedi'nin ilkeleri arasında;
-Devletin
egemen eşitliği ve egemenliğin üzerindeki haklara saygı,
-Sınırların
dokunulmazlığı,
-Devletlerin
toprak bütünlüğüne saygı,
-İçişlerine
karışmama,
ilkeleri
de yer almıştır.
Paris
Şartı'nda da :
"Tüm
ilkeler, herbiri diğerleri dikkate alınmak suretiyle yorumlanarak, kayıtsız
şartsız ve aynı derecede uygulanır. Bu ilkeler ilişkilerimizin temelini
oluşturur."
.........
"Taraf
devletlerin bağımsızlığını, egemen eşitliğini ya da toprak bütünlüğünü ihlâl
eden faaliyetlere karşı demokratik grupları savunmak hususunda işbirliği
yapmaya kararlıyız. Dışarıdan yapılan baskı, zora başvurma ve yıkıcılık gibi
yasadışı faaliyetler burada söz konusu olan özelliklerdir."
.........
Her
türlü terörist eylemleri, yöntemleri ve uygulamaları açıkça suç olarak kınıyor
ve bunların ikili olduğu kadar çok taraflı işbirliği ile ortadan kaldırılması
için çalışmaya kararlı olduğumuzu ifade ediyoruz."
.........
"Taraf
devletler, halkın iradesiyle özgürce kurulmuş olan demokratik düzeni, kendi
yasaları uyarınca ve yüklendikleri uluslararası insan hakları görevleri ve
uluslararası taahhütleri uyarınca, bu düzeni ya da başka bir taraf devletin
düzenini yıkmayı amaçlayan terörizm ya da şiddete başvuran ya da terörizmden
veya şiddetten vazgeçmeyi reddeden kişilerin, grupların ve teşkilatların
faaliyetlerine karşı savunmak ve korumak sorumluluğunu taşıdıklarını kabul
ederler." kuralları da yer almaktadır.
Görüldüğü
gibi, yukardaki düzenlemelerde kendi kaderini tayin hakkının, demokratik
ülkelerde devlet, ülke ve ulus bütünlüğünü bozucu biçimde kullanılmasına olanak
verilmemektedir.
Türkiye
Cumhuriyeti'nin de taraf olduğu "Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı",
ırkçılığı, etnik düşmanlığı ve terörizmi kınamış, ülke bütünlüğünü ve
demokratik düzeni yıkmayı amaçlayan hareketlere girişen kişi, grup ve örgütlere
karşı koruma ve kollama sorumluluğunu uluslararası bir çağrı olarak kabûl
etmiştir. Devleti yıkmaya yönelik faaliyetlerin demokratik haklar kapsamında ve
bir özgürlük olarak değerlendirilmesi olanaksızdır. Demokrasi, hak ve
özgürlüklerin güvenceye bağlandığı, demokratik işlerliğin her alanda yaşandığı,
çoğulcu, katılımcı bir kurallar ve kurumlar düzenidir. Nitekim Birleşmiş
Milletler'e üye devletlerin katılmalarıyla 14-25 Haziran 1993 günlerinde,
VİYANA'da gerçekleştirilen Dünya İnsan Hakları Konferansı sonunda yayımlanan
Deklerasyon'da:
Kendi
kaderini tâyin hakkının; "Eşit Haklar" ilkesine uygun olarak ırk, din
ve renk ayrımı gözetmeksizin ülkesine ait bütün insanları temsil eden bir
hükûmete sahip egemen ve bağımsız bir devletin, ülke bütünlüğünü ve siyasî
birliğini kısmî veya bütüncül biçimde parçalayacak herhangi bir eylemin
desteklenmesi ve bu eyleme yetki verilmesi anlamında yorumlanamayacağı yer
almıştır.
Demokrasilerde
ırk ayrımcılığı, bir siyasal partinin ve milletvekilinin dayanağı, amacı ve
ereği olamaz. Irk ayrımcılığının aracı durumuna düşen partinin varlığını
sürdürmesi yasalar karşısında olanaksızdır. Devletin ülkesi ve ulusuyla
birlikte bütünlüğünü koruması en doğal hakkı olup, kamu düzenini ve insan
haklarını koruma yönünden de savsaklanmayacak görevidir. Siyasî partileri
kapatma diğer çağdaş demokratik ülkelerde de vardır. Anayasa'nın temel ilkesi;
hak ve özgürlüklerle, çoğulculuğun korunması için Anayasal hakları yok edecek
bir siyasî rejim kurulmasının önlenmesidir. Demokratik toplum düzeninde, siyasî
parti faaliyetlerinin güvence altına alınması, Anayasa'ya uygun kurulan ve
faaliyet gösteren siyasî partilerin Anayasa'ya dayalı hukuk devletinin sağladığı
tüm hak ve ayrıcalıklarından faydalanmaları anlamına gelir. Siyasî partiler
Anayasa'da değiştirilmesi yasaklanan uluslararası üstün hukuk kurallarına da
uygun olan devletin tekliği, ülkenin bütünlüğü ile ulusun birliğini
değiştirmeyi amaçlayan çalışmalarda bulunamazlar. Bunların siyasal tercih
kapsamına alınması olanağı yoktur.
Bu
konuda özet olarak şu temel ilkeler belirlenebilir:
a.
Ulusal ve üniter devletin etnik farklılıklara göre tartışılması uluslararası
hukuksal belgelerce de yasaklanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11.
maddesi bu konuda son derece açıktır. Ayrıca bu sözleşmenin 17. maddesi
özellikle bu konuyla ilgilidir.
b.
Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi de Federal Cumhuriyetin varlığını
tehlikeye atan veya temel demokratik düzeni yoketmeye yönelik faaliyetlerde
bulunan siyasal partileri kapatma yetkisine sahiptir. Ve Almanya Anayasa
Mahkemesi hem Komünist Partiyi hem de Faşist Partiyi bu gerekçelerle
kapatmıştır.
c.
Avrupa hukuk düzenlemelerinde de, bir ulus bütünlüğü içinde yer alan etnik
grupların milliyetçiliğe dayalı ayrımcılığı kabul edilmemektedir. Anayasa'da
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerin korunması ancak anayasal
hakları yok edeecek siyasal faaliyetlerin (örgütlenmelerin) önlenmesi ile mümkündür.
Bu aynı zamanda çoğulculuğun da korunması anlamına gelir.
ç.
Fransız Anayasa Konseyi, Korsika'ya özel statü tanıyan Yasa'nın iptali ile
ilgili kararında, Fransız vatandaşlarından oluşan "Fransız Halkı"nın
korunması için özen göstererek "Fransız Halkı"nın mütemmim cüzî
(tamamlayıcısı olan) "Korsika Halkı" kavramını reddetmiş ve
söylenmesi gerekenin "Kanunen bölünmesi mümkün olmayan Fransız Halkı"
olduğunu vurgulamıştır.
d.
Siyasî Partilerin faaliyetleri, demokratik düzende güvence altına alınmışlardır.
Çağımız partiler-demokrasi çağıdır. Ancak bu demokrasilerin kendilerini
korumaları anlamına da gelir. Siyasal partilerin hukuk devletinin sağladığı
güvencelerden yararlanabilmesi, ancak Anayasa'ya uygun davranmaları ile
mümkündür.
e.
Halkların eşit ve kendi kaderlerini tayin etme haklarıyla kültürel hakların
kullanılmasında, demokratik sistemle idare edilen vatandaşlarına bireysel
düzeyde temel ve siyasal hakları eşit düzeyde sağlamış ülkeler için; Devlet,
ülke, ulus ve siyasal birlik esas alınmakta, bunları bozan her türlü eylemlere
hukuksal dayanak verilmemekte ve yasaklanmaktadır.
f.
Demokratik toplumlarda temel hak ve özgürlükler için esas ölçüt bireydir. Bunun
etnik gruplar için ulusal hakka dönüştürülmesi bu şekilde Devlet, ülke ve ulusu
parçalama hak ve özgürlüğünden söz edilmesinin bir dayanağı olamaz.
g.
Uluslararası birlikteliğin gelişmesine yönelik çalışmaların geliştiği bir
süreçte ulusal birlikteliklerin parçalanması düşünülemez ve her iki olgunun
birbirinin karşıtı olduğu söylenemez.
ÖZDEP
Programında her ne kadar "kardeşlik" ve "birlik"
sözcüklerini sık sık kullanmaktaysa da bunu gerçek amacını gizlemek için
yaptığı anlaşılmaktadır. Davalı partinin programı vatandaşlar arasında kin,
husumet ve ayrılık duyguları yaratmaktadır. Zira Parti programı Türk Ulusunun
bütünlüğünü ırka dayalı bir görüşle Türk ve Kürt olarak ikiye ayırmayı
öngörmektedir. Bu tür program hükümlerinin ülke ve millet bütünlüğünü yıkmayı
amaçladığı açıktır.
Demokratik
siyasal yaşamın vazgeçilmez ögesi olan siyasal partiler demokrasiye ters düşen,
demokrasiyle bağdaşmayan, demokrasiyi güçsüz ve etkisiz düşürecek, toplumsal
barışı yıkacak program düzenleyemez ve eylemlerde bulunamazlar. Hiçbir ayrılık
bulunmayan ulusun içinde azınlık oluşturarak ülkeyi bölmek, bu amaçla tartışmalı
etnik köken ayrımını kışkırtarak silahlı ayaklanmaya çağırmak, ulusun
bireylerini, bölge halklarını biribirine düşman edip kıydırmayı uygun bulmak,
bir öneri ve çözüm değil, devleti yıkmaya yönelik bir planın uygulanması ve
çözümsüzlüktür. Sorunlar yaratılarak çözüm üretilemez. Kimi etnik grupları ulus
yapısı içinden, çoğunluktan azınlığa indirmek toplumsal barışı yıkar. Bu yolla
azınlıklar körüklenecek, terörün şiddeti artırılacaktır. Uluslararası norm,
silahla, şiddetle hak arama yollarına kesinlikle kapalıdır. ÖZDEP, Kürt kökenli
yurttaşları asılsız ve dayanıksız sav ve suçlamalarla kargaşa ve iç savaş
çıkarmaya kışkırtmış, ayaklanma için demokratik hoşgörünün sınırlarını
zorlamıştır. Demokrasi, demokratik hak ve özgürlüklerden yararlanarak yıkılamaz.
Hakkı ve özgürlüğü kötüye kullanmaya engel olmak devletin görevidir. Hele bir
siyasal parti, şiddet ve terörü kışkırtarak gizli bir amacı gerçekleştirmek
istiyorsa, buna olanak verilemez. Partilerin de yapamayacakları şeyler vardır
ve bunların başında devletin varlığı, ülkenin ve ulusun birliği gelir.
Kendisini saldırılara karşı koruyan devleti içerden yıkmak isteyen teröre hiç
bir hukuk düzeni meşruiyet tanıyamaz. Teröre karışan ve ona destek verip ondan
destek alan bir siyasî partinin varlığını sürdürmesi düşünülemez.
Davalı
Partinin programında Türk ve Kürt ulusları biçiminde bir ayırımın yapılması ve
Kürt halkının kendi kaderini belirleme hakkını özgür iradesiyle kullanması; bir
başka deyişle, ülkede yaşayan ve Kürt olarak ayırdıkları bir kısım yurttaşların
Türkiye Cumhuriyetinden kopmasının amaçlanması Siyasî Partiler Yasası'nın 78.
maddesinin (a) bendinde söz konusu olan "devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğü" ilkesine açıkça aykırıdır.
Bu
konuda özenle üzerinde durulması gereken husus daha önce belirtildiği gibi bu
yöndeki yasal düzenlemelerin amacı ülkedeki etnik farklılıkların ve bunların
dil ve kültürlerinin yasaklanması değildir. Çeşitli etnik kökenlerden gelen
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, kendi dil ve kültürlerine sahiptirler. Ancak
bin yıldır birlikte yaşamış, dini, gelenek ve görenekleri aynı, birbirinden
ayrılması ve koparılması olanaksız ortak kültürleri ve yaşamları olan bir
topluluğu ırk temeline dayanan düşüncelerle ayrıma bağlı tutmak ve hepsini
kapsayan ortak ulusal kültürü ve kimliği yadsımak Siyasî Partiler Yasası'nın
78. ve 81. maddelerin (a) bendlerine aykırıdır. Yasaklanan, kültürel
farklılıkların ve zenginliğin belirtilmesi olmayıp, bunların Türkiye
Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak, ulus bütünlüğünün bozulması
ve buna bağlı olarak yeni bir devlet düzeninin kurulması amacıyla
kullanılmasıdır.
Programın,
partinin ulusal ve dinsel azınlıkların demokratik ve özgür bir ortamda kendi
dil ve kültürlerini geliştirmeleri için tüm olanakların sağlanacağı biçimindeki
düzenleme de ulusal azınlıkların varlıklarının kabul edildiklerini
göstermektedir. Yine programda yargılamada ve eğitimde ana dilin esas alınacağı
öngörülmektedir. Bunlar programdaki diğer düzenlemelerle birlikte ele
alındığında Siyasî Partiler Yasası'nın 81. maddesinin (b) bendinde yasaklanan,
Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek
veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak
ulus bütünlüğünün bozulması amacını gütme anlamını taşımaktadır. Bir başka
deyişle program, Türk dili veya kültürü dışındaki dil ve kültürleri korumak,
geliştirmek veya yaymak yoluyla bir bölüm vatandaşın farklı bir ulustan
oldukları, bir azınlığa mensup bulundukları ileri sürülerek azınlık ya da ayrı
bir ulus olmanın gerektirdiği haklardan yararlanmaları biçiminde bir düşünce
içermektedir.
Sonuç
olarak, ÖZDEP, Programındaki anlatımlarla, Türkiye'de hukuksal ve siyasal
yönden ırka dayalı bir Türk Ulusu kavramı ya da etnik kökene göre çoğunluk ve
azınlık kavramları olmamasına karşın, farklı etnik ve soy kökenlerinden gelen
bütün vatandaşların eşit haklarla yer aldığı Türk Ulusunu ırk esasına dayalı
olarak "Türk ve Kürt Ulusları" biçiminde ikiye bölmüş, ezilen bir
halk olarak nitelediği Kürtlere ayrı bir ulus olarak kendi kaderlerini tayin
etme hakkını verme amacına yönelik Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozucu bir konuma düşmüş ve bu bağlamda yine bölücülüğe yönelik
olarak yargılamanın ve eğitimin ana dille yapılmasına da programında yer
vermiştir. Böylece Siyasî Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendi ve aynı
Yasa'nın 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırı davranılmıştır.
b)
Davalı Parti Programı'nın Siyasî Partiler Yasası'nın 89. Maddesine Aykırı Olup
Olmadığı :
Programda,
"Devlet din işlerine karışmayacak, din cemaatlere bırakılacaktır."
biçiminde bir görüş yer almaktadır.
Siyasî
Partiler Yasası'nın 89. maddesinde, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare
içinde yer almasına ilişkin Anayasa'nın 136. maddesine aykırı amaç gütme bir
parti kapatma nedeni olarak kabul edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın
anayasal konumunu koruyan bu kuralda kurumun "...lâiklik ilkesi
doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe
dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek..." görev yapması zorunluluğu
vurgulanmıştır.
Davalı
Parti, "lâiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak"
tanımlandığına göre Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genel idare içinde yer
almasını lâiklik ilkesine aykırı bulmaktadır. Lâiklik ilkesi, Anayasamızda
değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez egemen bir kural olarak yer
almıştır.
Anayasa'nın
"Din ve Vicdan Hürriyeti" başlıklı 24. maddesinde de lâiklik
ilkesinin anlamı açıklanmaktadır.
Buna
ve Anayasa Mahkemesi'nin önceki kararlarına göre:
a)
Dinin Devlet işlerinde etkili, egemen olmaması,
b)
Dinin, bireyin manevî yaşamına ilişkin dinî inanç bölümünde, aralarında ayrım
gözetilmeksizin, sınırsız bir özgürlük tanınarak anayasal güvence altına
alınması,
c)
Dinin, bireyin manevî yaşamını aşarak toplumsal yaşamı etkileyen eylem ve
davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamunun düzenini, güvenini ve yararını
korumak amacıyla sınırlamalar yapılması, dinin kötüye kullanılmasının ve
sömürülmesinin yasaklanması,
ç)
Kamu düzenini ve haklarının koruyucusu sıfatıyla dinsel hak ve özgürlükler
konusunda Devlete denetim yetkisi tanınması,
Lâiklik
ilkesinin gereği olarak anlaşılmaktadır.
Bu
ilkenin dine karşı olmadığı, dini kötülemediği, din düşmanlığı anlamına
gelmediği ve dinî asla yadsımadığı açıktır.
Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın Anayasa'ya göre Genel İdare içinde yer almasının ve
Siyasî Partiler Yasası'nda bu konumun yinelenmesinin lâiklik ilkesine aykırı
olup olmadığı bu kurallara göre incelendiğinde:
Diyanet
İşleri Başkanlığı, dinsel bir örgüt değil, Anayasa'nın 136. maddesinde
öngörüldüğü üzere genel idare içinde yer almış yönetsel bir örgüt durumundadır.
Bu örgüte bağlı kişiler de 136. maddede sözü geçen özel yasa gereğince memur
niteliğinde sayılmışlardır.
Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın Anayasa'da yer alması ve görevlilerinin memur
sayılmasının, ülke koşullarıyla gereksinmelerinin doğurduğu bir zorunluluk
sonucu olduğunda kuşku yoktur. Anayasa'nın 136. maddesinin gerekçesinde
"Cumhuriyetin hemen başlangıcından itibaren, genel idare içinde yer alan
Diyanet İşleri Başkanlığının yine aynı statüye bağlı kalması yerinde
görülmüştür.", 1961 Anayasası'nın aynı kuralı içeren 154. maddenin
gerekçesinde ise "Dinî inanç ve kanaat hürriyetini, temel hak ve
hürriyetler arasında ilân eden, ibadet ve dinî törenlerin serbestisini teminat
altına alan Anayasa'da sosyal bir müessese olarak dinin taşıdığı önem
bakımından, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bugüne kadar olduğu gibi genel idare
içinde yer alması tabiî ve zarurî görülmüştür. Bu sebeple tasarının ek 2.
maddesinde sevkedilen hüküm, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın özel kanunundaki
görevleri yerine getireceği esasını muhafaza etmektedir." denilmektedir.
Diyanet
İşleri Başkanlığı'nın Anayasa'da yer alması hususu din hizmetleri denetiminin
Devletce yürütülmesi, din işlerinde çalışacak kimselerin yetenekli olarak
yetiştirilmesi yoluyla dinî taassubun önlenmesi, ahlâkın ve dinin toplum için
manevî bir disiplin durumuna gelmesi ve böylece değişik dinlerdeki tüm
inananları ve inanmayanlarıyla Türk Ulusu'nun çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi
ana ereğinin gerçekleştirilmesi nedenleri yanında, çoğunluğun müslüman olduğu
ülkemizde, dinî gereksinimlerin karşılanabilmesi için din hizmetleri görecek
kişilerin, mabetlerin ve başka maddî gereksinimlerinin sağlanması, onarım ve
bakımları gibi konulara da katkısı olması nedenlerine dayanmaktadır. Devletin
her toplumsal kurumda olduğu gibi, toplumun dinî gereksinmelerine yardım
etmesinin Anayasa'da yer alan ve nitelikleri açıklanan lâiklik esaslarına
aykırı bir yanı bulunmadığı gibi Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Anayasa'da yer
almasının da yukarıda açıklanan nedenlere dayanması karşısında, lâiklik
ilkesine aykırı düştüğü kabûl edilemez. Yine bu nedenlerle Devletin bu alandaki
yardımı ve Diyanet İşleri Kuruluşu görevlilerinin memur sayılması, Devletin din
işlerini yürüttüğü anlamına gelmeyip, ülke koşullarının zorunlu kıldığı
durumlara uygun bir çözüm yolu bulmak amaç ve anlamını taşımaktadır. Kaldıki
Anayasa'nın 136. maddesinde Başkanlığın işleri, "lâiklik ilkesi doğrultusunda..."
belirlemesiyle uygunluk temelde vurgulanmıştır.
Bu
nedenlerle Anayasa'da genel idare içinde varlığı öngörülen Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın görevlerini ortadan kaldırmak ve bu yolla bu kurumun hukuksal
varlığına son vermek özellikle siyasî partiler yönünden 2820 sayılı Yasa'nın
89. maddesine aykırıdır.
Davalı
Özgürlük ve Demokrasi Partisi'nin yukarda (a) ve (b) de belirtilen nedenlerle
Siyasî Partiler Yasası'nın Dördüncü Kısmında yer alan hükümlerine aykırı
davrandığı saptandığından aynı Yasa'nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince
kapatılması gerekir.
c)
Anayasa Mahkemesi Kararıyla Kapatılan Siyasî Partilerin Kurucuları,
Yöneticileri ve Üyeleri ile İlgili Kurallar
Anayasa'nın
84. maddesinin son fıkrasında; "Anayasa Mahkemesi'nin kararında partinin
kapatılmasına eylem ve sözleri ile sebebiyet verdiği belirtilen
milletvekillerinin üyeliği ile temelli olarak kapatılan siyasî partinin,
kapatılmasına ilişkin davanın açıldığı tarihte, parti üyesi olan diğer
milletvekillerinin üyeliği, kapatma kararının Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı'na tebliğ edildiği tarihte sona erer." hükmüne yer verilmiş,
69. maddenin yedinci fıkrasında da; "Temelli kapatılan siyasî partilerin
kurucuları ile her kademedeki yöneticileri; yeni bir siyasî partinin kurucusu,
yöneticisi ve denetçisi olamıyacakları gibi, kapatılmış bir siyasî partinin
mensuplarının üye çoğunluğunu teşkil edeceği yeni bir siyasî parti de
kurulamaz" hükmü getirilmiştir.
Ancak,
Anayasa'da yer alan bu kesin ve bağlayıcı yukardaki kurallara karşın 2820 sayılı
Siyasî Partiler Yasası'nın 95. maddesinde; "Temelli kapatılan siyasî
partilerin kapatılma tarihinde üyeliği devam eden; kurucuları, genel
başkanı..."nın başka bir siyasî partinin kurucusu veya yöneticisi
olamayacakları, bunlardan fiilleriyle siyasî partilerin kapatılmasına neden
olanların ise en az on yıl süre ile başka bir siyasî partiye alınamayacakları
gibi milletvekilliği için aday da olamıyacakları hükmüne yer verilmiştir.
Anayasa'nın; 69. maddesinin yedinci fıkrası ile 84. maddesinin son fıkrasında
"kapatılma tarihinde üyeliği devam eden" koşulu yoktur.
Anayasa'nın
69. maddesinin yedinci fıkrasının gerekçesinde; "... Geçmiş uygulamalardan
ortaya çıkan sonuç şunu göstermektedir ki kapatılan siyasî partilerin
yöneticileri ve kurucuları partilerin kapatılmasına rağmen kendileri siyasî
faaliyete devam etmişler; kurulmuş partilere girerek eskisinden daha güçlü bir
şekilde Lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı siyasî parti faaliyetlerini
sürdürmüşlerdir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan siyasî
partilerin kapatma kararında sorumlu görülen kurucu ve genel merkez
yöneticilerinin başka isim ve programlarla da olsa siyasî parti kuramayacakları
ve kurulmuş partilerde yönetim ve denetim görevi alamayacakları mahkemece
kararlaştırılır." açıklamasına yer verilmiş, Siyasî Partiler Yasası'nın
95. maddesine ilişkin gerekçede ise; "Anayasanın 69. maddesinin yedinci
fıkrası hükümleri bu madde ile uygulama kanuna intikal ettirilmiş
bulunmaktadır." anlatımı yer almıştır.
Kapatılan
siyasî parti yönetici ve kurucuları için, yeni bir siyasî parti kurma veya
kurulmuş bir siyasî partide görev alma yasağı getiren temel düzenleme,
Anayasa'nın 69. maddesinin yedinci fıkrasıdır. Anılan fıkrada, Siyasî Partiler
Yasası'nın 95. maddesinde olduğu gibi "... kapatılma tarihinde üyeliği
devam eden ..." ibaresine yer verilmemiş, kapatılan siyasî partilerin
kurucusu ile her kademedeki yöneticisi olmak böyle bir yasak için yeterli
sayılmıştır.
Siyasî
Partiler Yasası'nın 95. maddesi ile, kapatılan siyasî parti yöneticileri ve kurucularına,
Yasakoyucu tarafından yeni siyasî parti kurma veya kurulmuş bir siyasî partide
görev alabilme konusunda Anayasa'nın 69. maddesinin yedinci fıkrasına göre daha
geniş olanaklar tanınmasına madde gerekçesinin olur verdiği tartışmalıdır.
Kaldıki,
yalnızca bir siyasî partinin kapatıldığı tarihte üyeliği devam eden parti
yöneticileri ile kurucularının böyle bir yasağın kapsamı içinde kaldıkları,
kapatma tarihinde partideki üyeliği son bulan kimseler (kendi söz veya
eylemleri ile partinin kapatılmasına neden olsalar dahi) için böyle bir engel
bulunmayacağı yolundaki yorum, Anayasa'nın 69. maddesinin getiriliş amacına
uygun düşmeyeceği gibi, kapatılma tarihinden önce kendiliğinden kapanan ya da
parti üyeliğinden ayrılma yoluyla partiden çıkan bir yönetici ve kurucuya, yeni
bir partiye girerek daha önce kapatılmaya neden olan söz ve eylemlerini
sürdürebilme olanağını vermektedir.
Kapatılacağını
anlayan Siyasî Partiler, saptanması kolaylıkla olanaklı, kapatılma tarihinden
önce kapatma veya üyelikten ayrılma yoluyla, Anayasa'da ülke ve ulus
bütünlüğünü bozmaya yönelik faaliyette bulunanlar için getirilen Anayasa'nın
69. maddesinin yedinci fıkrasındaki yaptırımı böylece işlemez duruma
getirebilirler. Bu yolla ülke ve ulus bütünlüğü için tehlikeli boyuta ulaşan
bozucu ve yıkıcı siyasî faaliyetlere, belirli kişilerce değişik adlarla
kurulan, siyasî partilerde süreklilik kazandırılır. Bu davranış biçimi ise bir
tür Anayasa'ya karşı hile durumunu oluşturur.
Anayasa'nın
69. maddesini ters doğrultuda genişleten, yine Anayasa'nın geçici 15. maddesi
nedeniyle yargı denetimine girmeyen, ihmal edilmesi de olanaksız, Siyasî
Partiler Yasası'nın 95. maddesinin Anayasa'ya uygun biçimde değiştirilip
düzenlenmesinin gerekip gerekmediği Yasakoyucunun takdirine bağlıdır.
Mustafa
GÖNÜL bu görüşe katılmamıştır.
VII-
SONUÇ
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 29.1.1993 günlü, SP.42.Hz. 1993/10 sayılı
İddianamesi'nde Özgürlük ve Demokrasi Partisi Programı'nın kimi bölümlerinin
Anayasa'nın BAŞLANGIÇ'ına, 2., 3., 14., 24., 42., 68., 69. ve 136. maddeleriyle
2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendine, 81.
maddesinin (a) ile (b) bentlerine ve 89. maddelerine aykırılıklar içerdiği
savlarıyla Siyasî Partiler Yasası'nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince
kapatılmasına karar verilmesi istenmekle gereği görüşülüp düşünüldü:
1.
Özgürlük ve Demokrasi Partisi programının, Anayasa ile Siyasî Partiler
Yasası'na aykırı olduğuna ve 2820 sayılı Yasa'nın 101. maddesinin (a) bendi
gereğince davalı Parti'nin kapatılmasına,
2.
Davalı Partinin tüm mallarının 2820 sayılı Yasa'nın 107. maddesi uyarınca
Hazine'ye geçmesine,
3.
Gereğinin yerine getirilmesi için karar örneğinin, 2820 sayılı Yasa'nın 107.
maddesine göre Başbakanlığa ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na
gönderilmesine, 23.11.1993 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Üye
Mustafa GÖNÜL
|
Üye
İhsan PEKEL
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Samia AKBULUT
|
Üye
Yalçın ACARGÜN
|
Üye
Mustafa BUMİN
|
Üye
Sacit ADALI
|
Üye
Ali HÜNER
|
Üye
Lütfü F.
TUNCEL
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 29.1.1993 günlü, SP.42 Hz.1993/10 sayılı
iddianamesiyle, Programının Anayasa'nın Başlangıç Kısmı ile, 14., 24., 42.,
68., 69. ve 136. maddelerine, 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın 78.
maddesinin (a) bendi, 81. maddesinin (a) ve (b) bentleri ve 89. maddesine
aykırılığı ileri sürülen Özgürlük ve Demokrasi Partisi'nin (ÖZ-DEP), Siyasî
Partiler Yasası'nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince kapatılmasına karar
verilmesi istenmiştir.
Davalı
ÖZ-DEP Ön Savunmasında özetle ve karşıoyumuzla ilgili şu savlarda bulunmuştur:
1.
Açılan dâva, Partinin programına yöneliktir. Bu nedenle Siyasî Partiler
Yasası'nın 9. maddesinin öngördüğü tüzük ve programların "Anayasa ve kanun
hükümlerine..." uygun olmadıklarının saptanması halinde, bu eksikliğin 30
gün içerisinde giderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca
kendilerinden yazılı istemde bulunması zorunluluğu vardır. Bu koşul yerine
getirilmediğinden dâva usulsüz açılmıştır.
2.
ÖZ-DEP'e yönelik kapatma nedenlerinin dayandırıldığı 2820 sayılı Siyasî
Partiler Yasası'nın 68., 69. ve 78. maddeleri Anayasa'ya aykırıdır. Ancak, bu
Yasa da Millî Güvenlik Konseyi döneminde çıkarılan tüm öteki yasalarda olduğu
gibi, Anayasa'ya uygunluk denetimini önleyen Anayasa'nın Geçici 15. maddesi
kapsa mında görülmektedir. Evrensel hukuk ilkelerine aykırı olan Geçici 15.
maddenin koruyucu ve önleyici kuralı ihmal edilerek Siyasî Partiler Yasası'nın
anılan kuralları iptal edilmelidir.
Dâvalı
ÖZDEP'in savlarını, Anayasa'nın siyasal partilere bakış açısını belirleyerek
irdeleyeceğiz.
1.
Türk Anayasa Hukuku sistematiğinde siyasal partilere ilişkin düzenleyici
hükümler, İKİNCİ KISIM'daki TEMEL HAKLAR VE ÖDEVLER kategorisinin SİYASİ HAKLAR
VE ÖDEVLER başlıklı DÖRDÜNCÜ BÖLÜM'ünde yer almaktadır. Siyasî partilerin bu
konumu, temel haklar bağlamında önemi ve önceliği yadsınamayacak ve
savsaklanamayacak uygar ve çağdaş bir değer yargısını sürekli canlı ve ön
planda tut maktadır. Yurttaşların ülke yönetimine yönelik özgür siyasal irade
oluşumunun başlıca evrensel araçlarından biri olan siyasal partilere ilişkin bu
değer yargısı, Anayasa'nın 68. maddesinin ikinci fıkrasında onurlu bir özdeyişe
dönüşmüştür:
"Siyasî
partiler, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır."
Anayasakoyucunun siyasal partilere yönelik bu "vazgeçilmez"
nitelemesi, kuşkusuz platonik bir övgü sözcüğüne indirgenemez. Kendi içinde
mantıksal bir anlamı, gerekliliği ve ağırlığı vardır.
"Vazgeçilmez"likten güdülen amaç, siyasal partilerin yaşamasının ve
yaşatılmasının "kural", kapatılmalarının ise, ancak açık-seçik
durumlarda ve sayılı nedenlere dayanma koşuluyla "istisna" olduğunu
pekiştirmektir. Bir başka anlatımla, Anayasa'da engelleyici, yasaklayıcı ya da
sınırlayıcı açık ve kesin bir hüküm bulunmadığı sürece gereksinim duyulan yorumlar,
olabildiğince siyasal partilerin lehine yapılmalıdır. Bu zorunluluk, demokratik
ve çoğulcu siyasal sistemlerin vazgeçilmez ortak paydasıdır. Karşıt bir
anlayışta direnme, buhranlara yol açabilecek çelişkileri yoğunlaştırır.
Yükümlülüklerini üstlenmeğe, nimetlerini paylaşmaya hazırlandığımız 21.
Yüzyılın eşiğinde, siyasal beklentilerimizin odak noktasındaki hızlı ve yaygın
demokratikleşme sürecini çözümsüzlüğe sürükler.
Gerekli
gördüğümüz bu saptamadan sonra, karşıoyumuzun dayanağını oluşturan Anayasa'nın
69. maddesinin beşinci fıkrası ile 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın 9.
maddesinin irdelenmesine geçebiliriz. Sözü edilen kuralların metinleri
şöyledir:
Anayasa,
Madde 69/5 : "Cumhuriyet Başsavcılığı, kurulan partilerin tüzük ve
programlarının ve kurucularının hukukî durumlarının Anayasa ve kanun
hükümlerine uygunluğunu, kuruluşlarını takiben ve öncelikle denetler;
faaliyetlerini de takip eder."
Siyasî
Partiler Yasası, Madde 9: "Cumhuriyet Başsavcılığı kurulan partilerin
tüzük ve programlarının ve kurucuların hukukî durumlarının Anayasa ve kanun
hükümlerine uygunluğunu ve belgelerinin tamam olup olmadığını, kuruluşlarını
takiben öncelikle ve ivedilikle inceler. Tespit ettiği noksanlıkların
giderilmesini, lüzum göreceği ek bilgi ve belgelerin gönderilmesini yazıyla
ister. Bu yazının tebliğ tarihinden başlayarak otuz gün içinde noksanlık
giderilmediği veya istenen ek bilgi ve belgeler gönderilmediği takdirde, siyasî
partilerin kapatılmasına dair hükümler uygulanır."
Görüldüğü
gibi Anayasa kuralına uyum içinde düzenlenen Yasa kuralı uygulamanın
gerektirdiği açıklamalar yanında, Anayasa'nın öngördüğü
"öncelikle..." koşuluna "ivedilikle..."yi de eklemiştir.
Ayrıca saptanan eksikliklerin tamamlanması için yazılı tebliğle başlayan otuz
günlük süre getirmiştir. Bu yolla ilgili parti, tüzüğünü ya da programını,
Anayasa ve Yasa kurallarına uygun hale getirebilme hakkından yoksun
bırakılmamaktadır.
Yasakoyucu,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kurulan bir partinin programının
"öncelikle ve ivedilikle..." yapacağı inceleme sonunda
"...Anayasa ve kanun hükümlerine..." uygun olmadığını saptaması
durumunda bunu bir "noksanlık" kabul ederek, otuz günlük süre içinde
Anayasa ve yasaya uygun hale getirmesini, böylece "... noksanlıkların giderilmesini..."
ilgili partiden yazıyla istemesini, kapatma istemi öncesinde
"koşul-kural" olarak öngörmüştür. Maddenin ikinci tümcesinde yer alan
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın "Tespit ettiği noksanlıkların giderilmesini,
...yazıyla ister." biçimindeki kural, sadece Siyasî Partiler Yasası'nın 8.
maddesinde sözü edilen kuruluş evresine ilişkin birtakım basit belge ve
bilgileri değil, aynı zamanda partilerin tüzüklerinin, programlarının ve
kurucularının hukuksal durumlarının Anayasa ve yasa hükümlerine uygunluğunu da
kapsamaktadır. Yasakoyucu, bunlar arasında önem ve öncelik bakımından bir
ayırıma gitmemiştir.
Yasa
kuralında belirlenen süre içinde Anayasa ve yasa kurallarına uygunluk
sağlanmadığı ya da yazılı isteme yanıt verilmediği takdirde, yine anılan 9.
maddenin son tümcesi uyarınca "...siyasî partilerin kapatılmasına dair
hükümler uygulanır."
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Özgürlük ve Demokrasi Partisi'nin kapatılmasına
ilişkin SP.42 Hz.1993/10 sayılı İDDİANAME'si, Anayasa ve 2820 sayılı Siyasî
Partiler Yasası kurallarına aykırılıklarından dolayı doğrudan doğruya ve
münhasıran ÖZ-DEP'in Parti Programına yöneliktir. Buna karşın 2820 sayılı
Yasa'nın 9. maddesindeki otuz günlük süre içinde "noksanlıkların"
(aykırılıkların) giderilmesi için yazılı istemde bulunma gereği duyulmamıştır.
Çoğunluk kararı da aynı anlayış ve uygulama doğrultusunda şu gerekçeye dayanmaktadır:
"... Siyasî Partilerin tüzük, program ve faaliyetlerinin Yasa'nın Dördüncü
Kısmındaki Siyasî Partilerle ilgili Yasaklar'a açıkça aykırı durumlarda, bu
koşul yerine getirilmeden doğrudan 100. ve 101. maddelerdeki nedenlerle kapatma
dâvası açılmasına olanak vermemek anlamına gelir. Bu nedenle Siyasî Partiler
Yasası'nın 9. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca uyarı
yapılmadan açılmış bulunan dâvanın 2820 sayılı Yasa'nın Dördüncü Kısmında
yasaklanan nedenlerden ileri gelmesi nedeniyle dâvalı Parti'nin talebi yerinde
değildir."
Bu
gerekçenin ağırlık noktasını, Siyasî Partiler Yasası'nın 9. maddesindeki
"uyarı" koşulunun, aynı Yasa'nın 100. ve 101. maddelerindeki
nedenlerle "kapatma dâvası açılmasına olanak vermemek" kuşkusu
oluşturmaktadır. Bunun sonucunda da dâvalı Parti'ye programını, Anayasa ve Yasa
kurallarına uygun hale getirebilme hakkı ve şansı tanınmamaktadır. Böylece
Anayasa'nın 68/2. maddesiyle "demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez
unsurları ..."olarak nitelediği siyasal partiler, kapatılma durumuna
getirilmektedir. Yapıcı yorum yönteminden uzaklaşılmaktadır. Bunu,
Anyasakoyucunun Siyasal Partilere bakış açısıyla bağdaştıramıyorum. Kapatma
isteminin bu nedenle reddi gerekir, kanısındayım.
2.
Anayasa'nın Geçici 15. maddesine ilişkin görüşlerimiz, Anayasa Mahkemesi'nin
Esas : 1991/2 (Siyasî Parti-Kapatma), Karar : 1992/1 sayılı kararı (Resmî
Gazete : 8.7.1993/21631) ile Esas : 1992/1 (Siyasî Parti-Kapatma), Karar :
1993/1 sayılı kararında (Resmî Gazete : 18.8.1993/21672) ayrıntılı olarak
açıklanmıştır. Her iki karşıoyumuzdaki gerekçeler burada da geçerlidir.
3.
Özgürlük ve Demokrasi Partisi'nin kapatılmasına ilişkin çoğunluk kararının son
kısmında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın gerek İddianamesi'nin, gerek
Esas Hakkındaki Görüşünün hiç bir yerinde sözkonusu edilmemiş olmasına karşın,
"Temelli kapatılan siyasî partiler"le ilgili ve yasama organına
yönelik bir yorumlu mesaj verilmektedir. Yorum, Anayasa'nın 69. maddesinin
yedinci fıkrasındaki düzenleme ile 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın aynı
konudaki 95. maddesinin karşılaştırılması sonunda, varlığı kabul edilen ve
Anayasa anlatımına uymayan bir farklılığa dayandırılmaktadır. Buna göre,
Anayasa'nın amaçladığı yaptırım şöyledir: "Temelli kapatılan siyasî
partilerin kurucuları ile her kademedeki yöneticileri; yeni bir siyasî partinin
kurucusu, yöneticisi ve denetçisi olamayacakları gibi, kapatılmış bir siyasî
partinin mensuplarının üye çoğunluğunu teşkil edeceği yeni bir siyasî parti de
kurulamaz."
Anayasa'nın
bu hükmünün uygulanma olanağını sağlayan 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın
95. maddesinin temelli kapatılan siyasî partiler mensupları için öngördüğü
yasaklar ise "...kapatılma tarihinde üyeliği devam eden..."leri
kapsamaktadır. Oysa, aynı konudaki Anayasa kuralı, "...kapatılma tarihinde
üyeliği devam eden ..." biçiminde bir anlatıma yer vermemiş, "Temelli
kapatılan siyasî partilerin..." söylemiyle yetinmiştir. Bu durumda, Yasa
kuralı, yasağa muhatap parti yetkililerinin, kapatılma tarihi öncesinde
partilerinden ayrılarak yeni bir parti kurabilmelerine ya da başka bir partiye
geçebilmelerine olanak hazırlamaktadır. Bu da Anayasa'ya karşı bir hiledir.
Anayasa'nın 69. maddesini ters doğrultuda genişleten bu Yasa kuralı,
Anayasa'nın Geçici 15. maddesi nedeniyle Anayasa'ya uygunluk denetimine de tabi
tutulamamaktadır. Anayasa'ya uygun biçimde değiştirilmesi Yasakoyucunun
takdirine bağlıdır.
Kanımızca,
Yasa'nın 95. maddesinin anılan Anayasa kuralını ters doğrultuda genişletmiş
olması sözkonusu değildir. Yapılan iş, uygulamaya açıklık ve kolaylık
getirmekten ibarettir. Daha önce de üzerinde ısrarla durulduğu gibi, Anayasa'da
açık ve kesin yasak ya da sınırlamaların bulunmadığı durumlarda, yorumlar
siyasî partilerin lehine yapılmalıdır. Siyasî partilerin demokratik siyasî
yaşamımızdaki "vazgeçilmez" rolleri bunu gerektirir. Karşıt bir
yorumda direnme, kriz durumlarının ürünü ara rejimlerin, bireyleri ve toplumu
politikadan arındırma (depolitisation) eğilimlerini canlı tutan bir izlenime
açıktır.
Öte
yandan, temelli kapatılan siyasî parti mensuplarına ilişkin Anayasakoyucunun
iradesiyle, Yasakoyucunun iradesi aynıdır. Bir başka anlatımla her iki kural
da, son aşamada Millî Güvenlik Konseyi'nden geçerek kabul edilmiştir.
Anayasa'ya aykırı bir durumun, Millî Güvenlik Konseyi tarafından düzeltilmiş
olması gerekeceği sağlıklı bir varsayımdır.
Ülke
yönetimine olumlu katkılar sağlayacak özgür siyasal irade oluşumunun evrensel
aracı konumundaki siyasî partilere ve onların mensuplarına uygulanacak
yasakları çoğaltmak, katılaştırmak ve yaygınlaştırmak, çağdaş hukuka da, temel
hak ve özgürlüklere de yabancı bir tutumdur.
Her
üç konuda da açıkladığım nedenlerle çoğunluk kararına karşıyım.