ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1992/1 (Siyasi
Parti Kapatma)
Karar Sayısı:1993/1
Karar Günü:14.7.1993
R.G.
Tarih-Sayı:18.08.1993-21672
DAVACI:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
DAVALI
: Halkın Emek Partisi
DAVANIN
KONUSU
a.
Halkın Emek Partisi'nin Genel Başkanları, Genel Başkanvekili ve Genel
Sekreterlerinin çeşitli yerlerde ve tarihlerde yapmış oldukları konuşmalarla,
kimi gazetelerde çıkan açıklama ve bildirilerle; Anayasa'nın Başlangıç'ı ile
2., 3., 14. ve 68. maddelerine ve Siyasi Partiler Yasası'nın 78. maddesinin
(a), (b) bentleri, 80. maddesi, 81. maddesinin (a), (b) bentlerine aykırı
açıklamalarda bulundukları,
b.
Bu Parti'nin Siyasi Partiler Yasası'nın 103. maddesinde öngörüldüğü biçim de
aynı Yasa'nın 77-88. ile 97. maddeleri hükümlerine aykırı eylem işlendiği bir
mihrak durumuna geldiği ileri sürülerek 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın
101/b ve 103/1 madde ve fıkraları gereğince kapatılmasına karar verilmesi
istemidir.
I -
İDDİANAME
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının 3.7.1992 günlü, SP.31.Hz. 1992/59 sayılı
iddianamesinden aynen :
"I-
Giriş
Toplum
ve Devlet düzenini ve kamu faaliyetlerim Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği
ve mahalli idareler seçimleri yolu ile tüzük ve programlarında belirtilen amaç
ve ilkeler doğrultusunda yönetmek, denetlemek ve etkilemek için sürekli çalışma
amacını güden kuruluşlar olan siyasi partilerin varlıklarına imkan veren
Anayasa düzeni ve kanunlar çerçevesi içinde faaliyet göstermeleri gerekir.
Anayasa'nın
68 inci maddesinde yer alan, siyasi partilerin demokratik siyasî hayatın
vazgeçilmez öğesi oldukları biçimindeki hüküm siyasi partiler açısından
koruyucu bir düzenleme ise de, bu koruyucu düzenlemenin siyasi partiler Anayasa
ve Siyasi Partiler Yasasına uygun hareket ettikleri oranda etkili olacağı,
yasaların belirlediği alanın dışına çıkılması halinde o siyasi partinin koruma
göremeyeceği ve hakkında kapatma yaptırımının uygulanacağı bir gerçektir.
Anayasanın
yukarıda anılan 69 uncu maddesinin 5 inci fıkrası ile 2820 sayılı Siyasi
Partiler Yasasının 102 nci maddesi siyasi partilerin faaliyetlerini takip
görevini Cumhuriyet Başsavcılığımıza vermiş olup, 7.6.1990 tarihinde içişleri
Bakanlığına bildiri ve belgeleri verilmek suretiyle kurularak tüzel kişilik
kazanmış olan davalı Halkın Emek Partisi'nin faaliyetleri, diğer partilerle
birlikte, sözü edilen görev çerçevesinde takip edilegelmiştir.
II
- Konuyla ilgili Yasal Düzenlemeler
A)
Anayasada yer alan düzenlemeler :
1.
Başlangıç kısmı : ". . . bu Anayasa . . . hiçbir düşünce ve mülahazanın
Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği
esasının, Türklüğün tarihi ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği ilke
ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği . . .
fikir, inanç ve kararıyla anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak
sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere Türk Milleti tarafından, demokrasiye aşık
Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur."
2.
3 üncü maddenin l inci fıkrası : "Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir."
3.
4 üncü madde : "Anayasanın birinci maddesindeki Devletin şeklinin
Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile ikinci maddesindeki Cumhuriyetin
nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif
edilemez."
4.
14 üncü maddenin l inci fıkrası : "Anayasada yeralan hak ve hürriyetler
den hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk
Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek temel hak ve
hürriyetleri yoketmek, Devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini
veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak
veya dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu
kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak amacıyla
kullanılamazlar."
Aynı
maddenin 3 üncü fıkrası : "Anayasanın hiçbir hükmü, Anayasada yer alan hak
ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde
yorumlanamaz."
1.
66 ncı maddenin l inci fıkrası: "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı
olan herkes Türktür."
2.
69 uncu maddenin l inci fıkrası : "Siyasi partiler, tüzük ve programları
dışında faaliyette bulunamazlar; Anayasanın 14 üncü maddesindeki sınırlamalar
dışına çıkamazlar; çıkanlar temelli kapatılır."
B)
2820 Sayılı Siyasi Partiler Yasasında yeralan düzenlemeler:
1.
5 inci maddenin 3 üncü fıkrası : "Siyasi parti kurma hakkı, Anayasanın
başlangıç kısmında belirtilen temel ilkelere aykırı olarak ve Türk Devletinin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Devletin ve Cumhuriyetin
varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir
kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın, diğer sosyal
sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din, mezhep ayrımı veya
bölge farklılığı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere
veya herhangi bir diktatörlük türüne dayanan bir devlet düzeni kurmak amacıyla
kullanılamaz."
2.
78 inci madde : "siyasi partiler :
a)
Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasanın başlangıç kısmında ve
ikinci kısmında belirtilen esaslarım; Anayasanın 3 üncü maddesinde açıklanan
Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline, bayrağına,
milli marşına ve başkentine dair hükümlerinin; egemenliğin kayıtsız şartsız
Türk Milletine ait olduğu ve bunun ancak, Anayasanın koyduğu esaslara göre
yetkili organları eliyle kullanılabileceği esasını; Türk milletine ait olan
egemenliğin kullanılmasının belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa
bırakılamayacağı, veya hiçbir kimse veya organın, kaynağını Anayasadan almayan
bir devlet yetkisi kullanamayacağı hükmünü; seçimler ve halkoylamalarının
serbest, eşit, gizli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı
yönetim ve denetimi altında yapılması esasını değiştirmek;
Türk
Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya
sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni
kurmak;
Amacını
güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarını bu yolda
tahrik ve teşvik edemezler,
a.
Bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat
esaslarına dayanamaz veya adlarını kullanamazlar.
b.
Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini veya zümre
egemenliğim veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi
amaçlayamazlar ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.
c.
Askerlik, güvenlik veya sivil savunma hizmetlerine hazırlayıcı nitelikte eğitim
ve öğretim faaliyetlerinde bulunamazlar.
d.
Genel ahlak ve adaba aykırı amaçlar güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette
bulunamazlar.
e.
Anayasanın hiçbir hükmünü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye
yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlayamazlar:"
1.
80 inci madde : "Siyasi partiler Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı Devletin
tekliği ilkesini değiştirmek amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette
bulunamazlar."
2.
81 inci madde : "Siyasi partiler:
a.
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk
veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
b.
Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek
veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak
millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette buluna
mazlar.
c)...."
5)
101 inci madde : "Anayasa Mahkemesince bir siyasi parti hakkında kapatma
kararı:
a.
Parti tüzüğünün veya programının yahut partinin faaliyetlerini düzenleyen ve
yetkili parti organları veya mercilerince yürürlüğe konulmuş olan diğer parti
mevzuatının bu Kanunun dördüncü kısmında yer alan hükümlerine aykırı olması,
b.
Parti büyük kongresince, merkez karar ve yönetim kurulunca veya bu kurulun iki
ayrı kurul olarak oluşturulduğu hallerde ilgili kurulca veya Türkiye Büyük
Millet Meclisi grup yönetim veya grup genel kurullarınca bu kanunun dördüncü
kısmında yer alan maddeler hükümlerine aykırı karar alınması veya genelge veya
bildiriler yayınlanması veya karar alınmamış olsa bile bu kurullar tarafından
aynı hükümlere aykırı faaliyette bulunulması veya parti genel başkanı veya
genel başkan yardımcısı veya genel sekreterinin sözü edilen bu maddeler
hükümlerine aykırı olarak sözlü ya da yazılı beyanda bulunması,
c)
Parti merkez karar ve yönetim kurulunca Yüksek Seçim Kuruluna partiyi temsilen
konuşma yapacağı bildirilmiş olan kimsenin, radyo ve televizyonda yaptığı
konuşmanın bu kanunun dördüncü kısmında yer alan maddeler hükümlerine aykırı
olması,
hallerinde
verilir.
d)
(b) bendinde sayılanlar dışında kalanlar parti organı, mercii veya kurulu ta
rafından bu kanunun 4 üncü kısmında yer alan maddeler hükümlerine aykırı fiilin
işlenmesi halinde, fiilin işlendiği tarihten başlayarak iki yılı geçmemiş ise,
Cumhuriyet Başsavcılığı sözkonusu organ, mercii veya kurulun işten el
çektirilmesini yazı ile o partiden ister. Parti üyeleri 4 üncü kısmında yer
alan maddeler hükümlerine aykırı fiil ve konuşmalarından dolayı hüküm giyerler
ise, Cumhuriyet Başsavcılığı bu üyelerin partiden kesin olarak çıkarılmasını o
partiden ister.
......."
6)
103 üncü madde : "Bir siyasi partinin, bu kanunun 78 ila 88 ve 97 nci
maddeleri hükümlerine aykırı fiillerin işlendiği bir mihrak haline geldiğinin
sübuta ermesi halinde, o siyasi parti Anayasa Mahkemesince kapatılır.
Bir
siyasi partinin yukarıdaki fıkrada yazılı fiillerin mihrakı haline geldiği, 101
inci maddenin (d) bendinin uygulanması sonucunda bu fiillerin o partinin
üyelerince kesif bir şekilde işlenmiş olduğunun ve bu fiillerin kesif olarak
işlenmesinin o partinin büyük kongre, merkez karar ve yönetim kurulu veya
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu yahut bu grubun yönetim
kurulunca zımnen veya sarahaten benimsendiğinin sübuta ermesiyle olur."
III
- Açıklamalar
Siyasi
Partiler Yasasının 106 ncı maddesi gereğince mahalli idari merciler ve
Cumhuriyet Savcılıkları tarafından Cumhuriyet Başsavcılığımıza intikal
ettirilen bir kısım bilgi ve belgelerin incelenmesinde, beyanlarıyla parti
tüzel kişiliğini sorumlu kılabilen genel başkan ve genel sekreter gibi
görevlilerin muhtelif yer ve tarihlerdeki konuşmalarında (II) nolu bölümde
belirtilen yasaklamalara aykırılık teşkil eden aşağıdaki beyanlarda
bulundukları tespit ve müşahade edilmiştir. (Mahallinde yapıldığı sırada
güvenlik güçlerince ses alma cihazıyla kaydedilen konuşmaların daktilo edilmesi
sırasında yapılan yanlışlıklar ve konuşmalardaki cümle düşüklükleri aynen
muhafaza edilmiş, cümledeki anlama göre" olması gereken kelimeye ayrıca
işaret edilmiş, vurgulanan ibareler koyu renkli yazılıp altı çizilmiştir.)
A)
Genel Başkanların Beyanları
l-
Eski Genel Başkan Fehmi Işıklar'ın beyanları
a)
Halkın Emek Partisi Van il örgütünce 26.1.1991 tarihinde düzenlenen açılış
törenindeki konuşması :
"Değerli
basın emekçileri, çevreden gelen değerli parti temsilcilerimiz, Van'ın sıcak
insanları ve yurttaşlarım, hepinizi Halkın Emek Partisi adına sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum. Daha iyi bir ortamda daha güzel günlerde sizlerle
birlikte olmak, çok güzel şeyler anlatmak isterdim. Ama içinde bulunduğumuz
koşullar çok güzel şeyleri anlatmama engel, acılı sızılı olaylar içerisindeyiz.
Bu nedenle bağışlanmamı diliyorum. Bugün dünyada bloklar arasında giderek
yumuşama var, batıda barış yaşanıyor. Varşova Paktı bir tarafta artık çözüldü,
Nato işlevini yitirmek üzere, Avrupa Güvenlik ve işbirliği Konferansı
toplanıyor ve daha giderek bu ülkelerin yaşamlarını daha güvenli işbirliği
içerisinde dostça bir arada yaşamalarının koşulları yapılıyor. Ama ne yazık ki
bu barış ve yumuşama bölgemize yansımadı, ülkemize yansımadı, bugün bölgemizde
savaş koşullan yaşıyoruz. Bütün muhalefet partilerinin muhalefetine,
kamuoyunun, halkımızın muhalefetine karşın yavaş yavaş bir büyük savaşın içine
doğru çekiliyoruz. Amerika bölgeye nizam, intizam, demokrasi ve barış
getireceğini iddia ediyor. İlk Irak'ın Kuveyt'i işgalinde Amerikan çıkarları
zarar görecek tehlikededir, onun için müdahale etmek zorunda kaldım demesiyle
işe başladı. Bugün bölgemizde barış, nizam ve intizam getirmek isteyenler,
faşist Saddam'ı bu duruma getirenler, Halepçe'de beşbin kurt insanın
katledilmesine seyirci kalan dünya ve batılı ülkeler bugün utanmadan nizam,
intizam ve demokrasiden sözederek büyük bir savaşı bölgemizde başlattılar. Bu
savaştan Türk halkının, kurt halkının ve arap halkının hiçbir çıkan yoktur.
Onlar için kan ve gözyaşı vardır. Bu savaş emperyalizmin işine yarayacaktır. Bu
savaş petrol tekellerinin işine yarayacaktır. Bu savaş silah tüccarlarının
işine yarayacaktır. Yılda dörtyüzmilyar dolar silah için harcanıyor. Batıda
yaşayan istenen bu barış silah tüccarlarını kaygılandırdı. O nedenle bu silahı
yoksul Ortadoğu halkına yönelttiler. Televizyonda izliyorsunuz atılan falan
füzenin fiyatı şu kadar milyon dolar, falan bombanın üçyüz bilmem kaç dolar.
Hep tüccarca bakıyorlar işe, hep paraca bakıyorlar işe. Kaç insan ölmüştür, kaç
insan öldürüyor, bu açıdan bakmıyorlar. Bu yüzyılda insanlık iki defa dünya
savaşı yaşadı, milyonlarca insan öldü. Filmlerde izledik, gazetelerde izledik,
kitaplarda okuduk, ikibinli yıllarda insanlık bir üçüncü dünya savaşı yaşamasın
istedik, ilk savaşa hayır kampanyasını başlatan partiyiz. Bugün bugün ne kadar
haklı olduğumuz ortaya çıkıyor. Üzülerek ifade ediyorum ki parlamentoda bu
konular görüşülürken, muhalefet acaba Özal başarılı olur mu, bir erken seçime
girerse bu kadar milletvekili çıkaramayız diye kaygılanıyorlar, iktidar halkı
çok yoksullaştırdı, işçiler ayağa kalktı, herkes ayakta, memurlar şikayetçi,
esnaf şikayetçi, köymü (Köylü) şikayetçi acaba savaşta birşeyler yaparım da
iktidarımı sürdürebilirmiyim. İşte hiçbirisi içtenlikle ve samimi olarak,
kararlı olarak savaşa karşı değiller, öğle bir savaşki bugün çevre çölde yeni
bir çehre yaratıyor insana. Sular bombalanıyor, çocuklar ölüyor, kadınlar
ölüyor, biz istemiştik ki ikibin yılına bugün on yaşında çocuk, yirmi yaşında
sapasağlam genç olarak gelebilsin. Türkiye ne durumda. TRT, CNN televizyonuna
bağlanmış, oraya programlanmış, üstlerimiz Amerikan uçaklarına tahsis edilmiş,
Çankaya Beyaz Saray'a programlanmış. Dün Bitlis'den Tatvan'a geldik. Birdenbire
görevliler Tatvan'a girmeyin, biraz bekleyeceksiniz, talimat gelecek ondan
sonra gireceksiniz. Çekil yolumuzdan dedik. Tatvan'a geldik. Tatvan'da önümüzü
kestiler. Emniyet Müdürlüğüne gideceğiz dediler. Hayır dedik biz halkın seçtiği
belediyeye oraya gideceğiz dedik. Arabadan indik yürüdük gittik. Halk savaşa
karşı, tepkide savaş istemiyor diye bağırıyordu. Biz gelmeden önce 30 yaşında
bir insanımız kurşunlanmış, bütün ameliyat ve çabalara rağmen kalbindeki atardamarlar
parçalandığı için yaşamını yitirdi. Kardeşi orda idi yakınları orda idi, belki
çoluk çocuğu köyde idi. Kölden (köyden) gelmişmiş, kurşun ona isabet etmiş,
Savcıya kurşun çekirdeğini sakın kaybetmiyesin dedik, bu insan savaş istememiş,
diyelimki Gösteriş Yürüyüş Yasasına aykırı davranmış, yakalarsın gözaltına
alırsın, mahkemeye çıkartırsın, üç ay beş ay neyse ceza verilir, kurtulur,
hangi yasada yürüdü diye, hangi yasada savaşa hayır dedi diye insan
kurşunlanıyor, insan öldürülüyor. Şimdi o bir demokrasi şehididir. Daha çok
şehit verdik. İşte Halkın Emek Partisinde birleşmek, Halkın Emek Partisine üye
olmak birgün ona seçimde oy vermek, o şehitlerimizin ruhuna fatiha okumak
gibidir. Sayın Özal bundan yirmi otuz gün önce TV'den bir açıklama yaptı. Dediki
Türkiye bu savaştan daha güçlü çıkacaktır. Büyük Millet Meclisinde gündem dışı
söz alarak bunun anlamını sordum. Türkiye bu savaştan nasıl güçlü çıkacaktır.
Bir ülke bir savaştan güçlü çıkabilmesi için hele Türkiye güçlü çıkabilmesi
için üç dört tane şart vardır. Bir, ya toprak alınacaktır, ya nüfus
kırdırılarak bakmakla zorunlu olduğumuz insanlar azalacaktır, ya da grevler
toplu sözleşmeler yasaklanarak işçilerin hakları gaspedilecektir, ya da ellibeş
milyar borcumuzdan bir kısmı ya da tamamı silinecek, savaş başarılılığı
yapacağı, başka ne anlama gelir bir ülkenin savaştan başarılı çıkması, güçlü
çıkar. Mecliste bunu sordum, bugün öğreniyorum ki grevler yasaklanmış, oysa
Dışişleri Bakanı bana cevap vermiştir. Hayır grevleri yasaklamıyacağız. Öyle
birşey mi konuştuk, ben biliyorum onun Dışişleri Bakanı olmadığını, o bir özel
kalem müdürü masasında, Dışişleri Bakanlığı ile ilgili bir müdür yetkisinde
olduğunu biliyorum Esas emrin nereden geldiğini biliyorum. Şimdi savaşa karşı
çıkağımız zaman, çok bilinçli karşı çıkılır. Dörtyüzmilyar dolar harcanıyor
dedim. Yılda dortyüzmilyer dolarla ikiyüz milyon çocuk doyabiliyor. Bakın
arkadaşlar bizde silaha harcanan paranın yüzde biri ile hani televizyonda
izliyoruz ya Afrika'da ölen çocukları, ikiyüzmilyon aç çocuk doyabiliyor. Bir
denizaltı ile çağdaş bir hastahane kurulabiliyor. Bir Leopar 2 tankı ile bir
koca sanatoryum kurulabiliyor. Savaşa bu nedenle bilinçle karşıyız,
insanlarımız aç ve işsiz, insanlarımız hastahane kapılarında sürülüyor,
insanlarımız hastalarını, ölülerini rehin bırakmak zorunda kalıyor. Savaşıpta
bombaya, silaha para vereceğimize o masrahları (masrafları) halkımıza,
halkımızın sağlığını, eğitimi yolu, suyu, elektriği için harcayıp halkımızın
yüzünü güldürürüz, onun için karşı çıkıyoruz savaşa ve savaşta kol uçacak, göz
çıkacak, ayak çıkacak, bunun için karşı çıkıyoruz savaşa, ne ölmek istiyoruz,
ne de öldürmek istiyoruz. Çünkü bu savaşta bizim en ufak bir çıkarımız yok.
Şimdi bundan üç gün önce Halkın Emek Partisi küçük kurultayı Diyarbakır'da topladı.
Hemen birçok kimsenin can derdine düşüp ili terkettiği yerde bütün
başkanlarını, bütün yöneticilerini orada topladı ve neler yapabileceğimizi
tartıştık. Göç eden insanlar bir İzmir'de bir yakınının yanına gidiyor, ya
akrabasının yanına gidiyor. Zaten Mersin'de burdan 15, doğudan gitmiş
vatandaşımız orada perişan vaziyette, üstüne yeni nüfuslarda ekleniyor mu, ve
hepsi üst üste yatıyor. Hükümetin bununla bir ilgisi yok. Hükümet bunlar için
en ufak bir tedbir düşünmüyor. Yol parası olmadığı için ya da yurdunu terketmek
istemediği için gitmeyenlerin can güvenliği yok. İsrail, işgalci İsrail işgal
ettiği Filistin topraklarında yaşayan Filistinlilere gaz maskesi dağıtıyor ama
Türk Hükümeti bu bölgede yaşayan insanlara en ufak bir araç gereç vermiş değildir.
Mecliste dedimki kaldırın bu işe yaramaz yabancı dizilerden birini koyun bir
program halkı savaşla ilgili bilinçlendirsin, nasıl korunacağını, ne yapacağını
anlatsın, anlatmıyorlar, kaldırmıyorlar bir dizi, neden biliyormusunuz, çünkü
öğle bir programda diyecek ki kimyasal silah atılırsa şundan dolayı şunu
hissedersiniz, derhal gaz maskenizi takın demek zorunda, bu yok. Gene diyecek
ki alarm verildiği zaman sığınağa gireceksin, bu da yok. Bu bakımdan program
yapamıyor oysa buna rağmen halkın savunması ve korunması için bilinçlendirmek
gerekiyor. Ey Sayın Özal, ey hükümet madem böyle bir savaşta söz verdiniz,
Amerika'nın kesesimi delindi. Şu kadar yüzmilyara şu kadar veriyor. Şartı
koysaydın, bunları koymadı, çünki neden insanlık önemli değil, zaten insansızlaştırma,
bölgeyi insansızlaştırma genel politikaları, bu bölgeye mümkün mertebe göçe
zorlansın, 1978 yılından beri özellikle 12 Eylül faşizminden bu yana bu bölge
insanı kan ağlıyor, nedir Türkiye'nin durumu, bakın bugüne kadar olanlara, ülke
Cumhuriyet döneminden bu yana geçen zamanın yansını sıkıyönetim ile geçirmiş,
yani olağanüstü yönetimde olağan yönetememişler, insanlarımız toplumumuz
kültürlerini, kimliklerini, düşüncelerini, inançlarım geliştirememişler, belli
kalıplar resmi ideolojinin içerisinde baskı altında tutulmuştur. Gençlerimize
kıyılmış, hapishanelerde çürütülmüş, işçilerin sendikal hakları ve özgürlükleri
budanmış ve onlar memurlar iktidarın merhametine terkedilmiş, emeklilerimiz
açlığa terkedilmiş, Türkiye'de gelinen nokta bu kim getirmiş bu noktaya halk mı
getirmiş, hergün televizyonda çıkıyorlar ya yakışıklı yakışıklı parti
başkanları hani onlar kadar fiziğimiz düzgün olmadığı için televizyonlara
çıkarmıyorlar ya. Sayın Demirel diyor ki ben kurtardım, bu Özal'ın elinden
kurtarmak lazım bu memleketi, seçimde ağzından kaçırdı, bu memleketin başına
Özal'ı ben bela ettim dedi. E, şimdi Demirel'e bir şans tanınırsa kaç tane daha
Özal bu memleketin başına bela edecek belli değil, Sayın İnönü çıkıyor, ben
düzeltirim diyor, bunlarınki kandırmacadır, yutturmacadır. Diyor ama en çok
kanan kendisi şimdi İnönü yine devletin çocuğudur. Babası uzun yıllar bu
memleketi yönetti ve halkımız tanıyor. Başka, Ecevit Başbakanlık yaptı, başka,
Türkeş Başbakan Yardımcılığı yaptı, başka, Erbakan Başbakan Yardımcılığı yaptı,
bugüne kim getirdi bu ülkeyi ve bir bu kadar yoksulluk, açlık, sefalet,
işsizlik, çevre bozukluğu, sağlıktan eğitime kadar yaşamın her alanında
bozulmasına neden olan politikaları, uygulamaları kim yaptı. Bunlar yaptı.
Bunlar, düzen partileri diyoruz, devletin partileri, işte Halkın Emek Partisi
böyle bir zamanda halkın ellerinde doğdu ve bir gül gibi açıyor. Demokrasi
kurma iddiasındayız, insan haklarını savunma iddiasındayız ve bu konuda kararlı
bir mücadele vereceğiz. Bunlar demokrasiyi kuracağız diyorlar, peki bugüne
kadar ülke yönetiminde olmuşlar, kim kurma demiş onlara bunlar bu konudada
samimi değiller. Çünkü resmi ideolojinin tepesinden bakıyorlar. Nedir
demokrasinin önünde en büyük engel bugün demokrasinin önünde en büyük engel
Kürt sorunudur. Peki bu sorun yukarıdan aşağıya çözülür mü, bu sorunu
demokratik, barışçı bir ortamda özgürce tartışarak çözelim. Dün akşam duydum
Kürtçe konuşulabilirmiş, gözünüz aydın, artık Kürt yurttaşlarımız Kürtçe
konuşabileceklermiş. Sağolsunlar, İhsan buyurmuşlar. Hatta Özal daha ileri
gidiyor, işte yeni bir durum olacak savaştan sonra Irak'taki Kürtleri de
himayemize alacağız. Evet buradakilerini abat ettiniz, buradakiler o kadar
mutlu, o kadar özgür, o kadar insanca yaşıyor ki bu yetmedi Irak'dan geleceklere
de insanca bir ortam yaşayacaklar, getirecekler ve buradan sesleniyorum gölge
etmeyin başka ihsan istemez bu insanlar. Evet diyoruz ki biz barışçı,
demokratik bir ortamda çözüm yollarını bulmalıyız, biz istiyoruz ki, diyoruz ki
insanlar eşittir, halklar kardeştir, halklar ve insanlar kardeştirler ama
birinin doğduğu birinin döğüldüğü bir kardeşliği istemiyoruz. Çünki eşit bir
kardeşlik istiyoruz biz. Milli Güvenlik Kurulu Kürt sorununu tanışabiliyor, MİT
tartışabiliyor, hükümet tartışabiliyor. Kim tartışamıyor, yalnız Kürtlere yasak
tartışmak. Evet şimdi özgür, demokratik bir ortamda barış içinde çözmeyi bala
içerisine sindiremediler. Sürekli bu sorunu süngü ile çözebileceklerini
sandılar. Her yerde söylüyorum şimdi süngü bu topraklara batırıldığı zaman
paslanır ama bu topraklarda gül fidanı açar, gülle geliyoruz biz
(anlaşılamamış) süngüye karşı, şimdi demokrasi kurmak kurtarmak isteyenler
bakın 1987 yılından bu yana aklımızda ne kaldı bunlardan bu seçim yasası adil
değil dediler, bu aklımızda kaldı, işte yüzde otuzaltı oyla, yüzde atmışbeş
parlamento bir çoğunluğu aldılar, başka ne kaldı aklımızda, Özal aday olamaz,
Özal Cumhurbaşkanı olamaz. Özal Cumhurbaşkanı olursa onu indiririz, olursa
indiririz, başka ne kaldı aklımızda Özal'ın elini sıkmayız. Gerçekten de çok
kararlılar. Uluslararası bir savaş patlak vermiş, Çankaya'ya çıkıp bu konuyu
tartışmıyorlar. Çok kararlılar, ama Kürt yurttaşlarımız üzerinde baskı kuracak
olan SS kararnameleri sözkonusu olduğunda Çankaya'ya tıpış tıpış giderler ve
(anlaşılamamış) başka ne kaldı aklımızda, sinei millet tam kontur gerillayı
gündeme getirdik, bir araştırma önergesi verdik. Halkın Emek Partisi olarak,
Sayın Demirci usta bir politikacı sinei millet sözünü attı ortaya kıyamet
koptu, dönecekmiyiz, dönmeyecekmiyiz, Süleyman bey dedi ki SHP milletvekilleri
istifa ederlerse sinei millete döneriz, topu attı SHP'ye, SHP toplandı,
tartıştı, görüştü, dedi ki, ANAP erken seçim kararı alırsa sinei millete
döneriz. ANAP'ın öyle bir derdi yok. ANAP'da dedi ki, sıkıntılı bir durumda
ANAP hadi dönün bakalım dedi. Şimdi dönemiyorlar da Allah'tan savaş patladı.
Onların şansı sinei millet sorunu unutuldu. Yoksa aklımızdan siyasi yaşamda
halkımız için birtek şey kalmadı aklımızda. Uzun uzun konuşuyorlar. Televizyonu
işgal ediyorlar, basında çarşaf çarşaf haberler, ama halkımızın sorunları için
en ufak bir çözüm, ciddi bir öneri getiremiyorlar. Şimdi bu bölgenin sorununa
temas etmek istiyorum. Ben Lice'yi gezdim, Lice'de insanların üzerine baskı
kurulmuş, geliyor genç insanı evinden çıkartıyor gece yarısı, sabaha kadar dört
beş asker içeride kalıyor, öyle bir kötü görüntü veriyor ki, o gencin onurunu
kıracak (anlaşılamamış) incelemeye gittik, bir milletvekili heyetiyle köylüler
şunları anlatıyorlar. 70 yaşında bir elinde sopa ihtiyar, siz hangi
partidensiniz dedi bakayım, çok sinirli eli de titriyor dizi de, dedik ki biz
Halkın Emek Partisindeniz. Size bir şey demiyorum dedi, öbürleri olsa idi,
sopalayacaktım dedi, ya korucu olacaksın, yani ya devletin kölesi olacaksın.
Halk yurdunu da toprağını da terketmek istemiyor. Bunu şikayet edecek.
Toplanmışlar köylüler, gitmişler kaymakama, hangi kaymakama, gene bu düzenin,
bu iktidarın kaymakamına çaresizliğin çaresi olarak oraya gitmişler. Daha yarı
yolda yolları kesilmiş, ateş açılmış Tatvan'da olduğu gibi, Kudret Filiz diye
bir bacımız şehit düşmüş, altı tane yetim bir de felçli koca, niçin gitmiş,
bana baskı yapıyorlar, yapmasınlar göçten de öteye baskı vardı. Ben duyduğum
zaman hayretler içerisinde kaldım, hiç kimse yapmaz. Arama yapılıyor, siyah
(silah) araması, unu döküyorlarmış, unun üzerine bulgur çuvalını
deviriyorlarmış, onun üzerine mercimeği, onun üzerine tuzu, onun üstüne şekeri,
artık ne şeker, ne un, ne tuz, ne mercimek, ne bulgur işe yarıyor. Böyle bir
zulmü düzenin kaymakamına şikayet ediyorlar ve başlarına bu geliyor. Şimdi işte
Halkın Emek Partisi, bu haksızlığa dur demek için başkaldırmak için kuruldu.
Biz seçilenlerin, atananlardan yetkili olmasını istiyoruz. Bizim iktidarımızda
Milli Güvenlik Kurulu denilen kurulun fesih edilmesini Valilerin halk
tarafından seçilmesini öngörüyoruz. Bugün öyle kaynak transferi var ki,
doğudan-batıya öyle gelir farkı var ki buradaki kesilen verginin yarısı yeniden
yapılaşacak İl genel meclisi tarafından buraya harcanmasını istiyoruz. Bunlar
kararı verecek, halkın seçtikleri karar verecek buranan (buranın) halkı,
buranın valisini seçerse bu bölge halkı bölge valisini seçerse herhalde Hayri
Kozakçıoğlu seçilemez. Halkın Emek Partisi bu nedenle düzenin dışına çıktığı
için, düzenle mücadele ettiği için, tehlikeli buluyorlar ve bu nedenle de ne
olacağını şaşkınlıkla izliyorlar. Çünkü Öyle bir parti doğmuş ki ilk defa bizim
partimiz diyebileceğiniz bir parti doğmuş, ilk defa içimize sine sine içinde
yer alabileceğimiz, uğruna mücadele edebileceğimiz, bizim diyebileceğimiz bir
parti doğmuş, DSP'lisi geliyor, RP'lisi geliyor, ANAP'lı geliyor, DYP geliyor,
SHP'lisi geliyor. Daha evvel bunlar düzen partisi diye bunların içerisinde yer
almamış yurtsever demokrat devrimci insanlar geliyor. Hep kaynaşıyor, bir araya
geliyoruz ve ilk defa bizim diyebileceğimiz bir parti, halk hareketi doğuyor.
Sonra Halkın Emek Partisi'ne bakıyorlar. Milletvekilleri umurunda olmadan
ellerini ters çekmişler, bir mücadelenin içinde, halkının yanında yer almışlar.
Böyle milletvekilleri ve her yerde söylüyorum. Halkın Emek Partisinden biri üye
olmak, yönetici olmak için dürüst olmak gerekli, çalışkan olmak gerekli, çok
okumak gerekli, konu komşusuna yardımcı olmak gerekli ve kendi insanlarına
sevgi saygı göstermesi gerekli, böyle bir partiyiz, ilk kez doğuyor. Diğer
partilerde nasıl biliyormusunuz, ben biliyorum, içinde yaşadım, üç kişi bir
araya gelir, biri ayrıldımı dördü onun aleyhinde konuşur. Dört kişiden biri
daha ayrıldımı, üçü birleşiyor, ayrılanın aleyhinde konuşuyor. Böyle birinin
açığını arıyan birbirinin yanlışını arıyan o yanlışlığı onu yıpratmak için onu
kullanan insanların bir araya geldiği parti. Bizde böyle bir şey yok,
olmayacakta. Birimizin yanlışı olursa, o yanlışlığı onun kendisine
söyleyeceğiz. Düzeltmesini isteyeceğiz. Birbirimize sevgiyle saygıyla
bakacağız. Çünki biz sevgiden ve saygıdan yoksul bırakılmışız. Bizim vergi
ödeyerek maaşını ödediğimiz memurlar bile bize saygılı olmadılar. Bize baskı
yaptılar. Bizi hor gördüler. Bizi hep sevgisiz karşıladılar. Bu bakımdan biz
ister ANAPtan gelsin, ister DYP'lisinden gelsin, ister SHP'den ister DSP'den,
isterse bunların hiçbirisine bulaşmamış olsun, yepyeni bir anlayışı ve siyasi
yaşama kazandıracağız, örnek olacağız, halkın nasıl bir siyasi parti
yarattığını, o kuruluşlar da büyük patronlar da zenginler de görmüş olacak.
Bize yüz çevirdiler arkadaşlar. Bu partiyi kurarken biz, okumuş aydın geçinen,
kendisini aydın sanan birçok insan dirsek çevirdi bize, bizimle birlikte
hareket etmediler. Bizi oy potansiyeli olarak gördüler. Dediler ki, biz iyi
yönetiriz, siz de iyi yönetilmeye layıksınız. Hayır bir araya geldiğimiz
partide söz sahibi olamayacaksak, yarın ülke yönetiminde nasıl söz ve karar
sahibi oluruz. Şimdi Halkın Emek Partisi hızla örgütleniyor. Hiç yalnız değil, artık
bu bölgenin insanı, İzmir'de, İstanbul'da, Ankara'da, Mersin'de, Adana'da,
bütün metropollerde her tarafta kale gibi örgütler oluşuyor. Bu ahlakta, bu
anlayışta, bu inaçta (inançta) insanlar oluşuyor. Yarın başınıza bir dert
gelirse hiç unutmayın, İzmirdeki insan sizin yanınızda yer alacaktır. Artık bu
bölge halkı insanlarımız yalnız değildir. Biz bu halk hareketi başanya
ulaştıktan sonra seçilmek için o yadınlar (aydınlar) gelecek sizi artık
bakacaktı, dişe dokunur birşey oldu, eh bu partiye girilir diyecek, şimdi
birçok yerde mitingde bile yaptım. Bunu savaş gibi çok önemli bir karar biz de
bu karar verenler tarafından cahil görülüyoruz. Savaşta ülke yönetiminde çok
yeterli karan gerekiyor. Bilinçli olmak gerektiriyor. Çok aydın olmayı
gerektiriyor. Çok iyi insan olmayı gerektiriyor, öyle bir karar vermek için,
şimdi ben soruyorum, savaşa evet diyen parmak kaldırsın, yok. Savaşa hayır
diyen parmak kaldırsın, hani bu halk parmak kaldırmasını bilmezdi, hani bu halk
karar vermesini bilmezdi, en önemli savaş kararına bile, savaşa bayır diyerek
parmak kaldırabiliyor. O zaman, o zaman bu halk hareketi halkın partisi daha
başarıya ulaşacaktır. Bize diyorlar ki bu parti kimin partisi acaba, Kürtlerin
partisi diyorlar, alevilerin partisi diyorlar ne kadar horladıkları toplum
varsa solcuların partisi diyorlar. Hayır kesinlikle hayır, bu parti en çok
sömürülen, baskı altına tutulanların partisi, bu parti en çok kimin partisidir,
bu parti en çok ezilen en çok sömürülen en çok baskı altında tutulanların
partisidir. Şimdi soruyorum, bu suçlamayı getirenlere en çok kim sömürülüyor,
en çok kimi ezdiniz, en çok kimi baskı altında tuttunuzsa onların partisidir.
Tek başımıza kurtulamayız bütün Türkiyenin desteğini dayanışmasını almak
sempatisini almak zorundayız. Hatta Mandela gibi bütün dünyanın desteğini almak
zorundayız. Bu zor ve çetin mücadele bu mücadelenin içine girenler çok bilinçli
hareket etmek zorundadır. Yetmiş yaşında altmış yaşında yaşlı insanımız bize
baktığı zaman bu harekette macera yok bunlar aklı başında gidiyorlar. Bunlar
sağlıklı gidiyorlar. Bunların ayakları yerde akıllılar diye mademki onlarda
bizi kucaklarına alıp bağırlarına basıp bize sahip çıkmalılar çok önem
veriyorum buna ve kurtuluşumuz için Zonguldak'ta direnen maden işçisine sahip
çıkmak zorundayız. Duyarlı olmalıyız o mücadeleye Zonguldak maden işçiside
duyarlı olmalıdır. Zonguldak'ta 45 bin işçiye söyledim, insan hakları ihlal
edilen doğuda aç ve sefalet içerisinde olan insanlarımız grevlere sahip çıktığı
zaman başarılı olursunuz, bu grevlerden çok zam alabilirsiniz, bu
sözleşmelerden çok zam alabilirsiniz. Bu cebinizden girer, enflasyonla öbür
cebinizden çıkar. Ne zaman kurtulursunuz biliyormusunuz dedim, gerçek
demokrasiye kavuştuğunuz zaman kurtulabilirsiniz dedim. Gerçek demokrasiye
kavuşabilmeniz için doğuda insan hakları ihlal edilen Kürt yurttaşlarımız için
grev yaptığımız için kavuşabilirsiniz. Onun için duyarlı olmak zorundasınız,
grevlere sahip çıkmak zorundayız. Hapishanelerde onurunu korumak isteyen
gençlerimizi açlık grevi yapan gençlerimize sahip çıkmak zorundayız ve dünyanın
neresinde olursa olsun haksızlığa uğrayan her insanın yanında yer almalıyız. Bu
parti diğer partilerden farklı olarak lider partisi değildir. Rozet partisi de
değildir. Heryerde söylüyorum sayın Demirel Allah geçinden versin vefat ederse
DYP ölür. Allah geçinden versin İnönü rahmetlik olursa SHP kristal gibi dağılır
gider. Gene Allah geçinden versin Ecevit başına bir iş gelir vefat ederse DSP
diye birşey kalmaz. Türkeş vefat ederse MÇP kalmaz. Allah geçinden versin Hoca
vefat ederse RP'si kalmaz. Ama Halkın Emek Partisi Genel Başkanı Fehmi Işıklar
ölürse binlerce Fehmi Işıklar nöbete gelir, bayrağı alır, en yükseklere
çıkarır. Böyle arkadaşlarımız var bizim, biz örgütüz, çağdaş bir partiyiz,
rozete bağlı bir parti değiliz. Fenerbahçe, Galatasaray gibi futbol takımı
tutan parti değiliz. Çağdaş ve en ileri partiyiz. Nasıl çağdaş partiyiz, bakın
Avrupaya, bakın sosyalist ülkelere, halklar toplumlar ayağa kalkıyor.
Antidemokratik olarak bulduğu diktatör olarak bulduğu yönetimleri, başkanları
alaşağı ediyor. Kendi yönetimlerini oluşturuyorlar. Bizde çağdaş bir partiyiz
bizde insan haklan, özgürlükler, demokrasi yolunda mücadele veren en ilerici
bir partiyiz, çağa yakınız, bizim dışımızdaki düzen partileri aman bu düzen kurulmasın
diye uğraşıyorlar. Hepsi gerici, istediği kadar solcuyum desinler, solcuyum
demekle solcu olunmaz. Bize diyorlarki aman solu bölmeyin, solu birleştirin,
birleştik, bizim kimseyle birleşme niyetimiz yok. Biz halkımızı
birleştireceğiz. Dini inancı ne olursa olsun, mesebi (mezhebi) ne olursa olsun,
kökeni ne olursa olsun, ezilen sömürülen yoksul olan halkımızı birleştirmeye
kararlıyız. Halkımızın yanında yer almak isteyen, bütün siyasi kadroları
halkımızın yanına davet ediyoruz. Halkımızı içine sindirsinler, onunla birlikte
olsunlar, onunla omuz omuza yürüsünler ve biz gene her yerde söylüyoruz, en
büyük düşmanımızı önce yenmek zorundayız. Bizim en büyük düşmanımız korkudur.
Yıllardır bize verilen korkudur. Önce birleşeceğiz, güçleneceğiz, birbirimize
sahip çıkacağız, korkuyu yeneceğiz. Burada beni dinleyen memurlar vardır
Ankarada (anlaşılamamıştır) duyuyor söylüyorum. Halkın Emek Partisinden bir tek
kişiye bile haksız uygulama yapılırsa, baskı yapılırsa hukuk dışı muamele
yapılırsa o memurla uğraşacağız, o memurun ismini bütün örgütümüze duyuracağız
asacağız, diyeceğiz ki bu halkımıza eziyet etmiştir, yasa dışı davranmıştır ve
başta genel başkan olarak bana ve bütün partimize yapılmış sayacağım. Her zaman
haklının yanında yer alacağız. Sevgili arkadaşlar birçok ilde, birçok bölgede
yolda giderken, yurttaşlarımıza onların duygularına tercüman olabilmek için bu
işareti yapıyoruz (zafer işareti) soruyorlar, bu nedir, bu bizim halkımızın bu
Halkın Emek Partisinin bu hepimizin zafer işaretidir. Zafer bizim olacaktır.
Zafer özgürlüğün olacaktır. En kısa zamanda kavuşmak için bütün yurtta
örgütlenecek, baskının zulmün üstüne üstüne gideceğiz, sömürünün üstüne
gidecek. Sizleri bu duyguyla ve sevgiyle selamlıyorum. Buraya gelemeyen
yurttaşlarımıza sevgilerimi saygılarımı iletmenizi rica ediyorum. Hepiniz
varolun, sağolun."
b)
Halkın Emek Partisi Zeytinburnu (İstanbul) ilçe örgütünce 23.2.1992 tarihinde
düzenlenen "Barış ve Özgürlük" toplantısındaki konuşması
"
Değerli konuklar, basın emekçileri, (anlaşılamamış) hepinizi saygıyla sevgiyle
selamlıyorum, Zeytinburnu deyince aklımıza Gazlıçeşme geliyor. Gazlıçeşme
deyince aklımıza (anlaşılamamış) işçileri geliyor, (anlaşılamamış) Zeytinburnu
deyince akla devrimciler geliyor. Devrimciler merhaba bugün Türkiye'nin her yerinde
emeği ile geçinen insan hakları ihlal edilen baskı altında kalan insanlar
gülerek, oynayarak, halay çekerek, baskı ve sömürü düzenine (anlaşılamamış)
haksız bir savaş var ilçe başkanı söyledi, bu savaşta Ortadoğu halklarının
hiçbir çıkan Türkiye savaşa girmedi, savaşa girmediğimiz halde yüzbinlerce işçi
kapıdışarı atıldı, 5 milyona varan işsizlere yenileri katıldı. Birde savaşa
girseydik, açlık ve sefalet (anlaşılamamış) bu düzen partileri (anlaşılamamış)
Özal Cumhurbaşkanı olurdu, olmazdı, Özal Cumhurbaşkanı olursa indiririz,
Çankayada elini sıkmayız (anlaşılamamış) şimdi demokrasiyi kurma iddiasındalar
(anlaşılamamış) bugün demokrasimizin yanında en büyük sorun Kürt sorunudur
özgür bir ortamda barışçı yollarla demokratik bir ortamda tartışmalı, güvenlik
kurulunda tartışarak, biraz güvenlik konusunda, biraz (anlaşılamamış) halkın
görüşü alınmadan türkü söylesinler, şarkı söylesinler (anlaşılamamış) Kürt
sorunu yukarıdan aşağıya dik teyet inerek çözülemez. Kürt sorununu Türkler
çözecektir. Kürtlerle eşit ve kardeşçe omuz omuza çözeceklerdir. Halkın yoktur
birbiriyle çelişkisi, alevi diye böldüler, şafıi diye böldüler, hanefi diye
böldüler, sünni diye böldüler (anlaşılamadı) Bu hareket bir başkaldırıldı
(başkaldırıdır) bu başkaldırıya bu sese kulak vermek zorundadırlar. HEP
kurulmadan önce ne din konusu, kültür konusu meydana gelmemiştir. Biz halkımız
dilini konuşacak, türküsünü söyleyecek, takunyayı giyecek, kendi demokratik
değerlere sahip çıkacak, kendi ülkesinde söz ve karar sahibi olacak, Konya'da,
Antalya'da, Ankara'da, İzmir'de, Hamburg'da, Pitsburg'da, Londra'da HEP böyle
coşkulu demokratik haklar için haykırıyorlar. Ancak barış ancak özgürlük ancak
demokrasi istiyorlar. Bir gün gelecek artık bağırmadan konuşacağız. Bir gün
gelecek çok güzel şeyler anlatacağız. Güleç yüzlü olacağız, eğer bugün
bağırıyorsak, bugün suratımız asıksa (anlaşılamamış) inim inliyorda, onun için
ateş düştüğü yeri yakar, gençlerimiz işsiz, çocuklarımız eğitimsiz, sağlıksız,
hastahane kapılarında sürünüyor insanlarımız, bu nedenle her zaman biraz daha
asık suratlıyız, demokrasi diyorki, (anlaşılamamış) biraz özgür sayıldığımız bu
ortamda bu geceden hapishanelerde insanlık onuru için mücadele veren
gençlerimizi selamlıyorum. HEP namuslu insanların emeği ile geçinen partisidir.
Çeşitli yakıştırmalar yapıyorlar. Bölücü parti diyorlar. Gerçek bölücüler bizim
partiye bölücü parti diyor. Bu parti Kürtlerin partisi diyorlar. Bu parti
aksilerin partisi diyorlar. Ben buradan her yerde ilan ettiğim gibi ilan
ediyorum. Bu parti ezilen, sömürülen baskı altında tutulanların partisidir. Bu
parti en çok kimin partisidir. En çok ezilen, en çok sömürülen, en çok baskı
altında tutulanların partisidir. Kimdir bunlar' Eğer bu devlet, eğer bu düzen
partileri hala bu partiye Kürt partisi, alevi partisi diyorlarsa demekki
alevilerle, Kürtleri çok ezdiniz, çok sömürdünüz, çok baskı altında tuttunuz.
Yine bize diyorlarki oylar boşa gitmesin, sol birleşsin, bugüne kadar sanki
oyları boşa gitmemişti, sanki oylar çok doluya gitmiş de şimdi oylar boşa gitmesin
diyorlar, esas bundan sonra boşa gitmeyecek, bizim sol partilerle birleşme
sorunumuz yok, böyle bir görevimiz yok bizim, açıkça ilan ediyorum,
kadrolarınıza, taraftarlarınıza, Akbulut'a, bizim halkımızı birleştirme gibi
bir sorunumuz var. Edirneliyle, Hakkarili, hanefı ile şafiiyi, sünni ile
aleviyi, Kürtle-Türkü omuz omuza birleştirip, demokrasi mücadelesi verme gibi
görevimiz var. Halkımız birieşirse o zaman sol kadrolar da burada görev
alırlar. Biz Pitsburg'da sorduk, Hamburg'da sorduk, sözler gibi insanlar da
onlar, yurttaşlarımıza sorduk hani kestiği yenmezdi diye iteliyordunuz ya,
birbirinizin gözünü çıkarıyordunuz ya, şimdi Almanyadasınız, kimin kestiğini
yiyorsunuz, varmı çıkar çelişkiniz, biz birbirimizin, biz inançlarımızın,
kültürümüzün bir zenginliği olarak kabul ederiz, insanca yaşayacak bir kültür
zenginliği olan değerler yaratacağız, dediğim zaman, herkes bu dediğimi başıyla
onayladı. Demek bizim birbirimizle çelişkimiz yok dedi, yakında seçim var, bu
bizim fidan boylu Özal'ın ne yapacağı belli olmaz. Bu seçimde HEP'e ya insan
haklarına saygılı özgürlüklere saygılı, demokrasiyi kurma kararlılığı,
koalisyon olacak, ya da bu değerlere sahip olmayan iktidar karşısında ciddi bir
muhalefet olacağız, işçisiyle, köylüsüyle, memuru emeklisiyle, esnafıyla, hep
birlikte yavaş yavaş, sağlam ve kararlı adımlarla, iktidara yürüyeceğiz. Ben
böyle söylediğim zaman, daha yeni bir parti nasıl iktidar olur, falan diyorlar.
Bunlardan
bakan, başbakan olurmu diyorlar. Yusuf Özal'dan olurda yetim Hüsnü'den olurda, bunlardan
olmaz. Olur, olur, öyle bir olur ki (anlaşılamamış) generaller bizi suçluyordu,
hapishaneden çıkar çıkmaz, halk bizi meclise gönderdi, demekki oluyormuş,
saygılar sunuyorum. Sizlerle gurur duyuyorum."
c)
Halkın Emek Partisi tarafından 21.3.1991 tarihinde İstanbul'da düzenlenen
"Nevruz Şenlikleri"ndeki konuşması :
"Özgürlük,
demokrasi ve barış uğruna yürümekten onur duyduğum tüm devrimci yurtsever
ilerici ve demokrat dostlarım, İşçi ve emekçi kardeşlerim, sevgili gençler ve
saygıdeğer hanım yandaşlarım, bacılarım, sizlere en iyi dileklerimle sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum. Bugün 21 Mart anlamlı ve onurlu bir gün, bugün Nevruz
yeni bir gün, yeni (anlaşılamamış) direniş, mücadele başkaldırı ve özgürlük
hareketini yükseltme günüdür. Bugün zulme, sömürüye, baskıya başkaldırışın
sembolleştiği Nevruz'dur. Bugün demirci Kava'nın zalim (anlaşılamamış) özgürlük
meş'alesini Kürt halkına emanet ettiği yer, gündür. Bugün Kürt halkının
özgürlük bayramıdır. Sömürüye ve sömürgeciliğe karşı olan bir (anlaşılamamış)
gündür. Nevruzumuz. Kutlu olsun, Kürt Hiroşiması, Halepçe vahşetinin bir kez
daha lanetlendiği gündür. Bugün Halepçe (anlaşılamamış) ve bir daha Halepçeler
yaşanmasın diye haykırıldığı gündür. Böylesine görkemli bir şekilde kutlamanın
onurunu kutluyoruz. Selam olsun Kava'nın (anlaşılamamış) Kaya'lara meydanlara
sevgili dostlarım Kürt halkının direnme onuru ve mücadele geleneği Nevruz'un
kelime anlamı (anlaşılamamış) bu aynı zamanda ve şimdi özgürlük ve demokrasi
mücadelesini (anlaşılamamış) emekçi halklarımızın yanında onlarla omuz omuza
hep barışa, hep demokrasiye, hep özgürlüğe doğru kararlı adımlarla yürüyoruz,
(anlaşılamamış) çığ gibi büyüyor, örgütleniyor. Özgürlük, demokrasi ve
meşrutiyet (meşruiyet) dönemleri için Cizre'de, Nusaybin'de, idil'de, Şırnak'da,
Tatvan'da ve daha birçok yerde direnen halkımızın Zonguldak'da işçilerin, kamu
çalışanlarının, emekçilerin, işçilerin, yoksul ve topraksız köylülerin
(anlaşılamamış) bilim adamlarının aydınların, devrimcilerin, demokratların,
direnişlerin, yurtseverlerin, yurttaşlık haklarının elinden alınan onurlu
insanların (anlaşılamamış) kucaklıyorum, sarılıyorum. Nevruz Bayramında
(anlaşılamamış) başkaldırı ve Kaya gibi birinin önderlik yapmasıdır. Nevruzun
başlangıca halkın zalim hükümdarın baskısından kurtulma, aradan 2600 yıl
geçsede kılıç ve kurşunla (anlaşılamamış) baskı, zulüm ve sömürü düzenini
ayakta tutabilmek için bu ideolojinin şeytanları (anlaşılamamış) egemenlere,
dün, bugünde Ankara'nın baskısında (anlaşılamamış) günüdür. Bugün özgürlük ve
demokrasi tarihinde kınıyoruz ve özellikle 12 Eylül'ün taraflarına ve tüm
(anlaşılamamış) insan haklarına karşı saygı istiyoruz. Demokrasi istiyoruz. Ve
halkın yönetilmediği sömürü birliğine ve kamu işçiliğine dayalı, bir demokratik
düzen için mücadele veriyoruz. Ve halkın aradan kaldırıldığı ve halkın sevinç
gözyaşları bu Kürt halkı için elbette kutsal bir bayramdır. Özgür, haklının
sömürünün birliği içinde yaşayan Kürt halkı bu bayramı, sevinç gözyaşları
içinde zafer ve özgürlük türkülerini haykırarak ve halay çekerek kutlamayı
çoktan hak etmiştir. Halkla yazılı halkın halkla karşı direnişlerinin ürünüdür.
Bu tür bayramları ancak halk ayakta tutabilir. Ve buna halk sahip çıkabilir.
Diriliş halk gruplarının özlemi (anlaşılamamış) halkın sevinç gözyaşları ile
bayramla Nevruz Bayramı bölgenin çeşitli bayramları var her çeşit bölgeye
rağmen Nevruzu (anlaşılamamış) önümüzde özellikle Türkiye çapında sömürücü ve
(anlaşılamamış) halkın devrimci meşalesini dile getiren (anlaşılamamış) güçlü
bir (anlaşılamamış) Kürt halkı her zaman maddi değerlere yazmış ve o ne kadar
ilginçtir, tüm demokrasi güçleri bu değerleri yaşatma müddeti içindedirler.
Kürt halkının, yaşamında onunla dayanışma içinde Kürt halkı özgürlük uğruna
hiçbir zaman vazgeçmemiş ve ancak ve ancak (anlaşılamamış) bu yüzden de bugünkü
geleneklerine ve kutsal değerlerini hep ayakta tutmasını bilmiştir. Nevruz
(anlaşılamamış) bu güzel günü ve anlamlı bayramı kutlamaya çalışıyoruz. İşte
sürekli kutlamak almış (anlaşılamamış) Bugün bu Kürt halkı başka anlama
getirirler de engellere (anlaşılamamış) şu veya Kürt bayramı deseler de Kürt
halkına yağ çekiyorlar. 70 yıllık politikaları iflas ettiğini görüyorlar,
iktidarın önemli olan aydası ve sürpriz çıkıştan hem iktidar partisinin büyük
ümidi hem de düzen partilerini allan bullak ediyor. Bugün mukaddes ve
(anlaşılamamış) Kürt halkına uygulanan politikanın yanlışlığından
bahsediyorlar. Düne kadar yok denen Kürtlerle ilgili sahte nüfus
karşılaştırmaları yaparak akıl dışı, gerçek dışı, bilgiler üretiyorlar. Kürt
kardeşliği de tartışılmaz ve vazgeçilmez haktır. Bu gece demokrasinin önünde
birçok engeller duruyor. Sendikal hak ve özgürlükler, düşünce ve örgütlenme
özgürlükleri, demokratik hak ve özgürlükler (anlaşılamamış) herkes biliyor ki
demokrasinin önünde en büyük engel Kürt sorunudur. Milli Güvenlik Kurulu
coşkunuzu biliyorum ama genel başkan olduğum halde, Nevruz (anlaşılamamış)
zaman tanıdı, onun için izin verinde konuşmamı tamamlıyayım. Kürt sorununu
Milli Güvenlik Kurulu, hükümet, politikacı, gazeteci, sendikacı, tüccar, gemici
daha aydınlatılırsa Kürt, Çerkez, Türk, Arnavut, Fransız, İngiliz, hatta
satılmış Kürt ne kadar kaldırabiliyorsa bunu ne kadar gerçeği söyleyen
Nevruz'un (anlaşılamamış) her Kürdün hakları vardır. Kürt halkı kaderini tayin
hakkını kullanırken tekrar ediyorum. Kürt halkı kendi kaderini tayin etme
hakkını kullanırken (anlaşılamamış) ben bu nedenle hoşnut değilim diyeceğim, bu
yüzden Birleşmiş Milletlerin de uluslararası şölenleri özünü oluşturan
halkların kendi kaderlerini tayin hakkına karşı çıkılması yerine, uluslararası
hukuka akla, gerçeğe insanlık onuruna aykırı olan uygulamalara ve burjuvaların
(anlaşılamamış) ve çok iyi büinmeliki, Kürt sorunu demokratik platformda
özgürce tartışılmadan akla (anlaşılamamış) Türkiye'de gerçek bir demokrasiden
söz edilemeyecek ve Kürt halkının bu anlamda (anlaşılamamış) baskı altında
tutulmuş, onlar da halklar arasında eşit (anlaşılamamış) Türk ve Kürt
halklarının (anlaşılamamış) bugün de bu kalabalık halkların evlenmesine rağmen,
(anlaşılamamış) onun için yüksek sesle diyorum ki Türkiye'de demokrasi yoktur,
çatlak sesler çıkıyor yılların şartlandırılmışlığı içinde çatlak ses
çıkaranlara bu durumda seslenmek istiyorum. Korkmayın, yanlıştan vazgeçin daha
mutlu, herkesin (anlaşılamamış) insan onurunu varedin yeter baskı zulüm ve
sömürüye dayalı hiçbir düzen uzun süre ayakta durmamıştır. Artık bu gerçeği
görün ve kabul edin. Dünyadaki gelişmeler nedeni ile hiçbir (anlaşılamamış)
Türkiye'de böyle olmalıdır. Bu yüce toplum karşısında Birleşmiş Milletlere
seslenmek istiyorum. Kürtlerin yaşadığı, Kürt halkının yürüttüğü mücadeleye
sessiz kalınmamalıdır. En kısa zamanda Birleşmiş Milletler topluluğunda bir
Kürt konferansı toplanmalıdır. Özellikle Irak'ta savaşan Kürt halkına Kızılay
ve Kızılhaç çerçevesinde gerek gıda ve tıbbi yardım yapılmalıdır,
(anlaşılamamış) Dostların bugün yasak olmasına rağmen Halepçe katliamına kadar
Nevruz bayramını (anlaşılamamış) içinde kutluyoruz. Bugün de hep birlikte,
yarında kutlama kararının ve daha kararlı ve daha (anlaşılamamış) burada genel başkan
olarak şu huzurda söylemek istiyorum, gelecek Nevruz'u bütün Türkiye'de
özellikle Diyarbakır'da bütün yurtta meydanlarda miting şeklinde kutlanmasını
partim MKYK. öneriyorum, (anlaşılamamış) Yaşama hakkını dilerim ki büyük bir
gelecek mücadelesi karşısında, her türlü tavrı (anlaşılamamış) insan hakları,
özgürlükleri, demokrasi mücadelesi olacaktır. Hep barışa, hep demokrasiye, hep
özgürlüğe ilerlerken, Nevruz ateşiyle tutuşan (anlaşılamamış) özgürlük
şölenlerinde burada olmayan yetkililere Çankaya'da oturana ve Ankara'da
oturanlara bu Nevruz'da yapılan baskıların öldürülenlerin işkence görülenlerin
hesabı sorulmalıdır. Selam olsun insanlık onuru, işkenceyi yenecek diyen
gençlere, selam olsun, selam olsun, işçiye, emekçiye, selam olsun sömürü baskı,
zulme karşı duranlara selam olsun,"
d)
Halkın Emek Partisi İzmir il örgütünce 22.3.1991 tarihinde düzenlenen eğlence
gecesindeki konuşması :
"Nevruz
Frozbe, özgürlük, demokrasi ve barış mücadelesinde omuz omuza yürümekten onur
duyduğum tüm devrimci yurtsever ilerici ve demokrat dostlarım, işçi ve emekçi
kardeşlerim sevgili gençler ve saygıdeğer kadın yoldaşlarımız, bacılarım.
Sizleri en iyi dileklerimle sevgiyle saygıyla selamlıyorum. Benim konuşma
biçimim yazılı alışkanlığı içerisinde değil, hep sözlü konuşurum, ama bugün
Nevruz ve hepimiz anlamı aynı olduğu için onbeşbin kişiye İstanbul'da ne
söyledi isem İzmir'de de onu söylemek istediğim için 24'de Diyarbekir'de,
26'sında Mersin'de aynı şeyleri söylemek içki yazılı okuyacağım, Bugün 21 Mart
anlamlı ve onurlu bugün bugün Nevruz yeni bir günün, yeni bir umudun yıldönümü
değil. Zulme karşı direniş, mücadele, başkaldırı ve Özgürlük talebinin
yükseldiği gündür. Bugün zulme, sömürüye, baskıya başkaldırışın sembolleştiği
Nevruz'dur. Bugün demirci Kaya'nın (Kava'nın) zalimce ak saltanatının (zalim
Dehhak saltanatını) yerle bir ederek özgürlük ateşini Kürt halkına emanet
ettiği ikibinaltıyüz yıllık direniş geleneğinin bayraklaştığı bir gündür. Bugün
Kürt halkının özgürlük bayramıdır. Bugün aynı zamanda sömürüye ve sömürgeciliğe
karşı olan dil, din, milliyet ve renk farkı gözetmeden herkesin, mücadele ve
dayanışma azminin, bilenerek kenetlendiği anlamlı bir gündür. Nevruzumuz kutlu
olsun. Bugün Kürt Hiroşiması ve Halepçe vahşetini bir kez daha lanetlediğimiz
gündür, Halepçelerin hesabı sorulsun. Ve bir daha Halepçeler yaşanmasın, diye
haykırdığımız bir gündür. Biz bugün gözyaşı da dökeriz, bu gözyaşı sevinç ve
özgürlük gözyaşıdır. Ve biz şimdi bu anlamlı günün ve Nevruz'un ruhuyla, ırk,
din, dil, milliyet farkı gözetmeden Nevruz'u kenetlenerek kutlayabilmiş olmanın
coşkusunu yaşıyoruz. Özgürlük, demokrasi ve barış güçleri olarak el ele ve
yığınsal ve kitlesel Nevruz'u böylesine görkemli bir şekilde kutlamanın
sevincini yaşıyoruz. Selam olsun Kama'ların (Kava'ların) özgürlük ateşlerini
çağ çağ dağlardan Avrupalara kırlara, ovalara, meydanlara taşıyanlara sevgili
dostlarım, Kürt halkının direnme ruhunu mücadele geleneğim simgeleyen Nevruz'un
kelime anlamı her ne kadar yeni bir gün olarak bilinmekte ise de bu aynı
zamanda yeniden doğuşu dile getirir. Ve şimdi Özgürlük ve demokrasi mücadelesi
veren biz de yeniden doğuyor, kendimizi aşıyor, yeniliyor, zulme ve baskıya
karşı, mücadele azmimizi yükseltiyor, saflarımızı sıklaştırıyoruz. Emekçi
halklarımızın yanında onlarla omuz omuza hep barışa, hep demokrasiye, hep
özgürlüğe doğru kararlı adımlarla yürüyoruz. Hava sıcak izin verirseniz
ceketimi çıkarmak istiyorum. Ve halklar huzurunda baskaldıran ve halklar şimdi
çığ gibi büyüyor, örgütleniyor. Özgürlük, demokrasi ve meşrutiyet (meşruiyet)
mücadeleleri için Cizre'de, Nusaybin'de, Diyarbekir'de, İdil ve Şırnak'da,
Tatvan'da ve daha birçok yerde halkımızın Zonguldak'ta işçilerin
gecekondulardaki yoksulların yanında yürüyoruz. Sendikal haklar mücadelesi ve
kamu çalışanları emekçilerin, işçilerin ve yoksullar ve topraksız köylülerim,
taban fiyatları, boğazı sıkılan üreticilerin sosyal ve güvenlikten yoksun
fukara halkımızın cins ayırımı nedeniyle daha çok sömürülen ve baskı altında
tutulan kadınlarımızın bilimsel araştırma yapma özgürlüğü kısıtlanan bilim
adamlarının, düşünce, anlatım ve anlatım özgürlüğü zincirleri vurulan
aydınların, zindanlarda tutsak tutulan devrimcilerin, demokratların,
ilericilerin, yurtseverlerin, yurttaşlık haklan ellerinden alınan gururlu
insanların şanına büyük bir azimle mücadele bayrağımızı yükseltiyoruz.
Unutulmamalıdır ki Nevruz bayramının önemini arttırıp ona nitelik ve direnç
kazandıran şey zulme karşı başkaldırıdır. Ve isyana karşı bir emekçinin
önderlik yapmasının aradan 2600 yıl geçse de kılık ve biçim değiştirse de ve
haklar (Dehhaklar) bugün de vardır. Baskı, zulüm ve sömürü düzenini tutabilmek
için resmi ideolojinin şeytanları akıl almaz dönemler (önlemler) fısıldıyor ve
egemenlere yol gösteriyor. Dün de bugün de haklarının (Dehhakların) baskısına
ve zulmüne karşı çıkma günüdür. 2603 yıl(dır) önce tutuşturulan onurun,
direnişin, kıvılcımlarının bugün özgürlük ve demokrasi mücadelemize meşale
yakarak yürüyoruz. Ve özellikle 12 Eylül mihraklarına ve cümle zorbalara karşı
saflarımızı sıklaştırıyoruz. İnsan haklarına karşı saygı istiyoruz, demokrasi
istiyoruz ve halkların ezilmediği, gönül birliğine ve kamu eşitliğine dayalı,
demokratik bir düzen için mücadele veriyoruz. Ve hakkın ortadan kaldırıldığı ve
halkın sevinç gözyaşlarını tutamadığı o zahmet günü Kürt halkı için elbette
ulusal bir bayramdır. Zulmün, baskının sömürünün binbir çeşidini yaşayan Kürt
halkı bugün bu bayramı sevinç gözyaşları içinde zafer ve özgürlük türküleri
haykırarak ve halaylar çekerek kutlamayı çoktan haketmiştir. Halk bayramları halkın
ortak acı ve sevinçlerinin bir ürünüdür. Bu tür kavranılan bayramları ancak
halk yaratabilir ve ona halk sahip çıkabilir. Geniş halk yığınlarının istemi,
dilek ve beklentileri, uyuşmayan bayramlar cılız kalır. Coşkusuzdur. Giderek
unutulur ve yokolur. Bölgede çeşitli bayramlar her çeşit teşvik ve desteğe
rağmen Nevruz'un yerini dolduramaz. Halk Nevruzun devrimci ruhuna sahip çıkmış
ve onu ulusal özellikleriyle de şekillendirerek bugüne kadar rengarenk gelenek
olarak yaşatmıştır. Günümüzde özellikle, Kürt edebiyatında sömürücü ve
sömürgeci güçlerin ne hakla (Dehhakla) özleştirildiğini ve kama (Kava)
(anlaşılamamış) halkı devrimci mücadelesinin dile getiren güçlü bin imajın
kullanıldığını görüyoruz. Bu halkımızın Nevruz içeriğine getirdiği anlamlı ve
yeni katkıdır. Kürt halkı Nevruz için her zaman kendi maddi ve manevi
desteğini, değerlerini yaratmış ve onu yaşatmıştır. Tüm demokratik güçlerin de
bu değerlerin yaşatılabilmesi için ezilen Kürt balkıyla dayanışmada bulunmaktan
onur duymuştur. Dostlarım. Kürt halkı özgürlük tutkusundan hiçbir zaman
vazgeçmemiş, daima onu kıskanmış bir halktır. O yüzden de kültürünü,
geleneklerini ve ulusal değerlerini hep ayakta tutmasını bilmiştir. Nevruz
nasılki Kürtlerin en eski dili (dini) zedustlu (Zerdüşt'ün) kutsal kitabı
Zameraska'da (Zendavesta), Firdevsi'nin Şehnamesinde, Ömer Hayyam'ın
Nevruznamesinde, Şeref kanın (Şerefhan'ın) Şerefnamesinde, Ahmedi Haninin
(anlaşılamamış) nakış nakış işlenmişse o günlerden bu yana da Kürt
aydınlarının, yazarlarının şairlerinin, ressam ve araştırmacılarının
eserlerinde yeni ve çağdaş örneklerinin çoğalarak günümüze kadar zenginleşerek
taşınmıştır. Zorbalar ise bu güzel ve anlamlı bayramı unutturmaya çalışmış,
sürekli kana boyamış, Nevruz Bayramını karartmaya çalışmışlardır. Bugün durum
çok farklıdır. Başka anlamlar verseler de ve Ergenekon'a kadar gitseler de,
Türk Bayramı deseler de el çırpıyorlar, coğrafî raporlarla Kürt halkına yağ
çekiyorlar. 70 yıllık inkarcı politikalarla resmi ideolojinin iflas ettiğini
görüyorlar, iktidarın dönemsel olarak faydacı ve sürpriz çıkışları her (hem)
iktidar partisinin bir bölümünü hem de (bir) diğer düzen partilerini allak
bullak ediyor. Bunun utangaç bir üslupla olsa da Kürt halkından uygulanan
politikalarıyla yanlışlığından söz ediyorlar. Düne kadar yok dedikleri
Kürtlerle ilgili sahte nüfus karşılaştırmaları yaparak akıl dışı, gerçek dışı
ve bilim dışı çözümler öneriyorlar. Şimdi buradan ve haklara kulağına birşeyler
fısıldayan şeytanlara sesleniyorum. Kendi kaderini belirlemek her halk için
olduğu kadar, Kürt halkı için de tartışılmaz, vazgeçilmez bir haktır.
Türkiye'de demokrasinin önünde birçok engel vardır. Sendikal hak ve
özgürlükler, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü, demokratik hak ve özgürlükler,
anlamındaki sınırlamalar bu engellerden bazılarıdır. Ama dost düşman biliyorki
bugün Türkiye'de demokrasinin önünde en büyük engel Kürt sorunudur. Kürt sorunu
Milli Güvenlik Kurulu, Hükümet, MİT, politikacı, sendikacı, tüccar, fabrikatör
daha da ayrıntılaştırırsak, Türk, Çerkez, Fransız, İngiliz hattâ satılmış Kürt
ne kadar tartışabiliyorsa, bu tartışmaya ne kadar hakları varsa gerçeği
söyleyen bir aydının gerçek bir demokratın ve ben insanım diyen her Kürtün en
az o kadar hakkı vardır. Altını çizmek istediğim bir gerçek var. Burasını
sessiz dinlemenizi istiyorum, çünki burada ne fazla acı, ne de bizi
coşkulandıracak bir şey vardır. Bir gerçeğin altını çizmek ve ilan etmek
istiyorum huzurlarınızda, Kürt halkı kendi kaderini tayin hakkını kullanırken,
biraz sessiz olun, burada sessiz olalım. Kürt halkı kendi kaderini tayin
hakkını kullanırken kuruluşunda benim de emeğim, harcında benim de gözyaşım ve
kanım olan bu devlet bana çok zulüm, bana çok baskı ve işkence yaptı, ben bu
devletten hoşnut değilim diyeceği düşünülüyorsa, Kürt halkı kendi kaderini
tayin hakkını kullanırken, altını çiziyorum, harcında benim de gözyaşım, kanım
var dediğim bu devlet için bana çok zulüm yaptı, çok işkence yaptı, beni kan
ağlattı diyeceği düşünülüyor ve ona göre bir karar verileceği hesaplanıyorsa,
Birleşmiş Milletler'in temel bir ilkesi olan uluslararası sözleşmelerin özünü
oluşturan hakların kendi haklarını tayin etme hakkına Kürt halkı açısından
karşı çıkacaklarına bugüne kadar Kürt halkına baskı yapan, işkence yapan, zulüm
yapan politikalara ve devlet resmi ideolojisine karşı çıksınlar. Çok iyi
bilinmelidir ki, Kürt sorunu demokratik bir ortamda özgürce tartışılmadan,
çağa, akla ve bilime uygun çözümlenmeden, Türkiye'de gerçek bir demokrasiden
söz edilemeyecek ve Kürt (Türk) halkı da özgür olamayacak. Çünkü Türk halkı da
baskı altında tutulmuş, onlar da haklar (halklar) arasında eşit ve adil olmayan
zora dayalı ilişkileri kabullenmeye zorlanmışlardır. Bugüne kadar köle-efendi
ilişkisinde Kürt ve Türk halklarına bu ilişkiler zorbaca dayatıldı. Bugün de bu
zorbalık halkların iradesine rağmen sürdürülüyor. Onun için de diyoruz ki
Türkiye'de demokrasi yoktur. Bugünlerde de bu konularda aralanan kapı ve atılan
adımlar olumlu işaretler verse de yetmiyor, yetmiyecektir. Devlet korosunda bu
işaretler nedeniyle çatlak sesler duyuluyor. Parti liderleri, düzen parti
liderleri, düzenin parti liderleri, ilerici geçinen birçok yazar, çizer
yılların şartlandırılmışlığı içinde tedirgin durumdalar, çatlak ses çıkaranlara
tedirgin olanlara buradan sesleniyorum. Haksızsınız, yanlışsınız, bundan korkmayın,
rahat olun, herkes sizin gibi insan olduğunu . . . (bant bitimi) Birçok yerde
bu yıl Nevruz'da birçok gencimiz, birçok insanımız işkence gördü, tutuklandı ve
şehit edildiler, hiçkimse kuşku duymasın, bütün bunların hesabı birgün teker
teker sorulacak, faturaları ödettiriIecektir. Bu yıl İstanbul'da onbeşbin,
burada üçbin ayakta duran insanlarımız var. Kusura bakmasınlar yerler salonlar
dar geliyor. Bu nedenle gelecek sene Merkez Karar Yönetim Kuruluna İstanbul'da
önerdim, meydanlarda, mitinglerde Nevruz'u kutlamalayız. Gelecek sene Nevruz'da
Diyarbakır'da buluşuyoruz. Bu yüce topluluk karşısında Birleşmiş Milletlere ve
onu oluşturan devletlere sesleniyorum. Kürtlerin yaşadığı tüm parçalarda, Kürt
halkının yürüttüğü mücadele ve onun haklı isteklerine sessiz kalamazsınız.
Çeşitli platformlarda öğrenildiği gibi en kısa zamanda Birleşmiş Milletler
kapsamında bir Kürt konferansı düzenlenmeli, adil uluslararası sözleşmelere
uygun, demokratik bir çözüm bulunmalıdır. Özellikle Irak'ta faşist Saddam'a
karşı savaşan Kürt halkına Kızılay, Kızılhaç çerçevesinde yardım kampanyası
açılmalıdır. Orda ölümle karşı karşıya olan Kürt halkı da yalnız kalmamalıdır.
Başbakana söyledim, biz bu göreve hazırız, yeterki topladığımız yardımları Irak
Kürt halkına yetiştirebilsinler, ulaştırabilsinler. Dostlarım, bütün
yasaklamalara onca baskılara, zulme, soykırıma, Halepçe katliamına rağmen
Nevruz Bayramı canlı bir şekilde kutlanarak bugünlere gelindi. Bugün de hep
birlikte daha coşkulu, daha kararlı ve daha kitlesel olarak Nevruz'u görkemli
şekilde kutluyoruz. Demokrasi güçlerinin dayanışmasını böyle örnekler çok
çoğalarak yarınlara umutla koşuyoruz. Bahar mevsiminin başladığı bu dönemde
halkımız arasında canlı bir şekilde kutlanan Nevruz bitip tükenmez bir geleceğe
olan inancın yeni ürünlerini veriyor. Yok olmak istemeyen bir halkın azami
sevinci büyük bir geleceği kucaklayan mücadelesi karşısında her türlü zorba
gücü yenecek insan hakları, demokrasi için mücadele veren bütün güçler ve
insanlar mutlaka muzaffer olacaktır. Hep arşa, hep demokrasiye, özgürlüğe
ilerlerken, Nevruz ateşiyle tutuşan ateşimizi, halklarımızın bayramlarının
yasaklanmadığı, özgürlük şölenlerine başlan dik olarak el ele tutuşup halay
çektiği günler için yükseltiyoruz. Çok kısaca bugün Nevruz günü arkadaşlarımın
da belirttiği gibi uluslararası değere sahip, evrensel değere sahip bu kısa
konuşmalarda çok daha birşeyi partimiz için söylemek istiyorum. HEP'ne Kürt
partisi diyorlar. Elbette ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan ve zuîme
uğrayan bir halk, Kürtler bu partiye sahip çıkıyorsa HEP'e yalnız bundan onur
duyacaktır. Ancak biz hiçbir partiye MHP'ye bile Kürt (Türk) partisi suçlaması
yapmadık. Bu haksız suçlamadır. Biz uluslararası tüm insanlara eşit bakıyoruz.
Biz HEP olarak baskı, zulüm ve sömürüye uğrayanların partisiyiz. Ençok kimin
partisiyiz' Ençok baskıya, ençok zulme, ençok sömürüye uğrayanların partisiyiz.
Bütün bu dediklerimize rağmen Kürtlerin partisi diyorlarsa, demek en çok onu
ezmişler, en çok onu sömürmüşler, ençok ona zulmetmişler. Selam olsun insanlık
onuruyla işkenceyi yenene, yenecek diyenlere, selam olsun İsmail Beşikçilere
selam olsun sömürü, baskı ve zulme uğrayanlara, zulme karşı duranlara selam
olsun."
e)
Halkın Emek Partisi Siirt il örgütünce 26.3.1991 tarihinde düzenlenen toplantıdaki
konuşması :
"...
Şimdi konuşmamın sessizce dinlenmesi yere geldi. Sayın Başbakan diyor ki, bu
topraklarda Türküm diyen yaşar, ben de burada biliyorum bu sözü yuhluyorsunuz,
Başbakana yuh çekmek aklımızdan geçmez, o bir parti başkanı, ben de buradan diyorum
ki sayın Başbakan bu ülkede Kürtlerden onur duyan yirmimilyon insan yaşıyor.
Sayın Özal Amerika'da Bush'la görüşüyor. Ne oyunlar tezgahlıyor bilmiyorum,
inşallah sağsalim memleketimize gelir. O da diyor ki bağımsız Kürte hayır
diyor. Bak okumakta bile güçlük çekiyorum, buradan Özal'a sesleniyorum. O fidan
boylu Çankaya'daki Özal'a Kürtler bağımlı ve köle olmak istemiyorlar, bunu
böylece bilin. Sayın Ecevit diyorki, önce bir partililer, bu partililer varsa
orada onlardan özür diliyorum ve hepimiz bir yerlerden geldik. Sayın Ecevit
diyorki bu ülkede Kürt sorunu yoktur, yoksa neyi konuşuyorsun o zaman, o zaman
yoksa niye niye konuşuyorsun, olmayan şey konuşulurmu. Oysa bu ülkede
demokrasinin önünde birçok engel var. Sendikal hak ve özgürlükler kısıtlanmış,
düşünce ve örgütlenme özgürlüğü yok, bunların hepsi demokrasinin önünde
engeldir. Ama dost düşman bütün dünya alem biliyor ki demokrasinin önündeki en
büyük engel Kürt sorunudur. Kürt sorunu çözülmeden Kürt çözülmeden Türk halkı
da özgür olmayacak. Türkiye'de demokrasiden söz edilmeyecektir. Hepiniz
televizyonda izliyorsunuz, yakışıklı parti liderlerini, hepsi birbirinden
güzel, hepsi birbirinden yakışıklı sözler ediyorlar. Bu ülkede sorunları biz
çözeriz diyorlar. Kimdir bunlar, sayın Demirel onbeş yıl Başbakanlık yaptı,
niye çözemedi. Sayın İnönü sülalece bu ülkeyi yönetti, devlet çocuğu olarak
doğdu, niye çözemediler, Sayın Ecevit Başbakanlık yaptı, sayın Türkeş Başbakan
Yardımcılığı yaptı, sayın Erbakan Başbakan Yardımcılığı yaptı . . .
(anlaşılamadı) bunlar düzeltemediler, bunlar düzen partileri, yetmiş yıldır
renk (red) ve inkar politikası izleyen devletin resmi (anlaşılamadı) tutsak
olan partilerdir. Her yerde söylüyorum. Alın elinize büyük bir süpürge düzen
partilerini bu bölgeden süpürün atın. Sayın Ecevit Allah gecinden versin,
hakkın rahmetine kavuşursa onun da partisi dağılır. Türkeş'de öğle, Erbakan'da
öğle, ama Fehmi Işıklar ölürse binlerce Fehmi Işıklar var. Daha yepyeni bir
partiyiz. Bize çeşitli yakıştırmalar yapıyorlar. Bu parti Kürtlerin partisi, bu
parti falanların partisi diye, buradan Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut, Pomak
herkese sesleniyorum. Bu parti ezilen, sömürülen, baskı altında tutulanların
partisidir. Bu parti, bu parti ençok kimin partisidir (dinleyicilerden sloganla
"Kürtlerin" diye bağırması). Bu parti ençok ezilen, sömürülen, ençok
baskı altında tutulanların partisidir. Şimdi ben buradan soruyorum devlete,
düzen partilerine, kim çok eziliyor ve kim çok sömürülüyor, eğer Kürtler
eziliyor diyorlarsa suçlarını itiraf ediyorlar ve biz Kürtlerin de partisi
olmaktan onur duyuyoruz. Arkadaşlar taktim edildiği, ettiği zaman böyle bir
telaşa düşüyorlar. Urfalıyım de diyorlar, başkanım diyorlar. Ben Urfalıyım ama
beni seçen demokrat Bursalılara huzurunuzda teşekkür ediyorum . . . (anlaşılamadı)
Ama Kaya'lar çoğalıyor, Örgütleniyor ve Kayanın tutuşturduğu özgürlük ateşini
bugün daha yükseklere ülkenin her yerine yaymak istiyorlar. Halkın Emek
Partisine geldi diye Halkın Emek Partisi niye bazı insanlara baskı yapılıyor.
Buraya partiye gelip gidenlere haksızlıklar, haksızlığa uğradı diye yakınları
açlık grevi yapanlara geçmiş olsun demeye gelenlere baskı yapıldığını duyduk.
Sevgili memurlar, geçiminiz, ücretiniz, siyasi iktidarın iki dudağının arasında
biz sizin de haklarınızı savunuyoruz, sizin de insanca yaşamanızı istiyoruz ve
Meclistede her-yerde memurların sıkıntısını dile getiriyoruz. Halkın Emek
Partisi, emeğiyle geçinen insanların dostudur. Sakın olaki bundan sonra hukuk
dışı, yasa dışı, insanlık dışı bir davranışta bulunmayın. Eğer böyle bir
durumlar olursa mecliste bakanlıklarda gereğini yapacağız. Yap diyenler böyle,
yap diyenler böyle bir uygulama yap diyenler sahip çıkmaz size, uzun süre sahip
çıkmaz ve öğle yapanların ismini illerimizde, ilçelerimizde, duvara asacağız,
her yerde tanıtacağız, çocukları bile onların zarar görür, artık eskisi gibi
Siirt'te baskı yapıp, yasa dışı, hukuk dışı davranıp elbette rahat gitmek
mümkün olmayacak. Halkın Emek Partisi Edirnede de il binasını açtı. Bursada da,
Konyada da, Mersinde de, Hatayda da, sokakta (anlaşılamamış) Sevgili
yurttaşlarım kendi ülkemizde, daha karnı tok gezmek istiyoruz. Refahın
yaygınlaşmasını, kimsenin ele güne muhtaç olmamasını, emeklisiyle, memuruyla,
köylüsüyle, esnafıyla, genciyle çocuğuyla inim inim inleyen kadınıyla hepimiz daha
rahat yaşamak istiyoruz. Çağımız değişti artık. Bu çağa ayak uydurmak
zorundadır. Hep birlikte düşünmek zorundayız. Bu topraklar bereketli, bu
insanlar çalışkan, peki bu yoksulluk, bu sefalet bu açlık niye, çağ çağ yıllar
boyu devam ediyor ve inim inim inleniyor. Çünkü, onlar halk yerine bir avuç
çıkarcıyı düşünürler. Bugüne kadar uygulanan politikalar buydu. Artık bu
değişmelidir, bunu değiştirmek için Halkın Emek Partisi elinden geleni yapacak
bu önümüzdeki seçim. Hani oylarımız boşa gitmesin diyenlerimiz olur, bu
önümüzdeki seçim koalisyon var. Halkın Emek Partisi ya böyle bir koalisyonun
bir ortağı olacak ya da bir şer hükümete karşı halkı, halkın cephesini ve onun
safını tutacak, onun muhalefetini oluşturacağız. Buradaki vali beni tanır. Beni
uzun yıllardan beri tanır (anlaşılamadı) milletvekilimize göndereceğiz, imkan
bulursam ben de uğrayıp bir merhaba diyeceğim. Ben 12 Eylül'de özellikle
işkencenin, zulmün ağırını yaşadım. Bir böbreğimi kaybettim, dört yıl hapis
yattım, idamla yargılandım. Ama ben şimdi meydanlarda bu 12 Eylül'de
(anlaşılamadı) meydanlardayım. Halkın yanındayım ve milletvekiliyim. Allanın
izniyle daha çok olacağız. Vali bilmeli bunu ve valiler bilmez ve emniyet
müdürleri idamla yargılanan dört yıl yatan milletvekili oluyorsa, bunu
yapıyorsa bizi hükümetede getirir. Siirt'te huzurunuzda buradan zulüm ve
sömürüye karşı mücadele verenleri selamlıyorum. Selam olsun, selam olsun
işkence, insanlık uğruna işkence, işkence (anlaşılamadı) cezaevindeki dostlar,
selam olsun alın teri döküp de buraya gelemeyen yüce halkıma, selam olsun
İsmail Beşikçilere selam olsun Nevruz ateşini yükseltenlere, Nevruz ateşini
yükseltelim, biraz sonra aranızdan ayrılacağım ve siz dağılacaksınız,
karışılmayınca hiçbir şey olmadığını görüyorlar, hep görüyoruz. Adı Nevruze du
ka krelle"
f)
Halkın Emek Partisi Şişli (İstanbul) ilçe örgütünce 8.5.1991 tarihinde
düzenlenen "Dersim Gecesi"ndeki konuşması :
"Değerli
dostlar, sayıları gittikçe artan bize güç katan değerli dostlarım, HEP
mensupları, değerli mücadele arkadaşlarım, hepinizi partim adına sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum. Aslında bu toplantılarda bulunup, konuşup, tavır almak
çok hoş değil ama bir araya gelmiş iken merak edilen, ilgi duyulan konularda
kısa birşeyler söylemek gerekiyor. Örneğin bir yanım DİSK olduğu için birçok
arkadaşım DİSK'i ne yapacaksınız, DİSK'i teslim alacakmıyız, diye soruyordu.
Biliyorsunuz bir dönemin Türkiye işçi sınıfının temsilcisi, mücadelecisi ve
Türkiye'nin delikanlısı olan DİSK'i teslim alacağız, yaşatacağız. Onu biraz
daha güçlendireceğiz. Buna cezaevi koşullarında bile devletin gücü yetmedi.
Halkın Emek Partisi henüz bir yılını doldurmadı.
Bugün
ilan ettik seçim 9 Haziran'da büyük kongremizi yapacağız. Birçok arkadaşım
milletvekili ve yöneticiler bu kongre ile ilgili ülke çapında il il, ilçe ilçe
örgütümüzü dolaşıyorlar. Bu nedenle aramızda değiller. Kısa süre önce kurulan
partimiz seçim hakkım elde etmiş ve kurultayla birlikte yapılacak ilk seçime
hazır hale getirilmiştir. Buna halkımızın büyük katkısı olmuştur. Çok yeni
partiyiz ama iddialı partiyiz. Diyoruz ki, önce insanı insanlaştıracağız. Bu
insan korucu da olsa, rüşvet yeyici de olsa, satılmış Kürt de olsa onu
insanlaştıracağız diyoruz çünki doğayı doğallaştıracağız. Dünyamızı ülkemizi,
yaşanır hale getireceğiz. Üç toplumu sivilleştireceğiz. Militarist toplum
yapısını sivil toplum yapısına dönüştüreceğiz ve her alanda toplumu
örgütlendirecek, dört devleti demokratikleştirecek bunlar elbette kolay değil,
bunların tümünü demokrasi olarak veriyoruz ve diyoruz ki Türkiye'de demokrasinin
önünde en büyük engel Kürt sorunudur. Bu çözülmeden Türkiye'de demokrasiden söz
edilemez. Anti terör yasası çıkarıldığı zamanlar Meclis'de ifade ettim. Anti
terör yasasının temel amacı devlet terörünü resmileştirmek, pekiştirmek ve
kurumlaştırmaktır. Anti terör yasasının sekizinci maddesi konuşulmadan açıkça
ama Meclis'de açıkça ifade ettim. Kürt halkı için, onun demokratik mücadelesi
için getirilmiş, anti-demokratik ürün. (Bant değişimi) Her halkın olduğu kadar
Nevruz gecesinde belirttiğim gibi her halkın kendi kaderini tayin hakkı vardır.
Bu hak bugün en çok Kürt halkı için geçerlidir. Biz Türkiye'de Kürt halkı
özgürlüğe kavuşmadığı sürece, biz Kürt (Türk) halkını (halkının) özgür
olmayacağını biliyoruz ve halkların gönüllü birliğine dayalı, tam eşitliğe ve
kardeşliğe dayalı bir demokratik düzenin kararlı savunucusu olacağız,
mücadelecisi olacağız. Sevgili dostlarım, buradan Adıyaman'a, Malatya'ya,
Elazığ'a gideceğim. Orada da kongreler olacak, geceler olacak. Biz
Sosyaldemokrat Halkçı Parti iken bir espiriyle bunu ifade etmiştim. Aramızda
SHP'li dostlarımız var. Onlar bizim kanımız, kollarımız, onlar tabii ki bu
safta olacak. ANAP'larda bu safta olacak, yurtseverde demokratta onlar da
buraya gelecek. Doğru Yolcular'da bu safta olacak, buraya gelecek. Onlara dedim
ki büyük patronlara, sermayeye egemenlere göz kırptığınız için, sosyal yanınız
bitti. Halkçı parti olarak kaldınız, pardon demokrat halkçı parti. Yedi tane
milletvekili Paris'te Kürt gitti diye ihraç ettiniz. Demokrat yanınız gitti,
kaldı Halkçı Parti, şimdi halk akın akın SHP'den kopuyor. Halk da gitti, geriye
parti kaldı. Şimdi tüm partiler demokrasi mücadelesi verilemez durumda.
Verilemeyecektir. O nedenle gücümüz ağır olduğunu yolumuzun uzun olduğunu
biliyorum. Bu partide demişlerdi ki bir kurultayda nasıl oluyorda dört tane
delege getirmek durumunda olan bu ülkede 99 tane Tunceli'n' delege ile temsil
ediliyor. O kurultayda not tutmuşlar. 99 Dersim'li delege varmış, Dersim'li bir
arkadaş dedi ki, bu kadar sürmeseydiniz, bu kadar ölçüp doğra-masaydınız 99
değil, dört delegeyle gelirdik. Şimdi İstanbul'da Dersimliler, Dersim'le
dayanışma içerisinde, onlarla omuz omuzalar. İşte metropolle Dersim arasında
böylece dialog kuruluyor. Bu birliği güçlendirecek ve oluşturacak, bu geceye
emeği geçen değerli yöneticilerimize, değerli dostlarımıza, bu geceye omuz
veren, dayanışma gösteren siz değerli kardeşlerimize teşekkür ediyor. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
g)
Halkın Emek Partisi Diyarbakır İl Örgütü Başkanı Vedat Aydın'ın 10.7.1991
tarihinde yapılan cenaze törenindeki konuşması :
"Buraya,
buraya Diyarbekir'e . . . (anlaşılamadı) 21 Mart'ında Nevruz'u kutlamak için
gelecektim. Ne yazık ki, ne yazık ki faşist katiller tarafından öldürülen şehit
edilen Vedat Aydın gibi yürekli bir dostumun cenaze töreninde konuşmak üzere
geldim. Dünyanın, dünyanın ve Türkiye'nin çeşitli yerlerinden gelen değerli
basın emekçileri, Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin değerli milletvekilleri,
Doğru Yol Partisi'nin değerli milletvekilleri, Refah Partisi'nin değerli
milletvekilleri, İnsan Hakları Derneği'nin değerli temsilcileri, sevgili işçi
ve memur sendikacıları, sevgili meslekte . . . (anlaşılamamış) yöneticileri,
sevgili Diyarbekirliler, Devrimciler, demokratlar, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Bazı bazı merkezlerde . . . (anlaşılamamış) önce sessiz
dinleyeceğiz. Bazı yerleri, bazı noktalarda ve kavşaklarda insanlarımızı bu
alana bırakmayan görevlileri uyarıyorum. Bırakmazsanız gitmeyeceğiz. Önce HEP .
. . (anlaşılamamış) başkanımız Mustafa Özer'in arabasına bomba kondu, sonra
ayın beşinde Vedat Aydın gece yarısı evinden alındı, telsizli, bellerinde
çıplak silahla görevliler tarafından evden alındı. Üç gün beş gün uğraştık.
Dünya kamuoyuna sesleniyorum. Sessiz dinleyin, olayı anlatmak zorundayız.
Burada deşarj olmak için toplanmadık. Bir cenaze töreni ile işimiz bitmiyor. Üç
gün uğraştık. Bölge Valisi, Emniyet Müdürü, içişleri Bakanı hiçbirisi yerini
bilmiyoruz dedi. Daha sonra, daha sonra iki gün sonra Gaziantep İl
başkanımızdan telefon aldım. Gece üçte ona da polis görevlisiyim diyenler
olmuş, çık emniyete kadar gideceğiz demiş. Vedat Aydın'dan dolayı çıkmamasını
söyledik. Teslim olmadı, çıkmadı ve şimdi aramızda yaşamını sürdürüyor. Buradan
bütün Türkiye halkımıza, devlete ve dünya kamuoyuna ilan ediyoruz, hiç bir
yurttaşımız, hiç bir insanımız, hiç bir HEP'li hiç bir görevlisi geç saatlerde
uygun olmayan zamanlarda kimliğine güvenmediği bir ortamda hiç kimsenin
davetine katılmasın, gerekirse evinde . . . (anlaşılamamış) evinde ölsün.
Buradan devlet yetkililerine, Bölge Valisine, içişleri Bakanına, Başbakana,
Cumhurbaşkanına sesleniyoruz. Buradan hükümete sesleniyoruz. Televizyona
çıksınlar, televizyona çıksınlar, bu benim dediğimi onlar da ifade etsinler,
desinler ki, sizden özür diliyoruz, sizden özür diliyoruz. Bundan sonra, bundan
sonra gece vakti kapınız çalınmayacak, çalarlarsa gitmeyin desinler. Bu
katliamların amacı kitleleri sindirmek ve katiller görüyorsunuz, kitle sinmemiş
bu katliamla iki tane devlet ortaya çıktı. Birisi açık devlet, biri gizli
devlet, gizli devlet burada görev yapıyor. Bu katliamla bir şey daha ortaya
çıktı. O da Kürt sorununu halen zorla, baskıyla, kurşunla, süngüyle, işkenceyle
çözeceklerini sanıyorlar. Bu katliamla susacaksınız, sizlere susacaksınız.
Yabancı televizyonlar çekiyor bizleri, durumu anlasınlar, bu katliamla önce
Kürt partisi diyerek Halkın Emekçi Partisini sınırlamak isteyenler. Şimdi de
terörist olarak sınırlamak istiyorlar. Ben buradan ilan ediyorum. Bu
katliamlarla gerçek terörist devlettir. Her yerde ilan ettim. Diyarbakır'da da ilan
ettim. HEP ezilen sömürülen, baskı altında tutulanların partisidir. Eğer çok
ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan Kürt halkı ise, onların partisi
olmaktan şeref duyarız. Kürt sorununu HEP barışçı yollarla çözmeyi öneriyor.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine göre çözüm öneriyor. Türkiye'de ilk önce
inkardan vazgeçecekler. Türkiye'de Kürt halkı vardır ve her halk ne kadar kendi
kaderim tayin hakkına sahipse Kürt ... (anlaşılamamış) kendi yurdumuzda daha
özgür yaşamak için, kendi yurdumuzda daha uygar yaşamak için mücadele
veriyoruz. Halkımız her gün biraz daha büyük kitlelerle bu mücadeleye
katılıyorlar. Her gün biraz daha güçleniyoruz. Önceleri tek tek baskı altına
alman insanlarımız gücünü birleştirerek, dayanışmasını pekiştirerek, baskıları
uzaklaştırmayı amaçlıyor. Bu ülkede verdiğimiz vergiyle maaş alan insanlarımız,
verdiğimiz vergiyle alınan kurşunlanıl, bize sıkmaya hakkı yoktur. Şimdi
hepimizin dostu, mücadele arkadaşımız, yoldaşımız Vedat Aydın'a son görevimizi
yaptık. Bu olaylar olmasaydı, Aydınlar köyüne gidip ailesine bugün başsağlığı
dileyecek, geleneklerimize uygun biçimde törenimizi, taziyemizi tamamlamış
olacaktık. Ama şimdi vakit geçti. Bizim programımızın dışına taşıldı, zaman
olarak. Bu görevimizi yarına ertelemek durumundayız. Bizi biraz daha
Diyarbakır'da, bir biraz daha Diyarbekir'de kalacağız. Bölge Vahşiyle telefonda
görüştüm, izin verildi. Ben konuşuyorum, demiş diyorum, budur demiyorum, demiş
diyorum. Emniyet Müdürü ile görüştüm. O da yok dedi. Ben hemen inandım. Bana
söylüyorsunuz. Bakacağız. Bu tür olayların partimizi güç duruma düşürmek için
bizi hem vurun hem de terörist örgüt olarak göstermek için Türkiye kamuoyuna bu
tür olaylar oluyor. Biz buna izin vermiyeceğiz. Biz bu oyunu bozacağız. Çünki
onlar biziz. Biz yasal mücadele veriyoruz. Biz meşruiyet mücadelesi veriyoruz.
Yasaların meşruiyet çizgisine, meşruiyet çizgimizde yasaları oturtmak
istiyoruz. O bakımdan bizi oyuna getirmek isteyenleri fırsat vermemek
durumundayız. Şimdi yarına ertelediğimiz taziyeyi partide duyuracağız.
Saatiyle, ama bir programımız var ki o ertelenmeyecek, yarın onbirde parti
meclisimiz, il başkanları ortak toplanacak, hem bugünkü olayı, hem bundan sonra
gelişecek olayı değerlendirecek ve ortak bir karar alıp, uygulamaya koyacağız.
Ondan sonra taziyeye gideceğiz şimdi buradan."
h)
Halkın Emek Partisi Bursa İl Örgütünce 7.9.1991 tarihinde düzenlenen eğlence
gecesindeki konuşması :
"Çok
değerli Bursalılar, Bursayı da ekmeği kadar paylaşan değerli hemşehrilerim,
değerli demokratlar, yurtseverler, devrimciler, gençler, çok saygıdeğer
hanımefendiler, bacılarım, hepinizi saygıyla selamlarım. Dünyada çok güzel
olaylar gelişirken, demokrasi konusunda önemli adımlar atılırken, halklar kendi
kaderini tayin etmek isterken, özgürlük yolunda önemli ölçüde yol alırken,
toplumlar kendi ülkelerinde söz ve karar sahibi olmak için panzerlerin,
tankların üzerinde yürürken ve başarı elde ederken, ne yazık ki Türkiye'de bu
anlamda esen güzel rüzgarlardan henüz yeteri kadar etkilenmiş değiliz. Ülkede
halen insan hakları özgürlük ve demokrasi için çok önemli bedeller ödüyoruz.
Seçim atmosferine girdik. Şimdi Türkiye'de yurttaşlarımız sandık başına
gidecek, kendilerini yöneten insanlarını seçecekler. Bu noktaya nasıl gelindi'
Adil olmayan bir seçim yasasıyla, kimilerine göre baskın seçim yasasıyla bugüne
nasıl gelindi' Adil olmayan bir seçim yasasıyla yapılan bir seçimle huzur ve
istikrar gerçekten sağlanabilirini' Bu seçim yasasıyla Halkın Emek Partisi, bir
iki diğer parti seçim dışı bırakıldı. Amaç, Halkın Emek Partisi'nin seçim
dışına itmek, parlamento dışına itmektir. Her yerde demokrasiyi savunduklarını
tekrarlayan ve televizyonda sürekli demokrasiden söz edenler, bu baskın secim
yasası, parlamentoda görüşülürken, ne yazık ki Halkın Emek Partisi'ni seçim
dışında tutabilmek için her türlü gayreti sarf ettiler. Daha bu yasa
görüşülmeden eğer basında izleyebildiysek, İl başkanlarımıza, il
yöneticilerimize yönelik yoğun saldırılar oldu. Diğer partilerin yöneticileri
rahat rahat siyasi faaliyetlerini yürütürken, Halkın Emek Partisi yöneticileri
işkence görüyor, kurşunlanıyor, katlediliyorlardı. Sonra sınır ötesi bir
harekatla, kahraman olduğunu sanan Mesut Yılmaz, Kıbrıs fatihi sayın Ecevit'e
benzer bir başarıyı elde edebileceğini sanarak, 13 ay evvel seçim yasasını
gündeme getirdi. Amaç belliydi, amaç yükselen Kürt halkının mücadelesini
bastırmak, özgürlük ve demokrasi için Kürt halkının verdiği mücadeleyle işçi
sınıfının güçlenen mücadelesinin birleşmesini engel olmaktı. Çünkü biz en son
noktaya kadar direnen işçilerin (bu sırada seyirciler tarafından Kürtçe olarak
"Biji Partiya Karkeren Kürdistan" sloganı atılmış) slogan yok lütfen,
konuşurken slogan atmayınız. Bu iki mücadelenin birleşmesinden demokrasi
çıkacaktır. Türkiye'de demokrasiyi yerleştirmede çok önemli görev yapacaktır ve
ülkede artık dünyada tartışılmayan insan haklarına saygıyı, özgürlüklere
saygıyı yerleştirmiş olacaktır. Bu koşullarda seçime girmemiz engellendi.
Gazetelde (gazetelerde) yazıldığına göre bir bakan HEP'in televizyondan
yapacağı konuşmadan kaygı duydum diyor. Eğer biz televizyonda konuşmuş
olsaydık, on dakika başında, on dakika sonunda konuşacaktık. Fehmi Işıklar'ın
20 dakikalık konuşmasından korkan iktidar, hiçbir zaman ayakta duramayacaktır.
Amaçları sömürüye devam, öbür anlamı da tasfiyeyi kalıcı kılmaktır. Biz kendi
yurdumuzda haklarımızı alabilmek, alınterimizin hakkını alabilmek, kendi
yolumuzda insanca ve özgür olarak yaşamak istiyoruz. Bu aşamada bizi seçime
sokmayanların amaçlan boşa çıksın diye bir arayışa girdik. Önce bağımsız
adaylarla bütün ülkede seçime girebilirmiyiz diye bir tartışmaya girdik. Ya da
koşulları uygun bir partiyle ortaklaşa bir seçime girebilirmiyiz diye düşündük.
Çok yönünü düşündük. Halkımızın sonuç alması gerekliydi. Halkımızın üstündeki
baskının biraz olsun kalkması ve rahatlaması gerekiyordu. Partimize gelen
baskıların, saldırıların belli ölçüde durması gerekiyordu. Daha sayamadığını
birçok nedenlerden dolayı ortak birlikte tavır alabiliriz diye seçimlerde
birlikte tavır alabiliriz diye, Sosyaldemokrat Halkçı Parti ile ortaklaşa
seçime girmeyi uygun bulduk, arkadaşlarıma şunu söyledim, ben bu partinin genel
başkanıyım, benim aday olmama hakkımı lütfen bana teslim ediniz. Ancak ne
arkadaşlarım, ne de birlikte hareket edeceğimiz parti şimdilik ikna olmuş
değil. Biz milletvekili olmadan, dokunulmazlık gibi sahte bir zırha, sahte bir
maskeye bürünmeden de mücadele edenlerdeniz. Bunu DİSK'de ispatlamıştık. DiSK
Genel Sekreteriyken ben(im) dokunulmazlığım yoktu. Benim dokunulmazlığım, işçi
sınıfının desteğiydi. Bugün de dokunulmazlığımızın asıl kaynağı halkımızdır.
Çünkü gördük ki Diyarbekir'de dokunulmazlığımız olduğu halde, milletvekilleri
ve genel başkanları dövülebiliyor ve bu dokunulmazlığın sahte olduğunu gördük.
Şimdi bizim dövülmemizle sadece biz dayak yedik. Ayıp değil dayak yemek,
işkence gördük, ama birşey aydınlandı. Diyarbakır'da milletvekilleri
dövülebiliyorsa, halkın ne kadar inim inim inlediği, ne ölçüde baskı altında
tutulduğu bütün dünya tarafından görüldü. Ben buradan o baskı ve zulme karşı
duran halkımızı yürekten selamlıyorum. Sevgili dostlar, şimdi burada
Sosyaldemokrat Halkçı Parti delegelerine, üyelerine ve yöneticilerine seslenmek
istiyorum ve bütün partilere de seslenmek istiyorum. Biz en son karan, disiplin
içinde uygulamak zorunda olan bir partiyiz, içimize sinmese bile partimiz bu
karan vermişse hep birlikte uyacağız o karan, ama bu birleşme değildir. Bu SHP
ile HEP'in birleşme karan değildir. O karan halkımız verecektir. Şimdi SHP
yöneticilerine, üyelerine ve delegelerine sesleniyorum. Özellikle Bursa'da
listelerini dürüst, namuslu, adam gibi adaylarla bezemedikçe halkımız kolay
kolay destek vermez. Dürüst olacak, demokrat olacak, insan haklarına saygılı
olacak, özgürlükler için mücadele verecek, grevdeki işçilerin yanında saf
tutacak, ezilen insanların yanında yer alacak, böyle insanları seçiniz. Yerli
yabancı düşünmeyiniz. Biz ne Bursa'lı, ne Urfa'lı ne Trabzon'la ne Trakya'lı
heryeri kendimizin biliyoruz. Yeterki insan olsunlar. Bu güzel şölende aslında
değerli sanatçılardan türkü dinleyeceksiniz, müzik dinleyeceksiniz, folklor
izleyeceksiniz, uzun zamanınızı almak istemiyorum. Benim konuşmalarımı zahten
biliyorsunuz. Daha çok konuşacağız meydanlarda, onlar ne kadar yasaklasa da,
onlar televizyonu ne kadar kapatsalar da, bizi yaşadığımız sürece halkımızdan
kucaklaşmaktan, onunla konuşmaktan ve tanışmaktan alıkoyamayacaklarıdır. Halkın
Emek Partisinin birgün özgür bir seçimde gücünü göstereceğine inanıyoruz. Ama
bu seçimde özellikle bizim adaylarımızdan yer aldığı listelere dürüst
insanların yeraldığı listelere verilecek her oy Vedat Aydınların ruhuna bir
fatiha yerine geçecektir. Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum."
2-
Genel Başkan Vekili Ahmet Karataş'ın beyanları
Halkın
Emek Partisi'nin 15.12.1991 tarihinde yapılan 1. Olağanüstü Büyük
Kongresi'ndeki konuşması :
"Sayın
divan, sayın eski genel başkanımız Fehmi Işıklar ve birlikte gelen tüm HEP'li
arkadaşlarım, basının değerli emekçileri, kurultayımızın inançlı delegeleri
Kürt, Türk, Laz, Çerkez sıcak Türkiye halkı hepinize merhaba, değerli
arkadaşlarımız geçen kurultayda aramızda olup da bu kurultayda olmayan değerli
Diyarbakır'lı il başkanı şehit arkadaşamız Vedat Aydın'ın yüce saygısı önünde
saygıyla eğiliyorum, Değerli arkadaşlarım. Bugünlere çok koşullarda geldik.
Henüz tartışmasının bitmediği bu noktada, bu ülkede Kürt sorunundan bahsetmek,
onları da bu kurultayda tartışacağımızı, onları bu kurultayda ibare edeceğimi,
herkesin bilmesi gerekir. Bu anlamda ben arkadaşlarımdan özellikle rica
ediyorum. Bu kurultayda söyleyeceklerimizi dinlenmesi bilinerek, sonuca
ulaşılmalıdır. Değerli arkadaşlarım, dünyamız hızla değişiyor, hızla değişen
dünyada, Ortadoğuda yerimiz değişiyor. Türkiye'deki koşullar değişiyor. Bütün
bu değişikliklere HEP olarak nasıl baktığımızı, bu konuda neler düşündüğümüzü
sizlere ifade etmek istiyorum. Dünyamızda son yıllarda gelişen siyasal
gelişmeler dünyanın çehresini oldukça değiştirmiştir ve halen değişmeye devam
etmektedir, ikinci Dünya Savaşından bu yana ABD'nin başını çektiği, kapitalıs
(kapitalist) kap (kamp) ve SSCB'nin başını çektiği, sosyalist kamp biçimindeki
iki başlıklı kutuplaşma, yerini bütünleşme ve tekleşmeye bırakıyor. Sosyalist
kampta yeralan ülkelerde uzun yıllardan bu yana başgösteren toplumsal, ekonomik
ve siyasal tıkanma ve bu tıkanmasın (tıkanmanın) açılması için geliştirilen
cevaplar reformlar biçiminde oldu. Bu reformlarla birlikte özde ve biçimde
ciddi değişmeler gündeme geldi. Sözkonusu değişmeler, sosyalizmin aşması
biçiminde değil de sağa savrulması tarzında oldu. Tıkanmanın kitleye yansıyan
yüzü ise kitlelerin iktidar partilerden uzaklaşması ve küçük burjuva
demokrasisine yönelmesi olarak şekillendi. Bu gelişmeler yaygın bir kitle
hareketi üzerine oturan hükümet değişikliğini birlikte getirirken, doğu
Avrupa'nın yeniden yapılanması, serbest piyasa ekonomisi ve çok partili siyasal
sistem mantığına göre şekillenmeyi getirdi. Değişmeler adeta buz tutmuş Doğu ve
Batı Avrupa İlişkilerini yeni bir sürece sokmuştur. Sistem olarak kapitalizmle
sıkı bîr ilişki içinde kendini aşmak isteyen Doğu Avrupa'nın yüzü batıya doğru
olunca, batı da bu gelişmelerden alabildiğine azami bir şekilde sonuç almaya
çalışmaktadır. Bu karşılıklı olan yönetim bir bütün olarak dünyanın iki
merkezli politikalarını geçersiz kılmıştır. Hiç şüphesiz, sosyalist sistemde bu
gelişim, kapitalist bloku olduğu gibi etkilemiş ve burada da eski politikaları
geçersiz kılmıştır. Başını ABD'nin çekmiş olduğu kapitalist blokta yer alan
Batı Avrupa bugüne kadar Sovyetler ve Varşova ülkelerine karşı NATO içinde
kendini koruma mantığını almışken şimdi durumda buna gerek görülmeme
başlanmıştır. Daha önce ABD'nin etkisinden kurtulmaya çalışan Batı Avrupa yeni
dönemde alabildiğine kurtulma koşulları olgunlaşmıştır. Özellikle Birleşik
Almanya'nın öncülüğünde, birleşik bir Avrupa gündeme gelmektedir. AET içinde ve
onun bir üst biçimi olarak Avrupa Birliği içinde birleşmek isteyen Avrupa
ülkeleri şu anda Doğu Avrupa ülkelerini de bu birleşmenin içine çekmenin
çabalarına yatmış bulunmaktadır. Bu dünya siyasetinde güçlü bir Avrupa'nın boy
vermesi demektir ki dünya daha şimdiden bunun etkisi altına girmiş
bulunmaktadır. Yakınlaşma ve ardından bütünleşmenin hesaplan içinde, Avrupa'nın
NATO içinde bir gereksinimi kalmamıştır. Bu bağlamda NATO'nun da esas olarak
rolü kalmamış bulunmaktadır. ABD esas olarak sürece cevap verecek politikaları
geliştiremiyor. Sosyalist sistem bu tarzda bir değişimi SSCB'nin dünya
politikasından düşmesi işine geldiği halde kontrolü dışında ve güçlü bir rakip
Avrupa'yı istemektedir. Ancak yapabileceği başka bir şey de yoktur, iki kutuplu
siyasal durumu bu tarzdaki değişimi sadece dünyanın bu alanlarını değil, tümünü
etkilemektedir. SSCB'ne dayanan ve esas olarak iki merkezli siyasal statükolara
göre politikalar üreten sosyalist sistem ülkelerin tümü yeni dönemde bir
başlarına kalarak, kendi sorunlarına, kendi öz güçleriyle cevap vermek
durumuyla karşı karşıya kalmışlardır. Ne varki ağır yapısal sorunlarla karşı
karşıya olan bu ülkelerde gerek iç muhalefetlerine karşı ve gerekse
emperyalizmin ekonomik ve siyasal saldırılara karşı oldukça zorlanmakta ve
genelde bîr sağa kayışı yaşamaktadırlar. Şu anda sosyalizmde çözüm inat eden
Küba ve Çin bunu ne kadar götürecekleri ve ne kadar dayanacakları
belirsizliğini korurken ulusal ve sosyal kurtuluş hareketindeki radikalizm de
ciddi bir bunalım içine girmiş bulunmaktadır. Ancak bunlar bir çözüm değildir,
ilkel acemilik ve çocukluk dönemini sancılarla tamamlayan dünya devrimci
güçleri artık gerginlik ve olgunluk dönemine doğru gelişim göstermektedir.
Gerçekçi demokratik sosyalizmin ve devrimci radikalizmin bu deney tecrübelere
dayanarak daha da objektiviteye kavuşması söz konusudur. Dünyanın siyasal
yapılaşmasındaki değişim bloksuz ülkeleri de etkilemektedir. İki merkezden
geliştirilen politikalar, birtakım çıkarlarını koruma istemiyle bir araya gelen
ve birlikte hareket etmek isteyen bağlantısızlar hareketi, yeni değişimler
içinde işlevini yitirmektedir. Çünkü, bu dayanışmayı gerektiren nedenler
ortadan kalkmaktadır. Bu durumda eski değerler üzerinde uzun süre politikalar
yapmaları mümkün değildir, daha şimdiden doğrudürüst bir toplantı dahi
geliştirememektedirler. Gelişen bu durumlar karşısında dünya için genel olarak
söylenebilecek olan şudur, ikinci Dünya Savaşının ardından oluşan siyasal
statükolar bir bütün olarak parçalanmış ve yeni bir sürece girilmiştir. Geçiş
dönemlerinin tüm özelliklerini taşıyan, yeni sürecin ne gibi sonuçlara varacağı
henüz netleşmemiş olmakla birlikte nereden bakılırsa bakılsın, yeni
çelişkilerin üzerinde yeni dengelerin oluşacağı ve bunun eskiye benzemeyeceği
acıktır. Kuzeyin zengin ülkeleri ile güneyin yoksul ülkeleri ve ulusal kurtuluş
hareketleri biçiminde tabir edilen yeni bir denge biçiminin gelişeceği kuvvetle
muhtemeldir. Dünyadaki bu gelişmelerden en fazla etkilenen olanlardan birisi de
içinde bulunduğumuz Ortadoğu bölgesidir. Bölgedeki gelişmelere bakıldığında
zorlu boyutlarda değişik dinamikler üzerinde gelişmelerin yaşanacağı
görülecektir. Dünya ve bölgedeki son gelişmeler, bölge halklarının gelişmesinin
yolunun ne olduğunu iyice ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Bölge halkları ister
klasik sosyalizme dayalı ister batıya dayalı yaklaşımlarla fazla yol
alamayacakları bir noktaya gelip dayanmışlardır. Başkalarına dayanmanın kendini
korumaya yetmediği gibi körfez savaşı ile iyice ortaya çıkmıştır. Bölge
halkları kendi tarihsel kaynaklarının ve zenginliklerinin çok gerisinde bir
yoksulluğa mahkum edilmişlerdir. Sömürenlerin vicdansızlığı, sömürülenlerin
çektiği yoksulluğu açları harekete geçiriyor. Ortadoğu halkları mevcut yeni
oluşturulmak istenen egemen,dünyaya karşı en fazla direnen halklar olacaktır.
Çünkü bu bölgenin çözülemeyen toplumsal sorunları ve çelişkilerini egemen
dünyanın başını çeken emperyalizm çözmemekte, tam tersine çıkarları
doğrultusunda iradesini kullanarak bastırmaya çalışmaktadır. Hernekadar çabalar
gösterse de istenilen yumuşamanın ve barışçı koşulların bu aşamada
geliştirilmesi mümkün değildir, işbirlikçi burjuvalar, monarşiler, şeyhliler
(şeyhlikler) ve emirlikler ile halk kesimleri arasındaki çelişkilerin yanısıra
Filistin ve Kürt halkının ulusal ve sosyal sorunları gündeme kendini
dayatmaktadır. Bunların üzerinde kendisini dayatan emperyalizm işgal ve sömürü
bölge halklarının sorunlarını daha da ağırlaştırmaktadır. Bölge halkları ve
emperyalizm arasındaki çelişki ezilen sınıflarla ezen sınıflar arasında çelişki,
Arap ve israil arasındaki çelişki ve Araplar arası çelişki ve ezilen ulusların
ezenlere olan çelişkisi bir bütün olarak bölgeyi çelişkiler yumağı haline
getirmektedir. Bu ağır çözümlerin dayatmalarla olmayacağı gibi yüzeysel
yaklaşımlarla olması mümkün değildir. Bölge halklarının öz güçlerini ve
dinamiklerini yoğunlaştırarak demokratik mücadele süreciyle kenetleşmesi ve
kendi sorunlarını kendi içinde özgür iradesiyle ve iç dinamizmiyle çözüme
gitmesi tek doğru yoldur. Özünde petrolü ve çıkarlarını korumak için, görünürde
Kuveyt'i kurtarmak için daha sonra da Kürt halkına yardım gerekçesiyle bölgeye
giren ABD emperyalizmi ve müttefiklerinin tüm güçleriyle bölgeye yönelmesi
bölgenin dünya genelindeki önemini ortaya koyar, îşte dünya için önemli olan bu
bölgede ağır sorunların gerçekçi çözümü kardeş bölge halklarının kendi öz
güçleriyle demokratikleşme ve dayanışmayı sağlamalarıyla mümkündür. Kurtuluş
bölge halklarının kendi ellerindedir. Değerli dostlar, sevgili delegeler, biz
dış politikada ulusların eşit, özgür iradeye dayalı, kısacası ulusların kendi
kaderim kendilerinin tayin edici bir politikadan yanayız. Ulusların kendi
kaderini tayin etmeleri mutlak ayrılma hakkı olarak algılanma malıdır. Bu hak
özgürlük ve eşit iradeye dayalı birlikte yaşamak hakkı, aynı zamanda Kıbrıs
sorunu yıllardır bîr sorun olmaya devam ediyor. Bazen ayrı bir Türk Devleti,
bazan Türkiye'nin ayrı bir ilgi (ili) gibi bakılmaktadır. Bizce buradaki çözüm
her iki halkın eşit koşullarda federasyona dayalı tek bir Kıbrıs yaratılarak çözülür.
Kafkaslarda ve Balak Cumhuriyetinde bağımsızlık sürecinin hangi boyut
kazanacağını şimdiden kestirmek zordur. Filistin sorunu israil'i de yok
saymadan eşit koşullara sahip iç içe ya da yan yana ulusal ve sosyal
sorunlarını gidererek çözmek mümkündür. Ortadoğu'da en önemli sorun bugün Kürt
sorunudur. Gerek gelişmelerin seyri, gerekse birçok ülkeyi doğrudan
ilgilendirmesi açısından en önemli sorun halindedir. Bu sorun çözülmeden,
Ortadoğu barısı ve ülkeler arasındaki işbirliğini sağlamam (sağlamak) mümkün
değildir. Değerli dostlar 70 yıldır bu ülkede uygulanan politika artık iflas
etti. Red ve inkar politikasının artık işlemez hale geldiği bir dönem
yaşıyoruz. Bu dönemde Türkiye emekçi halkının demokrasi talebinin öne çıktığı
Kürt halkının dinamizminin yükseldiği, kendisini her alanda ifade edebilecek
bir döneme girmiştir. Bu ülkede bir sorun var ama bu sorunları daha yüksek
enflasyonla, daha çok işsizlikle, daha çok işkence ve baskı ve 10 yılda bir
darbe yaparak bu ülkenin sorunları çözümlenmez, çözülememiştir de. Bir yandan
bu ülkenin harcının ortak atıldığını, bu ülkenin birlikte kurulduğunu
söyleyeceksiniz, bir yandan da çifte standart uygulayarak, daha çok baskı
uygulayacaksınız. Bu hangi eşitliktir, hangi kardeşliktir. Kardeşliktir,
kardeşlik. Kendiniz için istediğiniz tüm hakların başkası için de olmasıyla
mümkündür. Bir yemin törenindeki olayı bile işine (içine) sindiremiyor
kardeşlik. Sayın Ecevit içinin kan ağladığını söylüyor ama, sayın Ecevit bu
ülkede her gün insanlar yerlerinden yurtlarından ediliyor, soykırım ve katliam
yapılıyor. Bütün bunlar karşısında hiç kılınız kıpırdamıyor sayın Ecevit. Üç
saat içinde Kıbrıs'ın yarısını alırken, Maraş'ta insanların katledilmesine, üç
gün boyunca içi hiç kan ağlamıyordu. Sayın Mesut Yılmaz, hükümet programı
görüşülürken bu kürsüde ana dilimde konuşacağım diyor. Sayın Yılmaz anlaşılan
ana dili ile resmi dili birbirine karıştırıyor. Eğer ana dili ile konuşacaksa.
Lazca konuşması gerekiyordu ve başkanısın (başkasının) ana diline de saygı
duyması gerekirdi. Biz Türk halkı ile Kürt halkının ortak değerlere sahip
olduğunu, çıkarlarının da ortak olduğunu söylüyoruz. Bundan rahatsız olan
tekelci sermayedir. Sömürgeci anlayış ve onun devlet yönetimidir. Bugün ülkede
demokrasiden bahsediliyor. Ama demokrasiden anlaşılan şey çok partili seçim
anlayışıdır. Yeni kurulan hükümet hedef olarak önüne demokratikleşmeyi
koyduğunu söylüyor. Artık Başbakanların bile inkar etmeden bu işkence olduğunu
söyleyebilmesi Türkiye'de devletin kimin yönettiğini ortaya koymuştur. Hükümeti
demokortaklaşma (demokratikleşme) konusunda ne kadar samimi olup olmadığını
göreceğiz. Bizim bu konuda endişelerimiz var. Çünkü asıl devlet politikasına
yön verenlerle hükümet ve parlamento arasında bir anlayış birliği, genel bir
politika görüşü yoktur. Bütün temennimiz söyledikleri demokratikleşmeyi
sağlamaları ve bu konuda somut adımlar atmalarıdır. Bu konuda samimi olmaları
halinde her türlü özveriyi ve desteği de sunmaya hazırız. Bu konuda samimi
iseler hemen yapılması gereken konular var. Bunlar : 1-Anti Terör Yasasının
ortadan kaldırılması, 2- Köy koruculuk sisteminin kaldırılması, 3-12 Eylül'ün
sonuçlarını ortadan kaldıracak koşulsuz genel bir af ilanı, 4- Kontrgerilla'nın
açığa çıkarılması ve dağıtılması, 5- Özel timin bölgeden çekilmesi, 6- Olağanüstü
Hal uygulamasının bütün kurumlarıyla kaldırılması, 7- Kürt ulusal sorununun ve
çözümünün bütün boyutlarıyla özgürce tartışılabileceği demokratik bir ortamın
sağlanması, 8- Gözaltı süresinin 24 saate indirilmesi ve avukat gözetiminde
sorgunun yapılması, 9- Adil bir seçim yasasının çıkarılması, 10- Cezaevlerinin
insan hak ve onuruna yakışır bir duruma getirilmesi, 11- Tüm çalışanlara grevli
toplu sözleşmen" sendikal hakların sağlanması, 12- Genel grev hakkının
tanınması, lokavtın kaldırılması, 13- Anayasa'nın demokratikleşmesi ile Milli
Güvenlik Kurulu'nun kaldırılması ve Genelkurmayın Milli Savunma Bakanlığı'na
bağlanması. Değerli dostlarım dünyadaki son gelişmeler beraberinde dünya
geneline hızlı bir değişim ve gelişim yaratmıştır. Buna denk düşen bir sürecin
Türkiye'de de yaşanması, yansıma ve gelişme yasasının doğal bir kuralıdır. Bu
genel gelişme Türkiyeyi zorlamakla birlikte, halkımız tarihin en zor
koşullarını yaşarken bir yandan büyük bir yaşam ve geçim sıkıntısı çekmekte,
diğer yandan da anti demokratik yasalar ve yöntemlerle boyun eğdirilmeye ve
bastırılmaya çalışılmaktadır. Gelişen ekonomi sosyal ve siyasal kriz karşısında
acizliğini hakların kısıtlanması ve çıplak zorun dayatılması biçiminde
gösterilmektedir. Halkın toplumsal muhalefeti gün geçtikçe artarak, ileri bir
noktaya gelmiş bulunmaktadır. Çünki bu kriz öyle ileri boyutlara varmışki
dengesizlikler had safhaya varmış emekçi kesim son derece koşullarda açlık,
yokluk ve baskıya, çifte standart altında inim inim inlemektedir. İşçi
sınıfımız açlık içinde kıvranırken, bir avuç buıjuvaazın (burjuvazi) habire
yeni köşeleri dönmekte ve işçinin köylünün gençliğimizin kafasında özel tim,
polis jopu eksik olmamaktadır. Bunun yanısıra Kürt halkımız tarihin mahkum
ettiği yöntemlerle her türlü uygulamanın mubah sayıldığı bir özel savaş, tarzı
ile evinden yurdundan edilerek ıslah edilmeye çalışılmaktadır. Bugün orada tam
bir savaş ortamı yaşandığını inkar etmenin hiçbir işe yaramayacağını son
yılların gelişmeleri çok açık göstermiştir. O halde kendini sorumlu hisseden
her ilerici demokratik kişi veya partinin Türkiye'nin sorunlarına doğru
yaklaşmak göreviyle karşı karşıya olduğu açıkça ortadadır. Belli ki eğer
sahtelik değil de gerçekçi olmak isteniyorsa bedeli ne olursa olsun
sorunlarımızı doğru ortaya koymak zorundayız ve bu konudaki yaklaşım
demokratlığımızın ölçütü olacaktır. Biz Türkiye'nin genel sorununun herşeyi
sınırsız bir şekilde burjuvazinin elinde olduğunu buna karşılık emekçi halkın
ve işçi sınıfının antidemokratik yöntemlerle hakların mahkum edildiği, açlığı
yaşattığının bunun yanı sıra Kürt halkının içinde yaşanılmaz koşullarda
bulunduğunu belirtiyoruz. Ülkemizin bu gerçekliğini bu biçimde vurgulamakla
Kürt partisi mi oluyoruz' Elbetteki hayır. Ama gerçeklerimiz bunlardır ve
bunları biz ısrarla vurgulayacağız. Bundan ürkmemek ve çekinmemek daha işin
başında insan haklarına ve demokratlıktan feragat etmek anlamına gelir. Biz
egemenlerin herşeyi har vurup, harman savurmasına herşeyi dedikleri gibi yapıp,
çağdışı bazı tabularla Kürt ve Türk halkının gemlenmesini kabul etmeyeceğiz,
işte biz insanlığın temel görevi bulunan bu gerçekliklerin dile getirilmesi
partisi olabiliriz. Temel sorunumuz yılların köhnemiş soyut ve gerçeklerle
alakası olmayan kavramları parçalamak, geleceğe, güzelliğe, iyiye, adaletli ve
dengeli özgür ve demokratik düzene giden yolu aydınlatmaktır. Bunun için de
Edirne'den Van'a kadar Türk, Kürt ve diğer bütün azınlık baklamın
(halklarının), emekçi sınıflarının ortak sesi olmak, Kürt halkının, devrimci,
demokrat dinamizmi ile Türkiye emekçi sınıflarının bileşkesi olarak demokratik
mücadele yöntemleriyle Türkiye'deki sorunların takipçisi bir hükümet,
halkımızın çektiği acılara derman olmak ve bu temelde Türkiye'ye bir yenilik
getirmek, gerçek devrimci demokrat halk muhalefetinin temsilcisi olmak yegane
amacımızdır. Ortamımız herkese açık ve Anayasal çerçevede mücadeleyi esas alan
demokratik mücadele platformudur. Türkiye'de ilk kez kapsamlı bir biçimde
halkın öz gücüne dayalı halk muhalefetinin gelişimi sözkonusudur. Tabiiki bu
yılların kararlı mücadelenin bir birikimidir. Belli bir emek ve çaba sonunda
ancak geliştirilebilmektedir. Demokratik halk gücünün ve muhalefetin
mücadelesiyle ileri demokratik reformlarla gerçek demokratik anayasa ve toplum
yapısına ulaşmak mümkün olacaktır, temel eksenimiz bu ise ve burada
kesinleştiriliyorsa kimse bununla oynayamaz ve ileri geri çekemez. Dar grupçu
çıkarların öne çıkaran ve bu yapımızı çekiştirenler, bu platformumuzun yapısına
ve felsefesine ters düşen kişiler olacaktır. Burası genelde demokratik sürecin
boyutlarından geliştiren, bütünleştiren, burjuvazinin sınırsız hakimiyetine
karşı geçmiş halk yığınlarının hakimiyetini geliştiren, halkın hak arama
mücadelelerini meşrulaştırma platformu olmalıdır. Böyle olunca burası
demokratik mücadelelerin ileri bir mevzisi ve halkın gerçek muhalefetinin odağı
haline gelir, iki halkın emekçi sınıflarının ortak bir mücadele platformunun
geliştirilmesi olarak da ele alınabilecek bu oluşum geleceğin güçlü
temellerinin atıldığı bir demokratik dünyanın bir adayı olma özelliğini de
taşımaktadır. Bunun üstüne ve edebiyatına ve demokrasiye inanan bütün
kesimlerin ve kişilerin uyması zorunlu olmalıdır. Partinin çatısını ve yapısını
böyle bir mantıkla örmek ve bunu güçlü bir demokrasi kalesi haline getirmek,
demokrasi ilkelerinin yılmaz bir savunucusu haline getirmek hepimizin en başta
birinci görevimiz olmalıdır. Örgütlenme ve mücadele tarzı kesinlikle klasik
burjuva partilerininkini aşan bir tarz olmalıdır ve tamamen halka dayanan
demokratik mücadele ve örgütlenme tarzıyla modern ve devrimci bir literatürle
örgütlenmeyi esas alan bir parti olmalı ama aynı zamanda dar ve salt aydın
entel tabakalara dayanmayışı da çok geride bırakan en geniş halk kitleleriyle
bağ içinde ve kendi içinde en geniş demokrasiyi işleten çalışan aktif bir
organizmadan oluşmalıdır. Bu biçimiyle her bakandan yenilikçi, atılımcı ve
cesur adımların sahibi olacaktır. Bir örgütlenme ve kadrolaşma modeliyle
demokrasi mücadelesine varolan boşluğu dolduracak ve haklarımızın
(halklarımızın) ihtiyaç hissettiği ortak demokratik mücadele platformunun
geliştirilmesiyle tarihi bir görev yerine getirilmiş olacaktır. Bu anlamda
Türkiyedeki devrimci demokrat yurtsever ve siyasi anlayışlarla mevcut sol
siyasi partileri ülkenin sorunlarım çözmede aynı çatı altında olmaya
çağırıyorum. Bu konuda hiçbir önyargımız ve kaygımız yoktur, kurultayımızın
başarılı geçmesini diliyor, hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum."
3-
Genel Başkan Feridun Yazar'ın beyanları :
a)
1-5 Şubat 1992 tarihli Sabah Gazetesi'nde yayımlanan beyanları :
"Osmanlı
Devleti 600 yıl gibi uzun bir zaman sürmüştür. Osmanlı Devletinin bu kadar uzun
bir zaman ayakta kalmasının ve bir cihan devleti olarak yaşamasının temel
ilkesi ve nedeni çok uluslu ve çok inançlı bir toplumu bünyesinde ayırım
yapmadan yaşatmış olmasından kaynaklanmıştır.
"Osmanlı
Devleti, bir tek etnik yapının dili ve kültürünü değil, bir taraftan Türk, bir
taraftan Arap, bir taraftan Pers kültürü, bir taraftan Kürt kültürü ve daha çok
sayabileceğimiz diğer emik yapıların dil ve kültürlerini birleştirerek Osmanlı
kültürü ve Osmanlı dilini ortaya çıkarmıştır.
"Bu
emik yapılar, bu devlet içinde tamı tamına olmasa da herkes kendi kimliğiyle
yaşayabilmiştir. Osmanlı Devletinin bu politikası II. Mahmut dönemindeki
ıslahat hareketleriyle kısmen değişikliğe uğramış, 1839 yılında Tanzimat
Fermanı olarak bilinen Gülhanı Hattı Hümayunu ile çok ileri boyutlar
kazanmıştır.
"Tanzimat
Fermanı sonrası Avrupalılaşma hızlanmış ve buna bağlı olarak da Türk
Milliyetçilik akımı etkinliğini göstererek Jön Türk hareketini doğurmuştur.
Bunun neticesi olarak devletin bünyesinde bulunan diğer emik yapılar da kendi
kimliklerinin etkinliğinin ve çoğu zaman bağımsızlığını korumak durumuna
girmiş, böylece devlet büyük sıkıntılara girmiştir.
"Bunun
üzerine 1876 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu ve 1908 yılındaki gelişmeler
imparatorluğu ayakta tutmanın çabalarıdır. Ancak, gelişen dünya koşullarında
yeterli düzenlemeler yapılamadığı için ve devlet kalıcı, çözümcü, siyasi ve
ekonomik politikalar üretemediği için 1. Dünya Savaşma zayıf olarak girdi ve
bilindiği gibi yenik olarak çıkıp, devlet parçalandı.
"Sonuçta
Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde başlatılan milli kurtuluş mücadelesiyle
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan bütün etnik yapıların müşterek
katılımlarıyla bugünkü devletin sınırları belirlenmiş oldu.
"Mustafa
Kemal Atatürk'ün Nutuk Kitabında belirttiği gibi Türkiye Cumhuriyeti Kürtlerin,
Türklerin müştereken verdikleri mücadele sonunda kurulmuştur. Ancak Jön Türk
hareketiyle başlayıp İttihat Terakki Fırkası olarak ortaya çıkan düşünce yeni
devlette yanlız Türklerin olduğunu, bunun dışındaki bütün etnik yapıları inkar
eden bir devlet politikası yaşama geçirildi. İşte bunun sonunda 1925 Şeyh Sait,
1920 Koç Gri isyanı, 1937 Dersim İsyanı çıktı. İttihat Terakki zihniyetinin tek
partili dönemde Cumhuriyet Halk Partisi'nde iktidar olması ve devlet bölünüyor
endişeleriyle sertleşen, ezen ve hatta yok etmeye yönelik düşünceler yüzünden
baskıcı, otoriter bir devlet ile asimilasyon politikası başlatıldı.
"Asimilasyon
kelime anlamıyla benzetme olmasına rağmen, etnik bir köken üzerinde işletildiğinde
etnik yapıyı diliyle, kültürüyle, tarihiyle yok etme anlamındadır. 1946 yılında
Türkiye'nin geçtiği çok partili rejimde kurulan sosyalist yapıdaki siyasi
partiler, çok partili yaşamda yer almak istemişlerdir. Ancak, en kısa sürede
kapatılmışlardır.
"Yine
devletin kurulduğu dönemlerde Mustafa Kemal, Kürt gerçeğini benimsediğini
birçok kez açıklayarak Kürt liderlerinin Büyük Millet Meclisine kendi ulusal
kıyafetleriyle gelmelerini bizzat önerdiği halde, koşullar değişince bu
liderleri Kürt kıyafetleriyle Meclise geldikleri için bölücülükle suçlamış ve
istiklal Mahkemelerinde yargılatmış, çoğunu idama mahkum etmiştir.
"Yine
Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk açılış töreni, hutbe okunarak yapıldığı ve
tanınmış din adamları Mustafa Kemal'in yanında Meclis'te temsil edildikleri
halde 1925'ten sonra aynı nitelikte birçok din adamı gericilik suçlamalarıyla
ağır cezalara çarptırılmışlardır.
Bu
politikalar devam ederken, başlayan II. Dünya Savaşı, dünyayı yeniden
şekillendirmiş ve bu savaş sonrasında 1948'de, Türkiyenin de imzaladığı
Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi Birleşmiş Milletler tarafından kabul
edilmiştir. Ancak Türkiye inkarcı, baskıcı ve asimilasyoncu politikasına devam
ederek, bu belgenin gereklerini yerine getirmemiştir.
"1950
yılında Demokrat Parti'nin iktidara gelişi, Amerikayla kurulan yakın ilişkiler
bu politikanın değişimini sağlayamamış, bazı açılımlarına rağmen aynı
sıkıntılar devlette devam etmiş, devletin demokratikleşmesi, insan haklarının
ön safha (safa) çıkarılması kulak ardı edilmiştir. Anlamını hala bilemediğimiz,
niçin yapıldığı da halen tartışılan 27 Mayıs ihtilali Başbakan ve 2 Bakanın
idamı ve Cumhurbaşkanının da müebbet hapse mahkum edilmesiyle sonuçlanmış,
ancak vatan haini sayılarak idam edilen üç kişi için 1991 yılında devlet töreni
ile bir anıt mezar yaptırılmıştır.
"Kendisiyle
çelişen bu devlet politikası hala sürdürülmüş ve 1961 yılında yapılan anayasa
ile değişen dünya koşullarına uygun gelişmeleri sağlayacak birçok ilkeyi içinde
taşımasına rağmen yasalara uygun olarak kurulan ve programının anayasaya
uygunluğu kararıyla tescil edilen Türkiye İşçi Partisi (TİP) birçok kez seçime
katılmış, parlamentoda temsil edilmiş ve grup kurmuştur.
"Buna
karşı TİP 12 Mart döneminde kapatılmış ve yöneticileri tutuklanarak cezalara
çarptırılmıştır. 1975'de yeniden kurulan TİP, 12 Eylül askeri darbesiyle
yeniden kapatılmış ve yöneticileri mahkum edilmiştir.
"Bu
örnekler Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren başta aydınlar olmak üzere, tüm
toplumun yürüttüğü demokrasi mücadelesinin kazanımları ile ve mücadeleler
sürecinde sağlanan sosyal ve siyasal haklar, temel yasalarla sağlam güvencelere
bağlanarak devlete mal edilemedikleri için kolayca alınabilmiştir. Özellikle
askeri yönetimler döneminde, bu haklar yok sayılarak bu haklar uygulamadan
kaldırılabilmiştir. 1961 Anayasası gibi ileri bir anayasa devlete
benimsetilemediği için veya devletin temel kurumlan bu yasalara uydurulamadığı
için hükümetler tarafından benimsenmiş olsalar dahi, toplum tarafından da
kabullenilseler dahi devletin resmi ideolojisi tarafından istenildiği zaman yok
edilmiştir.
"Türkiye'de
demokratik kazanmaların kalıcı olmayışının nedenleri devamlı merkeziyetçi
devlet anlayışına bağlı asker ve bürokrasinin her türlü değişime kapalı
olmalarıdır. Öte yandan iktidara gelen politik kadrolar devlet ve toplum
karşıtlığında devletin yüksek menfaatlerini korumayı tercih etmiş, toplumu ve
insanı bu menfaatlere kurban etmiştir.
"İşte
bu yukarıda belirttiğimiz gelişmeler karşısında aydın, ilerici kitle örgütleri
ve Türkiye'de değişim isteyen siyasi partiler, zaman zaman askeri müdahalelerle
askıya alınmış, hatta yok edilmiş, bu kişi ve örgütler 12 Mart döneminde
şiddetli cezalandırılmalara tabi tutulmuştur. Toplumda zaman zaman
geçerliliğini kaybeden, işlemez hale gelen 141, 142, 163. maddeler istendiği
zaman yürürlüğe konularak çok sert biçimde uygulanmıştır. Bütün bu inkarcı,
asimilasyona dayalı, toplumsal gelişmelere kapalı, adeta yenilenmemek için
direnen devletin resmi politikası içerisinde, Türkiyede yaşayan emik yapıların
kendi kimliklerini ortaya koyamamaları, demokratikleşmenin sağlanamaması, işçi
sınıfının haklarını elde edememesi, inanç sahibi insanların kendi inançlarını
özgürce kullanamamaları, kullanmak isteyenlerin de 12 Marttaki askeri
müdahalenin cezalandırılmaları ve siyasi örgütlerin kapatılması, Türkiyeyi 12
Eylül'ün askeri darbesinin yapılmasına gerekçe olarak gösterilen ortamı
yaratmıştır.
"12
Eylül hareketi kendi yarattığı gerçekleri yine kendi geliş gerekçesi olarak
kullanmıştır.
"12
Mart döneminde doğuda köylüler çini çıplak soyulup, köy meydanlarında eşlerinin
ve çocuklarının yanında dövüldüler. Dün çocuk olan bugünün gençleri insan
haklarına saygısızlığın en acımasızını, işkencenin ve baskının en koyusunu
gözleriyle gördüler. Babalarını ve amcalarını çini çıplak gözlerinin önünde
gören o çocukların körpe zihinlerinde bu durum kuşkusuz çok derin izler
bıraktı. 12 Mart'ın ardından 12 Eylül geldi. Bu kez 12 Mart'ın çocukları 12
Eylül'ün gençleri olarak cezaevlerini doldurdular. Korkunç işkencelere maruz
kaldılar. Bir kısmı hayatını kaybetti.
"Bir
kısmı sakat kaldı. Resmi beyanlara göre verilen rakamlar dışında kaç kişinin
cezaevinde öldüğü kesin olarak belli değildir. Hiçbir demokratik ifade
kanalının olmadığı böyle bir ortamda gençler demokratik kanalların tıkandığını,
hukuka saygının iflas ettiğini gördüler. Başka yöntemler ve başka arayışlara
yöneldiler, işçi sınıfının temsilcisi olan DİSK kapatılmış, yöneticileri ve
mensupları uzun yıllar cezaevinde tutulmuş, işkencelere maruz bırakılmışlardır.
Kökeni ne olursa olsun, demokratça düşünen aydınlar, gazeteciler, yazarlar
cezaevlerine doldurulmuş, baskı ve işkenceye tabi tutulmuştur, işte demokratik
tüm yolların tıkandığını gören bazı kesimler antidemokratik uygulamalar
karşısında kendi yöntemleriyle mücadele etmek üzere değişik örgütlemeler içine
girdiler. Bazı kesimler demokratik yolların zorlanması gerektiğini ve bu
nedenle de 12 Eylül'den sonra kurulan siyasi partiler içinde özellikle de SODEP
ve SHP'de yer aldılar.
"Gelişen
dünya ve onun tarihinde Türkiye'de sınırlanmış, kısıtlanmış ve yasaklanmış tüm
hakların demokratik biçimde ifade edilip, kamuoyuna aktarılması ve çözüm
yollarının aranması için SKP içinde mücadele verilmiştir. Ancak SHP'nin
kendisini çağın gereklerine uygun geliştirememesi, devletin resmi ideolojinin
etkisinden kendini kurtaramamış olması, Kürt etnik yapısının önüne engel
konulması, işçi sınıfının haklı taleplerinin yeteri derece ifade edilememiş ve
mücadelesinin verilmemiş olması gibi sebeplerle bu başarılamadı. Kısacası
örneği batı ülkelerinde olan gerçek demokratikleşme özlem ve istekleri SHP
içinde çekişmelere neden oluyor. SHP bir türlü devlet partisi olmaktan
kurtulup, toplumun partisi olamıyordu.
"İşte
bu aşamalar yaşanırken Paris'te toplanan Kürt konferansına katılan 7
milletvekilinin ihraç edilmiş olması bardağı taşıran son damla oldu. Bu olay
HEP'in de doğumuna neden olmuştur. Aslında bu neden de tek başına HEP'i
oluşturmamıştır.
HEP'e
barış, insan haklan evrensel ve demokratik değerler için hern toplumumuzun hem
de insanlığımızın binlerce yıllık mücadelesinin büyük birikimine dayanan
demokratik bir partidir.
"Başta
devlet olmak üzere, bütün siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik kurumlan,
demokratikleştirecek, onları vatandaşların hizmetine verecek bir yeniden
yapılanma programına sahiptir. Ayrıca bu programı uygulamak için uygulama
imkanı bulmak için siyasal iktidara taliptir.
"HEP'i
diğer partilerden ayıran en önemli özellik dünya görüşüdür. Olaylara bakış HEP
için önemlidir. Bugün kendisini ister sağda ister solda tanımlansın,
Türkiyedeki bütün siyasal partiler ve siyasal kadrolar, İttihat ve Terakki
geleneğini ve anlayışını sürdürmektedirler.
"Şöven
milliyetçi anlayışlardan kurtulamadıkları için çağdaş gelişmeleri derinliğine
kavrayamadılar ve örnek aldıkları toplumların kötü bir taklitçisi olmaktan ileri
gidemediler. Yaratıcı ve yapıcı olamadılar." (l Şubat 1992 Tarihli Sabah
Gazetesi s. 18)
"HEP'i
değerlendirirken ve HEP'in ne yapmak istediğini, ne yapmak istemediğini anlamak
isterken öncelikle HEP'in programına bakmak gerekir. Çünkü bir partinin politikasını
belirleyen, açıklayan, parti organlarını, bütün üyelerini bağlayıcı belge
programıdır. Bir de merkez karar organlarının kararları ve genel başkanın
demeçleri partiyi bağlayıcı niteliktedir. Bunların dışındaki fikirler, kongre
ve toplantılarda bazı davranışlar HEP'i sorumlu tutmaz. HEP'in politikasını
belirlemez.
"HEP
barış, demokrasi, insan hakları hareketleri ve evrensel bir nitelik kazanan tüm
demokratik gelişmeleri kendisine hedef seçmiştir. Sorunların barış içinde
uzlaşmayla çözümlenmesini sağlamaya çalışır. Çevre koruma bilincinin bütün
toplumda yaygınlaşmasını ister. Patolojik (ekolojik) dengenin bozulmaya
başlaması ve nükleer tehditle birlikte barış ve silahsızlanma çabaları ayrı
sistemler arasında işbirliğini artırdı. Bu süreç içerisinde kendisini sosyalist
olarak tanımlayan model çöktü, ikinci süper güç olan SSCB tarih sahnesinden
çekildi. Ama geride karışıklık ve belirsizlik bırakarak.
"Bir
yandan bu sistem çökerken, tek süper güç olarak Amerika Birleşik Devletlerinin
kendi çıkarına uygun bir dünya düzeni yaratmakta olduğunu görmekteyiz.
"Dünya
nüfusunun dörtte üçünden fazlası az gelişmiş ülkelerde yaşıyor, insanlar
genellikle siyasal, dinsel ve ırksal baskıların altında eziliyorlar. Az
gelişmişlik çemberini kıramıyorlar.
"Üçüncü
dünya ülkelerinde insanların hak ve özgürlükleri, halkların etnik kimlikleri,
kültürleri, varlıkları tehdit altındadır. Yeterince üretemeyen, ürettiğinin
büyük bir bölümünü de uluslararası tekellere kaptıran, emekçi halk açlığa ve
yoksulluğa mahkum edilmiştir. Baskı altındaki halklar kültürlerini korumak ve
geliştirmek olanağından yoksun bırakılmıştır. Evrensel kültürün bir parçası
olan ve bütün insanlığı ilgilendiren ulusal kültürlerin bazıları yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu haksız düzenin korunması için
oluşan totaliter yönetimler her türlü demokratik talepleri ve başkaldırıyı
şiddetle ezmekte ve bazı durumlarda kitle kıyımına girişmekte tereddüt
etmemekteler.
"Türkiye
batıya olan yakın ilişkisine rağmen bir üçüncü dünya ülkesidir ve bu ülkenin sorunlarını
yaşamaktadır. Nitekim, Türkiye ekonomisine yabancı ve onlarla işbirliği yapan
tekeller egemendir, işsizlik, yüksek enflasyon gittikçe artan bir ölçüde
süreklilik kazanmış, sınıflar ve bölgeler arası gelişmişlik uçurumuna
dönüşmüştür.
"Türkiye,
hukukun genel ilkelerine aykırı bir anayasaya, bu anayasaya bile aykırı
yasalara ve bu yasalara bile kendini bağlı saymayan bir devlet yönetimine
sahiptir. TBMM'nin bileşimi halkı temsil etmekten uzaktır. Devletin resmi
görüşü dışında herhangi bir görüşün meclis kürsüsünden ifade edilmesi ne
yazıkki mümkün değildir. (Mahmut Almak olayı bunun açık bir örneğidir.)
"Doğu
ve Güneydoğu'da baskı ve asimilasyon politikası uygulanıyor. Olağanüstü Hal
sürekli bir yönetim biçimine dönüşmüş, insanların ne can güvenliği, ne de mal
güvenliği var. Yıkılan köyler, göçe zorlanan insanlar, faili meçhul cinayetler,
işkence ve haksız tutuklama haberleri olağanlaşmış, günden güne artan faili
meçhul cinayetlerin güvenlik güçleri tarafından işlendiği iddiaları bile
araştırılmıyor. Bölge hukukunun genel ilkelerine aykırı kararnamelerle
yönetiliyor. Yargı yolu kapalı ve kararnameler yargı denetiminden uzak
tutuluyor. Amacımız devleti ve toplumu demokratikleştirmek, demokratik bir
sivil toplum yaratmaktır. Bu amaç programımızın ikinci bölümünde şöyle ifade
edilmiştir:
<Çağdaş sosyal hukuk devleti hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün vatandaşların ve .egemenlik altında bulunan bütün insanlığın huzur ve güvenini, refah ve mutluluğunu sağlamakla görevlidir. HEP iktidarında devlet bu anlayışına uygun olarak halkın yönetiminde ve hizmetinde bir kurum olacaktır. Vatandaşlarına, insan onuruna yaraşır bir yaşama düzeni sağlayacaktır.>< Halk için halk yönetimini, gerçek bir demokrasiyi
gerçekleştirecek demokrasiye yabancı bütün unsurların ya varlıklarına son
vererek ya da konumlarını uygun hale getirerek devlet kurumlarını ve
organlarını demokratikleştirecektir.
<
Hiç kimse veya organ kaynağını halkın özgür iradesinden almayan bir devlet
yetkisi kullanmamalıdır. HEP "siyasi iktidar" yanında bir
"devlet iktidarının oluşmasına imkan vermeyecek . . . atananları
seçilmişlere oranla daha etkin bir konuma getiren demokrasiye aykırı kurum ve
kuralların varlığına son verecek devletin ve bütün devlet organlarının insan
haklarına saygılı, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı olmalarını sağlayacak
hukuksal ve siyasi düzenlemeleri yapacaktır.
<
Çağdaş toplum örgütlü toplum demektir. Vatandaşların siyasal partilerde,
sendikalarda, meslek kuruluşlarında, her konu ve her alandaki derneklerde
örgütlenmeleri özendirilecek ve desteklenecektir. Demokrasinin yerleşip
kökleşmesi ve halkın katılımının sağlanması için zamanla devletin ve resmi
kurumların bazı işlev ve görevleri bu sivil kurumlara devredilecek ve
hedeflenen demokratik sivil toplum yaratılacaktır.>
"Görüldüğü
gibi HEP halkın kendisini yönetmesini istiyor, atananların seçilmişlerin
emrinde olmasını, demokrasinin temel koşulu olarak görüyor. Sonuç olarak HEP
demokratik ve sivil toplumu kurmak ve geliştirmek istiyor. Demokrasinin iki
temel şartı var. Biri çoğulculuk, diğeri katılımcılık. HEP çoğulcu ve katılımcı
demokrasinin kurulup yerleşmesini istiyor. Programda Türkiye'nin kalkınması,
gelişmesi, insanların refah ve mutluluğu demokrasinin yerleşmesine bağlıdır.
Türkiye için çoğulcu ve katılımcı demokrasinin dışında kabul edilebilir hiçbir
seçenek yoktur. Bunu savunmaktayız. Eşitlik HEP programının temel ilkelerinden
birini oluşturuyor. HEP eşitlik ilkesini her alanda yaşama geçirmek, dünyada ve
ülkede barış ve huzuru sağlamanın temel koşulu olarak görüyor.
"Biz
siyasetin merkezine insanı yerleştirdik. Amacımız insanın özgürlüğüdür,
refahıdır, mutluluğudur. Biz insanın özgürlüğünü, refahını ve mutluluğunu amaç
olarak alırken, dil, din, ırk, kültür ve cinsiyet farkları gözetmeksizin
herkesi eşit olarak kabul ederiz. Ama bu farkı gözetenlere ve eşitsizlikçi bir
düzenin bekçiliğini ve savunuculuğunu yapanlara karşı da ödünsüz bir mücadele
yürütürüz.
"İnsanların
eşitliği esastır, insanların eşitliği diller, dinler, soylar, kültürler ve
halklar arasındaki eşitliğin sağlanması ile mümkündür. Bir insanın mensup
olduğu grup ve halk diğeriyle eşit kabul edilmiyorsa o kişinin diğerleriyle
eşitliğinden ve özgürlüğünden söz etmek mümkün değildir. Biz diller, dinler,
soylar, kültürler, halklar ve sonuç olarak bütün insanlar arasında eşitliği
gerçekleştirmek amacındayız. Bu eşitlik temelinde kardeşliğe dayalı ve evrensel
değerlere dayalı özgür ve demokratik bir refah toplumu kurmak istiyoruz,
"Demokratik
sivil toplumu kurmanın önündeki en önemli engellerden birisi 1982 Anayasasıdır.
1982 Anayasası devleti yücelten ve sınırsız yetkilerle donatan, kişiyi devlete
karşı savunmasız konuma getiren bir anayasadır. Çoğulculuğu ve katılımcılığı
reddeden bu anayasa atananları, seçilmişlere oranla daha etkili bir konuma
getirmiştir. Bunların devlet gücünü dilediklerince kullanmalarına olanak
tanınırken kişi hak ve özgürlüklerinin özü yok edilecek şekilde sınırlanmıştır.
Anayasada egemen olan anlayışa göre halk devlet için vardır. Oysa devlet halk
için olmalıdır. Demokrasiye işlerlik kazandıracak bir Anayasa bütün toplum
kesimlerinin ve toplumsal güçlerin serbestçe tartışmaya katıldığı demokratik
bir ortamda hazırlanmalıdır. Bu Anayasa otoriter ve totaliter yönetimlerin
kurulmasına imkan vermeyen insan haklarına dayalı çoğulcu, katılımcı sosyal
hukuk devleti ilkelerine bağlı, devleti halkın hizmetinde gören, kişinin hak ve
özgürlükleri yararına devletin yetkilerini sınırlayan bir anayasa olmalıdır.
"Halkın
Emek Partisi emekten yana bir politika izlemektedir, işçi sınıfının ve tüm
çalışanların ekonomik ve demokratik örgütlenmelerine getirilen kısıtlamaları
kaldırmak, özgürce örgütlenmenin ve hak aramanın koşullarını hazırlamak
istiyoruz. Emekten yana ekonomik, sosyal güvenlik, sosyal ve kültürel
politikaların uygulanmasını amaçlıyoruz.
"HEP
çarpık kentleşme ve iç göç olgusunu ülkenin önemli sorunlarından biri olarak
görmektedir. Yurdun her kesiminde ve özellikle Doğu ve Güneydoğu'dan büyük kentlere
ve sanayi merkezlerine büyük bir göç hareketi vardır. Bu göç olayı çarpık
kentleşmenin, kent hizmetlerinin karşılanmamasının ve çevre kirlenmesinin
önemli nedenidir. Var olan işsizliği daha da arttırdığı gibi büyük sosyal
sorunlar da yaratmaktadır. Göçü önlemenin başlıca yolu sanayileşme ve sanayiin
desantralizasyonu ile büyük kentler dışındaki yerleşme birimlerinde çağdaş
yaşamın ihtiyaçlarını karşılayacak olanakları yaratmaktır. Ayrıca katı
merkeziyetçi sistemden ayrılarak halka seçtiği temsilciler vasıtasıyla
kendisini yönetme olanağını sağlamaktır. Bu şekilde insanlar daha iyi yaşam
koşullarına kavuşacak ve kendi topraklarına sahip çıkarak bu alandaki yaşam
koşullarının nicel ve nitel olarak gelişmesine çalışacaklardır. Böylece
ülkemizde işsiz, yoksul, mutsuz milyonlarca insanın belirli merkezlerde
toplandığı, geri kalmış sorunlu bir ülke olmaktan çıkacak ve göç hareketlerinin
yerini turistik geziler alabilecektir." (2 Şubat 1992 tarihli Sabah
Gazetesi, s.14)
"Laisizm,
demokratikleşmenin ve çağdaşlaşmanın temel koşuludur. Ancak laik toplumsal bir
düzende demokrasiden, insan haklarından, bilim ve sanatın gelişmesinden söz
edilebilir.
"Değişik
görüşler birbirlerinin varlığına saygılı olarak örgütlenme ve kendilerini ifade
etme olanağı bulabilirler. En geniş anlamıyla din ve vicdan özgürlüğü
sağlanırken laiklikten hiçbir ödün vermemek kararındayız.
"Biz
Türkiyede demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla yerleştirmek isteyen demokrat
bir partiyiz. Türkiye'nin bütün sorunlarını hukuk devleti ve demokrasi kuralları
içerisinde çözmek istiyoruz. Ama bizim bu niteliğimiz, olaylara bakış açımız,
dünya görüşümüz nedense kamuoyuna hep çarpıtılarak iletiliyor.
"Kamuoyu
biraz da basının yönlendirilmesiyle sadece bizim Kürt sorunuyla olan ilgimizi
merak ediyor. Şunu özellikle belirtelim ki biz emik temele dayalı bir parti
olarak kurulmadık. Yine bölgesel bir parti de değiliz. Biz bütün bir ülkenin
partisiyiz. Türkiye'nin partisiyiz. Edirne'den Hakkari'ye, Rize'den Antalya'ya
uzanan ülkenin partisiyiz.
"Biz
Edirneli işçinin, Trabzonlu balıkçının, Manisalı halkın, Adanalı ırgatın,
Şırnaklı yoksul köylünün, Hakkari'deki işsiz gencin, kısacası bu ülkede yaşayan
herkesin partisiyiz. Biz Türkiye'yi bölmek değil, tam tersine herkesin eşit
yaşadığı bir ülke haline getirmek istiyoruz. Gelişen çağa uygun sınırlan ülke
yararına olacak bir şekilde kaldırmak istiyoruz. Bir yandan Avrupayla
bütünleşmek, diğer yandan Ortadoğu halklarının laik, demokratik bir düzende
eşit ve birlikte yaşamalarım sağlayacak harcı yoğurmak istiyoruz.
"Kamuoyunun
Kürt sorununa bakış açımızı ve çözüm için önerilerimizi merak etmesi haklı bir
istektir. Çünkü Kürt sorunu Türkiye'nin en önemli sorunudur. Bu sorun barışçı
ve demokratik yöntemlerle çözülmedikçe Türkiye'de demokrasiyi kurmak, ekonomik,
sosyal ve kültürel kalkınmayı sağlamak mümkün değildir.
"Kürt
sorunu çözülmedikçe enflasyonu kontrol etmek, işsizliği önlemek, insan
haklarının ihlaline son vermek, kısacası Türkiye'nin demokratikleşmesini
sağlamak mümkün değildir.
"Biz
Kürt partisi değiliz ama Kürtlerin ezici bir çoğunluğu ya partimizin üyesi veya
destekçisidir. Bu durum surdan kaynaklanıyor. Biz emekten yanayız, ezilenden
yanayız. Ülkemizde diller, dinler, mezhepler, etnik gruplar arasında eşitliği
sağlamaya çalışıyoruz. Baskıya ve asimilasyona karşıyız. Asimilasyonu bir
insanlık suçu olarak kabul ediyoruz.
"Hem
ekonomik yönden, hem de etnik özelliklerinden dolayı Türkiye'de en fazla
ezilenler Kürtlerdir. Bunların da ezilenlerin hakkını koruyan HEP'i
desteklemelerinden daha doğal bir şey olamaz.
"Kürtlerin
varlık tartışması geride kaldı. Bizzat sayın Başbakanın ağzından Kürt realitesi
kabul edilmiştir. Ama bir gerçeğin kabul edilmesi, onun çözümüyle ilgili
sorumluluğu da beraberinde getirir. Bu halkın düne kadar kendi dilini bile
konuşması yasaktır. Bu yasak kaldırıldı. Fakat asimilasyon politikaları, baskı
politikaları hala sürdürülüyor.
"Kürtlerin
bulunduğu bölge Olağanüstü Hal kararlarıyla bir anlamda keyfi yönetimle idare
ediliyor. Siyasal iktidar devlet güçlerine söz dinletemiyor. Sayın Demirel ve İnönü'nün
Güneydoğu'ya yaptıkları geziden sonra Başbakan'ın devletin halka şefkat
göstereceği sözü siyasal iktidarın denetimi dışındaki devlet güçlerinin bölgede
baskılarını artırmalarına neden olmuştur.
"Kürt
sorunu Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri var. Cumhuriyet Türk ve Kürt
halklar; tarafından birlikte kurulmuştur. Devletin kuruluşundan sonra Kürt
halkı tamamen dışlandı. Oysa Kürt halkı Türkiye Cumhuriyetinin bütünlüğü içinde
kendi ulusal ve kültürel kimliğini korumak ve geliştirmek istiyordu. Devlet
daha doğrusu devleti ele geçirenler inkarcı politikalarla Kürtleri eritmek
istediler. Bunu da beceremediler ve Türkiye bugüne geldi.
"Ve
12 Mart döneminde yukarıda da izah ettiğimiz gibi devletin kullandığı şiddet
ortamı ve demokratik yolların tıkanması yüzünden (PKK) Kürdistan İşçi Partisi
yani zora karşı zor mantığı ortaya çıkmıştır.
"Biz
hareketin doğruluğu ve yanlışlığından ziyade devletin şiddet politikası
sonucunda çıkan bir aktivite olduğunu söylüyoruz. Bugün Doğu ve Güneydoğu'da
devlet güçleriyle PKK'nın birbirlerine karşı kullandığı şiddet Türkiye'yi ne
hale getirdiği açıkça ortadadır. Olay sadece bu bölge ile sınırlı kalmıyor.
Giderek Batı'ya doğru da ilerliyor. HEP legal bir partidir. HEP'in hiçbir
illegal örgüt ve hareketle en ufak bir bağlantısı ve ilgisi yoktur. Ve çok
açıkça iddia ediyoruz ki, HEP her türlü şiddete karşıdır. HEP sorunların
çözümünü şiddetten değil, demokratik açılım ve karşılıklı diyalogtan geçtiğine
inanır. HEP barışçı ve demokratik yoldan sorunları çözmekten hiçbir ödün
vermeyecektir. Bizim olayları açıklamamız, bu barış ve demokratik çerçeve
içinde değerlendirilmelidir. HEP zorun zoru doğurduğunu şiddetin şiddeti
getireceğini bildiği için, bu metodlar ortadan demokratik açılım ve diyalogla
kaldırılmalıdır ilkesine inanır.
"Bazı
çevreler Türkiye'de Türk ve Kürt halkları arasında bir düşmanlık yaratıp,
Türkiye'yi bir iç kavgaya sürüklemek istiyor. HEP bunu önlemek isteyen bir
partidir. HEP kardeşliği savunan bir partidir. Düşmanlığa meydan verenlere
karşıdır. Ve herkesi de bu sorumluluğu taşımaya davet eder. Yine gerek basının,
gerekse bazı çevrelerin HEP'i PKK ile ilişkide olan bir partiymiş veya onun yan
örgütüymüş gibi göstermeleri gerçeği yansıtmıyor. Ancak bazı gerçekleri
bilmekte fayda vardır." (3 Şubat 1992 tarihli Sabah Gazetesi, s. 15)
"PKK,
12 Eylül sonrası Türkiye'de demokratik yöntemlerin tıkandığını ve tek yöntemin
silahlı mücadele olarak kaldığı gerekçesiyle ortaya çıkmıştır. Basında verilen
ve resmi makamların da açıkladığı beyanlara bakılırsa onbin civarında gerillası,
binlerce lojistik desteği ve Kürt halkı içinde büyük sayıda sempatizanı var.
"Güneydoğu
gezisinden sonra sayın Başbakan Demirel'in şu değerlendirmesine dikkat çekmek
istiyorum. Sayın Başbakan PKK halkta taban bulmuştur demektedir. Bu şu demektir.
PKK halkın içinden çıkmış ve bu halkla çok sıkı bağları olan bir yapıya
ulaşmıştır.
"Silahlı
yöntem kullanan bu örgüt, eğer halk içinde büyük sempatizan buluyorsa, halkta
taban buluyorsa bunun çok ciddi nedenleri olduğu üzerinde düşünmek gerekir. Bu
nedenlerin en başında devlet güçlerinin ve devletin bölgedeki hukukun ve insan
haklarının hiçe sayıldığı uygulamalarının doğurduğu tepki en önemli nedendir.
PKK orjini itibariyle Kürt halkının içinden çıkmıştır. Ve Türkiye'de yaşayan
Kürt halkının haklarını silahlı yöntemle çözümleyeceğini programlamıştır.
Sempatizanları Kürt halkı içerisinden çıkmıştır, kendisine katılan militanlar
Kürtlerin içinden çıkmıştır. HEP'in tabanı da yukarıda izah ettiğimiz bir
biçimde çoğunluğu hatta büyük çoğunluğu Kurttur. O halde HEP'in de PKK'nın da
aynı tabana hitabetmesi nedeniyle tabanı karışmaktadır. Yani şöyle bir örnekle
açıklayabiliriz. Silahlı çatışmada ölen bir PKK militanının cenazesi, kendi
köyüne veya kasabasına getirilip cenaze töreni yapıldığında aşiretsel, ailesel kız
alıp vermeler, hatta kirvelik ve hatta hatta insani duygularla da olsa o köyün,
o kasabanın, hatta o bölgenin insanları cenazeye katılmaktadır. Buna o bölgeden
oluşan HEP'in tabanı da katılmaktadır. Dolayısıyla PKK'nın sempatizanı HEP'in
tabanı, hatta tarafsız başka insanlar ve diğer siyasi parti tabanları (Doğru
Yol Partisi, Anavatan Partisi, Sosyaldemokrat Halkçı Parti, Refah Partisi)
cenazede bir araya gelmektedirler. Dolayısıyla devletin o bölgede görev yapan
güçleri o cenaze törenine katılan bütün insanları hedeflemektedir. Özetle
bunların arasında ayırım yapmak artık imkansız hale gelmiştir. Hatta bu
cenazelerde atılan sloganlar nedeniyle güvenlik güçlerinin müdahalesi toplu
kıyımlara kadar gitmektedir. PKK militanları Türkiye'de yaşayan bütün Kürtlerin
her bölgedeki aile, köy ve kasabalarından çıkmışlardır. Türk kökenli PKK
militanları da azımsanacak sayıda değildir.
"PKK'ya
ister silahlı mücadele örgütü diyelim, ister terör örgütü diyelim, dünyada
açıldığa kavuşmamış ve herkesin kendine göre kullandığı hangi sıfatı
yakıştırırsak yakıştıralım, artık PKK Türkiye'nin gündeminde bir gerçek olarak
hergün yaşamaktadır. Hatta öyle güçlü hale gelmiştir ki, son günlerde Türk
Silahlı Kuvvetlerinin uçaklarla helikopterlerle ve ağır savaş silahlarıyla
giriştiği hareket, devletin kendi topraklarını Cudi'de, Kulp ve Lice'de
bombalamasına neden olmuştur.
"PKK'ya
karşı sürdürülen savaş gittikçe, halkla devlet arasındaki köprüyü yıkmaya neden
olmuştur. Devletin kullandığı bu yöntem, soruna demokratik ve barışçı yöntemler
geliştirmeyi zorlaştırmıştır.
"Yukarıda
izah edilen nedenler kamuoyunca yeterince bilinmediğinden veya herkesin veya
her çevrenin kendine göre zorlayıcı sübjektif değerlendirmeler sanki HEP ile
PKK birbiriyle ilişkili gösterilmektedir. Halbuki savunduğu şey aynı olsa bile,
tabanı karışsa bile, kuruluş ve yöntemi tamamen farklı ve aralarında hiçbir
organik bağ bulunmamaktadır.
"HEP
Siyasi Partiler Yasasına ve diğer yasalara uygun kurulmuş, barışçı ve
demokratik yöntemlerle Türkiye'nin bütün sorunlarının çözümünde politikalar
üreten ve demokratikleşmenin önünde en büyük sorun olan Kürt sorununun
öncelikle çözümünü isteyen bir partidir. Hiç kimse HEP'i yasadışı yollara
ilemeyecektir.
"Çözüm
şiddeti yaratan nedenleri ortadan kaldırmakla başlar. Kuşkusuz uygulaması çok
zor görünüyor. Ama istenince başarılacak bir yoldur ve başkada bir çare yoktur.
Şiddet ortamını yaratan nedenler demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla
Türkiye'nin her tarafında aynı şekilde uygulanmasıyla ortadan kalkar. Öncelikle
Kürt halkının kendi ulusal ve kültürel kimliğim ifade edebilmesinin önündeki
engellerini kaldırabilmek ve geliştirebilmesinin olanaklarını yaratmak gerekir.
Kürt sorununu tabusuz bir biçimde bütün yönleriyle tartışmaya açmak ve her
kesimin katılabileceği çözümler üreterek, Türkiye'nin yararına olan çözüm
yollarını bulmak gerekir.
"Bir
süredir bütün partiler ve devlet yetkilileri üniter devlet yapısının tartışma
konusu yapılamayacağından bahsediyorlar. Üniter devleti şayet Türkiye'nin
sınırlarının değişmemesi anlamında kullanıyorlarsa kuskusuz biz de bu görüşü
paylaşırız. Ama üniter devletten kastedilen bizce bu değildir, Üniter devletin
altında inkarcı politika yatmaktadır. Katı bir merkeziyetçiliği beraberinde
getirmektedir. Devlet bu inkarcı ve merkeziyetçi uygulamadan vazgeçerek bütün
Türkiye'de insanların, halkların eşit barış içerisinde ve gönüllü birliğine
dayalı politikalar üretip halka sunulmalıdır. Aksi bir politika Türkiye'yi
giderek içinden çıkılmaz tehlikelere götürür,
"PKK
devlet zoruna karşı zor kullandığını açıklamaktadır. Bu demektir ki şayet
demokratikleşme hareketi başlar ve devlet şiddetten arındırılırsa bu metoddan
vazgeçileceği anlaşılmaktadır. Zaten dünyanın her tarafında uygulamalarım
gördüğümüz gibi şiddet nihayet demokratikleşme ile son bulmuştur. Aynı metodu
Türkiye'de de uygulamak Türkiye'yi bugünkü içinde bulunduğu durumdan
kurtaracaktır. Demokratik açılımın başlamasından sonra ve Kürt sorununun
demokratik yoldan çözümü gerçekleşirse PKK'nın silahlı mücadele gerekçesi
kalmayacaktır. İşte bugün içinde bulunduğumuz çıkmazı ancak demokratik yoldan
aşmak mümkündür. Hatta Türkiye'de Kürtlerin partisi olarak kurulmak istenen
partilere izin verilmelidir. Bağımsızlık isteyen Kürt partileri de
açılabilmelidir ki Türkiye'de birlikte yaşamak isteyenlerle birlikte yaşamak
istemeyenlerin fikirleri tartışılabilsin ve herşey açık ve net ortaya
konulabilsin. Bizce bu tehlike yaratmaz, yarar sağlar. Çünki halk şiddet
istemez. Şiddetin faturası halkın kendisine çıkar. Biz HEP olarak bu ülkede
yaşayan hiçbir insanın kanının akmasını istemiyoruz. Artık silahlar sussun,
akan kanlar dursun ve durdurulsun diyoruz. Bunun gerçekleşebilmesi için
demokratik kanalların açılmasını, birbirimize karşı hoşgörülü olmasını ve
tabusuz bir tartışmanın ve diyaloğun başlamasını istiyoruz.
"Öncelikle
siyasi iktidar olan hükümet ve onu seçen meclis devlete hakim olmalıdır.
Devleti kendi politikaları doğrultusunda yönlendirmeli, hükümetin ve meclisin
denetimi dışındaki kurulları ya yeniden yapılandırmalı veya ortadan
kaldırmalıdır. Bölgede hükümetin kontrolü dışındaki şiddet uygulayan, hukuku
hiçe sayan, insan haklarını yok eden, kontrolsuz devlet güçlerini kontrol
altına alıp, bölgeden çekmelidir." (4 Şubat 1992 Tarihli Sabah Gazetesi,
s.15)
"Bölgede
ve tüm Türkiye'de insanların can güvenliği ve düşüncesini özgürce söylemesi
teminat altına alınmalıdır. Hükümet ve devlet ikilemine son verilmelidir. Anti
demokratik hiçbir uygulamanın bir daha gelmeyeceği demokratik ve katılımca bir
anayasa oluşturulmalıdır. Bunun ışığında Kürt sorunu hakkında bu mutabakat
çalışması başlatılmalı, geniş anlamda tartışılarak tüm boyutlar belirlenmeli ve
herkesin, her kesimin ve her demokrat kuruluşun katılacağı ortak bir çözüm
bulunmalıdır. Mutabakatın sonucu olarak ve ona bağlı temel yasaların özünü
oluşturacak başlıca ilkeleri şöylece sıralamak mümkündür:
1.
1982 Anayasası tümden kaldırılarak yerine çoğulcu, katılımcı, laik, insan
haklarına dayalı, hukukun üstünlüğüne bağlı her türlü demokratik hak ve
özgürlükleri güvence altına alan Kürtlerin varlığını kabul ederek Türklerle
Kürtlerin eşitliğine ve birliğine dayalı bir toplum düzenini öngören yeni bir
Anayasa yapılmalıdır.
2.
Kürt gerçeği insan haklarına saygı temelinde Kürtlerin dil, inanç ve kültür
özgürlükleriyle Kürtçe eğitimi, öğrenimi ve diğer haklarını kullanmaları na
olanak verecek yeni yasal düzenlemelerle topluma ve devlete benimsetilmelidir.
3.
Irkçılık ve her ne suretle olursa olsun, ırk ayrımını çağrıştıran uygulamalar
yasaklanmalı, insanlık suçu sayılarak ağır yaptırımlara bağlanmalıdır.
4.
Tüm eğitim kurumlarında ve öğrenimin her aşamasında eğitim, öğretim programları
ırkçı ve şoven milliyetçi ideolojilere kapalı tutulmalıdır. Kürt gerçeği eğitim
yoluyla Türklerin ve Kürtlerin eşit haklı birlik anlayışına uygun olarak
benimsetilmelidir.
5.
Siyasi Partiler Kanunu değiştirilmeli, Kürtlerin de eşit haklı yurttaşlar
olarak özgürce oluşturacakları her eğilimin, siyasi partiler aracılığıyla
siyasal yaşama atılmasını sağlayacak biçimde yeniden düzenlenmelidir.
6-
Radyo ve Televizyon yayınlarının çoğulcu katılıma, laikliğe, insan hakları na,
hukukun üstünlüğüne bağlı, demokratik toplum düzenine ve bilime aykırı
niteliklerde olmasını önleyecek yasal önlemler alınmalıdır.
Türklerin
ve Kürtlerin eşit haklı birliğine dayalı Kürt gerçeğinin benimsenmesine Kürtçe
programlar yapılmasına olanak sağlayacak yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
7-
Demokratikleşmenin en etkin güvencesi olan sivil toplum kurullarının, devlet
erkini paylaşarak devletin küçülmesi ve bireyin özgürleşmesi sürecine katkıda
bulunmaları için yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Bu
bağlamda yerel yönetimler merkezi devletin yönetiminden kurtarılarak mali ve
idari özerkliğe kavuşturulmalı, vali ve kaymakamlarla, emniyet müdürleri halk
tarafından seçilmeli, il genel meclisleri yerel parlamentolar gibi
çalışmalıdır. Bu amaçla gerekli yasal ve anayasal düzenlemeler yapılmalıdır.
1.
Her türlü düşünce ve inancın özgürce örgütlenmesine olanak sağlayacak yeni bir
dernekler yasası çıkarılmalı, Terörle Mücadele Yasası başta olmak üzere tüm
anti demokratik yasalar yürürlükten kaldırılmalıdır.
2.
Her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşünün engelsiz ve koşulsuz olarak öz gürce
olanak veren yeni bir toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası hazırlanmalıdır.
10-
Sendikalar Yasası, iş Yasası ile Grev ve Toplu Sözleşmeler Yasaları çoğulcu ve
katılımcı demokrasinin normları içinde ve İLO ilkelerine uygun olarak yeniden
oluşturulmalı, memur ve öğretmenler de dahil olmak üzere tüm çalışanlar toplu
sözleşmeli, grevli sendikal haklara kavuşturulmalıdır.
Dayanışma
grevleriyle hak grevleri ve siyasal amaçlı grevler yasallaştırılmalı ve lokavt
hak olmaktan çıkarılmalıdır.
1.
Bağımsız yargıyı, tabii yargıç ilkesini ve yargıç bağımsızlığını güvenceye alan
ve yargı sistemini çağdaşlaştıracak olan yeni yasal düzenlemeler yapılmalı,
DGM'ler kaldırılmalıdır.
2.
Polis Vazife ve Selahiyet Yasası demokratikleştirilmeli, polis örgütü çoğulcu,
katılımcı, laik ve çağdaş demokratik düzenin ihtiyaçlarına ve hukuk devleti
ilkelerine uygun bir biçimde yeniden yapılandırılmalıdır.
3.
Her türlü işkence yasaklanmalı ve işkence bir insanlık suçu sayılmalıdır.
En
hafif dahi olsa işkence suçu işleyenler ömür boyu devlet görevi yapmaktan
yoksun bırakılmalıdır.
1.
Ordu sadece dış güvenlik ve savunma ile görevlendirilmeli, sivil iktidarın
denetiminde ve Milli Savunma Bakanlığına bağlı olarak çalışmalıdır.
2.
Milli Güvenlik Kurulu lavedilmelidir.
3.
Kamuoyunda kontrgerilla, Türk gladiosu ya da Özel Harp Dairesi olarak anılan,
devletin içinde yuvalanmış ve çeşitli yasadışı eylemlere katıldığı kuşkusu
yaygın olan özerk ve sorumsuz kuruluş ya da kuruluşlar derhal tasfiye edilmeli
ve yasal dayanaklarına son verilmelidir.
4.
Sıkıyönetim Kanunu kaldırılmalı ve toplumun sıkıyönetimsiz yönetileceği
anayasal güvenceye bağlanmalıdır.
5.
Basın ve yayın özgürlüğünü kısıtlayan yasal, politik, ekonomik, mali ve idari
baskılara son verilerek, basın ve yayın hayatı özgürleştirilmelidir.
Kamuoyunun
çok yönlü bilgilenme hakkını engelleyen, basında tekelleşme girişimleri
yasaklanmalıdır.
Çoğulcu
ve katılımcı demokrasiyi, insan hakları ve hukuk kavramlarını, toplumsal
dayanışma ve diyalog ve işbirliği anlayışını Türklerin ve Kürtlerin eşit haklı
birliğini toplumda yerleştirip, yaygınlaştırmayı amaçlayan yayın etkinlikleri
devletçe özendirilmelidir.
19-
Üniversiteler özerkleştirilmeli, her türlü bilimsel çalışmanın özgürce
yapılmasına ve bulguların kamuoyuna açıklanmasına olanak sağlayacak yasal
düzenlemeler yapılmalıdır. Üniversitelerin ülke kalkınmasında toplumsal gelişme
ve değişmenin yönlendirilmesinde bilimsel çalışmalarla öncülük edebilmeleri
için gerekli yasal ve siyasal koşullar hazırlanmalıdır. Bir diğer önemli sorun
da ekonomik sorundur. Doğu ve Güneydoğu ekonomisi kelimenin tam anlamıyla
tahrip edilmiştir. Batıya sürekli sermaye, emek ve beyin göçü bölge ekonomisini
felç etmiştir. Yoksulluk ve işsizlik korkunç boyutlardadır. GAP yatırımları
uzun vadelidir. Bölge ekonomisine kısa sürede bir katkısı olmayacaktır. Kısa
sürede sonuç verecek yatırımlara acil ihtiyaç vardır. Hem devlet hem de özel
sektör bölgede ekonomik bir seferberlik başlatmalıdır. Gerçekçi ve
uygulanabilir bir plan çerçevesinde Doğu ve Güneydoğu ekonomisi süratle dışa
açılmalı, Türkiye ve dünya ekonomisiyle bütünleşmelidir.
"Bize
göre demokrasi içinde çözüm budur. Bütün önyargılardan sıyrılarak bu çözüm
üzerinde tartışmayı başlatmak gerekir. Ama biz diğer çözüm önerileri üzerinde
de düşünmeye ve tartışmaya açığız. Bütün siyasal partiler ve sosyal güçlerle
her alanda diyalog kurmaya ve uzlaşmaya hazırız ve inanıyoruz ki bugün çözülmez
gibi görünen sorunların üstesinden gelecek barışçı, demokratik bir refah
toplumunu çok uzak olmayan bir gelecekte hep birlikte kuracağız." (5 Şubat
1992 tarihli Sabah Gazetesi, s. 14)
b)
Halkın Emek Partisi Sakarya İl Örgütünün açılışı dolayısıyla 20.4.1992
tarihinde düzenlenen toplantıdaki konuşması :
"Değerli
Adapazarlılar, sevgili konuklar, Adapazarında bulunmanın ve sizlerle olmanın
mutluluğunu hangi derecede yaşadığımı gerçekten bize ayırdetmenin son derece
güç. Türkiyenin içinde bulunduğu koşullarda, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde
yaşanan olaylarda bu sıcak görev önemli ve Türkiye'nin geleceğini belirleyen
bir yapı ile burada bulunuyoruz, içinde bulunduğumuz koşullar insanlığın
birbirinden ayrı birbirine karşı değil, birbiriyle beraber aynı düşünceleri,
aynı yürekle paylaşan, birlik ve beraberlik içinde olması gereken bir günü
yaşamamız gerekiyor. Ve işte bunu ... (anlaşılamamış) bugün yapılan açılışında
birlikte olmanın ne kadar önemli olduğunun bir kere daha vurgulamak istiyorum.
Çünkü Sakarya ili bir Diyarbakır ili gibi değildir. Bir Şırnak ili gibi
değildir. Bir Mardin bir Urfa değildir. Sakarya ili demin sayın
milletvekilimizinde belirttiği gibi her etnik yapıdan insanın bulunduğu ve her
etnik yapıdaki insanın kucak kucağa yaşamak zorunda olduğu bir ildir. Biz bu
ildeki insanları birbiriyle kardeşçe birbirine saygılı, birbiriyle özgür ve
gönül birliği içinde olmalarının mücadelesini veriyoruz. Ve buradaki halk
mücadelesini de bu şekilde yükselerek başarıya gideceğine inanıyoruz. Halkın
Emek Partisinin kuruluş döneminden bugüne kadar sürekli olarak bize şu
söyleniyordu, bu parti bir Kürt partisimidir, bin defa söyledik biz bütün
Türkiyenin partisiyiz. Türkiye'de yaşayan bütün etnik yapıların partisiyiz.
Türkiyede kim yaşıyorsa biz onun partisiyiz. Ama bu Türkiyede yaşayanların
içindeki kim çok eziliyorsa, biz onların partisiyiz. Partiyi kurarken tekrar şu
ilkeleri gözönünde tuttuk, niçin bir parti kuruyoruz diye düşündük, hangi
törelere dayanmalıdır, hangi . . . (anlaşılamamış) ya hizmet etmelidir, hangi
ideolojiyi benimsemelidir diye uzun uzun tartıştık. Birde baktık ki önümüze her
on yılda bir askeri ihtilallere sebep olan en önemli sebeplerden bir tanesinin
Kürt sorunu olduğudur, ikinci sorunu işçi sınıfının sınıfsal mücadelesi
olduğudur. Eğer partimize ilkelerimize Kürt sorununun Türkiyenin içinde
demokratik ilkelerle çözüleceğini savunacak olursak ve bunu başarırsak işçi
sınıfının emek hakkını savunursak ve bunu başarabilirsek bir daha on yılda bir
beş tane generalin ihtilaline maruz kalmayacaktır. Türkiye diye düşündük. Ve
partimizin ilkesine, ilkelerine, programına Kürt sorununu işçi sınıfının
demokratik ve siyasal yollarla çözümünü ilke olarak benimsedik. Başladılar bize
Kürt partisi diye (demeye) çünki bizden önce bunu teşvik eden bir siyasal parti
yoktu. Hiçbir siyasi parti Kürt sorunun demokratik yollarla çözümünü dile
getirmemiştir. Onun için demiştir diye, işte bugünkü koalisyon hükümetinin
tutumu bu. Kürt sorununun demokratik yollarla siyasal diyaloglarla çözülmesi
yerine işi askeriyeye havale ederek, askeri çözüm şiddet çözümünü kendisine yol
olarak seçti ve işin İçine geldiğimiz yoldaki . . . (anlaşılamamış) Türkiyenin
içine geldiği noktadan bu görüşlerde ve bu zihniyetlerde meydana geldi. Türkiye
içinden yönetti. Buraya nasıl geldiğini bugünkü koalisyon hükümetinin
tutumundan da çok açık görmelidir. Dikkat edin arkadaşlar Süleyman Demirel 1965
yılından bu yana Türkiyeyi yöneten bir insandır. Bu son başkanlığından önce 15
yıl 16 yıl Başbakanlık yaptı. Bülent Ecevit kısa da olsa iki dönem Başbakanlık
yaptı. Mesut Yılmaz, Cumhurbaşkanı Turgut Özal Başbakanlık yaptılar ve
Türkiyeyi hala yönetiyorlar. Erbakan Başbakan Yardımcılığı yaptı, Alparslan
Türkeş Başbakan Yardımcılığı yaptı. Bugüne kadar Türkiyeyi yönetenler bunlar.
Ve Türkiyeyi ne kadar iyi yönettikleri, ne kadar kötü yönettikleri gayet açık
ve net olarak ortada şimdi çıkıp şunu söylüyorlar, efendim Türkiyeyi siz bu
hale getirdiniz. Ben ne zaman Başbakanlık yaptım ki Türkiyeyi bu hale getirdim
ve ne zaman Türkiyede iktidar oldum ki bu memleketi bu hale getirdim. Sizin
siyasi çözümler yerine kişisel çıkarlarınızı politikada kullanmanız çözümleri
köklü biçimde getireceğinize . . . (anlaşılamamış) tik. Geçici günlük çıkarlar
uğruna devletin güvenlik güçlerini halkın üzerine saldırmanız, olayları örtbas
etmeniz gerçekleri halktan gizlemenizden kaynaklanmıştır. Bunu siz yarattınız.
Buraya getirdiniz. Bu kadar kötü yönettiğiniz bir ülkeyi, kafa yapınızı,
kalbinizi değiştirmeden nasıl iyi bir yere götüreceksiniz, bu kafa yapınızla
getirdiğiniz Türkiye bu değil mi' Bundan sonrasının sorumluluğunu da siz
taşımak zorundasınız. Bundan sonra Türkiyede olacak her olaydan da siz sorumlu
olacaksınız. Türkiyede anarşiye, şiddetten (şiddete) çözüm bulmak için altı
tane genel başkan televizyonda bir araya geliyor, ama hiçbiri diğerlerine ters
düşmüyor. Hepsi aynı çözümü öneriyor. Vuralım, kıralım, bastıralım diyor. Bunun
için bir çözüm getirmiyorlar. Gerekçe aynı . . . (anlaşılamamış) düşüncenin
sahipleri ve biz diyoruz ki bu altı kişi Türkiyeyi bu hale getirmiştir. Bundan
sonra da ... (anlaşılamamış) götürmez. Bu memleketi, bu ülkeyi, Kürtüyle,
Türküyle, Çerkeziyie, Ârabıyla, Abazasıyla, Boşnağıyla hangi etnik yapıda
olursa olsun Türkiyenin mutluluğunu, kardeşliğim, özgürlüğünü ve eşitliğini
savunan onlardan ayrı düşünen devletin resmi politikasına ters düşen, bunu
değiştirmek isteyen, onu yemden yapılandırmak isteyen Halkın Emek Partisidir.
Ve bu Halkın Emek Partisi bu nedenle de şu anda Türkiye'de bir anamuhalefet
partisi durumundadır. Anamuhalefet Partisi olmak sadece sayı itibariyle Millet
Meclisinde milletvekili sayısının çoğunluğuna bağlı değildir. O sayısal bir
çoğunlukta . . . (anlaşılamamış) dayalı ama görüşler aynıdır. Anamuhalefet
partisi iktidar olan partiye alternatif politikalar üreten ve bunu halka
benimsediği iktidara gelmek isteyen bir partidir. Onun için biz anamuhalefet
partisiyiz ve Türkiye'de bütün insanlarımızı kucaklamak isteyen, bütün
emekçileri kucaklamak isteyen bütün halkların kardeşliğini, eşitliğini ve
özgürlüğünü savunan bunun Türkiyede tek kurtuluş yolu olduğunu ve tek çare
olduğunu düşünen ve bunun siyasetini, politikasına üreten partiyiz. Ve kardeş
partilerimiz de bu partilerle de (dost partilerle de) birlikte olmak istiyoruz.
Bunun ilk adımlarını geçenlerde yaptık. Ankara'da Sosyalist Birlik Partisi
Genel Başkanı, Sosyalist Parti Genel Başkanıyla bir araya gelerek Türkiye'de
nasıl bir muhalefeti birlikte yürütebiliriz, nasıl bir politikayı demokrasiyle
birlikte kurabiliriz düşüncesini tartıştık. Bunun sonucunda Sosyalist Parti Genel
Başkanıyla birlikte bir basın toplantısı düzenledik. Temenni ediyorum ki çok
yakın bir zamanda Türkiye'nin acil ihtiyacı olan demokratik ilkelerden hep
birlikte buluşabileceğiz . . . (anlaşılamamış) milletvekili arkadaşlarımızın
yeni oluşturacakları yeni bir siyasi partide bu siyasi partilerin ve bağımsız
demokrat kişilerin yer alarak yeni bir biçimde oluşturmasını istiyoruz.
Türkiye'de bütün sorunları kucaklayan, bütün halkları kucaklayan, bütün
kardeşliği, dostluğu, sevgiyi, demokrasi ve özgürlüğü kucaklayan, Türkiye'de
hiçbir insanın hakkını bir kenara atmayan, Edirne'den Muğla'ya kadar Kars'tan
Hakkari'ye kadar, Antalya'dan Sinop'a kadar ve Doğubeyazıt'dan İzmir'in Çeşme
ilcesine kadar bütün Türkiye bizim, hepimizin hepimizindir. Ve bu Türkiye'de mutluluğu
yaratmak istiyoruz. Hepimiz kardeşliği yaratmak istiyoruz. Bizi yanlış anlamak,
yanlış anlamıyorlar aslında, yanlış anlamak istiyorlar. Ne dediysem tersini
yaptılar. Geçenlerde Diyarbakır'da gazeteci sordu bana Alman ambargosu
konulmuş, silah ambargosu ne diyorsunuz' Sayın Hatip Dicle de yanımdaydı. Dedim
ki uluslararası sözleşmeler var. Bir devlet bir devlete silah yardımı yaparken
onu sivil halka karşı kullanılmamasını dışa yönelik askeri savunmada
kullanılmasını öngörür. Türkiye Cumhuriyeti güvenlik güçleri Nevruz günü Cizre
ve Şırnak'ta silahsız insanlara karşı bu silahlan kullanmıştır. Almanya da bu
sözleşme gereği bu ambargoyu koymuştur. Uluslararası hukuk ve sözleşmeler
gereği bu haklı bir ambargodur dedim. Enesi günü Feridun Yazar Alman gibi
konuştu dediler, önün ötesinde ne dediysek çarpıtarak söylediler. Basın
toplantısı düzenliyoruz. TRT geliyor, STAR ı geliyor, SHOW geliyor, Alman
televizyonları da geliyor. Fakat bizim STAR ı vermez, TRT de bilmem hiç vermez,
fakat Alman televizyonları bizim basın toplantılarımızı Avrupa'da yayınlar.
Almanya'dan Avusturya'dan gazeteciler Avrupa'da geliyor. Beni görür görmez
tanıyorlar. Ama benim halkım beni tanımıyor. Niçin, çünkü oradaki televizyonlar
gösteriyor, insanlar izliyor. Buradakiler izlemiyor. Altı kişi televizyonda
biraraya geliyor, bizim partiyi eleştiriyorlar, bizim partinin aleyhinde
konuşuyorlar, fakat bize kendimizi savunma hakkımızı vermiyorlar. Bir kere
çıkarsınlar televizyona, bir daha halkın kendilerine inanmıyacaklarını
görecekler. Biz çünkü o kadar doğru şeylere inanıyoruz ki onlara gerçekleri
söyleyeceğiz ki orada kendileri cevap verecek güçleri olmayacak. Ülkeyi bu
noktaya getiren bu insanlardan kurtarabilmenin bir tek yolu vardır. Geniş
kapsamlı bir demokratik güç birliğini oluşturmamız gerekiyor. Türkiye'de eğer
bunu yapamazsak çok geç kalabiliriz. Bizzat iç savaşın eşiğinde bulabiliriz
kendimizi. Körükleniyor bazı yerlerde Kürt-Türk düşmanlığı. Ben açıkça ilan
ediyorum. Hiçbir Kürdün Türk halkı ile düşmanlığı yoktur. Hiçbir Türkün de Kürt
halka ile düşmanlığı yoktur, olmayacaktır da. Bu düşmanlığı kıracağız,
mücadeleyle kıracağız, dilenerek (direnerek) kıracağız onların bize karşı
yakıştırdıkları şeyleri ortadan kaldıracağız, Türkiye'nin bütün insanları
kardeştir ve eşittir. Cephelerde birlikte öldüler ama yaşamda da eşit olmak
istiyorlar. Birlikte öldükleri bu vatanın üstünde eşit olmak istiyorlar, inkara
politikadan, asimilasyoncu politikadan, devletin baskısından, işkencesinden,
mahkemesiz öldürülmelerinden, kurtulmak istiyorlar, özgür olmak istiyorlar.
Ama, Türkiye'yi bölmek gibi bk düşünceleri yok, biz insanlarımızın hiçbirisinin
ölmesini istemiyoruz. İnsanların tümüne insan gözüyle bakıyoruz. Hangi kökten
gelirse gelsin hangi dili konuşursa konuşsun, hangi inanca sahip olursa olsun,
bütün insanların kardeş olduğuna inanıyoruz. Ama, benim saygı duyduğum kişinin
de bana saygı duyması gerekir. Benim dilime yasak koymaması gerekir, benim
kültürüme yasak koymaması gerekir. Benim . ,.. (anlaşılamamış) ma yasak
koymaması gerekir, işte bu kardeşlikle, bu kaderde birleşeceğiz, birlikte
olacağız. Bu halkları insanları düşman edenlerle Türkiye'de yaşayan hangi dili
konuşan olursa olsun, hangi inanca sahip olursa olsun, hangi kültüre mensup
olursa olsun, hepsine şunu söylüyorum. Gelin bizi düşman edenlere karşı
birlikte mücadele edelim, onlarla birlikte mücadele edelim, onları yenelim. Bu
ülkenin gerçekten demokratik ilkelerle yönetilmesini sağlayalım. Konuşacak daha
çok şey var aslında, böyle eğlence gecelerinde çok ciddi politikaların söylenmemesi
gerektiğini de biliyorum. Yirmibeş yıllık politik deneyimim var. 80 Öncesi
Urfa'da belediye başkanıydım. Bir geçmiş olsun diyerek anlatmak istiyorum. 12
Eylül'de cezaevine alındım, hücredeyiz, bize kitap okutturuyorlardı, Atatürk'ün
Nutuk kitabı, daha önce de okumuştum ama, bir daha okuruz dedik. Bir kişi
okuyor. 90 kişi hücrede tekrar ediyorduk. Yani Atatürk bize Samsun'a çıktı diye
biri okuyordu. 90 kişi birden Atatürk Samsun'a çıktı diye tekrar ediyordu.
Atatürk'ün Nutuk kitabını okuyan varsa, iki cilttir, iki cildin de başından
sonuna kadar Kürtlerden bahseder. Yine bir sahifesine geldik. Ben okuyordum.
Atatürk şöyle diyordu : Milli mücadele savaşını mutlaka başaracağız, doğudaki
Kürtler, Kürt halkı (aşiretleri ve beyleri de) Milli Kurtuluş Savaşında bizlere
katıldılar, destek veriyorlar. Onun için bu savaşı biz mutlaka kazanacağız
diyordu. Ben o cümleyi okuduktan sonra bir asker elinde sopa ile içeri girdi.
Kim Kürt dedi ula dedi, baktım üzerime geldi. Kim dedi, valla komutan ben
demedim Atatürk söyledi dedim. Hemen köylü, köyden yeni gelmiş, vatan görevini
yapan askerin hiçbir suçu yok, onu suçlamıyorum. Belli bir kültür düzeyi
olmadığından, şunu söyledi vay anasını be Atatürk de Kürtçüymüş. Bunu şunun
için söyliyeyim, araştırmak isteyenler varsa araştırsınlar. 10 Şubat 1922
yılında Atatürk 18 maddelik bir Kürt otonomi yasasını meclise sundu. Mecliste
büyük tartışmalara sebep oldu. Arşivlerde var, bugüne kadar açıklanmadı. Ama
bir Amerikan profesörü Robert Olso bir kitabında bunu yayınladı, kaynağım
gösterdi. Araştırdım, gerçekten varmış, Atatürk bir Kürt otonomisi tanıma
eğilimi gösteren, bunu kabul eden bir insan iken, bugün Atatürk kalkan edilerek
Kürtler inkar edilmek isteniyor. Bunu vurgulamak istiyorum. Onun için biz
Kürtlerin hak ve taleplerini demokratik ve siyasal yollarla çözümlenmesinden
yanayız. Bize başka türlü gözle bakanlar lütfen öyle bakmasınlar. Ama bazıları
da şöyle düşünerek mücadele veriyorlar diyorlar ki devlet zorla demokratik
yolları tıkamış, demokratik yolların tıkandığı ve zorun kullanıldığı bir yerde
demokrasi mücadelesi verilemez. Onun karşısında da silahlı mücadele verilir,
görüşünde olup da silahlı mücadele verenler de vardır. Ama biz devlete şunu
söylüyoruz. Gelin diyoruz bu kan dökmeyi durduralım diyoruz. Bu ateşi söndürelim,
sılah kullanmanın gerekçesi olan demokratik yolları açalım, silahlar sussun
Türkiye'de kardeşçe birlik ve bütünlük içinde herkesin birbirine saygılı olduğu
bir düzende buluşalım. Halkın Emek Partisi'nin savunduğu budur ve Türkiye'de
bunu savunmaya devam edecektir. Herkesi bu mücadeleye destek vermeye davet
ediyorum. Sakarya ilinin başarılı olmasını diliyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum. Sağolun."
c)
1.6.1992 Tarihli Milliyet Gazetesindeki beyanları;
".
. . Türkiye'de üniter devletin bugüne kadar uygulanan biçiminde sorunları
çözmediği ortadadır. Bu nedenle merkeziyetçi devlet sisteminin kendisini
değiştirmesi gerekir. Bu birkaç çeşit olabilir. Otonomi bölgeler olabilir,
federasyon olabilir, bir de idari federasyon biçimi vardır, İdari federasyon hiç
bir etnik yapıya dayanmayan bir federasyon biçimidir. Vali, kaymakam
durumundaki insanların seçimle gelmesidir. O bölgenin yönetim biçiminin nasıl
olacağı, hangi dilin kullanılacağı, orda nasıl yayın yapılması gerektiği,
devletin merkezî otoritesine bağlı kalmak kaydıyla belirlenir, yani kendi
başına bağımsızlık değildir. Kendi polisini kendisi belirleyecektir. Vergilerin
bir kısmını kendisi toplayacak, kendisi harcayacaktır. Bir kısmını da devlete
gönderecektir. Bu sistemin uygulanmasından yanayız."
B)
Genel Sekreterlerin Beyanları :
l-
İbrahim Aksoy'un beyanları :
a)
Halkın Emek Partisi Van il örgütünce 21.3.1991 tarihinde düzenlenen
"Irkçılıkla Mücadele Günü"ndeki konuşması :
"Değerli
arkadaşlar, çok konuştuk . . . (anlaşılamamış) şimdiye kadar hiç de böyle
heyecanlanmamıştım. Ama bu heyecan aynı zamanda bu meş'alenin de heyecanıdır.
Yıllardan beri Van'da Kürtler binlerce yıldan beri kutladıkları bayramlarının
meş'alesini belki ilk defa yapıyorlardı, işte bu beni heyecanlandırdı. Değerli
arkadaşlar, Nevruz'un efsanesi ne olursa olsun, Nevruz yıllardan beri Kürt
halkının bayramı olmuştur. Bizim bayramımız olmuş. Nevruze Prozbe. Değerli
arkadaşlar, Kürt halkı yıllardan beri insanlık haklarını kullanamamaktadır.
Kürtlerin biç bir hakkı yok. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde . . .
(anlaşılamadı) uluslararası anlaşmalardan doğan hiç bir hakkını
kullanamamaktadır. Ve bugün fötörlü aydınlar, Osmanlı kavuklusunun çok
gerisinde kalmış, çünkü Osmanlı'nın kavuklu aydını, Kürtlerle ilgili yazı
yazarken, Kürdüstandan (Kürdistandan), Kürt halkından bahsediyordu. Bugün
fötörlü aydınlar, kendi kendilerine, Kürtlerle ilgili teoriler üretiyorlar.
Dağlı Kültlerdir (Türklerdir), karda kart kurt yürüdükleri için . . .
(anlaşılamadı) halbuki Bulgaristan'da yaşayan Türkler, dağlı Türkler değilse,
bizde dağlı Türk değil, Kürdüz . . . (anlaşılamadı) Peki değerli arkadaşlar,
peki insan hakları evrensel beyannamesi ne diyor İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi bütün insanlar için geçerlidir. Yalnız bir grup ve bir sınıf için
değil. Orda diyor ki her insan, insan olmaktan ibaret olan konut edinme hakkı
vardır. Hakkına sahiptir. Peki ya Kürtler bu hakkı kullanamamaktadır. Çok iyi
biliyorsunuz. Van'ın belirli yerlerinde oldu. Ama geçen yaz döneminde sadece
Şırnak'da 27 köy. sözde güvenlik güçleri tarafından dozerlerle yerle bir
edildi. Gidin nereye giderseniz gidin dendi. Görüldüki Kürtler konut edindirme
hakkına sahip değildirler. Her insan, insan olmaktan dolayı ikan (iskan) etme
hakkı vardır. Ama 70 yıldan beri bu hakkını kullanamıyor. 1925 yılında
çıkarılan Mecburi İskan Yasasıyla Kürtler ordan oraya sürgün edilmekte, Kürtler
istedikleri yerlerde iskan edemiyor, devlet istediği yerde onların iskan etme
hak (hakkı) vardır. Kendileri seçemezler bu hakkı, herkesin iş edinme ve
çalışma hakkı vardır. Daha dün Şırnak'da kömür toplayanların katırları
kurşunlandı, insanlar kurşuna dizildi. Kürtlerin böyle bir şeye de hakkı
yoktur. Herkesin kendini yetiştirme okuma, yazma, ilerleme hakkı vardır.
Kürtlerin bu hakkı da yoktur. Değerli arkadaşlar, Kürtlere okumak yazmak yasak,
Kürt kültürünü araştırmak yazmak yasak, insanlık, İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi'nde Kürtlerin insan olmaktan dolayı kullanacakları hiç bir hakkı,
sıfatları yoktur. Ne olmaktadır, yöneticiler tarafından gaspedilmektedir. Uluslararası
antlaşmalardan doğan hiçbir hakkı kullanamıyor. Helsinki Nihai Senedi ve son
Paris bildirisi . . . (anlaşılamadı) T.C. yetkilileri . . . (anlaşılamadı)
çocuk haklarını garanti altına alan sözleşme, bunun üç maddesi T.C. adına
yetkilileri adına, 17, 29 ve 30 uncu maddeler aynen şöyle deniliyor; Herkes
kendi ana dilinde okuma yazma ve kendini geliştirme hakkına sahiptir. Her çocuk
taraf devletler bu konuda çocuklara yardımcı olurlar diyor. Gel gör ki küçücük
çocuklara bile bu hakkı tanımıyorlar. Ne yazık ki Kürt halkının yaşama hakkı
bile yok . . . (anlaşılamadı) dünyada belki ilk defa Hizan'da, burda
yakınımızda olan bir olay dünyada ilk defa kutsal bir mabette din adamı
öldürülüyor. Diyorlar ki imam intihar etti. Değerli arkadaşlar imam intihar etmedi,
îmamın beynine kurşun sıktılar. Tabancayı eline almış olsaydı, kimi vuracağı
belli olmazdı. Tepeden tırnağa silahlı adamlar, güvenlik güçleri sözde onu
kurşuna dizerlerdi, delik deşik ederlerdi. Diyarbakır'ın bir köyünde Hüseyin
Akaslan isminde bir genç öldürülüyor, 24 yaşında TV haberleri diyor ki, işte
falan köyde güvenlik güçleşiri (güçleri) ile teröristler arasında çıkan
çatışmada bir terörist Hüseyin Akaslan adında bir terörist bolü (ölü) olarak
ele geçirildi. TV'de bu haberi duyuyoruz. Hükümetin yüzkarası TV. bu haberi
veriyor, Hüseyin Akaslan defalarca Elazığ Ruh Hastanesinde tedavi görmüş, ayın
dördünde, yani ölmeden 24 saat önce Elazığ Akıl Hastanesinden çıkmış, deli
yanfelçli bir insan bunu öldürüyorlar. TV de de bu haberi veriyorlar hükümet
yetkilileri ve hükümetin yüzkarası TV bunlar bundan utanç duymalıdırlar.
Görülüyor ki Kürt halkının yaşama bile hakkı yok değerli arkadaşlarım. SHP'den
milletvekili seçildim. Biz o günler dedik ki 12 Eylül yöneticilerinden hesap
soracağız. Bu SHP'nin söylediği sözlerdir. Biz dedik ki, faşist yönetimden
hesap soracağız . . . (anlaşılamamış) ve böylece HEP'i kurduk. HEP bu
programlara hasret, ben size bugün Nevruz ben sizi fazla meşgul etmiyeceğim.
Nevruz'da gülünür oynanır, halay çekilir, eylenilir, kısaca bunu anlatacağım.
HEP bu amaçla kuruldu. Hedefimiz Türkiye'yi demokratikleştirmek, devletin
demokratikleştirilmesinin önünde gelen engel Milli Güvenlik Kuruludur. Milli
Güvenlik Kurulu kaldırılmalıdır. Milli Güvenlik Kurulu var olduğu sürece
Türkiye'ye demokrasi yerleşmez. Biz diyoruz ki Valiler ve Kaymakamlar seçimle
gelsin. Vanlılar kendi valilerini kendileri seçsinler, belediye başkanlarını
seçtikleri gibi. Biz diyoruz ki gözaltı süresi 24 saati geçmesin . . .
(anlaşılamadı) Bugün Türkiye'de gözaltı süresi, 12 Eylül yönetiminde 90 gündü,
bugün 15 gündür. 90 günün 87 gününü işkencelerde geçiren insanlar oldu. Polis
hiçbir zaman sorgu yapmasın sorguya ancak Savcılar yapabilir, onu da sanığın
avukatının hazır bulunduğu bir ortamda. İşkencehanelerde yapılmaktadır. 12
Eylül cuntasında suçlu aranmadı, insanlar arandı. Yakaladıklarını
işkencehanelere götürdüler. Bunu bir suç buldular. Demin Hüseyin Akaslan'a
buldukları suç gibi, zindanda döve döve suç yüklediler. Suç yüklediler diyorum.
Bunun örneği var biliyoruz TÖB-DER davasında yakaladıkları . . . (anlaşılamadı)
ve bu dönemde hukukçular hiç çalışmadı. Türkiye'nin hiçbir yerinde çalışmadı.
Ama bugün özellikle doğuda Kürt halkının yaşadığı bölgede Şırnak olayları,
Dargeçit, Silvan, Adana, İzmir olay olan yerlerdir. Halkın üzerine ateş
ediliyor. TV. de bunu seyrediyorsunuz. Filistin'de Filistinliler taş atıyorlar.
Sopa ile İsrail askerlerini kovalıyorlar. Bizde kömür ocağında kömür çıkaranlar
kurşuna diziliyor. Bizde mezara gidenler kurşunlanıyorlar. Hiç kimsenin hak
arama hakkı da yoktur. Adana'da polis karakoluna olaylara öğrenmek üzere giden
il başkanları şu anda gözaltında. Bu nedenle toplantıdan hemen sonra Adana'ya
gideceğim. Bunun sebebini öğrenmek için gideceğim. Sebebini aslını biliyorum.
Bizim il başkanının Kürt olduğu için HEP'sinin demokratikleşmesinin . . .
(anlaşılamadı) İşte bugün siz de böyle bir zor ortamda yaşıyorsunuz ve
demokratikleşme için biz açık politika izliyoruz. Türkler için ne istiyorsak
açık söylüyorum. Diyoruz ki bunlar bu hakdan yararlanılmalı. Ben bunu iki hafta
önce Perşembe günü Mecliste söyledik. Biraz önceki saydıklarımı, Meclis'te
söyledim. Kürt meselesinde yani Doğu sorununa tek çözüm Kürt kimliğinin kabulü
. . . (anlaşılamamış) ne bölge valisiyle, ne özel timle köy korucusuyla, ne
baskıyla ne zulümle, bu güzel bayram gününde bu nedenle türkü söyleyeceğiz, hep
birlikte oynayacağız. Bugün çünkü bayramdır. Nevruze Prozbe"
b)
Halkın Emek Partisi Fatih (İstanbul) ilçe örgütünce 25.5.1991 tarihinde
düzenlenen "Bahar ve Özgürlük" toplantısındaki konuşması :
"Değerli
arkadaşlar, eğer biraz sessiz olursanız benim konuşacaklarımı duyacaksınız. Bu
nedenle değerli arkadaşlar ben şunu görüyorum. Bir yıl içerisinde Halkın Emek
Partisi nereden nereye geldiğini çok iyi görüyorum. Nice haklarımızı da aldık.
Nice haklarımızı, sonra ikinci olağan kurultayımızı yapacağız. Biz Halkın Emek
Partisi olarak açlığa ve yokluğa karşı mücadele veriyoruz. Biz Halkın Emek
Partisi olarak baskı ve zulme son diyoruz. Biz Halkın Emek Partisi olarak . . .
(anlaşılamamış ancak benzerlerinden "Halkların" olması gerektiği
düşünülüyor) eşitliğinden ve kardeşliğinden yanayız diyoruz ve bunların
olabilmesi için Türkiye'nin demokratlaşması gerekiyor. Türkiye'de demokrasi
olmadığı sürece çıkarcı çevreler ne bizim kardeşliğimizi bırakırlar ne de bizim
barış içinde birlikte yaşamamızı bırakırlar. Bu nedenle önce demokrasi değerli
arkadaşlar. Halkın Emek Partisi'nin demokratikleşme ile ilgili programını almaz
bile. Çünkü biz iki hafta sonra kurultaya gidiyoruz. Kısaca Halkın Emek
Partisi'nin bu kurultayda ne beklediğini söyleyeceğiz. Biz diyoruz ki madem
demokratik olmayan ülkemizin demokratikleşmesini istiyoruz. O zaman Türkiye'de
demokrasinin gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu nedenle hiçbir zaman şunun veya
bunun karşısında değiliz. Herkesin bir arada, bir tek şeye karşıyız, baskıya ve
zulme karşıyız, bunu açıkça söylüyorum. Bunun karşısında olabilmek için de buna
karşı koyabilmek için de buna karşı olan bütün kitlelerle işte güç birliği
yapmak mecburiyetindeyiz. İşte bu kurultayımızın sonucunda ortaya çıkacak böyle
bir manzarayla biz; halkımıza, biz insanlarımıza daha büyük hizmet yapmış
olacağız. Değerli arkadaşlar bir şeyi daha görüyorum. Onu da söylemek
mecburiyetindeyim. Gecemizin bu coşkulu sevgiyle devam etmesini hepimize yakışır
bir şekilde bunun devamını istiyorum. Başkasının sözünü bize getirmeyin değerli
arkadaşlar. Biz ne yaptığımızı biliyoruz. Ne yapacağımızı da biliyoruz. Biz
diyoruz ki, son günlerde basın yazıyor. Ben bugün basında çıkan ve henüz duygu
ve düşünceleri olan bir görüşümü bugün düzenleterek basında çıktığı şekilde
aynen sizlere okuyorum . . . (anlaşılamamış) Az ama ben ne söyleneni çok iyi
biliyorum. Biz Halkın Emek Partisi olarak en fazla ezilenin, en fazla
sömürülenin en fazla Kürt . . . (anlaşılamadı) örenin partisiyiz diyoruz.
Diyorlar ki ha Kürt partisisiniz çünki Kürtler bu partiye çok uyuyorlar. Biz
diyoruz ki eğer siz Kürtlere zulmetmişseniz, Biz Kürtlerin de partisiyiz. Şunu
istiyoruz değerli arkadaşlarım, çok çabuk unutuldu biraz önce söylediklerim.
Bizim hedefimiz eşitlik ilkesine dayalı hakların (halkların) gönüllü
birliğinden yanayız. Mücadelemiz onun içindir. Saygılar sunar, gecenize
başarılar dilerim."
c)
Halkın Emek Partisi Konya il örgütünün 18.5.1991 tarihinde yapılan
kongresindeki konuşması :
"Değerli
hemşerilerim, HEP Konya 1. olağan kongresine hoşgeldiniz. Biz HEP'in hangi
koşullarda doğduğunu bugüne kadar anlattık. Şimdi ise HEP kongrelerini yapıyor.
Kurultayına gideceğiz. Yani partileşmesini, partileşme sürecini tamamlamış
oluyoruz. HEP bundan sonra neler yapacak, bundan sonra HEP bunları anlatacak.
Değerli arkadaşlar biz yetmiş yıldan beri tabularla yönetilen ülkemizi tabusuz
yönetimini arzuluyoruz. Yani ülkemizde tabuların bir genel açıklayacağız.
Tabuların (tabulara) özgürlük diyeceğiz. Tabular fikirler özgürleşmediği sürece
Türkiye'nin özgürleşmesi, demokrasileşmesi mümkün değildir. Bu tabuların
başında yulardan beri ağzına böcek, ayağına pranga vurup kalmışız. Türkiye'de
yetmiş yıldan beri yöneticiler birlikte yaşadıkları, hemen hemen aynı sofrada
yedikleri insanları, sıkılmadan inkar ettiler. Utanmadan inkar ettiler. Yoktur
dediler ama, bugüne kadar yok diyenler baktık, bir gün 12 milyon oldular. Sayı
önemli değil, Kürt halkı vardır. Kürt halkının sorunları da vardır. Nedir şimdi
tutuyorlar. Doğu sorunu ekonomik sorundur. Biz bu ekonomik sorunu çözersek,
Kürt sorununu da çözmüş oluruz. Hayır değerli arkadaşlar hiç de ekonomik sorun
değildir. Kürt halkının sorunu ulusal sorundur. Gaspedilmiş ulusal demokratik
halkların (hakların) mücadelesini yapıyorlar. Ekonomik olamaz, çünkü bir
ülkenin kalkınmışlık oranı o ülkenin kullanmış olduğu o ekonomik görüştür,
emekçi görüştür. Türkiye yetmiş kilovat saat elektrik üretmekte, bunun üçte
biri Doğu'da, yani Karakaya, Atatürk, Keban barajı ve Elbistan Termik
Santralında, diğer üç barajlar hariç. Bilindiği gibi dünyada en ucuz elektrik
üretimi hidroelektrik sistemler, yani baraj sistemiyle üretilen elektriktir.
Türkiye kişi başına elektrik tüketimi, yıllık 900 kilovatsaat civarındadır. 900
kilovatsaatten daha aşağı 1000 kilovatsaat olarak kabul etsek, peki bu doğudaki
tüketim ne kadar aşağı yukarı 300 kilovatsaattir yıllık, Doğudaki elektrik
üretimi, kişi başına 5000 kilovatsaattir. Petrol Türkiye'de petrol tüketimi
kişi başına 300 litre yıllık doğu-batı kalkınmış oranına bakacak olursak, milli
gelir seviyesine baktığımızda doğudaki kişi başına petrol tüketimi 100 lira,
peki doğudaki kişi başına petrol üretimi ne kadar, kişi başına 500 litre, yedi
milyon insan oturmakta, Doğu ve Güneydoğuda yıllık oradaki petrol üretimi 3,5
milyon ton.
"Değerli
arkadaşlar, büyük devlet adamlarından birtanesiydi. Bu kış Türkiye'yi komünizm
gelecek diyor. Epey kış geçti gelmedi. Sonra dediler ki 141-142 kalkmazsa
Türkiye'ye komünizm gelmez. Kalktı yine gelmedi. Bugün onun için öyle
söylüyorlardı. Hak arayışı içinde olan insanları suçlayabilmek için gerekçe
gerekiyordu ellerinde baktılar ki olmadı, bugün ne oldu, hak arayışı içerisinde
olan insanları bölücülükle suçluyorlar. Hemen devletin bölünmez bütünlüğü
değerli arkadaşlar, ben Kürdüm diyen insanı devletin bölünmez bütünlüğüne
ihanet ediyor suçlamasıyla suçlayıp, zindanlara atılmaması gerekirdi. Çünkü
biraz önce belirttiğim gibi en fazla zulüm gören çok okuduğunuz gazetelerde
teker teker saymama gerek yoktur; Yeşilyurt köyündeki insan pisliği
yedirilinceye kadar doğuda teröristler vardır diyorlar biz onlara karşı
güvenlik tedbirleri aldık. O denli bir açıklama getirmek istiyorum. Bugünkü
Başbakan Sayın Yıldırım Akbulut 1984 sonbaharında içişleri Bakanı oluyor ve
kürsüye çıkıyor şöyle bir açıklama yapıyor. Diyor ki: Bu teröristlerin sayısı
500-600. Arkasından Mustafa Kalemli içişleri Bakanı, şimdi Abdülkadir Aksu iki
ay önce parlementoda olağanüstü halin dört ay daha uzatılması için içişleri
Bakanı bir açıklama yapıyor. Diyor ki 1984'den bugüne kadar 2264 terörist ölü
olarak ele geçirildi, ikisinden birisi doğru söylemiyor. Yıldırım Akbulut
sayıyı 500-600 veriyordu. Abdülkadir Aksu onun aşağı yukarı, onun dört katını
götürmüş. Yani fazladan çok daha fazla vatandaş öldürülmüş, diyoruz ki siz
bunları bitirmişsiniz, hem de üç dört katıyla, peki öyleyse olağanüstü hal
uzatılmasına gerek yokki. Ve Yıldırım Akbulut'un yapmış olduğu açıklamalar
500-600 kişilik bir açıklamasında buna karşı oluşturulan güce bakın, Özel vali,
bölge valisi emrinde otuzbin köy korucusu, bir o kadar ihbarcı, onları
civarında özeltim, sayıları iki katına çıkan polis, özel komando birlikleri,
hava indirme tugayları, birinci ve ikinci ordu, değerli arkadaşlar bunların
açıkladıkları sayısında 500-600 terörist bunlara karşı bu gücü oluşturmadılar.
Kime karşı oluşturdular' Orada ulusal taleplerine sahip çıkan Kürt halkına
karşı oluşturdular. İnsan hayatına karşı her baskıyı uyguladılar. Sayın Özal
olaylarla ilgili şunu söylüyordu: işte görüyorsunuz, bunların canı üçbuçuk
tank, öyle ise doğuda üçbuçuk bırak, öbür dağınık güçleri geri çek sayın
Cumhurbaşkanı diyor. Evet bu şeye daha açıklama getirmek istiyorum. Çok
konuştular ve Türkiye ilim ve siyasal yaşamda rahatsız eder. Değerli arkadaşlar
hükümet diyor ki biz her yanda kurulacak bir Kürdistana karşıyız. Ama Litvonya
(Litvanya), Petronya'nın, Vegonyanın, Gürcistan'ın, Türkistan'ın, Sovyetler
Birliği'nde bağımsızlıklarını ilan etmesinden yanayız. Biz eğer iran'da Kürt
halkı kendi bağımsız Kürdistan devletini ilan edeceklerse onların doğal hakkına
ne Özal karışabilir, ne de Yıldırım Akbulut karışabilir. Eğer karışmak
isterlerse hem iran'ın içişlerine karışmış olurlar. Hem de Kürt halkının kendi
kaderini tayin hakkına saygısızlık yapmış olurlar. Kürt halkı Irak'ta son elli
yılın insanlık dramını yaşadı. Elli yıl diyorum. Çünkü en son 1945'de Alman
Faşistleri yahudileri fırınlarda yaktılar. Onlar uzakta Kürt halkına daha
başkalarına soğukta geldi. Ve düşünebiliyormusunuz, insan hakları adına
dağbaşına gelmiş, canını kurtarmaya çalışan, faşistlerden canını kurtarmaya
çalışan bunlar, geri gönderilecek. Zaho'da veyahutta herhangi bir yerde kendi
evinin bahçesinde başkaları tarafından kurulmuş bir çadırda göçebe olarak
yaşayacaklar. Ve bunların kendi kaderlerini tayin hakkında saygısızlık
yapacaktır Biz işte bu saygısızlık yapanlara karşıyız. Bir de Barzani, Talabanî
gitti Saddam'la görüştü. Değerli arkadaşlar, elbetteki Talabani yıllardan beri
bağımsızlık mücadelesinin lideridir. Rafsancani ile görüşebilir, Saddam'la da görüşebilir,
Bush'la da, Avrupadaki diğer yöneticiler de görüşebilir. Neden görüşmesin
diyorlar. Bugüne kadar Kürtleri dar çerçevede tutup, uluslararası diplomatik
ilişkilerden izole ettiler. Kürtlerin bu ilişkilere geçişini hazmedemedikleri
için gitmemeliydi diyorlar. Eğer Talabani kan davasına dönüşsün gitmeseydi,
Talabani gücünü artırdı. Son olarak son günlerde gazetelerde olduğu gibi,
basında olduğu gibi sayın Cumhurbaşkanı Özal'ın televizyona kadar direk benim
adımı kullanarak Türkiye'deki işkenceyi, işkencecileri aklamaya çalıştılar.
Değerli arkadaşlar, Sayın Özal Cumhurbaşkanıdır. Benim avukatım değildir. Ben
ona vekalet vermedim. Onun için sayın Özal benim namıhesabıma benim işkence
görmediğimi iddia edemez. Bu nedenle kınıyorum. Türkiye'de işkence vardır.
Türkiye'de 12 Eylülden sonra özellikle işkence kurumlaştı. Devletin resmi
ideolojisinin politikalarını uygulamak için işkence bir araç olarak kullanıldı.
İşte Türkiye'de işkence gören milyonlarca insandan biri de benim. Ben yalan
söylemiyorum. Ben işkence görmedim. Benim işkence görmediğimi söyleyenler yalan
söylüyor. Saygılar sunuyorum,"
2-
Ahmet Karataş'ın beyanları
a)
Halkın Emek Partisi İstanbul il örgütünce 1.3.1992 tarihinde düzenlenen
"Bütün Halklar Kardeştir, Katliama Son" mitingindeki konuşması :
"Değerli
arkadaşlarım, bu ülkenin Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Laz bu ülkenin bütün
insanları, bu ülkenin yiğit insanları hepinize merhaba değerli arkadaşlarım,
biz İstanbul'da eğer biraz susarsanız, bu mitingin amacına hizmet etmesinde en
büyük katkıyı yapmış olursunuz. Biz İstanbul'da böyle bir mitingi düzenlerken,
böyle miting olmasını düzenlerken, içinde bulunduğumuz koşullarda Kürdün
dahilinde bulunduğu koşullarda, Kürt halkının bugünlerde içinde bulunduğu karşı
karşıya geldiği koşullarda biraz haberdar olmanızdır. Sizlere haber anlatmak
içindir. Benim arkadaşlardan bir ricam var sizin sologonlarınız (sloganlarınız)
Siyasi anlayışımıza tümüyle saygı duyuyorum, ama işte bu İstanbul maydanıdır .
. . (anlaşılamamış) bugün İstanbul meydanında pankart açmanız, Kürt halkının
karşı karşı olduğu katliamların önüne geçemiyor. Değerli arkadaşlarım,
sologonlarla (sloganlarla) hiç bir yere varamayız. Değerli arkadaşlarım,
değerli arkadaşlarını, birbirinizle yarışmayın. Biz buraya gelmiş olan tüm
siyasi anlayışları bağrımıza basıyor ve saygı duyuyoruz. Yarışılacak bir şey
var ise, bu serbest kürsüde serbestçe yarışmak gerekir. Değerli arkadaşlarım .
. . (anlaşılamamış) slogan atmayınız. Değerli arkadaşlarım bu ülke kuruluşundan
bugüne kadar tarihinin en bunalımlı gününü yaşıyor. Sizler bugün buraya sologan
(slogan) atarken bu meydanları doldururken Kürt halkının içinde bulunduğu ve
Kürt halkı üzerinde geliştirmek istedikleri, biraz lütfen yakından takip
edelim, biraz onları dinlemeye çalış, o zaman hizmet etmiş olursunuz. Değerli
arkadaşlarım, o zaman şöyle bir yöntem saptayalım. Siz atacağınız bütün
sologanları atın biz burada bekleyelim, ondan sonra konuşmaya başlayalım. Eğer
amacınız burada son günlerde denenmiş, geliştirilmiş politikaları anlatmak ve
çözmekse, eğer amacınız Kürt halkına hizmet etmek değilse slogan atmaya devam
edin. Değerli arkadaşlarım, şimdi bugünlerde burada mutlu günler yaşıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne zaman darboğaza girdi, ancak yeni kurulan
hükümet şu veya bu şekilde Türkiye'de birtakım demokratik açılımlarda alacağını
söylerken, şu günlerde yeni oyunlar geliştiriliyor. Sanki dün Dersim'de
kadınlarımızın kollarındaki çocukların cinsiyetini tespit etmek için kasatura
ile vuran bunlar değilmiş gibi, sanki dün Botan'ı katledenler bunlar değil.
Sanki Zonguldak'ı katleden bunlar değilmiş gibi, bugün bu ülkede değerli
arkadaşlarım, eğer bu katliamlara son verilecekse eğer Kurt halkının Türk
halkının her alanda eşit koşullarda yaşamı gerçekleştirecekse . . .
(anlaşılamamış) verdiği mücadeleyi bir müddet bırakmış olabileceğini, çok açık
ifade etmiş olmasına rağmen, bu hükümet, bu devlet kanla ve ısrarla . . .
(anlaşılamamış) değerli arkadaşlarım, son günlerde bölge olağanüstü hale
çevrildi. Son günlerde kontrgerillasının özel timi yanında onbin civannda özel
eğitilmiş komando gönderildi. Son günlerde, değerli arkadaşlanm bir ülke
düşünün ki uçaklarla kendi topraklarını bombalıyor. Bir ülke düşünün ki kendi
toprakları dediği yere özel birlikler gönderiyor. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de iç hukuku açısından, uluslararası hukuk açısından bir ülkenin kendi
topraklama bombalaması, savaş statüsü anlamına gelir. İster taraf kabul etsin,
ister taraf kabul etmesin, dolaylı veya dolaysız bu savaşı kabul etmiş anlamına
gelir. Kısacası bu ülkenin başbakanı Cudi dağının bombalanmasını resmen
doğruluyor. Bir ülkenin Başbakanının kendi topraklarım kendi yeri(ni)
uçaklarıyla bombalamasını savaş tarafı olarak kabullenmekte, gerek uluslararası
hukuk gerekse Türkiye'nin iç hukuku açısından tarafla savaş kabullendiğini ve
bu savaşa tarafları olduğunu açık ve net bir şekilde . . . başka bir şey
değildir. Değerli arkadaşlarım, değerli arkadaşlarıma birşey söylemek
istiyorum. Değerli arkadaşlarıma söz, değerli arkadaşlarım bu ülkede hepiniz,
hepimiz Filistin için sokaklara döküldük. Irak için sokaklara döküldük, tavır
koyduk. Kürt halkına karşı sessiz kalmayız diyoruz. Değerli arkadaşlarım beni
bağışlasın ama . . . (anlaşılamadı) Burada gösterdiğiniz bu sloganları tavrım
orada göremezsiniz.
Bölgeyi
tanımıyorsunuz. Burada birbirinizi slogan atarak yarışarak Kürt halkına
katliamlarına karşı direnç göstermiş sayılmazsınız. Sloganlarla bu iş
yürümüyor. Veya konuda samimi iseniz. Çok açık bir çağrımız var. Eğer bu konuda
samimiyseniz, bu konuda samimiyseniz, Kürt halkının dinamizmleri gelişiyor.
Kürt halkının dinamizmleri mücadele ediyor. Buyurun Kürt halkının dinamikleri
yanında savaş verin. Değerli arkadaşlarım, son günlerde yeni bir tartışma
başlatıldı. Bu yeni tartışmada Kürtler ne istiyor, bu Kürtlerin ne istediği de
belli değil denmeye başladı. Değerli arkadaşlarım Kürtlerin ne istediği çok
belli ve açıktır. Kürtler kimliksiz olmak istemiyor. Kürt halkı ne istediğini
çok açık ve net şekilde söylüyor. Kürt halkı özgür olmak istiyor. Kürt halkı
dünya insanları gibi yaşamak istiyor. Kürt halkı emeğini değerini dünya
halklarına katmak istiyor. Kürt halkı, Türk halkına düşman olmak istemiyor.
Kürt halkı Türk halkıyla diğer halklarla hiç bir alıp veremediği yoktur. Kürt
halkı Türk halkıyla dost olmak istiyor. Ve Ortadoğulu insanlarla dost olmak
istiyor, dünya halklarıyla dost olmak istiyor. Kürt halkı özellikle bir şeyi
çok açık ve net istiyor, özgür olmak istiyor. Değerli arkadaşlarım, biz parti
olarak bu savaşta bir taraf var. ister açıklansın, ister açıklanmasın . . .
(anlaşılamamış) Bu ülkede savaşı sürdüren taraflarda Değerli arkadaşlarım,
burada bulunan arkadaşlara çağrım var ... (anlaşılamamış) Gelin bölgeyi görün,
gelin insanlarımızın içinde bulunduğu koşulları yerinde görün ve burada çok
açık ve net şekilde göreceksiniz, eğer bunları yapacak olursanız . . .
(anlaşılamadı) olursunuz, yardımcı olmuş olursunuz. Değerli arkadaşlarım, biraz
önce söyledim, savaşın tarafları var ve biz diyoruz ki gerek Türk halkında,
gerek Kürt halkında, gerekse diğer halklara bu savaş hiç bir şey kazandırmaz.
Kürt halkı barıştan yanadır. Kürt balkı özgürlükten yanadır. Kürt halkı
kardeşlikten yanadır ve bundan dolayı da Kürt halkı diyor ki, illa ve mutlaka
savaşla bu iş çözümlenir demiyor. Kürt balkı politik çözümler yanındadır.
Siyasi çözümden yanadır, bu konuda . . . (anlaşılamamış) Kürt halkı buna
hazırdır. Hazır olmayan devletin kendisidir. Devlet bundan kaçmaktadır. Bu
ülkede hiç bir zaman halklar birbirine düşman olmamıştır. Yetmiş yıldır ve daha
öncesinde de halklar birlikte yaşamış, halklar hiç bir zaman birbirine düşman
olmamış, kardeşçe barış içinde beraber yaşamışlar. Ama bu ülkede her iki halka
da düşman olan ve her iki halka da baskı ve ... (anlaşılamamış) altında tutan
bir tek devlet vardır. O da bu devlettir. Her iki halka düşman olan devlettir.
Değerli arkadaşlarım, eğer iki dakika bizi dinlerseniz, eğer katliamlara karşı
iseniz, eğer Kürdistan'da olup bitenlerden kendinizi sorumlu hissediyorsanız,
bundan duyarlı olmak istiyorsanız, bu ülkede kırılacaklar, ama bu ...
(anlaşılamamış) Bu ülkede hangi halktan olursanız olun, hangi ırktan ve hangi
dinden olursanız olun, henüz bu ülkede Kürdistan'da geliştirilecek katliam,
soykırım ve baskıların karşısında bir demokrasi cephesi, bir yurtseverlik
cephesi oluşturalım. Ancak o zaman katliamların önüne geçeriz. işte o zaman
yardımcı olmaya hazırsınız demektir. Değerli arkadaşlarım çok açık ve net
söylüyorum. Sizler burada görevinizi yapmıyorsunuz, Kürt halkı üzerine düşeni
yapmıyor. Sizler görevinizi yapmıyorsunuz. Sadece burda, bu mitingde slogan
atmakla üzerinize düştüğünüzü tümüyle yapmış sayılmazsınız. Kendinizi bundan
kurtaramazsınız. Bu ülkede sosyalizm adına enternasnonalizm adına herşeyi
söylediniz. Dergilerinizi yazıp söylediniz, sokaklara döküldüğünüz ama Kürt
halkı üzerine geliştirilen oyun karşısında nedense hep sustunuz, hep susmaya
devam ediyorsunuz. Hiç bir dünyanın hiç bir yerinde kendi özgürlüğü için
mücadele eden halklara milliyetçi gözüyle bakılmadı. Dünyanın hiç bir yerinde
kendi özgürlüğü için mücadele eden halklara milliyetçi bir mücadele gözüyle
bakılmada. Ama, Türkiye'nin sosyalistleri, Türkiye'nin aydınları, Türkiye'nin
devrimcileri, nedense Kürt halkının dinamizmine, mücadelesine milliyetçilik
demekten öteye gidemedi. Türk halkı işte, işte bu konuda sorumlusunuz. Türkiye'nin
devrimcileri, sosyalistleri, aydınları gelin Kemalizm'den öte düşünün,
kafanızdaki Kemalist çizgileri yıkın, Kemalist çizgileri aşın. Değerli
arkadaşlarım, burada bir çok sanatçı arkadaşım var, birçok konuşmacı arkadaşım
var. Değerli arkadaşlarım Balâ'nın Botan halkının, Diyarbakır Halkının, Cizre
Halkının, Kars Halkının, sizlere kardeşlik, sizlere en sıcak kardeşlik duygu ve
selamlarıyla hepinizi selamlıyor."
b)
İmzalamak suretiyle içeriğine katıldığımı Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi
Cumhuriyet Savcılığındaki 16.4.1992 tarihli ifadesinde belirttiği ve bu şekilde
onun yazılı beyanı haline gelmiş olan 2.4.1992 tarihli "Birleşmiş
Milletler, Tüm Uluslararası Kurum ve Kuruluşlara Deklarasyondur" başlıklı
bildirge:
"Türk
hükümeti 21 Mart Nevruz Bayramı kutlamalarından sonra yeni bir söylem
oluşturmaya başladı "Bir savaşla karşı karşıyayız", "örtülü bir
savaşla karşı karşıyayız, savaşta silah kullanılır" gibi sözler sık sık
kullanılır oldu. Bu söyleme uygun olarak Türk Hükümeti Kürt halkına karşı savaş
uçaklarını, helikopterlerini, tanklarını, toplarını v.s. en yoğun bir şekilde
kullanmaya başladı. Zaten 1991 yılı sonlarından itibaren bu tür silahlar
teröristlerle mücadele ediyoruz görüntüsüyle Kürt halkına karşı etkin ve yaygın
bir şekilde kullanılıyordu.
"Türk
hükümeti bir savaştan söz etmektedir. Ama savaşın kurallarına kat'i surette
uymamaktadır. Örneğin, savaşta sivil halkın üzerine ateş açılmaz silahlı
gruplarla, ordularla savaşılır. Savaş hukukuna göre yakalanan gerilla esir
muamelesi görür. Halbuki, 21 Mart'ın hemen öncesinde ve sonrasında süreçten de
iyice anlaşılmaktadır ki Türk güvenlik güçlerinin Türk ordusunun esas hedefi
Kürt gerillalardan çok Kürt halk yığınlarıdır. Silahsız ve savunmasız
insanlara, kadınlara ve çocuklara, yaşlılara, yaralıları taşıyan ambulanslara
ve sağlık kuruluşlarına ateş açmaktadır. Açıktan sivil halk katledilmektedir.
Köylerde, kasabalarda, şehirlerde evler yakılmakta, içindeki eşyalar tahrip
edilmektedir. Türk ordusu, Şırnak ilini savaş uçaklarıyla, helikopterlerle,
ağır toplarla ve tanklarla yoğun bir şekilde bombalamıştır. Bu bombardımanlar
sonucu, Şırnak'ta oturulabilecek ev kalmamıştır. Buzdolabı, çamaşır makinesi,
fırın gibi ev eşyaları tamamen tahrip edilmiştir. Şırnak'ın durumu depremle
yıkılan Erzincan'ın durumundan çok daha kötüdür. Açıkça görülmektedir ki, Türk
ordu birlikleri, Türk güvenlik kuvvetleri, Kürt gerillalardan çok onlara
kaynaklık eden Kürt halk yığınlarını fiziki olarak ve büyük kitleler halinde
yok etme peşindedir. Türk Devleti, Kürt sorununu, Kürt insanlarını öldürerek,
onların fizik varlığım ortadan kaldırarak çözümleme yolunu seçmiştir. Bütün
bunların uluslararası bir norm haline gelmiş, savaş kurallarına, uluslararası
savaş hukukuna aykırı olduğu bilinen bir gerçektir. Cenevre sözleşmelerinin hiçbir
hükmüne uyulmadığı da yine bilinen bir gerçektir. Türk basın ve yayın
kurumlarının, radyonun, televizyonun, gazetelerin, devletin söylevini aynen
kabul etmeleri, bunu kat'i surette sorgulamaya çalışmaları, devletin
pervasızlığını artırmakladır.
"Türkiye
bir taraftan üç buçuk eşkıyadan söz etmekte, bir taraftan da savaştan söz
etmektedir. Eşkıyaya karşı mücadelenin ülkenin iç sorunu olduğunu vurgulayarak,
Kürtlere karşı yürüttüğü bu kirli savaşın herhangi bir tanığının olmamasını da
özenle istemektedir. Aslında burada, Birleşmiş Milletler, Helsinki izleme
Komitesi, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Uluslararası Af Örgütü gibi
kurumlara çok büyük görevler düşmektedir. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere
bu kurumlar, Kürtlerin yaşama haklarını, demokratik haklarına ve özgürlüklerine
karşı görevlerini yerine getirememişlerdir. Onların bu tutumları, "bu
bizim iç sorunumuzdur" diyen Türkiye'ye büyük cesaret vermekte,
Türkiye'nin Kürt soykırımına varan katliamlar yapmasını teşvik etmektedir.
Birleşmiş Milletler gibi kurumların, bu tavırlarını şiddetle protesto ediyoruz.
"Aslında
en kirli savaşlar <bu bizim iç sorunumuzdur> perdesiyle örtülerek
yürütülen savaşlardır. Soykırıma varan katliamlar daha çok bu savaşlar
sürecinde gelişmektedir. Bunun nedeni gayet açıktır. Çünkü Birleşmiş
Milletlerin uluslararası gözlem heyetlerinin, basın-yayın kurumlarının v.s,
gözetiminin dışında cereyan eden savaşlardır, tanığı olmayan savaşlardır . . .
devletleri, egemenlikleri altında tuttukları halklara karşı pervasızlıklara iten
nedenlerden biri, hatta en başta gelen nedenlerden biri bu tür savaşları
izleyen ve gözleyen bir tanığın, tanıkların olmamasıdır.
"Türkiye,
Ermeniler ve Azeriler arasındaki savaşın uluslararası kurumlar tarafından,
basın-yayın kuruluşları ve insan hakları kurumları tarafından izlenmesi
gerektiği yolunda sürekli çağrılar yapmaktadır. Bunun gibi biz de Kürtlerle
Türk ordusunun ve Türk güvenlik güçlerinin arasında cereyan eden bu kirli
savaşın yukarıda adı geçen kurumlar tarafından izlenmesini, zaman zaman ilgili
kurumlara raporlar verilmesini ısrarla istiyoruz.
"Süren
savaşta taraflardan biri ısrarla diyalogtan yana olmasına karşın, Türk hükümeti
buna yanaşmamaktadır. Türk hükümetinin savaşın sona erdirilmesi noktasındaki
ilgisizliği ve kirli savaşta dayatması her iki taraftan bir çok insanın kaybına
neden olmaktadır. Önümüzdeki süreçte meydana gelebilecek bütün ölüm ve
tahribatların baş sorumlusu açıktır ki, siyasal ve demokratik çözüm talebine
yanaşmayan taraf olacaktır. Bu konuda tutum geliştirmeyen, tüm uluslararası
kurum ve kuruluşlar da sorumlu duruma düşeceklerdir.
"-
Bugün Türk hükümeti, Kürtlerin özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelesine
(vurgulama bizim) karşı en ağır, en öldürücü silahlarla çok yoğun, çok yaygın
ve çok kapsamlı bir savaş sürdürmektedir. Birleşmiş Milletler, Avrupa Güvenlik
ve işbirliği Konferansı, AGİK, Helsinki izleme Komitesi, Avrupa Konseyi, Avrupa
Parlamentosu gibi kurumların bu kirli savaşı izlemelerini istiyoruz.
"-
Basın-yayın kuruluşlarının, insan hakları kurumlarının, bu kirli savaşı
dikkatli bir şekilde izlemelerini istiyoruz.
"-
Uluslararası sağlık kuruluşlarını bu konuda duyarlı olmaya ve gerekli yardımı
yapmaya çağırıyoruz.
"-
Savaş Hukuku kurallarına uyuluyor mu, Cenevre Sözleşmelerine uyuluyor mu' . . .
gibi konuları yukarıda saydığımız uluslararası tüm kuruluşların ilgiyle
izlemelerini ve gözlemlerini istiyor, bu konuda somut, pratik adımlar atılması
çağrısında bulunuyoruz."
c)
Davalı parti ile ilgili olarak Siyasi Partiler Yasasının 106. maddesine göre
gönderilen belgelerin incelenmesinde; Genel Başkan, Genel Sekreter gibi sıfat
taşıyanların dışında kalan ve partinin taşra örgütlerinde görev almış üyelerin
veya onların oluşturdukları kurulların aynı nitelikteki beyanlarına,
yayınladıkları bildirilere ve sair eylemlerine de tesadüf edilmektedir ki
onları da şu şekilde özetlemek mümkündür.
l-
İstanbul İl Başkanı. Osman Özçelik'in Halkın Emek Partisi Zeytinburnu
(İstanbul) ilçe örgütünün 23.2.1991 tarihinde düzenlediği "Barış ve
Özgürlük" adlı toplantıdaki konuşmasından:
"Halkın
Emek Partisi Türkiye'de demokrasiye gereksinim duyulan bir günde, süreçte onaya
çıktı. 12 Eylül faşizmi, 12 Eylül faşizminin devamı İktidarlar, düzen
partileri, Türkiye halklarını aldatarak iktidarlarını ve muhalefetlerini
sürdürdükleri biranda Halkın Emek Partisi ortaya çıktı . . .
. .
. Halkın Emek Partisi Türkiye'de halkların kardeşliğini, eşitliğini ve
özgürlüğünü savunuyor. Halkın Emek Partisi resmi devlet ideolojisinin
karşısında bir partidir. Bu düzenin korunmasında yarar görenlerin karşısında
kurulan bir siyasi partidir . . . Halkın Emek Partisi Türkiye'de ve dünyada,
Ortadoğu'da Kürt halkının kendi kimliğine sahip çıkmasında ve insanca
yaşamasına . . . (anlaşılamamış) çalışan Halkın Emek Partisi ilk defa Kürt
balkına demokratik ve özgür bir ortam yaşamasında insanca yaşamasını sağlayan
ve tüzük parti programına alan bir partidir ..."
2-
Aynı kişinin Halkın Emek Partisi tarafından Nevruz münasebetiyle 21.3.1991
tarihinde İstanbul'da düzenlenen şenlikteki konuşmasından :
"21
Mart bir halkın ayaklanması ve onun mücadelesinin rengarenk görüldüğü gündür. .
. Nevruz Bayramını kutlayan bu zafer halktır. . . (Genel Başkan Fehmi Işıklar'ı
taktım ederken) sayın genel başkanım hoşgeldiniz. Emekçi başkanım hoş geldiniz,
işçi başkanım hoşgeldiniz. Sayın başkanım hoşgeldiniz. Kürt başkanım
hoşgeldiniz. . ."
3-
Aynı kişinin Halkın Emek Partisi Fatih (İstanbul) ilçe örgütü tarafından
25.5.1991 tarihinde düzenlenen "Bahar ve Özgürlük" adlı şölendeki
konuşmasından :
".
. . Özgür ve bağımsız yaşayabileceğimiz günlerin müjdecisi bir çok bahan
birlikte yaşamak üzere bir araya geldik. . . Eğer Kürtlerin demokrasiye
ihtiyacı varsa, biz Kürtlerin de partisiyiz. Eğer Türkiye emekçi halkların
demokrasiye insanca yaşamaya ihtiyacı varsa biz onların partisiyiz. Etmeninin,
Rumun, Yahudinin, Çerkezin ve diğer tüm etnik azınlıkların da partisiyiz. . .
Biz halkların kardeşliğini, halkların özgürlüğünü. . . (anlaşılamamış)"
4-
Halkın Emek Partisi Küçükçekmece (İstanbul) ilçe örgütü tarafından 8.3.1991
tarihinde "Dünya Kadınlar Günü" münasebetiyle düzenlenen toplantıda
ilçe başkanı Yaşar Kilerci'nin konuşmasından :
".
. . Türkiye'de kadın olup, aynı zamanda Kürt olmak daha zor bir şeydir. Burada
Kürt kadınının sorununa değinmeden geçemiyeceğim. Kendi toplumunda daha sert
bir şekilde geçerli olan tavırlar, değer yargıları, Kürt kadınını daha büyük
baskılarla yüz yüze bırakmaktadır. Aynı zamanda onursal baskı altında tutulması
da konunun diğer bir yerini oluşturur. Kürt toplumunun sosyal yapısı içerisinde
en gerici kurumlardan biri bile aile içinde kadın olgusuna hukuk kuralları bile
yani geleneklere, göreneklere yok sayılmakta, onun cins olarak kimliği . . .
(anlaşılamamış) dövülmekte, adeta yaşayan bir varlık bile ona tanınmamaktadır.
Kürt toplumunda bunu son derece yalan ve önlemlerle durdu. Berdel, şehtemel,
kürtaj yapmak, son derece yaygın bir sorun, yaygın bir işlem olan imam nikahı,
başlık parası ve kan davalarında kadınların türlü şekilde bir tarafa yönelmesi
ödenen bir malın karşılığı kadının rehin bırakılması bu örneklerden bir
kaçıdır. Bunlar, Kürt toplumlarının toplum için baskıları olarak değerlendirmek
mümkündür. Tüm bunların yanısıra, egemenlerin Kürt toplumu üzerine yıllardır
uygulanmakta oldukları. . . (anlaşılamamış) politikası, devlet terörü, soykırım
ve bunun gibi insanlık dışı uygulama ve politikalarla bir bütün olarak Kürt
toplumu yok etmeye çalıştıkları bilinmektedir. . . Özellikle son iki yılda Kürt
toplumunun içinde meydana gelen ayaklanmalarda, kitle hareketlerinde Kürt
kadınlarının oldukça önemli işlere sahip olduklarını görüyoruz. . . Kürt
kadınlarının Türk kadınlarından daha farklı bir sorunları vardır. Bu da ulusal
sorundur. . ."
5-
Halkın Emek Partisi Tunceli Merkez ilçe örgütü başkanı Mehmet Gülmez'in Şişli
(İstanbul) ilçe örgütü tarafından 8.5.1991 tarihinde düzenlenmiş olan
"Dersim Gecesi"nde yaptığı konuşmadan :
"...
Dersim haksızlığa, zulme karşı başkaldıran, onurlu direnişleri bu ülkedeki
önemli simgelerden biridir. . . insanlarımızın topluca gözaltına alınıp,
işkence şartlarından geçirildiği, köylere baskılar yapılıp, hapse gözaltına
alınan gençlerimizin cesetlerinin sabahleyin ailelerine teslim edildiği,
askerle zorla köylerinden alınan insanlarımızın dağlarda kurşuna dizildiği bir
ildir Dersim, Dersim'in birçok köyünde insan sesi duyulmuyor artık. Toprak
damların bacalarından duman tütmüyor. Değerli dostlarım, bu uygulama tarihi
yalnız Dersim'e özgü değildir. Bu baskı ve zulüm uygulamaları tüm Kürt halkına
karşıdır. Faşist bir olağanüstü bölge yasaları ve bölge valisi Kürt halkını
ezmek, Kürt halkının özgürlük mücadelesini komple bastırmak için oluşturulan yasa
ve kurumlardır. . . Kürtlerin dostları, Kürt halkının birlikte yaşadığı,
halklarının ilerici, yurtsever ve sosyalist güçlerdir. Değerli dostlar dünyanın
neresinde olursa olsun, sıcak mücadele ortamına girmiş bir ulusal ya da
sınıfsal hareketlerin cephe gerisi güçler, diğer bir yanı dört bir yanda
yaşayan sosyalist, ilerici ve demokrat uygulananlardır (uygulamalardır). . .
bizim görevimiz elimizden geldiğince cephe gerisindeki görevi yerine
getirmektir. Yeri geldiğinde de dostça eleştirmektir. . ."
6-
Halkın Emek Partisi Fatih (İstanbul) ilçe örgütü tarafından 25.5.1991 tarihinde
düzenlenen "Bahar ve Özgürlük" adlı toplantıda ilçe başkanı Hikmet
Can Özdemir'in yapağı konuşmadan :
"Baharların
ve baharların müjdecisi Nevruzların özgürlükler getirmesi inancıyla kepiniz
hoşgeldiniz. . . Partimiz herşeyden önce Türkiye'de yıllardır artık
çirkinleşmiş, kirlenmiş, resmi devlet ideolojisinin, resmi görüşün, Kemalizmin
artık bu ülkede işlemeyeceğini, insanların bu ülkede özgürlüğe ve barışa laik
(layık) oldukları inancıyla kuruldu. Kürt partisidir dediler. Aman ha
yaklaşmayın, yakar ha. Evet bizi defalarca dinleyip çarpıtanlara, defalarca
izleyip yanlış yorumlayanlara bir kez daha cevap veriyoruz. Bizim savunduğumuz
değerler evrensel değerlerdir. Demokrasidir, barıştır, özgürlüktür ve buna en
çok ihtiyacı olan Kürt halkıdır. Bu ülkede, Türkiye'de öncelikle onların
partisiyiz. Biz ayırımcı değiliz, bölücü değiliz, biz insanları renklerine,
ırklarına, dillerine göre ayırmıyoruz. Tam aksine insanların insanlaşması, doğanın
doğallaşması, toplumun sivilleştirilmesi, devletin demokratikleşmesi mücadelesi
veriyoruz. Buna Türkiye'de dahil olan her insan nasibini elbetteki alacaktır.
Ama öncelikle Kürt halkı alacaktır. Neden'mi Kürt halkı' 40 milyona varan
nüfusuyla Ortadoğu'da artık birinci sorunu aştı. Dünyada birinci sorun olmaya
aday ve Kürt halkı şu anda yeryüzünde olmadık vahşetlere maruz kalan, baskılara
maruz kalan zalimane, faşist, soykırımcı muamelelere maruz kalan bir halk.
Elbetteki biz Türkiye'de siyasal bir parti isek, demokrasi ve özgürlüğü
savunuyor isek o insanlara) Öncelik tanımak zorundayız. . . Dostlar Fatih ilçe
Örgütünün düzenlediği bu bahar ve özgürlük şöleni. Bahar ve özgürlük, ikisi de
birbirinden güzel, birbirinden alımlı. Birincisini çok yaşadık ama ikincisini
tadamadık. Ama mutlaka sevdalısıyız onun. . . (anlaşılamamış) onu da göreceğiz.
. ."
7-
Halkın Emek Partisi İzmir il örgütünce 22.3.1991 tarihinde İzmir'de Nevruz
münasebetiyle tertiplenen şenlikte il başkanı Bayram Özcan'ın yaptığı
konuşmadan :
".
. . Arkadaşlar dostlarım, ilan edilmemiş bir savaş vardır. Halkımızın yaşam
güvencesi yoktur. Biz HEP olarak Kürt halkına karşı yönelik yürütülen baskı,
imha ve. . . (anlaşılamamış) politikasına, özlenen savaş haline karşıyız. . .
Eğer insanlar suçlu ise devletin yargı organları vardır dostlar. Yargılanırlar,
yoksa devletin görevi yerinde kurşuna dizerek infaz etmek değildir. Bunun adı
terördür, devlet terörüdür, iktidarın Kürt halkına karşı yürüttüğü baskı ve
insafsızlaştırma politikalarına, uygulamalarına, savaş adı yasalarına son
vermeli. . . Amacımız. . . Türkiye toplumunu gerçek anlamda demokratik
özgürlükler toplumu haline getirmek, özellikle daha baskıcı ve ihmalci bir
görünüm alan Kürt halkı üzerindeki baskı ve intihar politikasına son vermektir.
Dostlar, Kürt sorunu cesur şekilde tartışılarak çözüme varılması gerektiği
inancındayım. Ülkemizde demokrasinin ayıbıdır. Demokrasinin önünde en büyük
engeldir. Gelin diyoruz artık bu ülkede kan akıtılmasın, her gün her an beş on
insanımız ölüyor. Bu her gün beş on insanın kanı akıtılıyor. Bu ülkede beş on
insanın kanı akıtılıyorsa bu bir savaştır. Yeter artık gelin hep birlikte mert,
cesur, dürüst bir şekilde sorunu ele alalım. Çağdaş ve ulusların kendi
kaderlerini tayin hakkı ilkesine saygılı bir çözüm yolu ile çözüm bulalım Kürt
halkı için de kendi kaderini belirlemek, her hak gibi tartışılmaz ve de
vazgeçilmez bir haktır. . ."
8-
Halkın Emek Partisi Van Merkez ilçe örgütünün 24.3.1991 tarihinde yapılan 1.
Olağan Genel Kurul toplantısında Merkez ilçe sekreteri İsmail Aydın'ın yaptığı
konuşmadan :
".
. . HEP oluşumu oluşmasın(ın) toplumsal sebep neydi' HEP durup dururken niye
kuruldu. Vardı ki bir nedeni kuruldu. Bunları kısaca belirtmeye çalışacağım. .
. Dünyada barış ve demokrasi rüzgarları eserken, Türkiye'de çok farklı
sorunlarla karşı karşıyayız. Militarist devlet yapılı emperyalistlerin
çıkarları doğrultusunda, askeri darbeden tutun da temel hak ve özgürlüklerin
yok edilerek varlığını sürdürmektedir. Bu devlet yapısı Kürtlere yönelik
asimilasyoncu, baskıcı ve sömürgen politikalar uygulamaktadır. . . Ancak
uydurma bir şey vardı. Yaşamın diyalizliği (diyalektiği olmalı) yani toplumsal
muhalefetler hiç bir zaman baskıyla durdurulamayacağı, bunun bir örneği
dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Türkiye'de işte orada yanıldılar. Sözde
demokrasiye geçildi denildi. Resmi devlet partileri kuruldu, îşte böylesi
demode HEP'i oluşturma çabalan başladı Türkiye'de. Demokrasi ve insanlar adına
yola çıkmış ama özünde iktidar partisinden başka bir şey savunmayan koca demokrat
partiler de vardı. Bunlar insanlar böylesi bir dönemde bu partilere yöneldiler.
Bu partilerin saflarında çalışmalarını sürdürdü. Ama öyle bir noktaya gelindi
ki tıkanıklık başladı. Yani o partilere egemen olan ideoloji, egemen olan
siyasi düşünce artık bu insanlara kendi partileri de görmek istediler ve hakim
bir şekilde o insanları dışlamaya başladılar. Yani halkımızın çıkarlarını
işçinin, emekçinin, köylünün, çiftçinin sorularını belecekleri (bilecekleri)
arkadaşlarımızı kendi partilerinden atma yoluna gittiler. Yani daha önce
bunların çirkin politikayı artık açıkça uygulamaya başladılar. İşte böyle bir
zorunluluk anında HEP'in oluşması gündeme geldi . . . Gerçekten toplumumuzun
tanık olduğu siyasal partilerin hemen tayininde birer halk hareketi olarak
ortaya çıkmıştır. Oysa HEP bir yığın hareketi olarak ortaya çıkmıştır. . .
Modem çağdaş toplumlarda devlet yansız ve ideolojisizdir. Devletin
demokratikleştirilmesi, eksiksiz ve ideolojisiz bir devlet düzeninin yeniden
yapılanması hem bir anayasa sorunu, hem de köklü bir zihniyet değişikliği
sorunudur. HEP devleti insanın ve toplumun hizmetine sunan ve devleti
demokratikleştirecek anayasa değişikliklerini zaman geçmeden
gerçekleştirecektir.
Toplam
ve insan için varolan ideolojisiz ve yansız bir devlet anlayışını topluma
özümsetmek, ideolojik savaşım götürecektir. 1925 yılında Şeyh Sait
ayaklanmasına! bastırılmasından sonra devletin güverliğini (güvenliğini)
sağlamak amaçlarını açıklamalarıyla toplu öldürmelere ve zorunlu göç
uygulamaları yapılmıştır. Yani bu uygulamalar dana o zamandan başlamıştır.
Şimdi Değil. Bu göç uygulamalarıyla tepkici, şoven milliyetçiliğinden
kaynaklanan ırk esasına dayalı bir hudut politikası uygulamasının bir
gereğidir. 70 yıldır uygulanan birlik politikasından aynı tepkinin ürünüdür.
1924 Anayasası da dahil tüm anayasalar T.C vatandaşı olabilmek için Türk olmak
ya da Türk olmayı benimseme zorunluğu yeralmıştır. Bugün Türkiye'de Türk
milliyetçiliği, Kürtlere baskının bir aracı haline getirilmiştir. ... Tüm
anayasalarda çok kez yinelenen ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü ilkesinin
ısrarla vurgulanmasının başlıca nedeni yönetici katmanların hezeyan haline
dönüşen bölünme ve parçalanma korkusudur . . ."
9-
Aynı toplantıda il başkanı (halen Özgürlük ve Eşitlik Partisi Milletvekili)
Remzi Kartal'ın yapmış olduğu konuşmadan :
".
. . İşte ülkede kimliği ile, benliği ile, varlığıyla birşey yoktur. Kürt diye
biri yoktur. Dili de yoktur, kültürü de yoktur. Böyle bir şey yoktur.
Türkiye'de herkes Türk'tür diye herkes Türktür diye inkarcı yok dendi.
Politikayla kendi inkar edilmiş, bugüne kadar, bu inkarlardan dolayı insan
olarak doğuştan var olan devredilemeyen, bir başkasına verilemeyen, inancıyla,
diliyle, kültürüyle, kimliğiyle, benliğiyle, kendisine doğuştan verilen
değerleriyle, hiç bir ... (anlaşılamamış) böyle bir harekete yanaşması,
koşması, ya çok demokrasiye ihtiyacı olduğu, demokrasiyi kuracağı, Türkiye'de
hür demokratik toplumu kuracağız diyen partinin içine koşmuş olması çok
doğaldır. . . 70 senenin kurulu düzeninde sosyal, siyasal ve hukuki
düzenlemeleriyle bugünkü Türkiyeyi idare etmek mümkün değildir. Bugünkü Türkiye
1924'ün Türkiyesi değildir. 50'nin Türkiyesi değildir. 8O'lerin Türkiyesi
değildir. Politikacıların görevi toplumların rahatlığını(n) tutmaktır,
beklentilerini bilmektir. O beklentilere cevap vermektir. Şimdi bunlara cevap
vermedimi toplumda sıkıntı yaratırsınız. Bu sıkıntının nedenini parlamenter
sistem içinde en gerçekçi, doğru bir şekilde ortaya koymayan ve çözülmesi için
doğruları söylemeyen düzen politikacısıdır. Evet devekuşu misali, başı kuma
gömmenin zamanı geçmiştir. Ayaklarımızın üstünde duracağız. Gerçekleri
söyleyeceğiz. Kürt yok demekle eğer Kürt olmuyorsa, yani binlerce yıllık tarihi
olan bu millet(e) daha çoktan bitmişti, gitmişti, gelmezdi. . . hiç kimse bu
toplumdan, bu ülkenin toprağından bir yere gitmeyecek, herkes burada, beraber
yaşayacak. . ."
10-
Halkın Emek Partisi Siirt Merkez ilçe örgütünün 20.4.1992 tarihinde yapılan
kongresinde İl başkanı Abdürrahim Deli'nin konuşmasından :
".
. . özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren bizler yeniden doğuyor, kendimizi
yeniliyor, zulme ve baskıya karşı mücadele azmimizi yükseltiyor, saflarımızı
sıklaştırıyoruz. Emekçi halkımızın yanında, onlarla omuz omuza hep barışa, hep
demokrasiye, hep özgürlüğe doğru tavrı adımlarla yürüyoruz. . . Demokrasinin
yerleşmesiyle birlikte halkların kendi kaderlerini belirlemek, her halk(ın)
için olduğu kadar, Kürt halkı için de tartışılmaz ve vazgeçilmez değer bir
haktır. . . Kürt sorunu demokratik bir ortamda, özgürce tartışılmadan çağa,
akla, bilime uygun çözülmeden, Türkiye'de gerçek bir demokrasiden söz
edilemeyecek ve Türk halkı da gerçek anlamda özgür olamayacaktır. Çünkü Türk
halkı da baskı altında tutulmuş onlara halkların arasında eşit ve adil olmayan
zora dayalı ilişkiler kabullenmeye zorlanmıştır..."
11-
12.5.1991 tarihinde yapılan Halkın Emek Partisi Muş il kongresinde il başkan
adayı (halen Özgürlük ve Eşitlik Partisi Milletvekili) Sırrı Sakık'ın
konuşmasından :
".
. . Neden HEP Türkiye'de yeniden yapılanma, yeniden bir siyasî partiye ihtiyaç
duyuldu'. . . Sovyetlerde, Sovyet Cumhuriyetlerinde daha fazla demokrasi, daha
fazla özgürlük için insanlar hergün göğsünü kurşunlara geriyordu. İşte orada
bir ateş yanıyordu, o ateşten bir kıvılcım bizim ülkemize sıçradı. O kıvılcım
HEP'i (anlaşılamamış) kısacası HEP . . . baskıya, sömürüye maruz kalmış bütün
insanların, diğer yönüyle ben Kürt kimliğini kabul ediyorum. Ben çaş değil(im),
ben devletten yana değilim diyenlerin partisidir. . . Bugün kendisini ister
sağda, ister solda tanımlasın, Türkiye'deki siyasi partiler ittihat ve
Terakki'nin bir ürünüdür, yani Kürtlerin dostları değildirler. Bugün, bugüne
kadar Türkiye'deki siyasal yaşamda genellikle ırkçı, şoven, milliyetçi anlayışa
sahip, çağdışı, Kürt kimliğini kabul etmeyen siyasi partiler Türkiye'de
politika yapmışlar, ama HEP bunların dışında bir partidir. . . insanlar her
geçen gün, insanlıklarının bilincine varıyorlar artık. Sadece yaşama hakkı
değil, onurlu ve özgür yaşama hakkına sahip çıkıyorlar ve onunla bağdaşmayan
bir yaşama biçimini reddediyorlar, İşte örnekleri, Sovyetlerde, Litvanyada
insanlar özgür olabilmek için tank paletleri önünde yatıyor, kemiği, eti tank
paletleri arasında kalıyor. Ama ülkemizde olmuyormu bu' Oluyor. Botan'da,
Tatvan'da, Lice'de daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük için insanlar
yürüyor, hedefleri göğüslerin. . . (anlaşılamamış) kurşunlan hedef ediyorlar. .
. Parti Kürt sorununu Türkiye'nin bütünlüğü içinde İnsan Hakları Evrensel Bildirisi,
Avrupa insan Hakları Bildirisi, Helsinki Son Belgesinin hükümleri doğrultusunda
demokratik ve barışçı yöntemlerle çözmeyi amaçlamaktadır. Ama gönüllü
birlikleri de unutmamak lazımdır. . . Ne zaman ki Kürtler bir adım ileriye
atıyor, işte haklarını almaya kendi ülkelerine sahip çıkmaya çalışıyorlarsa o
zaman Türkiye'de cumhurbaşkanı çağırıyor, gelin anlaşalım diyor. Korkusu var.
Bu insanlar geliyor, işte ben Kürtlerin hamişiyim diyor ve Kürtlerin
kurtarıcısı benim diyor. . . Biz ne bir Türk askerinin ölmesini istiyoruz, ne
de dağda Kürt gencinin ölmesini istiyoruz. . . Kürtler bağımsızlığın ne demek
olduğunu çok iyi bilirler. Çünki Zilanlarda, Halepçelerde, Dersimlerde yüzlerce
şehitler var. Siz öyle bazı şeylerin gümüş tepside ikram edileceğini biliyormusunuz'
1991'de Özal'ın Günaydın Gazetesinde bir demeci var. Ben bağımsız Kürt devleti
istemiyorum. Ey Özal, ben de köle kurt istemiyorum. Başbakan iki gün önce bir
açıklama yaptı. Bağımsız Kürdistan istemiyoruz. Sen kim oluyorsun, sen Kürtler
kadar karar verecek yetkilimisin' . . . Bugün işte bir parti doğdu, bizim
partimiz diyebileceğimiz HEP bu parti, hepimizin partisi bu parti. Türkiye'de
emeğiyle geçinen, yoksul Kürdün, Türkün, Lazın, Çerkezin partisidir. . . Bu
düzen partilerinin bu bölgede politika yapmaya hakları yoktur. Niye yoktur.
Çünki sizleri inkar ediyorlar. Ama HEP diyorki Kürtler vardır. Kürtler
oturacak, tartışacak, konuşacak kendi sorunlarına kendileri çözüm bulacak,
partilerin bölgede bulunması demokrasi gereğidir. Ama nasıl bir gerek, sadece
tabelaları kalsın. . ."
12-
Halkın Emek Partisi'nin 18.5.1991 Tarihinde yapılan Ağrı il kongresinde, Ağrı
il başkanı Kemal Adıgüzel'in yaptığı konuşmadan :
".
. . HEP için Kürt partisi diyorlar. Biz diyoruz ki, biz yalnız Kürtlerin değil,
ezilen, sömürülen, baskı görenlerin partisiyiz, insan haklarına saygılı, emeğe
değer veren, örf, dil, din, millet farkı gözetmeden demokrasi güçlerinin
dayatmasıyla kurulan, demokratik kitle partisidir. Onlara göre Türkiye'de eğer
ezilen, sömürülen ve baskı gören yalnız Kürtlerse tabiiki HEP bu insanların
demokratik taleplerini destekleyecektir.
13-
Aynı kongrede Ağrı il örgütü üyesi Eyüp Duman'ın yaptığı konuşmadan :
".
. . Bir bölümde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da hernekadar yok sayılsa, ne kadar
varlıkları inkar edilse, halk efsaneleri ve hikayeleri durdurulsa, inkar
edilemeyecek durum vardır. Bir gerçek vardır. Orada yaşayan İnsanlar Kurttur,
Kürt insanıdır, Kürt kökenlidir. Kürtlerin istemleri nedir' Ne istiyorlar'
Niçin inkar ediliyor bunlar' Niçin daha fazla eziliyorlar' Gerçi Türkiye'de
ezilen, sömürülen Kürt halkı tek değildir. Burada işçiler, köylüler, emekçiler
de en az Kürt halkı kadar eziliyor ve sömürülüyor baskı görüyor. Ama Kürtlerin
gördükleri baskı biraz daha katmerli ve fazladır, insanlarımız kendi ana
dilleri ile konuşmak, yazmak, kültürlerini geliştirmek istiyorlar.
Folklorlarını yapmak, örf ve adetlerini yaşamak, kısacası Kürt benlikleriyle
yaşamlarını birlik içinde sürdürmek istiyorlar. Başka istemleri yoktur. Ancak
resmi politika Kürtleri inkar ve Kürt insanının benliğini asimileye yönelik
olduğundan bunları daha fazla baskı uygulanıyor. . . Biz sadece Kürtlerin
partisi değiliz, biz Türkiye'de ne kadar ezilen, sömürülen, horlanan insan
varsa bunların hepsinin partisiyiz. Bunların tümünün haklarını elde etmek,
iddia ve çabasındayız. . . Biz emekçilerin partisiyiz, sömürülenlerin
partisiyiz. Eğer gerçekten Kürtler herkesten fazla eziliyorsa, sömürülüyorsa,
tabiiki biz bunların partisiyiz. . ."
14-
Şimdiki genel başkan Feridun Yazar'ın 2.6:1991 tarihinde Şanlıurfa ilinde
yapılan toplantıda genel sekreter yardımcısı sıfatıyla yaptığı konuşmadan :
".
. . Selam olsun, halkı için cezaevlerinde ömür çürütene, ne olursa olsun, selam
olsun halkı için şehit olanlara artık 2000 yılına girerken, dünya özgürlükler
dünyası, demokrasi dünyası, insan hakları dünyası olmaktadır. Ama bu toplum
hala kendi özgürlüğünden mahrum, emperyalistlerin, sömürgelerin baskısı altında
inim inim inlemektedir. . . HEP bütün dünyanın peşinden koştuğu özgürlüklerin
bugünkü Türkiye'de gerçekleşemediği ve her gün baskısını artırarak yaşamaya
çalışan anti terör yasalarla halkını, insanlığı boğmaya çalışan düzene karşı
kurulan bir partidir. . . Halkın Emek Partisi 2000 yılına girerken bütün
dünyanın önünde koştuğu özgürlüklerin, bir türlü Türkiye'de gerçekleşmediği ve
her gün baskısını artırarak yaşamaya çalışan Anti-Terör Yasasıyla halkı,
insanları, özgürlükleri, korumaya çalışan bir partidir. . . Biz Türkiye'de
yaşayan bütün halkların partisiyiz. Kürtlerin de partisiyiz. Türklerin de partisiyiz.
Türkiye'de ne kadar halk varsa hepsinin partisiyiz. . . Halkın Emek Partisi
Kürt partisidir, değildir. Ama Kürt sorununa en büyük ağırlığı veren partidir.
. . Kürdistan Kürtlerin malı. . . Kürt sorunu Türkiye'de kan kaybediyor. . .
Eğer bizi beğenmiyorsanız, Kürt sorununu sizler partinize alın yapın, başka bir
şey istemiyoruz. Dünyada Kürtler ve Türkler gibi ezilen halklar özgür olmadıkça
hiç bir halk ve dünya özgür olmayacaktır. Ve bu meş'aleyi Ortadoğu'da
yükseltelim. . ."
15-
Halkın Emek Partisi Turgutlu (Manisa) ilçe örgütünün açılışı münasebetiyle
21.7.1991 tarihinde bu yerde düzenlenen toplantıda eski Manisa ilçe başkanı
Celil Bedikanlı'nın yapmış olduğu konuşmadan :
".
. . 21. yüzyıla çok az bir zaman kala dünyada her türlü gelişmeyi en üst düzeyde
bulmakla beraber Ortadoğu'nun en eski halklarından ve bugün 30 milyonu aşmış
bulunan Kürt halkı daha hala özgür değildir. Ve Kürt halkı esaret zinciri
altında kalmış, uygulanan asimilasyon ve baskılar sonucu Beşikçi'nin dediği
gibi, klasik sömürge statüsünde bile olmayan Kürt halkı bu nedenle kişiliği
parçalanmış, tahribata uğratılmış ve tüm kendisinden uzaklaştırılmıştır.
Tarihte hiç bir halk kendisinden bu denli yabancılaştırılmamıştır. Türk
tarihine baktığımızda Türklerin diğer sömürgeci güçlerle olan ilişkileri çok
karmaşıktır ve genelde bizim istediğimiz temelde bir ilişki yoktur. Daha çok
başarı şansı devam edemeden, Kürt halkını kurtuluşa götürememiştir. Kürt
halkını böylece perişan etmişlerdir. Özel Harp Dairesinin içinde Kontrgerilla
denilen bir kurumun olduğu, bu kurumun bir çok karanlık işlerde
kullanıldığı(nı), bir dönem Başbakanlık yapmış, Bülent Ecevit ortaya atmış,
Süleyman Demirci'de bunu kabul etmiştir. Fakat kimse bu olayın üzerine
gidememiştir. Ama bu güç bugün Kürt halkı üzerinde terör estirmektedir. Gelişen
halk muhalefetine karşı güçler antiterörist baskı. . . (anlaşılamamış)
Diyarbakır şehidimiz Vedat Aydın bunun son kurbanı oldu. Fakat biz bunu da
biliyoruz ki bu hiç bir defa son olmayacaktır. Ama kimse şunu unutmasın, bu
mücadelelerimiz Vedat'ların kanı aktıkça gelişecektir. Halkımız kendi tarihini
kanla yazacaktır, ilerici insanlık adına şehitlerimiz halkımızın yüreğinde
inancımızı daha da pekiştirecektir. . . Vedat Aydın(ın şehit edilmesi
hernekadar Kürt halkına sıkılmış bir kurşunsa. . . (anlaşılamamış) bizim
kurtuluşumuz birliğimizde yükselecek, bu karmaşık düzeni paramparça edecektir.
Kürt halkının (halkı) nice Vedat Aydın'ları şehit vermekten çekinmeyecektir. .
."
16-
Halkın Emek Partisi Bursa il örgütünce 7.9.1991 tarihinde Bursa'da düzenlenen
eğlence gecesinde Bursa il örgütü başkanı Murat Dağdelen'in yapmış olduğu
konuşmadan :
".
. . Partimizin ortaya çıkışıyla doğal olarak devlet Kürt halkının bu anlamda
partimizi kanalıyla oynamak istemiştir. Bugün Kürt grubu (sorunu olmalı)
demokrasinin önünde kurulup geliştirilmesinde en büyük engeldir ve mutlak
çözülmesi gereken bir engeldir. Oysa devlet dün olduğu gibi bugün de bu sorunu
çözmede demokratik hiç bir yöntem kullanılmamış, aksine Kürt halkının en
sıradan taleplerine bile şiddetle karşı çıkılmıştır. . . Biliyoruz ki Türkiye
halklarının özgürlük, demokrasi ve barış mücadelesinin zafere ulaşmasında
partimizin fikirlerinin her alanda olduğu gibi parlamentodada ses verecektir. .
. Zafer Kürt ve Türk halklarınındır. Yaşasın halkların kardeşliği."
17-
Aynı gecede davalı partinin Bursa il yönetim kurulu üyesi Abdülkadir Gedik'in
yaptığı konuşmadan :
".
. . Yine de özgür demokrasi güzel insani duygularla bir araya gelmiş bu tür
toplulukların, mitinglerin her yerde eksiksiz yaşaması bizleri dört duvar
arasında mutlu etmektedir. Kürt ve Türk insanının güzel bir geleceğe
kavuşmasında bizleri umutlu kılmaktadır. Erkeği kadını, yaşlısı, çocuğuyla,
dağda, ovada her tarafı aydınlatan, yol gösterici, umut yazıtımızın peşinde
özgür ve bağımsız bir gelecek için ayağa kalkmıştır. Bin yıllardır süren
kölelik zincirlerini kırmak için varlığını ortaya koymaktadır. . . sömürgecilik
ve zulmün temsilcilerinin üstüne yüreklerini fırlatıp, korkunun, korkusuzlukla
yenebildiğini (yenilebildiğini) göstermektedir. . . Türk ve Kürt halkının
geleceği aydınlıktır. Buna hepimiz inanmalıyız. . . Bugün Türk ve Kürt halkının
mücadelesi güçlenerek gelişmektedir. Türk halkının mücadelesi Kürt halkının,
Kürt halkının mücadelesi, Türk halkının olumlu geleceğini dilemekte, bu iki
mücadelenin birbirinden kopmaz bağı içinde olduğunu tüm yurtsever demokratlar
yaşayarak görmektedirler. Bu nedenle iki halkın ortak mücadelesi her
zamankinden daha fazla kendine dayanmaktadır. . . Bu ortak mücadeleye HEP ne
kadar katkıda bulunabilir' Böyle net bir şey söylemek mümkün olmamakla birlikte
HEP'in bu mücadelede olumlu bir şey vermesini arzuluyor ve bekliyoruz. HEP
bugün sahneye çıkmış mücadele güçlerinin demokratik, legal alandaki öncüsü
olabilir. Bu mücadeleyi düzen sınırlan içine çeken değil, Bu mücadeleyi
ilerletici rol olabilir. Türkiye'deki demokrasi güçlerini HEP çatısı altında
birleştirerek, Türkiye ve Kürdistan'daki mücadele ortaklığını yaratmada olumlu
işler görebilir. . . Sömürgeci devlet Halkın Emek Partisi'nin icazetsiz bir demokrasi
mücadelesi içinde olacağını, ulusal kurtuluş, demokrasi, özgürlük bilincine
engel olmak bir yana, omuz vereceğini gördüğünden, HEP'i seçimlere sokmamıştır.
. . Özgürlük ve kurtuluşun tek yolu ulusal kurtuluş, özgürlük ve demokrasi
mücadelesini yükseltmek, zafere ulaştırmaktır. . . Bugüne kadar hiç bir
mücadele Türk ve Kürt kadınını evinden dışarı çıkartmamıştır. Bugün artık
görmekteyiz ki, kadınlar artık sokaklara çıkmakta, toplumsal mücadelede biz de
varız demektedir. Özgürlük ve demokrasi güzel şeylerdir. Kürt ve Türk halkı bu
güzel şeye layıktır. Şu bir gerçektir ki hiç bir halk bu güzelliklere
fedakarlıklar göstermeden ulaşmamıştır. Zaten göstermek zorundadır. Bu gerçeği
yaşamak istiyorsa bir insan. 1982 yılında şehit olan Kürt halkının değerli
evladı . . . (anlaşılamamış) yaşamı uğruna ölünecek kadar severken, yani
özgürlük demek ve buna layık olmak onun uğruna bir şeyler yapmak, hatta
gerekirse ölmek diyordu. Kürt halkı bugüne kadar yüzlerce. . . (anlaşılamamış)
binlercesi, onlar ki dört duvar arasında öldürülen en güzel kişilerdir.
Onbinlercesi işkence tezgahlarında sonsuz acılar içerisinde bundan sonradır ki
özgürlük ve demokrasi düşüncesi ve mücadelesi bugün Türk ve Kürt halkı
içerisine yaygınlaşmış. Bu düşünce Kürt halkının bayrağını daha yükseklerde
dalgalandırıyor. Ancak Kürt halkı bu bayrağı daha da yükseklerde
dalgalandıracaktır. . . Ulusal kurtuluş savaşında tutsak olan biri olarak son
sözlerimi şöyle söylüyorum: Kürt halkının verdiği bağımsızlık ve demokrasi
savaşı yolunda Türk halkının da özgürlük ve demokrasi mücadelesidir.
Türkiye'deki gericiliğin, baskının, çağdışı uygulamanın varlık nedeni Kürt
halkını köle tutmak içindir. Kürt halkı özgürlüğüne kavuşunca bu korku,
baskıcı, çağdışı tutumları bariz bir şekilde ortadan kalkacaktır. Bu nedenle
Türk halkının demokratları ve devrimcilerinin bu mücadeleyi koşulsuz
desteklemelerini bekliyoruz. Şunu ben diyorum ki Türk halkının gerçek dostu,
ancak Kürt halkı ve devrimcileridir. . . Türk-Kürt halkının dostluğu ise gerçek
dostluktur. Çünki birbirimizin aleyhine çalışacak değiliz. Bu deyişle Türk
halkının özgürlüğü, eşitliği, bağımsızlığı, dahil olmak üzere gelecekte ortak
mücadele verme birliğine ulaşmak, kurtuluşumuzu yakınlaştıracaktır."
18-
Halkın Emek Partisi'nin 15.12.1991 tarihinde yapılan 1. Olağanüstü Büyük
Kongresinde bazı partililer tarafından yapılan konuşmalarda aşağıdaki görüş ve
düşüncelere yer verildiği görülmektedir :
a)
Kongrede divan başkanlığına seçilen Antalya Merkez ilçe teşkilatı üyesi Güven
Özata'nın konuşmasından :
".
. . HEP'in henüz bir yılını tamamlamamışken demokrasiyle alay edercesine kendi
kurallarını koyan partilerle seçime sokulmadı ama uzungörüler bir irtibat
konusu HEP'i bu engeli aştı. Şu anda partimiz saflarında olmasa dahi, 22
arkadaşımızı parlamentoya göndererek cevabını vermiş bulunmaktadır. . .
Türkiye'de çağdaş demokrasiye geçilmenin yolu Kürt sorununa gerçek çözümler
bulmakla mümkündür. Bu çözüm ne özel hak reçeteleriyle olmayacağı gibi, özel
timler, şiddet ve kontrgerillalarla da mümkün olmayacaktır. . . Bütün bunlara
rağmen bu çözümde ısrar edilecekse, hak arayışına karşılık bir zamanlar
sağcıların dilediği anlayış, devlet terörü gözardı ederek, devletin suç
işlediğini inkar etmekte ısrar edecekse, ezilen ve sömürülen Kürt halkının da
kendi yazgısını bellemekte kendi kaderini tayin etmekte ısrarlı olacak ve
vazgeçilmez ve kaçınılmazdır. Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da
kardeşçe yaşamak azim ve inancında olduğumuz Türk insanı, Türk demokrasi(si) ve
Türk emekçileri sizlere sesleniyoruz. Sizler de bu halkın dışında değilsiniz.
Bu acılı ızdırap, o halkın olduğu gibi, sizin de yazgınızdır. O halkın
yalnızlıkla yönlendirildiği zaman sizin işiniz daha iyi olmayacaktan Demokrasi
ve insanlık için verilen bu uğraşta artık sizleri de saflarımızda görmek istiyoruz.
Bize katılın, gelin insanlık onurunu birlikte kurtaralım, gelin işkenceyi,
zulmü ve insan kıyımını birlikte yokedelim. . ."
b)
Adana İl Başkanı (halen genel sekreter yardımcısı) Kemal Okutan'ın
konuşmasından :
".
. . Burada hepimiz çok önemli bir günü yaşıyoruz ve bugün bir hürriyetin
başlangıcı olacak. Bu süreci insanları kalederek (katlederek), insanlara
işkence yaparak bu halkı susturabilmekleri düşünenlerin böyle olmadığını, bu
halkın öldürülerek, işkence edilerek, susturulabileceklerinin anlaşılabileceğinin
bir süreci, bu sürecin başlangıcı olacaktır. . . 12 Eylül deyince aklımıza
Diyarbakır zindanları gelir, Kemal
Pir
gelir, Mazlum Doğan gelir ama tarih "göstermiştir ki, süreç göstermiştir
ki, insanları katlederek insanları öldürerek ve insanların taleplerini kanla,
gözyaşıyla boğmak istemenin sonu yoktur ve olmayacaktır. . . Ama
Kahramanmaraş'ta olaylar yaratılarak ve Kahramanmaraş bahane edilerek özellikle
Kürtlerin yaşadığı illerde sıkıyönetim ilan ederek hiç bir şey elde
edilemeyeceğini de çok önceden görmüş olmaları lazım. Bunu da halkımız bizzat
kendi mücadelesiyle kanıtlamıştır. . . Antiterör yasası bölücü bir yasadır,
ayrımcı bir yasadır ve bu yasayla birlikte çıkarılan tecil yasasıyla öncelikle
faşistleri salıverdiler, daha sonra aktif suç yakalanan salıverildi ve daha
sonra özellikle Kürt halkı ile Türk halkının arasını açmak için ve özellikle
Kürt halkının demokratik istemlerini ve Kürt halkının ulusal demokratik
istemlerini kovabil-mekle bu haklan birbirine kırdırabilmek için Türk devrimcilerini
salıverdiler. Ama mücadele veren Türk devrimcileri hala cezaevlerinde yatıyor.
. . Şimdi Kürt halkının mücadelesini önleyebilmek ve demokrasi mücadelesinin
önüne geçebilmek için özellikle metropol bölgelerde halkları karşı karşıya
getirme operasyonları var. Özellikle de sivil faşist eliyle de Kayseri'de,
Adana'da, İstanbul'da başka illerde halkları birbirine kırdırabilmek için
egemenler çaba sarfediyorlar. Biz diyoruz ki halklar egemenlerin oyununa
gelmeyecek ve el ele verecek, Türkiye'de demokrasiyi kuracak ve Kürt halkını
(halkına) da ulusal demokratik hareketlerin önünü açacak ..."
c)
Şanlıurfa Merkez ilçe örgütü üyesi (halen Şanlıurfa il başkanı) Abdülmuhsin
Melik'in konuşmasından :
".
. . Partimizin SHP"yle yaptığı seçim iştirakinde büyük basan göstermiş. .
. (anlaşılamamış) partimizin seçimlerde büyük bir başarıyla çıkması Kürt
halkının geleceği, ulusal mücadelesi, boyutların gerçekleşmesi bakımından
önemlidir. Halkımızın varlığını inkar eden, Kürt halkını. . . (anlaşılamamış)
isteyen tarihten haritadan silmek isteyen Devletin ve resmi ideolojisi olan
Kemalizm'dir. Bu utanç duvarı yıkılmadıkça Türk ve Kürt halkları eşitlik
temelinde bir arada yaşayamazlar. Türkiye demokratikleşemez, özgürleşemez. . .
Kürtlerin Türkleşme politikasını destekleyen resmi ideolojileri lanetliyor,
şehitlerimizi saygıyla anarken, özgürlük mücadelesi verenleri saygıyla
selamlıyorum. . ."
d)
İstanbul il sekreteri Cabbar Gezici'nin konuşmasında :
".
. . Bugün Türkiye ve Kürdistan'ın her alanda (alanında) kitleler bağımsızlık,
demokrasi ve özgürlük talepleriyle şu veya bu şekilde dile getiriyorlar. . .
bugün(kü) aşamada düzen bütün karşı devrimci, faşist zoruna rağmen Kürdistan ve
Türkiye halkının çok ciddi örgütlü halkçı tepkileriyle karşı karşıyadır.
Kürdistan'da yaşama hakkı bile yasakken. . . Kürt halkı ve Türk halkı bu
baskılara gine direniyor, gine kendi gerçekliğini ifade ediyor, gine kendi
ulusal demokrasisini, taleplerini dile getiriyor, onları dayatıyor.
Kürdistan'da insanlar ulusal kimlikleri için devletin yasakladığı, yasa dışı
ilan ettiği örgütlerini(n), önderlerinin çağrılarına uyarak sokaklara
dökülüyorsa, bütün yasaklara rağmen Kürdistan halkı bunu yapıyorsa, bu devlet,
bu düzen hala şu yasaktır, şu yasa dışıdır diyerek Kürdistan halkının ve Türk
halkının bu tepkilerine sessiz kalamaz. . . Kürdistan halkı onbinlerce,
yüzbinlerce sokaklara dökülüyor ve gerçeği haykırıyor. Biz Kürdüz diyoruz,
burası Kürdistandır diyor, bu terörist dediğiniz insanlar bizim önderlerimizdir
diyor... onlar kendi aralarında kurup Kürt halkının bu taleplerine çözüm
bulamazsa, Kürt halkının ulusal, demokratik sahiplerine uygun davranmak
istiyorlarsa, onlara kulak vermek istiyorlarsa gitsin bu taleplerin
sahipleriyle konuşsunlar. Kürdistan halkı çözüm istiyor. Sadece istemekle
kalmıyor. Çözümünü dayatıyor, ya benimle görüşeceksin, bu sorunu çözeceksin, ya
da bu sorunu kendi bildiğim gibi çözerim diyor. . . gitsinler Kürt halkı ve
onun meşru temsilcileriyle otursunlar, bu sorunu çözsünler. . ."
19-
Halkın Emek Partisi Nazilli ilçe örgütü tarafından 28.2.1992 tarihinde
düzenlenmiş olan "Dayanışma Gecesi'nde genel sekreter yardımcısı Kemal
Okutan'ın yaptığı konuşmadan :
".
. . Değerli arkadaşlar coşkunuz büyük, gerçekten Kürt halkının dünyada
uygulanan baskıların en kötüsü, en barbarı, en vahşicesi uygulanan Kürt halkı
coşmayacak da bağırmayacak da slogan atmayacak da kim atacak' Elbette atacak. .
. Bedeli ağır olsa da, insanlar ölse de, insanlar işkence görse de, özgürlüğün
bedelinin ağır olduğunu gördük. Ama bunun sonucunda özgürlüğe kavuşmanın
adımlarının daha usta atıldığının bir süreci. . . Bu ülkede bir çok sorun var.
Yani Kürt sorunu çözülmeden hiç bir sorun çözülemez. Bu ülkede konut sorunu
varsa, enflasyon varsa, Kürt sorunu çözülmeden hiç bir sorun çözülemez. Sevgili
dostlar, Kürt sorununa siyasi ve demokratik bir çözüm bulmak için söylüyoruz ve
diyoruz ki, Türkiye Cumhuriyeti 70 yıllık asimilasyonundan vazgeçerse, Kürt
halkının ulusal varlığımızı (varlığım) tanırsa, yani özgürlükçü politikadan
vazgeçmezse Kürt halkının ulusal demokratik kariyerinin tanırsa sorunu
çözülebilir. . . Kürt sorunu elbette ki Kürtleri ilgilendiriyor. Ama Kürt
sorunu bir anlamda Türklerin de sorunu. Yani bu ülkede Kürtler eziliyorsa,
sömürülüyor, vuruluyor, horlanıyorsa, bu yalnız Türkleri ilgilendirmez, Kürt halkına
yönetilen bütün politikalar, Kürt emekçisini ve Kürt halkını yoksullaştırıyor.
Kürt halkını ezmek için tank alıyorlar, top alıyorlar, silah alıyorlar, ama bu
sadece Kürt halkının sorunu değil, Türklerin de sorunu. Son zamanlarda
metropollerde geliştirilen şovenizm dalgasına karşı, Türklerle Kürtlerin el
ele, omuz omuza verip egemen güçlerin şovenizm dalgasına karşı mücadele
vermesini istiyoruz...
Aynı
gecede davalı partinin Aydın il başkanı Lazgin Çulduz yaptığı konuşmadan yirmi
yıldan beri ikamet ettiği Aydın il merkezini yurtdışı olarak niteleyerek
şunları söylemiştir :
".
. . Ben yirmi yıldan beri ülkemden uzak yurtdışında bulunuyorum. Benden daha
uzun süre dışarıda katanlar var. . . Vatan dışında çok uzak bir yerde olup,
vatan dışında olup yaşamanın bizim için değeri yoktur. Vatanını kaybeden, bir
toprak parçası üzerinde özgürce yaşayamayan bir kimse hiç bir kültüre ve
sanatsal ve sosyal ulusal gelişmeyi caydıramaz. Belki bir gün ülkemize de
döneriz ve bir gün bir araya gelip, etkinlik için programlar yapabiliriz. Ama
biliyoruz mülteci yaşamına eğer sağlam bir toprak parçası kalsa da, Kürt
bayrağı asarız. . ."
20-
Halkın Emek Partisi Adana il örgütünce 12.4.1992 tarihinde düzenlenen
"Halkın Emek Partisi Dayanışma Gecesi'nde genel sekreter yardımcısı Kemal
Okutan'ın yaptığı konuşmadan;
".
. . Sizleri binlerce Kürdün yurt özlemiyle selamlıyorum. Öyle bir halk düşünün
ki binlerce yıl baskı ve zulüm altında kalsın, hain korucu başlarına dikilsin,
tarihe ihanet eden bu ihanet kanadıdır. Kürtleri üç gruba ayırdılar. Birisi
korucu hain ihanet kanadıdır, bir kanadı da devrimci demirci Kawa'ların direniş
kanadıdır. Bu kanat bizleri daha çok ilgilendirmektedir. Bizleri daha çok
güçlendirecektir. Bir kanadı da Kürdistan topraklarında petrolü modern
tekniklerle çıkaran modern güçler oluşmuştur. Bizi özgürlüğümüze götürecek bir
güçtür, . . 1. grup hain Baho oğulları, 2. grup Serhan'dan gelen halklaşan,
topa tüfeğe karşı gelen yiğit Kürt halkıdır. 3. ise halkından kopartılan
özgürlük savaşçıları vardır. . . Biz kendi kendimizi yönetmek ve kendi
meclisimizi seçmek istiyoruz. Eğer bize güzellikleri insanlıkları çok
görüyorlarsa biz bunları da almasını biliriz. Hiç bir şey bağımsız ve
özgürlükten daha değerli olamaz. . ."
21-
Halkın Emek Partisi Sakarya il örgütünün açılışı münasebetiyle 20.4.1992
tarihinde yapılan eğlence gecesinde Bursa il örgütü başkanı Murat Dağdelen'in
konuşmasından :
".
. . Bugün burada Lazıyla, Çerkeziyle, Kürdüyle, burada bulunan bütün
arkadaşlara, hepinize hoşgeldiniz diyorum. Konuşmamıza başlamadan önce bütün
etkinliklerimizde, bütün parti etkinliklerimizde yaptığımız gibi ölenler ama
yenilmeyenler adına bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum
hepinizi..."
22-
Halkın Emek Partisi İstanbul il örgütünce 1.3.1992 tarihinde İstanbul'da
düzenlenen "Bütün Halklar Kardeştir, Katliamlara Son" isimli mitingde
İstanbul il başkanı Felemez Başboğa'nın konuşmasından :
".
. . Bugün çok mutluyuz çünkü binlerce Kürt ve Türk emekçisi, devrimcisi,
demokratı ve yurtseveri kardeşlik duygularını haykırmak üzere Hürriyet
Meydanına gelmiştir. . . Bastırılmış özgürlük tutkuları her yeri kaplar, bugün
benim ülkemde baharını yaşıyor. Kışın buzları çözülmeye başladı bile, Botan'da,
Amed'de, Serhat'ta özgürlük türküleri yükseliyor. . . binler, onbinler,
yüzbinler katılıyor. Kürt halkının özgürlük yürüyüşüne. Egemenlerin yüreğine
korku katılmıştır. Ancak birer birer değil, onar onar öldürmeye başladılar.
Ancak tabanca tüfek yetmiyor. Tanklarla, panzerlerle, uçaklarla, zehirli
gazlarla üzerimize geliyorlar. . . Kürt kardeşin en temel insani hakkını
kullanamamaktadır. 70 yıldır seninle iç içe oldu, işçi oldu, memur oldu, hamal
oldu, düzenin yükünü birlikte çekti, ama sizden farklı olarak da Kürt olmaktan
dolayı da bir yük taşıdı. Kendi kimliğine hiç bir alanda sahip çıkamadı.
Dersim, Ağrı, Zilan katliamlarını yaşadı. Ama hiç bir zaman Türk halkına bir
düşmanlık taşımadı. . . Bugün en temel insani değerlerini korumak, rahat olarak
mücadelesini veren Kürt halkı, Türk halkı ile eşitlik temelinde birlikte yaşamı
sağlamak için Özgürlük yürüyüşüne gitmiştir. . . Bu savaşın faturası
ekonomiden, insan yaşamına. . . (anlaşılamamış) Türk ve Kürt halkına
çıkarılmaktadır. . . Resmi ideolojinin 70 yıldır uyguladığı inkarcı şiddet
politikası bugün iflas etmiştir. . . Kürt halkının özgürleşme mücadelesiyle
Türk emekçilerinin özgürleşme mücadelesi ne birbirinden kopuk ne birbirine
karşıdır. Birbirinden ayrılmış değildir. . . Parti "olarak bizleri
birbirimize kırdırmak isteyen ne Türk ne de Kürt halklarıdır. Bir tek sorumlusu
vardır. O da resmi ideoloji. Türk ve Kürt halklarının kardeşliğine sabırla adım
atma günüdür."
23-
Davalı partiye mensup bazı milletvekillerinin çeşitli yer ve zamanlarda
yaptıkları konuşmalar da dikkat çekici bulunmuştur. Bunları şöyle özetlemek
mümkündür :
a)
Mahmut Almak (halen Özgürlük ve Eşitlik Partisi Milletvekili) Halkın Emek
Partisi Eminönü (İstanbul) ilçe örgütünce 16.3.1991 tarihinde düzenlemiş olduğu
"Halepçe Katliamı" konulu paneldeki konuşmasında :
".
. . Dört beş gün önce bölgedeydim, İdil'e gittik. Şırnak'a gittik. Bütün
bölgeyi dolaştık. Muş Van'a gittik. Kürtler orada toplu katliam tehlikesiyle
karşı karşıya Yürüyüşleri kanla, hışımla, barutla susturulmaya çalışılıyor. . .
(anlaşılamamış) yönetimi bütün acımasızlığı ile başta insanlar kurşunlanıyor,
insanlar vuruluyor, kitlesel olarak gözaltına alınıyor, en hayasızca, en
vahşice işkencelerden geçiriliyor ve orada en ufak bir kıpırdanma savaş nedeni
olarak kabul ediliyor. . . Kürtler bölgede üç seçenekde karşı karşıya
dostlarım. Ajanlık ve köy koruculuğu bir, ikincisi dağa çıkmak. Üçüncüsü de göç
etmek. Kürt halkına başka bir seçenek tanımıyorlar. . . Kemalizm zaten
paçavraya dönmüş, çağdışı kalmıştır Kemalizm. Yıkılışını sadece ilan ediyor.
Zaten yıkılmıştı. . . Hürriyet Gazetesinden kestim, Kürtler azınlık değil
başlıklı bir haber, adları bilim adamı olan, binbeşyüz holding adamı, adları
bilim adamı ama holding adamı, bir deklarasyon düzenlemişler. Irkçılık,
kafatasçılık, iğrençlik deklarasyonu. . . (anlaşılamamış) mensubu olmaktan
şeref duyduğumuz bu milleti Türk yapan unsurların, son ortak tarih, örf ve
adetler, dini, vatan, ortak ülkü ve menfaatler, bütün sanat eserlerimizle
beraber, hatta bunlardan da öte Türkiye Cumhuriyetinin bölünmez bir bütün
olduğunu, Türk milletine değer ve arz ederim. Ve diyorlar ki dili Türkçe olan
Türkiye Devletinde azınlıklar dışında herkesi Türk tanıdığımızı ve bildiğimizi
ve bunun dışında hiç bir görüş, düşünce ve safsatalara iltifat etmediğimizi
ilan ederiz diyorlar. Şimdi soruyorum bu soytarılara ne yapacaksınız' Direnen
bir taraftan kendileri için az önce söylediğim gibi bir taraftan da bütün dünya
halkları için kahramanca mücadele eden bu halkı ne yapacaksınız ey holding
adamları' Değerli dostlarım neler yapılmalı, izin verirseniz o konuya gelmek
istiyorum. Öncelikle Kürt halkı kendi öz gücüne ve kendi mücadelesine güvenmek
zorundadır. Kendi iç dinamiklerini oluşturmak zorundadır. Öncelikle kendi
ayakları üzerinde durmak zorundadır. Bölgemizde var olan nükleer silahlar,
kimyasal silahlar, tamamen ortadan kaldırılmalıdır ve yeni Halepçelerin
tekrarlanmaması için Kürt sorunu mutlaka çözümlenmelidir. Kürt sorunu çözümü
Kürt halkının kendi geleceğini özgürce belirleme hakkını içerir değerli
dostlar. . . Ve Kürtlerin kendi sorunlarını başta Birleşmiş Milletler olmak
üzere, uluslararası bütün platformlarda, bu platformlara taşımaları
sağlanmalıdır. . . Değerli dostlarım Kürt halkı dostlarını çoğaltmalıdır. Bizim
bir kadersizliğimiz var. Biz bir taraftan Kürt gericiliğine karşı mücadele ediyoruz,
bir taraftan da kardeşimiz ve dostumuz olan ve yıllardan beri birlikte
olduğumuz Türk halkını(n) baş belası olan Türk şovenizmine karşıda ihtiyatlı
davranmak zorunda kalıyoruz. Oysa ki tüm sosyal şovenizmine karşı mücadele
vermek, Türk milliyetçiliğine karşı mücadele vermek, Türk ilericilerinin,
devrimcilerinin, demokratlarının görevi, öylesine şanssız insanlarız ki, bir
taraftan da Türk halkının dostluğunu kazanmak gibi tarihi bir görevle karşı
karşıyayız. Bu nedenle başta Kürt halkı Arap halkı, Fas halkı ve bütün dünya
halklarını(n) kardeşliğini ve dostluğunu kazanmak onları yanımıza almak
zorundayız. Değerli dostlarım, tek yürek, tek vücut gibiyiz. Biz aşacağız,
sıkıntıları aşacağız, biz dağları(a) ve çocuklarımıza özgür ve mutlu bir
gelecek bırakacağız. Tarihi görev bizim dirilmemizi bekliyor. . ."
b)
Aynı kişinin Muş il örgütünün 12.5.1991 tarihindeki kongresinde yaptığı
konuşmadan :
".
. . Değerli dostlarım, bizim insanlarımız şehit ediliyor, Gerilla bizim
çocuğumuz. Gerillalar, gerillalar dağlarda can veren gerillalar bizim
çocuğumuzdur. Bizim kanımızdır, bizim canımızdır ve gerillaya kurşun sıkanlar,
kurşun sıkan askerler de bizim çocuklarımız. . . Bu kürsüden Özal'a seslenmek
istiyorum, Özal'ın bekçiliğini yaptığı devlet yetkililerine seslenmek
istiyorum. Siz bir kere Kürt dostu değilsiniz. Onun altını çizelim. Ne Özal, ne
İnönü, ne Erbakan hepsinin Türkeş'den bir farkı yok. Kürt sözcüğü söz konusu
olduğu zaman veya Kürtler söz konusu olduğu zaman hiç birinin farkı yok. Eğer
Kürt dostu iseniz, iddianız var ise hodrimeydan. Buyurun es es kararnamesini
kaldırın. Doğuda. Kürtleri ezmek için baskı altında tutmak için, Kürtleri
vahşice yok etmek için çıkardığınız kararnameyi askıya alın. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesini yürürlüğe koyun. Kürt dostu iseniz bunu yapın. Ya PKK'lı
olacaksın, ya dağa çıkacaksın, ya da köy korucusu olacaksın şeklindeki
politikayı bir tarafa bırakın. Eğer sizler, bay politikacılar, bay Kürt
düşmanları, eğer sizler samimi iseniz, Kürt halkının baş belası olan, Kürt
halkının bahtsızlığı olan, Kürt halkının şanssızlığı olan köy koruculuğu
sistemine son verin. Eğer siz Kürt dostu iseniz, Kürt dostu olduğunuzu iddia
ediyorsanız ve samimi iseniz, Kürt halkının kendi demokratik tepkilerini ortaya
koymasına tahammül ediniz. Kerboran'da, idil'de, Şırnak'da yürüyen Kürtlerin
üstüne panzer sürmeyiniz. Kürtlere kurşun sıkmayınız, Kürtleri öldürmeyiniz,
Kürtleri katletmeyiniz. . . Daha çok korkacaklar, halkımız büyüyor, halkımız
gelişiyor, daha çok korkacaklar bizden, sizden korkacaklar, çocuklarınızdan
korkacaklar. Sevgili il başkanı Sim Sakık'ın altını çizdiği gibi onlar
korkacak, onlar korktukları için bizi kameraya almaya çalışıyorlar. Onların
kameraları da bizimle başedemeyecek. Çünki biz milyonlarız, çünki biz dünyayı
onların başına dar edeceğiz ve diyorum ki, Doğu'da akan kan durdurulmalıdır,
demokratik çözümler üretilmelidir. Değerli dostlarım, siyasal hak aramak
demokratik bir haktır. Çünki insanların siyasal hakları aramalarına engel
olurlarsa, onlara faşist ve gerici ilan etmek bizim görevimizdir, insanlar,
siyasal hak arama özgürlüğüne kavuşturulmalıdır. Bu kan durdurulması
isteniyorsa, bu vahşetin durdurulması isteniyorsa, siyasal hak arama özgürlüğü
yasallaştınlmalıdır. insanlar serbestçe düşünüp taşınmalı ve örgütleştirilmelidir.
Siyasal düşünceleri uğruna çalışma yapabilmelidirler. Yalnız bu bile tek başına
akan kanı durdurmaya yeter. İnsanlar durup dururken dağlara çıkmamışlardır,
insanlar durup dururken silahlarına el atmamışlardır, insanlar zorunlu
bırakıldıkları için dağlara çıkmak zorunda bırakılmışlardır ve diyoruz ki biz
ezilmenin ne olduğunu, horlanmanın ne olduğunu, baskının ne olduğunu,
işkencenin ne olduğunu, açlığın ve sefaletin ne olduğunu en iyi Kürtler bilir
ve bu nedenle ezilen kim olursa olsun, horlanan, baskı altında tutulan,
sömürülen, aç ve sefil bırakılan kim olursa olsun, o bizim dostumuzdur. O bizim
kardeşimizdir. Bu nedenle Kürtler, bizler yalnız Türk halkıyla değil,
kardeşimiz ve dostumuz Türk halkı değil, bütün dünya halkıyla kardeşçe ve
dostça birlikte yaşamak istiyoruz. Bu nedenle Kürtlere, bütün Kürtlere ezilmesi
gereken, cezalandırılması gereken, öldürülmesi gereken bir PKK gözüyle
bakmayınız. Varsa PKK ile bir hesabınız PKK ortada hesaplaşmak istiyorsanız
gidin hesaplaşın. . . Bu ülkede aydınlığa varılmak isteniyorsa, enflasyonun
önüne geçilmek isteniyorsa, Kürt sorununun çözümlenmesi gerekir. Kürt sorunu
çözümlenmelidir ki Türk halkı da aydınlığa çıksın, aksi halde Türk halkının
içinde bulunduğu bu karanlık devam edecektir. Bu devlet yerli ve yabancı sermayenin
devletidir. Bu devlet halkımızın devleti değildir. Devlet konusunda da aynı
şeyleri konuşuyorum. Onlar sadece halkımızın oy sandığına oy atan bir topluluk,
birer sürü olarak görülüyor. Onun dışında halkımızın politikaya girmesini
istemiyorlar. Politikaya girdiğiniz zaman demokratik gelenekler yaratılacaktır.
Demokratik gelenekler yaratıldığı zaman halk kendi geleceğini özgürce belirleme
hakkını elde edecektir. Bu onların işine gelmez. Çünki düzenleri yerle bir
olacaktır. Düzenleri başlarına yıkılacaktır. Sömürü ortadan kaldırılacaktır.
Yarınımızı, çocuklarımızın yarınlarını karanlığa boğmağa hakkımız yoktur. Ey
ANAP'lılar, SHP'liler, mahalli yöneticiler, RP'liler, DSPliler, Muş'lu DSP
yöneticileri, bu kürsüden sizlere sesleniyorum. Halkımız eziliyor, halkımız acı
çekiyor, halkımız sıkıntı içinde, halkımıza ihanet etmeyiniz. Halkımızı arkadan
hançerlemeyiniz. Çünki siz de bu halkın çocuklarısınız. Bu düzen partileri
halkı yok etmek için vardır. Geliniz elbirliği yapalım ve sevgili il
başkanımızın dediği gibi, bu düzen partilerini, kendileriyle başbaşa bırakalım
ve halk düşmanı, emekçi düşmanı olan bu partileri ayaklarımızın altına alalım
ve öldüğümüzde çocuklarımıza özgür ve sömürüşüz bir temel atalım ve
çocuklarımız bizimle gurur duysun istiyoruz. . ."
c)
Aynı kişinin davalı parti Ağrı il örgütünün 18.5.1991 tarihinde yapılan
kongresindeki konuşmasından :
".
. . Özal Türk dediği Kürtlerin, öz Kürdistan'ında devlet kurmalarına şiddetle
karşı çıkıyor ve Bush'la kapalı kapılar ardında pazarlığını da yapıyor.
Uçakların kalkmasına izin sağlıyor ve oradaki Kürtlerin katliamına giden yolu
açıyor ve buradan soruyorum Özal'a, hani Kürtler Türktü, madem Kürtler Türk
neden devlet kurmalarına karşı çıkıyorsunuz sayın Özal, neden karşı
çıkıyorsunuz' Bu sizin yumuşak karnınız değil mi'. . . Özal'da tıpkı bir İnönü
gibi, tıpkı bir Türkeş gibi, tıpkı bir Ecevit gibi Kürt dostu değildir ve
Kürtlerle uzaktan yakından hiç ama hiç bir ilgisi yoktur değerli dostlarım.
Bunun altında yatan nedenlerden birisi de Kürt siyasal hareketlerin(in)
gelişmesidir. Kürt ulusal demokratik hareketini ezmeye çalışmaktır. Tedbirsiz
hareket eden Kürtleri abluka altına almaktı(r). Ama Kürtler tarih boyunca
sürekli olarak kazık yediler, sürekli olarak hançerlendiler arkadan. Fakat
artık, halkımızın geleceği sizlerin elindedir değerli dostlarım. . . Ben ANAP
gibi SHP gibi DSP gibi RP gibi partilerde yer alıp da yüreğinde az çok, ama az
çok halkın sevgisini taşıyan insanlarımıza buradan bir çağrı çıkarmak
istiyorum. Halkımıza ihanet etmeyiniz değerli yöneticiler. Halkınıza ihanet
etmeyiniz DSP yöneticileri, DYP yöneticileri, ANAP'ın Ağrı'lı yöneticileri,
SHP'nin Ağrı'lı yöneticileri, DSP'nin, RP'nin Ağrı'lı yöneticileri, Halkınız
tarih boyunca ezilmiştir. Halkınız tarih boyunca ihanet görmüştür. Halkınızı
arkadan hançerleme hakkınız yoktur. Bu nedenle, burjuva partilerinin, bu devlet
partilerinin, bu egemen güçlerin emrinde olan bu partilerin rozetlerini yere
atınız. Aksi halde bu partilerle tam uzlaşmaya devam ederseniz, sizi ihanetçi
olarak ilan etmek bizim hakkımız ve biraz da görevimizdir. . . Kurtuluşunuz
HEP'tedir. Bu nedenle bu halk düşmanı cepheleri bırakın, rozetlerini yere atın
ve tabelaları indirin. Aksi halde halkımızın çekeceği bütün sıkıntıların, bütün
acıların vebali sizin boynunuzda olacaktır. Egemen güçlerin boynunda olacaktır.
. . Bütün konularda biz halkımızın demokratik muhalefetiyle iktidara karşı, bu
nedenle parlamentoda verilen mücadeleyle, parlamento dışında verilen mücadeleyi
birleştireceğiz ve biz asıl mücadeleyi parlamento dışında, halk yığınları
dışında, halkla birlikte verilecek bir mücadele olarak tanımlıyoruz. Önümüzdeki
tek sorun, toplu hak arama özgürlüğü elde etmektir. Toplu hak arama özgürlüğünü
HEP yakaladığı zaman Kürt kendi hakları için mücadele verecektir, işçi kendi
haklan için. . . Arkadaşlar sonuç olarak ben sizden şunu istirham ediyorum. Biz
birbirimizi seveceğiz. Birbirimizi sevmek zorundayız. Başka bir seçeneğimiz
yok. El ele tutuşacağız. Bayrama gider gibi halay çeker gibi büyük bir
coşkuyla, büyük bir kararlılıkla Türk ve Kürt halkının birliğini sağlayarak
özgür geleceğe, aydınlık geleceğe hep birlikte varacağız ..."
d)
İstanbul Milletvekili Kenan Dönmez'in davalı parti'nin Üsküdar (İstanbul) ilçe
örgütünce 17.3.1991 tarihinde düzenlenmiş olan toplantıda yaptığı konuşmada :
".
. . Yine kamuoyunda ülkemizde son günlerde artan yasakları kıran Kürt halkının
artık kimlik kavgasını görüyoruz. . . Değerli dostlar, gözlüğün arkasında
hepimizin gördüğü gibi ilçe yönetimi bir pankart asmış, baskıcı, resmi
ideolojiye hayır, bunun tartışması ne boyutta olur bilemiyorum. Ama önerim
bundan böyle ilçe örgütlerinin baskıcı, resmi ideolojilerin adının da
yazılması. Kemaliste hayır demek zorundayız. . . Bakınız Zonguldak'ta
işçilerimiz yürüdü. . . bu yürüyüş sırasında gecelediğimiz, konakladığımız
bölgelerde, ben de milletvekili arkadaşlarını kökenimiz olarak Kürt olduğumuz
için biraz bize yabancı gibi bakıyorlardı. Ama ikinci gün sonrasında onların
ateş yakıp sabahladığı yerlerde beraber Kürt halkına yapılan baskıyı konuşuyorduk.
Üçüncü ve dördüncü günde, o yürüyüş sırasında artık o insanlar size farklı
bakıyordu ve şunu söylüyordu, bu devlet öyle bir devlet ki biz yediyüz metre
yerin altında insanca yaşayabileceğimiz, haklı isteğimize karşı görmek istiyor
ve uzakta ama Güneydoğu'da yaşayan Kürtleri de ana dillerinde konuştuğu için
öldürmek istiyor. Kahrolsun devlet denilen bu işçi arkadaşlarım. . . Sevgili
dostlarım yaşasın işçi sınıfımızın devrimci mücadelesi, yaşasın Kürt halkının
özgürlük mücadelesi. Saygılar sunarım."
24-
Halkın Emek Partisi İzmir il yönetim kurulunun 3.1.1991 tarihli kararıyla
yayınlanan "Yurtsever Demokrat Kamuoyuna" başlıklı bildiride şu
hususların yer al dığı görülmektedir :
".
. . Son günlerde ırkçı-şoven, asimilasyoncu politikalar alabildiğine tırmandırılarak
Türk ve Kürt halkların kardeşliği, düşmanlığa dönüştürülmek isteniyor.
"Halkların
kardeşçe yaşamaları gerekir diyerek yüce bir duyguyu dile getiren
parlamenterler, Meclis kürsüsünde saldırıya uğruyor. Çeşitli gerici ve faşist
odaklar, Kürt halkını imhaya yönelik savaş naraları atıyorlar.
"Demokrasi
düşmanları saldırılarının boy hedefi olarak da partimizi gösteriyorlar.
Partimizin şahsında Kürt halkına, Türk emekçi halkına ve tüm demokrasi
güçlerine saldırıyorlar.
"Sömürüye
ve baskının her çeşidine karşı durmayı var oluş nedeni sayan Türk ve Kürt
halklarının kardeşliğini, eşit ve özgür koşullarda gönüllü birliğini, kendi
kaderlerini tayin hakkını savunan ve bu uğurda mücadele eden partimizin
önlerinde engel görüyorlar.
"Biz
Kürt ve Türk halklarının el ele vererek baskının ve sömürüşüz bir gelecek için
birlikte mücadele edeceklerine inanıyoruz. . . "Yaşasın Türk ve Kürt
halklarının kardeşliği,
"Yaşasın
dünya halklarının barış ve özgürlük mücadelesi,"
25-
Diğer taraftan davalı partinin Aydın il örgütü yönetim kurulunun 1.1.1992
tarihli kararıyla partiyi tanıtma ve gelir elde etme amaçlarıyla bir takvim
bastırmaya karar verdiği ve karar uyarınca takvimin 1060 adet olarak İzmir'de
bastırıldığı anlaşılmaktadır.
Söz
konusu takvimin incelenmesinde, Ocak/Şubat/Mart 1992 aylarına ait birinci
sayfasında;
"Kürdistanım
ben/ asur kitabelerinde adım var/ iraniye, turaniye, samiye/ ve/ hamiye sor
beni. . .
"Antakya'dan
horasana/ uzeytten termanşaha/ kol germişim/ nice gazi yaratmış/ nice şehit
vermişim. . .
"Ben
çilesi dolmayan/ ulusların üreği/ inandığı davayı/ kanla canla savunan/ kürt
oğlu
"Eli
ayağı bağlı/ gözündeki ışıkla direnen/ insancıl ve isyancıl/ eski dağlı/
ölümler, zulümler banadır. . .
".........
"Kocayurt/
bir halay yeridir şimdi/ nice Kürt kenetlenmiştir bir birine/ halayda
kenetlenir gibi/ ve dağlarda dalga dalgadır/ davulun gergin sesi/ ve/
uyanıyorum tanda/ iki ellerim kanda/ savaş atıma binmişim/ terkimde özgürlük. .
." şeklinde bir şiirin yer aldığı,
Temmuz/Ağustos/Eylül
1992 aylarına ait üçüncü sayfadaki resimde, bir yanardağdan çıkan dumanlar
arasında görülen kırmızı zemin üzerindeki etrafı yeşil çerçeveli san renkli bir
dairenin ortasında bulunan kırmızı yıldızdan oluşan bir bayrağın görüldüğü,
yanardağdan fışkıran lavlar içinden çıkmış el figürlerinin kalaşnikof denilen
otomatik tüfekler tuttuğu, dağın önünde resmedilen insan topluluğu içinden
belirginleştirilmiş kadın ve erkek figürlerinin ellerini kaldırarak,
parmaklarıyla zafer (V) işareti yaptıkları,
Ekim/Kasım/Aralık
1992 aylarına ait dördüncü sayfadaki resimde ise, bir mezardan yan beline kadar
kalkmış bir insan figürünün havaya kaldırdığı kollarından koparılmış bir
zincirin halkaları, sağ elinde otomatik tüfek, sol eliyle de önceki paragrafta
tarif edilen bayrağın dalgalanır vaziyette bulunduğu, resmin sol alt köşesinde
yeşil, kırmızı, sarı renklerden oluşan bir kıyafet giymiş ve halay çeken altı
kadın figürünün yer aldığı, bunlardan sol başta olanın elinde aynı renkleri
taşıyan bir mendil bulunduğu görülmektedir.
26-
Bir diğer eylem türü olarak da, davalı partinin Mardin ve Derik örgüt
binalarında yapılan gerek partili kişilerin, gerek partili olmayanların
katıldıkları ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununu protesto etmek amacıyla
yapılan açlık grevlerinden söz etmek gerekmektedir.
Halkın
Emek Partisi Mardin il başkanlığının öncülüğünde ve bu yerdeki parti binasında
31.5.1991 tarihinde bir açlık grevinin başlatıldığı ve 5.6.1991 tarihine kadar
devam ettiği, Mardin Emniyet Müdürlüğünün 10.6.1991 tarih ve Güv.Şb.Par.Br.164
sayılı yazısı ile ekindeki izleme tutanaklarından anlaşılmaktadır. Bu grev
esnasında 2.6.1991 günü saat 08.00'da düzenlenen tutanağa göre, 1.6.1991 günü
saat 19.00-08.00 saatleri arasında parti binası içinde bulunan mevcut kişilerin
ellerinde san, yeşil ve kırmızı renkli mendillerle halay çekip "Biji
Kürdistan", "Serhildane Apo" sloganlarını attıkları,
2.6.1991
günü saat 19.00'da tutulan tutanağa göre, aynı gün 08.00-19.00 saatleri
arasında greve katılanların aynı nitelikteki söz ve hareketlerine devam
ettikleri,
3.6.1991
günü saat 08.00'de düzenlenen tutanağa göre grevci kişilerin mahalli oyunlar
oynadıkları ve zaman zaman oyunu kesip "Herşey Kürdistan için" diye
bağırdıkları,
4.6.1991
günlü tutanağa göre, grevci kişilerin söyledikleri türküler arasında zaman
zaman "Yaşasın Kürdistan", "Herşey Kürdistan için",
"Resmi Kıyafete Hayır" gibi sloganları bağırdıkları,
5.6.1991
günü saat 08.00'da tutulan tutanağa göre, grevcilerin "Yaşasın
Kürdistan", "Kürdistan Kurulacak" diye bağırdıkları ve aynı
tarihli bir başka tutanağa göre, o gün saat 10.50'de binayı boşaltmak suretiyle
greve son verdikleri belirlenmiş bulunmaktadır.
Aynı
amaçla bir başka açlık grevini de davalı partinin Derik ilçe örgütü binasında
31.5.1991 - 3.6.1991 tarihleri arasında gerçekleştirildiği, 1.6.1991 günü saat
17.30'da düzenlenen bir tutanağa göre ilçe örgütü başkanı tarafından yapılan
davet üzerine muhtelif mahallelerden halk topluluklarının ilçe binasına doğru
yürüyerek bina önünde toplandıkları, duruma müdahale eden kolluk güçlerine
doğru iki el silah atılması üzerine toplanan kalabalığın taşlı saldırıya
geçtiği, kollukça uyan ateşi açılmasını takiben dağıldığı,
3.6.1991
tarihli tutanağa göre parti binasında başlatılan ve ilçe örgütü başkanının da
katıldığı bu grevde grevci kişilerin kapısı açık olan binanın içinde alkış
temposu eşliğinde Kürtçe olarak "Meş'aleyi Yaktık, Temeli Attık",
"Kürdistan'ı Kuracağız", "Biji, Biji Kürdistan",
"PKK'nın Partisinde Toplanalım", "Kürtlerin Partisi",
"Duvarları Yıkacağız, Hedefe Varacağız", "Şehitlerimizin Kanıyla
Zafere Ulaşacağız", "ihtilal, ihtilal, ihtilal" şeklinde
sloganlar söyledikleri,
3.6.1991
tarihli bir başka tutanağa göre de grevin yapıldığı parti binasının pencere
camlarına yapıştırılmış olan kağıtlarda, "Berxwedan Jiyane",
"Özgürlükse uğrunda savaşılan, hiçbir düşünce uğruna ölmeye gelmez",
"Doğdukları sokakları bile özgürce dolaşamayanlar. Bu zulüm nasıl kabul
edilir' Güneş doğuda doğuyor, doğu niye karanlık' Çünkü çamur verdim, üç
yaşındaki çocuğun eline, silah yapıp verdi bebek yerine", "Düşün de
vicdanına öyle hükmet. Vatanın bağrı parçalanmış bekler senden bir ümit, bir
ışık/ zulmet diyarındaki çocuk sen hey/ ağla ağla. Belki gözyaşlarında
boğacaksın zalimleri/ onun yanında zulmü film seyreder gibi izleyen bizleri/
zulmet diyarındaki çocuk sen hey/ sen ki kurtuluşa gebesin/ budur belki
gözyaşlarının nedeni/ ağla ağla sen kan çocuğusun/ sen kurtuluş meş'alesisin/
ağla çocuk ağla/ ağla ki gözyaşların dünyayı boğsun/ ya özgür bir vatan, ya
ölüm", "topraklarımızda çimenlerimiz yeşerdikçe/ ve insan oğlu var
oldukça/ mücadelemiz sürecektir/ bir ihtilaldir/ bunlar engerekler ve
uyanlardır/ bunlar aşımıza ve ekmeğimize göz koyanlardır/ tanı bunları/ tanı da
büyü/ ey kürdistanın yiğit evladı", "insan hakları için direnen ve bu
yolda şehit düşenlere ne mutlu. . . Şehit kanı zafer getirir", "Bir
yüzgördüm geleceğini unutmuş/ baskılar arasında/ binbir düşünceyle eziliyor
dört duvar arasında/ şimdi mazisini yaşıyor yeniden. . / onu gördüm. . .
ağlıyor/ parmaklıklar arkasında/. . . devam ediyor" slogan ve şiirlerinin
yazılı bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bütün
bu anlatılanların yanında; gerek parti kongrelerinde, gerekse taşra
örgütlerinin çeşitli vesilelerle "şölen", "gece" gibi adlar
altında düzenlemiş oldukları toplantılarda parti adına görev aldıkları
anlaşılan, ancak çoğu kez kimlikleri belli olmayan sunucuların beyanları,
toplantıların attıkları sloganlar, yapılan eylemler, asılan afiş ve pankartlar
üzerindeki yazıların içeriği üzerinde de durmak gerekmektedir.
Bu
cümleden olmak üzere;
-
21.3.1991 tarihinde davalı partinin Van il örgütünce düzenlenen
"Uluslararası Irkçılıkla Mücadele Günü" toplantısında, sunucunun
"Nevruz ateşlerini her sene yakmalıyız. Özgürlük ve demokrasiye ulaşıncaya
kadar Nevruz ateşlerini yakacağız diyoruz. . . Bu davaya gönül vermiş, bir
mücadelede zindanlara düşmüş tüm İnsanlara ve dolayısıyla Kürt halkına özgürlük
istiyoruz" şeklinde beyanda bulunduğu,
Geceye
katılan Ozan Hacı isimli kişinin Kürtçe söylediği türkülerde, "memleketime
Kürdistane, ey felek emrime pırmaye devleteme mayacalek" (memleketim
Kürdistandır, ey felek emrimiz çok vardır, devletimiz ise zamana ihtiyaç
vardır), "ema devletemi mezınbibe kurulmuş bibe braşahsın here
cehenneme" (ama devletimiz büyüksün kurulsun ve şahsım olarak o zaman
cehenneme gitmeye hazırım), "ey Kürdistan duhem güli hem sosını hem dili
hem rahanım cicekga berbozeme hamyani" (ey Kürdistan sen hem gülsün hem
çiçeksin, hem gülsün hem de reyhansın, hepimizin burnundaki çiçeksin),
"iro roje kahaşe roj roja kurdaye hevrabı bejin rabın gelek kürdün"
(bugün iyi bir gündür, Kürdistan halkının hep birlikte ve bin ağızdan söyleyin
bugün bizim en mutlu en şerefli günürnüzdür), "maybı rabın reda, beje
kürdi leda" (haydi yürüyün Kürdistan yolundan yürüyün bağırarak geliyoruz
diye) gibi sözlerin bulunduğu, ayrıca gecede toplu olarak "Kundam
azadi" (Kürtlere Özgürlük), " Apo'ya berat" (Apo'ya af),
"Biji Kürdistan" (yaşasın Kürdistan) sloganlarının atıldığı;
-
23.2.1991 tarihinde davalı partinin Zeytinbumu (İstanbul) ilçe örgütünce
"Barış ve Özgürlük Şöleni" adı altında düzenlenen toplantıda,
topluluk tarafından "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak", "Biji
Azadi" (yaşasın özgürlük), "Kürdistanda Faşist Baskılara Son",
"yaşasın mücadelemiz" gibi sloganların atıldığı, aynı gün 23.30'da
tutulan izlenim raporuna göre şölenin düzenleyicilerinin atılan sloganlara
müdahale etmeyip seyirci kaldıkları;
8.3.1991
tarihinde davalı parti Küçükçekmece (İstanbul) ilçe yönetim kurulunun 22.2.1991
gün ve 5 sayılı karan ile düzenlenen "Dünya Emekçi Kadınları" konulu
toplantıda, 19.3.1991 tarihli bant çözüm tutanağına göre, erkek sunucu olarak
geçen kişinin, "Dersim kayalıklarında Bezet derler adına, şehit Rıza'nın
yanıbaşında ve bir kadın, ve bir kadın Koçgiri Destanında yazılı, biryanda
Alişen ve bir kadın Zarifemi, Zarifemi acaba' Ve bir kadın, ve bir kadın Nevruz
ateşine can katan yani Zekiye Alkan. Ve bir kadın Diyarbekir zindan kapıbında
özgürlük uğruna karaeden. Zulmün körolası seherinde kendini yakmak isteyen ve
dostlar tabii ki başka kadınlar var. Dida Şensoy, işkenceye, zulme, baskıya ve
sömürüye karşı olanca gücüyle kudretiyle faşizmin ayak seslerine karşı ayak
diretmiş ve adını Türkiye halklarının şanlı mücadelesine altın harflerle
yazılmış, Dida Şensoy'u arıyorum. . . Ve Dargeçit'te akşam, Cizre'de, İdil'de halkın
şanlı mücadelesine gönül vermiş öbek, öbek, dağ, dağ zulmün farmanına karşı
durmuş ve bugün dostlar daha kanı kurumamış ve bugün yanı dün katledilmiş
Rukiye Bozkurt'u da tanıyorsunuz ve sizler işte sizler sizler onlardan
birisiniz. Onlar halklarımızın onurudurlar. Mücadelemizde bayraklaştılar.
Saygıyla sevgiyle anıyorum. Mücadelelerini saygıyla selamlıyorum. . ."
şeklinde konuşmalar yaptığı, 11.3.1991 tarihli tutanağa göre toplantının devamı
sırasında sahnenin aşağısında san, kırmızı ve yeşil renklerden oluşan pusular
ve Halkın Emek Partisi'nin aynı renkli bayrakla halay çekildiği salonda asılı
pankartlardan birinde "ana dille eğitim" yazısının bulunduğu;
-
Davalı parti adına genel sekreter Malatya milletvekili İbrahim Aksoy imza sıyla
İstanbul Valiliğine verilen 15.3.1991 tarih ve 790 sayılı dilekçede parti adına
düzenleneceği bildirilen ve 21.3.1991 tarihinde İstanbul Abdi îpekçi Spor
Salonunda gerçekleştirilen Nevruz Şenliklerinde, 22.3.1991 tarihli tutanağa
göre renkleri çoğunlukla sarı, kırmızı ve yeşil olan bez eşarp gibi çeşitli
şeyleri ellerine alan bazı kişilerin sahneye fırlayarak tur atmaya ve
ellerindekilerini öpmeye başladıkları seyirciler tarafından alkışlandıkları, bu
sırada tribünlerden bir grubun aynı renklerden ve ortasında yıldız bulunan üç
ayrı bayrağı açarak slogan attıkları, parti görevlilerinin bu hareketi
engellemek ister gibi bir tavır takınmalarına rağmen engellemedikleri 22.3.1991
tarihinde saat 00.30'da düzenlenen bir başka tutanakta da doğrulandığı üzere
21.30 sıralarında salon gönderinde bulunan Türkiye Cumhuriyeti bayrağının,
tribünlerdeki bir grup tarafından indirildiği, parti görevlilerinin müdahale
etmelerine rağmen bayrağın tekrar göndere çekilmediği, sahneye gelen bir
folklor ekibinin düzenlediği gösteride bir erkeğin vurulmasının
canlandırıldığı, vurulan erkeğin bir bayan oyuncu tarafından kırmızı zemin
üzerinde, etrafı siyah çizgili sarı yıldız bulunan bir bayrağa sarılarak, diğer
erkek oyuncularını kucağında sahnenin terkedildiği, salonda asılı bulunan
pankartlarda "hiçbir şey bağımsızlık ve özgürlükten daha değerli
olamaz", "sömürgeciliğe karşı mücadeleyi yükseltelim",
"Kürdistan özgürlük" gibi dövizlerin yazılı olduğu, aynı toplantıda
"Kürdistan faşizme mezar olacak", "Vur gerilla vur, Kürdistanı
kur", "Kürdistana özgürlük", "biji azadi" gibi
sloganların atıldığı;
-
Halkın Emek Partisi İzmir il yönetim kurulunun 15.2.1991 tarihli kararıyla
22.3.1991 tarihinde yapılan "Eğlence Gecesi"nde 10.7.1991 tarihli
bant çözüm tutanağına göre sunucunun ". . . direnen Kürt halkına tarih
boyunca aşağılandık, horlandık, ezildik. Kanımız dinmeyen acılarımız ve
mukavemetimiz üstüne hükümdarlıklar, dernekler kurdular. Bizi yok saydılar.
Dilimize, beynimize, yüreğimize kilit vurdular. Yarenci bir kangren gibi bize
musallat ettiler. Bizi öyle bir bal(e) getirdiler ki, hainler
yurtseverlerimizden çok oldu. Yani tarihimizi baştan sona soykırımlar,
katliamlar, işkenceler ve ... (anlaşılamamış) koydular, işte Nevruz böylesi bir
gün, Nevruza karşı mücadele günüdür. Nevruzu Nevruz yapan, özgürlük yolunda bir
yiğit kurt halkının kanlarını seve seve akıtmaktadırlar. Nevruz halkımızın
tutsaklığına karşı andığı gündür. Nevruz günü eğlenme günü değildir. Bu niyaz
bugün şanlı bayrağının adını dalgalandırarak halkımız onursuzca yaşamaya
başkaldınyor, bu vatan benimdir diyor. Erkeklerin ve çocuklarının göğsünü,
sömürgeci, faşist kurşunlara göğüs gererek Nevruz'u kahramanlık . . .
(anlaşılamamış) Bugün dost, düşman herkes Kürtlerden söz ediyorda bu halk
olarak özgürlük yolunda ne kadar güçlü yürüdüğümüzü, ihaneti, teslimiyeti, ne
denli ibraz ettiğinin göstergesidir. Biz artık parüya karkera kürdistan...
(anlaşılamamış) kefeni yırttı, insanca onurlu ve özgür yaşamak için yaşamayı
seçti. Görev savaşmak ve özgürlük hakları içinde yeralmaktır. Görev Nevruzu tüm
yekun ayaklandırmaya dönüştürmektir. Ancak böylece Kürt ve Türk halkı özlemi
çekilen özgürlük ve demokrasiye ulaşabilir. Başta Türk ve Kürt halkı olmak
üzere sizleri yardıma çağırıyor ve karşınızda saygıyla eğiliyorum. Nevruzları
özgür Kürdistan ve demokratik bir Türkiye'de kutlayacağımız günler
yakındır." şeklinde konuştuğu, dinleyiciler tarafından "biji
kürdistan", "Kürdistan faşizme mezar olacak", "vur gerilla
vur", "Kürdistan biji partiya karkera" gibi sloganlar atıldığı;
· Halkın
Emek Partisi Şişli (İstanbul) ilçe başkanlığı adına Dilaver Eren tarafından
verilen 29.4.1991 tarihli dilekçede düzenleneceği bildirilen ve davetiyelerde
"Dersim Gecesi" olarak geçen yemekli toplantıda tutulan 9.5.1991
tarihli izleme tutanağına göre salonda bulunan pankartlarda "sömürgeciliğe
karşı mücadeleyi yüksel telim", "hiç bir şey bağımsızlık ve
özgürlükten daha değerli olamaz" dövizlerinin yazılı olduğu;
· Halkın
Emek Partisi Fatih (İstanbul) ilçe yönetim kurulunun 5.5.1991 tarih, 7 sayılı
kararıyla düzenlenmesine karar verilip, 25.5.1991 tarihinde yapılan "Bahar
ve Özgürlük" adlı şölende, 28.5,1991 tarihli bant çözüm tutanağına göre
sunucunun, "dostlar merhaba, hergün biraz daha büyüyerek gelişen
halkımızın özgürlük ve demokrasi talebinin giderek vazgeçilmez bir unsuru haline
gelen Halkın Emek Partisi'nin Fatih ilçe örgütünün düzenlemiş olduğu bahar ve
özgürlük şölenine (bahar u azadı) hoşgeldiniz. . . dostlar sizlerin bu
coşkusunu anlamamak mümkün mü' Elbetteki biz yüzyıllardır kimliği yasak olarak
yaşadık. Elbetteki biz yüzyılllardır dilinin ve kültürünün üzerinde kocaman bir
zulüm çivisiyle yaşadık ve bugün bizi, bizim kimliğimizle Kürt olarak bağrına
basmağa hazır bir oluşum yakaladık. Halkın Emek Partisi doğdu ve Halkın Emek
Partisi işte böyle bir coşkulu şölenler armağan etti bizlere. Onunla
kenetlenmek durumundayız. Onu gözümüz gibi korumak zorundayız. Zindanlara
sığmayanlar, selam sizlere. Bağımsızlık ve özgürlük için yüreği çarpanlar,
selam sizlere. Bağımsız, özgür yarına. . . (anlaşılamamış) azlara, insanca
baharı yaşamak, özgürce baharlara ulaşmak, sömürüşüz bir dünya. . .
(anlaşılamamış) güzele ulaşmak, halkların kardeşçe, omuz omuza yarınlar
yaratmak işte bunun için yaşıyoruz. Bunun için haklarımızın (Halklarımızın) bu
güzel yaşamını baskı, şiddet ve sömürü altına alan iktidarın resmi
ideolojisinin, resmi dillere dayandığı insanlık dışı yaşama karşı bu düzenin
dostluğun peşindeyiz, kardeşçe yaşamanın mücadelesini veriyoruz. Biz insanız,
insanca yaşamak bizim de hakkımızdır. Bunu ne emperyalizm, ne ağır baskı, ne şiddet,
ne de halk adına halklara dayalı olan devletin 12 Eylül faşist anayasaları
engelleyemez. . . Her türlü kıyım, baskı ve zora karşı halkımız özgürlük
mücadelesi devam ediyor. . . Belki zindanlarda her sabah kurşuna dizilmeni
beklemedesin, Belki bileklerinde kelepçe. . . (anlaşılamamış) arasında ölüme
gideceksin, belki kurtuluş cephesinde bir nefersin, belki bizim sömürgedensin
ve emperyalizmin . . .elerini beklemedesin, belki dünyanın herhangi bir
köyündensin. Belki Vietnamlısın, belki Brezilya'nın dağlarında bir çetesin,
belki Meksika dağlarındansın, belki de Kürdistan'lı bir peşmergesin, belki
dünyanın herhangi bir yerindensin, belki de hiç bir zaman zafer türkülerini
söylemeyeceksin, fakat asla. . . (anlaşılamamış) ümidini kesmeyeceksin, hiç bir
şey olmamış gibi, hiç bir zaman yasamayacakmışsın gibi kavganı sürdüreceksin.
Özgürlük türkülerini söyleyerek insanlık uğruna can vereceksin. . ."
şeklinde konuşmalar yaptığı, toplantıda seyirciler tarafından "kürdistan
faşizme mezar olacak", "biji serok Apo" (yaşasın lider Apo),
"gerilla vuruyor, Kürdistan'ı kuruyor", "biji PKK"
sloganlarının atıldığı;
Halkın
Emek Partisi'nin kuruluş yıldönümü münasebetiyle 2.6.1991 tarihinde Şanlıurfa
il başkanlığınca düzenlenen toplantıda tarihsiz bant çözümleme tutanağına göre
söylenen Kürtçe şarkı ve türkülerde, ". ....Ey Kürt halkı, sizleri
şenlendirmek için buraya geldik, kalkın yürüyün, Kürtler geldi, geldi, kalkın,
kalkın, Kürtler geldi kalkın, ey anam ağlama, zindanlarda oğulların yattı.
Zindan karadır, kalkın kalkın yürüyün, Kürtler geldi kalkın. Ben yaralıyım
inliyorum. Ben Kürt halkı için söylüyorum, haydi gel, çabuk gel, Kürt halkım
gel, ben söyleyemiyorum. . . bülbüller gibi derdimi anlatamıyorum Kürt halkına.
. . Gel arkadaşım gel, Diyarbakırlım gel, bundan sonra biz kardeşiz, sen
düşmandan korkmazsın, gel arkadaşım gel, yoldaşım gel, sen haksızlıkları
çekemezsin, gel Kürdistanlım gel, arkadaşım gel, sen Kürtlerin partisindensin,
sen korkmazsın. . . Haydi coşalım, kalksın, haydi kalksın Kürt halkı. . .
.Gelin vatan için öncü olalım, cenkçi olalım, dünyanın dört tarafında,
vatanımızın dört tarafında halkımız elli yıl savaştı. Kürt halkı için savaştı.
Mehmet amca savaştı. Bir ölür bin diriliriz. Kürt halkı zincirleri kırar
çemberi yarar geçer. Bizleri ne zindan ne ölüm, ne de hapishane durdurur.
Bizler yolumuza devam ederiz. Düşmanlara boyun eğmeyiz. . . Kürdistan sen
başımın üzerinde geldin. Sefa geldin, iki gözümün üzerine geldin. Ey Kürdistan,
Kürdistan adın kadar sen şirin tatlısın. Ey anam oy sen zindanlarda işkence ve
ölümle pençeleşiyorsun. Hoşgeldin Kürdistan, hoşgeldin. Senin oldu cihat
Kürdistan, Kürt halkına kutlu olsun. Ey kardeşlerim, oy vatanım, oy ezilen
halkın oy. . . (anlaşılamamış) Ben ölürüm bu yaz mezarımı ceviz ağacının altına
kazsınlar. Ey arkadaşlar ben yaralıyım yalan hasretinden yanıyorum. Ben
yaralıyım, oy anam oy. Vatanım doğdu, haydi kalkın Kürt halkı kalkın, bu senlik
sizler için tertiplenmiştir. Ey bacılarım ey kardeşlerim uyanın, uyanın, Kürt
halkı uyandı.
Düşman
üzerimize saldırmış kuduz bir kurt gibi biz yavrularımızı bu kurtların elinden
neler çektik. . . Yaralı gönlüm parti kurmuş, oy Kürdistan oy. . . Ben kürdüm,
tutukluyum, dertliyim, ben bu vatanımızdan sesimizi dünyaya duyururum, kalk
Kürt halkım halk, el ele verin. Biz heryerde konuştuk, coştuk, Diyarbakır'a
gittim, zindanları gördüm. Kalkın çile çekenlerim, kalk Kürt halkı halk, benim
derdim bir değil yürüyün Kürt halkı yürüyün. Dünya alem bilsin duysun senin
sesini, kurtuluş için savaş. Biz düşmanı vatanımızdan çıkarırız. Söyle söyle
Kürdistan dünya alem biliyor. Biz senin için çalışıyoruz. . . Ey halkı
Kürdistan, ey kara Kürdistan hani halkın uyandı, ey kara Kürdistan, ey savaşçım
ey, söyle Kürdistan ey dilsiz Kürdistanım, yükseldi Kürdistanım, senelerdir
esir kaldın Kürdistan yürüyün savaşçılarım. Ey militanım, ey militanım ağlama,
ana ağlama. . . asker dağların etrafını sardı, top ve tüfeklerle, Munzur çayı
yine akıyor, harıl harıl. Savaşçılarım senin eteklerindedir. . . Vatan bizimdir
ilerleyin. Vatanın gözleri sizlerdedir. Gençler ve yiğitler ilerleyin. Vatanın
aşkından yanıp tutuşun. Vatanın gözleri sizleri bekliyor, ilerleyin, ileri
daima. Kalkın savaşçım kalkın, gözümüz onların yollarındadır. . . Başkaldırış,
direnç bizdendir. Dirençler (direnişçiler) zindanlarda işkencedeler. Direnişçiler
bizdendir. . . Arkadaş yürü yürü korkma, biz kimiz' Biz tüm ploreterya biz
Kurduz hey. Kimiz biz' . . 21 Mart'ta savaş ve direniş başladı. Aslanlar
savaşı. . ." sözlerinin yeraldığı, toplantının devamı süresince bir kısım
dinleyicinin "biji PKK" (Yaşasın PKK), "vur gerilla vur,
Kürdistanı kur", "biji Kürdistan" (yaşasın Kürdistan),
"Serak Apo" (lider Apo), "Kürdistan faşistlere mezar
olacak", "Türkleri Kürdistan'dan kovacağız" şeklinde sloganlar
attığı;
-
Halkın Emek Partisi Diyarbakır il başkanıyken 5.7.1991 tarihinde bilinmeyen
kişilerce öldürülen Vedat Aydın'ın 10.7.1991 tarihinde yapılacak cenaze
törenine halkın iştirakini sağlama amacıyla il yönetim kurulunca yayınlanmasına
karar verilen bildiriyle herkesin yasa katılmaya davet edildiği, parti genel
merkezinden gönderilen seçim otobüsünün içindeki partililerle birlikte
cenazenin bulunduğu Maden ilçesine gittiği, Diyarbakır Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığının 31.7.1991 gün, 1991/1205-533-501 sayılı
iddianamesi ile 31.7.1991 tarih ve 1991/1 saydı fezlekesine göre PKK. örgütünün
siyasal kanadını teşkil eden ERNK (Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi)'nin
bayrağına sarılmış olan cenazenin Diyarbakır il merkezine getirildiği, istasyon
Meydanında genel başkan Fehmi Işıklar'ın seçim otobüsünde, ilgili bölümde
tamamına yer verilen konuşmasını icra ettiği, bu arada töreni yönetmekle
görevli olduğu anlaşılan ve davalı partinin halen parti meclis üyesi Serpat
Bucak olduğu belirlenen kişinin, ". . . Diyarbakır'ın yitirdiği değerli
insan yürekli can Vedat Aydın Kürt halkının aydın düşüncesi şahsında
katledilmiştir. Bu nedenle partinin ilan ettiği yasa Diyarbakır halkı, bölge
insanı, Kürt insanı, herkes, herkesin yası paylaşması için bekliyoruz. . . Kürt
halkının başı sağolsun. Bu nedenle Kürt halkı yas ilan etmiştir. Partimiz bu
yasa iştirak anlamında, istasyon Caddesinde yapılacak kısa bir törenden sonra
gömülmek üzere Mardinkapı Şehitlik Mezarlığına götürülecektir..." şeklinde
Türkçe ve Kürtçe konuşmalar yaptığı, bu konuşmalar ve konvoyun ilerleyişi
sırasında törene katılanlar tarafından Türkçe ve Kürtçe olarak "Kürt
milleti ölmez (Milleti Kürt namırre)", "yaşasın PKK" (Biji PKK),
"Yaşasın Apo" (Biji Apo), "Ölsün kölelik, yaşasın özgürlük"
(bımre koleti bijiazadi), "Lider Apo" (Serak Apo), "Kürdistan
faşizme mezar olacak" şeklinde sloganlar atıldığı, görevli Yakup Kaytan'ın
Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığındaki 24.7.1991 tarihli
anlatımına göre definden sonra mezarın basma üzerinde sarı, kırmızı ve yeşil
renkli flama benzerlerinin asılı olduğu bir sopanın dikildiği, törenden sonra
kalabalık içinden bazılarının güvenlik güçlerine taş ve sopayla saldırdığı,
polis otomobillerinin tahrip edildiği, Mardinkapı polis karakoluna ateş
edildiği, bir kısım polis memurlarının yaralandığı, bu suretle cenaze töreninin
yasadışı gösteri haline dönüştüğü,
· Halkın
Emek Partisi Turgutlu (Manisa) ilçe örgütünün açılışı münasebetiyle 21.7.1991
tarihinde düzenlenen "Dostluk ve Dayanışma" gecesinde, bant çözüm
tutanağına göre sunuculuk yapan Özenç Keskinbalıkçı'nın, "Kürdistanım ben,
Asurun ki tabelerinde adım var" dizesiyle başlayan ve daha önce
bahsedildiği şekilde aynı partinin Aydın il örgütü tarafından bastırılan duvar
takviminin birinci sayfasında yer alan şiir okunduktan sonra sunuculuğa devam
ettiği ve sırası gelince bir başka şiir den ". . . Ben insandım, sen
bitmeyen kavga/ Ben bağımsızlığına susamış ülke/ Ben yurdumuzun gübrelenmiş
toprağı/ Ben Kürdistandım" dizelerini okuduğu ve bu esna da salonda
bulunanların toplu halde "Kürdistan faşizme mezar olacak" sloganını
attıkları;
· Davalı
partinin Bursa il örgütü adına yönetim kurulu üyesi Oğuz Tunçbilek imzalı
dilekçesiyle müracaat edilerek tertiplenmiş olan ve 7.9.1991 tarihinde
"Özgürlük ve Demokrasi Şöleni" adı altında yapılan gecede düzenlenen
aynı tarihli tutanak ile bant çözüm tutanağı içeriğine göre, seyirciler
tarafından zaman zaman "Kürdistan faşizme mezar olacak", "Kürt
askerine vur, Kürdistanı kur", "Biji ARGK, Biji ERNK, Biji PKK",
"Gerillalar ölmez", "Ibolar ölmez", "Kürt-Türk
halkları kardeştir" şeklinde sloganlar atıldığı, Koma Çiya adlı grubun
şarkı söylediği sırada 40-50 kişilik bir topluluğun Kürtçe sloganlar atarak
üzerinde PKK örgütünün siyasal kolu olan ERNK (Eniya Rızgariye Netewİa
Kürdistan - Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi)'nin amblemi bulunan bayrağı
salonun ortasındaki ışıklandırma kulesinin ayaklarına astığı;
· Halkın
Emek Partisi'nin 15.12.1991 tarihinde yapılan 1. Olağanüstü Büyük Kongresinde
düzenlenen tarihsiz rapor ile 16.12.1991 tarihli hükümet komiseri rapo runa
göre salona alınan partililerin kongrenin başlangıç saatinden önce Kürtçe
türküler söyleyerek oyunlar oynayıp, "biji Kürdistan",
"Kürdistan'da devlet terörüne son", "biji PKK" sloganlarını
attıkları, iki partilinin kırmızı, yeşil ve sarı renklerden oluşan bir bayrağı
salonda dolaştırdıkları ve bu durumun hazır bulunanlarca tezahüratla
karşılandığı, kongre başladığında istiklal Marşı'nın okunmadığı ve salona Türk
bayrağı aşılmadığı, Genel Başkanvekili Ahmet Karataş'ın konuşmasından sonra
divan başkanının misafirleri tanıtmaya başladığı ve bu cümleden olmak üzere
protokol bölümünde oturmakta olan PKK. (Partiye Karkaren Kurdistan) isimli yasa
dışı örgütün lideri olan Abdullah Öcalan'ın annesi Esma Öcalan'ın
"hepimizin anası, anaların simgesi" şeklinde bir nitelemeyle topluluğa
taktim edildiği ve ayakta alkışlandığı ve bu esnada, "biji Apo"
sloganlarının atıldığı, Esma Öcalan ve diğer misafirler ve milletvekillerinin
parmaklarıyla zafer işareti yaptıkları, bu söz ve davranışların salonda hazır
bulunan gazete muhabirleri tarafından da tespit edilerek gazetelerde
fotoğraflarıyla birlikte yayınlandığı;
-
Davalı partinin Nazilli (Aydın) ilçe örgütü adına başkan Fuat Yemez tarafından
6.2.1992 tarihinde yapılan müracaatla 18.2.1992 tarihinde düzenlenen "Daya
nışma Gecesi" ile ilgili bant çözüm tutanağı ile Nazilli Emniyet
Müdürlüğünün 4.3.1992 tarih ve 68 sayılı yazısına göre, sunucunun ". . .
ülkem güzeldi kan girme den önce. Ülkem güzel olacak özgürlük gelince. Dostlar,
Kürtler hayatın her anında mücadeleye ihtiyacı vardır, hayatın her anında. Onun
için dağda, bayırda, tarlada, yolda her yerde mücadeleye ihtiyacımız vardır.
Önün için günümüzün hiç bir anını boş geçirmeye hakkımız yoktur. Bizler Kürt
halkı Türk insanlarının elimizden aldığı hakkı, ellerinden zorla alacağı. . ."
şeklinde bir konuşma yaptığı ve programın deva- mınca zaman zaman dinleyiciler
tarafından "Berxwedan jiyane", "vur gerilla vur. Kürdistan'ı
kur", "Kürdistan faşizme mezar olacak", "Serok Apo"
sloganlarının atıldığı kırmızı zemin üzerindeki siyah daire içinde bulunan
kırmızı yıldızdan meydana gelen bir bayrak ile kırmızı, sarı, yeşil renklerden
oluşan bir diğer bayrağın sallandığı;
Halkın
Emek Partisi Kartal (İstanbul) ilçe yönetim kurulunun 25.2.1992 ta rihli
kararıyla yapılmasına karar verilen "Özgürlük, Barış ve Kardeşlik
Şöleni"nin 28.2.1992 tarihinde o yerde yapıldığı ve toplantı sırasında
iştirakçilerin "biji PKK, biji Apo", "Kürdistan faşizme mezar
olacak", "vur gerilla vur, Kürdistan'ı kur", "militan,
militan Kürdistan" şeklinde slogan attıkları;
· Halkın
Emek Partisi İstanbul il örgütünce 1.3.1992 tarihinde İstanbul'da dü zenlenen
"Bütün halklar kardeştir, katliamlara son" mitinginde sunucu olarak
görev yapan Osman Özçelik isimli kişinin ". . . bu mitingimiz bütün
halkların kardeşliğinin pekiştirildiği, kardeşlik bayrağının dalgalandırıldığı,
buradan Türkiye'ye, Türkiye'den dünyaya Kürt ve Türk halkının kardeşliğinin bir
kez daha duyurulduğu, ilan edildiği gün olmalıdır. . . şeklinde konuştuğu
anlaşılmaktadır.
Bu
beyanların ve eylemlerin sahipleri her ne kadar parti tüzel kişiliğini doğrudan
doğruya sorumlu kılabilecek parti üyeleri değiller ise de, bu beyan ve eylemler
ile davalı partinin genel merkez yöneticilerinin davaya esas alınan beyanları
arasındaki ayniyeti ve işlenmekte olan ana fikrin etki alanını ve biçimini
gösterdiği cihetle zikre değer bulunmuştur.
D)
Beyanlarıyla parti tüzel kişiliğini sorumlu kılacakları Siyasi Partiler
Yasasının 101. maddesinde öngörülmüş olan genel başkan ve genel sekreter gibi
parti görevlilerinin kronolojik sıraya göre tamamı aktarılan konuşmalarındaki
temalar bir arada mütalaa edildiğinde, birbiriyle çelişmeyen, aksine biri
diğerini doğrulayan ve tamamlayan verilerin meydana getirdiği bütünlük içinde
değişmez biçimde ve ısrarla işlenen ana fikrin ne olduğu kolayca açığa
çıkmaktadır,
Nitekim
bu beyanlardan; II. dünya savaşından sonra oluşan uluslararası siyasal
statükonun Sovyetler Birliği'hin dağılmasından sonra parçalanması ile içinde
bulunulan sürecin sonuçlarının belli olmadığı, meydana gelebilecek
değişmelerden en fazla Ortadoğu halklarının etkilenebileceği;
Bu
halkların başında Filistinlilerin ve Kürtlerin geldiği, bunların ulusal ve
sosyal sorunlarının kendilerine dayatmağa başladığı, bu sorunlara çözümün
dışarıdan empoze edilecek çarelerle değil, söz konusu halkların kendi öz
güçlerini ve dinamiklerini yoğunlaştırarak yine kendi öz iradeleriyle
gerçekleştirilmesinin doğru olduğu,
Bu
tablo içinde yer alan Türkiye'de yaşamakta olan Kürtlerin 70 yıldan beri egemen
olan resmi ideolojinin bir sonucu olarak red ve inkar edildikleri, en şiddetli
bir şekilde zulme, sömürüye, baskıya maruz bırakıldıkları, hiç bir haklarının
bulunmadığı, ulusal demokratik haklarını gasp edilmiş olduğu, özgür
olmadıkları, uluslararası sözleşmelerden doğan haklarını kullanamadıkları,
Ancak
resmi ideolojinin arük geçerli olmadığı, iflas ettiği ve Kürt halkının
dinamizminin yükselerek kendisini her alanda ifade edebilecek duruma geldiği,
özgürlük ve demokrasi mücadelesi verdiği,
Bütün
bunların Kürt sorunu adı verilen bir sorun oluşturduğu, bu sorunun demokrasi
önünde en büyük engel olduğu bu sorun çözümlenmedikçe Türkiye'de demokrasi
sorununun da çözümlenemeyeceği, bu bakımdan sorunun Türk halkını da
ilgilendirdiği, ulusal nitelikteki Kürt sorununun barışçı ve demokratik bir
ortamda tartışılarak çözülmesi ve bu ortamında hemen oluşturulması gerektiği,
Kürtlerin
ulusal sorununa, yürüttükleri mücadeleye Birleşmiş Milletleri oluşturan
devletlerin sessiz kalmayacakları, en kısa zamanda Birleşmiş Milletler
gözetiminde bir konferans toplanarak adil, uluslararası hukuka uygun çözüme
ulaşılması gerektiği,
Diğer
taraftan Kürt sorununun Türklerle Kürtlerin birlikte eşitlik ve kardeşlik
esaslarına göre çözecekleri, parti olarak halkların gönüllü birliğine tam
eşitliğe ve kardeşliğe dayalı bir demokratik düzeni savundukları, Türk, Kürt ve
diğer bütün azınlık halkların emekçilerinin ortak sesi ve Kürt halkının
devrimci, demokrat dinamizmiyle Türkiye emekçi sınıfının bileşkesi oldukları,
partinin en çok ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan kimselerin partisi
olduğu, ençok ezilen, sömürülen ve baskı altında tutulanlar da Kürtler olduğuna
göre, partinin esas itibariyle Kürtlere ağırlık verdiği bundan da onur
duydukları, Halkın Emek Partisi'nin Türkiye'de yaşayan bütün etnik yapıların
partisi, yaşayan bütün etnik yapıların, Türkiye'de yaşayanların partisi olduğu,
bu yaşayanlar içinde kim en çok eziliyorsa onların partisi olduğu, Kürt
sorununun demokratik ve siyasal yollarla çözümünü ilke olarak benimsedikleri,
partinin Kürdü, Türkü, Abazası, Çerkezi, Boşnağı ile Türkiye'nin mutluluğunu,
kardeşliğini, özgürlüğünü eşitliğini savunduğu, devletin resmi politikasına
ters düştüğü ve onu değiştirmek istediği,
Sorunun
diğer cephesinin Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı olduğu, her hak gibi
Kürtlerin de vazgeçilmez ve doğal nitelikte kendi kaderlerini tayin etme
hakkına sahip oldukları, parti olarak da ulusların eşit, özgür iradeye dayalı,
yani ulusların kendi kaderlerini tayin edici bir politikadan yana oldukları,
ancak bu haklan mutlaka ayrılma şeklinde anlaşılmasının gerekmediği, özgür ve
eşit iradeye dayalı birlikte yaşama hakkı olduğu; ancak dünyada demokrasi ve
özgürlük konusunda önemli adımlar atılırken, halklar kendi kaderlerini tayin
etmek isterlerken Türkiye'de bu gelişmelerin etkilerinin görülmediği,
2600
yıl öncesine dayanan Kawa Efsanesinde olduğu gibi, bugünde Kürtlerin baskı ve
zulme başkaldırdıkları, özgürlük isteklerini yükselttikleri, Kürt halkında
direnme ruhu ve mücadele geleneğinin mevcut olduğu, Newnız'un bütün bu
özellikleri yansıtan ve zulme karşı direniş, mücadele, başkaldırı ve özgürlük
talebinin yükseldiği, sömürüye ve sömürgeciliğe karşı, herkesin mücadele ve
dayanışma azminin bilinerek kenetlendiği, Kürt halkının direnme ruhunun,
mücadele geleneğini simgeleyen, yeniden doğuşu dile getiren gün olduğu
hususlarının ana fikir olarak parti adına savunulduğu anlaşılmaktadır.
Davalı
partiyi doğrudan doğruya bağlayıcı nitelikteki bu beyanların dışında çeşitli
partili kimselerin yukarıda bütünlüğü bozmayacak biçimde özetlenerek kronolojik
sıra içinde aktarılmış bulunan beyanlarında aynı temaların çoğunlukla aynı
terminoloji ve anlatım biçimi kullanılmak suretiyle sistematik olarak işlendiği
de gözlenmiştir.
Burada
davalı partinin Partiye Karkeren Kurdistan (PKK) isimli yasa dışı örgüte
yaklaşım biçimine temas etmekde yerinde olacaktır. Şimdiki genel başkan Feridun
Yazar'ın PKK örgütüne bakışı hiç de eleştirisel görülmemekte, hatta
eleştirmekten özenle kaçındığı izlenimi edinilmektedir. Nitekim, adı geçenin
sabah gazetesindeki açıklamalarında PKK hareketine kendince objektif bir bakış
açısıyla yaklaştığı ve bu cümleden olarak, "hareketin doğruluğu veya
yanlışlığından ziyade, devletin şiddet politikası sonucu 12 Eylül sonrası
Türkiye'de demokratik yöntemler tıkandığı ve tek yöntemin silahlı mücadele olarak
kaldığı gerekçesiyle PKK'nın ortaya çıktığını bu örgütün Türkiye'de yaşayan
Kürt halkının haklarını (vurgulama bizim) silahlı yöntemle çözümlemeyi hedef
aldığını, aynı şeyi savunmakla birlikte: (vurgulama bizim) HEP ile PKK arasında
kuruluş ve yöntem farklarının bulunduğunu, çözümün şiddeti yaratan sebepleri
ortadan kaldırmakla başlayacağını, PKK'nın devletin zoruna karşı zor
kullandığını demokratikleşme başlayıp devletçe şiddetten arındırıldığı taktirde
örgütün de bu yöntemden vazgeçeceğini ve elinde gerekçenin kalmayacağını"
söylemekte; sonuç olarak devletin bütünlüğüne kasteden, özü itibariyle
ayrılıkçı bir silahlı bir hareketin yok edilmesi amacına yönelik askeri ve
polisiye asayiş operasyonlarını ifade ederek, bir ülkenin kendi topraklarını
bombalamasının savaş durumu demek olduğunu, Türkiye Devleti'nin bu nedenle iç
hukuku açısından taraflı savaşı kabullendiği görüşünü ileri sürmektedir:
Genel
Başkan Feridun Yazar'ın partisinin onunla aynı amacı savunduğunu belirttiği
PKK. isimli yasa dışı örgütün kuruluşu, gelişmesi, stratejisi ve örgütsel
yapısı konusunda Emniyet Genel Müdürlüğünün ekte sunulan 3.4.1992 gün 95799
sayılı yazısı ilişiğinde şu bilgiler verilmektedir:
"Kurdistan
İşçi Partisi (PKK) 1. Tanım :
Doğu
ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde Mancist/Leninist ve bağımsız devlet kurmak
hayaliyle, yurt içi ve dışında sürdürülmek istenilen bölücülük faaliyetleri,
son iki yıllık dönem itibariyle bir ölçüde de olsa, milli güvenliğimizi tehdit
etme vasfını muhafaza etmiştir.
Bir
bütün olarak mütalaa edilen bölücülük faaliyetleri konusunda, yurdumuzu hedef
alan tüm örgütlerin izlenilmesi ve etkisiz duruma getirilmesine gayret
edilirken, aynı hususta komşu ülkelerdeki gelişmelerinde gözönünde
bulundurulmasına çalıştırılmıştır.
Genel
bir özetleme yapmak gerekirse; aynı devre içerisinde, bölücülük faaliyetlerinin
komşu ülkeler itibariyle de hareketliliğini koruduğu, başka bir deyişle,
Kürtçülük
konusunu çıkarları uğruna kullanmaya başlayan odakların bu alandaki
beklentilerinin devam ettiği, hatta bir ölçüde çoğaldığı arzedilebüir.
12
Eylül harekatı müteakip etkinlikleri ortadan kaldırılan yurdumuzdaki bölücü
örgütlerden PKK dışındakiler daha ziyade yurt dışında örgütlenme ve propaganda
faaliyetlerine yönelmişler, sözde TÜRKİYE'de hakları gaspedilen Türk unsurunun varlığını"
savunarak ülkemizin yıpratılması amacına dayalı gayretlerine ağırlık
vermişlerdir.
Ancak,
PKK kısa adıyla anılan KÜRDİSTAN İŞÇİ PARTİSİ isimli illegal örgüt
yakalanamayan mensuplarını, 12 Eylül'ü takip eden dönemde, yeniden
toparlanabilmek gayesiyle yurt dışına kaydırma karan almış, LÜBNAN ve SURİYE'de
eğittiği militanlannı IRAK yönetiminin kontrolü dışındaki K. IRAK bölgesine
geçirerek ülkemizdeki çalışmalarını anılan bölgeden yönlendirmeye başlamıştır.
PKK
1975 yılında IRAK yönetimi tarafından boşaltılan ve IRAN - IRAK savaşı
nedeniyle tamamen denetimsiz kalan bu bölgedeki IRAK rejim muhalifi güçlerle
gerçekleştirebildiği işbirliği sonucunda, sözkonusu bölgeyi 15 Ağustos 1984
tarihînde tekrar başlattığı Türkiye'deki silahlı faaliyetleri açısından geri
üst olarak da kullanmaya devam etmek istemektedir.
Mezkur
görünüm çerçevesinde, örgütün son durumuna deyinilmeden evvel; kuruluşu mevcut
örgütsel yapısı, stratejisi ve ilişkileri gibi genel mahiyetteki bilgilerin
özetle ele alınmasının yararlı olacağı mütalaa edilmektedir.
2.
Kuruluşu ve Gelişmesi
1973
yılında ANKARA'da Abdullah Öcalan ve Marksist/Leninist ilkeleri benimseyen 20
kadar yüksekokul öğrencisi tarafından ortaya atılan "Kürtlerin ayn bir
ulus olduğu ve bu nedenle ayn örgütlenmeleri gerektiği" yolundaki
fikirlerin etkisinde kalan gençlerin oluşturduğu grup PKK'nın bünyesini teşkil
etmektedir.
1978
yılına kadar KÜRDİSTAN DEVRİMCİLERİ - ULUSAL KURTULUŞ ORDUSU - APOCULAR ve KÜRT
HALK KURTULUŞ ORDU gibi adlarla faaliyet gösteren grup "Silahlı Mücadele"
fikrini Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerimizde yaygınlaştırmaya çaba
göstermiştir.
Militan
bir kadro meydana getirilmesi ve bir program tespitini müteakip çalışmalarına
etkinlik ve siyasal bir nitelik kazandırabilmek amacıyla da parti kurulmasına
karar verilmiş, ÖCALAN ve beraberindeki kişilerce DİYARBAKIR'ın LİCE ilçesi FİS
köyünde 27 Kasım 1978'de PKK kurulmuş, 30 Ağustos 1984 tarihinde ilan
edilmiştir.
Ülkemizin
12 Eylül 1980 öncesi bir iç savaş ortamına getirilmesinde, anarşi ve terörün
tırmandırılmasında etkin rol oynayan PKK.'ya anılan tarihten sonra
gerçekleştirilen operasyonlarla büyük bir darbe indirilmiştir.
Örgüt
tamamen yok olma durumundan kurtulabilmek için güvenlik kuvvetlerinin
takibinden kaçabilen ve kırsal kesimde barınan mensuplarını gruplar halinde
illegal olarak yurtdışına çıkarmayı sağlayabilmişler. Bu çıkışlarında daha
ziyade SURİYE ve IRAK sınır bölgesinden yararlandıkları öğrenilmiştir.
Örgüt,
yurtdışına kaçışı "geri çekilme ve hazırlık dönemi" olarak
değerlendirmiş, öncelikle SURİYE de toplandıkları mensuplarının büyük bir
bölümünü silahlı eğitim görmek üzere LÜBNAN'daki FİLİSTİN KURTULUŞ ÖRGÜTÜ (FKÖ)
kamplarına göndermiştir.
Yine
bu dönemde; Temmuz-198'de LÜBNAN'da örgütün birinci konferansı, Ağustos 1982'de
de SURİYE'de ikinci kongresi gerçekleştirilmiştir.
İkinci
kongresi sırasında örgütsel faaliyetlerin TÜRKlYE'de kaydırılmasına ilişkin
kararlar alan PKK, 1983 başlarından itibaren Türkiye'de sürdürülen hazırlık
çalışmalarının hedeflenen düzeye vardığından hareketle, 15 Ağustos 1984
tarihinde ERUH ve ŞEMDİNLİ ilçelerinde gerçekleştirdiği silahlı eylemleriyle
"Silahlı Direnişi" başlattığını açıklamıştır. Keza, aynı tarihte
örgütün askeri gücü olarak KÜRDİSTAN KURTULUŞ BİRLİĞİ (HRK)'nin kurulduğu ilan
edilmiştir. (Silahlı Eylem) Bununla birlikte PKK gerek katliamlarını gizlemek,
gerekse konuyu uluslararası platforma çekmek ve bir taraftan da destek
unsurları oluşturmak, diğer taraftan da Avrupa ülkelerinde gerçekleştireceği
terörist faaliyetlerini maskelemek için siyasi alanda organizeli bir faaliyet
yürütmek maksadıyla, 21 Mart 1985 tarihinde "Eniya Rızgariye Netewia
Kurdistan-Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi - ERNK'yi oluşturmuştur. Bu
cephenin stratejik unsurları olarak görülen işçi, Gençlik, Köylü ve Kadın
kesimlerini cephe faaliyetlerine çekmeye yönelik bir örgütlenme biçimi olduğu
ve ERNK içerisinde;
· Kürdistan
Devrimci Yurtsever Gençlik: Birliği
· Kürdistan
Yurtsever işçiler Birliği
· Kürdistan
Yurtsever Kadınlar Birliği
· Kürdistan
Yurtsever Aydınlar Birliği'ni organize etmeye çalışmışlardır.
25/30
Ekim 1986 tarihleri arasında örgüt 3. Kongresinde 1984'de başlattığı ve
çekirdek güç olarak örgütlendirdiği HRK adının değiştirilmesine ve "ARTEŞE
RİZGARİYE GELE KURDİSTAN - KÜRDİSTAN HALK KURTULUŞ ORDUSU (ARGK) adıyla yeni
bir örgütlenme şekliyle eylemlerine devam etmeye karar vermişlerdir.
Son
zamanlarda kamplarda eğitilen ve destek gören PKK militanları her gerileme
döneminde olduğu gibi HRK'nin gözden düşürülmeden silahlı eylemleri (ARGK)
Kürdistan Kurtuluş Ordusu tarzında toparlamaktadır. Özellikle SURİYE üzerinde
eğitim ve destek unsurlarının dikkat çekilmesini önleme için, hakim oldukları
Kuzey Irak ve İran-Urumiye bölgeleri ile Kıbrıs Rum Kesimi bölgelerinde PKK'ya
üst ve alt düzeyde destek verildiği ve faaliyetlerine göz yumulduğu
bilinmektedir.
3.
Stratejisi
PKK,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu kapsayan Kürdistanın kurtuluşunun ancak silahlı
mücadele ile gerçekleştirilebileceği görüşünü savunmaktadır. Daha açık bir
ifadeyle; bölge halkının tamamının takılabileceği, planlı ve örgütlü, uzun
süreyi kapsayacak bir silahlı mücadeleyi, yeni "uzun süreli halk
savaşı" stratejisini benimsemektedir.
Halk
savaşında da kın temel almaktadır. Örgüt kırsal alanda yürütülerek siyasi ve
askeri çalışmalarla yaratılacak üstlerden yararlanılarak gerçekleştirilecek bir
yıpratma savaşıyla kırı, güvenlik güçlerimizin denetiminden çıkartmak ve
buradan şehirlere doğru bir hareket düzenleyerek amaca ulaşmak istemektedir.
Örgüt,
böyle bir savaşa ancak proleteryanın önderlik edebileceği görüşünden hareket
etmekte ve proleteryanın öncü gücü olarak da kendisini görmektedir. Bilindiği
üzere halk savaşının gerçekleştirilmesinde üç unsur rol oynamaktadır. Bunlar
parti, ordu ve cephe'dir. PKK, kendisinin daha gelişerek güçlenmesiyle
proleteryanın tek öncüsü olacağı inancındadır. Örgüt bunun için böyle bir halk
savaşının yürütülebilecek bir ordunun da henüz oluşmadığını kabullenmektedir.
Ancak, çekirdek niteliğinde olan bugünkü silahlı propaganda birliklerinin
ileride genişleyerek orduya dönüşebileceğini belirtmektedir. Bu durumda ise,
silahlı kuvvetlerimizin karşı koyabilecek bir halk ordusunun oluşturulabilmesi
amacıyla cephe güçlerinden yardım almayı planlamaktadır.
PKK.
çizdiği bu stratejiye bağlı olarak halk savaşının;
· Stratejik
savunma
· Stratejik
denge
-
Stratejik saldırı
aşamalarının
Kürdistan Halk Kurtuluş Savaşı içinde geçerli olacağını açıklamaktadır.
PKKya
göre Stratejik Savunma Aşaması; mücadele edilen güçlerin çok fazla ve etkin,
buna karşı mücadele eden güçlerin cılız olduğu ortamda geliştirilen bir savaş
biçimidir. Bu dönemde siyasi zor geliştirilecek ve siyasi gelişmeyle gerilla
hazırlığına geçilecektir. Gerilla yöntemleriyle, halk siyasi yönden örgütlenecek
ve mücadele edilen güçler politik çıkmaza sokulacaktır. Bu dönemde büyük
birliklere kesinlikle saldırı yapılmayacaktır. Yürütülen çalışmalar neticesinde
devrimci otorite muhakkak kurulacak, aşiret otoritesi ortadan kaldırılacaktır.
PKK,
bu dönemi bir gerilla mücâdelesi olarak nitelendirmekte ve gerilla
mücadelesinin;
· Silahlı
propaganda -Gerilla
· Gelişkin
gerilla
olmak
üzere üç dönemde uygulamak istemektedir.
Örgüt
halihazırda silahlı propaganda dönemindedir. Bu dönem, terörist mücadelesinin
başlangıç dönemidir. Genel olarak hemen bir ayaklanma yapamayacak kadar zayıf
olan ve yine hemen bir gerilla savaşına girişebilecek kadar güçlü olmayan
unsurların, gerilla döneminden farkı, temel olarak siyasi mücadeleyi
geliştirmesi, mücadele edilen ülkenin askeri güçlerine imhayı 2 nci plana
almasıdır. Silahlı propaganda 7-11 kişi arasında değişen silahlı grupların
gizlilik ve hareketlilik temelinde faaliyet yürütmesi biçimindedir.
Silahlı
propagandanın bu dönemdeki en önemli görevi; partinin örgütlenmesinin sağlıklı
bir şekilde geliştirilmesi önünde en büyük engel olarak gördükleri ajan, muhbir
ağının ortadan kaldırılmasıdır. PKK ajan ve muhbirleri temizlemedikçe parti
örgütlenmesinin yeniden hayata geçirilemeyeceği ve geçirilse dahi bu unsurlar
vasıtasıyla kısa süre sonra ortaya çıkarılacağı endişesindedir. Bu nedenle de
eylemlerde, tüm ağırlığını bu yapının dağıtılmasına vermiştir. PKK ayrıca bu
güçlerin ortadan kaldırılması halinde halk kitlelerinin siyasal bilinçlenme ve
örgütlenmesinin daha süratle gerçekleşeceğini belirtmektedir.
Silahlı
propaganda temelinde yaygınlaştırılarak yürütülecek propaganda ve ajitasyon
çalışmalarına bağlı olarak kadrolaşma sağlanacak, parti örgütleri gelişecek ve
bu gelişmelerle birlikte silahlı mücadele yürüten gruplar etrafında yeni
silahlı güçler oluşarak geleceğin halk ordusunun çekirdekleri ortaya
çıkacaktır. Yine aynı şekilde gerçekleştirilecek propaganda ve ajitasyon
faaliyetleri yaygın bir gerilla savaşına başlayabilmek için gerekli gerilla
üslerini de yaratabilecektir. Karşısında etkili olan köy korucuları, devlet
yanlısı muhtar, köylü yurttaşlar başlıca propagandaya karşı hedefleridir.
Bu
dönemde silahlı propagandanın yanı sıra yürütülebilecek her türlü yayın
dağıtımı ile şartların elverdiği ölçüde gerçekleştirilebilecek yürüyüş, grev,
boykot, protesto vb. eylemler silahlı propaganda gelişmesine hizmet edecektir.
Silahlı
propaganda asgari parti örgütlerini oluşturduktan ve gerekli kitle ilişkilerini
yarattıktan sonra ise, yerini siyasi, askeri faaliyetlerin geliştirildiği bir
döneme, gerilla dönemine bırakacaktır.
4.
Mevcut Örgütsel Yapısı
a)
Yurtiçi;
Bilindiği
üzere Marksist-Leninist illegal örgütlerde partilerin teşkilatlandırılmaları
genellikle Merkez Komitenin insiyatifiyle gerçekleştirilmektedir. PKK.
tarafından da 1982'de yapılan ikinci kongrede genişletilmiş bir merkez Komite
meydana getirilmiştir.
Bu
Merkez Komitenin Genel Sekretere bağlı olarak;
· İstihbarat
Bürosu (TEV-SAL) Genel Sekretere direkt bağlı,
· İç
Merkez
· Dış
Merkez
· Polit
büro,
halinde
dört bölümden meydana geldiği tespit edilmiştir.
Yakalanan
şahısların beyanlarından, PKK.'nın Türkiye'de iç Merkeze bağlı olarak Askeri
Konseyi faaliyete geçirdiği açıklık kazanmıştır. Askeri Konseye bağlı olarak da
HRK faaliyet yürütmektedir.
HRK
ise Silahlı Propaganda Birlikte ve bu birliklerin alt gruplarından
oluşmaktadır.
Ayrıca
örgütün 5 eyalet sorumluluğu tarzını da ayrı bir yapılanmaya yöneldiği, bu
yapısını Bölge komiteleri marifetiyle yaygınlaştırmayı amaçladığı
bilinmektedir.
b)
Yurtdışı;
Yurtdışında
dış merkeze bağlı olarak Avrupa temsilciliği ve Ortadoğu temsilciliği şeklinde
faaliyet sürdürülmektedir. F.ALMANYA, AVUSTURYA, BELÇİKA, DANİMARKA, FRANSA,
HOLLANDA, İSVEÇ, İSVİÇRE, YUNANİSTAN PKK'nın faaliyet gösterdiği ülkelerdir. Bu
ülkelerden F. ALMANYA, FRANSA, DANİMARKA, HOLLANDA, İSVEÇ ve İSVİÇRE'DEKİ
çalışmalar Demekler aracılığıyla devam ettirilmektedir.
F.
Almanya legal olarak KÜRDİSTAN YURTSEVER İŞÇİ KÜLTÜR BİRLİKLERİ FEDERASYONA
(FEYKA KÜRDİSTAN) KÜRDİSTANLI YURTSEVER SANATÇILAR DERNEĞİ (HUNERKOM) ve bağlı
dernekleri tarafından örgütsel faaliyetler sürdürülmektedir.
F.
Almanya'da bu iki örgüte bağlı olarak faaliyet gösteren 19 Derneğin yanısıra 8
PKK şubesinin ve bir komitenin bulunduğu tespit edilmiştir.
Fransa'da
2 demek ve 3 bağlı şubesi, Danimarka'da l dernek, Hollanda'da 3 dernek ve 3
bağlı şubesi ile l komite, görünümlü faaliyetlerini sürdüren PKK'nın AVUSTURYA,
BELÇİKA ve YUNANİSTAN'daki çalışmalarını taraftarlarından istifadeyle yürüttüğü
belirlenmiştir.
Ortadoğu'da
ise; SURİYE, İRAN, LÜBNAN ve LİBYA'da temsilcilikler halinde faaliyet
gösterilmektedir.
Suriye'deki
temsilciliğe bağlı ŞAM, KAMIŞLI, RESULYAN, DERBESlYE, DERİK, AYNELARAP, AFRİN,
HALEP ZEBEDAN, HASEKİ, LAZKlYE, TİLBESTİ'de karargahlar mevcuttur.
İRAN'da
TAHRAN (KREÇ)'te, TEBRİZ, URMİYE ve RAJHAN'da temsilcilikler, MAKO, FİLKAN,
KANlDASTAR, KARANEH ve JANAVA'da örgüt evleri halinde faaliyet sürdürülmektedir.
Lübnan
temsilciliğine bağlı olarak; BAR ELÎAS, QUABBELİAS, RİYAK, MASNAA ve BAALBEK
yerleşim birimlerinde kamplar mevcuttur.
Libya
temsilciliğine bağlı olarak ise; TİRiPOLİ, BİNGAZİ ve SİİRT bölgelerinde ayrı
ayrı sorumlulukları şeklinde faaliyet gösterilmektedir.
Irak'ta
da IRAK KÜRDİSTAN DEMOKRAT PARTİSİ (IKDP) karargahları yakınında YAM-I (ZIVE),
KEŞAN (KISHAN), HAFTANIN; LEJNE, ZAHO, AMADİYE, DURUK, CEMUCÎ, ZAVÎTE ve LOLAN
yöreleri örgütün faaliyet alanları olarak kullanılmıştır.
5.
Yayın faaliyetleri
PKK,
kitleleri silahlı mücadeleye hazırlamak ve özellikle parti etrafında
toplayabilmek için yayın faaliyetlerine ayrı bir önem vermektedir.
Örgütün
bugün için yurt içerisinde yayın faaliyeti bulunmaktadır. Yurtdışında ise,
günümüze kadar periyodik olarak
· F.
ALMANYA'da SERXWEBUN (BAĞIMSIZLIK) adlı Türkçe-Kürtçe ga zete üe,
· FRANSA'da
DOSSLER DU KURDİSTAN (KÜRDISTAN DOSYASI) Fran sızca,
· Fransa'da
Bulletin Deş Kurdistan-Komitees (Kürdistan Komite Bülteni,)
· F.
Almanya'da Kürdistan Report (Kürdistan Raporu) Almanca,
· Almanya'da
Berxwedan (Direnme) Türkçe-Kürtçe ve Arapça,
· Hollanda'da
soreşa Kürdistan (Kürdistan Devrimi) Türkçe,
· Libya'da
Riya Karker (İşçi Yolu) Türkçe,
-
Irak'ta Peşmerge (Militan) Türkçe-Kürtçe, dergiler yayınlanmıştır.
Yine
yurtdışında BAĞIMSIZLIK YAYINLARI (WEŞANEN SERXWEBUN) adına 45 adet kitap
yayınlanmıştır.
Öte
yandan örgüt AVRUPA'da; DANİMARKA'da Radyo Denge Kurda, İSVİÇRE'de Alternatif
Lokal Radyo, HOLLANDA'da Kürt işçilerinin Sesi, FRANSA'da ERİH'in Sesi,
K.IRAK'da BARZANİ'nin Sesi Radyosu ve IRAK KÜRT DEVRİMİNİN SESİ adlı Radyo
istasyonlarından yararlanmak suretiyle Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesine
taraftar sağlamak üzere propaganda yürütmektedir."
PKK,
örgütünün değinilen amacı ve niteliği yargısal kararlarda da kabul ve teyit
görmüştür. Nitekim Yargıtay 9. Ceza Dairesi, örneği ekte sunulan 21.3.1990 gün,
Esas: 1990/239-Karar: 1990/1240 sayılı ilamında bu örgütü gasp, kaçakçılık ve
sempatizanlarından toplanan paralardan sağlanan araç ve silahlarla Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin hakimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını silahlı
mücadeleyle devlet idaresinden ayırarak, ayrı bir devlet kurmak amacıyla
oluşturulmuş ve teşkilatlandırılmış yasa dışı bir Örgüt olarak nitelendirmiş,
aynı daire 30.3.1990 gün Esas: 1990/164-Karar: 1990/1395 sayılı ilamında-bu
örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hakimiyeti altında bulunan 19 ili
kapsayan bölgeyi silahlı devrim yoluyla devletin İdaresinden ayırarak üzerinde
Marksist - Leninist ideolojiye dayalı bir Kürdistan devleti kurmak amacıyla
oluşturulan illegal bir örgüt olduğunu, yine aynı daire 29.5.1991 gün, Esas:
1991/1202, Karar: 1991/2148 sayılı ilamında, bu örgütün 1975 yılında kurulup
1977 yılından itibaren amacı doğrultusunda silahlı eylemlere giriştiği, mali
kaynaklarının gasp, kaçakçılıktan elde edilen paralar ile sempatizanlardan
toplanan aidat ve yardımlardan oluştuğu, amacının ise Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin hakimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını silahlı mücadele vererek
devlet idaresinden ayırmak suretiyle bağımsız bir Kürdistan devleti kurmak
olup, ilk dönemde propaganda yoluyla halkı bilinçlendirmek, silahlı eylemlerle
devlet gücünün halk üzerindeki etkisini yıkmak, daha sonra gerilla birlikleri
kurarak emniyet ve ordu teşkilatına, ekonomik hedeflere silahlı eylem ve
sabotajlar düzenleyerek esas amaca ulaşmak olduğunu; ayrıca Yargıtay Ceza Genel
Kurulu da, 10.6.1991 gün, Esas: 1990/169, Karar: 1990/199 sayılı ilamında,
anılan örgütün Türkiye topraklarının bir kısmı üzerinde Marksist-Leninist
ideolojiye dayalı bağımsız bir Kürt devleti kurmak ve bu amaca ulaşmak için
öncelikle ülke topraklarının bir kısmında yoğun bir şekilde ayn bir Kürt ırkı
bulunduğu ve bunların egemen Türk devleti tarafından sömürüldüğü hususunda inandırdıkları
kişileri Örgütleyerek bu amaca yönelik eylemlere itmek suretiyle ayaklanma
hareketi başlatan illegal bir örgüt olduğunu belirtmiş bulunmaktadır.
Genel
Başkan Feridun Yazar'ın yukarıda işaret edilen görüşlerine paralel olarak, bazı
partililerin konuşmalarında; sıcak mücadele (vurgulama bizim) ortamına girmiş
ulusal hareketlerin bir yanının cephe gerisi güçler olduğu belirtilerek
kendilerinin cephe gerisindeki görevleri yerine getirmek durumunda olduklarının
ifade edilmesi, bu cümleden olmak üzere "halkı için cezaevlerinde ömür
çürütenlere, şehit olanlara" selam gönderilmesi, "şehitlerin saygıyla
anılması, özgürlük mücadelesi verenlerin" saygıyla selamlanması,
"gerillaların kendilerinin çocukları, kanları, canları olduğu"nun
ifade edilmesi, partinin 1. Olağanüstü Büyük Kongresine PKK. örgütünün lideri
Abdullah Öcalan'ın annesi Esma Öcalan'ın davet edilip, "hepimizin anası,
anaların simgesi" nitelemesiyle topluluğa taktim edilmesi, yine davalı
partinin Aydın il örgütünce bastırılmış olan 1992 yılına ait duvar takviminde
silahlı mücadeleyi simgeleyen otomatik silahlı insan figürleriyle PKK.
örgütünün eylem kolu olan ARGK'ye ait olduğu bildirilen bayrakların duygusal
bir kompozisyon halinde resmedilmesi, davalı parti tarafından 21.3.1991
tarihinde İstanbul'da tertiplenmiş olan gecede üzerlerinde "hiçbir şey
bağımsızlık ve özgürlükten daha değerli olamaz", "sömürgeciliğe karşı
mücadeleyi yükseltelim", "Kürdistana özgürlük" gibi dövizler
yazılı afişlerin asılması ve yine davalı partinin merkez ve taşra örgütlerince
düzenlenen kongre ve sair toplantılarında atılan sloganlarla bu örgütün ve onun
"Apo" olarak bilinen lideri Abdullah Öcalan'ın övülmesi suretiyle
PKK. örgütü mensuplarının ve eylemlerinin parti örgütleri İçinde onaylandığı ve
yüceltildiği görülmektedir. Nitekim Meydan Gazetesi'nin 16.2.1992 tarihli
nüshasının 5. sayfasında yayınlanan bir habere göre, "Kürt Sorunu İçin
Barış İnsiyatifi" konulu bir toplantıda konuşan genel başkan Feridun
Yazar'ın "PKK.'yı yasallaştırın, gelip burada konuşsun" demek suretiyle
anılan örgütün legalize edilmesi dileğini dile getirdiği de görülmektedir.
Son
olarak, davalı partinin genel sekreteri Ahmet Karataş'ın Ankara Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığındaki 16.4.1992 tarihli anlatımına göre,
İstanbul'da bir grup tarafından hazırlanıp parti genel merkezine faksla
gönderilen "Birleşmiş Milletler, Tüm Uluslararası Kurum ve Kuruluşlara
Deklarasyondur" başlıklı ve tamamına yukarıda yer verilmiş olan bildirge
itibariyle, güvenlik güçlerinin PKK. örgütü mensuplarına karşı mücadele
ettiklerinin herkesçe bilinen bir keyfiyet olmasına ve bildirgede güvenlik
güçlerine karşı savaştıklarından söz edilen ve "gerilla" deyimiyle
anılanlardan amacın bu örgüt mensupları olduğunun açık bulunmasına göre,
bildirgenin parti genel merkezinde başkalarının imzalamasına arzedilmesi ve
başta davalı partinin genel sekreteri Ahmet Karataş olmak üzere, genel sekreter
yardımcıları Kemal Okutan, Cabbar Leygara, İstanbul il başkanı Felemez Başbuğa,
Diyarbakır il başkanı Hüseyin Turhallı, Bursa il başkanı Murat Dağdelen, İzmir
il başkanı Hikmet Fidan, Şanlıurfa il başkanı Abdülmuhsin Melik, Hakkari il
başkanı Hamit Geylani, parti meclisi üyeleri Mesut Uysal, Aysel Doğan, Habip
Kılıç, İstanbul il sekreteri Orhan Kaya, il saymanı Nevruz Türk, yönetim kurulu
üyeleri Emin Köse, Besra Eksen, Nabi Barut, Zeki Albayrak, Merat N. Çetin, Suna
Araş, Ali İncesu, F. Ferda Çetin, Orhan Tural, İsmet Erdemli, Mustafa Olcayto,
Bakırköy ilçe başkanı Mahmut Özgür, Büyükçekmece ilçe başkanı Ahmet Budaksız,
Eminönü Üçe başkanı Şalin Turan, Fatih ilçe başkanı Davut Karadağ,
Gaziosmanpaşa ilçe başkanı Mahmut Can, Sarıyer ilçe başkanı Serap Mutlu,
Ümraniye ilçe başkanı Hüseyin Yakut, Üsküdar ilçe başkanı Niyazi iletmiş,
Zeytinburnu ilçe başkanı Günay Kaya, Yalova ilçe başkanı Hekim Coşkun, Batman
il başkanı ilhan Çalar, Van il başkanı Sahabettin Özarslaner, Van merkez ilçe
başkanı M. Ali Durmaz, Gevaş ilçe başkanı Nevzat Altındağ, Erciş ilçe başkanı
Süleyman Bilici, Özalp ilçe başkanı Reşit Bağcı, Çatak ilçe başkanı Nezir Öcek,
Van il saymanı Gafur Çemberlitaş, Van il yönetim kurulu üyeleri Muhittin Çelik,
Naif Uğraş, Nurettin Harlar tarafından imzalanması suretiyle uluslararası
siyasal kuruluşlar ve uluslararası kamuoyu nezdinde, hedefi Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin hakimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını silahlı mücadele
yoluyla devlet idaresinden ayırarak ayrı bir devlet kurmak olan PKK örgütü
lehine sempati oluşması, ona destek sağlanması ve bir siyasi kimlik
kazandırılması amacının güdüldüğü anlaşılmaktadır.
IV-
Kapatma Sebepleri ve Değerlendirme
A)
Siyasal partilerin uymadıkları taktirde kapatma sebebi olabilecek hususlar ile
kapatma karan verilebilecek haller 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasasında davayı
ilgilendirdiği oranda aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir
2820
sayılı Siyasi Partiler Yasasının 78. maddesinin (a) bendi ile ilgili bölümü şu
hükmü getirmiş bulunmaktadır:
"Siyasi
partiler:
a-
Türkiye Devletinin. . . Anayasanın başlangıç kısmında ve ikinci maddesinde
belirtilen esaslarını; Anayasanın 3. maddesinde açıklanan Türk Devletinin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline. . . dair hükümlerini
değiştirmek;
.....
Irk ayırımı yaratmak............
Amacını
güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarını bu yolda
tahrik ve teşvik edemezler.
b-
..... Irk................. esaslarına dayanamaz..........lar.
..........................."
80.
maddesi ise şöyledir:
"Siyasi
partiler Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı devletin tekliği ilkesini değiştirme
amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar."
81.
maddesinin ilgili bölümünde şu hükümler yer almıştır. "Siyasi partiler:
a)
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli kültür veya ırk veya dil farklılığına
dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
b)
Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak veya.yay mak
yoluyla Türkiye Cumhuriyeti üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün
bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette bulunamazlar."
Siyasi
partilerin amaçlan ve faaliyetleriyle ilgili bu yasal düzenleme serisi içinde
sözü edilen hükümlerin anayasal dayanaklarını Anayasanın 176. maddesi uyarınca
metnine dahil olan başlangıç kısmı ile 2, 3, 14 ve 68. maddeleri teşkil
etmektedir.
Anayasa'nın,
Cumhuriyetin ve dolayısıyla devletin niteliklerini belirleyen 2. maddesinde,
Türkiye Cumhuriyetinin diğer nitelikleri yanında Atatürk milliyetçiliğine bağlı
ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayandığı ifade edilmiştir.
Bu
maddenin yollama yaptığı başlangıç kısmında ise, Anayasa'mn "hiç bir
düşünce ve mülahazanın Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının devleti ve
milletiyle bölünmezliği esasını Atatürk milliyetçiliği ilke ve inkılapları
karşısında koruma göremeyeceği. . ." fikir, inanç ve kararıyla anlaşılması
gerektiği belirtilmiştir.
2.
maddenin gerekçesinde, Atatürk milliyetçiliği, bütün fertlerin kaderde,
kıvançta ve tasada ortak bölünmez bir bütün halinde, diğer bir deyişle milli
dayanışma ve adalet anlayışı içinde yaşamaları olarak tanımlanmıştır.
Başlangıç
kısmında vurgulanan Türk varlığının devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esası,
Anayasanın 3. maddesinde yer alan, "Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütündür, dili Türkçedir. . ." cümlesiyle tekrar teyit
edilmiş; 14. maddesinde ise Anayasadaki hak ve hürriyetlerden hiçbirinin
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak..... dil, ırk. ...
ayınım yaratmak. . . . amacıyla kullanılamıyacakları esası getirilmek suretiyle
temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması önlenmek istenmiştir.
Anayasa
koyucunun bir tarihsel olgu ve hukuki temel niteliğindeki devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesine karşı gösterdiği duyarlığa işaret etmesi
bakımından bu ilkeye sadece başlangıç kısmında ve belirtilen maddelerde yer
vermekle kalmayıp, aynı zamanda devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen
5., temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasıyla ilgili 13., basın hürriyetini
düzenleyen 28 ve 30., dernek kurma hürriyetini düzenleyen 33., gençliğin
korunmasını düzenleyen 58., siyasi partilerin tüzük ve programlarının
uyacakları esasları düzenleyen 68., yüksek öğretim kurumlarını düzenleyen 130.,
radyo-televizyon idaresi ve kamuyla ilişkili haber ajanslarım düzenleyen 133.,
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını düzenleyen 135. maddelerinde bu
ilkeden söz ederek ona aykırılık teşkil eden suçlara bakmakla görevli olmak
üzere 143. maddesiyle özel bir mahkeme (Devlet Güvenlik Mahkemesi) kurduğu,
giderek bu ilkeyi 81. maddesinde milletvekili, 103. maddesinde Cumhurbaşkanı
yemini metinlerine dahil ettiği görülmektedir.
Bu
ilkeyle doğrudan bağlantılı olarak Anayasa'nın duyarlılık gösterdiği bir diğer
husus da dil konusudur. Nitekim 3. maddesinin 1. fıkrasında Türkiye Devletinin
dilinin Türkçe olduğu belirtilmiştir. Devlet dilinin Türkçe olması bütün resmi
işlerde Türkçenin kullanılması, resmi belgelerin Türkçe düzenlenmesi ve resmi
yazışmaların Türkçe yapılması anlamına gelir. Madde gerekçesinde Türkçenin
Türkiye'de yaşayanların resmi dili olduğu ifade edilmiş ise de Türkçe'nin
sadece resmi bir dil olduğu iddiasına set çekmek amacıyla madde Milli Güvenlik
Konseyi Anayasa Komisyonunca bugünkü haline getirilmiştir. Anayasamızın 26.
maddesinin üçüncü fıkrasında düşüncelerin açıklanması ve yayınlanmasında
kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilin kullanılmayacağı; eğitim ve öğretim
hakkını düzenleyen 42. maddesinin son fıkrasında da uluslararası sözleşmeler
saklı kalmak üzere, Türkçeden başka hiç bir dilin eğitim ve öğretim kurumunda
Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamayacağı esası öngörülmüştür.
Sözü
edilen ilkelere gerekli güvenceyi sağlamak bakımından Anayasa'nın 4.
maddesinde, Atatürk milliyetçiliği ve başlangıçta belirtilen temel ilkeleri de
içeren 2. maddesi ile Türkiye Devletinin dilinin Türkçe olduğu hususunun da yer
aldığı 3. maddesinin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif
edilemeyeceği kuralı getirilmiş, siyasi partiler yönünden bir yaptırım olarak
da 14. maddede öngörülen sınırlamaların dışına çıkan siyasi partilerin temelli
kapatılması 69. maddede kabul edilmiştir.
Anayasadan
alınan ilhamla düzenlenmiş bulunan 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasasının 5.
maddesinin ikinci fıkrasında Anayasa'nın 14. maddesine benzer şekilde,
"Siyasi parti kurma hakkı Anayasa'nın başlangıç kısmında yer alan temel
ilkelere aykırı olarak ve Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmak... dil, ırk ayrımı yaratmak. . . amacıyla kullanılamaz"
hükmü getirilmiş, dördüncü kısmında"
"Siyasi
Partilerle ilgili Yasaklar" başlığı altında işbu davaya esas teşkil eden
78, 80 ve 81. maddeler de dahil olmak üzere birtakım yasaklayıcı hükümler
sevkedilmiş; tüzük ve programlarındaki veya belirli kurullarının karar,
genelge, ya da bildirgelerindeki yahut seçim münasebetiyle partiyi temsilen
yapılan radyo-televizyon konuşmalarındaki aykırılık hallerine ek olarak, 101.
maddesinin (b) bendinde genel başkan, genel başkan yardımcısı veya genel
sekreterin dördüncü kısmında yer alan maddeler hükümlerine aykırı nitelikte
sözlü ya da yazılı beyanda bulunmaları halinde de o partinin Anayasa
Mahkemesi'nce kapatılması öngörülmüştür. Bu hüküm ile, yasada sayılan bu
sıfatlan taşıyan partili kişilerin her türlü beyanlarının bu yasa bakımından
parti tüzel kişiliğini bağlayıcı nitelik taşıdığı ve beyanların öncelikle
Anayasadaki ve daha sonra yasanın dördüncü kısmındaki hükümlere aykırı olması
halinde o partinin kapatılma yaptırımına maruz kalacağı açıkça belirlenmiştir.
İddianamenin
içeriğinden de anlaşılacağı üzere, davalı parti hakkındaki işbu kapatma
davasının dayanaklarından birinin partinin genel başkan, genel başkan vekili ve
genel sekreteri sıfatlarını taşıyan yöneticilerinin çeşitli beyanları teşkil
etmektedir. Bu kişilerin beyanlarının parti tüzel kişiliğini bağlayıcılığına
dair kanuni faraziye bir yana bırakılsa bile, tamamı iddianameye aktarılmış
olan bu beyanların bir kısmının, davalı partinin büyük kongresinde veya taşra
örgütleri kongrelerinde, bir kısmının da genel merkez ya da taşra örgütleri
tarafından tertiplenmiş toplantılarda partideki sıfatlan altında yapılmış
olması karşısında, bunların davalı partiyi doğrudan doğruya ilzam edeceğinin
kabulü gerekir. Esasen, partiyi bağlayıcı açıklamalar yapma yetkisini, davalı
parti tüzüğünün 23. maddesi genel başkana, 30. maddesi genel sekretere
vermektedir.
2820
sayılı yasa, dördüncü kısmının birinci, ikinci ve üçüncü bölümlerinde yer alan
esas ve değerlere Anayasaya paralel olarak büyük önem atfetmekte, bunlara karşı
partiler tarafından yapılabilecek tecavüzlerin kapatılma yaptırımıyla
karşılaşmasını öngörmüş bulunmaktadır.
Yasanın
78. maddesi siyasi partilere, davanın konusuyla sınırlı kalmak üzere, şu
hususları yasaklamaktadır.
(1)
Türkiye Devletinin. . . Anayasanın Başlangıç kısmında ve 2. maddesinde
belirtilen esaslarını, (2) Anayasanın 3. maddesinde açıklanan Türk Devletinin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline. . . dair hükümlerini
değiştirmek amacını gütmek veya bu amaca yönelik faaliyette bulunmak,
başkalarını bu yolda tahrik ve teşvik etmek, (3) ırk esaslarına dayanmak,
Günümüzde
sadece bir teşkilatlanma kanunu olmaktan çıkarak aynı zamanda belirli bir
siyasi, ekonomik ve sosyal felsefe anlamında birer ideolojik belge niteliğini
kazanan anayasalar devletin kuruluşuna egemen olan fikir ve düşünce sistemini
ortaya koyar ve bu sistemi devletin siyasi ve hukuki temeli yapar. Anayasa
kuralları bir taraftan devletin esas yapısını şekillendirirken diğer taraftan
da onun oluşturduğu fikir ve düşünce sistemi, şekillendirilen devlet yapısına
öz ve içerik kazandırır.
Bu
açıdan bakıldığında Anayasamızın 176. maddesinin birinci fıkrası, felsefesi,
ideolojisi, fikir ve düşünce sistemi anlamında dayandığı temel görüş ve
ilkelerin başlangıç kısmında belirtildiğini söylemektedir. Ancak başlangıç
kısmının yanında 2 ve 3. maddelerdeki esasların da bu temel görüş ve ilkelere dahil
olduğunu kabul etmek gerekir. Aksi taktirde, bu maddelerdeki esasların 4.
maddedeki değiştirilmezlik kuralıyla koruma altına alınmasının bir anlamı
kalmazdı.
Anayasa'nın
başlangıç kısmı aynen şöyledir:
"Ebedi
Türk vatan ve milletinin bütünlüğüne ve kutsal Türk Devletinin varlığına karşı,
Cumhuriyet devrinde benzeri görülmemiş bölücü ve yıkıcı kanlı bir iç savaşın
gerçekleşme noktasına yaklaştığı sırada;
"Türk
milletinin ayrılmaz parçası olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, milletin
çağrısıyla gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 harekatı sonucunda, Türk Milletinin
meşru temsilcileri olan Danışma Meclisince hazırlanıp, Milli Güvenlik
Konseyince son şekli verilerek Türk Milleti tarafından kabul ve tavsip ve
doğrudan doğruya O'nun eliyle vazolunan bu ANAYASA:
"-
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk'ün
belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O'nun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda;
"-
Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak; Türkiye
Cumhuriyetinin ilelebet varlığı, refahı, maddi ve manevi mutluluğu ile çağdaş
medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
"-
Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine
ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun,
bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş
hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
"-
Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına
gelmeyip, belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı
madeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve
kanunlarda bulunduğu;
"-
Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığı Devleti
ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin,
Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında
korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği kutsal din duygularının,
Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle kanştınlmayacağı;
"-
Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve
sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni
içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde
geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
"-
Topluca Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve
kederlerde., milli varlığa karşı hak ve ödevlerde nimet ve külfetlerde ve
millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve
hürriyetine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve
<Yurtta sulh, cihanda sulh> arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat
talebine hakları bulunduğu;
"Fikir,
inanç ve kararıyla anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak
sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
"Türk
Milleti tarafından, demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet
sevgisine emanet ve tevdi olunur."
Buna
göre başlangıç kısmı şu ilkeleri içermektedir:
(1)
Atatürkçü milliyetçilik anlayışı ve onun ilke ve inkılapları (2) Türkiye
Cumhuriyetinin dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi
olduğu, (3) Egemenliğin kayıtsız ve şartsız Türk milletine ait bulunduğu, (4)
Hiç bir düşüncenin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, devleti ve
ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin,
Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında
koruma göremeyeceği, (5) Din duygularının devlet işlerine ve politikaya
kanştınlamayacağı, (6) Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda, milli
sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve
külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu.
Anayasanın
2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri açıklanarak, "Türkiye
Cumhuriyetinin toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde,
insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti
olduğu", 3. maddesinin birinci fıkrasında ise, "Türkiye Devletinin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu" ifade edilmiştir.
Anayasanın
felsefi, dünya görüşü, kendi deyimiyle temel görüş ve ilkeleri içinde davanın
konusu itibariyle üzerinde durulması gerekenler, Atatürk milliyetçiliği ve
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu ilkeleridir.
Hem
başlangıçta hem de 2. maddede sözü edilen Atatürk milliyetçiliği, 2. maddenin
gerekçesinde, bütün fertlerin kaderde, kıvançta ve tasada ortak ve bölünmez bir
bütün teşkil etmeleri olarak belirtilmiştir. Başlangıç'ın dokuzuncu
paragrafında, Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve
kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve
millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduklarının ifade edilmesi de
aynı niteliktedir.
Cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren meydana getirilmiş olan bütün Anayasalarımızda yer alan
ve bu bakımdan tarihsel ve geleneksel bir nitelik kazanmış bulunan bu
milliyetçilik anlayışı modem milliyetçilik anlayışıdır. Buna göre, çeşidi
kökenlerden gelseler bile, fenlen bir araya getiren, bir arada yaşatan şey
onlardaki buna ait duygu, düşünce ve irade birliğidir. Sübjektif nitelikteki bu
milliyetçilik anlayışında ana unsur ferdin kendi gibi onlarla birlikte kaderde,
kıvançta ve tasada ortak ve bölünmez bir bütün oluşturdukları duygu ve
düşüncesidir. Bu itibarla Atatürk milliyetçiliği sınırlan belli olan ve
bölünmez vatan esasına dayanır. Irkçılığı red eder. Irk düşüncesine ve kökence
başka görünen toplulukları bütünden ayn sayılması düşüncesine yer vermez.
Kültür milliyetçiliğidir. Yani kökenleri ne olursa olsun fertleri ortak bir
kültüre mensup oldukları bilinci etrafında toplar, onları "tek ulus"
yapısı içinde kaynaştırıp, bütünleştirir. Nitekim, yüksek Mahkemeniz de Esas
Î971/3 (Parti Kapatılması, Karar: 1971/3 sayılı kararında, Türk
milliyetçiliğinde ırk düşüncesi ve kökence başka görünen toplulukların ayn
tutulması düşüncesinin yer almadığını; 27.11,1980 gün Esas 1979/31, Karar :
1980/59 sayılı kararında, Anayasanın ırkçılık, turancılık ya da din veya mezhep
doğrultusunda bütünleşmeyi amaçlayan inanışları reddeden, Türk Devletine
vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan, birleştirici ve
bütünleştirici bir milliyetçilik anlayışına sahip olduğunu; 18.2.1985 gün Esas:
1984/9, Karar: 1985/4 sayılı kararında, Atatürk milliyetçiliğinin Türk
Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan dil, ırk ve din
gibi düşüncelerle yapılacak her türlü aynını reddeden, birleştirici ve
bütünleştirici ve anlayışı temsil ettiğim belirtirken aynı esaslara işaret
etmiş bulunmaktadır.
.Millî
devlet olmanın bir sonucu olan devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün
teşkil etmesi ilkesi ise iki anlam ifade eder. Devletin ülkesiyle bir bütün
olması, dışa karşı bağımsızlığını ve ülke bütünlüğünün korunması; Milletiyle
bütün olması ise, azınlık yaratılmasının önlenmesi, bölgecilik ve ırkçılık
yapılmaması ve eşitlik ilkesinin korunması demektir.
Dil
konusuna verilen önemi gösterir şekilde getirilmiş olan Anayasal düzenlemeden
ise yukarıda söz edilmiş bulunmaktadır.
Birbirini
tamamlayan modern Türk milliyetçiliği anlayışı ve devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğü ilkesi bu şekilde Anayasanın dayandığı temel görüş ve
ilkeler arasında yer almakta ve Siyasi Partiler Yasası'da Anayasa'nm bu
konudaki duyarlığını siyasi partiler bakımından devam ettirmektedir.
Siyasi
Partiler Yasasının 78. maddesinin (b) bendinde yasaklanan bir husus da siyasi partilerin
ırk esasına dayanmalarıdır. Buna göre, siyasi partiler belirli bir ırka mensup
olanların toplandıkları, sırf onlara mahsus bir parti olduklarını iddia
edemiyecekler veya bu amaçla örgütlenemeyeceklerdir. Aksine davranışa cevaz
verilmesi halinde bundan öncelikle devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünün zarar göreceği muhakkaktır.
Siyasi
partiler bakımından bir diğer yasaklama yasanın 80. maddesinde öngörülmüş olan
Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı devletin tekliği ilkesini değiştirme amacını
gütmek ve bu amaca yönelik faaliyette bulunmaktır. Maddenin gerekçesinde
devletimizin federe ve konfedere devletler ve siyaseten özerk kuruluşlar gibi
teklik ilkesine aykırı bir nitelik taşımadığı bu ve buna benzer ayrılmalar
devletin ve milletin bütünlüğü ilkesine ve toplum yararına ters düşeceğinden bu
yolda bir amaç gü-dülmesinin madde ile yasaklandığı belirtilmektedir.
Gerçekten, Türkiye Devleti tekil (unitaire) bir devlettir. Federe devletlerden
oluşmuş değildir. Milli devlet olmanın yani bir milletin bağımsız devlet
halinde örgütlenmesinin sonucu olan bu nitelik etnik, dinsel ya da başka
herhangi bir düşünceyle ülkenin federe devletlere veya özerk bölgelere
ayrılmasına izin vermez. Milli birliği kurmak ve devam ettirmek amacıyla devlet
tekil biçimde oluşmuştur.
Yasanın
81. maddesinin (a) ve (b) bentleri de siyasi partilerin, Türkiye Cumhuriyeti
ülkesi üzerinde milli. . . kültür veya. . . ırk veya dil farklılığına dayanan
azınlıklar bulunduğunu ileri sürmeyi; Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve
kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi
üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını gütmeyi ve
bu yolda faaliyette bulunmayı yasaklamaktadır. Maddenin gerekçesine
bakıldığında bu düşüncelerin yer aldığı görülmektedir:
"Ülkemizde
Lozan Antlaşması ile kabul edilen azınlıklar dışında bir azınlık yoktur.
Herhangi bir ülkede resmi dilin dışında bazı dillerin bilinmesi veya yer yer
konuşulması azınlık yaratmaz. Hele siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel
alanlarda olduğu gibi her bir alanda bütün haklara sahip ve borçlarla eşit bir
şekilde yükümlü olan tek bir milletin evlatları arasında azınlıktan söz etmek
mümkün değildir."
"Bir
memlekette resmi dilin her vatandaş tarafından bilinmesi hangi alanda olursa
olsun eşitlik ilkesinin hakkıyla uygulanabilmesi ve adli ya da idari işlerin
çabukluk ve selametle yürütülmesi bakımından yararlı hatta zorunludur. Bu
itibarla resmi dili genç, ihtiyar, kadın, erkek her vatandaşın bilmesini
sağlamak devletin görevidir."
Maddenin
(a) bendinde siyasi partilerin milli. . . kültür. . . ırk ya da dil ayrılığına
dayalı azınlıklar bulunduğunu ileri süremeyecekleri kabul edilmiştir. Gerekçede
de açıklandığı üzere ülkemizde azınlıklar konusu 24 Temmuz 1923 tarihli
Lausanne Antlaşmasıyla düzenlenmiş ve sadece müslüman olmayanlar azınlık
kapsamına dahil edilmişlerdir. Bu düzenlemenin amacı, müslüman olmayanlara da
müslümanlara sağlanan medeni ve siyasi haklardan yararlanma imkanı verilerek
yasalar önünde din ayrımı yapılmaksızın herkesin eşit olduğunu belirtmektedir.
Bir de 18 Ekim 1925 tarihinde imzalanmış olan Türk-Bulgar Dostluk Antlaşmasında
Türkiye'deki Bulgarların azınlık sayılmaları kabul edilmiş ise de Türk
Devletinin laik mevzuatı kabul etmesini takiben bu azınlıklar bu statülerinden
kendiliklerinden vazgeçmişlerdir. İşte Türkiye'deki hukuk sistemi itibariyle bu
iki antlaşmayla tanınanların dışında bir azınlığın var olduğu kabul ve iddia
edilemez.
Elbette
belirli bir büyüklükte toprağa sahip olan devletlerde din, mezhep, ırk, dil
gibi unsurlar bakımından farklı insan toplulukları yani millet olgusuna oranla
alttopluluk olarak adlandırılabilecek kesimler var olabilir. Ancak, bu
kesimlerin her birine azınlık hakkının tanınması devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmezliği ilkesiyle çelişir. Üstelik bunlara mensup olanlar ortak geçmişten
gelen tarihsel ve kültürel beraberlik anlayışı içinde kendi kaderlerini o
ulusun kaderiyle özdeşleştirme iradesini tereddütsüz açığa vurmuşîarsa onlara
azınlık hakkı tanınmasına gerek kalmaz. Nitekim, yaklaşık bin yıldan beri
Anadolu toprağında yaşamakta olan Türkler ve diğer unsurlar birlikte aynı
devletlerin çatısı altında yer almışlar, çeşidi zorluklara birlikte göğüs
germişler çeşitli acılara birlikte katlanmışlar ve bunlara karşı birlikte mücadele
vermişler, sevinçli günlerde birlikte mutlu olmuşlar; diğer taraftan gerek
birbiriyle gerekse çeşitli tarihsel, siyasal nedenlerle veya göç hareketleri
sonucu başka insan topluluklarıyla karışıp kaynaşmışlardır. Böylece, ortak bir
geçmişe, tarihe ve değer yargılarına dayanan tek bir ulusa mensup olma şuur ve
iradesiyle "Türk ulusıTzm oluşturmuşlar ve Türkiye Cumhuriyetini
kurmuşlardır. Bu bakımdan Türk ulusu çeşitli halklardan değil, kendi özgür
iradesiyle ortak geçmişin oluşturduğu ortak kültürde birleşmeye karar veren tek
halktan meydana gelmiştir. Gerçekten, Anayasamızın 66. maddesinin birinci
fıkrasında, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu
ifade edilmek suretiyle, Türk ulusundan sayılmanın tek şartının "vatandaşlık
bağı" olduğu, bunun dışında kalan dil, din ve ırk farklılıklarının nazara
alınmayacağı, "Türk ulusu"nun bu suretle vatandaş sayılan bireylerin
bütünlüğünü ifade ettiği kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak, bugün ırk, dil,
din ya da mezhep ayırımına yer vermeyen, bireyler arasında tam bir eşitliğe
dayanan Türk vatandaşlığı sıfat ve ayrıcalığına sahip herkes toplum hayatı
içinde saygın bir yere ve hukuk düzenince tanınmış her hakka mutlak biçimde
sahiptir.
Maddenin
(b) bendinde ise, siyasi partilerin Türk diîî ve kültüründen başka dil ve
kültürleri korumak, geliştirmek ya da yaymak yoluyla ülkede azınlıklar
yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemeyecekleri belirtilmiş
bulunmaktadır.
Bu
açıklama ve tespitlerin ışığı altında davalı partinin genel başkanları, genel
başkan vekili ve genel sekreterlerinin yapmış oldukları konuşmalar
incelendiğinde, işlenen temalar ve Siyasi Partiler Yasasına aykırılık halleri
şu şekilde çıkmaktadır, incelenen konuşma ve demeçlerde;
· Türkiye
Cumhuriyetinde sadece Türklerin varolduğunu kabul eden, buna karşı,. Türklerin
dışında bütün etnik yapılan reddeden bir politikanın ve bunun doğal sonucu
olarak, baskıcı, otoriter ve asimilasyoncu bir uygulamanın benimsendiği, insan
Hakları Evrensel Beyannamesinin imzalanmasının durumda bir değişiklik meydana
getirmediği,
· Yetmiş
yıldan beri uygulanan (resmi ideoloji olarak adlandırılan) red ve in kar
politikasına rağmen kürt halkının mevcut olduğu, sözkonusu resmi ideolojinin
artık iflas ettiği, Kürt halkının dinamizminin yükseldiği, kendisini her alanda
ifade eden bir döneme girdiği, (tabu olarak nitelendirilen), red ve inkar
politikası bırakılmadıkça Türkiye'nin özgürleşemiyeceği,
· Demokrasinin
önünde en büyük engelin Kürt sorunu olduğu, sorunun çözü münün barışçı ve
demokratik bir ortamda tartışmak suretiyle olabileceği, bu sorunu Kürtler ile
Türklerin omuz omuza ve kardeşçe çözecekleri, bu sorunu sadece Kürtle rin
tartışamadığı, demokratik bir ortamda özgürce tartışılmadan çağa, akla, bilime
uygun şekilde çözümlenmeden Türkiye'de gerçek bir demokrasiden söz
edilemeyeceği ve Türk halkının özgür olamayacağı, çünkü Türk halkının da baskı
altında tutulduğu, onların da halklar arasında eşit ve adil olmayan zora dayalı
ilişkileri kabullen meye zorlandıkları, Kürt sorunu çözülmeden Türk halkının da
özgür olamayacağı, bu sorun çözümlenmediği sürece, Türkiye'de demokrasiyi
kurmanın ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı sağlamanın mümkün olmadığı,
· Dış
politikada uluslann eşit, özgür iradeye dayalı, yani uluslann kendi ka
derlerini tayin edici bir politikadan yana oldukları, bu hakkın mutlaka ayrılma
anlamına gelmediği, özgürlük ve eşit iradeye dayalı birlikte yaşama demek
olduğu,
· Kendi
kaderini belirleme hakkının, her halk için olduğu kadar, Kürt halkı için de,
tartışılmaz, vazgeçilmez, doğal bir hak olduğu, Birleşmiş Milletler Örgütünü
oluşturan devletlerin Kürtlerin yaşadığı tüm parçalarda Kürt halkının yürüttüğü
mücadeleye sessiz kalamayacakları, en kısa zamanda Birleşmiş Milletler
kapsamında bir Kürt konferansı toplanarak soruna adil, uluslararası
sözleşmelere uygun ve demokratik bir çözümün bulunması gerektiği,
· Yeni
bir anayasa yapılarak bunun ışığında Kürt sorunu hakkında bir mutabakat
çalışmasının başlatılması, herkesin katılacağı ortak bir çözümün bulunması, bu
yeni anayasada Kürtlerin varlığı kabul edilerek Türkler ile Kürtlerin
eşitliğine ve birliğine dayalı bir toplum düzeninin öngörülmesi gerektiği,
Kürt
gerçeğinin eğitim yoluyla Türklerin ve Kürtlerin eşit haklı birlik anlayışına
uygun olarak benimsetilmesi gerektiği,
-
Halkın Emek Partisi'nin programında Kürt sorununun demokratik ve siyasal
yollarla çözümünü ilke olarak benimsedikleri; bütün halkların kardeşliğini,
eşitliğini ve özgürlüğünü savunan, bunun Türkiye'nin tek kurtuluş yolu olduğunu
düşünen ve politikasını üreten parti oldukları,
Beyan
edilmek ve Türkiye Cumhuriyeti ülkesinin bir kısmı Kürdistan olarak nitelenip,
adlandırılmak suretiyle yasanın 78. maddesinin (a) bendine aykırı olarak Türk
ve Kürt halkları ve hatta diğer bazı etnik unsurlar ayırımı ısrarla işlenmek
suretiyle aşağıda belirtilecek olan idari federasyon adlı modelden başlayıp,
Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını kullanmalarına kadar varan bir süreç
içerisinde Kürtlerin Anayasadaki ulus bütünlüğünden ayrılmaları ve ayn bir Kürt
ulusunun oluşturulması esasının benimsendiği anlaşılmaktadır. Oysa Türkiye
Cumhuriyeti devletinde birden fazla ulusun varlığı sözkonusu olamaz. Dili,
dini, mezhebi, ırkı farklı da olsa Türk ulusu bütünlüğü içinde yer alan her
birey Türk yurttaşıdır. Tarihsel bir gerçeğin ifadesi olan "Türk
Ulusu" olgusunun ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak, ırkçılığa
dayanan ayrılıklar ve Türk vatandaşlığı niteliğini değiştiren iddialar ileri
sürülemez.
Diğer
taraftan yine bu konuşma ve demeçlerde;
· İlk
defa içlerine sine sine içinde yer alabilecekleri, bizim diyebilecekleri bir
partinin doğduğu, partinin en çok ezilen, en çok sömürülen, en çok baskı alanda
tu tulanların partisi olduğu, sömürülen, baskı alünda tutulan ve zulme uğrayan
bir halk, Kürtler bu partiye sahip çıkıyorlarsa Halkın Emek Partisinin bundan
onur duyacağı, bütün bunlara rağmen partiye Kürtlerin partisi deniyorsa demek
ki en çok onların ezildiği, sömürüldüğü, zulmedildiği, Kürtlerin en çok
ezildikleri söyleniyorsa, Kürtlerin de partisi olmaktan onur duydukları,
· Ekonomik
ve etnik özelliklerinden dolayı Türkiye'de en fazla ezilenler Kürt halkı
olduğundan, bunların ezilenlerin hakkını koruyan Halkın Emek Partisi'ni
desteklemelerinden daha doğal bir şeyin olamayacağı,
· Türkiye'de
bütün etnik yapıların partisi oldukları, ifade edilmek suretiyle 2820 sayılı
Yasanın 78. maddesinin (b) bendine aykırı olarak davalı partinin belli bir ırka
mensup olanların ve hatta daha da ileri gidilip Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan
"etnik yapı" şeklinde ifade ettikleri değişik kökenli bireylerin bu
kökenleri vurgulanarak onların da partisi olduğu ileri sürülmekte ve böylece
parti bir yönüyle de ırk esasına dayandırılmaktadır.
Genel
Başkan Feridun Yazar tarafından verilen bir demeçte, üniter devlet kavramını
Türkiye'nin sınırlarının değişmemesi anlamında aldıkları, ancak Türkiye
Cumhuriyetinde üniter devletten kast edilenin inkarcı politika olduğu, bunun da
katı bir merkeziyetçiliği beraberinde getirdiği, devletin bu inkarcı ve
merkeziyetçi uygulamadan vazgeçerek bütün Türkiye'de halklarının eşitliğine ve
gönüllü birliğine dayalı politikaların üretilmesi gerektiği belirtildiği gibi
(1.6.1992 tarihli Milliyet Gazetesi) yerel yönetimlerin merkezi devletin
denetiminden kurtarılarak mali ve idari Özerkliğe kavuşturulması (5.2.1992
tarihli Sabah Gazetesi), daha sonra da aynı doğrultuda olmak üzere, Türkiye'de
üniter devletin bugüne kadar uygulandığı biçimde sorunları çözemediği, bu
nedenle merkeziyetçi devlet sisteminin otonom bölgeler veya federasyon, yahut
idari federasyon denilen şekilde değişmesi gerektiği, uygulanmasından yana
oldukları idari federasyon biçiminde o bölgenin yönetim şeklinin, kullanılacak
dilin, yapılacak yayınların o yerde belirleneceği, o yerde vergi toplanıp, yine
o yerde harcanacağı, ancak bir kısmının devlete gönderileceğinin ifade edilmesi
(1.6.1992 tarihli Milliyet Gazetesi) suretiyle, sırf bazı hizmetlerin daha iyi
göriilebilmesinin ve sorunların çözümlenebilmesinin birden çok ili içine alan
çevrede teşkilatlanmayı gerektirdiğini dikkate alan Anayasa'nın merkezi idareyi
düzenleyen 126. maddesinin üçüncü fıkrasında sadece kamu hizmetlerinin
görülmesinde verim ve uyum sağlanmaya yönelik olmak üzere birden çok ili içine
alacak şekilde kurulabileceği öngörülen merkezi idare teşkilatı modeliyle 127.
maddesinin son fıkrasında öngörülen ve yine münhasıran belirli kamu
hizmetlerinin görülmesi amacına yönelik olarak mahalli idarelerin kendi
aralarında Bakanlar Kurulu'mm izniyle kurulabilecekleri birlik modelini aşan,
vergi toplama ve toplanan vergilerin mahallinde harcanması, yönetim seklinin ve
Anayasanın değiştirilemeyecek olan 3. maddesindeki Türkiye Devletinin dilinin
Türkçe olduğu hükmü de gözardı edilerek, kullanılacak dilin ve yapılacak
yayınların mahallinde belirlenmesi gibi, parti programındaki yerel yönetim
örneğini aşan, adeta siyasal amaçlı yerinden yönetim modeline yaklaşan, özerk
bölge niteliğinde, giderek federalizme yol açabilecek "idari
federasyon" adı verilen kuruluşların, artık yetersiz kalmaya başladığı belirtilen
tekil devletin yerine oluşturulmasının önerildiği ve böyle bir modelin
önerilmesiyle de 2820 sayılı yasanın 80. maddesine aykırı olarak devleün
tekliği ilkesini değiştirme fikrine sahiplenilip bu yolda beyanda bulunulduğu
çok açık biçimde ortaya çıkmaktadır.
Tamamı
iddianameye alınmış olan konuşma ve demeçlerde;
-
Halkların ve insanların kardeş oldukları ama birinin dövdüğü, birinin dövüldüğü
bir kardeşliğin değil, eşit bir kardeşliğin istendiği,
· Kürt
ile Türkü omuz omuza birleştirip demokrasi mücadelesini verme gibi bir
görevlerinin olduğu,
· Nevruz'un
zulme karşı direniş, mücadele, başkaldırı, özgürlük talebinin yük seldiği,
zulme, sömürüye, baskıya başkaldırışın sembolleştiği bir gün ve Kürt halkının
özgürlük bayramı olduğu, sömürüye ve sömürgeciliğe karşı herkesin mücadele ve
dayanışma azminin bilinerek kenetlendiği bir gün olduğu, Kürt halkının direnme
ruhunu, mücadele geleneğini simgeleyen Nevruz'un yeniden doğuşu dile getirdiği,
özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren kendilerinin de yeniden doğdukları, zulme
ve baskıya karşı mücadele azimlerini yükselttikleri, Kürt halkının özgürlük
tutkusundan vazgeçmediği, daima onu kıskandığı; Buradan (konuşma kürsüsünden)
Kürt, Arap, Çerkez, Laz, Arnavut, Pomak herkese seslenilerek davalı partinin
ezilen, sömürülen baskı altında tutulanların partisi olduğu,
· Halkların
gönüllü birliğine, tam eşitliğe ve kardeşliğe dayalı bir demokratik düzenin
kararlı savunucusu ve mücadelecisi olacakları,
· Kürt
halkının yıllardan beri insanlık haklarını kullanamadığı, hiç bir haklarının
bulunmadığı,
· Halkın
Emek Partisi olarak halkların eşitliğinden ve kardeşliğinden yana oldukları,
hedeflerinin eşitlik ilkesine dayalı, halkların gönüllü birliği olduğu, onun
için mücadele ettikleri,
· Edirne'den
Van'a kadar Kürt Türk ve diğer bütün azınlık halkların, emekçilerin ortak sesi
oldukları,
· Kürt
sorununun Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri mevcut olduğu, Cumhuriyetin
Türk ve Kürt halkları tarafından birlikte kurulmuş olmasına rağmen daha sonra
Kürt halkının tamamen dışlandığı,
· Kürt
halkının kimliksiz olmak istemediği, özgür olmak istediği, Kürt halkı nın Türk
halkıyla bir alıp veremediğinin bulunmadığı, Kürt halkının özgürlük ve
kardeşlikten, siyasî çözümden yana olduğu,
Beyan
edilmekte ve Ahmet Karataş'ın genel başkanvekili sıfatıyla 15.12.1991 tarihinde
yapılan 1. Olağanüstü Büyük Kongrede yapüğı konuşmasına "Kürt, Türk, Laz,
Çerkez, sıcak Türkiye halkı", genel sekreter sıfatıyla 1.3.1992 tarihinde
İstanbul'da yapılan mitingdeki konuşmasına da "bu ülkenin Türk, Kürt,
Arap, Çerkez, Laz bütün insanları" sözleriyle başlaması suretiyle 2820
sayılı yasanın 81. maddesinin (a) bendine aykırı olarak Türkiye Cumhuriyeti
ülkesi üzerinde dil ve ırk ayrılığına dayanan azınlıklar bulunduğuna işaret
edilmektedir.
Davalı
parti sorumlularının konuşma ve demeçlerinde;
· Kürt
halkının özgürlük tutkusundan hiç bir zaman vazgeçmediği, daima onu kıskandığı,
o yüzden de kültürünü ve ulusal değerlerini hep ayakta tutmasını bildiği,
· Kürtlere
okumanın, yazmanın Kürt kültürünü araştırmanın yasak olduğu,
· Kürt
halkının Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğü içinde kendi ulusal ve kültürel
kimliğini korumak ve geliştirmek istediği, devleti ele geçirenlerin inkarcı
politi kalarla Kürtleri eritmek istedikleri,
· Kürt
sorununun çözümü için öncelikle Kürt halkının kendi ulusal ve kültürel
kimliğini ifade edebilmesinin önündeki engellerin kaldırılması ve
geliştirilmesi olanaklarının yaratılması gerektiği,
· Yeniden
yapılacak bir Anayasada Kürtlerin dil, inanç ve kültür özgürlükleriyle Kürtçe
eğitimi, öğrenimi ve diğer haklarını kuUanmalanna olanak verecek yeni yasal
düzenlemelerin topluma ve devlete benimsetilmesi gerektiği,
Belirtilmek
suretiyle de, 81. maddenin (b) bendine aykırı davranılmakta ve Türk dili ve
kültüründen başka bir dili ve kültürü korumak, geliştirmek yoluyla azınlık
yaratılarak ulus bütünlüğünün bozulması amacı güdülmektedir. Oysa şurası bîr
gerçektir ki; Anayasa ve yasalarda yurttaşlar arasında ne ırk, ne dil, ne de
başka herhangi bir nedenle ayırım yapılmasını öngören bir hüküm bulunmaktadır.
Devlet, bireylerin soy kökenlerine karşı tarafsız ve ilgisizdir. Hiç kimsenin
ve bu arada Kürt kökenli olanların kendi kimliklerini ifade etmelerine bir
engel yoktur. Ancak, burada önemli olan, bir azınlığa ya da bir ulusa mensup
olmayı ileri sürmeksizin, kimliğin Türk ulusu bütünlüğü ve bu bütüne mensup
olduğu ruh ve bilinci içinde anlatılmasıdır. Aksine düşünceler bu bütünlüğü
bozacağından ve devletin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşüreceğinden
koruma göremez.
Bu
durumda; davalı parti tüzel kişiliğini beyanlarıyla sorumlu kılabilecekleri
öngörülmüş olan genel başkan ve genel sekreter gibi görevlilerinin 2820 sayılı
yasanın dördüncü kısmında yer alan 78. maddesinin (a) ve (b) bentleri, 80.
maddesi ve 81. maddesinin (a) ve (b) bentleri hükümlerine aykırı konuşma ve
açıklamalarda bulunmaları sebebiyle, davalı partinin aynı yasanın 101/b madde
ve fıkrası uyarınca kapatılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
B)
Davalı parti yönünden söz konusu olan bir diğer kapatma sebebi ise 2820 sayılı
yasanın 103. maddesinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Anılan maddenin birinci
fıkrasına göre, "Bir siyasi partinin kanunun 78 ila 88 ve 97. maddeleri
hükümlerine aykırı fiillerin işlendiği bir mihrak haline geldiğinin sübuta
ermesi halinde o siyasi parti Anayasa Mahkemesince kapatılır."
Kanuna
aykırı siyasi faaliyetlerin mihrakı olma halinin nasıl anlaşılacağını, kanunun
kullandığı deyimle nasıl sübuta ereceğini aynı maddenin ikinci fıkrası
belirtmiştir. Şöyle ki; "Bir siyasi partinin yukarıda yazılı fiillerin
mihrakı haline geldiği, 101. maddenin (d) fıkrasının uygulanması sonucunda bu
fiillerin o partinin üyelerince kesif bir şekilde işlenmiş olduğunun ve bu
fiillerin kesif olarak işlenmesinin o partinin büyük kongre, merkez karar ve
yönetim kurulu veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu yahut
bu grubun yönetim kurulunca zımnen veya sarahaten benimsendiğinin sübuta ermesi
ile olur."
Şu
halde, madde hükmüne göre, bir siyasi partinin kanunsuz siyasi faaliyetlerin
mihrakı haline gelmesi sebebiyle kapatılabilmesi için, (1) yasanın dördüncü
kısmında yer alan 78 ila 88 ve 97. maddelerindeki yasaklamalara aykm fiillerin
o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi, (2) bu fiillerin yoğun bir
biçimde işlenmiş olduğunun o partinin büyük kongre, merkez karar ve yönetim
kurulu veya parlementodaki grup genel kurulu yahut grup yönetim kurulunca
açıkça veya zımnen benimsendiğinin belirlenmesi gerekir.
Bu
açıklamaların ışığı altında davalı partiye mensup üyelerin işledikleri fiiller
ile haklarında yapılan adli işlemlere göz atıldığında aşağıdaki hususların
ortaya çıkağı görülmektedir:
1.
Halkın Emek Partisi Adana il başkanı (halen genel sekreter yardımcısı) Kemal
Okutan ile il yönetim kurulu üyeleri Mehmet Ali Çakıcı, Ahmet Karatekin,
Tacettin Bakır ve Yüreğir ilçe örgütü başkanı Nihat Türkmenoğlu'nun 19.3.1991
günü Adana Dağlıoğlu mahallesindeki bir kahvehanede toplanarak 20.3.1991 günü
Nevruz Bayramıyla ilgili olarak yürüyüş yapılacağını söyledikleri ve mahalle
içinde dolaşarak sakinleri yürüyüşe davet ettikleri, belirtilen günde adlan
geçenlerin de dahil oldukları bir grubun mahalledeki sağlık ocağı önünde
toplanıp, kadın ve çocuklarla birleşerek şehir merkezine doğru kanunsuz olarak
yürüyüşe geçtikleri, topluluk içinde bulunanlardan bazılarının ellerinde
"biji nevroz", "Nevroz Ave Prozbe" yazılı pankartlar ile
1982 yılında Ölen PKK örgütü militanı Mazlum Doğan'ın resmini taşıdıkları ve
hep birlikte "yaşasın kürdistan", "kahrolsun faşist Türk
devleti" "yaşasın nevroz ve PKK ve Apo", "haydi Kürt halkı
el ele hep birlikte Kürdistaııı kuralım" diye slogan attıkları, Mehmet
Reşat Şimşek ve Mehmet Nur Şimşek isimli kişilerin hayali bir Kürdistan bayrağı
taşıdıkları, daha sonra topluluğun, önünü kesen kolluk güçleriyle çatışmaya
girdiği ve polis araçlarını tahrip ettiği iddiasıyla Malatya Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığınca 15.4.1991 gün, 1991/51 sayılı iddianame ile o
yer Devlet Güvenlik Mahkemesine 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 8/1 ve
T. Ceza Yasasının 516/ilk, 517, 522; 516/3, 517, 522; 258/2 maddeleri uyarınca
kamu davası açıldığı ve davanın devam ettiği,
1.
Halkın Emek Partisi İçel Merkez ilçe örgütü başkanı Ahmet Köse ile yöne tim
kurulu üyeleri Ali Aslan, Nesimi Erdem, Selamı Turhan, Hülya Ayhan, M. Ali
Coşkun, Vecdi Köylüoğlu, Ali Deniz ve İbrahim Bitkin'in "Irkçılıkla
Mücadele Günü" ile ilgili olarak etkinlik karan alıp, bu amaçla 21.3.1991
tarihinde Mersin'de dü zenledikleri toplantıda 21 Mart'ın Nevruz'un Kürtlerin
bağımsızlığına kavuştukları gün olarak her yıl kutlanacağını, bu günün kendileri
için bir bayram günü olduğunu belirttikleri, toplantı sırasında yapılan
konuşmaların içeriğinde yer alan beyanlarla sa nıkların bölücülük propagandası
yaptıkları iddiasıyla adlan geçenler hakkında Malatya Devlet Güvenlik Mahkemesi
Cumhuriyet Savcılığınca 19.3.1992 gün, 1992/51 sayılı iddianame ile o yer
Devlet Güvenlik Mahkemesinde 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 8/1 maddesi
uyarınca kamu davası açıldığı ve davanın devam ettiği,
2.
a) Halkın Emek Partisi Şişli ilçe örgütü tarafından 8.5.1991 tarihinde
"Dersim Gecesi" adı altında düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmanın
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozucu nitelikte olduğundan
bahisle İstanbul il örgütü başkanı Osman Özçelik hakkında,
b)
Fatih ilçe örgütü tarafından 25.5.1991 tarihinde "Bahar ve Özgürlük"
adıyla düzenlenen toplantıda yaptığı konuşması devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne aykırı görülerek, ilçe başkanı Hikmet Can Özdemir ile il
başkanı Osman Özçelik hakkında 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 8/1
maddesi uyannca cezalandınlmaîan için İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi
Cumhuriyet Savcılığınca 13.8.1991 gün 1991/401 sayılı iddianame ile o yer
Devlet Güvenlik Mahkemesince kamu davası açıldığı ve devam ettiği,
4.
Halkın Emek Partisi Derik ilçe Örgütü başkanı Mehmet Ata Zeren ile Os man
Karakaş, Fatime Sayar, Cebrail Sayar ve Remzi Dağ'ın 31.5.1991 günü Derik
ilçesinde bulunan parti binasında başlatılan açlık grevine katılarak hep
birlikte Kürtçe olarak "meş'aleyi yaktık temeli attık",
"Kürdistanı kuracağız", "biji biji Kürdistan",
"PKK'nın partisinde toplanalım", "Kürtlerin Partisi",
"duvarları yıkacağız, hedefe varacağız", "şehitlerimizin kanıyla
zafere ulaşacağız", "ihtilal, ihtilal, ihtilal" gibi bölücü ve bölgeci
sloganlar attıkları iddiasıyla adları geçenler hakkında Diyarbakır Devlet
Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığınca 9.7.1991 gün ve 1991/435 sayılı
iddianameyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 8. maddesi uyannca
cezalandırılmaları için kamu davası açıldığı,
5.7.1991
günü bilinmeyen kişilerce öldürülen Halkın Emek Partisi Diyarba kır il başkanı
Vedat Aydın'ıa 10.7.1991 tarihindeki cenaze töreninde toplanan ve İstasyon
Meydanına doğru yürüyüşe geçen kimselerin toplu halde ve sık sık "yaşasın
Kürdistan", "yaşasın PKK", "vur gerilla vur, Kürdistanı
kur", "Kürdistan Türklere mezar olacak", "kürdistan faşizme
mezar olacak", "kahrolsun Türkiye Cumhuriyeti", "faşist T.C
ordusundan hesap soracağız" ve benzeri şekilde devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine sloganlar attıkları, güvenlik güçlerine
saldırıp taşladıkları, polis karakollarına ateş ettikleri, polis otomobillerini
tahrip ettikleri iddia sıyla Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Savcılığınca 31.7.1991 gün, 1991/501 sayılı iddianame ile o yer Devlet Güvenlik
Mahkemesinde başta Şanlıurfa il başkanı Abdülmuhsin Melik ve 38 parti üyesi
olmak üzere toplam 328 kişi hakkında 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının
8/1, 2911 sayılı Yasanın 33/c, T. Ceza Yasasının 258/2, 516, 517, 522.
maddeleri uyarınca kamu davası açıldığı ve davanın devam ettiği,
1.
Halkın Emek Partisi Manisa Merkez ilçe örgütü başkanı Celal Bedikanlı'nın
21.7.1991 tarihinde partinin Turgutlu ilçe binasının açılış törenindeki konuşma
sında, üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetini sömürgeci olarak
nitelendirdiği, Kürtlerin sömürülmekte olduğunu, Kürtlerin ayrı bir halk olup,
bağımsızlıkları için mücadele ettiklerini söylemek suretiyle tekil devletin
parçalanmasını ve Kürtlerin özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuşmalarını amaçladığı
gerekçesiyle adı gecenin İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesince 10.12.1991 gün,
1991/133-133 esas ve karar sayılı kararıyla 3713 sayılı Terörle Mücadele
Yasasının 8, T. Ceza Yasasının 59/2 madde leri uyarınca bir yıl sekiz ay ağır
hapis, 41.666.666.- lira ağır para cezasına mahkum edildiği, hükmün Yargıtay
Dokuzuncu Ceza Dairesinin 11.2.1992 gün, 1992/421-635 esas ve karar sayılı
ilamıyla onanarak kesinleştiği, Cumhuriyet Başsavcılığımızca yapılan uyarı
üzerine Celal Bedikanh'nın davalı partideki üyeliğine parti genel başkanlığınca
son verildiği,
2.
Halkın Emek Partisi'nin 15.12.1991 tarihinde yapılan 1. Olağanüstü Büyük
Kongresinde yapmış oldukları ve özetlerine yukarıda yer verilmiş bulunan
konuşmalarında bölücü propaganda yaptıkları iddiasıyla Antalya Merkez İlçe
Örgütü üyesi ve kongre divan başkanı Güven Özatay, Adana il başkanı balen genel
sekreter yardım cısı Kemal Okutan, İstanbul il sekreteri Cabbar Gezici,
Diyarbakır il örgütü başkanı Hüseyin Turhallı, Şanlıurfa il Örgütü başkanı
Abdülmuhsin Melik ve Salih Şahin hakkında 3713 sayılı Terörle Mücadele
Yasasınını 8. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları için Ankara Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığınca 24.2.1992 gün, 1992/9 sayılı iddianameyle
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açıldığı ve davanın devam
ettiği,
8.
Halkın Emek Partisi Aydın il örgütü başkanı Lazgin Çulduz, yönetim kurulu
üyeleri İsmet Dağ, Hamdullah Kıran, Sabri Tor, Ethem Kışkır, Şakir Sula,
Hüseyin Erdemir, Mehmet Duyar, Abdülkerim Babat, Mehmet Muhti Ürün'ün kararıyla
partinin tanıtımı ve maddi katkı sağlama amacıyla bastırılan ve ayrıntılarını
yukarıda yer verilmiş olan duvar takviminin içeriğinin halkı ırk ve bölge
farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik edici olduğundan ve devletin ülkesi
ve milletiyle bölün mezliğini bozmayı hedef aldığından bahisle İzmir Devlet
Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığınca 16.3.1992 gün, 1992/15 sayılı
iddianameyle T. Ceza Yasasının 312/2, 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının
8/1 maddeleri uyarınca adları geçenler hakkında o yer Devlet Güvenlik
Mahkemesinde kamu davası açıldığı ve davanın devam ettiği,
9.
Davalı partinin Aydın il örgütü başkanı Lazgin Çulduz'un 18.2.1992 tarihinde
Nazilli ilçe örgütünün kuruluş gecesinde yapmış olduğu ve yukarıda özetlenmiş
bulunan konuşması içeriğinin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozucu nitelikte olduğundan bahisle İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Savcılığınca 22.4.1992 gün, 1992/29 sayılı iddianame ile o yer Devlet Güvenlik
Mahkemesinde 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 8/1 maddesi uyarınca
cezalandırılması için kamu davası açıldığı ve davanın devam ettiği,
1.
Halkın Emek Partisi İstanbul il örgütünce 1.3.1992 günü İstanbul'da dü zenlenen
"Bütün halklar kardeştir, katliama son" adlı mitingde yapılan
konuşmaların devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün bozulmasına
yönelik olduğun dan bahisle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Savcılığınca 29.5.1992 gün, 1992/388 sayılı iddianameyle parti genel sekreteri
Ahmet Karataş, İstanbul il sekreteri Orhan Tural ve Diğer parti üyeleri Ahmet
Kulaksız ve Salih Turan dahil olmak üzere dokuz kişi hakkında 3713 sayılı
Terörle Mücadele Yasasının 8/1 maddesi uyarınca İstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesinde kamu davası açıldığı ve davanın devam ettiği,
2.
Halkın Emek Partisi Adapazarı il yönetim kurulu başkanı olan Ahmet Gözcan'ın
başvurusunu takiben 20.7.1992 günü yapılan açılış şenliğinde yasadışı örgüt
olan PKK ve onun lideri Abdullah Öcalan'ın ve faaliyetlerinin övüldüğü, propa
gandasının yapıldığı, geceye katılanların "biji Kürdistan",
"biji Apo", "vur gerilla vur Kürdistanı kur",
"şehitlerimiz onurumuzdur", "yeni konuştan", "gençler
vatana" şeklinde slogan attıkları, sol ellerini havaya kaldırdıkları,
zafer işareti yaptıkları, yönetim kurulu üyelerinden Zülküf Ateş'in topluluğu
yönlendirdiği slogan atılmasına öncelik ettiği iddiasıyla Ahmet Gözcan ve
yönetim kurulunu oluşturan Abdülkadir Tekin, Mehmet Emin Eroğlu, Hizni Aydın,
Mehmet Ali Yıldız, Rıfat Gözcü, Zülküf Ateş ve Fethi Doğan da dahil olmak üzere
toplam 10 kişi hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Savcılığınca 2.6.1992 gün, 1992/499 sayılı iddianame ile İstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesinde 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 8/1 maddesi
uyarınca kamu davası açıldığı ve davanın devam ettiği,
Anlaşılmıştır.
Görüldüğü
gibi; adlan geçen parti üyeleri hakkında 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının
8. maddesiyle bireysel olarak yaptırıma bağlanan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alan propaganda yapma
eyleminden dolayı yurdun çeşitli yerlerinde kamu davaları açılmış bulunması,
2820 sayılı yasanın siyasi partiler bakımından bu bütünlüğe uygun hareketi esas
almış olan ve davanın konusunu teşkil eden 78. 80 ve 81, maddelerine aykırı
fiillerin parti üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği olgusunu ortaya
koymaktadır.
Diğer
taraftan, davalı partinin merkez karar ve yönetim kurulu, parti üyelerince
yoğun bir şekilde işlenen bu fiilleri açıkça reddetmiş veya kınamış da değildir.
Bu, parti merkez karar ve yönetim kurulunun, parti üyelerinin sözü edilen
fiillerini susma veya engelleyici bir harekette bulunmama suretiyle zımnen
benimsediğini göstermekte ve böylece davalı partinin kanunsuz siyasi
faaliyetlere mihrak olduğu sonucunu doğurmaktadır.
V-
Sonuç ve istem
Yukarıda
yasal dayanakları ve gerekçeleriyle birlikte açıklandığı üzere davalı Halkın
Emek Partisinin genel başkanları, genel başkan vekili ve genel sekreterlerinin
çeşitli yerlerde ve tarihlerde yapmış oldukları konuşmalarda Anayasanın
başlangıç kısmı ile 2, 3, 14 ve 68. maddelerine ve Siyasi Partiler Yasasının
78. maddesinin (a), (b) bentleri, 80. maddesi, 81. maddesinin (a), (b)
bentlerine aykırı beyanlarda bulundukları,
Davalı
partinin Siyasi Partiler Yasasının 103. maddesinde öngörüldüğü şekilde kanunsuz
siyasi faaliyetlerin mihrakı haline geldiği anlaşıldığından,
Halkın
Emek Partisi'nîn Siyasi Partiler Yasasının 101/b ve 103/1 madde ve fıkraları
gereğince kapatılmasına karar verilmesini arz ve talep ederim." denilmektedir.
II-
DAVALI SİYASİ PARTİNİN ÖN SAVUNMASI
Halkın
Emek Partisinin 3.9.1992 günlü ön savunmasında aynen:
"I-
Siyasi Partiler Yasası Anayasa'ya aykırıdır.
Anayasa'nın
69. maddesi, siyasi partilerin uyacakları esasları ve kapatma nedenlerini
düzenlemektedir. Bu hükme göre; "siyasi partiler tüzük ve programları
dışında faaliyette bulunamazlar; Anayasa'nın 14. maddesindeki sınırlamalar
dışına çıkamazlar; çıkanlar temelli kapatılır". Böylece Anayasa siyasi
partilerin kapatılma nedenlerini sınırlamıştır. Anayasa'nın parti kapatma
nedenlerindeki sınırlamanın amacı, demokratik toplumun vazgeçilmez unsurları
olan siyasi partilerin, anayasal güvence altında faaliyet yürütmelerini
sağlamaktadır. Kapatma nedenleri sayma yoluyla sınırlandırıldığına göre, yasayla
yeni yasak veya sınırlamaların getirilmesi mümkün değildir.
Buna
göre Siyasi Partiler Yasası'nın 78. maddesi, Anayasa'nın "Başlangıç
Kısmı"nı, L, 2., 3., 4., 5. ve 66. maddelerini yasak kapsamına aldığından
Anayasa'ya aykırıdır.
Siyasi
Partiler Yasası'nın 81. maddesi de, "mezhep, ırk veya dil farklılığı'nı
yasak kapsamına aldığından, Anayasa'ya aykırıdır.
Öle
yandan bu maddeler, sosyoloji bilimine ve toplumsal oydaşmaya aykırıdır. Çünkü,
toplumda, farklı kültür, dil, mezhep veya ırkın varlığı veya yokluğu sorunu,
yasayla düzenlenecek bir olgu değildir. Düzenleme bu yönüyle de "ölü
hüküm" niteliğindedir.
Ayrıca
iktidar ortağı olan Sosyal Demokrat Halkçı Parti, Anayasa'nın başlangıç kısmını
". . . . 12 Eylül hareketini meşrulaştırmakla kalmayıp, 'kutsal devlet'
gibi çağdışı anlayışlara. . . ." diyerek bu kısmın kaldırılacağını
savunmaktadır. Bu nedenle de Başlangıç Kısmına aykırılık iddiasıyla kapatma
talebi meşru bir talep olamaz.
II-
Siyasi Partiler Yasası'nın 9. maddesi ihlal edilerek bu dava açılmıştır.
Halkın
Emek Partisi'nin kapatılması nedenleri arasında "kanunsuz siyasi
faaliyetlere mihrak haline geldiği" iddia edilmektedir. Bu iddiaya
dayanılarak kapatılma talebinde bulunulması için, Cumhuriyet Başsavcılığının
Siyasi Partiler Yasası'nın 9. maddesine göre ihtarda bulunması gerekirdi. Böyle
bir ihtarda bulunulmadığından, idianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesi ile
davanın reddine karar verilmesi gerekir.
III-
Duruşma istemi
Bu
dava özü itibariyle bir ceza davasıdır. Siyasi Partiler Yasası'nın 98.
maddesinin ". . . dosya üzerinden inceleme yapılarak karara bağlanır. .
." hükmü, davanın duruşmalı yapılmasına engel değildir. Bu nedenle, bu
davanın duruşmalı olarak görülmesini talep ediyoruz.
Ancak
Anayasa Mahkemesi, uygulamada hukuk mahkemelerinde öngörülen isticvap benzeri
bir uygulamayla yetinmektedir. Bu ise niteliği itibariyle bir sorgudur. Sorgu
ise hiçbir zaman duruşma yapılmasının yerine geçemez. Duruşmalı yapılmayan bir
ceza yargılaması ise, savunma hakkını kısıtlayacağından yargılama adil
olmayacaktır. Açıklanan nedenlerle yargılamanın duruşmalı olarak yapılması
gerekmektedir.
IV-
iddianamedeki "mantık" ve buna dayanak teşkil ettirilen belgelerin
"kanıt" değeri.
a.
Belgeler bütünlük içinde incelenmemiş; suçlamaların temeli yapılan Genel Başkan
ve Genel Sekreterlerin konuşmaları; bazan içindeki bir paragraf, cümle ve hatta
bir sözcük bile çıkarılarak suçlama konusu yapılmıştır. Bu tutum ise ancak
"suç yaratabilme" mantığıyla açıklanabilir.
b.
Dosyaya kanıt olarak konulan ve çözümleri görevlilerce yapıldığı belirtilen
kasetlerdeki metinler; eksik, hatalı ve bütünlüğü bozacak niteliktedir. Gerekli
titizliğin gösterilmediği ilk bakışta anlaşılmaktadır. Örneğin: KEP Eski Genel
Başkanı Fehmi IŞIKLAR'ın 22.03.1991 tarihli konuşması.
c.
İddianamenin dayandığı "suçlama mantığı" gereği, her Kürt sözcüğünün
geçtiği paragraf, cümle ve sözcük suçlama konusu yapılmıştır. Bunu görmek için
id dianameye göz atmak yeterlidir.
d.
Dosyaya kanıt olarak sunulan video kasetleri eksik ve çözümleri de yanlıştır.
ibraz edilen kasetlerden üçü Halkın Emek Partisi'nin katledilen Diyarbakır il
Başkanı Vedat AYDIN'ın cenaze törenine aittir. Diğer kaset ise Partinin
Olağanüstü Kurultayına aittir.
Vedat
AYDIN'ın cenaze törenine ait kasetler incelendiğinde; özellikle yer yer taş
atan küçük çocuklar öne çıkarılarak, taş atılma bahanesiyle halkın üzerine ateş
açan güvenlik güçlerine ise hiç yer verilmediği görülmektedir. Kasetin ve
çözümünün kanıt değeri taşıyabilmesi için eksiksiz olması gerekir. Cenaze
töreninde atılan taşların dava ile bir ilgisi yoktur. Bu ilginin kurulması
çabası hukuki olmayıp, siyasidir. Kaldıki cenaze töreninin parti aleyhine
suçlayıcı bir delil sayılması, herşeyden önce insani değerlere aykırıdır.
Halkın bağrına bastığı il Başkanının cenaze törenine her kesimden geniş
katılımlar olmuştur. Bu itibarla asıl suçlanması gerekenler, İl Başkanım
katledenler ile halkın üzerine fütursuzca ateş açıp birçok insanın ölmesine ve
yaralanmasına neden olanlardır, iddianamenin ve eklerinin pek çok yerinde
cenazede meydana gelen olaylarda "polisimize saldırılmıştır",
"polise taş atılmıştır" denilmektedir. Taş atana kurşun sıkmak nerede
görülmüştür. . . ' Böylesi bir yargı mantığının hukuk, adalet ve kardeşlikle
ilgisi yoktur.
Cenaze
törenine ait kaset ve belgelerin dava ile ilgileri bulunmadığından dosyadan
çıkarılması gerekmektedir.
e.
iddianamede parti tüzelkişiliğini temsil etmeyen kişi ve kurullara ait beyan ve
kararları esas alınmıştır. Oysaki 2820 Sayılı Yasa'nın 101/b maddesinde, Parti
tüzel kişiliğini bağlayacak kişiler ile kurullar sayılmıştır. Bu yasa ve yasaya
uygun olarak hazırlanmış bulunan tüzüğe göre, yetkili kişi ve kurullar; Genel
Başkan, Genel Sekreter, Parti Meclisi ile Parti Kurultayıdır. Nitekim bu husus
iddianamede açıkça kabul edilmektedir. Buna rağmen iddianamenin ileriki
bölümlerinde bu kabul ile çelişkiye düşürülerek ". . . bu davalı partiyi
doğrudan ilzam edeceği kabulü gerekir. ." denilerek yasa, tüzük ve
kabullerine göre, partiyi bağlamayan kişi ve kurulların beyan ve kararları
bağlayıcı kabul edilmiştir.
f.
Deliller arasında sayılan "16.04.1992 tarihli Birleşmiş Milletler ve Tüm
Uluslararası Kurum ve Kuruluşlara deklarasyondur" başlıklı metnin Partiyle
bir ilgisi yoktur. Metnin hazırlanmasında, imzaya açılmasında ve sunulmasında
partinin her hangi bir rolü yoktur, imzalayan partililer kişisel insiyatifi ile
hareket etmişlerdir. Genel Sekreter de metni şahsı adına imzalamıştır. Kaldı ki
savaşın bitmesini isteyen ve bunu deklere edenleri cezalandırmaya kalkan
anlayışların günümüz dünyasında yerinin olmadığına inanıyoruz.
g.
iddianamede kanıt olarak aleyhte değerlendirilmek üzere Kürdistan İşçi Partisi
(PKK) hakkında bilgiler sunulmuştur. Halkın Emek Partisi ile Kürdistan İşçi
Partisi arasında illiyet bağının nasıl kurulduğunu ve bu bağ kurulmaya
çalışılırken, hangi ölçütlere başvurulduğunu anlayamamaktayız. Çünkü Halkın
Emek Partisi ile Kürdistan İşçi Partisi arasında ilk bakışta da görüleceği
üzere; örgütlenme, amaç ve kullanılan araçlar bakımından herhangi bir ilgi
yoktur. Ayrıca Partinin mevcut yasalara uygun olarak kurulup tüzelkişilik
kandığı da açıktır, ilkeleri de buna uygundur. Oysa Kürdistan İşçi Partisi her
bakımdan farklı bir oluşumdur, iddianamedeki bu tutum, iddia makamının içişleri
Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün verdiği ve Kürdistan İşçi Partisi
hakkındaki bilgilere davayı oturtma çabasıdır. Haksızdır, yersizdir ve
dayanaksızdır.
V-
Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirme
Anayasa'nın
90. maddesi "Usulüne uygun olarak yürürlüğe konmuş milletlerarası
antlaşmalar kanun hükmündedir" demek suretiyle, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu
antlaşmaları onaylamakla hem ilgili konularda egemenlik haklarından feragat
etmekte, hem de bu antlaşmaları birer iç hukuk kuralı haline getirmektedir.
Bu
itibarla iddia makamının ilgili uluslararası antlaşmaları dikkate almadan dava
açması hem iç hukuka, hem de uluslararası hukuka aykırıdır. Bu bakımdan
iddianame içerik itibariyle, Türkiye'nin imza koyduğu "Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Evrensel Bildiri", "Avrupa Konseyi insan Haklarını ve
Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesi", "Helsinki Nihaî Senedi",
"Paris Şartı" gibi uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Keza iddia
makamının "Halkın Emek Partisi azınlık yaratmaya çalışmıştır" savı da
yerinde değildir.
Halkın
Emek Partisi, azınlık yaratmaya çalışmamıştır. Resmi ideolojice inkar edilen
"Kürt Halk gerçekliği'ni dile getirmiştir. Azınlık ya da ulus olma
sosyolojik bir realitedir. Yasalarla azınlık ya da ulus yaratmak mümkün
olmadığı gibi, yok da edilemezler. Türkiye'nin en son imzaladığı
"21.11.1990 tarihli AGİK Sözleşmesi" azınlık haklarını dahi garanti
altına almaktadır. Kaldı ki halk gerçeği azınlık haklarını aşar.
Anayasa
Mahkemesi, öncelikle hukukun genel ilkelere ve uluslararası sözleşmelere
Hukukun genel ilkelerine ve yukarda sözü edilen uluslararası sözleşmelere göre
Halkın önek Partisi, "Kürt Halkı" deyimi kullanıldığı için
kapatılamaz.
VI-
Bekletici Sorun.
a.
Anayasa ve Siyasi Partiler Yasasının değiştirilmesi hakkında 25 Kasım 1991 tarihli
"Hükümet Programı'nda; "... Ülkemizin günümüz siyasal sosyal ve
ekonomik koşullarını dikkate alan; çağdaş, katılımcı ve tam demokratik bir
anayasaya gereksinimi vardır.
Türkiye'nin
ihtiyacı olan anayasa, hukukun üstünlüğünü vazgeçilmez bir ilke sayan, tam
demokratik ve çoğulcu sistemi öngören çağdaş bir anayasadır. Böyle bir anayasa,
Paris Şartı'nın da öngördüğü katılımcı demokrasinin tüm koşullarını insan
hakların, kişi hak ve hürriyetleri ile sendikal hakların en ileri ülkelerde
görülen oranda yer almasını sağlayacak ve Türkiye'nin uygar Dünya ile
bütünleşmesine yönelik bir adım oluşturacaktır. . ." denilmektedir.
19
Kasım 1991 tarihli ortak "Hükümet Protokolünde" Siyasi Partiler
Yasası için ". . . 1982 Anayasası gibi Siyasi Partiler Yasası ve Seçim yasaları
da 12 Eylül hukukunun önemli ürünleridir.
Yapımcılarının
gerek konuya yaklaşım biçimleri, gerek demokrasi anlayışları ve gerekse yapım
tarihindeki koşulları, bu iki temel yasanın mutlak anlamda yeni baştan ele
alınmalarını zorunlu kılmaktadır.
Yasaklayıcı
ve müdahaleci hükümler ile Siyasi Partiler Yasası partilerin çalışmasını değil,
çalışmamasını temine yönelik hükümler içermektedir, isim ve amblem yasağından
başlayan, bağış ve üye yazım biçimine kadar uzanan yasaklar zinciri haktan çok
ceza hükümleri ile dolu bir anlayış, tüzük hükümleri ile bile düzenlemesine
gerek olmayan ayrıntılı düzenlemeler, çağdışı bir anlayışın ürünü olarak
hukukumuzun içinde bulunmaktadır. . .
Bunların
düzeltilmesi ve çok daha kısa ve özgürlükçü bir Siyasi Partiler Yasasının
yapılması kaçınılmazdır.
Bu
nedenle, bütün siyasi partilerin geniş bir mutabakatıyla bu kanunların yeni
baştan ele alınarak ve adaletli bir temsil ile siyasi istikrarın, demokratik,
ölçülere uygun bir denge içinde, birlikte sağlayacak düzenlemeler yapılacak ve
böylelikle siyasi rejim kalıcı bir çözüme kavuşacaktır. . ."
denilmektedir.
Görüldüğü
gibi hükümet programında ve Hükümet Protokolünde, Anayasa'nın ve Siyasi
Partiler Yasası'nın Türkiye toplumunun gerçeklerine uygun düşmediği ve acilen
değiştirilmesi gerektiği öngörülmüştür. Hükümet ortaklan olan Doğru Yol Partisi
ve Sosyal Demokrat Halkçı Partisi dışında kalan diğer partilerde Anayasa'nın ve
bu yasaların değiştirilmesi doğrultusunda düşünce belirtmişlerdir. Mahkemeniz
de dahil olmak üzere bir çok kurum da Anayasa'nın değiştirilmesi doğrultusunda
düşünce belirtmişlerdir. Dolayısıyla bu konuda Türkiye toplumunda bir oydaşma
oluşmuştur. Belirtilen konularda TBMM'nin ilgili komisyonları çalışmalara
başlamıştır.
Görüldüğü
üzere gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel olan bu değişikliklerin gerçekleşmesi
halinde, davanın esastan incelenmesi imkanı dahi kalmayacağından, bu
gelişmelerin bekletici sorun yapılması gerekmektedir.
b.
TBKP programında Kürt Sorununa yer verildiği için Mahkemenizce hakkında kapatma
karan verilmiştir. Bu partinin yetkili organlarınca kapatma kararına karşı,
"Bireysel Başvuru hakkı" kullanılarak AlHK'nuna gidilmiştir. Başvuru,
komisyon tarafından incelemeye alınmıştır, inceleme sonucunda, AlHS'ne ve Ek
Protokol hükümlerine aykırılık sonucuna varılırsa; bu kararın önemli boyutlarda
hukuksal sıkıntılar yaratacağı açıktır. Halkın Emek Partisi'nin kapatılması
durumunda aynı süreç yaşanacağından, TBKP'nin başvurusunun sonucunun beklenmesi
hususunun bekletici sorun yapılması gerekmektedir.
VII-
İddianamedeki Temel Olguların Değerlendirilmesi.
Siyasi
Partiler demokratik hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Olmazsa olmaz koşuludur.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beri kurulan siyasî partilere
bakıldığında, bu kurala pek de uyulmadığı, Türkiye'nin bir siyasi partiler
mezarlığı haline getirildiği görülmektedir. Şimdiye kadar kapatılan siyasi
partilere bakarsak; Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası-Serbest Cumhuriyet
Fırkası-Türk Cumhuriyet Amele ve Cumhuriyet Partisi-Milli Kalkınma
Partisi-Çiftçi Köylü Partisi-Türkiye Sosyalist Partisi-Türkiye Sosyalist İşçi
Partisi-Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi-İslam Koruma Partisi-Millet
Partisi-İslam Demokrat Partisi-Türkiye İşçi Çiftçi Partisi-Türkiye İleri Ülkü
Partisi-Türkiye İşçi Partisi-Türkiye Emekçi Partisi-Huzur Partisi-Türkiye
Birleşik Komünist Partisi ve Sosyalist Parti'nin kuruluşlarından kısa süre
sonra siyasi hayatlarına son verilmiştir. Kapatılan bu partilerden henüz
teşkilatlarını dahi kuramayanlar da olmuştur. Bir kısmının kapatılma nedenleri
ise; zayıfta olsa resmi ideolojiyi veya uygulamayı eleştirmeleridir. Resmi
ideolojinin güdümünden çıkan siyasi partilere hiç yaşam hakkı tanınmazken,
darbeler dönemlerinde resmi ideolojiden yana olan düzen partileri de
kapatılmıştır. 1960 darbesinde dönemin iktidar partisi olan Demokrat Parti,
1980 darbesinde ise tüm siyasi partiler kapatılmıştır.
Türkiye
siyasal tarihi açık olarak göstermiştir ki, parti kapatmak, sadece demokrasiye,
çok partili rejimi ve çağdaşlaşmayı geciktirici etkisi vardır. Çünkü kapatılan
hemen her partinin benzer düşünce ve eylemlilik çerçevesinde bir süre sonra
yakın isimle onaya çıktığının tanıkları durumundayız. Bu nedenle de davadan
beklenen "kamu menfaati" gerçekleşmeyecektir.
İddianame,
70 yıllık resmi ideolojinin yansıması ve savunulmasıdır. Dogmatizm temel
alınarak, Anayasa'nın ideolojik bir belge olduğu vurgulanarak, ulus, dil ve
kültür gibi sosyolojik gerçekler bu perspektifte sınırları çizilerek; buna
aykırı düşünce suç sayılmıştır. Bu düşünce taranın bariz kanıtı, tamamen
ideolojik nitelikte bulunan Başlangıç Kısmı'na aykırılığın suç sayılmasıdır.
İddianamedeki
dogmatizm genel olmayıp, Türk ırkı esasına dayanmaktadır. Bu dogmatizm ifade
edilirken, ırk aleyhtarı kavramlar kullanılarak demokratik bir düşünce biçimi
verilmeye çalışılmıştır. Esasen bu tutum iddiaya has değildir. Erkin temelini
oluşturmaktadır. Erk, çifte standartlı, çift mantık taşımaktadır; gizlilik,
hiy-le-i şer, demogoji, gerçekleri çarpıtma, zayıfı ezme güdüsü, fiziksel ve
düşünsel zor kullanma, zor ve şiddete karşıymış gibi görünme en yaygın yöntem
olmaktadır, iddianamede belli bir otoriter-totaliterlik hakim olmakla birlikte,
hukuk devleti olma iddiası da elden bırakılmamaktadır.
İddia
makamı biryandan "ırkçılık esas"nı yasal temellere dayandırmaya
çalışmakta, diğer yandan Halkın Emek Partisi'nin ırkçılık aleyhtarı sosyolojik
gerçekleri dile getirmesini ırkçılıkla mahkum etmeye çalışmaktadır.
1982
Anayasası, militarist merkeziyetçi, bürokratik, otoriter bir toplum yaratmayı
hedeflemiştir. Bu nedenle ideolojiye ağırlık verilmiştir. Türdeş bir toplum
hedeflenerek, günümüz insanlık ailesinin temel değerleri kaâle alınmamıştır. Bu
ruh halı iddianamede de hakim olmuştur.
İddia
makamı temel düşüncesini Anayasa'nın "başlangıç kısmına"
dayandırmıştır. Bu kısım ise herkesin Türk'lüğün tarihi ve manevi değerlerine göre
Dünyayı yorumlama zorunluluğu getirmektedir. Oysaki böyle bir zorunluluk
bulunmamaktadır.
Cumhuriyetin
kuruluş yıllarında, temel, Türk ve Kürt halkları tarafından atılmıştır,
iddianamede ise Türk ırkından başka bir ırkın, dilin veya kültürün bulunduğunu
söylemek suç olarak kabul edilmiştir. Bu ise toplum bireylerinin bir arada
bulunmasının meşru temeline aykırıdır.
İddia
makamı (devletin tekliği ilkesine aykırılık) konusunda Genel Başkanın
"İdari federasyon tartışılmalıdır" düşüncesini esas almaktadır. İddia
makamı Genel Başkanın tanımadığı idari federasyon modelini anlamamıştır.
Zincirleme bir metod ile, basit bir yerinden yönetim değişikliğinin
Anayasasının 127. maddesinin son fıkrasına göre mali idareler modelini
aşacağını, bu modelin giderek federasyona oradan da özerkliğe gideceğini ve
böylelikle devletin bölünüp parçalanacağını ileri sürmek hukuk mantığıyla
bağdaşmaz. Siyasi partilerin yönetim modelleri hakkında düşünce üretmeleri
olağandır. Aksi halde farklı partilere gerek olmazdı.
Günümüzde
parti kapatma girdapları hala aşılamamıştır, iktidar muhalifi olan, düzeni
eleştiren ve kardeşliği savunan partiler kapatabilmektedir. Kapatmaya gerekçe
gösterilen sebepler, 70 yıllık resmi ideolojinin değişmeyen gerekçeleridir.
Rejim ve ideolojisi güvensiz olduğundan muhalif olabilecek düşüncelere yaşama
olanağı tanınmamaktadır.
İddia
makamının "devlet'in ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine
faaliyette bulunma" savı bir slogandır. Resmi ideolojinin varolma
koşullarım dikkate alarak hayat vereceği soyut ve Türkiye'de yaşayan halkların
inkarı temelinde geliştirilmiş, yaşanan gerçekliğe aykırı bir kavramdır.
Kürtler,
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda Türkler kadar kan vermişlerdir. Ancak
Cumhuriyetin kuruluşundan Kürt'lere verilen sözler tutulmamıştır.
Bu
nedenle birçok toplumsal başkaldırılar yaşanmıştır. Yakın süreçte ise,
Kürt'lerin kimliklerinin tanınması yolunda ısrarlı istemleri karşısında devlet
Kürt kimliğini tanıdığını, bu kimliğin tanınmasının Türkiye Cumhuriyetinin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayacağını belirtmiştir.
Başbakan
Süleyman DEMİREL, 9 Aralık 1991 tarihli konuşmasında şunları söylemiştir:
". . . Bu devleti Türk ırkından gelen insanlar kurmuş. . . diğerleri
ikinci sınıf vatandaş değildir. Beraber kurmuşuz. Kader birliğimizi rıza ile
kurmuşuz. Biz-Siz diye bir şey yok, hepimiz varız. Hepimiz varsak buradaki
insan Kürtçe konuşan Kürt asıllıyım diyen insanada Kürt kimliği diyoruz. Artık
buna karşı çıkmakta mümkün değildir. Hayır arkadaş sen Orta Asya'dan geldin,
bizde ordan geldik ama yolda gelirken dillerimiz değişti diyemeyiz yani Kürt
realitesini Türkiye tanıyacaksa ki tanımıştır ve bana göre son l senenin en
önemli olayı budur. Kürt realitesini tanımak aslında Türkiye'nin birliğini
muhafazaya mani değildir. . ."
Görüldüğü
gibi Kürt gerçekliğinin bulunduğunu buna bağlı olarak Halklarının bulunduğunu
herkes söylemektedir. Halkın Emek Partisi'nin Kürt gerçekliğini dile getirmesi
gerçeklere uygun olup hukuka da aykırı değildir.
VIII.
Mihrak Olma İddiası.
İddianamede
parti üyeleri hakkında 3713 sayılı terörle mücadele yasasa'nın 8. maddesi
uyarınca yurdun çeşitli yerlerinde il kadar kamu davası açıldığı, Siyasi
Partiler Yasası'nın 78, 80 ve 81. maddelerine aykırı fiillerin parti üyelerince
yoğun bir şekilde işlendiği, davalı partinin Merkez Karar ve Yönetim Kurulunun
üyelerce işlenen bu fiilleri açıkça red etmediği veya kınamadığı için parti
üyelerinin sözü edilen fiillerini zımnen benimsediği, belirtilmektedir.
Daha
öncede belirttiğimiz gibi 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun 101. maddesinin
(b) bendinde partileri bağlayıcı beyanda bulunacak kişiler ile bağlayıcı karar
alacak kurullar tek tek sayılmış olup, davalı parti açısından bunlar: Genel
Başkan, Genel Sekreter, Parti Meclisi ve Parti Büyük Kongresidir.
Aynı
maddenin (d) bendinde ise, "(b) bendinde sayılanlar dışında kalan parti
organı, merci veya kurulu tarafından bu kanunun 4. kısmında yer alan maddeler
hükümlerine aykırı fiilin işlenmesi halinde, fiilin işlendiği tarihten
başlayarak 2 yılı geçmemiş ise, Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu organ, merci
veya kurulun işten el çektirilmesini yazı ile o partiden ister. Parti üyeleri
4. kısımda yer alan maddeler hükümlerine aykırı fiil ve konuşmalarından dolayı
hüküm giyerler ise, Cumhuriyet Başsavcılığı bu üyelerin partiden kesin olarak
çıkarılmasını o partiden ister.
Siyasi
parti, tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde istem yazısında belirtilen
hususu yerine getirmediği taktirde, Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasa
Mahkemesinde o siyasi partinin kapatılması hakkında dava açar. . ." Hükmü
yer almaktadır.
İddianamenin
bu bölümünde Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Yasası'nın 101/d maddesini
hiç nazara almamıştır. Yasa üyeler yönünden hüküm giyme şartını öngördüğü
halde, iddianamede henüz karara bağlanmamış derdest davalar delil olarak
gösterilmiştir.
Bugüne
değin bir kez Celil BEDİKANLI adlı üyenin ihracı Cumhuriyet Başsavcılığınca
istenmiş olup, istem davalı parti tarafından derhal yerine getirilmiştir bunun
dışında herhangi bir istem vaki olmamıştır.
Belirtilen
maddenin açık metni karşısında iddianamedeki mihrak olma iddiası hukuki
mesnetten yoksundur. Davalı partinin il ilçe örgütlerince veya üyelerince 2820
sayılı Siyasi Partiler Kanununun 4. kısmında yer alan maddeler hükümlerine
aykırı fiil işlenmiş ise, öncelikle Cumhuriyet Başsavcılığı yasa ile kendisine
verilen görevi yerine getirmeliydi. Davalı partiden istemde bulunup istemini
yerine getirmemesi halinde iddianamede yer alan bu konuya yer verilmeliydi. Bu
yapılmadığı için iddianamedeki mihrak olma iddiasının incelemeye almaksızın
reddi gerekir.
IX.
Özet olarak Halkın Emek Partisi, Sosyal Hukuk Devletinin ve Demokratik sivil
bir refah toplumunun gerçekleşmesini amaçlayan, bunun da Türk ve Kürt
halklarının eşitliği, kardeşliği ve gönüllü birliği ile mümkün olacağına inanan
ve çalışmalarında hukuki çerçeve içinde kalmaya özen gösteren bir siyasi
partidir.
İddianamede
Halkın Emek Partisi hakkında ileri sürülen iddiaların tamamı hukuki dayanaktan
yoksundur. Anlaşılan odur ki, Halkın Emek Partisi düzenin çizdiği sınırları
zorladığı, düzenin güdümüne girmediği için hukuki mesnetten yoksun, siyasi yönü
ağırlıklı bir karar sonucu olan bu kapatılma davası ile karşı karşıya
kalmıştır.
Sayın
Mahkemenizin, Siyasi Partilerin kapatılmasının Demokratikleşme sürecini
uzatmaktan başka bir şeye yaramadığı gerçeğini göz önünde tutarak, özellikle
hukukun genel ilkelerine, demokrasinin evrensel kurallarına ve Türkiye'nin
imzaladığı uluslararası sözleşmelere dayanarak, hukuki mesnetten yoksun işbu
davayı red edeceği inancındayız.
Sonuç
ve İstem : Yukarıda Anlatılan Nedenlerle;
1.
İddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine,
2.
İlgisi bulunmayan kanıtların dosyadan çıkarılmasına,
3.
"Bekletici Sorun Yapma" kararının verilmesine,
4.
Duruşma istemimizin kabulüne,
5.
Anayasa'ya aykırılık iddiamızın incelenerek, Siyasi Partiler Yasası'nın
İPTALİNE,
6-
Davanın REDDİNE karar verilmesini davalı parti adına vekaletten dileriz."
denilmektedir.
III
- YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞININ ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ
22.10.1992
günlü SP.31.HZ. 1992/59 sayılı esas hakkındaki görüşünde aynen:
"Davalı
Halkın Emek Partisi hakkında 3.7.1992 tarihli iddianamemizle açtığımız dava
dolayısıyla Yüksek Mahkemenizce istenilen esas hakkındaki görüşümüz aşağıda
sunulmuştur.
Ancak,
öncelikle savunmada belirtilen bazı hususlara cevap verme ve açıklık
kazandırmanın yararlı olacağı düşünülmektedir.
Davalı
siyasi partinin Ön savunmasında iddianamenin dayanağı olan Siyasi Partiler
Yasasının (bundan sonra "SPY" şeklinde belirtilecektir.) Anayasaya
aykırı olduğu gerekçesiyle tümünün iptal edilmesi isteğinde bulunulmuştur.
Anayasanın
geçici 15. maddesinin son fıkrasında; 12.9.1980 tarihinden ilk genel seçimler
sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Başkanlık Divanı
oluşturuluncaya kadar geçecek süre içinde çıkarılan kanunlar, kanun hükmündeki
kararnameler ile 2324 sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Kanun uyarınca alınan
karar tasarruflarının Anayasaya aykırılığının ileri sürülemiyeceği belirtilmiş
ve böylece yetkili organca kaldırılıncaya veya değiştirilinceye kadar Anayasaya
uygunluk denetimi yoluyla bu hükümlerin tartışılması önlenmek istenmiştir.
İptali
istenen yasanın, 6.11.1983 tarihinde yapılan genel seçimler sonucu toplanan
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk Başkanlık Divanının oluştuğu tarihten
önce, 22.4.1983 tarihinde kabul edilmiş olması karşısında geçici 15. maddenin
son fıkrası hükmüne göre Anayasaya aykırılığı iddia edilemeyeceğinden isteğin
reddi gereklidir.
Davalı
siyasi partinin bir diğer savunması, kapatma davasının sebeplerinden biri olan
"kanunsuz faaliyetlere mihrak olma" iddiası bakımından, öncelikle
SPY. nın 9. maddesine göre ihtarda bulunulması gerekmesine rağmen bu ihtarın
yapılmamış olmasıdır. Anılan yasanın sistematiğine göre 9. maddenin siyasi
partilerin teşkilatlanması başlıklı ikinci kısmının kuruluş aşamasını
düzenleyen birinci bölümünde yer aldığı ve "Cumhuriyet Başsavcılığının
partilerin kuruluşunu denetlemesi" matlabını taşıdığı görülmektedir: Bu
madde hükmüne göre, Cumhuriyet Başsavcılığı kurulan partilerin tüzük ve programlarının
ve kurucularının hukuki durumlarını Anayasa ve yasa hükümlerine uygunluğunu ve
belgelerinin tamam olup olmadığını inceler. Bunlarda herhangi bir eksikliğin
tespiti halinde giderilmesini, ayrıca ek bilgi veya belgeye lüzum görürse
gönderilmesini ister. Eksikliğin belirli süre içinde giderilmemesi veya istenen
ek bilgi ve belgelerin gönderilmemesi halinde, siyasi partilerin kapatılmasına
ilişkin hükümler uygulanır. Bu madde hükmünden açıkça anlaşıldığı üzere, ön
savunmada "ihtar" olarak adlandırılmış bulunan Cumhuriyet
Başsavcılığının yazılı istemi, eksik görülen hususların giderilmesi veya
gerekli görülen ek bilgi ve belgelerin gönderilmesine ilişkindir ve partinin
kuruluş evresini takip eden inceleme evresinde sözkonusu olabilecek bir işlemdir.
Bu
durum karşısında, Cumhuriyet Başsavcılığımızca davalı parti aleyhine açılmış
olan kapatma davası partinin kuruluş evresinde tespit edilen eksikliğin
giderilmemesi ya da gerekli görülen ek belge ve bilgilerin gönderilmemesine
dayanmadığından SPY. nın 9. maddesinin burada uygulanma yeri yoktur.
Ön
savunma dilekçesinde yer alan hususlardan birisi de duruşma yapılması
isteğidir.
Anayasanın,
Anayasa Mahkemesinin çalışma ve yargılama usullerini düzenleyen 149. maddesinin
son fıkrasında, mahkemenin Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan
işleri dosya üzerinde niceleyeceği hükmü getirilmiştir. Aynı husus SPY. nın 98.
maddesinin ilk fıkrasında kapatma davasında açıkça söz edilmek suretiyle
tekrarlanmış, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Yasanın 33. maddesinde de Anayasadaki hükme paralel olarak siyasi
partilerin kapatılmasına ilişkin davaların Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu
hükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde incelenip karara bağlanacağı
esası getirilmiş, ancak gerek SPY. nın, gerekse 2949 sayılı yasanın anılan
maddelerinde, Anayasa Mahkemesi'ne, gerek gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını
dinlemek için ilgilileri ve konu hakkında bilgisi olanları çağırma yetkisi
tanınmış bulunmaktadır. Birer özel yargılama hukuku hükmü niteliğinde olan ve
kamu düzenini ilgilendiren bu yasal düzenleme karşısında, yüksek mahkemenize
tanınan dinleme yetkisini kullanma bakımından taktir hakkı saklı kalmak üzere,
parti kapatma davalarında duruşma açılması mümkün değildir. Şimdiye kadarki
uygulama da bu şekilde olmuştur.
Ön
savunmada yer alan bir diğer husus, beyan ve kararları partiyi bağlamayan kişi
ve kurulların beyan ve kararlarının da bağlayıcılığının kabul edilmiş
olmasıdır.
İddianamede,
partili görevlilerin sıfatlarına göre parti tüzel kişiliğini sorumlu kılacak
kişiler ile böyle olmayanlar arasında beyanlarına yapılan göndermeler
bakımından bir ayırım yapılmış ve herhangi bir yanlış anlamaya meydan vermeme
ve bütünüyle değerlendirmelerine imkan sağlama amacıyla parti tüzel kişiliğini
sorumlu kılan parti görevlilerinin beyanlarının tamamı iddianameye aktarılmış,
diğer partililerin beyanları ise davanın konusu ile ilgili olduğu ölçüde
belirtilmiştir. Parti tüzel kişiliğini sorumlu kılan partili görevlilerin
konuşmalarındaki davanın konusu itibarıyla önemli ve gerekli görülen kısmaların
bütünlüğü bozmadan Ayrıca ve vurgulanarak ifade edilmesi doğaldır. Partinin
tüzel kişiliğini bağlayıcı olmayan beyan ve eylemlere iddianamede yer
verilmesinin sebebi, 115. sayfada açıklandığı üzere, bu kimselerin beyan ve
eylemleriyle davalı partinin genel başkan ve genel sekreterlerinin davaya esas
alınan beyanları arasındaki ayniyeti ve partide işlenmekte bulunan ana fikrin
etki alanı ve biçimini göstermeye yönelik olmasıdır. Kuşkusuz davanın dayanaklarından
birisini oluşturan beyanlar sadece SPY. ve parti tüzüğü hükümlerine göre parti
tüzel kişiliğini sorumlu kılan genel başkan ve genel sekreterlerin
beyanlarıdır. Bu husus iddianamenin 7 ve 131 inci sayfalarında belirtilmiştir.
İddianamenin hiçbir yerinde parti tüzel kişiliğini bağlayıcı yetkisi bulunmayan
kişi ve kurulların beyanlarının partiyi doğrudan sorumlu kılacağına ilişkin bir
açıklama ve kabul bulunmamaktadır Sadece, 131. sayfada SPY. nın 101/b
maddesindeki genel başkan ve genel sekretere sorumluluk yükleyen hüküm
bulunmamış olsa dahi, anılan kimselerin beyanlarının yine de parti tüzel
kişiliğini bağlayıcı nitelikte sayılması gerekeceği bir görüş olarak
belirtilmiştir. Bu itibarla iddianamede partiyi bağlamayan kişi ve kurulların
beyan ve kararlarının bağlayıcılığının kabul edildiğine dair savunmada da
isabet bulunmamaktadır.
Ön
savunmada bir başka husus olarak, Türkiye'nin imzaladığı insan Haklan Evrensel
Bildirisi, Avrupa insan Haklan Sözleşmesi, Helsinki Nihai Senedi ve Paris Şartı
gibi uluslararası sözleşmeler dikkate alınmadan dava açılmış olduğu ve bunun iç
hukuka ve uluslararası hukuka aykırılık oluşturduğu ileri sürülmüş, ancak
davanın bu uluslararası belgelerin hangi hükümlerine aykırı olduğu
belirtilmemiştir.
İnsan
Hakları Evrensel Bildirisi bir uluslararası sözleşme olmayıp, Birleşmiş
Milletler Genel Kurulunun 10.12.1948 tarihinde kabul ettiği bir metindir.
Türkiye de buna olumlu oy vermiş ve Bakanlar Kurulu Kararıyla 27.5.1949 tarihli
Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Kendiliğinden bağlayıcı niteliği
bulunmamaktadır. .
Gerek
bu bildiride, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde davanın açılmasına ve
görülmesine engel teşkil edecek bir hüküm mevcut değildir.
1990
tarihli "Yeni Bir Avrupa için Paris Şartı" ise, 1975 yılında imzalanan
Avrupa Güvenlik ve işbirliği Konferansının başlangıç belgesi olarak imzalanan
Helsinki Nihai Senedi doğrultusunda tanzim ve imza edilmiş olup, uluslarası
sözleşme niteliği taşımamaktadır. TBMM'den de geçmemiştir, imzacı devletlere
bazı hedefler gösterir. Irkçı davranışları, etnik düşmanlığı ve terörizmi
kınayan hükümler içermekte, ülke bütünlüğü ve demokratik düzeni yıkma
girişimlerine karşı uluslararası koruma çağrısı öngörmektedir. Bu belgede de
davanın açılmasına ve görülmesine engel bir hüküm bulunmamaktadır.
I-Giriş
SPY.
nın 3. maddesi siyasi partileri, "Anayasa ve kanunlara uygun olarak,
milletvekili seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri
doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını
sağlayarak demokratik bir devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş
medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek
üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlar" olarak
tanımlamaktadır. Bu tanımlamadan çıkan ilk sonuç, siyasi partilerin tüzük ve
programlarıyla çalışmalarının Anayasa ile yasalara uygun olması şartıdır.
Anayasanın
68. maddesinde ifadesini bulan, siyasi partilerin demokratik siyasi hayatın
vazgeçilmez unsurları olduğu yolundaki anlayış doğal olarak onlar için bir
güvence niteliğinde ise de, bu koruyucu düzenlemenin mutlak olmadığı, siyasi
partilerin toplum yararım sağlama amacıyla Anayasa ve yasalar tarafından
öngörülmüş, sınırlamalar içinde hareket ettikleri ölçüde işlerlik kazanacağı,
aksine davranış içinde bulunan siyasi partilerin bu güvenceden
yararlanamayacakları ve kapatılma yaptırımı ile karşılaşacakları bilinen bir
gerçektir.
Anayasanın
68. maddesinin beşinci fıkrası ile SPY. nın 102. maddesinin Cumhuriyet
Başsavcılığımıza yüklemiş olduğu siyasi partilerin faaliyetlerinin takibi
görevi çerçevesinde, davalı partinin faaliyetleri, diğer partilerle birlikte,
davanın açılmasından önce olduğu gibi açılmasından sonra da izlenegelmiştir.
II-
Konuyla İlgili Yasal Düzenlemeler
Bu
hususta iddianamenin 3-7. sayfalarında açıklama yapıldığından, tekrardan
kaçınma amacıyla burada yeniden belirtilmemiştir. Bu bakımdan iddianamenin
anılan sayfalarına gönderme yapmakla yetiniyoruz.
III-
Açıklamalar
İddianamenin
7. sayfasında, SPY. nın 106. maddesi gereğince yerel idari merciler ve
Cumhuriyet Savcılıkları tarafından Cumhuriyet Başsavcılığımıza intikal
ettirilen bir kısım bilgi ve belgelerin incelenmesinde beyanlarıyla parti tüzel
kişiliğini sorumlu kılan genel başkan ve genel sekreter gibi görevlilerin
muhtelif yer ve tarihlerdeki konuşmalarında, iddianame ile esas hakkındaki
görüşümüzün (II) no.lu bölümünde belirtilmiş bulunan yasaklamalara aykırı
nitelikte beyanlarda bulundukları tespit edilmiş ve bunların tamamı aşağıdaki
sistematik dahilinde iddianameye aktarılmış bulunmaktadır
A-
Genel Başkanların Beyanları
1-
Eski Genel Başkan Fehmi Işıklar'ın beyanları
a.
26.1.1991 tarihli konuşması (s. 7-16)
b.
23.2.1991 tarihli konuşması (s. 16-18)
c.
21.3.1991 tarihli konuşması (s. 18-21)
d.
22.3.1991 tarihli konuşması (s. 22-27)
e.
26.3.1991 tarihli konuşması (s. 27-29) O 8.5.1991 tarihli konuşması (s. 29-31)
g) 10.7.1991 tarihli konuşması (s. 31-33) n) 7.9.1991 tarihli konuşması (s.
33-36)
1.
Genel Başkan Vekili Ahmet Karataş'ın beyanları:
15.12.1991
tarihli konuşması (s. 36-43)
2.
Eski Genel Başkan Feridun Yazar'ın beyanları:
a.
Sabah Gazetesi'nin 1-5 Şubat 1992 tarihli nüshalarında yayımlanan beyanları (s.
43-60)
b.
20.4.1992 tarihli konuşması (s.60-65)
c.
Milliyet Gazetesi'nin 1.6.1992 tarihli nüshasındaki beyanları, (s. 65)
d)
19.9.1992 tarihinde yapılan 2. Olağanüstü Kongredeki konuşması: (Davanın açılış
tarihinden sonra yapıldığı için tamamı aşağıya alınmıştır)
"Sayın
basın mensupları, birazcık geriye doğru giderseniz herkesin fotoğraf çekme veya
videoya alma hakkını kısıtlamamış olursunuz. Rica edeyim. Sayın basın
mensupları, saygıdeğer konuklar çilekeş delegeler ve sayın seyirciler HEP'in
ikinci Olağan (olağanüstü olmalı) kuruluna hoşgeldiniz. Dünyada siyasi
gelişmeleri izlerken Ortadoğu'da oluşan olaylar ve Türkiye'deki siyasi
gelişmeler bizim ikinci olağan (olağanüstü olmalı) genel kurulumuzu yapmayı
gerekli kıldı. Bizi (Sizi olmalı) ikinci defa buralara kadar yorduğumuz için ve
bu sıcak havayı sizinle paylaştığımız için gerçekten mutluluk duyuyorum.
Sanırım tahminen 9-10 ay önce yine bu salonda birlikteydik ve o zaman sizin
değerli oylarınızla seçildiğim bu onurlu görevi bugüne kadar imkanlarım
ölçüsünde, gücümün yettiği kadar, size layık olacak (olabilecek) bir biçimde
yerine getirmeye çalıştım. Eksiklerim mutlaka vardır, yanlışlarım mutlaka
vardır. Ama bunların yapabildiğim kadarını, size layık olabilecek kadar olanını
yaptım ve bundan da gerçekten mutluluk duyuyorum. Bu onuru yaşamımın sonuna
kadar taşıyacağım. Her yerde söylediğim gibi şöyle bir giriş yapmak istiyorum.
Halkın Emek Partisi bir insana benzetilecek olursa bebekçik (bebeklik) çağı
vardır, çocukluk çağı vardır, delikanlılık çağı vardır. Bir partinin bir insana
benzetildiği zaman ama artık HEP'i bebekliği aşmış, çocukluğu aşmış,
delikanlılık dönemini bile aşmış, askerliğini yapmış, evlilik sorumluluğu
altına giren bir olgunluğa erişmiş durumdadır, l Kasım'da seçimlere katılarak
bu olgunluğu taşımak istiyoruz artık. Divan başkanımızın da belirttiği gibi
dünyada herkesin gönlünden geçen sloganlara sonsuz saygımız vardır. Ancak bu
dönemi aşmış durumda bulunuyoruz artık. Türkiye'de halka gip (gidip) bize oy
verin sizi yönetmeye talibiz diyoruz. Türkiye'nin düzenini değiştirmeye talibiz
diyoruz; insanların hak ve demokratik özgürlüklerinin yılmaz savunucusuyuz
diyoruz. Bunu sloganlarla yapamayız. Birlikte yapmalıyız. El ele vermeliyiz.
Omuz omuza vermeliyiz. Ve kendimizi çok ciddi bir görev karşısında kamuoyuna
ispat etmeyi istiyoruz. Hepinizin bildiği gibi dünyanın gelişmelerinde
Sovyetler Birliği sol grubun dağılmasıyla birlikte yeni gelişmeler yeni polika
(politika) gelişmeleri ortaya çıkmış bulunuyor. Tek başına dünyada hakimiyeti
kuran sağ grup ve onun en büyük temsilcisi bulunan ABD'nin kurmak istediği yeni
düzen el-betteki istesek de, istemesek de, beğensek de, beğenmesek de içinde
yaşadığımız Ortadoğu koşullarında bizi çok yakından ilgilendirmektedir.
Ortadoğu'da gelişen olaylar Kürt halkının direk (direkt) özgürlük mücadelesi
ile ilgili olaylardır. Uzun yıllardan bu yana, belki bin yıl, belki de daha
fazla, bu Ortadoğu'da bir Kürt halkı yaşıyordu. Zaman zaman belki uluslaştı,
belki uluslaşmada ama daha sonra aralarına konulmuş bulunan sun'i sınırlarla
dört parçaya bölünerek kimliğinden yoksun bırakılmak istendi, dilinden yoksun
bırakılmak istendi ve bazı tezgahlarla bu dört parçada yaşayan halk paramparça
edilerek zaman zaman birbirine düşman edilerek, bir birine kırdırtılarak
üzerlerindeki hakimiyet bugüne kadar devam edilerek geldi, içinde bulunduğumuz
koşullar Ortadoğudaki koşullar son derece önemli koşullan arz etmektedir.
Giderek Türkiye'nin bütünlüğünü etkileyen bir iç savaşa sürükleyen ve kardeşi
kardeşe boğazlatacak olan bir konuma getirilmiş bulunmaktadır, işte Halkın Emek
Partisi dünyada Azerilere tanınan özgürlüğün, Bosna-Hersek'de haklı olarak
müsleteman (müsliiman) Boşnaklara tanınan özgürlüğün, Kuzey Kafkasya'da üç
milyon vatandaşı Abazalıİara yapılan saldırılan ve soykırımı lanetliyerek,
onların da özgür olmasını isteyerek Türkiye'de ve dünyada Ortadoğu'da özgür
kalmayan bir tek balkın kalmasını istemiyoruz ve diyoruz ki her halkın hakkı
olan özgürlük Kürtlerin de hakkıdır. Ama bir şey daha söylüyoruz, diyoruz ki
biz bunu barışçı demokratik ve siyasi çözümlerle çözelim, daha fazla kan
dökülmesine meydan vermiyelim. Birbirimizi suçlamakla, birbirimizi
(birbirimize) yapıştırmalar (Yakıştırmalar) yapmakla hiç kimsenin faydası
yoktur, ve (ne) Türkün Kürdü katletmeye ne de Kürdün Türkü kötülemeye hakkı
yoktur. B unlan ortadan kaldırabilmek şölenizmi (şovenizmi) kırabilmek, herkesi
kendi kimliği ile, özgürce kültür ve diliyle yaşayabileceği bir Türkiye
yaratalım istiyoruz. Huçkümsinun (hiçkimsenin) hakkı bir başkasının teminatı
altında olmasın kimse kimsenin kimliğini inkar etmesin herkes kendi kimliği ile
yaşasın diyoruz. Birlikte kurduk bu Cumhuriyeti diyoruz. Birlikte kurduk.
Geliniz diyoruz 2000 yılına doğru giderken ikinci defa bu Cumhuriyeti kuralım
diyoruz. Ama Cumhuriyeti kurarken herkesin kendi kimliği ve özgürlükleri ile
yaşayabileceği, Kürdün Kürt gibi yaşayacağı, Türkün Türk gibi yaşayacağı,
Çerkezin Çerkez gibi yaşayacağı bir dünyayı oluşturalım, kardeşliği sağlıyalım.
Dökülen kanlan önlüyeliın. Başvurduk, çok başvurduk, uğraştık on ay görevim
süresince bu iş için sürekli çalıştık, bundan sonra da hayatım boyunca da
çalışacağım. Siyasi baş liderlere başvurduk. Sırasıyla Başbakan yardımcısı SHP
Genel Başkanı Erdal İnönü'yle görüştük. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'la
görüştük. Sayın Ecevit'le görüştük. Sayın Türkeş'le görüştük. Sayın Erbakan'Ia
görüştük. Avrupa'nın bütün Büyükelçileriyle görüştük, bütün basın mensuplarıyla
görüştük. Türkiye'deki bu kanı birlikte durduralım dedik. Gelin bir çözüm
getirelim, kardeş kardeşi vurmasın, bizim içimiz kan ağlıyor, ölen PKK. liye de
üzülüyorum, Ölen polisede üzülüyorum, ölen halka da üzülüyorum. Hiç bir damla
kanın akmasını istemiyoruz dedik. Bu kanı durduralım, bu bizim elimizdedir
dedim. Türkiye Büyük Millet Meclisinde çözelim dedik. Eğer TBMM. Türkiye'nin
sorunlarını çözemiyorsa, eğer orada söz sahibi değilse, eğer onun üstünde
kurullar var ise bu insanlar bu parlamentoda halkın sırtından niçin maaş
alıyorlar, çekip gitsinler diyoruz. Ne dediysek bize falan falanın
uzantısısınız dediler, haksız suçlamalarda bulundular. Her yerde her zaman
söyledim PKK. ler bu memlekete aydan gelmediler dedim. Aydan gelmediler bunlar.
Bu ülkenin çocuklarıdır. Bu halkın çocuklarıdır. Bunları red edemezsiniz. Aydan
gelmiş gibi gösteremezsiniz başka bir devlet tahrik ediyor gibi
gösteremezsiniz. Akıllı olun, bunun nedenlerini koyalım niçin böyle bir
mücadele yöntemine başvurmuşlar dedim. Bunu tartışalım ortaya koyalım dedim,
ilişkiniz nedir dediler. Şunu söyleyeyim dedim. Şimdi yine burada söylüyorum.
Bizim organik hiç bir bağımız yok. Ne biz onların uzamışıyız. Ne de onlar bizim
uzantımızdır dedim. Ama biz akrabayız dedim. Akrabayız. Niçin akrabayız, nasıl
akrabayız' Bir köydeki insanın, bir köydeki ailelerin gençlerinin bir kısmı
orda, bir kısmı burda, bir kısmı başka partilerde yanlız biz mi akrabayız. O bölgedeki
yaşayanlar politika yapanlar hepsi akrabadır. SHP'de akrabadır. ANAP'da
akrabadır, DYP'de akrabadır. Çünkü onların da akrabaları orada, işte
milletvekili çocukları dağa gidip karışıyor, mücadele veriyor. Peki şimdi o
akraba değilmi, kendi çocuğuyla, işte bu anlamda akrabayız diyoruz ve bir olay
daha var. Biz de bir Kürt partisi olmamakla birlikte Türkiye partisi olmakla
birlikte Türkiye'deki Kürt sorunu çözülmedikçe başka sorunların çözülmesine
imkan olmadığına inanıyoruz. Onlar da kendi yöntemleriyle kendilerine
seçtikleri bir yöntemle Kürt sorununu çözmeye çalışıyorlar. Zaman zaman
söylediklerimiz birbirine benzeyebilir. Ama bu hangi parti olduğumuzu
göstermez. Ve dedik ki buyurun gelin Milliyet Gazetesi'nde izlediniz, olayı
çözebilmek için kanı durdurabilmek için gidelim Abdullah Öcalan'la görüşelim,
buyurun gelin herkesi davet ediyorum. Bu kanı durduralım, ben hazırım. Bu işe
yeni yönetici arkadaşlarım da hazırdır bu işe. Biz bu kanı durdurabilmek için
Türkiye'deki barışı sağlayabilmek için insanları mutlu bir ülkede yaşatabilmek
el ele birlikte özgürce yaşayabilmek için her türlü yola başvururuz. Bize haber
geldi kabul ediyorum dedi Abdullah Öcalan. Yakında gideceğiz herhalde ama
huzurunuzda davet ediyorum. Sloganı bırakalım arkadaşlar, huzurunuzda herkesi
davet ediyorum. Bütün siyasi temsilcilerini Türkiye akan kanın sorumluluğunu
taşıyan ve durmak isteyen tüm Türkiye demokratiyetlerini (demokratlarını),
basın mensuplarını gidelim tarafsızca görüşelim ne istiyor, ne istemiyor bu
Türkiye'den onu kamuoyuna aktaralım. Bana diyorlar ki bu şeydir efendim, bu
fiili bir diyalogdur. Diyalog kurmanın kötülüğünü dünyanın hiç bir yerinde
görmedim. Diyalog insanlara mutluluk getiren anlaşma yollarını getiren,
çözümler getiren bir olaydır. Bu diyalogu her zaman kurmak lazımdır ve
kurulmasına gerektirdiğine inanıyorum değerli arkadaşlar. Partimiz hakkında
kapatma kararı verilmek üzere dava açıldı. Henüz bitmedi. Olay şudur: Bizim
hakkımızda açılan davada suçlanan olay şu, Kürt halkı vardır dediğimiz için bu
parti Anayasaya aykırıdır. Diyorum ki federasyonu Cumhurbaşkanı bile tartışalım
diyor. Başbakan Kürt kimliğini tanıyorum diyor. Başbakan yardımcısı tanıyorum
diyor. Sayın Türkeş'le görüştüğümüz zaman bin yıllık kardeşimizder
(kardeşlerimizle) birlikte yaşadık diyor. Kürtleri kabul ediyor. Peki bu kabul
yalnız bize yasaktırmı, yani olra (onlara) serbest bizemi yasaktır. Kürt halkı
vardır. Senin Anayasanda olmasada vardır. Önemli değildir o, senin Anayasan
çağdışı kalmışsa suç benimmidir' Ben mi senin Anayasanı çağdışı bıraktım. Bu
Anayasayı çağdışı bırakanlar bu ihtilalden sonra Anayasayı elinde tutanlar
değilimdir hala on yıllık Anayasa çağdışı kalmış bu Anayasayla bu memlekette
Kürt vardır yoktur gibi tartışmalar açılıyor, biz Kürt halkının artık inkâr
eden bir zihniyeti zaten tanımıyoruz ve bu zihniyetlerin de bizim Urfa
Birecik'de kelaynak kuşları vardır aynı onlar gibi nesli tükenmek üzeredir
zaten. Değerli arkadaşlar, Türkiye'de politika izlenmesi sözkonusudur. Bu
politika ne olmalı' işçiye, esnafa yönelik dar gelirliye yönelik politikalar
oluşturabiliriz. Ama ben şuna inanıyorum ki Türkiye öyle bir içsavaşın içine
sürüklenmektedir ve halkımız o kadar bunun bilici (bilinci) içindedir ki artık
kendi aldığı maaşı düşünmüyor, yarın çocuğunun askerdeki (askerde) ne olacağını
düşünüyor. Evine giderken can güvenliği varmı yokmu onu düşünüyor. Bizim esas
görevimiz önce bu sorunu temelinden çözmektir. Türkiye'deki bütün insanların
emik kökeni ne olursa olsun, elbetteki bizden beklentisi size Kürt partisi
diyorlar, peki siz bu Kürt partisini nasıl çözmek istiyorsunuz, bunu bir an
önce durdurun. Oğul şehit ve analar oğlu ölen analar, bilmem kimler, her
taraftan bizlere müracaatlar var. Bu kanı durdurun diyor. Bu artık yeter diyor.
Kardeş kanı akmasın diyor, işte bizim temel politikamız elbetteki işçi
sınıfının yanındayız. Elbetteki esnafın sorunu bizim sorunumuzdur. Elbetteki
dargelirlerinin (dargelirlinin) sorunu bizim sorunumuzdur. Ama herşeyden önce
bizim tek sorunumuz en önemlisidir o da akan kanı durdurmaktır. Kürt sorununa
insanca demokratik bir çözüm getirmektir. Bu bizim asli görevimizdir. Bu
Türklerin de görevidir. Kürtlerin de görevidir. Türkiye'de yaşayan herkesin
görevidir. Herkesi bu göreve davet ediyorum. Bir devlet bütçesinde yüzde
yetmişinin (yetmişine) yakını Doğu ve Güneydoğu'da terörü yok edeceğim diye
polise, köy korucusuna, benzine, tanka, mermiye verirse, orada lojmanlar
yaptırmaya kalkarsa enflasyonu durdurmak değildir. Sayın Demirel, sen bu
kafayla değil enflasyonu düşürmek, düşürsen ancak kendini düşürürsün.
Enflasyonu düşüremezsin. Bunu çok iyi bil, Doğu ve Güneydoğu'da yaptırımlar
(yatırımlar) yok. Zaten zamanında yatırım yapılmamıştı ki, bugün de çalışsın.
Bir sürü kredilerle bazı binalar yapıldı. Onların da kredileri kesildi. Bomboş
duruyor. Böyle şey olmaz ülke bu Türkiye Hakkari'den Edirne'ye kadar bizimdir.
Bunda hakkımız vardır, Çürski atalarımız Çanakkale'de can verdi. Sakarya'da can
verdi. Bir karış toprağından vazgeçmiyoruz. Kanımızın pahasına vazgeçmiyeceğiz.
Ama bir hakkımız daha var. Her karış toprağında Kürt kimliğimizle özgürce
yaşama hakkımız da var. Bunu sağlamaya çalışacağız ve bunun mücadelesini
veriyoruz. Herkesi bu göreve davet ediyorum. Dün Kürt kimliği vardır diyen
hükümet tavrını değiştir, askeri çözümle bir yere gidemezsiniz, iki defa
şapkanı aldın gittin Demirel, üçüncüsü gitmesin diye bu işe karşı olanlara
teslimini oldun diyorum. Zaten geçen gün bir gazetecimizin de dediği gibi sayın
Erdal İnönü herhalde bu işi anlamamış, Türkiye'deki bu olan bitenleri bilmiyor
dediler, farkında değil anlamıyor. Anlamadığı için de birileri ne diyorsa
aynısını tekrarlıyor. Bu hükümetten umut kesildi. Dış temsilciliktekilere de
söyledik, gittik görüştük. Avrupa Parlamentosu ile de görüştük. Hollandayla
görüştük, Almanya ile Fransa ile de görüştük, Belçika ile görüştük, İsveç ve
İngiltere ile de görüştük, görüşmeye devam edeceğiz. Türkiye iki yüzlü
politikasını değişmedikçe (değiştirmedikçe) iki yüzlü politikasını
terketmedikçe, iç hukukunu ve iç siyasal yapısını uluslararası sözleşmelere
uymadıkça (uydurmadıkça) evrensel hukuk değerlerine sahip çıkmadıkça biz bu
görüşmelere ve bu diplomasiye sonuna kadar devam edeceğiz. Onların hakkı ise
bizim de hakkımızdır. Demirel'in ne kadar hakkı ise benim de o kadar hakkımdır.
Kimse bunu engelleyemez. Bir olay daha, aydınlanasınız diye söylüyorum.
Nivyorkta, Vaşhingtonda veya ABD'nin herhangi bir yerinde önümüze yeni bir
model çıksa Türkiye hemen bunu uygulamaya kalkar. Çünkü Amerika'nın izlediği
politikanın izindedir, yolundadır. Onun dışına çıkamaz. ABD çok spikilasyon
(spekülasyon) olduğu için anlatıyorum. Belki temsilcileri de burdadtr. ABD
büyükelçiliklerini ziyaret ettik. Bir hafta sonra randevu istediler, görüşmek
istiyoruz. Buyursunlar dedik. Geldiler ağırladık. Dediler ki biz HEP ten de bir
heyeti Amerika devlet sistemini tanımak üzere herkese, her kuruma, her siyasi
partiye kültürel alanda bir gezi düzenliyoruz. Size de böyle bir gezi
düzenlemek istiyoruz. Ben o zaman yetkili kişilere söyledim. Kabul ediyoruz
dedi. Ancak basına intikal ettirelim mi, hiç bir sakıncası gizlisi yok dedi.
Biz de onun üzerine basına açıklama yaptık. Kıyamet koptu. Kıyamet koptu,
kıyamet Amerikanın çekiç gücünü Ortadoğu'da durdurabilmek için canını verenler,
siz nasıl Amerika'ya gidersiniz. Kimdir bunlar, gidiyor, gideceğiz. Ama geçici
olarak ertelendi. Amerika'ya gideceğiz diyalog kuracağız. Bütün dünyanın, bütün
görüşleriyle diyalog kuracağız, kimseden endişemiz yok. Cinle de diyalog
kurarız, Fransa ile de diyalog kurarız, Suriyeyle de kurarız. Amerika ile de
kurarız, İngiltere ile de kurarız. Bizim kimsenin diyalıgundan (diyalogundan)
korkumuz yok. Yaşadığımız dünya giderek siyasi ve ekonomik entegrasyona
uğruyor. Dünyanın düzeninde hakimiyet sahibi olan bu devletlerde (devletlerle)
görüşebilmek en tabii hakkımız. Çünkü şu anda Türkler (Kürtlerden) başka dili,
kültürü ve kimliği yasaklanmış bir halk kalmadıki. Bu hakkımızı almak için
herkesle diyalog kuracağız. Kanı durdurmak için herkesle diyalog kuracağız.
Bundan kimsenin endişesi olmasın. Türkiye'yi bölmek için gidiyormuş. Türkiye'yi
biz değil Halkın Emek Partisi değil, Halkın Emek Partisi'nin dışında kalmış
Meclis'de temsil edilen siyasi politika bölecektir. Çünkü, barıştan yana
ateşkesten yana ve diyalogdan yana olan tek parti Halkın Emek Partisidir. Onun
dışındaki olan bütün siyasi partiler şiddeti ve askeri çözümü önermektedirler.
İşte onların bu tutumu devam ederse korkarım Türkiye o zaman bölünecektir.
Askeri çözümlerle hiç bir zaman bir halkı hak ve demokratik özgürlüklerin
talepleri bastırılamaz. Bize Kürt partisimi diyorsunuz. Bize PKK. lı
diyorsunuz. Ne derseniz deyin ama biz ne olduğumuzu çok iyi biliyoruz, biz
demokratik, yasal, meşru zeminler temelinde herkesi eşit olarak değerlendirip,
kanların dökülmesini istemeden, demokratik hak ve taleplerin yerine getirilmesi
için çalışıyoruz. Kokuyorsanız (korkuyorsanız) diyorum. Silahlı şeylerden
olmamasını istiyorsanız, yasallaştırın PKK. yı gelsin mücadelesini versin,
gelsin siyasi mücadele versin, bıraksın silahlan gelsin, siyasi mücadele
versin, çıkarın bir genel af iki yüzlü hukuk politikası izlemeyin diyorum
hükümete. 125. maddeden hepsi Kürt kökenlidir. Onlar meşru salıvermeden şartla
salıvermeden, İnfazdan istifade edemiyorlar. Öbürlerinin tümü ediyor. Şimdi
yasalar önünde Türkiye Devletinde herkes eşit deniliyor. Bunu Avrupadaki
hukukçulara devlet yöneticilerine, politikacılara anlatma hakkı yommu (yokmu).
Hollanda Büyükelçisi şunu söyledi. Bana parlamentodaki Dışişleri Komisyon
Başkanı bir bakan geldi. Dedi ki, ben Kiirtüm işte bütün Kürtler benim kadar
hak sahibidir. Bu Dışişleri Bakanıymış, dedim ki doğrudur. Ama o hak yalnız ona
aittir. Yalnız o hak ona tanınmıştır. Bize tanınmıyor. Biz onun kullandığı
hakkı kendi kimliğimizle kullanmak istiyoruz. O Türk olarak bakan olmak
istiyor. Ben Kürt olarak bakan olmak istiyorum. Aramızdaki fark bu değerli
arkadaşlar. Zamanımız bir hayli kısa bugün kurultayı bitirmek zorundayız.
Kafanıza (kafanızda) hiç bir soru belirmesin onun için konuşmamı sununla
bağlamak istiyorum. Hürriyet Gazetesi bir şeyler yazdı, başka gazeteler de vardı.
HEP bolündü, yok HEP şu idi. HEP bölünmez arkadaşlar, HEP bölünmez. Bazı
köprüleri geçebilmek için dar zamanlarımızı, dar zamanlarımızı geçirebilmek
için birbirimize özveride bulunabiliriz. Hiç kimse demokratik hakkının elinden
alındığını veya başka bir arkadaşının elinden alındığını düşünmesin. Biz kendi
isteğimizle özveride bulunmuşuz. Ahmet Türk hepimizin adayıdır. Benim de
adayımdır, bunu bilin. Bu bir nöbet değişimidir. Bu bir özveridir. Bir
parlamentor olması gerektiğinde genel bir eğilim belirlendi. Başım gözüm üstüne
ve ben seçilmediğim için de hiç bir zaman üzülmeyeceğim. Şunu çok iyi bilin.
Ahmet Türk bu partiyi bir adım daha ileriye götürebilmesi için yanında bir
asker gibi çalışacağım. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Böyle spekülasyonlara,
böyle nedenlere kimse meydan vermesin. Gün gelir yine bu onurlu görevi
verirseniz. O nöbet bana düşerse, o nöbetten kaçmam, yine büyük bir onurla
yaparım. Dünyanın sonu gelmedi. Bir espir (espri) daha anlatayım. Ben 70 yılına
kadar politika yapmaya kararlıyımdır. Yetmiş yaşına kadar tabii sağ kalırsak.
Evet bu spekülasyonlara meydan vermemek İçin bu açıklamayı yaptım. Öğle falan
filan geniş tabanlıdır. Dar tabanlıdır falan, gine espirisini yapayım. Mahmut
Alınak'a söyledim, sana geniş tabanlı diyorlar kaç numara giyiyorsun dedim.
Bana dedi 41 numara dedi. Ben 42 giyiyorum Benimki daha geniş tabanlı
espirisini yaptık güldük. Bizde geniş tabanlı şu kılık, bu kılık yok bizde.
Halkın
Emek Partisi'nin Türkiye'de yaşayan etkin (etnik) kökeni ne olursa olsun,
yapısı ne olursa olsun, dili kültürü ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun
herkesin kendisini ifade edebileceği kimliğiyle, diliyle kendini temsil
edebileceği hür demokratik bir toplum yaratmak istiyoruz. Demin söylediğim gibi
öyle bir toplumu yaratmak için buluşmak üzere Kürtün Kürt gibi yaşayacağı,
Türkün Türk gibi yaşayacağı Çerkezin Çerkez gibi, Arapın Arap gibi, hangi etnik
yapı varsa tümünün kendi özgürlüklerini, kendisini ifade edebileceği bir
biçimde eşit koşullarda ve gönül birliğine dayanak kuracağımız bir Türkiye'de
buluşmak üzere şimdilik Allahaısmarladık diyorum. Kurultaya başarılar
diliyorum."
B-
Genel Sekreterin Beyanları
1-
İbrahim Aksoy'un Beyanları:
a.
21.3.1991 tarihli konuşması (s. 65-68)
b.
25.5.1991 tarihli konuşması (s. 68-69)
c.
18.5.1991 tarihli konuşması (s. 69-72)
2-
Ahmet Karataş'ın Beyanları :
a.
1.3.1992 tarihli konuşması (s. 72-76)
b.
2.4.1992 tarihli konuşması (s. 76-78)
Ön
savunmada adı geçenin bu bildirgeyi şahsı adına imzaladığı belirtilmişse de
Mahmut Özgür, Ahmet Kulaksız, Serap Mutlu, Niyazi iletmiş, Felemez Başbuğa,
Süleyman Bilici, Mehmet Ali Durmaz, Nevzat Altındağ gibi imzacıların Ankara
Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığındaki ifadelerine göre
bildirgenin partinin İstanbul il merkezinde hazırlanması, burada ve parti genel
merkezinde imzaya açılmış olması ve Ahmet Karataş'ın imza tarihinde partideki
görev ve sıfatı nazara alındığında adı geçenin bildirgeyi şahsı adına
imzaladığına ilişkin savunma yerinde görülmemiştir.
C-
İddianamede genel başkan, genel sekreter sıfatlarım taşıyanların dışında kalan
veya partinin taşra örgütlerinde görev almış partililerin beyanlarından
alıntılara ve kongre veya eğlence gibi toplantılarda sergilenen söz ve davranış
biçimlerine, salt parti tüzel kişiliğini bağlayıcı beyanda bulunmaya yetkili
olanların davaya esas alınan beyanlarıyla aralarında mevcut ayniyeti ve
nedensellik bağını belirtmek amacıyla yer verilmişti (s. 78-102).
Bunlara
ek olarak iddianamenin hazırlık çalışmalarının son aşamasında veya dava
açıldıktan sonra muhtelif makamlardan ve Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi
Cumhuriyet Savcılığından Başsavcılığımıza gönderilmiş bulunan çeşitli
belgelerin incelenmesi sonucunda yukarıdaki paragrafta ifade edilen amaca uygun
olarak, yapılan konuşmalardaki aşağıda belirtilen hususları da işaret edilmesi
yararlı ve gerekli görülmüştür.
l-
Genel sekreter yardımcısı Kemal Okutan'ın konuşmaları:
a)
Davalı partinin Bursa il örgütünce 28.6.1992 tarihinde düzenlenen "Halk
Şenliği"ndeki konuşmasından :
".
. . Dersim'de, Palu'da, Genç'te ve Kürdistan'ın dört bir tarafında canlarını
tanklara, toplara siper ederek şehit düşen insanların anılarına saygı duyarak
konuşmama başlamak istiyorum. . . Kurtuluş Savaşından sonra Kürt halkını yok
etmek ve tarihe gömmek için, Kürt halkının özgürlüğü için her başkaldırdığı gün
Dersim'de, Palu'da, Genç'de ve Şeyh Sait isyanında Diyarbakır'da binlerce,
onbinlerce insan katledildi. Ama görüldüki Kürt halkı katledilerek, Kürt halkı
kurşunlanarak bitmiyor... 1940'la 1960 yılları arasında göreceli olarak da olsa
bir suskunluk dönemi yaşanır. Ama 1960'dan sonra bu ülkede yaşayan Kürt halkı
artık kendisinin bir ulus olduğunun bilincine varmağa başlar. . . O güne kadar
hiç bir partiye girmemiş insanlarımız bir araya gelerek bugüne kadar resmi
ideolojiyi savunan partilerin dışında Halkın Emek Partisi diye bir parti
kurduk. . . Halkın Emek Partisi'ni seçimlere sokmadılar ve zannettiler ki
parlamentonun kapısını Kürt halkının ulusal taleplerine kapadık. . . Siz
parlamentonun kapısını bize kapatırsanız, biz parlamentonun penceresinden
gireriz. Özgürlük mücadelesini orada veririz. . . Kürt sorununa demokratik ve
siyasi çözüm bulunmadıkça Türkiye'de demokrasi gerçekleşmez ve öneriyoruz,
diyoruz ki Kürt halkının önüne sandık koyunuz, sorunuz siz ne istiyorsunuz,
istekleriniz nelerdir, bir referandum yapınız ve Kürt sorununa siyasi çözüm
bulunması için adım atınız..."
b)
19.9.1992 tarihinde yapılan 2. Olağanüstü Kongre'deki konuşmasından:
".
. . Bu kez de Halkın Emek Partisi'ni kapatmak için bir dava açmış bulunuyorlar.
Ama şunu söylemek istiyorum. Partileri kapatmakla mücadeleler önlenemez. Hele
Kürt halkının mücadelesini hiç önleyemezsiniz. Çünkü Kürt halkının mücadelesi
HEP'le başlamadı. HEP'le de bitmeyecektir. . . Biz kurulduğumuz günden bugüne
kadar halkların kardeşliğini savunduk. Biz halkların kardeşliğine ve hak
eşitliğine dayalı özgürce kendilerinin belirleyeceği sistemin kurulmasından
yanayız. Biz ne Kürtlerin, ne Türklerin, ne de Lazların kimliğinin inkar
edilmesinden, hor görülmesinden ve sömürülmelerinden yana değiliz. . ."
Adı
geçenin önceki konuşmalarından alıntılar iddianamenin 92-95. sayfalarındadır.
2-
Halkın Emek Partisi parti meclisi üyesi Abdülcabbar Gezici'nin 19.91992 tarihli
2. Olağanüstü Kongre'deki konuşmasından:
"...
Düne kadar cesaret edilmeyen, dile getirilmesinden korkulan, hatta bugün mevcut
yasalara göre Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre suç kabul edilebilecek bir
çok gerçeğin artık yasalar korku (ünlenmeden burdan haykırıldığım görmek Kürt
halkının ulusal kurtuluş mücadelesinin yenilmezliğini, geriye dönülmezliğini ve
sonuçlanmak üzere olduğunu göstermektedir. . . Biz neyi isteyeceğiz, şunu
açıkça isteyebilirmiyiz, kurultay karan olarak, kurultayımızın bir çağrısı
olarak kurultaydan çıkacak parti meclisinin önüne bir kurultay emri olarak
koymak üzere şunu isteyebilirmiyiz, Kürt halkının açık özgür seçimleri
diyebilinniyiz, bence bunu demek gerekir. Kürdistan'da en kısa zamanda
uluslararası gözlemcilerin kontrolünde açık referandum, iki Kürdistan'da bir
savaş var. Bütün çalışmalarımıza bu savaşın iki tarafı bellidir arkadaşlarım
dile getirdi. Nasıl bir tarafı açıksa Türkiye Cumhuriyeti ise, bir tarafı da
Kürdistan İşçi Partisi ve onun öncülüğündeki gerilladır. . . Şu çağrıyı
yapabilirmiyiz, bence yapmalıyız. Kurultay kararı olarak sonuç bildirgesine
eklemeliyiz. Bu savaşın iki tarafı en kısa zamanda bir araya gelerek bir masa
etrafında oturarak bu savaşı çözmelidirler. . . Kürt halkı için şunu isteyebilinniyiz,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti eğer mevcut parlamentoyu işletmiyorsa bize bir
parlamenterlerimize bir parlamenter sahip olması gereken haklar tanımıyorsa o
zaman bıraksın Kürt halkı kendi parlamentosunu oluştursun, bu Kürt halkının en
doğal ve meşru hakkıdır. Kurultay kararı olarak bunu istemeliyiz. Diğer bir şey
uluslararası platformlarda artık Kürdistan'da yürütülen savaşın temsilcileri
yani onların Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin terörist dediği, bölücü dediği,
bizim ve dünyanın ise ulusal kurtuluş mücadelecileri olarak kabul ettiği
Kürdistan'daki savaşın bir tafı (tarafı) T.C. Devleti bunu açıkça meşruluk
kazandırmasa da biz şunu söyleyebilirmiyiz, PKK ve diğer birçok devrimci örgüt
bizim nezdimizde meşrudur, yasaldır. Kurultayımız birçok ulusal kurtuluş
mücadelesini yürüten başka ülkelerdeki güçleri ve bu arada da PKK. yı da
T.C.nin nitelediği gibi terörist olarak görmediğini, Kürt halkının meşru
temsilcisi olarak gördüğünü söylemelidir. . . Literatürümüze şunu açıkça
koymalıyız. Sizin terörist dediğiniz insanlar yasal olmasa da meşru hakları
olan kendilerini güçleriyle döktükleri kanlarla meşrulaştırmış olan güçlerin
biz bu insanların mücadelesini destekliyoruz, çünkü haklıdırlar dememiz
gerekiyor. . . Biz doğuşumuzda söylediğimiz gibi resmi ideolojiye karşı bayrak
açmış ve varlığımızı ancak onun değiştirilmesi, bu ideolojinin yok edilmesine
bağlı olduğunu bildiğimiz için mücadelemiz buna dönük, bu sevindiricidir. O
zaman bu mücadeleyi kurallarına göre yürütelim. Yani T.C. Hükümeti Devletinin yasaları
Kürt halkının varlığını yok sayan yasaları bizi bağlamalıdır. . . Bu kurultayda
ayrıca şunu da talep edebilmeliyiz. Mevcut yasaları tanımadığımızı, kapatma
gerekçesi olan yasaları tanımadığımızı ve onun için bugün aynı şeyleri tekrar
tekrar söylediğimizi ve yarın kapatılırsak da söyleyeceğimizi, burada açıkça
kurultay kararı olarak belirtmeli, karar altına almalıyız. . ."
Adı
geçenin önceki konuşmalarından alıntılar iddianamenin 93-94. sayfalarındadır.
3-
Halkın Emek Partisi Genel Sekreter Yardımcısı (kongre öncesi) Hanın Çakmak'ın
19.9.1992 tarihli 2. Olağanüstü Kongredeki konuşmasından:
".
. . Kendimizi işçilerin, köylülerin, emekçilerin, Kürtlerin, Çerkeslerin
partisi ilan etmiş isek, bunların bugünkü nokta ne olursa olsun biz o temelden
ayrılmamalıyız. Biz ona rağmen ısrarla ısrarla ısrarla bunların peşinden
koşmalıyız. . . Önümüzdeki süreçte HEP bir Kürt halkının sorunları üzerinde
Kürt halkının mücadelesi üzerine daha kitlesel gidecektir. . . HEP yasal
demokratik zeminde Türkiye halklarının gerçekten bugüne kadar 70 yıllık tarih
boyunca varolmuş en ileri, en demokrat, en halkçı partidir. . . Kendi bağımsız
kişiliği ile, kendi özgür kişiliği ile Kürt halkının uğradığı mezalimi, Kürt
halkının özgürlük mücadelesini, Kürt halkının istem ve taleplerini bütün
örgütleriyle, bütün politikalarıyla, Türk emekçilerinin ve diğer halkların
emekçilerinin istem ve taleplerini mutlaka ve mutlaka kendi başına yarattığı ya
da bu dinamelerin (dinamiklerin) katılımı ile ya da bu dinamiklerin katılımıyla
yarattığı ona açık bir parti halinde örgütlemek zorundadır. . . Eğer Halkın
Emek Partisi önümüzdeki süreçte yaşasın HEP demeyi öğrenirse, bunu yerleştirir
ise gerçekten partileşme sürecini de tamamlar, gerçekten Türkiye halklarına
umut vaat eden, Türkiye halklarının istem ve taleplerini politik bir
organizasyon olarak sunan bir parti haline gelebilir. . ."
4-
Halkın Emek Partisi Bakırköy (İstanbul) ilçe örgütü üyesi Mustafa Kemal Öztürk
(Kemal Saruhan)'ın 19.9.1992 tarihli 2. Olağanüstü Kongredeki konuşmasından:
".
. . Kürt ulusal hareketi devletin ve düzenin çözümsüzlüklerini güçlendiriyor. .
. Devletin 70 yıllık Kemalist politika dayanakları sarsıntı geçiriyor, ulusal
kurtuluş ve toplumsal özgürlük ihtiyacı şiddetleniyor. . . Ayağa kaldırılmış
bir halkın kucaklayabilen bir parti Kürdistandaki politik canlılığı, büyük
kentlerin emekçilerine taşıyabilmekte yetersiz kalmıştır. . ."
5-
Halkın Emek Partisi milletvekili Mahmut Alınak'ın 19.9.1992 tarihli 2.
Olağanüstü Kongredeki konuşmasından:
"...
Buradan bütün analara, bütün babalara, bütün kardeşlere bir çağrıda bulunmak
istiyorum. Çocuklarını ölümün üzerine göndermesinler. Doğuya ve Güneydoğuya
asker olarak göndermesinler. Değerli arkadaşlarım, anaların yüreği yansın
istemiyoruz, gözyaşı dursun istiyoruz. Bu vahşice akıtılan kan dursun istiyoruz
ve bu kanı durdurmak Abdullah Öcalan'ın görevi değil, devletin görevidir. Çünkü
sorun çözümlendiği zaman şiddetin gerekçeleri de ortadan kalkmış olacaktır. . .
Türk halkı kurtulmak istiyor ise, Türk halkı mutlu olmak istiyor ise, üretken
ve kalkınmış bir Türk halkı yaratmak istiyor ise, Türk halkı söz ve karar
sahibi olduğu bir düzen kurmak istiyor ise, demokratik halk iktidarını kurmak
istiyor ise Kürt halkının acılarını kendi acıları, sıkıntıları olarak kabul
etmeli ve Türk Kürt halkının özgürlükler uğruna mücadele vermelidir. Çünkü,
Kürdün özgürlüğü Türkün özgürlüğüdür. Bu nedenle değerli arkadaşlarım Kürdün
davası yalnız Kürdün değil, yalnız bizim değil, Türkün, Arabın, Kızılderilinin,
bütün ezilenlerin kutsal davasıdır. . . Bunlar içindir ki Kürt halkı özgürlük
ve eşitlik temelinde Türk halkıyla aynı coğrafyayı birlikte yaşamak
istemektedir. . . Gelecek toplumu, özgür toplumu Kürt ve Türk halkının birlikte
oluşturacaktan, eşit oldukları Özgür toplumu nasıl yaratabiliriz, bu konuda
görüş, düşünce ve projeler de ortaya koymak zorundayız. . . Acil olarak
yapılması gereken nedir' Bir Kürt halkı kendi kaderini özgürce belirleme
hakkına kavuşmalıdır. Bu demokratik bir hakdır. Bu siyasal bir haktır. .
."
Adı
geçenin önceki konuşmalarından alıntılar iddianamenin 97-101. sayfalarındadır.
6-
Halkın Emek Partisi Milletvekili Hatip Dicle'nin 19.9.1992 tarihli 2.
Olağanüstü Kongrede yaptığı konuşmadan:
".
. . Halkımızın ulusal onurunu ve özgürlüğü için mücadele ederken, özgürlük
ağacını kanlarıyla sulayan Vedat Aydın ve tüm şehitlerimizin aziz hatıraları
önünde saygıyla, minnetle eğildiğimi ifade etmek istiyorum. Onların anılan
halkımızın binbir fedakarlıkla yazdığı tarihinin kendi yazdığının şeref
sayfalarıdır. Onların anılan yollarımızı aydınlatan güçlü ışıldaklardır. Onlar
onurumuzdur, övünç kaynağımızdır. Dağlarda, serhınlarda, zindanlarda, işkence
tezgahlarında direnen insanlarımızın, kadınlarımızın, çocuklarımızın,
gençlerimizin, yaşlılarımızın, diğer marhum partimizin enerji kaynağı, esin kaynağıdır.
. . Şu dört noktada vurgu yapmak istiyorum. Birincisi devletin kürt halkının
ulusal kimliğini ve ulusal haklarını red eden resmi ideolojisi Kemalizm iflas
etmiştir. Hiç bir inandırıcılığı kalmamıştır. İkincisi devletin 70 yıldır Kürt
halkının haklı özgürlük talepleri(ni) bastırmakla kullandığı şiddet politikası
bugün halkımızın fedakarlığı ile hayatının her alanında, üçüncüsü Kürt halkı
Türk halkına karşı beslediği kardeşlik duygularını asla terk etmediler. Gasp
edilen bütün ulusal hakların kendi geleceğini özgürce belirleme hakkını ve
dünya uluslar ailesinin eşit haklı bir üyesi olma azim ve kararlığındadır. Kürt
halkı gemileri yakmıştır, dönüş yoktur. . . Eğer Kürtler ulussa ki biz ulus
olduğunu söylüyoruz, onun siyasal hakları da vardır. Bu siyasal hakları
otonomi, federasyon ve bağımsızlık çerçevesinde tartışılacaktır. Şimdi düşünün
devlet katında da böyle bir belirleme yoktur. Peki böyle bir curcuna içerisinde
sorunun bir tarafı olan devlet bu soruna nasıl çözüm bulacaktır. Bu da
aydınlatılmamıştır. Kısacası devletin programlarının ve projelerinin netleşmesi
zorunludur. Üçüncüsü devletin Kürt halkı açısından muhatabı bugün geniş halk
kitlelerinde de destek bulan, taban bulan hatta bunu sayın Cumhurbaşkanının,
Başbakanın da ifade ettiği şekilde taban bulması olgusu aslında bir itiraftır
ve muhatap Kürdistan işçi Partisidir. Devlet eğer ben PKK ile oturmam diyorsa o
zaman ona bir çözüm daha önerelim, gelin özgür bir ortamda yapılacak seçimle
oluşacak Kürdistan Ulusal Meclisi'ni muhatap alınız. . . Evet dördüncüsü devlet
PKK. hakkındaki o terörist nitelemesine son vermelidir. Bir Güney Afrika
Cumhuriyeti Afrika Ulusal Kongresini terörist nitelemekle ne kadar haklı ise,
bir İsrail Devleti Filistin Kurtuluş Örgütünü terörist nitelemesinde ne kadar haklı
ise bugün Türkiye Cumhuriyeti o kadar haklıdır dostlar. PKK. Cenevre
Sözleşmelerine göre savaşan taraftır. . . Kürdistan'da ilan edilmemiş bir savaş
vardır. Bu savaşın bir tarafı Türkiye Cumhuriyeti, bir tarafı da Kürdistan işçi
Partisidir. . . Biz ateşkesi öneriyoruz. Savaşanlar tarafında ateşkes olmalıdır
diyoruz. . . Tabii ateşkes görüşmeleri isterseniz Türkiye'nin içerisinde belli
unsurlar tarafından arabuluculuk edilsin, isterse uluslararası kurumlar
tarafından arabuluculuk edilsin. Ateşkes siyasal çözümün yolunu açacaktır.
Diyalog başlayacaktır. Anarşi duracaktır. Tabii bu ateşkes koşullarında
olağanüstü halin kaldırılması, köy koruyucu sisteminin lağvedilmesi, özel timin
bölgeden çekilmesi, koşulsuz bir genel af ve Kürtleri kültürel de olsa haklarının
tanınması gerekir. . . Ondan sonra karar Kürt halkınındır. Kürt halkı
birliktemi yaşayacağına, nasıl yaşayacağına kendisi karar verecektir ve ondan
sonraki çözüm özgür bir ortamda biç bir silah gücün, gerek PKK. nın gerek
devlet güçlerinin halkı zorlamadığı ama özgürce propaganda yapıldığı bir
ortamda yapılacak referandumdur. Ben inanıyorum ki biz bu yöntemlerimiz dikkate
alınırsa Kürt ve Türk halkı arasında düşmanlık tohumlan daha fazla itilmezse
Kürt halkı birlikte yaşamadan yanadır... Ve bunun yöntemlerine de yine Kürt
halkı otonominin Kürt Halkı Federasyonunla olacağına da yine Kürt halkı karar
verir. . . Bizim bir şiarımız var. O şiarımız özgürlük şehitlerinin kanla
yazdığı bir şiardır. O şiar halkımızın mücadele ruhundan kaynaklanmıştır. O
şiar şiarımızdır. Direnmek yaşamaktır. . ."
7-
Halkın Emek Partisi Milletvekili Ali Yiğit'in 19.9.1992 tarihli 2. Olağanüstü
Kongredeki konuşmasından:
".
. . Cumhuriyetin kuruluşundan beri bu vahşet vardır. Günümüze doğru dozunu
artmış ve bugün gelip son sınırına dayanmıştır. Vahşetin mayasında Kemalizm,
kafatasçılık ve halkların kardeşliğinin canına kasıt vardır. Bir kanlı savaşın
içindeyiz. . . Bu savaşın bir yakasında T.C. Devleti öbür yakasında ise Kürt
halkı vardır. Daha önemli, daha belirleyici ve kesin gerçek, gerçek de şu,
kişisel yetenek ve tecrübe olumlu ve avantajlı kişisel özellikler Kürt halkının
ulusal ve toplumsal çıkartan ile onun bağrından çıkardığı kurtuluşçu güçlerle
uyum içinde ancak sonuca gidilebilir..."
Bunlara
ek olarak;
Bursa
il örgütünce düzenlenen "Halk Şenliğinde görevlilerce tutulan 29.6.1992
tarihli tutanağına göre, "Yaşasın Türk-Kürt Halklarının Kardeşliği",
"Kürdistan Faşizme Mezar Olacak", "Yaşasın Halkların
Kardeşliği", "Yaşasın Kürdistan" sloganlarının atıldığı,
Fatih
(İstanbul) ilçe örgütünce 19.7.1992 tarihinde düzenlenen salon toplantısında
görevlilerce tutulan 20.7.1992 tarihli tutanağa göre, "Gençler
Botana", "Biji Sero(k) Apo", "Gençler PKK safına",
"Kürdistan Faşizme Mezar Olacak", "Yaşasın Halkların
Kardeşliği", "Vur Gerilla Vur Kürdistanı Kur", "Gerilla
Vuruyor Kürdisini Kuruyor", "Biji Partiya Karkeran Kürdistan"
gibi sloganların atıldığı,
Davalı
partinin 19.9.1992 tarihinde yapılan 2. olağanüstü kongresinde görevlilerce
düzenlenen aynı tarihli bir tutanağa göre kongrenin yapıldığı salonda Türk
Bayrağı ve Atatürk resminin aşılmadığı, istiklal Marşının söylenmediği, misafir
ve delegelerin toplu halde "Serok Apo", "Biji PKK"
"Vur Gerilla Vur Kürdistam Kur", "PKK Geliyor Kürdistanı Kuruyor",
"Biji Serok Apo", "Gençler Serhata", "Kürdistan
Faşizme Mezar Olacak", "Kahrolsun Sömürgecilik", "Yaşasın
PKK", "Gençler Botana", "PKK Halkın PKK Halkın",
"Gerilla Halkın", "PKK Cihame (Anamız)", "işçi, Botan
Elele Devrimci iktidara", "Gerilla Vuruyor, Kürdistanı Kuruyor",
"Başkan Öcalan", "En Büyük Kürdistan Hükümet Kuracak",
"Kurtuluş PKK" gibi sloganları söyledikleri "Tüm Halklar
Kardeştir", "Yaşasın Halkların Kardeşliği", "Vedat Aydın
Ölmedi, Mücadelemizde Yaşıyor" gibi dövizlerin yazılı olduğu pankartların
asılı bulunduğu; kongreyi izleyen hükümet komiserlerince düzenlenen 20.9.1992
tarihli tutanakta da yukarıdaki hususlar doğrulandığı gibi, ayrıca toplantının
açılışından önce Kürdistan Ulusal Marşı olduğu iddia edilen ve "Kimse
demesin Kürtler öldü diye / Kürt yaşıyor, yaşayacaktır / yaşıyor özgür olacak
bayraklarıyla / Özgür olarak yaşayacaklar / Biz genciz, biz delikanlıyız / Biz
bu toprakların genç bekçileriyiz / Biz bu toprakların daimi öncü gençleriyiz /
Kimse demesin Kürtler öldü diye / Kürt yaşıyor yaşayacaklar / Yaşıyor özgür olacak
bayraklarıyla / özgür olarak yaşayacaklar / Can feda olsun bu topraklarda, can
feda can feda / Her can feda olsun her zaman / Kimse demesin Kürtler öldü diye
/ Kürt yaşıyor yaşayacak / Yaşıyor özgür olacak bayraklarıyla / özgür olarak
yaşayacaklar" dizelerinden oluşan marşın Kürtçe olarak söylendiği ve
söyleyiş sırasında ellerle zafer işareti yapıldığı, bazı konuşmaların Kürtçe
olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Sözü edilen kongreye ilişkin olarak Ankara
Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığından, Başsavcılığımıza gönderilen
evrak ve ekindeki görüntü ve ses kasetleriyle gazetelerde bu konuda yayınlanmış
olan haber yazıları ve fotoğrafların fotokopileri daha önce 9.10.1992 tarihinde
yazımızla Yüksek Mahkemenize sunulmuştu.
Gerek
iddianamede ve gerekse esas hakkındaki düşüncemizde belirtilmiş olan bu ve
benzeri beyanların ve eylemlerin sahipleri her ne kadar parti tüzel kişiliğini
doğrudan doğruya sorumlu kılabilecek parti üyeleri değiller ise de bu beyan ve
eylemler ile davalı partinin genel başkan ve genel sekreter gibi
yöneticilerinin davaya esas alınan beyanları arasında mevcut ayniyati,
nedensellik bağını ve işlenmekte olan ana fikrin etki alanını ve biçimini
göstermesi bakımından zikre değer bulunmuştur.
D-
Beyanlarıyla parti tüzel kişiliğini sorumlu kılacakları SPY. nm 101. maddesinde
öngörülmüş olan genel başkan ve genel sekreter gibi parti görevlilerinin
ko-ronolojik sıraya göre tamamı aktarılan konuşmalarındaki temalar bir arada
mütalaa edildiğinde birbiriyle çelişmeyen, aksine biri diğerini doğrulayan ve
tamamlayan verilerin meydana getirdiği bütünlük içinde, değişmez biçimde ve
ısrarla işlenen ana fikrin ne olduğu kolayca ortaya çıkmaktadır.
Nitekim,
bu beyanlardan; II. Dünya Savaşından sonra oluşan uluslararası siyasal
statükonun Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra parçalanması ile içinde
bulunan sürecin sonuçlarının belli olmadığı, meydana gelebilecek değişmelerden
en fazla Ortadoğu halklarının etkilenebileceği,
Bu
halkların başında Filistinlilerin ve Kürtlerin geldiği, bunların ulusal ve
sosyal sorunlarının kendilerini dayatmağa başladığı, bu sorunlara çözümün
dışarıdan empoze edilecek çarelerle değil, sözkonusu halkların kendi öz
güçlerini ve dinamiklerini yoğunlaştırarak yine kendi öz iradeleriyle
gerçekleştirilmesinin doğru olduğu,
Ortadoğuda
gelişen olayların doğrudan Kürt halkının Özgürlük mücadelesiyle ilgili olduğu,
belki bin yıl veya daha fazla zamandan beri Ortadoğuda yaşayan Kürt halkının
aralarına konulan yapay sınırlarla dört parçaya bölünüp, kimliğinden ve
dilinden yoksun bırakılmak istendiği,
Bu
tablo içinde yer alan Türkiye'de yaşamakta olan Kürtlerin yetmiş yıldan beri
egemen olan resmi ideolojinin bir sonucu olarak red ve inkâr edildikleri, en
şiddetli bir şekilde zulme, sömürüye, baskıya maruz bırakıldıkları, hiç bir haklarının
bulunmadığı, ulusal demokratik haklarının gaspedilmiş olduğu, özgür
olmadıkları, uluslararası sözleşmelerden doğan haklarını kullanamadıkları,
Ancak,
resmi ideolojinin artık geçerli olmadığı, iflas ettiği ve Kürt halkının
dinamizminin yükselerek kendisini her alanda ifade edebilecek duruma geldiği,
özgürlük ve demokrasi mücadelesi verdiği,
Bütün
bunların Kürt sorunu adı verilen bir sorun oluşturduğu, bu sorunun demokrasi
önünde en büyük engel olduğu, bu sorun çözümlenmedikçe Türkiye'de demokrasi sorununun
da çözümlenemiyeceği, bu bakımdan sorunun Türk Halkını da ilgilendirdiği,
ulusal nitelikteki Kürt sorununun barışçı ve demokratik bir ortamda
tartışılarak çözülmesi ve bu ortamın da hemen oluşturulması gerektiği,
Kürtlerin
bu ulusal sorununa, yürüttükleri mücadeleye Birleşmiş Milletleri oluşturan
devletlerin sessiz kalamayacakları, en kısa zamanda Birleşmiş Milletler
gözetiminde bir konferans toplanarak adil, uluslararası hukuka uygun bir çözüme
ulaşılması gerektiği,
Diğer
taraftan, Kürt sorununu Türklerle Kürtlerin birlikte eşitlik ve kardeşlik
esaslarına göre çözecekleri, parti olarak halkların gönüllü birliğine, tam
eşitliğe ve kardeşliğe dayalı bir demokratik düzeni savundukları, Türk, Kürt ve
diğer bütün azınlık halkların, emekçilerinin ortak sesi ve Kürt halkının
devrimci, demokrat dinamizmiyle Türkiye emekçi sınıfının bileşkesi oldukları,
partinin en çok ezilen, sömürülen baskı altında tutulan kimselerin partisi
olduğu, en çok ezilen, sömürülen ve baskı altında tutulanlar Kürtler olduğuna
göre, partinin esas itibariyle Kürtlere ağırlık verdiği, bundan da onur
duydukları, Halkın Emek Partisi'nin Türkiye'de yaşayan bütün etnik yapıların
partisi, Türkiye'de yaşayanların partisi olduğu, bu yaşayanlar içinde kim en
çok eziliyorsa onların partisi olduğu, Kürt sorununun demokratik ve siyasal
yollarla çözümünü ilke olarak benimsedikleri, partinin Kürdü, Türkü, Abazası,
Çerkezi, Boşnağı ile Türkiye'nin mutluluğunu, kardeşliğini, özgürlüğünü,
eşitliğini savunduğu, devletin resmi politikasına karşı çıktığı ve onu
değiştirmek istediği,
Sorunun
diğer cephesinin Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı olduğu, her halk gibi
Kürtlerin de vazgeçilmez ve doğal nitelikte kendi kaderlerini tayin etme
hakkına sahip oldukları, parti olarak da ulusların eşit, özgür iradeye dayalı,
yani ulusların kendi kaderlerini tayin edici bir politikadan yana oldukları,
ancak bu hakkın mutlaka ayrılma şeklinde anlaşılmasının gerekmediği, özgür ve
eşit iradeye dayalı birlikte yaşama hakkı olduğu; ancak dünyada demokrasi ve
özgürlük konusunda önemli adımlar atılırken, halklar kendi kaderlerini tayin
etmek isterlerken Türkiye'de bu gelişmelerin etkilerinin görülmediği,
Türkiye'de yaşayan etnik kökeni dili ve kültürü ne olursa olsun bütün
unsurların kendilerini kendi dil ve kültürleriyle ifade edebilecekleri, eşit
koşullara ve gönül birliğine dayalı bir toplum yaratmak istedikleri;
2600
yıl Öncesine dayanan Kawa Efsanesinde olduğu gibi, bugün de Kürtlerin basla ve
zulme başkaldırdıkları, özgürlük isteklerini yükselttikleri, Kürt halkında direnme
ruhu ve mücadele geleneğinin mevcut olduğu, Newrozun bütün bu özellikleri
yansıtan ve zulme karşı direniş, mücadele, başkaldırı ve özgürlük talebinin
yükseldiği, sömürüye ve sömürgeciliğe karşı herkesin mücadele ve dayanışma
azminin bilenerek kenetlendiği, Kürt halkının direnme ruhunun, mücadele
geleneğini simgeleyen, yeniden doğuşu dile getiren bir gün olduğu hususlarının
ana fikir olarak parti adına savunulduğu anlaşılmaktadır.
Davalı
partiyi doğrudan doğruya bağlayıcı nitelikteki bu beyanların dışında çeşitli
partili kimselerin yukarıda bütünlüğü bozmayacak biçimde özetlenerek kronolojik
sıra içinde aktarılmış bulunan beyanlarında aynı temaların çoğunlukla aynı
terminoloji ve anlatım biçimi kullanılmak suretiyle sistematik olarak işlendiği
de gözlenmiştir.
Burada
davalı partinin Partiya Karkeran Kurdistan (PKK) isimli yasa dışı örgüte
yaklaşım biçimine temas etmek de yerinde olacaktır. Eski genel başkan Feridun
Yazar'ın PKK örgütüne bakışı hiç de eleştirisel görülmemekte, batta
eleştirmekten özenle kaçındığı izlenimi edinilmektedir. Nitekim, adı gecenin
Sabah Gazetesindeki açıklamalarında PKK hareketine kendince objektif bir bakış
açısıyla yaklaştığı ve bu cümleden olarak, "hareketin doğruluğu veya
yanlışlığından ziyade, devletin şiddet politikası sonucu ve 12 Eylül sonrası
Türkiye'de demokratik yöntemlerin tıkandığı ve tek yöntemin silahlı mücadele
olarak kaldığı gerekçesiyle PKK.nın ortaya çıktığını, bu örgütün Türkiye'de
yaşayan Kürt halkının haklarını (vurgulama bizim) silahlı yöntemle çözülmeyi hedef
aldığını, ön savunmada belirtildiğinin tersine, aynı şeyi savunmakla birlikte
(vurgulama bizim) HEP ile PKK. arasında kuruluş ve yöntem faiklarının
bulunduğunu, çözümün şiddeti yaratan sebepleri ortadan kaldırmakla
başlayacağını, PKK. nın devletin zoruna karşı zor kullandığını, demokratikleşme
başlayıp devlet şiddetten arındırıldığı taktirde örgütün de bu yöntemden
vazgeçeceğini ve elinde gerekçesinin kalmayacağını" söylemekte; sonuç
olarak devletin bütünlüğüne kasteden, özü itibariyle ayrılıkçı bir silahlı
hareketin yok edilmesi amacına yönelik asayiş operasyonlarını ifade ederek, bir
ülkenin kendi topraklarını bombalamasının savaş durumu demek olduğunu, Türkiye
Devletinin de bu nedenle iç hukuku açısından taraflı savaşı kabullendiği
görüşünü ileri sürmektedir.
Eski
genel başkan Feridun Yazar'ın, partisinin onunla aynı amacı savunduğunu
belirttiği Partiya Karkeran Kurdistan (PKK) adlı yasa dışı örgütün kuruluşu,
gelişmesi, stratejisi ve örgütsel yapısı konusunda iddianamenin 118-125.
sayfalarında açıklama yapılmış, örgütün değinilen amacını ve niteliğini
yargısal planda kabul ve teyit eden Yargıtay kararlarından söz edilmiş
bulunmaktadır.
Feridun
Yazar'ın yukarıda işaret edilen görüşlerine paralel olarak, bazı partililerin
konuşmalarında; sıcak mücadele (vurgulama bizim) ortamına girmiş ulusal
hareketlerin bir yanının cephe gerisi güçler olduğu belirtilerek kendilerinin
cephe gerisindeki görevleri yerine getirmek durumunda olduklarının ifade
edilmesi, bu cümleden olarak, "halkı için cezaevlerinde ömür çürütenlere,
şehit olanlara" selam gönderilmesi, "şehitlerin saygıyla anılması,
özgürlük mücadelesi verenlerin" saygıyla selamlanması, "gerillaların
kendilerinin çocukları, kanları, canları oldukları"nın ifade edilmesi,
partinin 1. Olağanüstü Büyük Kongresine PKK. örgütünün lideri Abdullah
Öcalan'ın annesi Esma Öcalan'ın davet edilip, hepimizin anası, anaların
simgesi" nitelemesiyle topluluğa takdim edilmesi, yine davalı partinin
Aydın İl örgütünce bastırılmış olan 1992 yılına ait duvar takviminde silahlı
mücadeleyi simgeleyen otomatik silahlı insan figürleriyle PKK. Örgütünün eylem
kolu olan ARGK. ye ait olduğu bildirilen bayrakların duygusal bir kompozisyon
halinde resmedilmesi, 2. Olağanüstü Büyük Kongrede Kürt ulusal marşı olduğu
söylenen ve Kürtçe dizelerden oluşan marşın zafer işareti yaparak okunması,
davalı parti tarafından 21.3.1991 tarihinde İstanbul'da tertiplenmiş olan
gecede üzerlerinde "Hiçbir Şey Bağımsızlık ve Özgürlükten Daha Değerli
Olamaz", "Sömürgeciliğe Karşı Mücadeleyi Yükseltelim",
"Kürdistana Özgürlük" gibi dövizler yazılı afişlerin asılması ve yine
davalı partinin merkez ve taşra örgütlerince düzenlenen kongre vesair
toplantılarında atılan sloganlarla bu örgütün ve onun "Apo" olarak
bilinen lideri Abdullah Ocalan'ın övülmesi suretiyle PKK. örgütü mensuplarının
ve eylemlerinin parti örgütleri içinde onaylandığı ve yüceltildiği
görülmektedir. Nitekim, Meydan Gazetesi'nin 16.2.1992 tarihli nüshasının 5.
sayfasında yayınlanan bir habere göre, "Kürt Sorunu için Barış
inisiyatifi" konulu bir toplantıda konuşan Feridun Yazar'ın, "PKK. yı
yasallaştırın, gelip burada konuşsun" demek suretiyle anılan örgütün
legalize edilmesi dileğini dile getirdiği anlaşılmaktadır. Davanın açılmasından
sonra, 19.9.1992 tarihinde yapılan 2. Olağanüstü Büyük Kongrede ise Feridun
Yazar bir adım daha ileri giderek, daha önceden açıkladığı düşüncesini
tekrarlayıp, bu örgütün lideriyle görüşmeye gideceğini, sanki bilinmiyormuş
gibi, ne isteyip ne istemediğini kamuoyuna aktaracağını söylemiş ve bütün
siyasi temsilcileri de kendisi ile birlikte gitmeye davet etmiş, silahlı
eylemlerin olmaması için PKK. örgütünün yasallaştırılması ve genel af
çıkartılması önerisinde bulunmuştur. Adı gecenin yukarıda ifade edilen, geniş
tabanlı bir siyasetçi heyetiyle birlikte örgüt lideriyle görüşmeye gidilmesi ve
genel af çıkartılması önerileri örgütün yasallaştırılması ve ona siyasal kimlik
kazandırılması dileğinin diğer bir biçimde dile getirilmesinden başka bir şey
değildir.
Davalı
partinin eski genel sekreteri Ahmet Karataş'ın Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi
Cumhuriyet Savcılığındaki 16,4.1992 tarihli anlatımına göre, İstanbul'da bir
grup tarafından hazırlanıp, parti genel merkezine faksla gönderilen
"Birleşmiş Milletler Tüm Uluslararası Kurum ve Kuruluşlara
Deklarasyondur" başlıklı ve tamamına iddianamenin 76-78. sayfalarında yer
verilmiş olan bildirgenin incelenmesinde, güvenlik güçlerinin PKK. örgütü
mensuplarına karşı mücadele ettiklerinin herkesçe bilinen bir keyfiyet olmasına
ve bildirgede güvenlik güçlerine karşı savaştıklarından söz edilen ve
"gerilla" deyimiyle anılanlardan amacın bu örgüt mensuptan olduğunun
anlaşılmasına göre, anılan metnin partinin İstanbul il örgütünde hazırlanıp bu
yerde ve parti genel merkezinde başkalarının imzalamasına arz edilmesi ve başta
davalı partinin eski genel sekreteri Ahmet Karataş olmak üzere isim ve
sıfatları iddianamenin 127-128. sayfalarında belirtilmiş pek çok parti üyesi
tarafından imzalanması suretiyle uluslararası siyasal kuruluşlar ve
uluslararası kamuoyu nezdinde, hedefi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hakimiyeti
altındaki topraklardan bir kısmını silahlı mücadele yoluyla devlet idaresinden
ayırarak ayrı bir devlet kurmak olan PKK. örgütü lehine eski genel başkan
Feridun Yazar'ın yukarıda ifade edilen dileğine paralel olarak, sempati yaratılması,
ona destek sağlanması ve siyasi bir kimlik kazandırılması amacının güdüldüğü
açıkça ortaya çıkmaktadır.
IV-
Kapatma Sebepleri ve Değerlendirme
A)
Siyasi partilerin uymadıkları taktirde kapatma sebebi olabilecek hususlar ile
kapatma kararı verilebilecek haller SPY. da davayı ilgilendirdiği oranda
aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:
SPY.
nın 78. maddesinin (a) ve (b) bentleri dava ile ilgili olarak şu hükümleri
getirmiş bulunmaktadır:
"Siyasi
partiler:
a-
Türkiye Devletinin. . . Anayasanın başlangıç kısmında ve ikinci maddesinde
belirtilen esaslarını; Anayasanın 3. maddesinde açıklanan Türk Devletinin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline. . . dair hükümlerini
değiştirmek;
...
Irk ayrımı yaratmak . . .
Amacım
güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarım bu yolda
tahrik ve teşvik edemezler.
b-
... Irk ... esaslarına dayanamaz. . . lar
..........."
80.
maddesi ise şöyledir;
"Siyasi
Partiler Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı devletin tekliği ilkesini değiştirme
amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar."
81.
maddesinin ilgili bölümünde şu hükümler yer almıştır:
"Siyasi
Partiler:
a-
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli kültür. . . veya ırk veya diî
farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
b-
Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak veya yaymak
yoluyla Türkiye Cumhuriyeti üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün
bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette bulunamazlar.
Siyasi
Partilerin amaçları ve faaliyetleriyle ilgili bu yasal düzenleme serisi içinde
sözü edilen hükümlerin anayasal dayanaklarını Anayasanın 176. maddesi uyarınca
metnine dahil olan başlangıç kısmı ile 2, 3, 14 ve 68. maddeleri teşkil
etmektedir.
Anayasanın,
Cumhuriyetin ve dolayısıyla devletin niteliklerini belirleyen 2. maddesinde,
Türkiye Cumhuriyetinin diğer nitelikleri yanında Atatürk milliyetçiliğine bağlı
ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayandığı ifade edilmiştir.
Bu
maddenin yollama yaptığı başlangıç kısmında ise, Anayasanın. . . "hiç bir
düşünce ve mülahazanın Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının devleti ve
milletiyle bölünmezliği esasının. . . Atatürk milliyetçiliği ilke ve inkılaptan
karşısında koruma göremiyeceği. . ." fikir, inanç ve kararıyla anlaşılması
gerektiği belirtilmiştir.
2.
maddenin gerekçesinde, Atatürk milliyetçiliği, bütün fertlerin kaderde,
kıvançta ve tasada ortak bölünmez bir bütün halinde, diğer bir deyişle milli
dayanışma ve adalet anlayışı içinde yaşamaları olarak tanımlanmıştır.
Başlangıç
kısmında vurgulanan Türk varlığının devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esası,
Anayasanın 3. maddesinde yer alan, "Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütündür, dili Türkçedir. . ." cümlesiyle tekrar ve teyit
edilmiş; 14. maddesinde ise Anayasadaki hak ve hürriyetlerden hiçbirinin
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak. . . dil, ırk. . .
ayırımı yaratmak. . . amacıyla kullanılamıyacakları esası getirilmek suretiyle
temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması önlenmek istenmiştir.
Anayasa
koyucunun bir tarihsel olgu ve hukuki temel niteliğindeki devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmezliği ilkesine karşı gösterdiği duyarlılığa işaret etmesi
bakımından bu ilkeye sadece başlangıç kısmında ve belirtilen maddelerde yer
vermekle kalmayıp, aynı zamanda 5, 13, 28, 30, 33, 58, 68, 130, 133, 135, 143.
maddeler de de söz ettiği ve giderek bu ilkeyi 81. maddesinde milletvekili,
103. maddesinde Cumhurbaşkanı yemini metinlerinde yer verdiği görülmektedir.
Yüksek Mahkemenizin 8.5.1980 gün, E.1979/1 (Parti Kapatılması), K.1980/1 sayılı
kararında belirtildiği üzere, ". . . Gerçekten, Sevr Antlaşmasına kadar
varan bir çöküşü, emperyalizme karşı ulusun bütün bireylerin varlıklarını
ortaya koymaları pahasına kazanılan Kurtuluş Savaşı ile ulusal bir devletin
kuruluşuna dönüştürmeyi başaran Türk Ulusunun, ilkesine
büyük bir duyarlıkla bağlı bulunması ve bu ilkeyi Anayasanın temel
kurallarından biri durumuna getirmesi doğaldır. . ."
Bu
ilkeyle doğrudan bağlantılı olarak Anayasa'nın duyarlılık gösterdiği bir diğer
husus da dil konusudur. Nitekim 3. maddenin 1. fıkrasında Türkiye Devletinin
dilinin Türkçe olduğu belirtilmiştir. Devlet dilinin Türkçe olması, bütün resmi
işlerde Türkçenin kullanılması, resmi belgelerin Türkçe düzenlenmesi ve resmi
yazışmaların Türkçe yapılması anlamına gelir. Madde gerekçesinde Türkçenin
Türkiye'de yaşayanların resmi dili olduğu ifade edilmiş ise de, Türkçe'nin
sadece resmi bir dil olduğu iddiasını önlemek amacıyla madde Milli Güvenlik Konseyi
Anayasa Komisyonunca bugünkü haline getirilmiştir. Anayasamızın 26. maddesinin
üçüncü fıkrasında düşüncelerin açıklanması ve yayınlanmasında kanunla
yasaklanmış olan herhangi bir dilin kullanılamıyacağı; eğitim ve öğretim
hakkını düzenleyen 42. maddesinin son fıkrasında da uluslararası sözleşmeler
saklı kalmak üzere, Türkçeden başka hiç bir dilin eğitim ve Öğretim kurumunda
Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamayacağı esası öngörülmüştür.
Sözü
edilen ilkelere gerekli güvenceyi sağlamak bakımından Anayasanın 4. maddesinde,
Atatürk milliyetçiliği ve başlangıçta belirtilen temel ilkeleri de içeren 2.
maddesi ile Türkiye Devletinin dilinin Türkçe olduğu hususunun da yer aldığı 3.
maddesinin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif edilemiyeceği kuralı
getirilmiş, toplumu ilgilendiren faaliyetleri ve amaçları göz önüne alınarak
siyasi partiler yönünden bir yaptırım olarak da 14. maddede öngörülen
sınırlamaların dışına çıkan partilerin temelli kapatılması 69. maddede kabul
edilmiştir.
11.
maddesine göre, hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri, bu cümleden olarak siyasi partileri
ve davalı siyasi partileri ve davalı siyasi partiyi bağlayan temel hukuk
kuralları olan Anayasadan alınan ilhamla düzenlenmiş bulunan SPY, nın 5.
maddesinin ikinci fıkrasında Anayasanın 14. maddesine benzer şekilde,
"siyasi parti kurma hakkı Anayasanın başlangıç kısmında yer alan temel
ilkelere aykırı olarak ve Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmak. . . dil, ırk ayrımı yaratmak. . . amacıyla kullanılamaz." hükmü
getirilmiş, dördüncü kısmında "Siyasi Partilerle ilgili Yasaklar"
başlığı altında işbu davaya esas teşkil eden 78, 80 ve 81. maddeler de dahil
olmak üzere birtakım yasaklayıcı hükümler sevkedilmiş; tüzük ve
programlarındaki veya belirli kurullarının karar, genelge ya da
bildirgelerindeki yahut seçim münasebetiyle partiyi temsilen yapılan
radyo-televizyon konuşmalarındaki aykırılık hallerine ek olarak, 101. maddenin
(b) bendinde genel başkan, genel başkan yardımcısı veya genel sekreterin
dördüncü kısımdaki hükümlere aykırı nitelikte sözlü ya da yazılı beyanda
bulunmaları halinde de o partinin Anayasa Mahkemesince kapatılması
öngörülmüştür. Bunun da sebebi, bir partinin genel başkanının, genel başkan
yardımcısının ya da genel sekreterinin beyanlarının partinin takip edeceği
siyaseti anlatan açıklamalar demek olmasıdır. Bu açıklamalar parti üyesi olan
kimselere olduğu kadar partili olmayan yurttaşlara ve kamuoyuna partinin
belirli konularda gerçekleştireceği hedefleri bildirmek için yapılır. Bu hüküm
ile, yasada sayılan bu sıfatları taşıyan partili kişilerin bu tür beyanlarının
bu yasa bakımından parti tüzel kişiliğini bağlayıcı nitelik taşıdığı ve
beyanlarının öncelikle Anayasadaki ve daha sonra yasanın dördüncü kısmında yer
alan hükümlere aykırı olması halinde, o partinin kapatılma yaptırımına maruz
kalacağı açıkça belirlenmiştir.
SPY.,
dördüncü kısmının birinci, ikinci ve üçüncü bölümlerinde yer alan esas ve
değerlere Anayasaya paralel olarak büyük önem atfetmekte, bunlara karşı
partiler tarafından yapılabilecek tecavüzlerin kapatılması yaptırımıyla
karşılaşmasını öngörmüş bulunmaktadır.
Yasanın
78. maddesi siyasi partilere, davanın konusuyla sınırlı kalmak üzere, şu
hususları yasaklamaktadır: (1) Türkiye Devletinin. . . Anayasasının başlangıç
kısmında ve 2. maddesinde belirtilen esaslarını, (2) Anayasanın 3. maddesinde
açıklanan Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline. .
. dair hükümleri değiştirmek amacını gütmek veya bu amaca yönelik faaliyette
bulunmak, başkalarını bu yolda tahrik ve teşvik etmek, (3) Irk esaslarına
dayanmak,
Günümüzde
sadece bir teşkilatlanma yasası olmaktan çıkarak aynı zamanda belirli bir
siyasi, ekonomik ve sosyal felsefe anlamında birer ideolojik belge niteliğini
kazanan anayasalar devletin kuruluşuna egemen olan fikir ve düşünce sistemini
ortaya koyar ve bu sistemi devletin siyasi ve hukuki temeli yapar. Anayasa
kuralları bir taraftan devletin esas yapısını şekillendirirken diğer taraftan
da onun oluşturduğu fikir ve düşünce sistemi, şekillendirilen devlet yapısına
öz ve içerik kazandırır.
Bu
açıdan bakıldığında Anayasamızın 176. maddesinin birinci fıkrası, felsefesi,
ideolojisi, fikir ve düşünce sistemi anlamında dayandığı temel görüş ve ilkelerin
başlangıç kısmında belirtildiğini söylemektedir. Ancak başlangıç kısmının
yanında 2 ve 3. maddelerdeki esasların da bu temel görüş ve ilkelere dahil
olduğunu kabul etmek gerekir. Aksi taktirde, bu maddelerdeki esasların 4.
maddedeki değiştirilmezlik kuralıyla koruma altına alınmasının bir anlamı
kalmazdı.
Anayasanın
sözü edilen başlangıç kısmına ve içerdiği ilkelere iddianamenin 132-134.
sayfalarında yer verilmiş bulunmaktadır.
Anayasanın
2. maddesinde ise Cumhuriyetin nitelikleri açıklanarak, "Türkiye
Cumhuriyetinin toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde,
insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti
olduğu", 3. maddenin birinci fıkrasında ise, "Türkiye Devletinin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu" ifade edilmiştir.
Anayasanın
felsefesi, dünya görüşü, kendi deyimiyle temel görüş ve ilkeleri içinde davanın
konusu itibariyle üzerinde durulması gerekenler, Atatürk milliyetçiliği ve
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu ilkeleridir.
Hem
başlangıçta, hem de 2. maddede sözü edilen Atatürk milliyetçiliği, 2. maddenin
gerekçesinde, bütün fertlerin kaderde, kıvançta ve tasada ortak ve bölünmez bir
bütün teşkil etmeleri olarak belirtilmiştir. Başlangıç'ın dokuzuncu
paragrafında, Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve
kederlerde milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet
hayatının her türlü tecellisinde ortak olduklarının ifade edilmesi de aynı
niteliktedir.
Cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren meydana getirilmiş olan bütün Anayasalarımızda yer alan
ve bu bakımdan tarihsel ve geleneksel bir nitelik kazanmış bulunan ve 1961
Anayasasının "Türk milliyetçiliği" adını verdiği, 1982 Anayasanın ise
"Atatürk milliyetçiliği" olarak adlandırmayı tercih ettiği bu
milliyetçilik anlayışı modern milliyetçilik anlayışıdır. Buna göre, çeşitli
kökenlerden gelseler bile, fertleri bir araya getiren, bir arada yaşatan şey
onlardaki buna ait duygu, düşünce ve irade birliğidir. Sübjektif nitelikteki bu
milliyetçilik anlayışında ana unsur ferdin kendi gibi olanlarla birlikte
kaderde, kıvançta ve tasada ortak ve bölünmez bir bütün oluşturdukları duygu ve
düşüncesidir. Bu itibarla Atatürk milliyetçiliği sınırları belli olan ve
bölünmez vatan esasına dayanır. Irkçılığı red eder. Irk düşüncesine ve kökence
başka görünen toplulukların bütünden ayrı sayılması düşüncesine yer vermez.
Kültür milliyetçiliğidir. Yani, kökenleri ne olursa olsun fertleri ortak bir
kültüre mensup oldukları bilinci etrafında toplar, onları "tek ulus"
yapısı içinde kaynaştırıp, bütünleştirir. Nitekim, Yüksek Mahkemeniz de,
20.7.1971 gün, E, 1971/3 (Parti Kapatılması), K.İ971/3 sayılı kararında Türk
milliyetçiliğinde ırk düşüncesi ve kökence başka görünen toplulukların ayn
tutulması düşüncesinin yer almadığını; 8.5.1980 gün, E. 1979/1 (Parti
Kapatılması), K. 1980/1 sayılı kararında, geçmişte "panislamist" ve
"panturanist" görüşlerin neden olduğu acı deneyimleri yaşamış olan
"Türk Ulusunun din, dil, ırk ve mezhep gibi esaslara dayalı ayrılık
çabalarına ödün vermeyen, birleştirici ve toplayıcı bir
"milliyetçilik" anlayışına Anayasanın başlangıç hükümleri arasında
yer vermesinin imparatorluktan ulusal devlete dönüşmüş bir toplumun bilinçli
bir davranışı olduğunu, 27.11.1980 gün E.1979/31, K.1980/59 sayılı kararında,
Anayasanın ırkçılık, turancılık, ya da din veya mezhep doğrultusunda
bütünleşmeyi amaçlayan inanışları red eden, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile
bağlı olan herkesi Türk sayan, birleştirici ve bütünleştirici bir milliyetçilik
anlayışına sahip olduğunu; 18.2.1985 gün, E.1984/9, K.1985/4 sayılı kararında,
Atatürk milliyetçiliğinin Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan
herkesi Türk sayan dil, ırk ve din gibi düşüncelerle yapılacak her türlü
ayırımı red eden birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışı temsil ettiğini;
16.7.1991 gün, E.1990/1 (Siyasi Parti Kapatma), K.1991/1 sayılı kararında da,
milliyetçiliğin büyük bir toplumsal gerçek ve "millet düşüncesi" üzerine
kurulu olan çağın en etkin kültür ve politik anlayışı, Türkiye Cumhuriyetinin
ve Türk Devriminin temel ve önde gelen ilkelerinden olduğunu, Cumhuriyet
döneminde "millet" ile "milliyetçilik" kavramlarının, başta
Yüce Atatürk olmak üzere Cumhuriyetin kurucuları ve onların temel ilkeler
üzerinde Cumhuriyeti yöneten kuşaklarca yorumlanmış ve 1924, 1961, 1982
Anayasalarında yer almış olduklarını,. . . bunun ırkçı bir kavram değil,
Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkını, kökeni ne olursa olsun devlet yönünden
tartışmasız eşitliği, içtenlikli birliği ve birlikte yaşama istencini içeren
çağdaş bir olgu olduğunu; ayrımcılığı dışlayıp, "ulus" yapısı içinde
kaynaşmayı öngören bu kavramın, etnik kökenlerin kimliklerin bir tanıtım
belirtisi olarak söylenmesini engellemediğini; dil ve din birliği yanında
önemli toplumsal bağlar kurmuş olan toplulukların devletle olan hukuksal
bağlarını koparacak bir girişimi kışkırtmanın Anayasanın ve Siyasi Partiler
Yasasının hoşgöreceği bir tutum olmadığını; Türk Ulusu içinde "Kürt"
kökenli yurttaşlarla değişik boylardan gelen "Türk"ler ve değişik
kökenlilerin ayırımsız bir biçimde yer almakta ve devletin temel öğesi olan
"tek ulus" olgusunun böylece somutlaşmakta olduğunu belirtirken aynı
esaslara işaret etmiş bulunmaktadır.
Milli
devlet olmanın bir sonucu olan devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği
ilkesi ise iki anlam ifade eder. Devletin ülkesiyle bir bütün olması dışa karşı
bağımsızlığı ve ülke bütünlüğünün korunması; milletiyle bir bütün olması ise,
azınlık yaratılmasının önlenmesi, bölgecilik ve ırkçılık yapılmaması ve eşitlik
ilkesinin korunması ilkesidir.
Bu
konusuna verilen önemi gösterir şekilde getirilmiş olan Anayasal
düzenlemelerden daha önce söz edilmiş bulunmaktadır.
Birbirini
tamamlayan modern Türk milliyetçiliği anlayışı ile devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesi bu şekilde Anayasa'nın dayandığı temel
görüş ve ilkeler arasında yer almakta ve SPY. da Anayasa'nın bu konudaki
duyarlılığını siyasi partiler bakımından devam ettirmektedir. Yüksek Mahkemenizin
20.7.1971 gün E.1971/3 (Parti Kapatılması), K.197İ/3 sayılı kararında
belirtildiği gibi, ". . . Siyasi partilerin çalışmalarında devletin ülkesi
ve ulusu ile bölünmezliği temel hükmüne uymaları demek, ülkenin ya da ulusun
bir bölümünün bugünkü bütünlüğünü bozarak ayrılması sonucunu doğrudan doğruya
veya dolayısıyla doğurabilecek her türlü davranıştan, sözden ve yazıdan kaçınıp
çalışmalarını bu bütünlüğü daha da pekiştirecek biçimde yürütmeleri demektir.
Bu kuraldan çıkan sonuç da bütünlüğü zedeleyebilecek olan her türlü yazı, söz
ve davranışın siyasal partiler için yasak olmasıdır."
SPY.nın
78. maddesinin (b) bendinde yasaklanan bir husus da siyasi partilerin ırk
esasına dayanmalarıdır. Buna göre siyasi partiler belirli bir ırka mensup
olanların toplandıktan, sırf onlara mahsus bir parti olduklarını iddia
edemiyecekler veya bu amaçla örgütlenemiyeceklerdir. Aksine davranışa cevaz
verilmesi halinde bundan öncelikle devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmezliğinin zarar göreceği muhakkaktır.
Siyasi
partiler bakımından bir diğer yasaklama yasanın 80. maddesinde öngörülmüş olan
Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı devletin tekliği ilkesini değiştirme amacını
gütmek ve bu amaca yönelik faaliyette bulunmaktır. Maddenin gerekçesinde
devletimizin federe ve konfedere devletler ve siyaseten özerk kuruluşlar gibi
teklik ilkesine aykırı bir nitelik taşımadığı bu ve buna benzer ayrılmalar
devletin ve milletin bütünlüğü ilkesine ve toplum yararına ters düşeceğinden bu
yolda bir amaç güdülmesinin yasaklandığı belirtilmektedir. Gerçekten, Türkiye
Devleti tekil (unitaire) bir devlettir. Federe devletlerden oluşmuş değildir.
Milli devlet olmanın, yani bir milletin bağımsız devlet halinde örgütlenmesinin
sonucu olan bu nitelik etnik, dinsel ya da başka herhangi bir düşünceyle ülkenin
federe devletlere veya özerk bölgelere ayrılmasına izin vermez. Milli birliği
kurmak ve devam ettirmek amacıyla devlet tekil biçimde oluşmuştur.
Yasanın
81. maddesinin (a) ve (b) benden de siyasi partilerin, Türkiye Cumhuriyeti
ülkesi üzerinde milli. . . kültür veya ... ırk veya dil farklılığına dayanan
azınlıklar bulunduğunu ileri sürmeyi; Türk dilinden veya kültüründen başka dil
ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti
ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını
gütmeyi ve bu yolda faaliyette bulunmayı yasaklamaktadır. Maddenin gerekçesine
bakıldığında şu düşüncelerin yer aldığı görülmektedir:
"Ülkemizde
Lozan Antlaşması ile kabul edilen azınlıklar dışında bir azınlık yoktur.
Herhangi bir ülkede resmi dilin dışında bazı dillerin bilinmesi veya yer yer
konuşulması azınlık yaratmaz. Hele siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel
alanlarda olduğu gibi her bir alanda bütün haklara sahip ve borçlarla eşit bir
şekilde yükümlü olan tek bir milletin evlatları arasında azınlıktan söz etmek
mümkün değildir.
"Bir
memlekette resmi dilin her vatandaş tarafından bilinmesi, hangi alanda olursa
olsun eşitlik ilkesinin hakkıyla uygulanabilmesi ve adli ya da idari işlerin
çabukluk ve selametle yürütülmesi bakımından yararlı, hatta zorunludur. Bu
itibarla resmi dili genç, ihtiyar, kadın, erkek her vatandaşın bilmesini
sağlamak devletin görevidir."
Maddenin
(a) bendinde siyasi partilerin milli. . . kültür. .. ırk ya da dil ayrılığına
dayalı azınlıklar bulunduğunu ileri süremeyecekleri kabul edilmiştir. Gerekçede
de açıklandığı üzere, ülkemizde azınlıklar konusu 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan
Antlaşmasıyla düzenlenmiş ve sadece müslüman olmayanlar azınlık kapsamına dahil
edilmişlerdir. Bu düzenlemenin amacı, müslüman olmayanlara da müslümanlara
sağlanan medeni ve siyasi haklardan yararlanma imkanı verilerek yasalar önünde
din ayrımı yapılmaksızın herkesin eşit olduğunu belirtmektir. Bundan ayrı
olarak, 18 Ekim 1925 tarihinde imzalanmış olan Türk-Bulgar Dostluk Antlaşmasında
Türkiyedeki Bulgarların azınlık sayılmaları kabul edilmiş ise de Türk
Devletinin laik mevzuatı kabul etmesini takiben bu azınlıklar bu statülerinden
kendiliklerinden vazgeçmişlerdir. Türkiye'deki hukuk sistemi itibariyle bu iki
antlaşmayla tanınanların dışında bir azınlığın varolduğu kabul ve iddia
edilemez.
Elbette,
belirli bir büyüklükte toprağa sahip olan devletlerde din, mezhep, ırk, dil
gibi unsurlar bakımından farklı insan toplulukları, yani ulus olgusuna oranla
ikincil nitelikte kesimler varolabilir. Yüksek Mahkemenizin 8.5.1980 gün
E.1979/1 (Parti Kapatılması), K.1980/1 sayılı kararında da belirtildiği üzere,
bu gibi toplulukların "dilinin ya da dininin toplumun öteki kesimlerinden
ayrı olduğundan nesnel biçimde söz etmek tek başına bir anlamına
gelmez." SPY.nın 81. maddesine benzer hükmü içeren eski 648 sayılı yasanın
89. maddesinin birinci fıkrasını yorumlayan Yüksek Mahkemeniz aynı kararında, kabul
edilebilmesi için, "sözkonusu topluluğun toplumun öbür kesimlerinden
ayrılan varlığını ve niteliklerim koruması ve sürdürmesi için kendisine özel
bir hukuksal güvence tanınması gerektiğinin, yani bu kimselerin ndan
yararlanmaya hak kazanmış olduklarının da açık ya da üstü örtülü biçimde ileri
sürülmüş olması gerektiğini" ifade etmiş bulunmaktadır. Bu toplulukların
herbirine azınlık hakkının tanınması devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği
ilkesiyle çelişir. Üstelik bunlara mensup olanlar ortak geçmişten gelen
tarihsel ve kültürel beraberlik anlayışı içinde kendi kaderlerini o ulusun
kaderiyle özdeşleştirme iradesini tereddütsüz açığa vurmuşlarsa onlara azınlık
hakkı tanınmasına gerek kalmaz. Nitekim yaklaşık bin yıldan beri Anadolu
toprağında yaşamakta olan Türkler ve diğer unsurlar birlikte aynı devletlerin
çatısı altında yerahnışlar, çeşitli zorluklara birlikte göğüs germişler,
çeşitli acılara birlikte katlanmışlar, sevinçli günlerde birlikte mutlu
olmuşlar; gerek birbirleriyle, gerekse çeşitli tarihsel, siyasal nedenlerle
veya göç hareketleri sonucu başka topluluklarla karışıp kaynaşmışlardır.
Böylece, ortak bir geçmişe, tarihe ve değer yargılarına dayanan tek bir ulusa
mensup olma şuur ve iradesiyle "Türk UIusu"nu oluşturmuşlar ve
Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardır. Yüksek Mahkemenizin 20.7.1971 gün, E.1971/3
(Parti Kapatılması), K.1971/3 sayılı kararında da belirtildiği gibi, Ulusal
Kurtuluş Savaşına katılıp, omuz omuza döğüşerek bu ülkeyi düşmanlardan
temizlemiş ve böylece alın yazısı ve gönül birliğini dosta düşmana açıkça
göstermiş bulunan doğulu ve batılı yurttaşlar arasında Anayasanın başlangıç
kurallarındaki düşüncelere temel tutulan ruhsal birlik ve bütünlük daha Ulusal
Kurtuluş Savaşı sırasında perçinlenmiş, Türk ulusunun siyasal ve toplumsal
bütünlüğü bir kez daha kimsenin anlamazlıktan gelemeyeceği biçimde
duyurulmuştur. . . "Yine Mahkemenizin yukarıda anılan 8.5.1980 günlü
kararında aynı konuda benimsenen görüşe göre, ". . . Kurtuluş savaşında
ulusun bütün bireylerinin dil ve ırk ayrımı gözetmeksizin düşmana karşı omuz
omuza çarpışmış bulunmaları, dili ya da ırkı ayrı olan kimi grupların bugün
azınlık hukukundan yararlanmalarını gerektirecek bir durum sayılmaz. Tam
tersine, bu durum söz konusu vatandaşlarımızın ırk ve dil ayırımına yer
vermeyen Türk milliyetçiliğini daha o zaman benimsediklerini gösterir. .
." Bu bakımdan Türk Ulusu çeşitli halklardan değil, kendi özgür
iradeleriyle ortak geçmişin oluşturduğu ortak kültürde birleşmeye karar veren
tek halktan meydana gelmiştir. Gerçekten, Anayasanın 66. maddesinin birinci
fıkrasında, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu
ifade edilmek suretiyle, Türk Ulusundan sayılmanın tek şartının (vurgulama
bizim) "vatandaşlık bağı" olduğu, bunun dışında kalan dil, din ve ırk
farklılıklarının nazara alınmayacağı, "Türk Ulusu"nun bu şekilde
vatandaş sayılan bireylerin bütünlüğünü ifade ettiği kabul edilmiştir. Bunun
sonucu olarak, bugün ırk, dil, din ya da mezhep ayrımına yer vermeyen, bireyler
arasında tam bir eşitliğe dayanan Türk Vatandaşlığı sıfat ve ayrıcalığına sahip
herkes toplum hayatı içinde saygın bir yere ve hukuk düzenince tanınmış her
hakka ayrımsız ve mutlak biçimde sahiptir. Maddenin (b) bendinde ise, siyasi
partilerin Türk dili ve kültüründen başka dil ve kültürleri korumak,
geliştirmek ya da yaymak yoluyla ülkede azınlıklar yaratarak millet
bütünlüğünün bozulması amacını güdemeyecekleri belirtilmiş bulunmaktadır.
Yüksek Mahkemenizce yukarıda zikredilen 8.5.1980 günlü kararında bu madde ve
bendin küçük farklılıklarla benzeri olan eski 648 sayılı yasanın 89. maddesinin
ikinci fıkrasıyla ilgili olarak yaptığı yorumda şöyle denilmiştir: ... bu
hükümde de ... deyiminin açıklığa kavuşturulması gerekmekte
olup, söz konusu deyimin de maddenin tümü içinde değerlendirilmesi ve birinci
fıkradaki deyimiyle sıkı ilişkisi göz
önünde tutularak, aynı doğrultuda yorumlanması zorunludur. Böyle bir yorumla
varılacak sonuç ise, deyiminin, ancak, anlamına
gelebileceğidir..." Aynı kararda, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde
"azınlık yaratma" amacı güdüldüğünün ya tüzük ya da program
metinlerinden veya partinin faaliyetlerinden yahut her ikisinden
anlaşılabileceği, bunun kesinlikle anlaşılmasının o partinin ulus bütünlüğünün
bozulmasını da amaçladığını ortaya koyacağı kabul edilmiştir. Yine Yüksek
Mahkemenizin yukarıda zikredilen 20.7.1971 günlü kararında belirtildiği üzere,
". . . bir siyasi partinin Türkiye ülkesi üzerinde Türkçeden başka dil
konuşan azınlık bulunduğunu ileri sürerek ve o azınlığı erek edinerek onun için
birtakım haklar ve yetkiler tanınmasını istemesi ulusal yapıda git gide
kopmalara, bölünmelere yol açması demektir. Yine Türk yurttaşları arasında Türk
dilinden ve kültüründen başka dil ve kültürleri koruma çabalarına girişmek
Türkiye ülkesi üzerinde ulus bütünlüğünün bozulması sonucunu doğurmağa
elverişli bir tutumdur. . ."
Bu
açıklama ve tespitlerin ışığı altında davalı partinin genel başkanları, genel
başkan vekili ve genel sekreterlerinin yapmış oldukları konuşmalar
incelendiğinde işlenen temalar ve Siyasi Partiler Yasası'na aykırılık halleri
şu şekilde çıkmaktadır.
İncelenen
konuşma ve demeçlerde;
-
Türkiye Cumhuriyetinde sadece Türklerin var olduğunu kabul eden, buna karşılık
Türklerin dışında bütün etnik yapılan reddeden bir politikanın ve bunun doğal
sonucu olarak baskıcı, otoriter ve asimilasyoncu bir uygulamanın benimsendiği,
insan Hakları Evrensel Beyannamesinin imzalanmasının durumda bir değişiklik
meydana getirmediği,
Yetmiş
yıldan beri uygulanan ve resmi ideoloji olarak adlandırılan red ve inkar
politikasına rağmen Kürt halkının mevcut olduğu söz konusu resmi ideolojinin
artık iflas ettiği, Kürt halkının dinamizminin yükseldiği, kendisini her alanda
ifade eden bir döneme girdiği, red ve inkar politikası bırakılmadıkça
Türkiye'nin özgürleşemiyeceği,
· Demokrasinin
önündeki en büyük engelin Kürt sorunu olduğu, sorunun çözümünün barışçı ve
demokratik ortamda tartışmak suretiyle olabileceği, bu sorunun Kürtler ile
Türklerin omuz omuza ve kardeşçe çözecekleri, bu sorunu sadece Kürtlerin
tartışamadığı, demokratik bir ortamda özgürce tartışılmadan çağa, akla bilime
uygun şekilde çözümlenmeden Türkiye'de gerçek bir demokrasiden söz
edilemiyeceği ve Türk halkının özgür olamayacağı, bu sorun çözümlenmediği
sürece, Türkiye'de demokrasiyi kurmanın, ekonomik sosyal ve kültürel kalkınmayı
sağlamanın mümkün olmadığı,
· Dış
politikada ulusların eşit, özgür iradeye dayalı, yani ulusların kendi
kaderlerini tayin edici bir politikadan yana oldukları. Bu hakkın mutlaka
ayrılma anlamına gelmediği, özgürlük ve eşit iradeye dayalı birlikte yaşama
demek olduğu,
· Kendi
kaderini belirleme hakkının, her halk için olduğu kadar, Kürt halkı için de
tartışılmaz, vazgeçilmez, doğal bir hak olduğu, Birleşmiş Milletler Örgütünü
oluşturan devletlerin Kürtlerin yaşadığı tüm parçalarda Kürt halkının yürüttüğü
mücadeleye sessiz kalamayacakları, en kısa zamanda Birleşmiş Milletler kapsamında
bir Kürt konferansı toplanarak soruna adil, uluslararası sözleşmelere uygun
demokratik bir çözümün bulunması gerektiği,
· Yeni
bir Anayasa yapılarak bunun ışığında Kürt sorunu hakkında bir mutabakat
çalışmasının başlatılması, herkesin katılacağı ortak bir çözümün bulunması, bu
yeni Anayasada Kürtlerin varlığı kabul edilerek Türkler ile Kürtlerin
eşitliğine ve birliğine dayalı bir toplum düzeninin öngörülmesi gerektiği, Kürt
gerçeğinin eğitim yoluyla Türklerin ve Kürtlerin eşit haklı birlik anlayışına
uygun olarak benimsetilmesi gerektiği,
· Halkın
Emek Partisinin programında Kürt sorununun demokratik ve siyasal yollarla
çözümünü ilke olarak benimsedikleri; bütün halkların kardeşliğini, eşitliğini
ve özgürlüğünü savunan, onun Türkiye'nin tek kurtuluş yolu olduğunu düşünen ve
politikasını üreten parti oldukları,
Beyan
edilmek ve Türkiye Cumhuriyeti ülkesinin bir kısmı Kürdistan olarak nitelenip,
adlandırılmak suretiyle öncelikle Anayasanın 69. maddesinin birinci fıkrası ve
SPY. nın 78. maddesinin (a) bendine aykırı olarak Türk ve Kürt halkları ve
hatta diğer bazı etnik unsurlar ayırımı ısrarla işlenmek suretiyle aşağıda
belirtilecek olan idari federasyon adlı modelden başlayıp, Kürtlerin kendi
kaderlerini tayin hakkını kullanmalarına varan bir süreç içerisinde Kürtlerin
Anayasa'daki ulus ve bütünlüğünden ayrılmaları ve ayrı bir Kürt ulusunun
oluşturulması esasının benimsendiği anlaşılmaktadır. Oysa Türkiye Cumhuriyeti
Devletinde birden fazla ulusun varlığı söz konusu olamaz. Dili, dini, mezhebi,
ırkı farklı da olsa Türk Ulusu bütünlüğü içerisinde yer alan her birey Türk
yurttaşıdır. Tarihsel bir gerçeğin ifadesi olan "Türk Ulusu"
olgusunun ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak, ırkçılığa dayanan ayrılıklar
ve Türk vatandaşlığı niteliğini değiştiren iddialar ileri sürülemez. Türk
milliyetçiliğinin hukukumuzdaki anlamına, öğretiye de uygun olarak, Yüksek
Mahkemenizce çeşitli vesilelerle getirilmiş yorum ve açıklamalara rağmen, ön
savunmada olduğu gibi iddianamede doğmatizm esas alındığına, bunun Türk ırkı esasına,
ırkçılık esasına, ırkçılık esasının da yasal temellere dayandırmaya
çalışıldığına dair savunmanın kabulü olanaksızdır.
Diğer
taraftan yine bu konuşma ve demeçlerde;
· İlk
defa içlerine sine sine içinde yer alabilecekleri, bizim diyebilecekleri bir
partinin doğduğu, partinin en çok ezilen, en çok sömürülen, en çok baskı
altında tu tulanların partisi olduğu, sömürülen, baskı altında tutulan ve zulme
uğrayan bir halk, yani Kürtler bu partiye sahip çıkıyorlarsa Halkın Emek
Partisinin bundan onur duya cağı, bütün bunlara rağmen partiye Kürtlerin
partisi deniyorsa demek ki en çok onların ezildiği, sömürüldüğü, zulmedildiği,
Kürtlerin en çok ezildikleri söyleniyorsa, Kürtlerinde partisi olmaktan onur
duydukları,
· Ekonomik
ve etnik özelliklerinden dolayı Türkiye'de en fazla ezilenler Kürt halkı
olduğundan, bunların ezilenlerin hakkını koruyan Halkın Emek Partisi'ni
desteklemelerinden daha doğal bir şeyin olamayacağı,
· Türkiye'deki
bütün etnik yapıların partisi oldukları, ifade edilmek suretiyle, SPY. nın 78.
maddesinin (b) bendine aykırı olarak davalı partinin belli bir ırka mensup
olanların ve hatta daha da ileri gidilip Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan
"etnik yapı" şeklinde ifade ettikleri değişik kökenli bireylerin bu
kökenleri ısrarla ve her vesileyle vurgulanarak onların da partisi olduğu ileri
sürülmekte ve böylece parti bir yönüyle de ırk esasına dayandırılmaktadır.
Eski
genel başkan Feridun Yazar tarafından verilen bir demeçte üniter devlet
kavramını Türkiye'nin sınırlarının değişmemesi anlamında aldıkları, ancak
Türkiye Cumhuriyeti'nde üniter devletten kast edilenin inkarcı politika olduğu,
bunun da katı bir merkeziyetçiliği beraberinde getirdiği Devletin bu inkarcı ve
merkeziyetçi uygulamadan vazgeçerek bütün Türkiye'de halkların eşitliğine ve
gönüllü birliğine dayalı politikaların üretilmesi gerektiği belirtildiği gibi
(1.6.1992 tarihli Milliyet Gazetesi) yerel yönetimlerin merkezi devletin
denetiminden kurtarılarak mahalli ve idari özerkliğe kavuşturulması (5.2.1992
tarihli Sabah Gazetesi), daha sonra da aynı doğrultuda olmak üzere, Türkiye'de
üniter devletin bugüne kadar uyguladığı biçimde sorunları çözemediği, bu
nedenle merkeziyetçi devlet sisteminin otonom bölgeler veya federasyon, yahut
idari federasyon denilen şekilde değişmesi gerektiği, uygulanmasından yana
oldukları idari federasyon biçiminde o bölgenin yönetim şeklinin, kullanılacak
dilin, yapılacak yayınların o yerde belirleneceği, o yerde vergi toplanıp, yine
o yerde harcanacağı, ancak bir kısmının devlete gönderileceğinin ifade edilmesi
(1.6.1992 tarihli Milliyet Gazetesi) suretiyle, sırf bazı hizmetlerin daha iyi
görülebilmesinin ve sorunların çözümlenebilmesinin birden çok ili içine alan
çevrede teşkilatlanmayı gerektirdiğini dikkate alan Anayasa'nın, merkezi
idareyi düzenleyen 126. maddesinin üçüncü fıkrasında sadece kamu hizmetlerinin
görülmesinde verim ve uyum sağlanmaya yönelik olmak üzere birden çok ili içine
alacak şekilde kurulabileceği öngörülen merkezi idare teşkilatı modeliyle 127.
maddesinin son fıkrasında öngörülen ve yine münhasıran belirli kamu
hizmetlerinin görülmesi amacına yönelik olarak mahalli idarelerin kendi
aralarında Bakanlar Kurulu'nun izniyle kurabilecekleri birlik modelinin
ötesinde vergi toplama ve toplanan vergilerin mahallinde harcanması, yönetim
şeklinin ve Anayasa'nın değiştirilmeyecek olan 3. maddesindeki Türkiye
Devletinin dilinin Türkçe olduğu hükmü de gözardı edilerek, kullanılacak dilin
ve yapılacak yayınların mahallinde belirlenmesi gibi, parti programındaki yerel
yönetim örneğini dahi aşan, adeta siyasal amaçlı yerinden yönetim modeline
yaklaşan, özerk bölge niteliğinde giderek federalizme yol açabilecek
"idari federasyon" adı verilen kuruluşların, artık yetersiz kalmaya
başladığı belirtilen tekil devletin yerine oluşturulmasının önerildiği ve böyle
bir modelin önerilmesiyle de SPY. nın 80. maddesine aykırı olarak devletin
tekliği ilkesini değiştirme fikrine sahiplenip bu yolda beyanda bulunulduğu çok
açık biçimde ortaya çıkmaktadır. Oysa, ülkemizde bölgelerin ulusal kimliğinden
söz edilemez. Anayasa özerk ya da otonom bölge yahut federasyon gibi
uygulamalara bilinçli olarak yer vermemiştir.
Tamamı
iddianameye alınmış olan konuşma ve demeçlerde;
· Halkların
ve insanların kardeş oldukları ama birbirinin dövdüğü, birbirinin dövüldüğü bir
kardeşliğin değil, eşit bir kardeşliğin istendiği,
· Kürt
ile Türkü omuz omuza birleştirip demokrasi mücadelesi verme gibi bir
görevlerinin olduğu,
· Nevruz'un
zulme karşı direniş, mücadele, başkaldırı, özgürlük talebinin yükseldiği,
zulme, sömürüye, baskıya başkaldırısın sembolleştiği bir gün ve Kürt halkının
özgürlük bayramı olduğu, sömürüye ve sömürgeciliğe karşı herkesin mücadele ve
dayanışma azminin bilenerek kenetlendiği bir gün olduğu, Kürt halkının direnme
ruhunu, mücadele geleneğini simgeleyen Nevruz'un yeniden doğuşu dile getirdiği,
özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren kendilerinin de yeniden doğdukları,
zulme ve baskıya karşı mücadele azimlerini yükselttikleri, Kürt halkının
özgürlük tutkusundan vazgeçmediği, daima onu kıskandığı; buradan (konuşma
kürsüsünden) Kürt, Arap, Çerkez, Laz, Arnavut, Pomak herkese seslenilerek
davalı partinin ezilen, sömürülen, baskı altında tutulanların partisi olduğu,
· Halkların
gönüllü birliğine, tam eşitliğe ve kardeşliğe dayalı bir demokratik düzenin
kararlı savunucusu ve mücadelecisi olacakları,
· Kürt
halkının yıllardan beri insanlık haklarını kullanamadığı, hiç bir haklarının
bulunmadığı,
Halkın
Emek Partisi olarak halkların eşitliğinden ve kardeşliğinden yana oldukları,
hedeflerinin eşitlik ilkesine dayalı halkların gönüllü birliği olduğu, onun
için mücadele ettikleri,
· Edirne'den
Van'a kadar Kürt, Türk ve diğer bütün azınlık halkların, emekçilerin ortak sesi
oldukları,
· Kürt
sorununun Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri mevcut olduğu, Cumhuriyetin
Türk ve Kürt halkları tarafından birlikte kurulmuş olmasına rağmen daha sonra
Kürt halkının tamamen dışlandığı,
· Kürt
halkının kimliksiz olmak istemediği, özgür olmak istediği, Kürt halkı nın Türk
halkıyla bir alıp veremediğinin bulunmadığı, Kürt halkının özgürlük ve
kardeşlikten, siyasi çözümden yana olduğu,
Beyan
edilmek ve Ahmet Karataş'ın genel başkanvekili sıfatıyla 15.12.1991 tarihinde
yapılan 1. Olağanüstü Büyük Kongresinde yaptığı konuşmasına "Kürt, Türk,
Laz, Çerkez, sıcak Türkiye halkı"; genel sekreter sıfatıyla 1.3.1992 tarihinde
İstanbul'da yapılan mitingdeki konuşmasında da "bu ülkenin Türk, Kürt,
Arap, Çerkez, Laz bütün insanları" sözleriyle başlaması suretiyle SPY. nın
81. maddesinin (a) bendine aykırı olarak Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde
dil ve ırk ayrılığına dayanan azınlıklar bulunduğuna işaret edilmektedir.
Davalı
parti sorumlularının konuşma ve demeçlerinde;
-
Kürt halkının özgürlük tutkusundan hiç bir zaman vazgeçmediği, daima onu
kıskandığı, o yüzden de kültürünü ve ulusal değerlerini hep ayakta tutmasını bildiği,
· Kürtlere
okumanın, yazmanın, Kürt kültürünü araştırmanın yasak olduğu,
· Kürt
halkının Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğü içinde kendi ulusal ve kültürel
kimliğini korumak ve geliştirmek istediği, devleti ele geçirenlerin inkarcı
politikalarla Kürtleri eritmek istedikleri,
· Kürt
sorununun çözümü için öncelikle Kürt halkının kendi ulusal ve kültürel
kimliğini ifade edebilmesinin önündeki engellerin kaldırılması ve
geliştirilmesi olanaklarının yaratılması gerektiği,
· Yeniden
yapılacak bir Anayasada Kürtlerin dil, inanç ve kültür özgürlükleriyle Kürtçe
eğitimi, öğrenimi ve diğer haklarını kullanmalarına olanak verecek yeni yasal
düzenlemelerin topluma ve devlete benimsetilmesi gerektiği,
· Türkiye'de
yaşayan emik kökeni, dili ve kültürü ne olursa olsun bütün in sanların
kendilerini, kendi dil ve kültürleriyle ifade edebilecekleri, eşit koşullara ve
gönül birliğine dayalı bir toplum yaratmak istedikleri,
Belirtilmek
suretiyle de, 81. maddenin (b) bendine aykırı davranılmakta ve Türk dili ve
kültüründen başka bir dili ve kültürü korumak, geliştirmek yoluyla azınlık
yaratılarak ulus bütünlüğünün bozulması amacı güdülmektedir. Oysa şurası bir
gerçektir ki; Anayasa ve yasalarda yurttaşlar arasında ne ırk, ne dil, ne de
başka herhangi bir nedenle ayrım yapılmasını öngören bir hüküm bulunmaktadır.
Devlet, bireylerin soy kökenlerine karşı tarafsız ve ilgisizdir. Hiç kimsenin
ve bu arada Kürt kökenli olanların kendi kimliklerini ifade etmelerine bir
engel yoktur. Ancak burada önemli olan, bir azınlığa ya da ayrı bir ulusa
mensup olmayı ileri sürmeksizin, kimliğin Türk ulusu bütünlüğü ve bu bütüne
mensup olma ruh ve bilinci içinde anlatılmasıdır. Aksine düşünceler bu
bütünlüğü bozacağından ve devletin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye
düşüreceğinden koruma göremez. Nitekim Yüksek Mahkemeniz de 16.7.1991 gün E.
1990/1 (Siyasi Parti Kapatılması), K.1991/1 sayılı kararında, kimi siyasal
nedenlerle dış etkilerden kaynaklanan, kimi varsayım, yorum ve bahanelere
dayanan, insan hakları ve özgürlük savlarıyla yoğunlaştırılan sakıncalı
amaçlara geçerlilik tanınamıyacağı ifade edildikten sonra, ". . . devlet
"TEK"tir, ülke "TÜM"dür, ulus "BİR"dir. Ulusal
birlik, devleti kuran, ulusu oluşturan toplulukların, ya da bireylerin etnik
kökeni ne olursa olsun (vurgulama bizim), yurttaşlık kurumu içinde ayırımsız
birliktelikleriyle gerçekleşir. Anayasa'da ve yasalarda yurttaşlar arasında
ayıranı öngören hiç bir kural bulunmadığı gibi, kimsenin soy kökeninin
yadsınması ya da kabul edilebilecek yeni bir savı yoktur. . ." denilerek
ulusal birliğimizin anlamı ve niteliği bir kez daha gözler önüne serilmiştir.
Bu
durumda; davalı parti tüzel kişiliğini beyanlarıyla bağlayacakları öngörülmüş
olan genel başkan ve genel sekreter gibi görevlilerinin Anayasanın 14.
maddesindeki Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiç birinin devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak amacıyla kullanılamıyacağı
biçimindeki sınırlamaya, SPY. nın dördüncü kısmında yer alan 78. maddesinin (a)
ve (b) bentleri, 80. maddesi ve 81. maddesinin (a) ve (b) bentleri hükümlerine
aykırı konuşma ve açıklamalarda bulunmaları sebebiyle davalı partinin
Anayasanın 69. maddesinin birinci fıkrası ve SPY, nın 101/b madde ve fıkrası
uyarınca kapatılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
B)
Davalı parti yönünden söz konusu olan bir diğer kapatma sebebi ise SPY.nın 103.
maddesinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Anılan maddenin birinci fıkrasına göre,
"Bir siyasi partinin kanunun 78 ila 88 ve 97. maddeleri hükümlerine aykırı
fiillerin işlendiği bir mihrak haline geldiğinin sübuta ermesi halinde o siyasî
parti Anayasa Mahkemesince kapatılır."
Kanuna
aykırı siyasi faaliyetlerin mihrakı olma halinin nasıl anlaşılacağını, kanunun
kullandığı deyimle nasıl sübuta ereceğini aynı maddenin ikinci fıkrası
belirtmiştir. Şöyle ki; "Bir siyasi partinin yukarıda yazılı fiillerin
mihrakı haline geldiği, 101. maddenin (d) fıkrasının uygulanması sonucunda bu
fiillerin o partinin üyelerince kesif bir şekilde işlenmiş olduğunun ve bu
fiillerin kesif olarak işlenmesinin o partinin büyük kongre, merkez karar ve
yönetim kurulu veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu yahut
bu grubun yönetim kurulunca zımnen veya sarahaten benimsendiğinin sübuta ermesi
ile olur."
Şu
halde, madde hükmüne göre, bir siyasi partinin kanunsuz siyasi faaliyetlerin
mihrakı haline gelmesi sebebiyle kapatılabilmesi için, (1) yasanın dördüncü
kısmında yer alan 78 ila 88 ve 97. maddelerindeki yasaklamalara aykırı
fiillerin yoğun bir biçimde işlenmiş olduğunun o partinin büyük kongre, merkez
karar ve yönetim kurulu veya parlamentodaki grup genel kurulu yahut grup
yönetim kurulunca açıkça veya zımnen benimsendiğinin belirlenmesi gerekir.
Bu
açıklamaların ışığı altında davalı partiye mensup üyelerin işledikleri fiiller
ile haklarında yapılan adli işlemlerin neler olduğuna iddianamenin 145-149.
sayfalarında işaret edilmişti.
Bunlara
ek olarak, iddianamenin hazırlık çalışmalarının son aşamasında veya dava
açıldıktan sonra Başsavcılığımıza intikal etmiş bulunan diğer belgelerin
incelenmesinden;
l-
Aralarında Halkın Emek Partisi üyelerinden Yavuz Binbay, Sadun Acar, Naif
Yaşar, Halil Yacan, Kenan Özdemir (Ödemiş), Hakim Burgu, Arif Acar, Faik
Şimşek, Yahya Arslan ve Ali Kalçık'ın da dahil olduğu 94 kişiden oluşan bir
topluluğun 21.3.1992 tarihinde Van il merkezinde kanunsuz gösteri yürüyüşüne
katıldığı, bütün sanıkların yürüyüş sırasında devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmezliği aleyhinde sloganlar söyledikleri, dağilmaları sırasında bazı
kimselere ait işyerlerinin cam ve çerçevelerini kırmaları sonucu 1.991.926.000
TL.- tutarında zarara sebebiyet verdiklerinden bahisle Diyarbakır Devlet
Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığınca 30.4.1992 gün, 1992/349 sayılı
iddianame ile diğer yasa maddeleri ile birlikte 3713 sayılı yasanın 8/1 maddesi
uyarınca o yer Devlet Güvenlik Mahkemesinde dava açıldığı,
2-
Halkın Emek Partisi Muğla il örgütü başkanı Mehmet Nuri Ermiş, il sekreteri
Zülküf Atay ve yönetim kurulu üyeleri Mehmet Salih Hekimoğlu, Mehmet Okur,
ihsan Şahin'in 21 Mart 1992 tarihinde Nevruz nedeniyle meydana gelen olaylarda
Kürtlere karşı girişilen katliamı protesto için açlık grevinin Muğla il
binasında yapılmasına, yerel ve genel basına bilgi verilmesine karar
verdikleri, hazırladıkları bildiriyi basına ve muhtelif yerlere dağıttıkları,
söz konusu bildiride "Kürt ve Orta doğu halklarının bağımsızlık ve
özgürlük mücadelesinin ilk tohumu olan 21 Mart Nevruz Bayramı kutlamalarında
Kürtlere karşı girişilen provakasyon eylemlerle kitle katliamlarına
girişilmiştir. Bu olayları protesto edip, nefretle kınıyoruz. Bu sebeple Halkın
Emek Partisi il binasında devrimci yurtseverler tarafından açlık grevi başlatıl
mıştır. Bu olayları kınayan tüm insanların manevi desteklerini bekleriz."
ifadesinin yer aldığı, adlan geçenlerin parti binasına yeşil, san, kırmızı
kartonlara "Faşizm Döktüğü Kanda Boğulacaktır. - Devrimci Gençlik",
"Nevroz Pirozbe - HEP", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür, Yaşasın
Çağdaş Kawalar - Yurtsever Gençlik", "Me Ber- xuda, Emi Berxudıdin,
Emi Bentubidin, Direndik, Direniyoruz, Direneceğiz - Yurt sever Gençlik",
"Dün Dersim, Ağrı, Zilan. . . Bugün Cizre, Silopi, Şırnak, Nusaybin... -
HEP", "Kürdistan'da Katliama Son-HEP", "Kürdistan'daki
Katliamları Protesto Amacıyla Açlık Grevi Başlamıştır-HEP" dövizlerini
yazarak astıklarından bahisle İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Savcılığınca 3.6.1992 gün, 1992/49 sayılı iddianame ile 3713 sayılı yasanın 8/1
maddesi uyarınca o yer Devlet Güvenlik Mahkemesine dava açıldığı,
3-
Halkın Emek Partisi Karşıyaka (İzmir) ilçe örgütü başkanı Âbdurrahman Dayan'ın
kardeşinin kızının 13.6.1992 tarihinde yapılan düğünü için Grup Zozan isimli
müzik topluluğunu oluşturan Abdülgafur Aksoy, Mehmet Dursun, Azat Kurt ve
Şeyhmus. . . isimli kişilerle anlaştığı, bu kişilerin Abdurrahman Dayan'ın
talimatı doğrultusunda düğünde, "Biz Kürdüz, yaşasın PKK., yaşasın
Kürdistan, Apo liderimiz, Apo başımız, Ya haun peşmerge sakıp şalvar servan,
evin roniya gula sor bıdın destivan Apoye serokeme" sözleriyle PKK.
örgütünü övdükleri, bölücü slogan attıkları ve attırdıkları, düğün evindeki
Türk bayrağını indirip, Kürt bayrağı olduğu ileri sürülen bir kumaş parçasını
astıklarından bahisle İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığınca
24,6.1992 gün, 1992/58 sayılı iddianame ile 3713 sayılı yasanın 8/1 maddesi
uyarınca cezalandırılması için o yer Devlet Güvenlik Mahkemesine dava açıldığı,
4-
Halkın Emek Partisi İzmir il yönetim kurulunu oluşturan Enver Yüzen, Vefa
Çabuk, Mehmet Zeynettin Unay, Kasım Öztürk, Abdülaziz Aktaş, Mehmet Tekin,
Hasan Akdemir, Zeki Karatay ve İbrahim İncal'ın 1.7.1992 tarihinde toplanarak
gecekondu yıkımlarıyla ilgili olarak "Yurtsever Demokrat Kamuoyuna"
başlıklı bildirinin İzmir ili sınırları içinde dağıtılmasına karar verdikleri,
işbu bildiride, "Son günlerde İzmir'de Kürt halkına yönelik Valilik,
Emniyet ve Belediye üçlüsü tarafından uygulamaya konulan "Metropolleri
Kürtsüzleştirme" temeline bir kampanya başlatıldığı. . . Metropolleri
Kürtlerden arındırma senaryosu uygulamaya konulmadan önce karanlık güçlerce
İzmir'de haftalarca yoğun bir biçimde dağıtılan "Yurtsever
İzmirliler" imzalı bildirilerle bu uygulamanın maddi zemini, psikolojik
zemini zaten yaratılmıştı. Bu bildirilerde özellikle Kürt halkına karşı
düşmanlık körükleniyor, Kürtlere karşı tahrik amaçlanıyordu. Kürde iş ve ev verme,
selamı kes, kız alıp verme, Kürde karşı şiddet kullan biçimindeki propagandayla
Kürtlere karşı ırkçı-şoven hava yaratıldığı. . . Valilik, Emniyet ve Belediye
üçlüsü tarafından gecekondu yıkımlarına başlandığı. . . Seçimler öncesinde
düzen partilerince potansiyel oy deposu olarak görülen gecekondu semtleri ki
çoğunluğu Kürttür, "Oyunu Ver, Konudunu Yap" aldatmacasıyla
gecekondulaşmaya davetiye çıkaranlar bu kez de Kürtleri yılgınlaştırarak,
terörize ederek geri göçe zorlama senaryosu gereği bu konduları vahşice yıkmaya
çalıştılar. . . Yapılanlar Türk ve Kürt emekçilerine karşı uygulanan devlet
terörüdür. . . "metropolleri Kürtlerden Arındırma Politikası" Bugün
ülkede Kürt halkına karşı sürdürülen ÖZEL SAVAŞ'ın bir parçasıdır. . . ülkede
kontrgerilla, özel tim, köy koruculuğu, SS kararnamesi ve her türlü devlet
terörü ile halk bastırılmak, susturulmak istenirken, İzmir'de halkımızın
elinden ekmeği, aşı alınarak en son evi başına yıkılarak bu amaç
gerçekleştirilmek isteniyor. . . Metropollere yönelik bu saldırılan boşa çıkarabilmenin
yolu HALKIN ÖZ GÜCÜNE DAYALI MAHALLE KOMİSYONLARI oluşturmaktır. Tüm Kürt ve
Türk demokrat yurtseverlerini emekçi halka dayatılan bu Özel savaşa karşı
durmaya, sorumluluğunu yerine getirmeye davet ediyoruz. . . şeklindeki sözlerle
ırk mülahazasıyla halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiğinden bahisle İzmir
Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığınca 27.7.1992 gün, 1992/68 sayılı
iddianame ile T. Ceza Yasasının 312/2-3, 3713 Sayılı Yasanın 5, 5680 sayılı
yasanın ek 4. maddeleri uyarınca o yer Devlet Güvenlik Mahkemesine dava
açıldığı,
5-
Halkın Emek Partisi Aydın il başkanı Lazgin Çulduz'un Aydın ili ve çevresinde
PKK. örgütünün dağ kadrosuna militan gönderme çalışmalarında bulunduğu, 1991
yılı Aralık ayında Bilal Ülkü, Bayram Yılmaz, Bayram Pişkin, Faruk Ceylan,
Yunus Tutuş, Ebedin Duyar, Murat Tilki isimli şahısları parti binasına
çağırarak PKK. örgütünün her gün geliştiğini, Kürdistan'ın kurulacağını,
kendilerinin büyük adamlar olacağını söyleyip, örgütün propagandasını yaptığı,
bu kişileri İzmir'e getirerek PKK. kamplarına götürülmek üzere kimliği
belirlenemeyen kişilere teslim ettiği, Lazgin Çulduz'un örgüt kampına
gönderdiği kişilerden Bilal Ülkü'nün Irak'daki Şehit Mahir kampında eğitim
görüp 6.6.1992 tarihinde silahlı çatışmada yakalandığı, il yönetim kurulu
üyeleri olan İsmet Dağ, Şakir Sula'nın Aydın çevresinde PKK. örgütüne eleman
temini için örgütün propagandasını yaptıklarından bahisle İzmir Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığınca 12.8.1992 gün, 1992/78 sayılı iddianame ile
T. Ceza Yasasının 169, 3713 sayılı yasanın 5, 7/2 maddeleri uyarınca o yer
Devlet Güvenlik Mahkemesinde dava açıldığı,
anlaşılmıştır.
Görüldüğü
gibi; adları geçen parti üyeleri hakkında 3713 sayılı Terörle Mücadele
Yasasının 8. maddesiyle bireysel olarak yaptırıma bağlanan Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alan propaganda
yapma eyleminden dolayı yurdun çeşitli yerlerinde kamu davaları açılmış
bulunması, SPY. nın siyasi partiler bakımından bu bütünlüğe uygunluğu esas
almış olan ve davanın konusunu teşkil eden 78, 80 ve 81. maddelerine aykırı
fiillerin parti üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği olgusunu ortaya
koymaktadır.
Diğer
taraftan, davalı partinin Merkez Karar ve Yönetim Kurulu, parti üyelerince
yoğun bir şekilde işlenen bu fiilleri açıkça reddetmiş veya kınamış da
değildir. Bu hal, parti merkez karar ve yönelim kurulunun, parti üyelerinin
sözü edilen fiillerini susma ve engelleyici bir harekette bulunmama suretiyle
zımnen benimsediğini göstermekte ve böylece davalı partinin kanunsuz siyasi
faaliyetlere mihrak olduğu sonucunu doğurmaktadır.
V-
Sonuç ve istem
Yukarıda
yasal dayanakları ve gerekçeleriyle açıklandığı üzere, davalı Halkın Emek
Partisi'nin genel başkanları, genel başkan vekili ve genel sekreterlerinin
çeşitli yerlerde ve tarihlerde yaptıkları konuşmalarda Anayasa'nın başlangıç
kısmı ile 2, 3, 14, 68 ve 69. maddelerine ve SPY. nın 78. maddesinin (a), (b)
benden, 80. maddesi, 81. maddesinin (a), (b) bentlerine aykırı nitelikte
beyanlarda bulundukları,
Davalı
partinin SPY. nın 103. maddesinde öngörüldüğü şekilde kanunsuz siyasi
faaliyetlerin mihrakı haline geldiği anlaşıldığından,
Halkın
Emek Partisi'nin SPY. nın 101/b ve 103/1 madde ve fıkraları gereğince
kapatılmasına karar verilmesini arz ve talep ederim." denilmektedir.
IV.
DAVALI SİYASİ PARTİNİN ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMASI
Halkın
Emek Partisinin 22.1.1993 günlü esas hakkındaki savunmasında aynen:
"Tekrardan
kaçınmak amacıyla ön savunmada belirtilen ancak bu savunmamıza almadığımız
hususları aynen tekrar ettiğimizi belirterek esas hakkındaki savunmamızı
sunuyoruz.
l-
Siyasi Partiler Yasası Anayasa'ya aykırıdır.
Cumhuriyet
Başsavcılığı, Siyasi Partiler Yasası'nın Anayasa'ya aykırılığı doğrultusundaki
savunmamıza karşı Anayasa'nın geçici 15. maddesini, iptal istemini incelemeye
engel olduğunu belirterek karşı çıkmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı şekli
savunma yapmış, işin esası hakkında bir şey söylememiştir. Siyasi Partiler
Yasası'nın Anayasaya aykırı olduğunuda zımnen kabul etmiştir.
Anayasa'nın
69. maddesi, Siyasi Partilerin uyacakları esasları ve kapatma nedenlerini
düzenlemektedir. Bu maddeye göre; "Siyasi Partiler Tüzük ve Programları
dışında faaliyette bulunamazlar; Anayasanın 14. maddesindeki sınırlamalar
dışına çıkamazlar; çıkanlar temelli kapatılır." Anayasa, Siyasi Partilerin
kapatılma nedenlerini sınırlamıştır. Bu sınırlamanın amacı demokratik toplumun
vazgeçilmez unsurları olan Siyasi Partilerin, Anayasal güvence altında faaliyet
yürütmelerini sağlamaktır. Kapatma nedenleri sayma yolu ile sınırlandırıldığına
göre, yeni yasalarla getirilmesi mümkün değildir.
Buna
göre, Siyasi Partiler Yasasının 78. maddesi Anayasa'nın "Başlangıç
Kısmı'nı, l, 2, 3, 4, 5 ve 66. maddelerini yasak kapsamına aldığından
Anayasa'ya aykırıdır.
Siyasi
Partiler Yasası'nın 81. maddeside, yasak kapsamına "Mezhep, Irk veya Dil
farklılığı"nı aldığından Anayasa'ya aykırıdır.
Cumhuriyet
Başsavcılığı, Siyasi Partiler Yasası'nın Anayasa'ya aykırı olduğu konusundaki
savunmamızın, Anayasa'nın geçici 15. maddesinin son fıkrası hükmüne göre, iddia
edilemiyeceği yolundaki görüşüne gelince;
a-
Anayasa'nın geçici 15. maddesi, geçici bir maddedir. Bu madde Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık divanının oluştuğu 6.12.1983 tarihinde kendiliğinden
ortadan kalkmıştır. Geçici maddeler süreklilik arz etmez, belirli bir zaman
dilimini kapsarlar. Bu zaman dilimi ise 12.09.1980-6.12.1983 tarihleri
arasındaki dönemdir. Geçici madde olma özelliği de budur. Geçici bir maddeye
süreklilik kazandırmak hukuk devleti niteliği ile bağdaşmaz. Kaldı ki bu
dönemde, bu geçici maddenin korumasından yararlanan 838 yasama işlemi
çıkarılmıştır. Bu kadar çok sayıdaki, geçici döneme ait, olağanüstü dönemin
sancılarını içeren ve aksaklıkları uygulama ile birlikte giderebilecek olan
yasama işlemine dokunulmazlık tanımak hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu
gibi, geçici maddelerin konuluş amacına da aykırıdır. Zira, geçici maddeler
olağanüstü bir dönemde, olağan bir döneme geçişi sağlamayı amaçlarlar.
Olağanüstü dönemi yasama işlemlerine sürekli dokunulmazlık tanımak olağan
dönemlerin hiç gelmemesini, olağanüstü dönemlerin sürekliliğini beraberinde
getirir. Geçici 15. maddenin lafzi yorumu ile yetinmek olağanüstü dönemi
süreklileştirmektir. Bu ise hukuk devleti ilkesinin açık ihlaline yol açar. Bu
nedenlerle Anayasa'nın geçici 15. maddesinin ortadan kalktığı kanısındayız.
b-
22.04.1983 tarihinde yürürlüğe giren 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası,
yürürlüğe girdiği tarihten bu yana bir çok kez değişikliğe uğramıştır.
Dolayısıyla yasa Milli Güvenlik Kurulu Konseyi dönemindeki orjinal halini
kaybetmiştir. Bu nedenle de Anayasa'nın geçici 15. maddesinin korumasından
yararlanamaz. Anayasa'nın geçici 15. maddesi ile koruma altına alınan Milli
Güvenlik Konseyi döneminde yürürlüğe konulan yasaların orjinal halidir.
Yürürlüğe girdiğindeki orjinal hali bugüne değin yaklaşık 10 kez değiştirilen
Siyasi Partiler Yasasının hala ilk orjinalliğini koruduğunu düşünmek doğru
değildir.
II-
Anayasa'ya aykırı olan Siyasi Partiler Yasası "İhmal tekniği" yolu
ile uygulama dışı bırakılmalıdır.
Anayasa'nın
138. maddesine göre hakimler ". . . hukuka uygun olarak vicdani
kanaatlerine göre hüküm verirler." Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler
Yasası'nın Anayasa'ya aykırılığını reddetmeyip, zımnen kabul dahi etmektedir.
Ancak Anayasa'nın geçici 15. maddesi hükmü nedeniyle aykırılığın ileri
sürülemiyeceğini belirtmektedir. Anayasa Mahkemesi de konuya ilişkin
kararlarında Anayasa'nın geçici 15. maddesinin lafzi yorumuyla yetinip, esastan
incelemeye girmemiştir. Evrensel hukuk kurallarına uygun olmayan bir yasayı
uygulamak durumu ile karşı karşıya kalan hakim, hukuka uygun olmayan bu yasayı
vicdani kanaatini kullanarak ihmal tekniği yolu ile uygulamaktan sarfınazar
edebilir.
Diğer
taraftan, Anayasa'nın geçici 15. maddesinin kaldırılması için bizzat hükümet
tarafından başlatılmış ve kamuoyuna yansıtılmış bir çalışma mevcuttur.
Anayasa'nın geçici 15. maddesinin kaldırılması konusunda, Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nde temsilci bulunduran tüm Siyasi Partiler hemfikir olduğu gibi, bu maddenin
kaldırılması gerektiği yönünde oluşan kamuoyunun ortak görüşü karşısında,
Anayasa'nın geçici 15. maddesini Anayasa'ya konulmasını sağlayan ve bizzat
kendileride geçici 15. maddenin korunmasından istifade eden dönemin Milli
Güvenlik Konseyi üyeleri dahi, Anayasa'nın geçici 15. maddesinin
kaldırılmasının gerektiği konusunda görüş belirtmişlerdir. Kaldırılması an
meselesi olan bir geçici madde nedeniyle Anayasa'ya aykırı olan 2820 sayılı
Siyasi Partiler Yasası'nın yukarıda belirttiğimiz ve Anayasa'ya aykırılığını
iddia ettiğimiz maddelerinin bu davada uygulanmaması gerekir. Bu gelişme
karşısında ciddi boyutta bir hukuki sıkıntı doğmuştur. Bu sıkıntının ihmal
tekniği yolu ile giderilmesi mümkündür ve bunun yapılması gerektiği
kanısındayız.
III-
Duruşma istemi
Ön
savunmamızda belirttiğimiz gibi Siyasi Parti kapatma davaları özü itibariyle
bir ceza davasıdır. Sağlıklı bir karara varabilmek için yargılamanın dunışmalı
yapılması gerektiği kanısındayız. Duruşma yapılmasını engelleyen herhangi bir
yasal hüküm de bulunmamaktadır. Bu nedenle öncelikle duruşma istemimizin
kabulüne karar verilmesini talep etmekteyiz.
Duruşma
istemimizin kabul edilmemesi halinde, Parti yetkililerinin çağrılarak sözlü
açıklamalarda bulunmalarına olanak verilmelidir.
Kaldı
ki Mahkemenizin daha önceki uygulamalarıda bu yöndedir.
Cumhuriyet
Başsavcılığı iddianamedeki suçlamalarını Eski Genel Başkan Fehmi IŞIKLAR'ın,
a-
26.01.1991 Tarihli konuşmasına,
b-
23.02.1991 Tarihli konuşmasına,
c -
21,03.1991 Tarihli konuşmasına,
d-
22.03.1991 Tarihli konuşmasına,
e-
26.03.1991 Tarihli konuşmasına,
f-
08.05.1991 Tarihli konuşmasına,
g-
10.07.1991 Tarihli konuşmasına,
h-
07.09.1991 Tarihli konuşmasına, ikinci Eski Genel Başkan Feridun YAZAR'ın
a-
Sabah Gazetesinin 1-5 Şubat 1992 tarihli nüshalarında yayınlanan beyanlarında,
b-
20.04.1992 Tarihli konuşmasına,
c-
Milliyet Gazetesinin 01.06.1992 tarihli nüshasındaki beyanına,
d-
10.09.1992 Tarihli konuşmasına,
Genel
Başkan vekili Ahmet KARATAŞ'ın 15.12.1991 tarihli konuşmasına,
Eski
Genel Sekreter İbrahim AKSOY'un 21.03.1991, 21.05.1991 ve 18.05.1991 tarihli
konuşmalarına,
Genel
Sekreter Ahmet KARATAŞ'ın 01.03.1992 ve 02.04.1992 tarihli konuşmalarına
dayandırmaktadır.
Toplam
18 konuşma ve beyanın Sekizi Eski ve ilk kurucu Genel Başkan olan Fehmi IŞIKLAR'a,
dört tanesi de ikinci Eski Genel Başkan Feridun YAZAR'a aittir. Bu kişiler
Parti adına bağlayıcı beyanda bulunma hakkına geçmişte sahip olmuş olan
kişilerdir, iddianamede de bu şahısların beyanları esas alınarak dava
açılmıştır. Konuşma ve beyanlar bant çözümleri ile basında çıkan yazılara
dayanmaktadır. Ön savunmamızda bant çözümlerinin ve basına çıkan beyanların
eksik ve yanlış olduğunu, beyan sahiplerinin söyledikleri şeyler olmadığım
itiraz olarak ileri sürmüştük. Bu itibarla da müvekkil Partinin şu anki Genel
Başkam Ahmet TÜRK ile birlikte ilgili olmaları nedeniyle eski Genel Başkanlar
Fehmi IŞIKLAR ve Feridun YAZAR'ında sözlü açıklamalarda bulunmaları için
çağrılmalarını talep ediyoruz.
IV-
İddianamede ve Cumhuriyet Başsavcılığının esasa ilişkin mütalaasında ileri
sürülen mihrak olma iddiası hukuki dayanaktan yoksundur.
Ön
savunmamızda ayrıntılı olarak açıklamamıza rağmen Cumhuriyet Başsavcılığı esas
hakkındaki mütalaasında bu konudaki itirazlarımıza hiç değinmemiş, sadece
Siyasi Partiler Yasası'nın 9. maddesi hakkında görüş belirterek esas
itibariyle, ileri sürdüğümüz Siyasi Partiler Yasası'nın 101. maddesi hükmüne
uyulmadığı yolundaki savunmamızı adeta örtbas etmeye çalışmıştır. Önemine binaen
bu konuya ilişkin savunmamızı yeniden açıklanması gerektiği kanısındayız.
İddianamede,
parti üyeleri hakkında 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası'nın 8. maddesi
uyarınca yurdun çeşitli yerlerinde 11 kadar kamu davası açıldığı, Siyasi
Partiler Yasası'nın 78, 80 ve 81. maddelerine aykırı fiillerin parti üyelerince
yoğun bir şekilde işlendiği, davalı partinin Merkez Karar ve "Yönetim
Kurulunun üyelerce işlenen bu fiilleri açıkça red etmediği veya kınamadığı için
parti, üyelerinin söz edilen fiillerini zımnen benimsediği, belirtilmektedir.
Daha
öncede belirttiğimiz gibi 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun 101. maddesinin
(b) bendinde partileri bağlayıcı beyanda bulunacak kişiler iîe bağlayıcı karar
alacak kurullar tek tek sayılmış olup, davalı parti açısından bunlar: Genel
Başkan, Genel Sekreter, Parti Meclisi ve Parti Büyük Kongresidir.
Aynı
maddenin (d) bendinde ise, "(b) bendinde sayılanlar dışında kalan parti
organı, merci veya kurulu tarafından bu kanunun 4. kısmında yer alan maddeler
hükümlerine aykırı fiilin işlenmesi halinde, fiilin işlendiği tarihten
başlayarak 2 yıh geçmemiş ise, Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu organ, merci
veya kurulun işten el çektirilmesini yazı ile o partiden ister. Parti üyeleri
4. kısımda yer alan maddeler hükümlerine aykırı fiil ve konuşmalarından dolayı
hüküm giyerler ise, Cumhuriyet Başsavcılığı bu üyelerin partiden kesin olarak
çıkarılmasını o partiden ister.
Siyasi
Parti, tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde istem yazısında belirtilen
hususu yerine getirmediği taktirde, Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasa
Mahkemesinde o siyasi partinin kapatılması hakkında dava açar. . ." Hükmü
yer almaktadır.
İddianamenin
bu bölümünde Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Yasası'nın 101/d maddesini
hiç nazara almamıştır. Yasa üyeler yönünden hüküm giyme şartını ön gördüğü
halde, iddianamede henüz karara bağlanmamış derdest davalar delil olarak
gösterilmiştir.
Bugüne
değin bir kez Celil BEDİKANLI adlı üyenin ihracı Cumhuriyet Başsavcılığınca
istenmiş olup, istem davalı parti tarafından derhal yerine getirilmiştir. Bunun
dışında herhangi bir istem vaki olmamıştır.
Belirtilen
maddenin açık metni karşısında iddianamedeki mihrak olma iddiası hukuki
mesnetten yoksundur. Davalı partinin il ilçe örgütlerince veya üyelerince 2820
sayılı Siyasi Partiler Kanununun 4. kısmında yer alan maddeler hükümlerine
aykırı fiil işlenmiş ise, öncelikle Cumhuriyet Başsavcılığı yasa ile kendisine
verilen görevi yerine getirmeliydi. Davalı partiden istem de bulunup, istemini
yerine getirmemesi halinde iddianamede yer alan bu konuya yer verilmeliydi. Bu
yapılmadığı için iddianamedeki mihrak olma iddiasının incelemeye almaksızın
reddi gerekir.
V-
Cumhuriyet Başsavcılığı iddianame ve esas hakkındaki mütalaasında Siyasi
Partiler Yasası'nın Partiyi bağlayıcı beyanda bulunmak yetkisi olan kişi ve
kurullar ayrımına girmeksizin, Parti aleyhine olabilecek ve bulabildiği herşeyi
suçlama konusu yapıp delil olarak sunmuştur.
2820
sayılı Siyasi Partiler Yasasının 101/b maddesinde, Parti tüzel kişiliğini
bağlayıcı beyanda bulunma yetkisi olan kişiler ile kurullar tek tek
sayılmıştır. Bu yasa ve yasaya uygun olarak hazırlanan Parti tüzüğüne göre
yetkili kişi ve kurullar; Genel Başkan, Genel Sekreter, Parti Meclisi ile Parti
Kurultayıdır. Bu husus iddianame ve esas hakkındaki mütalaada da açıkça kabul
edilmiştir. Ancak Cumhuriyet Başsavcılığının bu açık kabullerine rağmen
iddianame ve esas hakkındaki mütalaada Partiyi bağlamayacak kişilerin
beyanlarına bolca yer verilmesinin nedeni, kanımızca Parti aleyhinde yeterli
delilin bulunmamasının verdiği sıkıntıdır. Bu sıkıntıdan dolayı suni ve zorlama
bir çaba gösterilmiştir.
Parti
tüzüğü ve programı dava konusu değildir. Partinin yetkili kurullarının herhangi
bir karanda dava konusu edilmemiştir, işbu dava Parti Genel Başkanları, Genel
Başkan Vekili ve Genel Sekreterlerinin konuşma ve demeçlerine dayanılarak
açılmıştır.
Partinin
kuruluşundan dava tarihine kadar, Fehmi IŞIKLAR, Feridun YAZAR Genel Başkanlık,
Ahmet KARATAŞ Genel Başkan Vekilliği, İbrahim AKSOY, İsmail Hakkı ÖNAL ve Ahmet
KARATAŞ Genel Sekreterlik görevlerini üstlenmişlerdir. Bu şahısların aşağıdaki
konuşma ve beyanları suçlama konusu yapılmıştır;
l-
Fehmi IŞIKLAR'ın (Eski Genel Başkan);
a-
26.01.1991 Tarihli Konuşması,
b-
23.02.1991 Tarihli Konuşması,
c-
21.03.1991 Tarihli Konuşması,
d-
22.03.1991 Tarihli Konuşması,
e-
26.03.1991 Tarihli Konuşması,
f-
08.05.1991 Tarihli Konuşması,
g-
10.07.1991 Tarihli Konuşması,
h-
07.09.1991 Tarihli Konuşması,
2-Eski
Genel Başkan Feridun YAZAR'ın;
a-
Sabah Gazetesî'nin 01-05 Şubat 1992 Tarihli nüshalarında yayınlanan beyanları;
b-
20.04.1992 Tarihli Konuşması,
c-
Milliyet Gazetesi'nin 01.06.1992 Tarihli nüshasındaki beyanı,
d-
19.09.1992 Tarihli Konuşması,
1.
Genel Başkan Vekili Ahmet KARATAŞ'ın; 15.12.1991 Tarihli Konuşması.
2.
Eski Genel Sekreter İbrahim AKSOY'un;
a-
21.03.1991 Tarihli Konuşması,
b-
21.05.1991 Tarihli Konuşması,
c-
18.05.1991 Tarihli Konuşması,
5-
Genel Sekreter Ahmet KARATAŞ'ın,
a-
01.03.1992 Tarihli Konuşması,
b-
02.04.1992 Tarihli Konuşması.
Belirtilen
bu konuşmalar tek tek incelendiğinde içerik olarak aynı mahiyette oldukları
aynı şeylerin ifade edildiği öz itibariyle aynı temanın işlendiği
görülmektedir. Benzer olmalarından dolayı hepsini ayrı ayrı incelemekten ziyade
suçlama konusu yapılan bu konuşmaların Cumhuriyet Başsavcılığınca iddia
edildiği gibi müvekkil Siyasi Partinin kapatılmasını gerektirir düzeyde
olmadıklarının tespiti açısından eski Genel Başkan Fehmi IŞIKLAR'ın iddianamede
yer verilen ilk iki konuşması ile eski Genel Başkan Feridun YAZAR'ın Sabah
Gazetesi'nde yayınlanan beyanlarını özetlemekte yarar olduğu kanısındayız:
l-
Eski Genel Başkan Fehmi IŞIKLAR'ın 26.01.1991 Tarihli Konuşması : Konuşmacı,
Varşova Paktı'nın dağıldığını NATO'nun işlevsiz kalmak üzere olduğunu, dünyada
silahsızlanma ve barışa doğru bir yönelişin başladığını, ancak bunun Türkiye ve
Ortadoğu'ya yansımadığını, Amerika Birleşik Devletleri'nin Körfez Savaşını
çıkarmasındaki faydacı yaklaşımını vurguladıktan sonra bu savaşın bölgede
yaşayan Türk-Kürt ve Arap halklarının yararına olmadığını, Türkiye'nin bu
savaşta bir çıkarının olamayacağını, savaşlar nedeniyle silahlara verilen
paraların aç insanlar için, ülkelerin kalkınması için harcanmasının daha
yararlı olduğunu, barış istediklerini, barıştan yana oldukları için savaşa hayır
kampanyası başlattıklarını belirtip dönemin hükümetinin savaş ile ilgili
politikalarım eleştirmiştir. Ayrıca Türkiye'deki memurların, işçilerin içinde
bulundukları sıkıntıya değinmiş, Partilerinin demokrasiyi kurma insan haklarını
savunma iddiasında olduğunu, demokrasinin önünde en büyük engelin Kürt sorunu
olduğunu, bu sorunun demokratik barışçıl bir ortamda özgürce tartışılarak
çözülmesi gerektiğini, halkların kardeş olduğunu, eşit olduğunu, Kürt sorununun
süngü ile çözülemeyeceğini, Kürt yurttaşlarımız için sürgün kararnamelerin
çıkarıldığını vurguladıktan sonra, bölgede insanlara yapılan haksızlıklara
örnekler vererek diğer partileri eleştirip ilk defa bizim diyebilecekleri bir
Partinin kurulduğunu, partilerinin sevgi ve saygı temelinde oluştuğunu ve hızla
örgütlendiğini, partilerine Kürtlerin ve Alevilerin partisi denildiğini, bunun
doğru olmadığını, partilerinin en çok ezilen sömürülen ve baskı altında tutulan
insanların partisi olduğunu, bütün Türkiye'nin desteğini ve sempatisini almak
istediklerini, Zonguldak'taki işçilerin kurtuluşunun Türkiye'de gerçek anlamda
bir demokrasinin gerçekleşmesine bağlı olduğunu, halkı birleştireceklerini,
dini, inancı, mezhebi, kökeni ne olursa olsun, ezilen, sömürülen, yoksul olan
halkı birleştirmeye kararlı olduklarını belirtmiştir.
b-
Aynı şahıs 23.02.1991 Tarihli Konuşmasında
Özet
olarak; Körfez savaşına girilmediği halde Türkiye'de işçilerin büyük zarar
gördüğünü, savaşın yanlışlığına değindikten sonra, Türkiye'de demokrasinin
önündeki en büyük sorunun Kürt sorunu olduğunu, sorunun özgür bir ortamda
barışçıl yollarla tartışılmasının gerektiğini, Kürt sorununun dikey olarak
çözülemiyeceğini, sorunun Türkler tarafından Kürtlerle eşit ve kardeşçe omuz
omuza çözeceklerini, halkın birbiriyle bir çelişkisinin olmadığını, gençlerin
işsiz, hastaların hastane kapılarında beklediğini, partilerine bölücü
diyenlerin kendilerinin bölücülük yaptığını, partilerinin en çok ezilen,
sömürülen ve baskı altında tutulanların partisi olduğunu, halkı
birleştireceklerini Edirne'li Hakkari'Ii, Hanifi ile Şafi'yi, Sünni ile
Alevi'yi, Kürt ile Türk'ü omuz omuza birleştirip demokrasi mücadelesi
vereceklerini belirterek dönemin iktidarını eleştirmiştir.
c-
Eski Genel Başkan Feridun YAZAR'ın Sabah Gazetesi'nin 01-05 Şubat 1992 tarihli
nüshalarında yayınlanan beyanları:
Bu
beyanlarında özet olarak; Osmanlı Devletinin uzun süre bir Cihan devleti olarak
ayakta kalmasının nedeninin çok uluslu ve çok inançlı bir toplumu ayrım
yapmadan bünyesinde bulundurmasından kaynaklandığını, bir tek etnik yapının
dili ve kültürü değil, bünyesinde bulunan her etnik yapının dilini ve kültürünü
birleştirdiğini, herkesin kendi kimliği ile yaşadığını, Osmanlı Devleti'nin
yıkılışından sonra Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti
sınırları içerisinde kalan tüm etnik yapıların katılımı ile bugünkü devlet
sınırlarının belirlendiğini, ancak daha sonra inkarcı bir politika izlendiğini,
bunun sonucunda çeşitli isyanların çıktığını, asimilasyon politikasının hayata
geçirildiğini, devletin kuruluş yıllarında Mustafa Kemal Atatürk'ün Kürt
gerçeğini benimsediğini, Türkiye'nin 1948'de imzaladığı Evrensel İnsan Hakları
Beyannamesinin gereklerini yerine getiremediğini, Türkiye'nin sürekli olarak
kendisiyle çelişen bir devlet politikası izlediğini, çok Partili dönemden sonra
kurulan birçok partinin kapatıldığını, Türkiye'deki demokratik kazanımların
kalıcı olmamasının nedeninin merkeziyetçi devlet anlayışına bağlı asker ve
bürokrasinin her türlü değişime kapalı olmasından ileri geldiğini, Türkiye'de
inkarcı, asimilasyonca, toplumsal gelişmelere kapalı yenileşmemek için direnen
resmi bir devlet politikası bulunduğunu, Türkiye'de yaşayan etnik grupların
kendi kimlik yapılarını ortaya koyamadıklarını, demokratikleşmenin
sağlanamadığını, işçi sınıfının haklarını elde edemediğini, inanç özgürlüğünün
bulunmadığını, bunlara karşı çıkıldığında askeri darbelerin kendini
dayattığını, Türkiye'de insan haklarının yoğun bir biçimde ihlal edildiğini,
çocukluğunda gözleri önünde babasına işkence yapılan çocuklara gençliklerinde
kendilerine işkence yapıldığını, işkence sonucu birçok insanın sakat
bırakıldığını, öldürüldüğünü, demokratik kanalların tıkandığı noktalarda
insanların başka arayışlara yöneldiğini, 12 Eylül'de tüm partilerin
kapatıldığını, 12 EylüTden sonra kurulan birçok partinin kendilerini şoven
milliyetçi anlayışlardan kurtaramadıklarını, özellikle SHP'nin bekleneni
veremediğini, HEPnin nasıl doğduğunu belirttikten sonra partisinin demokrasi,
insan haklarım evrensel nitelik kazanan tüm demokratik gelişmeleri kendisine
hedef seçtiğini, sorunların barış içinde çözülmesini savunduğunu belirttiği,
Türkiye'nin bir üçüncü dünya ülkesi olduğunu ve bu ülkelerin sorunlarını
yaşadığını, enflasyon ve işsizliğin had safhaya ulaştığını, Türkiye'de hukukun
genel ilkelerine aykırı bir Anayasa'nın, bu Anayasa'ya aykırı yasaların, bu
yasalara kendilerini bağlı hissetmeyen bir yönetici kadronun olduğunu, Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin halkı tam olarak temsil etmekten uzak olduğunu,
mecliste devletin resmi görüşü dışında herhangi bir görüşün ifade
edilemediğini, Doğu ve Güneydoğuda baskı ve asimilasyon politikasının
uygulandığını, olağanüstü halin süreklileştirildiğini, mal ve can güvenliğinin
kalmadığını, faili meçhul cinayetlerin arttığını, bölgenin hukukun genel
ilkelerine aykırı kararnameler ile yönetildiğini, kararnamelerin yargı denetimi
dışında tutulduğunu, partilerinin amacının devleti ve toplumu
demokratikleştirmek, demokratik sivil bir toplum yaratmak olduğunu ve ayrıca
Parti Programından örnekler vererek Partisinin amacını açıklamaya çalışmış,
sonuç itibariyle eşiılik ve kardeşliğe dayalı özgür ve demokratik bir refah
toplumu kurmak istediklerini vurgulamış, 1982 Anayasa'sın eleştirip, Demokratik
yeni bir Anayasa'nın hazırlanması gerektiğini belirtmiş, daha sonra çarpık
kentleşmenin ve iç göçün ülkenin önemli bir sorunu olduğunu, işsizliğin
arttığını, sosyal sorunların arttığını, göçü önlemenin başlıca yolunun
sanayileşme ve sanayinin dezantrealizasyonu ile büyük kentler dışındaki
yerleşim birimlerinde çağdaş yaşam için gerekli koşulların yaratılması
olduğunu, değişik görüşlerin kendilerini ifade edebilme olanağı bulmalarının
gerektiğini, din ve vicdan özgürlüğünden yana olduklarını ancak laiklikten
taviz veremiyeceklerini, Türkiye'de demokrasiyi tüm kurum ve kuruluşlarıyla
yerleştirmek isteyen demokratik bir parti olduklarını, Türkiye'nin tüm
sorunlarını demokrasi ve hukuk devleti kuralları içerisinde çözmek
istediklerini, özellikle basın tarafından kendilerinin kamuoyuna yanlış
tanıtıldığını, bölgesel bir parti olmadıklarını, bütün Türkiye'nin partisi
olduklarını, Edirne'den Hakkari'ye, Rize'den Antalya'ya uzanan ülkenin partisi
olduklarını, Edirneli işçinin, Trabzon'lu balıkçının, Manisalı halkın, Adanalı
ırgatın, Şırnak'lı yoksul köylünün, Hakkari'deki işsiz gencin, kısacası bu
ülkede yaşayan herkesin partisi olduklarını, Türkiye'yi bölmek değil tam
tersine herkesin eşit yaşadığı bir ülke haline getirmek istediklerini, Kürt
sorununun Türkiye'nin en önemli sorunu olduğunu, bu sorun barışçıl ve
demokratik yöntemlerle çözülmedikçe Türkiye'de demokrasinin kurulmasının
ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın sağlanmasının mümkün olmadığını,
enflasyonun önlenemeyeceğini, insan hakları ihlallerinin önlenemeyeceğini, Kürt
partisi olmadıklarını, ancak Kürtlerin ezici bir çoğunluğunun partilerinin
üyesi veya destekçisi olduklarını, emekten yana olduklarını, baskı ve
asimilasyona karşı olduklarını, asimilasyonu insanlık suçu olarak gördüklerini,
Kürt Halkının Türkiye Cumhuriyetinin bütünlüğü içerisinde kendi ulusal ve
kültürel kimliğini korumak ve geliştirmek istediğini, devletin kullandığı
şiddet ortamı ve demokratik yolların tıkanması yüzünden Kürdistan işçi
Partisi'nin yani zora karşı zor mantığının ortaya çıktığını, hareketin devletin
şiddet politikasının sonucu olduğunu, partilerinin legal bir parti olduğunu hiç
bir illegal hareketle ilişkilerinin bulunmadığım, her türlü şiddete karşı
olduklarını, kardeşlikten yana olduklarını, belirttikten sonra, Türkiye'de
kalıcı bir demokrasinin yerleşmesi için başta Anayasa olmak üzere bir çok
yasanın yeniden ele alınarak değiştirilmesi gerektiğini, yeni yasaların
toplumsal gerçeklere uygun bir biçimde düzenlenmesi gerektiğini, belirtmiştir.
Diğer
konuşma ve beyanları da benzer mahiyettedir. Yanlız 01.06.1992 tarihli Milliyet
gazetesindeki beyanında merkeziyetçi sistemin aksaklıklarını giderme açısından
idari federasyon önerisinde bulunmuştur.
Suçlama
konusu yapılan bu konuşmalar ile yukarıya almadığımız parti adına beyanda
bulunma, yetkisine sahip diğer şahısların tamamı içerik itibariyle aynıdır. Bu
konuşmalarda işlenen ana tema Türkiye'de gerçek anlamda bir demokrasinin
bulunmadığı bunun yanında enflasyon, işsizlik, işçi hakları, sendikal haklar,
çarpık kentleşme, çevre kirliliği, insan hakları gibi çağdaş demokratik
toplumların çok gerisinde kalan sorunların bulunduğu, demokrasinin önündeki en
büyük engelin Kürt sorunu olduğu, bu sorunun aynı zamanda diğer bir çok
sorununda ana nedeni olduğu, Kürt sorununun öncelikle demokratik, barışcıl bir
ortamda özgürce tartışılarak çözülmesi gerektiği biçimindedir.
Konuşmaların
tamamında tüm konuşmacılar birlik ve beraberlik fikrini özellikle
işlemişlerdir. Konuşma metinlerinde de bu durum açıkça yer almıştır. Örneğin;
Edirneli ile Hakkari'liyi, Suni ile Alevi'yi omuz omuza birleştirmek
istediklerini, halkların kardeşliğini savunduklarını açıkça beyan etmişlerdir.
Konuşmaların tamamı bütünlük içerisinde incelendiğinde bölücülük amacının
güdülmediği açıkça anlaşılmaktadır.
Cumhuriyet
Başsavcılığı iddianame ve esas hakkındaki mütalaasında Kürt sözcüğünün geçtiği
her satır ve cümlenin altını çizerek vurgulama yapmıştır, iddianame ve esas
hakkındaki mütalaada "Kürt-Kürt Halkı" sözcükleri bölücülükle ülkeyi
bölmekle eş anlamda görülmüştür. Müvekkil parti aleyhindeki tüm suçlamaların
temelinide bu iki sözcük yani "Kürt-Kürt Halkı" sözcükleri
oluşturmaktadır. Suçlama budur. Müvekkil Parti adına bağlayıcı beyanda bulunma
hakkı olan kişilerin bu sözcükler dışında söyledikleri bir şey yoktur. Bu
sözcüklerin tek başına ele alınarak suçlama konusu yapılması hukuk mantığıyla
bağdaşmaz. Bu sözcükler suç teşkil etmediği gibi, sözcüklerin geçtiği
konuşmalar bir bütün olarak ele alınıp değerlendirildiklerinde ülke bütünlüğü
aleyhinde kullanılmadıkları açık ve net olarak anlaşılmaktadır.
Bu
iki sözcüğün dışında eski Genel Başkan Feridun YAZAR'ın Milliyet gazetesinde
yayımlanan beyanında öne sürdüğü "îdari Federasyon" Önerisi
Cumhuriyet Başsavcılığınca çarpıtılmaktadır. Öneri Federasyon veya Bağımsız
devletçikler biçiminde değildir. Önerilen mevcut manalı idarelerin daha etkili,
söz ve karar sahibi olabilecekleri, mahalli bir idari yönetim şeklidir.
Devletin Bağımsızlığım, mahalli idareler üzerindeki hükümranlık hakkını
bertaraf edici özellikte değildir.
Siyasi
Partilerin devletin işleyişi ve şekillenmesi hakkında değişik öneriler sunması,
doğaldır. Siyasi Partiler mecliste gerekli çoğunluğu edindiklerinde veya
önerilerine yeterince çoğunluk bulduklarında Anayasa ve yasaları değiştirme
hakkına sahiptirler. Mahalli idareler yasasının değiştirilmesi bu yolla
mümkündür. Bu hakka sahip olabilecek olan bir Siyasi Partinin değişmesi mümkün
olan Mahalli idareler yasasının alabileceği yeni şekli hakkında öneride
bulunması doğaldır.
Cumhuriyet
Başsavcılığının suçlama konusu yaptığı ve yukarıda belirtilen sözcükler ile
Öneriler Cumhuriyet Başsavcısının müvekkil siyasi Partinin kapatılması
konusundaki aşın istemini, ancak yeterli delilin elde bulunmamasının yarattığı
çaresizliği göstermektedir. Müvekkil Parti "Kürt" ve "Kürt
Halkı" deyimleri kullanıldığı için iş bu kapatma davası ile karşı
karşıyadır. Dünyada demokrasi barış ve insan hakları konusunda büyük gelişmeler
olmaktadır. Dünyada esen barış ve demokrasi rüzgarlarına Türkiye'nin kayıtsız
kalması mümkün değildir. Nitekim şimdiden bu esintiler kendini hissettirmeye
başlamış, Türkiye'de de kalıcı bir barış ortamının, gerçek bir demokrasinin
yerleşmesini ve insan haklan ihlallerine son verilmesi için birçok kişi ve
kuruluş ses vermeye başlamıştır. Bunun sonucunda, Özde kendilerini mevcut
düzeni korumakla görevli hisseden birçok siyasi kişi bu konulara eğilmek
zorunda kalmıştır. En tepe noktasında Cumhurbaşkanı, Kürt sorununun
tartışılması gerektiğim Federasyonun da tartışılabileceğini belirtmiş, Başbakan
Kürt realitesini kabul ettiğini beyan etmiş, başta koalisyon ortağı SHP olmak
üzere, birçok siyasi partide Kürt sorunu ve çözümü konusunda raporlar
hazırlamışlardır.
Türkiye'de
politika yapan ve sorumluluk hisseden müvekkil Siyasi Partinin Kürt sorunu
konusunda görüş ve düşünce açıklaması varlığının gereğidir. Aynı sorun müvekkil
partinin beyanlarını aşan bir boyutta başkalarınca tartışılırken onlar hakkında
herhangi bir işlemin yapılmaması, "ki doğru olan da budur" müvekkil
parti hakkında kapatılma davasının açılması çifte standarttır. Birine yasak
diğerine serbest mantığı bir hukuk ayıbıdır.
Siyasi
Partiler, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Ülke sorunları hakkında
düşüncelerini ve önerilerini özgürce açıklayıp gereğini yapabilmelidirler. Bunu
yapabildikleri sürece görevlerini yerine getirmiş olurlar. Siyasi Partilerin
savundukları görüşleri kamuoyuna açıkça ve çekinmeden sunmaları bu
düşüncelerine ve görüşlerine taraftar kazandırarak kendilerine iktidar yolunu
açmaları demokrasinin gereğidir. Siyasi Partiler bu işlevlerini zor ve baskıya
dayandırmadıkça ya da ihtilal yoluyla iktidara gelmeyi amaçlamadıkça Anayasal
ve hukuksal korunmadan yararlanmalıdırlar.
Mevcut,
antidemokratik ve toplumsal gerçekliğe ters düşen yasalara dahi aykırı olmayan
beyanlar nedeniyle müvekkil parti hakkında iş bu kapatılma davasının
açılmasının esas nedeni iddianamenin dayandığı mantıktır, iddianame, yetmiş
yıllık resmi ideolojinin yansıması ve savunulmasıdır. Dogmatizm temel alınarak
Anayasa'nın ideolojik bir belge olduğu vurgulanarak ulus, dil ve kültür gibi
sosyolojik gerçekler bu perspektif ile sınırları çizilerek buna aykırı düşünce
yasak sayılmıştır. Bu düşünce tarzının bariz kanıtı suçlamanın dayandığı
olguların zayıflığıdır, iddianamedeki Dogmatizm genel olmayıp "Türk
Irkı" esasına dayanmaktadır. Bu dogmatizm ifade edilirken ırk aleyhtarı
kavramlar kullanılarak demokratik bir düşünce biçimi verilmeye çalışılmıştır.
Oysa sosyolojik gerçekliğin yok sayılması ırkçılığın en ilkel biçimidir. Esasen
bu tutum iddiaya has değildir. Erkin temelini oluşturmaktadır. Erk,
çiftestandartlı ve çift mantık taşımaktadır. Gizlilik, hiyle-i şer, demogoji
gerçekleri saptırma, zayıfı ezme, kuvvetliye boş görünme güdüsü, fiziksel ve
düşünsel zor kullanma, zor ve şiddete karşıymış gibi görünme ey yaygın yöntem
olmaktadır. İddinamede belli bir otoriter-totaliterlik hakim olmakla birlikte,
hukuk devleti olma iddiası da elden bırakılmamaktadır. İddia makamı bir yandan
ırkçılık esasını yasal temellere dayandırmaya çalışmakta diğer yandan müvekkil
partinin ırkçılık aleyhtarı sosyolojik gerçekleri dile getirmesini ırkçılıkla
mahkum etmeye çalışmaktadır.
VI-
Cumhuriyet Başsavcılığı esas hakkındaki mütalaasında yeni beyan ve konuşmaları
Mahkemeye delil olarak sunmuştur. Mahkemeye sunulan bu yeni beyan ve
konuşmaların hiçbiri Müvekkil partiyi bağlayıcı beyanda bulunma yetkisine sahip
kişilere ait değildir. Bunlardan biri de delil olarak ibraz edilen eski Genel
Başkan Feridun YAZAR'ın Müvekkil partinin 19.09.1992 tarihinde yapılan 2.
olağanüstü kurultayındaki konuşmasıdır.
Eski
Genel Başkan Feridun YAZAR'ın bu konuşmasını kurultayda, Kurultay Divan
Başkanlığının oluşumundan sonra yapmıştır. Kurultayda Başkanlık divanı oluştuğu
anda Genel Başkanlığı son bulmuştur. Zira seçimli bir kurultay yapılmıştır.
Başkanlık divanının oluşumundan sonra kurultayda parti adına karar verme hakkı
sadece ve sadece Kurultaya aittir. Partinin Büyük Kurultayından başka yetkili
hiç bir organı kalmaz. Parti adına karar alma hakkı Başkanlık divanı
oluşumundan itibaren Kongre sonucuna kadar sadece Kurultaya aittir. Başkanlık
divanı oluşmadan önce konuşmuş olsa idi, Genel Başkan sıfatı ile konuşmuş
olacaktı oysa konuşma, Başkanlık divanının oluşumundan sonra yapılmıştır. Bu
konuşmayı Genel Başkan sıfatıyla değil, doğal delege olarak yapmıştır. Bu
açıdan da konuşmasının partiyi bağlayıcı yönü yoktur. Bu nedenle de Parti
aleyhine suçlayıcı bir delil olarak değerlendirilemez.
VII-
İddianamede Müvekkil parti Genel Merkezinde imzaya açıldığı belirtilen
16.04.1992 tarihli "Birleşmiş Milletler ve tüm uluslararası kurum ve
kuruluşlara Deklarasyondur" başlıklı metnin parti Genel Merkeziyle bir
ilgisi yoktur, îddia edildiği gibi Genel Sekreter Ahmet KARATAŞ bu bildiriye
Genel Sekreter olarak imza koymamıştır. Kendi adına imzalamıştır. Nitekim
imzalarken de Halkın Emek Partisi Genel Sekreteri ibaresi de yer almamıştır.
Bunun partiyi bağlayıcı bir yanı yoktur.
VIÜ-
Cumhuriyet Başsavcılığı ön savunmamızda belirttiğimiz uluslararası
sözleşmelerin dikkate alınmadan davanın açıldığı yolundaki savunmamıza karşı bu
sözleşmelerin işbu davanın açılmasına ve görülmesine engel olmadığı
gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca bu yoldaki savunmamız
"dava engeli" biçiminde algılanmıştır. Oysa savunmamızda belirtmek
istediğimiz husus, Cumhuriyet Başsavcılığının suçlama konusu yaptığı konuşma ve
beyanların uluslararası sözleşmeler ve hukukun genel İlkeleri karşısında
"Suçlama Konusu" yapılamayacağına ilişkindir. Konuşma ve beyanların
suç teşkil edip etmediğinin partiyi kapatma nedeni sayılıp sayılamıyacağının
değerlendirilmesinde uluslararası hukuk kuralları ile sözleşmelerin, göz önünde
bulundurulmadığı yolundadır.
Cumhuriyet
Başsavcılığı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin kendiliğinden bağlayıcı
nitelikte bulunmadığım belirmektedir. Başsavcılığın bu beyanım talihsizlik
sayıyoruz. Zira, bu bildirge kendiliğinden bağlayıcıdır ve imza koyan tüm
ülkeler buna uymak durumundadırlar. Aksi taktirde ciddi prestij sorunları ve
imzacı devletlerin saygınlığı sorunu ortaya çıkar.
Cumhuriyet
Başsavcılığınca ihmal edilen bu hususun Anayasa Mahkemesince göz önünde
bulundurularak giderileceği inancındayız.
IX-
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararların kesin olması sebebiyle Anayasa
Mahkemesi'nin ilk derece Mahkemelerinden farklı bir yorumla, hukukun genel
ilkelerini, uluslararası sözleşmeleri gözönünde bulundurarak yasaları uygulamak
durumundadır. Hukukun genel kuralları Anayasa Kurallarının da önünde gelir.
Ayrıca Anayasa Mahkemesi uluslararası hukuk kurallarını, Avrupa insan Hakları
Komisyonu ve Mahkemesinin vermiş olduğu kararları ve insan Haklarının ortak
değer olarak korunması gerektiğini, kararlarında gözönünde tutmak durumundadır.
Anayasa
Mahkemesi kararlı ile Türkiye'de tıkanma noktasında bulunan Demokratik düzenin
önünü açmalıdır. Siyasi Partiler Demokrasilerin vazgeçilmez unsurlarıdır.
Siyasi Partilerin kapatılmasına karar vermekle, Anayasa Mahkemesi demokratik
düzeni bizzati kendisi tıkamış olur. Oysa Anayasa Mahkemesinden beklenen Çağdaş
yorumlarla tıkanan demokratik düzenin önünü açmaktır.
X-
Özet olarak Halkın Emek Partisi, Sosyal hukuk devletinin ve demokratik sivil
bir refah toplumunun gerçekleşmesini amaçlayan, bununda Türk ve Kürt
halklarının eşitliği, kardeşliği, gönüllü birliği ile mümkün olacağına inanan
ve çalışmalarında hukuki çerçeve içinde kalmaya özen gösteren bir siyasi
partidir.
Halkın
Emek Partisi hakkında ileri sürülen iddiaların tamamı hukuki dayanaktan
yoksundur. Halkın Emek Partisi düzenin çizdiği sınırlan zorladığı için, düzenin
güdümüne girmediği için hukuki mesnetten yoksun, siyasi yönü ağırlıklı bir
karar sonucu olan bu kapatılma davası ile karşı karşıya kalmıştır.
Hukukun
genel ilkelerine ve uluslararası sözleşmelere göre müvekkil parti, "Kürt
Halkı" deyimini kullandığı için kapatılamaz.
Sayın
Mahkemenizin, Siyasi Partilerin kapatılmasının demokratikleşme sürecini
uzatmaktan başka bir işe yaramadığı gerçeğini gözönünde tutarak, özellikle
hukukun genel ilkelerine, demokrasinin evrensel kurallarına ve Türkiye'nin
imzaladığı uluslararası sözleşmelere dayanarak, hukuki mesnetten yoksun işbu
davayı reddedeceği inancındayız.
Sonuç
ve istem : Yukarıda anlatılan nedenlerle;
1-
İddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığı'na iadesine,
1.
İlgili bulunmayan kanıtların dosyadan çıkarılmasına
2.
"Bekletici Sorun Yapma" kararının verilmesine,
2.
Duruşma istemimizin kabulüne,
3.
Duruşma isteminin uygun görülmemesi halinde ilgileri nedeniyle Genel Başkan
Ahmet TÜRK ile eski Genel Başkanlar Fehmi IŞIKLAR ve Feridun YAZAR'ın sözlü
açıklamalarda bulunmaları için çağrılarak dinlenmelerine,
4.
Anayasa'ya aykırılık iddiamızın incelenerek, Siyasi Partiler Yasasının
iptaline,
5.
Davanın reddine karar verilmesini davalı parti adına vekaleten dileriz."
denilmektedir.
V-
DAVALI PARTİ TEMSİLCİLERİNİN SÖZLÜ AÇIKLAMALARI
1.3.1993
günü yapılan sözlü açıklamada, Davanın Evreleri Bölümünde belirtildiği üzere
Partiyi temsile yetkili olarak Parti Genel Başkanı Ahmet TÜRK ile Eski Genel
Başkan ve şimdiki davalı parti üyesi olan Feridun YAZAR dinlenilmiş, eski Genel
Başkan ve bugün için Davalı Partiyle bir hukuksal bağlantısı olmayan Fehmi
IŞIKLAR'ın salonda bulunduğu sırada Başkan tarafından söyleyecekleri varsa,
elinde belgeleri ve bilgileri varsa onları adı geçen temsilcilerin kendi
sunuşları içinde Mahkeme'ye sunabilecekleri bildirilmiştir ve bu husus sözlü
açıklama tamamlandığında da yinelenmiştir.
Sözlü
Açıklamada :
l-
HEP Genel Başkanı Ahmet TÜRK, aynen: "Bugün üçüncü yılını doldurmuş olan
Halkın Emek Partisiyle ilgili dava nedeniyle huzurunuzdayız. Halkın Emek
Partisi, kurulduğu günden beri Büyük bir Türkiye partisi olarak ortaya çıktı.
Amacı, Türkiye'deki sorunları irdelemek, amacı Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü
içinde sorunları ortaya koyarak, bugün olumsuzlukları ortadan kaldırmaktır.
Böyle bir anlayışla Halkın Emek Partisi yola çıktı. Ve bugünkü Parti
söylevlerimizde yaptığımız bütün konuşmalarımızda, barışçıl yöntemleri öne
çıkararak, olayı Türkiye kamuoyuna yansıtmaya çalıştım.
Bir
siyasi parti, elbette ki düşüncelerini kamuoyuna yansıtmak için uğraşır,
özlediği bir düzeni, bir anlayışın egemen olması için özlediği bir anlayışın
Türkiye'de egemen olması isteminde bulunur ve bu şekilde de Hükümet olmayı,
iktidar olmayı ve düşlediği, hayal ettiği bir anlayışı gerçekleştirmek için
yola koyulur. Bunu yaparken, elbette ki bugünkü yasalara uygun bir çalışma
içinde olmayı da hedefler ve bugüne kadar yapılan çalışmalar da bunu
göstermektedir.
Bazı
söylemlerimizde, suç sayıldığı iddia edilen bir iki noktaya değinmek istiyorum.
Biz, Türkiye'de Türkiye'nin bölünmez bütünlüğü içinde ve anlayışı içinde
olayları gündeme getirdik, sorunları getirdik, tartıştık. Bugün Türkiye'de
birçok sorun var. Bu sorunların başında bir Kürt sorunu var. Bu, bir
Türkiye'nin gerçeğidir. Kürt sorununu, Halkın Emek Partisi yaratmadı, böyle bir
sorunu bir yerden alıp işlemedi. Var olan bir gerçeği ortaya koydu ve bu
sorunun çözümü için barışçıl yöntemleri öne çıkardı; böyle bir anlayışla Kürt
sorununu aldık.
Bu
Kürt sorunu, sadece Halkın Emek Partisi de ele alıp işlemiş, bir sorun değil.
Sayın Başbakan, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı", Türkiye'de bir Kürt
realitesi vardır" diyor. Sayın Cumhurbaşkanı Özal, "federasyon dahi
tartışılmalıdır" diyor. Sosyaldemokrat Halkçı Parti, "Kürt sorunuyla
ilgili geniş bir rapor hazırlıyor. Yine ANAP milletvekili rahmetli Kahveci de,
Kürt sorunuyla ilgili bir rapor hazırlıyor. Yani, ortada bir Kürt sorununun
olduğunu herkes söylüyor. Ki, Halkın Emek Partisi de bunu söylemiş ve bu
sorunu, Türkiye'nin birliği, bütünlüğü içinde insanların eşit, özgür bir
temelde ele alıp irdelenmesini istemiş sadece. Sorunlar ancak bu şekilde
çözümlenir inancıyla yola çıkmış. Bugün yaşanan kan ve gözyaşı, olayları
açarsak, tartışırsak, hoşgörü ortamını yaratırsak, bütün bu olumsuzluklar
ortadan kalkar inancıyla olayları ele almış, yorumlamış ve bu şekilde de
düşüncelerini ortaya koymuş.
Şimdi,
Sayın Özal, "federasyon dahi tartışılmalıdır", Sayın Başbakan,
"Kürt realitesini ve Kürt gerçeği üzerinde "söylemleri vardır,
raporlar hazırlanıyor. Peki, o zaman bir Kürt olayı var ve Kürt halkı denildiği
zaman da suç olunuyor Anayasamıza göre. O zaman, Kürt realitesi demekle, bir
Kürt halkının varlığını Sayın Demirci'de, Sayın Özal'da, diğer siyasi partiler
de söylüyor; o zaman bütün siyasi partileri kapatmamız gerekiyor, yani olaya
böyle bakmak. . .
Şimdi
ben şunu sormak istiyorum: Sayın Başbakana sorarsam, inanıyorum ki, benim
ailemden veyahut ailemle bütünleşmiş akrabalaşmış birisinin de Kürtlüğü var ve
sayın üyelere sorarsam, birçoğunun ailesinde bir Kürt kökeni gibi bir şey
bulunur bir çoğumuzda. O zaman benim ailemde var, "ben Kürt'üm diyorsam,
bir başkasının ailesinde varsa, onbinlerce insan oluyorsa, bu bir halktır. Bu
bir gerçektir. Biz sadece bu gerçeği ortaya koyduk; ama Türkiye'de insanların
birlikte yaşamasını da önemsedik ve bu konuda da bütün açıklamalarımızda
sorunları ortaya koyduk, ama Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü içinde, herkesin
özgür ve eşit olacağı bir temelde olayları ele aldık, yorumladık ve böyle bir
anlayışla, bir siyasi partinin çalışmalarına önayak olduk.
Şimdi
ben, ikinci bölüme geçmek istiyorum: 1982 Anayasası ve 1982 Anayasası'nda bazı
kelimelerin, söylemlerin suç olduğu söylenmekte; kabul ediyorum, doğrudur.
Ancak,
1982 Anayasası'nın baktığımızda, bugün 10 siyasi parti liderinin yaptığı bir
toplantıdaki zabıtlar var. Başlangıç kısmında ve Anayasanın tamamının değişmesi
gerekir bir anlayış egemen Türkiye'de. Ve hepsi diyor: "Bu Anayasa
değişmelidir". Başlangıç bölümünde, halkın çağrısı üzerine 1980 12
Eylülünü yaratan silahlı kuvvetler, halkın çağrısı üzerine 12 Eylül darbesini
gerçekleştirmiş ve oluşmuş olan Danışma Meclisi çalışmaları sonucunda, yine
Milli Güvenlik Konseyinin onayıyla bir Anayasa oluşmuş ve bugün ülkedeki 10
siyasi parti böyle bir anlayış olmaz. . . Ne zaman halk böyle bir çağrı
yapıldı, böyle bir Anayasa yapıldı ve bu Anayasanın halkımıza, insanımıza
yetmediğini ortaya koymuş, çok açık bir şekilde bunu dile getirmişlerdir.
Sayın
Başkan, sendikalarla ilgili 52. maddeye bakalım, İşçi sendikaları siyaset
yapamazlar, üretemezler, siyasi çalışma içinde olamazlar deniyor. Fakat
bakıyoruz bugün; siyasi toplantılar da yapıyor, düşüncelerini de ortaya
koyuyor, siyasi parti genel başkanları gidiyor, toplantılarına katılıyor, hatta
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı gidiyor, orada konuşmalar yapıyor,
anlayışlarını ortaya koyuyor ve onlardan sempati bekliyor, destek arıyor. O
zaman bütün siyasi partiler, bugün bir Anayasa suçu işlemektedir.
Şunu
söylemek istiyorum: Bu Anayasa, Cumhurbaşkanı'nın siyasi partilerin
davranışlarıyla, söylemleriyle delik deşik edilmiş. Şimdi bir elek olarak ele
alalım, bunun içine su koyuyoruz, altı delik, bütün su süzülüyor, dökülüyor
yere, Halkın Emek Partisiyle ilgili eleğin içinde o suyu tutalım deniliyor.
Eğer,
bugün 1982 Anayasasına göre Halkın Emek Partisi suç işlemişse ve kapatılması
gerekiyorsa, inanın ki diğer siyasi partiler de aynı davranış içinde
olmuşlardır. O zaman bu olay, sadece bir hukuki sorun olmaktan çıkıyor, bir
siyasal sorun olarak önümüzde duruyor. Ben özellikle bunu ifade etmek
istiyorum.
Sayın
Başkan, zaten yaptığımız savunmada, konuşmalarla ilgili birçok söylem var.
Başta da ifade ettiğim gibi, arz ettiğim gibi, sorunlar ortaya koyuluyor, ama
bütün konuşmaların özünde ve içeriğinde Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü içinde
olayları ele alın, yorumladığımızı ifade ettik. Ancak, zaman zaman, birçok
siyasi partinin toplantılarında merkezin ve yönetimin anlayışı dışında bazı
sloganların atıldığı, bazı durumların geliştiği bir gerçektir.
Ben
Dördüncü Dönem milletvekiliyim; daha önce CHP içinde bulundum, SHP içinde
bulundum, onların toplantılarında kurultaylarında da, işte, "halklara
özgürlük" buna benzer birçok slogan atıldı. Halkın Emek Partisinde de bu
yaşandı.
Şimdi
elinizde bir bant var; dikkatle izlendiği zaman burada 250 kişilik bir
delegasyon var, 250 kişilik delegasyon bölümünden en ufak bir şey yok; ama, 6
bin insan salonda ve bugün 6 bin insan gelip izleyen insanlar arasında zaman
zaman slogan atıldığı doğrudur ve divan, her zaman uyarısını yapmış, uyarıda
bulunmuş ve slogan atılmamasını istemiştir.
Şimdi
bir kurultayda, bir partinin toplantısında 7 bin insanın katıldığı bir
toplantıda "neden slogan atıldı'" gibi bir anlayışla bir siyasi parti
kapatılıyorsa, bence bu da çok büyük yanlışlık olur.
Yine
iddianın zaman zaman Halkın Emek Partisinin başka illegal bir anlayışla organik
bağı olduğu iddiası var. Biz bütün açıklamalarımızda şunu çok açık bir şekilde
ifade ettik; Halkın Emek Partisi özgür iradesiyle kurulmuş olan bir parti,
kimseyle hiçbir organik bağı yoktur ve biz bugün bu demokrasi mücadelesini bu
alanda yararlı olacağına, halkımıza yarar getireceğine inanmasaydık bugün burda
olmazdık, Parlementoda olmazdık, siyasi parti oluşturmazdık. Zaten siyasi parti
oluşturduğumuz zaman biraz tarihi dayatmalar, gerçekler bizi bu noktaya
getirdi. Bir konferansa katıldık, ihraç edildik ve bir arayış içinde,
kendiliğinden gelişen bir siyasî parti olayı; şimdi burada başka bir zeminle
veyahut başka bir anlayışla bütünleştirerek Halkın Emek Partisi başka bir
partinin yan kolu gibi gösterme iddiaları gerçek dışıdır. Ama, bazı gerçekler
var, bugün özellikle Doğu ve Güneydoğuda bir olağanüstü hal var, uygulamalar
var, haksız baskıcı bir anlayış var, egemendir.
Eğer,
izin verirseniz birçok örneğiyle bunu ortaya koymak istiyorum ki, çok kısa bir
zamanda bundan bir hafta önce benim ilçemde, Derik'in Dumanlı köyünde 9 kişi
öldürüldü ve TRT'den açıklama yapıldı, işte "silahlı çatışma sonucunda 9
PKK militanı öldürüldü" diye bir açıklama çıktı. Benim ilçem ve tanıdığım
köy olduğu için sordum; ölenlerin 5'i bir aileden, bir baba, kızı, iki oğlu ve
yeğeni; köyde oturan sakinler. Şimdi ben bir milletvekili olarak bir insan
olarak bunun yanlış olduğunu söylüyorsam, "Bu yanlıştır, bu, böyle
değildir" dediğim zaman, PKK'lı oluyorsam o zaman yapacağım hiçbir şey
yok. Bir haksızlık olduğu zaman köyler yakılıyor, insanlar göçe zorlanıyor, ben
bu gerçekleri söylediğim zaman eğer, birileri beni PKK'lı gösteriyorsa, bu da
yanlıştır.
Şimdi,
Halkın Emek Partisi'nin PKK ile olan organik bağının nedeni, kurulmak istenen
bağın nedeni buradandır. Çünkü, orada olumsuzluklar var, orada hukuk dışı
uygulamalar var. Bakınız, bir yıl içinde 620 faili meçhul cinayet; ben, bunlar
karşısında suskun kalamam; insanların yaşamına son veriliyor, bir siyasi parti
olarak bir insan olarak bunları ortaya koymaya çalışıyorum, ama Sayın içişleri
Bakanı veya Hükümet veyahut siyasal anlayışlar veya birileri, "efendim
zaten siz bellisiniz, siz bunun için savunuyorsunuz" diyorsa, o zaman yapacak
bir şey kalmıyor.
Şunu
söylemek istiyorum; biz, gerçekleri bu olumsuzlukları dile getirdiğimiz için
rahatsızlık duyuluyor ve biîinçü olarak bir başka siyasi partiyle bağımızın
olduğu iddia ediliyor; kesinlikle bunu reddediyoruz ve bugüne kadar bütün
çalışmalarımızda gerçekten Halkın Emek Partisi insanları özgür iradesiyle
politika üretmiş Türkiye'nin gerçeklerini ortaya koymuş bir parti. Bunu, bütün
samimiyetimizle söylüyoruz ve her zaman söyledik; "Türkiye'nin tamamı
bizimdir" demişiz, Hakkari'den Edirne'ye kadar binlerce yıl bir arada
yaşamışız, binlerce yıl bir arada yaşayabiliriz; ama, insan onuruna yakışır bir
anlayışla. Bizim yaptığımız bu çalışmalar Türkiye'yi bölme değil,
bütünleştirmedir, bu ayırışma politikası değil, bütünleşme politikasıdır.
Aslında burada hizmeti veren biziz; çünkü, gerçekleri görüyoruz.
Sayın
Başkanım, şimdi ben başka bir konuya değinmek istiyorum. Bugün Türkiye birçok
uluslararası sözleşmeleri imzalamış, bir taahhüt altına girmiş. Bakın, Paris
Şartının 11. maddesi, "Bir ülke, kendi ülkesinde yaşayan halkların
kültürlerini geliştirmeye mecburdur, yardım eder" diyor. Yine İnsan
Hakları Uluslararası Sözleşmesi ve buna benzer birçok sözleşmelerde bazı
taahhütler altına girmiş.
Şimdi
biz ne istiyoruz; biz gerçekten Türkiye'nin uluslararası imzaladığı
sözleşmelere uygun bir anlayışı geliştirsin ve bütün insanlarına hoşgörü içinde
sevgiyle yaklaşsın diyoruz; bizim isteğimiz budur.
Burada
Atatürk'ün bazı söylemleri var, bakınız burada 30. sayfada ne diyor;
"Hududu milli olmak üzere tespit edilmiştir, fakat, bu hudut dahilinde
taahhüt edilmesin ki, anasıri islamiyede yalnız bir cins millet vardır. Bu
hududu dahilinde Türk vardır, Çerkez vardır, Kürt vardır, bu anasın saire
islamiye vardır; işte bu hudut menzuc bir halde yaşayan bütün maksatlarını,
bütün manasıyla tevhit etmiş olan kardeş milletlerin bir bütünüdür."
Bizim
anlayışımız bu; bunu ortaya koymak istiyoruz. Yine söylemlerde 196. sayfaya
bakıyoruz; "Sureti umumiyede prensip şudurki, hududu milli olarak
çizdiğimiz daire dahilinde yaşayan anası muhtelefi islamiye yek değerine karşı
ırkı, muhiti, ahlakı bütün hukukunu riayetkar öz kardeştir. Binaenaleyh,
onların arzulan hilafında bir şey yapmaya biz de razı olmayız. Bizce kati
olarak muayyen olan bir şey varsa o da hududu milli dahilinde Kürt, Türk, Laz,
Çerkez vesair bütün bu islam unsurlar müşterekül menfaattir" diyor.
"Beraber çalışmaya karar vermişlerdir. Yoksa hiçbir vakit başka bir
noktayı nazarı yoktur, arzui vicdani ile uhudvetkarane ve dindarane bir vahdet
vardır. Yani birbirine karşı saygıyı, temelinde bir birlik vardı, bu kimsenin
inkarı anlamına gelmez.
Şimdi,
Anayasada bir gerçeği inkar ediyorsa, bir Kürt olayını inkar ediyorsa, bir Kürt
olayını inkar ediyorsa, bunu inkar etmekle Kürtler yok olmaz,
"vardır" demekle de Kürtler var olmaz. Şimdi burada yargılandığımız
zaman zaman işte "Kürtler vardır, Kürt halkı vardır" dediğimiz
içindir. Yani, bugün Türkiye bir ırk devleti değildir, böyle görmüyoruz kabul
etmiyoruz. Bu bir anlayıştır; ama, bu insanlar birlikte bir hedefe doğru
yönelmişler ve birlikte yaşamayı kararlaştırmışlar.
Bugün
Almanya'ya bakıyoruz, bir ırk devleti; ama, bir federal yapı vardır, tek ırktan
olmasına rağmen bir federal yapı vardır, sorunlarını 100 milyonluk Almanya'yı
bu şekilde yöneteceklerine inanmışlardır.
Bir
üniter yapı içinde olan bir Belçika'ya bakalım Sayın Başkamın; bir üniter
devlettir, ama, orada Flemenkler vardır, Volenler vardır; onun da dili
kullanılıyor, Flemenklerin de, Volenlerin de. Ama, bir üniter devlettir. Kimse,
"Belçika bölünecek; Flemenk var, Volen var" diye bir kaygısı yok.
Bugün birlikte Belçika'nın büyümesi, yaşaması için her insan kendi görevini
yapıyor. Biz böyle bir Türkiye düşlüyoruz, böyle bir Türkiye istiyoruz"
demiştir.
2-
Feridun YAZAR (Eski Parti Genel Başkanı ve Halen Parti üyesi aynen),
"-Sayın Başkanım, gerçekten Türkiye tarihinde çok önemli olan bir davanın
görülmesinde sizlerle birlikte bu davada katkımız olabilirse, ışık tutabilirsek
kendimizi mutlu hissedeceğiz. Ben hukukçu olduğum için olaya daha çok hukuk
açısından bakmaya çalışacağım ve siyasi anlamda da Sayın Genel Başkanım Ahmet
Türk'ün açık bıraktığı veyahut da benim değinmediği diye tespit ettiğim
konulara değinmeye çalışacağım.
İddianameye
baktığımda şunları görüyorum; iki esas nedenden dolayı davanın açıldığını
tespit ettim. Biri, yasa dışı mihrakların merkezi haline dönüştüğü iddiası var.
Halkın Emek Partisinin; biri de, "Kürt halkı vardır" diyerek milli
birliği bozucu bir politika izlediği iddiası nedeniyle dava açılmış bulunuyor.
Sayın
Türk de, açıkladılar; ben önce Kürt halkı açısından bakmaya çalışacağım,
"Kürt halkı vardır, yoktur." Yazılı savunmamda da açıklamıştım,
tarihi çok uzundur oraya girmek istemiyorum; ancak, Meclis gizli zabıtlarına
baktığımızda Şubat 1922 tarihinde Atatürk Elcezire Komutanına bir telgraf çekerek,
bir talimatname göndererek orada bir Kürdistan eyaleti otonomisinin
oluşturulması talimatını verir halen şu andaki mevcut zabıtlarda hazır,
bulunuyor. Onun dışında, 1922 yılında Lozan antlaşmaları görüşmeleri devam
ederken, yine gizli zabıtlarda rastlamadık ama bir tarihçi araştırmanın
kitabında yakaladık onu, 19 veya 18 maddelik bir Kürdistan eyaleti ve
meclisinin araştırılması, kurulması için talimatlar verir.
Bunları
şunun için söylemek istiyorum; Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı çok önemlidir bizim
açımızdan. Türkiye'de bunun anlaşılması gerekir. Gerçekten Atatürk'ün
milliyetçilik anlayışı Türk halkının dışındaki bütün halkları inkar etmek
midir, yoksa daha sonradan mı böyle dönüştürülmüştür' 1921 Anayasasına
bakıyoruz; orada hiçbir "Türk" kelimesine rastlamıyoruz, bir
"Kürt" kelimesine de rastlamıyoruz, bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti
vardır ve çok kısa ana hatlarıyla belirlenmiştir. Ancak, 1924 Anayasasına
geldiğimiz zaman; 1924 Anayasasında ilk defa şuna rastlıyoruz: Türkiye'de yalnız
Türklerin yaşadığını ve diğer halkların artık kabul edilmez tavır, bir anlayış
içerisine girildiğini görüyoruz.
İşte,
1924 Anayasasındaki bence bir anlayışın sonucudur ki, bir Şeyh Sait isyanı
çıkmıştır, 1927-1930 yıllarına kadar Ağrı isyanları çıkmış, 1937/1938'de Dersim
Olayları olmuştur ve bunların hepsi tarihimizde insanlarımızın Türkiye'de
yaşayan bütün toplumun tüm insanların acı günleridir ve biz bu acı günlerin bir
daha Türkiye toplumunda yaşanmasından yana değiliz.
Uzun
yıllar politika yaptım ben de 1980 öncesi Urfa Belediye Başkanı idim ve
Cumhuriyet Halk Partisinde idim. Ancak, öyle bir anlayış Türkiye'de egemen idi
ki 1979'da, "ben Kürdüm" dediğim için silahlı saldırıya uğrayarak
hayatımı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya geldim; fakat, hala beni vuran
kişiler tespit edilemedi.
Bunu
niçin anlatmaya çalıştığımı söyleyeyim; o gün de Türk milliyetçiliği, Türk
ırkçılığının ileriye çıkışı vardı, ülkü ocakları vardı, işte onlar tarafından
işlenen bir eylemdi; ama bunun sonrasında 12 Eylül geldi. Etki-tepki meselesidir;
bu bir doğa kanunudur; bir şeye etki edildiği zaman tepkisinin çıkacağı gayet
doğaldır. Bir asimilasyon hareketi, Kürtleri inkar eden bir politika 1930'lu
yıllardan sonra, 24'den sonra çok büyük bir şekilde işletilmeye çalıştı. Tek
parti döneminde çalışıldı, 1950'den sonra çalışıldı, Ben, çocukluğumda
ilkokulda okurken hatırlıyorum "Vatandaş Türkçe konuş" gibi resmi
dairelere ve Urfa'da caddelerin her tarafında asılan pankartlarla karşılaştık.
Ama bunun yanında, devlet, herhangi bir varlık da bu asimilasyonu başarıya
götürecek Bir varlık da gösteremedi; çünkü, bu, doğanın yasasına ters bir
olaydı. Yani, insanlar eğer bir dil öğrenmişlerse, bir halktan geliyorlarsa,
bir kökenden geliyorlarsa, bunun dilinin de olması gayet doğaldır. Bu nedenle,
bu asimilasyon hareketiyle de Kürt sorununun çözülemediği ve bugün geldiğimiz
bu noktada bunu bu yüksek mahkemede tartışmanın da açıkça ifade ettiğini
belirtmek istiyorum.
1961
yılından sonra dünya giderek gelişmeye başladı ve 1961 Anayasası'da gerçekten
çağdaş dünyaya daha açık bir Anayasaydı ve sol, dünyadaki solun gelişmesiyle
birlikte birçok milliyetçi hareketlerin Ortadoğu ve Afrika'da gelişmesi
elbet-teki Kürt insanının da kendi kimliğini, kendi onurunu yaşama ve arama
gibi bir eğilimin içerisine sokmuş oldu. işte o yıllarda üniversitede
öğrenciydik. Ben hayatım boyunca hiçbir zaman, -kişisel yargılama yapmıyorum,
ama kişisel düşüncemi de söylemekten vazgecmiyeceğim- silah ve şiddete taraftar
olmadım ve partimde bir tek kişinin de buna taraftar olduğuna inanmıyorum.
Olabilir, her siyasi partinin içinde çok çeşitli unsurlar olabilir. Bugün PKK
eğer Türkiye'nin içerisinden çıkmışsa, bunun suçunu o zaman devlette aramak
lazım. Eğer PKK veya başka şiddet, silah kullanan, yöntemini kullanan örgütte
bir başka partinin içerisine girmişse, bunu devletin temelinde olan bozukluktan
veya düzen değişikliğinden, hangi düzende yeşerdiğine bakmak lazım. Yoksa, onu
tutup bir siyasi partinin içerisine sıkıştırmak ve onu bu parti yaptı gibi
göstermek mümkün değildir.
Demeçlerimiz
ortada Sayın iddianameyi hazırlayan cumhuriyet savcısı da çok açık şekilde
belirlemiş. Biz hiçbir zaman Türkiye'de bir bölünme islemedik. Son kurultay
konuşmamda açıkça şunu söyledim; Türkiye'nin her karış toprağı bizimdir. Çünkü,
bu Cumhuriyetin kuruluşunda atalarımız kan dökmüşlerdir. Benim bizzat babam
dedem de çarpışmıştır ve sanının burada babası dedesi çarpışmayan hiç kimse
yoktur; ama bir şey vardı, burada kendi kimliğimizle yaşamak istiyoruz., kendi
kültürümüzle; Kürtlerin, Türklerin, Çerkezlerin de kim olursa olsun herkesin
kendisini kimliğiyle ifade edebileceği, ama bunu silah zoruyla değil, bunu
anlayışlı, hukuk normlarına, anlaşmalara ve politik dayanışmalara, yeni
fikirler, yeni düzenler üretmeye bağlı olduğuna inanıyoruz.
Bakıyoruz
dünyanın hiçbir yerinde bu şekilde şiddet eylemleriyle sonuca gidilmiş
değildir. Sonuçta böyle şeyler her iki tarafa da zarar vermiştir. Biz,
bağımsızlık isteyen insanlar da olabilir, başka türlü düşünenler de olabilir;
ama bu , Halkın Emek Partisinin dışındaki görüşlerdir. Halkın Emek Partisi,
Türkiye'yi bölmeden, Türkiye'deki kendi etnik yapısıyla, kendi kimliğiyle
yaşayan insanların özgürce yaşama ortamını sağlamaya çalışıyor ve bunun da
kendisine en büyük destek ve esasını da şuna dayandırıyor; doğa hukukuna, doğa
hukukundan sonra uluslararası ortak hukuk kurallarına ve bunlara göre
düzenlenmiş bulunan iç hukuka göredir. Bugünkü Anayasaya baktığımızda,
elbetteki Türkiye'de Kürt vardır demek, Çerkez vardır demek, başka şeyler de
söylemek belki ilk bakışta görünüşte somut bir şekilde hemen ters gelebiliyor;
ama bugün, Sayın Başkanın da belirttiği gibi, bir Anayasanın artık
çağdaşlaşması söz konusu, bir anayasanın değişmesi söz konusu ve bir Avrupa
Topluluğu kuruluyor, Avrupa'da devletler üstü bir hukuk sistemi oluşuyor,
ulusal devletler üstünde devletler sistemi oluşuyor ve dünyanın siyasi ve
ekonomik entegrasyona uğradığı bir dönemde Türkiye hâlâ içinde bir Kürt
sorununu tartışarak, bir Kürt sorununu çözümleyemeyerek bunlara ayak uydurması
çok zor olacaktır ve ayak uydurmadığı zaman bu çağdaşlaşan, durmadan gelişen
dünyaya yaklaşmadığı sürece de sürekli olarak insanlarına arzu ettiği düzeni
vermesi mümkün değildir.
Biz,
bu nedenle, bu partide sürekli olarak bunu tartıştık ve bunu insanlarımıza
anlatmaya çalıştık; ama bu ara kurultaylarımızda gelip slogan atanlar da oldu;
kurultaylarımızda, bizim düşüncelerimize, partimizin programına,
düşüncelerimize uygun olmayan sloganlar da atılmıştır, tavırlar da olmuştur;
ama bunu bize mal etmek, bunu biz yapıyoruz ve onları bizim düşüncemizmiş gibi
gösterilmesi, yasa tarafından bağlılığı ayrı bir konu, bağlayıp bağlamaması,
ayrıca Türkiye'deki gelişen olaylar açısından da bizim gerçekten böyle bir
düşünceye sahip olmamız söz konusu değildir. Çünkü, biz, Türkiye'deki toplumunun
tümünün partisi olmaya gayret ettik ve şimdi de iddia ediyorum, diyorum ki,
biz, Türkiye'de 60 milyon insan varsa, 60 milyon insanın partisiyiz. Hiçbir
zaman 60 milyon insandan bir tane insanın ne hakkına bir halel gelmesini
istiyoruz, ne de herhangi bir ezikliğine izin vermek istiyoruz ve bunun için
bir düzen kurmaya çalışıyoruz. Bu düzeni kurarken, siyasi partilerin
görevlerinin de bilincinde olarak hareket etmeye çalışıyoruz.
Siyasi
partiler açık ve hepiniz tarafından benden çok daha iyi taktir edilir ki, bir
devletin düzenini kendi düşüncesi doğrultusunda iktidara geldiğinde değiştirmek
üzere programlar yapar. Ama bunu yaparken, ana kurallara da bağlı kalır. Bu ana
kurallar, işte entegrasyona uğrayan Avrupa ve uluslararası hukuk normlarına
uygun olanlardır, çünkü doğal olarak da bu Anayasanın, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası'nın da onlara uygun olması gerektiğini görüşünü savunuyor. Ben,
Türkiye'deki Anayasa'nın şu andaki yapısını şöyle benzetiyorum; 15 yaşında veya
17-10 yaşındaki bir genç delikanlının giydiği ceketi 40 yaşındaki bir insana
giydirmeye benzetiyorum; yani, toplumun gelişmesine ayak uyduracak bir Anayasa
değil, toplumun ihtiyaçlarına, bugünkü Türkiye sorunlarına cevap verebilecek ve
onu tümüyle çözebilecek bir anlayışın içinde de değildir. Bu nedenle de
değiştirilmesi isteniyor ve biz, bu değiştirilirken de bu düşüncelerimizin de
bu Anayasada yer alabilmesi için Parlamento düzeyinde, politika düzeyinde de
gerekli mücadeleyi vermeye çalışıyoruz.
Sayın
Başkanım, değerli üyeler; gerçekten tarihi bir görevle karşı karşıya
bulunuyoruz. Halkın Emek Partisi'nin kapatılması hukuk açısından Anayasaya ve
Siyasi Partiler Yasası'na uygunluğu açısından belki çok büyük bir problem
yaratmayabilir. Bir partidir taktir edersiniz buna aykırıdır der kapatırsınız veya
onu yorumlayarak da gelişecek olan dünya ve Türkiye koşullarına değişmesi
gereken Anayasa koşullarına göre de yorumlayarak Türkiye'nin gerçekleri
ışığında değerlendirilebilir. Bu da Sayın Heyetin taktirindedir.
Ancak,
daha önce şunu gördük; Türkiye'de çok parti kapatıldı 4 tane parti kapatıldı;
Hatırladığım kadarıyla Türkiye Emek Partisi, İşçi Partisi, Sosyalist Parti ve
Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve hepsi de Kürt sorununa yer verdiği için
kapatılmış oldu Ama görüyoruz ki, bunların kapatılmasından sonra Türkiye'de
Kürt sorunu yine yok olmuyor, çözülemiyor da. Bur partinin bundan bahsetmesi
gerekiyor. Bir kesim insanların buna çözüm getirmesi gerekiyor. Bu da siyasi
partiler olabilir, demokratik kuruluşlar olabilir ve başka kurum ve kuruluşlar,
kendini sorumlu hisseden kurum ve kuruluşlar olabilir. Biz, bu sorumluluğun
bilincinde olan bir siyasi partiyiz ve Türkiye'deki bu sorunun demokratik
yollarla çözülmesi, Türkiye bütünlüğü içerisinde çözülmesinden yanayız. Bu
nasıl bir sistemle olur' Herkes birşey söyleyebilir, bizim dışımızda bazı
insanlar çıkıp bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulmasını da isteyebilirler,
federasyon isteyebilirler, otonomi isteyebilirler, ama, biz, bütün bunların
dışında önce bu meselenin detaylarıyla tartışılmasından yanayız ve sürekli
olarak topluma bunu vermeye çalıştım.
Bizim
Kürt sorunu şöyle çözülsün diye net bir öneri bugüne kadar partimizde ileri
sürülmemiştir. Niçin sürülmemiştir' Yasalar müsait olmadığı için sürülmemiştir.
Belki de henüz toplum bu konuda netleşmediği için ileriye sürülememiştir.
Çünkü, çok kişi Kürt sorununu değişik açılardan görüyor, dış kaynaklıdır,
şudur, budur, Avrupa destekliyor, Amerika destekliyor; herkesin kendine göre
görüşleri olabilir, doğruluğu yanlışlığı bizi ilgilendirmiyor, onu herkes
taktir eder; ancak, bizi ilgilendiren çok önemli sorun, bu devletin topraklan
içerisinde, ülkenin içerisinde yaşayan insanlarımızın bir kısmının Kürt olduğu,
Kürtçe konuştuğu, bir dile sahip olduğu ve bunu da bu devletin kurucuları
tarafından da açıkça ifade edildiğidir. Öyle toplum birbirine karışmıştır ki,
bugün doğu ve güneydoğu bölgesinde yaşayan 5 milyon insan -ben tahmini rakamlar
söylüyorum, bunlar araştırılmış değil, sadece beylik rakam olsun diye söylüyorum
- eğer orada Kürt diye yaşıyorsa, bana öyle geliyor ki 10 milyona yalan insanı
da batıda yaşıyor. Bu insanları belki birbirinden ayırmak ne kadar mümkündür,
herkesin kendi anlayışına göre değişebilir; ama, ben, insanlarımızın bir
ayrılma duygusu içinde olduğuna da inanmıyorum; ne Kürtün Türkten ayrılmaya, ne
de Türkün Kürtten ayrılmaya herhangi bir niyet ve görüşüne ben rastlamadım; ama
Kürtlerin de bu çağdaşlaşan dünyada çağdaş konumda artık kendi kimlik ve
kültürleriyle bu devletin içinde ifade edebileceklerini ve yaşamak
istediklerini de açıkça ortadadır.
Örnek
bir anı olsun diye söyleyeyim; Sayın Türkeş ile ben genel başkanlık sırasında
siyasi görüşmeye gittiğimde bana şunu söylemiştir; "Türkiye'de Türk
milliyetçiliğinin en sert insanı olarak bilinen Sayın Türkeş dedi ki;
"Benim kızkardeşimin beyi de eniştem de Kurttur ve benim yeğenlerim
Kurttur. Biz, onun için Kürtlerle kardeş gibi yaşıyoruz. Bu silahlı mücadele
farklıdır, ama demokratik yönden bazı şeyler düşünülmesi gerekir."
Türkiye'nin
bütün toplumunda, her alanda bu sorun artık tartışılmaya başlıyor ve Sayın
Başkanım, benim, Sayın Mahkeme Heyetinden özellikle sadece arzu ve istem
olabilir, istirham olabilir, lütfen bu yolun, bu sorunun kapısının açılması
için gayret sarfedilmesinden yanayım, insanların ölmeyeceği, Türkiye'deki bütün
insanların artık sokakta rahat yürüyebileceği İnsanların fikir ve
düşüncelerinin çok rahat söylenebileceği ve herkesin hiçbir sopaya bir yumruğa
bile başvurmayacağı bir düzeni açık ve net bir biçimde kurabilmenin yolu, Kürt
sorunun, Kürt olayının demokratik yollarla çözümüne bağlıdır. Bu da Kürt
halkının varlığının kabulünden geçer.
Kürt
halkının varlığının kabulü, çözümünü tartışmaya getirecektir. Bu kabul
edilmedikçe, bu insanlar tarafından benimsenmedikçe, bunun çözümü
tartışılamadığı zaman, demokratik yollar tıkandığı zaman başvurulacak metodun
silahlı ve insanlara acı çektiren, insanların ölümüne neden olan yöntemler
olduğu da bütün dünyada açıkça ortadadır.
Halkın
Emek Partisinin kapatılması, Kürt sorununa ve Türkiye'de Kürt sorununun
çözümüne katkı değil, katkısızlık ve çözümsüzlük getireceği inancındayım. Bunun
için, Halkın Emek Partisinin bu sorununun kamuoyunda tartışılmasına izin
verilmelidir. Bunun tartışılmasına müsaade edilmelidir. Anayasa Mahkemesi,
diğer nonnai mahkemelerimizin ötesinde bir göreve sahiptir. Vereceği kararlar
Anayasadaki maddeler kadar geçerlidir, onlar kadar toplum tarafından benimsenen
bir karar organı olarak düşünülür ve beni af ederseniz, kişisel görüşüm olarak
söylüyorum; biraz da çok hukuktan hukukçu hukuku uyguladığı kadar, biraz da
dünyanın ve Türkiye'nin gelişen siyasi durumuna göre de karar vermesi gereken
bir organ olduğu düşüncesindeyim, bir mahkeme olduğu düşüncesindeyim. Çünkü,
yargılanan şey Anayasayla olan bağlantıdır ve anayasalar zaten siyasi bir
belirlemedir. Onun için, kararın, salt hukuk açısından değil, bütün bu
gelişmeler göz önüne alınarak, Türkiye'nin yarını düşünülerek, dünyanın
geleceği düşünülerek, Türkiye'nin imza attığı Avrupa Sözleşmeleri düşünülerek,
AGİK süreci düşünülerek, biz her fırsatta söylemişiz. Helsinki'nin nihayi
senedi Türkiye'de iç hukuka uygulanmalıdır. Çünkü Türkiye bunu taahhüt
etmiştir. Devlet bunu taahhüt etmiştir. Avrupa bir çok görüşmelerimizde
karşımıza çıkan sorun budur; ama Helsinki nihayi senedine baktığınız zaman,
Sayın Başkanım, çok iyi taktir edersiniz ki, 10 maddeden ibarettir ve 2
maddesi, 3 maddesi bizim için çok önemlidir. Birisi toprak bütünlüğü, birisi
sınırların değişmezliğidir, biri de halkların kendi kaderini tayin hakkıdır. Bu
üç maddenin iç hukuka uygulanması, bazı kişiler şöyle değerlendirebilir.
Halkların kendi kaderini tayin hakkı Kürt halkı acaba bağımsızlığa mı gider'
Hayır öyle bir durum söz konusu değildir; Sayın Ahmet Türk'te Örnek verdi,
Belçika'da üç tane resmi dil vardır. Fransızca var, Almanca var, Flemenkçe
vardır, İsviçrede ise yine böyle bir yığın dil vardır, İspanya'da böyle
uygulamalar vardır. Dünyanın daha birçok yerinde, Kanada'da böyle uygulamalar
vardır.
Ben
Kürtlere Türklerin gerçekten birlikte yaşama duygusundan yana olduklarına
inanıyorum; ama artık gelişen dünyada bu birlikte yaşamanın herkesin kendi
özgürlüğümide, kendi kültürünü ve kimliğini de kullanması gerektiğine
inanıyorum. Bu olmadığı sürece demokratik yollar tıkanıp insani yollarla bu
işin kapısı açılmadığı sürece de bizi hergün üzen olayların devam edeceği ve
daha ne gibi vahim olayların bizi beklediğini de gerçekten bilemiyoruz. Şu anda
hiçbirimiz kendi yaşamımıza sahip değiliz. Ben Genel Başkanlıktan ayrıldıktan
sonra, çok samimi bir şekilde söyleyeyim, Urfa'ya gidip tekrar avukatlığa
dönmekte endişe ediyorum. Can güvenliği açısından endişe ediyorum. Çünkü birçok
arkadaşım bu şekilde failimeçhul cinayete kurban gitmişlerdir. Bunun sebebi de
kapak kutulardır. Bir sorunun açık ve net biçimde tartışılmamasından
kaynaklanmaktadır. Her konuşmamızda bunu belirttik.
Tekrar
çok fazla daha zamanınızı almadan soracak sorularınız olursa onu da saygıyla
cevaplamaya çalışacağız.
Kürt
sorununun demokratik bir biçimde Türkiye'de tartışılması gerektiğine inanıyorum.
Artık siyasi partilerin, geçmişte kapanan siyasi partilerin dahi açıldığı bir
dönemde, sadece ve sadece düşünce bazında düşüncelerini söylemeye söylemekten
başka hiçbir suçu olmayan, bu düşüncelerini de Türkiye toplumunun tümüyle
gerçekleştirmeye çalışan bir siyasi partinin kapatılmaması gerektiği
görüşündeyim" demiştir.
Sorular
üzerine de,
Feridun
YAZAR - "Benim bu sözleşmelerdeki halkların kendi kaderini tayin hakkı çok
genel bir çizgidir. Yani uluslararası kabul edilen bir çizgidir. Yoksa
Türkiye'de Kürtlerin ayrı bir biçimde yaşamlarını öneren bir çağrışım olarak
düşünülmemelidir. Bu da üye Sayın Haşim Kılıç beyin söylediği gibi, bir
tartışmanın açılmasıdır. Yani Kürtlerin Türkiye'deki yaşama biçimi ne
olmalıdır, nasıl olmalıdır, ne gibi hukuki veya insani, insan haklarından
kendilerine göre kültürel mi' Biz bir Kürt partisi olmadığımızı her fırsatta
açıkladık. Bu nedenle de Kürt halkı adına konuşma, Kürtlerin adına bu böyle
olsun deme, bir yetkimiz de sözkonusu değildir. Biz Türkiye toplumunda Kürt sorununu
en önemli bir sorun olarak değerlendirmişiz ve diyoruz ki, bu sorunu da
uluslararası bu hukuk kuralları normlarım ışık tutucu özelliklerini gözönünde
bulundurarak tartışalım, nasıl çözülmesi gerekiyorsa hep birlikte karar verelim
ve Türkiye toplumuyla birlikte çözelim diyoruz.",
Ahmet
TÜRK - "Kürt olayı ve Kürt sorunu ile ilgili duyarsız olmadığımızı çok
açık bir şekilde ortaya koyduk. Bir sorunun olması ayrı şeydir, bir de bu
soruna özüm getirme, önerme ayn şeydir. Halkın Emek Partisi bu sorunu ortaya
koyuyor, bu sorunun tartışılmasını istiyor, ancak insanlar özgürce birşeyi
tartıştığı zaman en doğruyu, en iyiyi, en güzelini ortaya koyacağına inanıyor.
Biz bu nedenle bütün yaptığımız konuşmalarda, çalışmalarımızda hiç bir zaman
için bir çözüm şekli önermiş değiliz. Böyle bir önerimiz de yoktur. Bizim,
bugün üzerinde durduğumuz nokta, Türkiye'de yasaklar kalksın, bir olay, bir
tabu yapmanın yararı yoktur. Tartışılsın, tartışıldığı taktirde inanıyorum ki
sevgi ve hoşgörü ortamı daha da gelişecek, o zaman birlikteliği daha kalıcı bir
şekle dönüştürmüş olacağız.
Halkın
Emek Partisi Kurt olayına ve Kürt halkına böyle bir anlayışla yaklaşmış,
bakmış. Biz baştanberi söyledik. Türkiye'de insanların özgür ve eşit temelde
birlikte yaşama istemini dile getiriyoruz. Biz böyle bir politikanın ayrışımı
engelleyeceğine inanıyoruz.
Anayasa
olarak evet, biliyoruz, zaman zaman bazı kelimelerden dolayı bir suç olduğu
ifadesi var. Şimdi ben Sayın Başkana söylersem, söyledikleriniz doğru, ama ben
1982 Anayasasına göre davranırım diyorum. Ben de diyorum 1982 Anayasasına göre
eğer o kalıplara bağlı kalırsanız bütün siyasi partileri kapatmanız gerekir
diyorum; ama Anayasa Mahkemesi yüksek bir mahkemedir. Siyasal, toplumsal
gelişmeleri ve değişimleri ele alarak yorumlayan bir mahkemedir. Türkiye'nin en
üst konumlu bir mahkemesidir.
Şimdi
bazı gerçekler var, bazı gelişmeler var, Toplumun vicdanında siyasi partilerin
vicdanında meşrulaşıyor. Şimdi toplumun vicdanında, siyasi partilerin
vicdanında meşrulaşmış olan bazı şeyleri Anayasa Mahkemesi gönnemezlikten
gelemez. Bugün sendikalarla ilgili örnekler verdim. Bugün 1982 Anayasasına göre
suç olan ama siyasi partilerin bunu bile bile söylemleri ortaya koymak istedim.
Şimdi
Halkın Emek Partisi de bir Türkiye Partisidir. Bu Türkiye Partisi, Türkiye'deki
bu gerçekleri dile getiriyor. Türkiye'nin birliği, bütünlüğü içinde olayları
ortaya koymak istiyor. Bu bir siyasi partinin görevidir. Siyasi parti olarak
ben bu Anayasayı beğenmiyebilirim, bunun değişmesini isteyebilirim bunun
değişmesi için çalışmalar yaparım, iktidara geldiğim zamanda bu Anayasayı
kökten değiştiririm diyorum.
Bugüne
kadar Halkın Emek Partisi'nin düşünsel bazda, düşünce bazında onlar ortadadır;
ama hiçbir zaman bu Anayasayı ben tanımıyorum, bu Anayasa benim için geçerli değildir
bir anlayışın içinde olmadı; ama bir siyasi partinin hakkıdır. Bu Anayasayı
eleştirmek, bu Anayasanın sınırlanın zorlamak, toplumun vicdanında meşru olmuş
olan bazı şeyleri ortaya koyma, benim bir siyasi parti olarak görevimdir.
Bugün
Türkiye'de bir Siyasi partinin kapatılması halinde birçok insanın artık ben bu
alanın dışına itiliyorum, ben ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorum gibi
bir düşünce de gelişebilir. Bu da tehlikelidir.
Biz
bugün sadece Halkın Emek Partisi kapatılmasın gibi bir anlayışla konuşmuyoruz.
Gerçekten bu ortamın oluşması, siyasi partilerin varolması, insanların bugün
parlamentoda siyasi parti olarak Türkiye'nin içinde var olmasında büyük yarar
görüyoruz; ama insanlar kendilerini dışlanmış gibi görürse, kabul ederse, o
zaman ayrışım, o zaman bölücülük yapmış oluyoruz.
Bugün
bizim yapağımız gerçekten insanları bütünleştirmek için bir çabadır, bir
çalışmadır."
demişlerdir.
VI-
DAVANIN EVRELERİ
A-
Dava, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 3.7.1992 günlü, SP. 31.Hz.1992/59
sayılı iddianamesi ile açılmış ve aynı gün 1058 sayı ile Anayasa Mahkemesi
kaydına geçirilerek 1992/1 (Siyasi Parti Kapatma) esas sayısını almıştır.
B-
Anayasa Mahkemesi'nce 7.7.1992 gününde alınan karar aynen şöyledir
"
l- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen, Halkın Emek Parti-i'nin
kapatılması istemli 3.7.1992 günlü, SP.31.Hz. 1992/59 sayılı İddianame'nin
Onanlı bir örneğinin, almalarından başlayarak ve iddianame ve eklerinin
kapsamları gözetilerek saptanan, altmış günlük süre içinde, gerekli görülürse
dosyayı da inceleyip hazırlayacakları ön savunmayı yazılı olarak Anayasa
Mahkemesi'ne göndermeleri için adı geçen Parti Genel Başkanlığına tebliğine,
1.
Verilen süre içinde ön savunma gönderilmediği taktirde savunma yapmaktan
kaçınmış sayılacaklarının yazılacak tezkerede belirtilmesine,
2.
Ön savunma geldiğinde esas hakkındaki düşüncelerini bildirmek üzere onanlı bir
örneğinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine,
3.
Esas hakkındaki düşüncenin onanlı bir örneğinin, ilgili partiye tebliğiyle yine
altmış gün içinde inceleyip hazırlayacakları savunmalarının istenmesine,
4.
Verilen süre içinde savunma gönderilmediği taktirde savunma yapmaktan kaçınmış
sayılacaklarının yazılacak tezkerede belirtilmesine,
5.
Tebligatların, 7201 sayılı Tebligat Yasası'nın 2. maddesi gereğince memur
eliyle yapılmasına,
OYBİRLİĞİYLE
karar verildi."
C-
İddianamenin onanlı örneği ve Anayasa Mahkemesi'nin 8.7.1992 günlü, 937 sayılı:
"Ön savunmanın altmış gün içinde yapılmasına ilişkin" yazısı, karar
gereğince 8.7.1992 tarihinde Halkın Emek Partisi Genel Başkanlığına, -Genel
Sekreter Ahmet Karataş imzasına- memur eliyle tebliğ edilmiştir.
D-
Davalı Siyasi Parti'nin vekili eliyle verdiği 18.8.1992 günlü ve "Savunma
için Mahkeme'nin taktir edeceği ek süre verilmesi" içerikli dilekçesindeki
istemi henüz Anayasa Mahkemesince karara bağlanmadan, 3.9.1992 günlü "Ön
Savunma" Mahkemeye ulaşmıştır.
E-
3.3.1992 günlü, ön savunmanın onanlı örnekleri, 7.7.1992 ve 8.9.1992 günlü
kararlar uyarınca, davaya ilişkin esas hakkındaki düşüncelerini bildirmesi için
10.9.1992 gün ve 1241 sayılı yazı ekinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmiştir.
F-
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 22.10.1992 gün ve SP.31.Muh.1992/232 sayılı
yazısı ekinde, "Davanın Esası Hakkında Görüş"ünü bildirmiş, karar
gereğince bu yazı ve eklerinin onanlı örnekleri, 23.10.1992 gün ve 1505 sayılı
yazı ekinde davalı Siyasi Parti Genel Başkanlığına, 26.10.1992 tarihinde memur
eliyle tebliğ edilmiştir.
G-
Davalı Parti'nin Savunma için ek süre verilmesi istemi üzerine, 22.10.1992
günlü kararla Partiye "25.12.1992 gününden başlayarak 30 günlük ek
süre" verilmiş ve bu karar 23,12.1992 tarihinde bildirilmiştir.
H-
Davalı Siyasi Parti'nin "Esas Hakkındaki Savunması" 22.1.1993 gününde
süresi içinde, Anayasa Mahkemesi'ne ulaşmıştır.
Bu
savunmada yer alan istemler üzerine Anayasa Mahkemesi'nin verdiği karar aynen
şöyledir:
"1.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Halkın Emek Partisi'nin kapatılması
istemiyle açılan davada davalı Parti tarafından verilen esas hakkındaki
savunmada istenilen duruşma isteminin anayasal ve yasal olanaksızlık nedeniyle
REDDİNE,
1.
Anayasa'nın 149. maddesinin dördüncü fıkrasıyla, Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında 2949 sayılı Yasa'nın 33. maddesi uyarınca Halkın
Emek Partisi Genel Başkanı ile iki yetkiliden oluşacak üç kişinin dava
konusunda sözlü açıklamalarının dinlenmesine,
2.
Sözlü açıklamada bulunacak temsilcilerin Anayasa Mahkemesi'nde hazır
bulundurulmaları için Halkın Emek Partisi Genel Başkanlığı'na 2949 sayılı
Yasa'nın 30. maddesi uyarınca yazı yazılmasına,
3.
Bu yazıda dinlenmeleri öngörülen Parti temsilcilerinin gelmemesi durumun da
incelemenin dosya üzerinden sürdürüleceği hususunun yine 2949 sayılı Yasa'nın
30. ve 31. maddeleri uyarınca belirtilmesine,
5.
Sözlü açıklamanın l Mart 1993 Pazartesi günü saat 14.30'da Anayasa Mahkemesi
salonunda yapılmasına,
6.
Adı geçen Parti'ye gerekli tebliğ işlemlerinin yaptırılması için karar
örneğinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine,
9.2.1993
gününde OYBiRLİĞİYLE karar verildi."
İ-
Karar gereğince 1.3.1993 gününde toplanan Anayasa Mahkemesi, davalı Siyasi
Parti'nin sözlü açıklama için bildirildiği isimler üzerine şu karara varmıştır:
"A.
Halkın Emek Partisi Genel Sekreteri'nin imzasını taşıyan 1.3.1993 günlü,
1993/449 sayılı yetki belgesinde, sözlü açıklama yapmak için adlan verilenler
arasında bulunan Fehmi IŞIKLAR'ın eski genel başkanı olup HEP'Ie üyelik
ilişkisi kalmadığının saptanması üzerine konu görüşülüp gereği düşünüldü:
1.
Anayasa'nın 149. maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen ve 2949 sayılı
Yasa'nın 30. maddesinin birinci fıkrasında yinelenen "Anayasa Mahkemesi. .
. gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve
konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir." kuralı gereğince 9.2.1993
günlü kararla parti temsilcisi olarak sözlü açıklamada bulunmak üzere genel
başkan ve iki yetkili çağırılmıştır. Buna göre sözlü açıklama yapması istenen
kişiler, parti yetkilileri, partiyle hukuksal ilişkileri devam eden ve temsil
görevi olanlardır. Kapatma isteminde Fehmi IŞIKLAR'ın konuşmalarına dayanılması
onun yetkili sıfatıyla dinlenilmesini gerektirmez. Kaldı ki sözlü açıklama
mahkemenin gerekli gördüğü durumlarda uygulanan bir yöntem olup isteğe bağlı değildir.
Bu nedenle Fehmi IŞIKLAR'ın yetkili sıfatıyla DİNLENEMEYECEĞİNE, Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU'nun "Anayasa Mahkemesi'nin "Parti Başkanı ile iki
yetkilinin" dinlenmesine ilişkin kararının, Anayasa'da, 2949 sayılı Yasa
ve Siyasi Partiler Yasası'nda yer alan "Anayasa Mahkemesi gerekli gördüğü
hallerde sözlü açıklamalarım dinlemek üzere ilgilileri ve konu hakkında bilgisi
olanları çağırabilir" kuralı karşısında, ancak bu kapsam içinde olduğu
düşünülebilir. Eski genel başkanın, olayların bir kesiminin kendi başkanlığı
zamanında cereyan etmesi nedeniyle ilgili ve konu hakkında bilgili olduğu
kuşkusuzdur. Kaldı ki, kendisi, Anayasa Mahkemesi'nin karan uyarınca parti
tarafından "Yetkili" olarak görevlendirildiğine göre, Anayasa'nın
öngördüğü "ilgili ya da konu hakkında bilgisi olan" kapsamındadır.
Duruşma ve sorgulama yapılmadığına, savunma alınmadığına göre bu kişinin
dinlenme anında parti üyesi olması ya da partiyi temsile yetkili bulunması
zorunlu değildir; sözlerinin de partiyi bağlayıcı bir yanı yoktur. Anayasa'nın
ve yasaların öngördüğü, Anayasa Mahkemesi'nin, gerekli görmesi halinde ilgili
ya da konu bilgili olanı çağınp dinleyebilmesidir. Anayasa Mahkemesi bu
gerekliliği hissedip, bir başkan ile iki yetkiliyi dinlemek üzere çağırdığına
göre, yetkili kişilerin seçimini de partiye bırakmış demektir. Bu nedenle
dinlenmesi gerekir", Mustafa ŞAHİN ile Haşim KlLIÇ'ın ise "kararda
sözü edilen Anayasa ve yasa maddelerinin kapsamı ve açıklığı karşısında,
üstelik kişisel olarak onun sözleri kapatma nedenleri arasında bulunduğundan,
geniş yorum ve amaca uygun değerlendirme yapılarak dinlenmesi gerekir"
yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2.
Fehmi IŞIKLAR'ın ilgili ve konu üzerinde bilgisi bulunan biri sıfatıyla
DİNLENMESİNE GEREK OLMADIĞINA, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU ile Haşim KILIÇ'ın
"Konu hakkında bilgisi olan sıfatıyla dinlenebileceği", Servet TÜZÜN
ile Mustafa ŞAHİN'in "Konu hakkında bilgisi olması nedeniyle
dinlenebileceği", Mustafa BUMİN'in ise "Dinlenmesinde yarar
bulunduğu" yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B, Bu
doğrultuda sözlü açıklamaları dinlenen Halkın Emek Partisi Genel Başkam Ahmet
TÜRK ile Genel Yönetim Kurulu üyesi Feridun YAZAR'ın sözlü açıklamalarına
ilişkin bantların ve stenograflarca düzenlenen tutanakların çözümlenip üyelere
dağıtılmasından sonra incelemenin Başkanlıkça belirlenecek bir günde
sürdürülmesine, OYBİRLİĞİYLE,
1.3.1993
gününde karar verildi."
Anayasa'nın
149. maddesinin dördüncü fıkrasında Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan sıfatıyla
baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinden inceleyeceği, ancak
gerekli görüldüğü durumlarda sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve
konu üzerinde bilgisi olanları çağırabileceği öngörülmektedir. Anayasa
Mahkemesi, gereksinim duyarak sorular yöneltip bilgi almak ve ayrıntılarla
teknik konularda daha çok açıklık kazanmak için 9.2.1993 günlü kararıyla,
kendiliğinden 2949 sayılı Yasa'nın 33. maddesini gözeterek HEP'in Genel Başkanı
ile iki yetkiliden oluşacak üç kişiyi çağırmıştır. Sözlü açıklamada bulunacak
temsilcilerin hazır bulundurulmalarını sağlamak üzere HEP Genel Baskanlığı'na
yine aynı kararın 3. bendi gereğince bildirimde bulunulmuştur. Sözlü açıklama
bu karara göre yapılacağından HEPle hukuksal bağı olmayan bir kimsenin HEP
yetkilisi ve temsilcisi sayılıp dinlenmesi olanaksızdır. Çağırma kararı
"yetkili temsilci" sıfatlarını açıkça içerdiğinden bu nitelikte
olmayan kimsenin dinlenmesi hem Anayasa'nın 149. maddesinin Dördüncü
fıkrasıyla, 2949 sayılı Yasa'nın 30. maddelerine, hem de bu maddelere
dayanılarak alınmış karara aykırı düşer. Mahkeme, önceden "ilgili" ya
da "bilgisi" olan, aransa ve istense idi dosyada kapatma nedeni
sayılan sözlerin sahiplerinden birini çağırabilirdi. Genelde "ilgisi"
ve "bilgisi" olan, ceza yargılaması yönteminin ağırlıklı biçimde
uygulandığı bu davada esas alınamaz. Tanık ya da bilir kişi dinleme niteliğinde
uygulama da olamaz. Kaldı ki sözlü açıklama tutanağının 3. sayfasında açıkça
yazılı olduğu üzere Mahkeme Başkanı'nca Fehmi IŞIKLAR'ın yüzüne karşı ". .
. Ancak, Sayın Türk ile Sayın Yazar, konuşmalarında Fehmi IŞIKLAR'ın
söyleyecekleri varsa, elinde belgeleri, bilgileri varsa kendi sunuşları içinde
onları mahkememiz dosyasına sunabilirler. Buyurun Fehmi Bey, Sizi dışarıya
alalım konuk olarak" denilmiştir. Tutanağın 25. sayfasında da "bir
kere daha hatırlatıyorum, Sizi burada dinledik; ama IŞIKLAR'ın konuşma metnini,
IŞIKLAR'ın konuşması olarak değil, siz bize kitap ta verebilirsiniz, bant ta
verebilirsiniz, dergi de verebilirsiniz. O anlamda veriyorsanız alabiliriz,
dosyaya koyarız, vermiyorsanız bir diyeceğimiz yoktur. Hatırlatılmadı, bir
başka konuşma, bir başka savunma, olanağının kapısı kapatıldı gibi bir anlayış
olmasın." uyarısı da yapılmıştır. Siyasi Parti Kapatma davalarında Sözlü
açıklama (savunma toplantısı olmayıp davalı parti tarafından savunma yazılı
olarak verilmekte), sorular yanıtlanarak yapılmaktadır.
VII.
GEREKÇE
A.
ÖN SORUNLAR YÖNÜNDEN
Davalı
Halkın Emek Partisi'nin savunmalarında ele alınmasını istediği ön sorunlar
üzerinde öncelikle durulması gerekmektedir.
1.
Siyasî Partiler Yasası'nın Kimi Maddelerinin Anayasa'ya Aykırılığı Sorunlar
üzerinde öncelikle durulması gerekmektedir.
Gerek
3.9.1992 günlü "Ön Savunmada, gerekse 22.1.1993 günlü "Esas
Hakkındaki Savunma"da bu konuda:
Buna göre, Siyasi Partiler Yasası'nın 78. maddesi,
Anayasa'nın "Başlangıç"ıyla 1., 2., 3., 4., 5. ve 66. maddelerini;
81. maddesi de, "mezhep, ırk veya dil farklılığını" yasak kapsamına
aldığından Anayasa'ya aykırıdır.
Geçici
bir maddeye süreklilik kazandırmak hukuk devleti niteliği ile bağdaşmaz.
Olağanüstü bir dönemden, olağan bir döneme geçişi sağlamayı amaçlayan
Anayasa'nın Geçici 15. maddesi, 12.9.1980 ile 6.12.1983 tarihlerini
kapsamaktadır ve TBMM'nin Başkanlık Divanının oluştuğu bu tarihte kendiliğinden
ortadan kalkmıştır.
Kaldı
ki, 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası, yürürlüğe girdiği 22.4.1983 tarihinden
bu yana bir çok kez değişikliğe uğramış olup ilk biçimini yitirmiştir. Bu
durumuyla Anayasa'nın Geçici 15. maddesindeki korumadan yararlanamaz.
Açıklanan
nedenlerle uygulama konusu olan ve Anayasa'ya aykırılıkları açık bulunan
kuralların iptaline karar verilmelidir.> denilmektedir.
Bu
savunmalara karşılık Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 22.10.1992 günlü Esas
Hakkındaki Görüş yazısında, "22.4.1983 günlü 2820 sayılı Siyasi Partiler
Yasası'nın Milli Güvenlik Konseyi döneminde çıkarılmış yasalardan olduğu ve
Anayasa'nın Geçici 15. maddesi kapsamında bulunduğundan, Anayasa'ya aykırılık
savının ciddi görülmeyerek reddi gerekeceği," belirtilmiştir.
Anayasa'nın
diğer maddelerinde de Anayasa Mahkemesi'nce yapılacak denetimi kısıtlayan ve
engelleyen benzer hükümler vardır. Örneğin 90. maddenin son fıkrası, yöntemince
yürürlüğe konulmuş uluslararası andlaşmalar hakkında; 148. madde, olağanüstü
durumlarda, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde
kararnamelerin biçim ve öz bakımından; 152. madde, red kararlarının
yayımlanmasından sonra 10 yıl geçmedikçe aynı yasa hükmünün Anayasa'ya
aykırılığı savıyla yeniden; 105. madde, Cumhurbaşkanı'nın resen imzaladığı
kararlar ve emirler aleyhi ne Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamıyacağını
öngörmüştür. Bunlara karşılık Anayasa'nın Geçici 15. maddesi, ". . .
Anayasa'ya aykırılığı iddia edilemez", devrim yasalarının korunmasıyla
ilgili 174. maddesi ise "... Anayasa'ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz
ve yorumlanamaz." biçiminde kesin anlatımları yeğlemiştir.
Anayasa'nın
geçici 15. maddesinin son fıkrası ile birinci fıkrası, arasında, belirli bir
dönemde çıkarılan yasalar hakkında Anayasa'ya aykırılıklarının iddia
edilememesi yönünden bir bağ vardır. Son fıkra, Anayasa'ya aykırılığı ileri
sürçmeme yönünden bîr zaman sınırlaması yapmamış, fıkradaki "bu
dönem" sözcükleri birinci fıkrada açıklanmıştır. Böylece, belirli bir
dönemde çıkarılan yasalar için Anayasa'ya aykırılık savında bulunulamayacağı
öngörülmüştür. Nitekim, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Yasa'nın "Anayasa'ya aykırılığı iddia edilemiyecek diğer
metinler." başlıklı 25. maddesi Anayasa'nın Geçici 15. maddesinin son
fıkrasındaki "Bu dönem" deyişini aynı biçimde yorumlamış, geçici
maddenin birinci fıkrasındaki belirli bir dönemi açıklayan sözcükler ile son
fıkrayı birleştirip düzenlemeye açıklık kazandırmıştır.
Davalının
savunmasında ayrıca, Geçici 15. maddenin, geçici bir madde olması nedeniyle
artık hükmünü doldurduğu ve geçerliliğini yitirdiği, Anayasa'nın diğer
kuralları ile uyum içinde bulunmadığı ileri sürülmüştür.
Geçici
maddelerin geçerliliği, uygulama süreleriyle değil, geçici olarak
düzenledikleri hukuksal ilişki ve kurumlarla kendisi ve bağlı olduğu temel
metinlerin içerikleri ve anlamlan ile değerlendirilir. Geçici maddeler, değişik
hukuksal düzenlemeler arasında bağlantı kurar, kazanılmış hakların saklı
tutulmasını, uygulamanın daha geniş bir zaman dilimine yayılarak yapılmasını
sağlarlar. Bu yönden de geçici maddeler ile temel hükümler arasında,
farklılıklar bulunması doğaldır. Geçici maddelerin taşıdıktan hukuksal değer,
diğer maddelerden farklı değildir. Hatta temel düzenlemeden ayrık hükümler
getirmesi yönünden uygulama önceliğine ve etkinliğine sahiptirler. Anayasa'nın
açık olarak düzenlediği bir kuralın Anayasa yargısı tarafından uygulanmaması
düşünülemez. Anayasa'nın geçici 15. maddesinin son fıkrasında hakkında
Anayasa'ya aykırılık savında bulunulamayacağı belirtilen düzenlemeler, zamanı
birinci fıkrada belli edilen "Bu dönem içinde. . ." sözcükleriyle
sınırlanmıştır. 12 Eylül 1980 ile 6 Aralık 1983 tarihleri arasında başvurma
yapılmaması değil, bu tarihler arasında yürürlüğe konulan metinler hakkında
aykırılık savıyla başvurulamıyacağı öngörülmüştür. Kimilerince, kimi nedenlerle
Anayasa'nın öbür maddelerine ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülse, siyasal
eleştirilere konu yapılsa ve çağdaş bir Anayasa özlemiyle böyle bir maddenin
göz ardı edilmesi istense de yasama organınca yürürlükten kaldırılmadıkça
Geçici 15. maddenin Anayasa Mahkemesi'nce "yok" sayılması
olanaksızdır. Anayasa kuralları arasında üstünlük ve öncelik ayrımı
yapılamıyacağı gibi Anayasa Mahkemesi, Anayasakoyucu ve Yasakoyucu yerine geçecek
tutumlardan özenle kaçınır. Bu konuyla ilgili önceki kararlarda vurgulandığı
gibi yürürlükteki bir Anayasa kuralını tanımazlık "geçici" adına
bakıp savsaklamak hukuksal anlayış ve işlev özelliğiyle bağdaşmaz. Sonuç
olarak, Anayasa'nın Geçici 15. maddesinde, 12 Eylül 1980'den ilk genel seçimler
sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Başkanlık Divanı'nı
oluşturuncaya kadar geçen süre içinde çıkarılacak yasaların Anayasa'ya
aykırılığı ileri sürülemiyeceğinden bu ara dönemde çıkarılan 22.4.1983 günlü,
2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 78 ve 81. maddelerinin Anayasa'ya
aykırılığı savında bulunulamaz.
Güven
DİNÇER, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU ve Mustafa GÖNÜL bu görüşe katılmamışlardır.
2.
Siyasi Partiler Yasası'nın ilgili Kurallarının "İhmal Tekniği" Yolu
ile Davada Uygulama Dışı Bırakılması Sorunu
Davalı
Siyasi Parti adına yapılan savunmalarda, Anayasa'nın 138. maddesine göre,
yargıçların ". . . hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm
verecekleri. . ." Anayasa'nın Geçici 15. maddesinin sözel yorumuyla
yetinilse bile, evrensel hukuk kurallarına uygun olmayan bir yasayı uygulamak
durumu ile karşı karşıya kalan yargıcın, hukuka uygun olmayan bu yasayı vicdani
kanaatini kullanarak ihmal tekniği yolu ile uygulamaktan geri kalabileceği;
Öbür
yandan Anayasa'nın geçici 15. maddesinin kaldırılması için çalışmaların
başlatıldığı ileri sürülerek, Anayasa'ya aylan olan Siyasi Partiler Yasası'nın
belirtilen kurallarının, davada uygulanmasıyla doğabilecek sıkıntıların, ihmal
tekniği yoluyla giderilmesi gereği belirtilmektedir.
22.4.1983
günlü Siyasi Partiler Yasası, Anayasa'nın Geçici 15. maddesi öngörülen dönemde
çıkarılmış olduğundan, Anayasa'ya aykırılığı savında bulunulamayacak yasalar
arasına girmektedir.
Geçici
15. madde 1961 Anayasası'nın geçici 4. maddesine benzer bir koruma
düzenlemesidir. Söz konusu geçici maddenin kapsamında olan ve böylece anayasal
korunma altında bulunan yasa kurallarının geçici maddeyle korunmaları nedeniyle
Anayasa'ya aykırı oldukları ileri sürülmeyeceği gibi, bunların Anayasa
Mahkemesi'nce ihmal edilmesinden de söz edilemez. Bu durumdaki hükümlerin ancak
Anayasa'nın temel ilkelerine ve bu ilkelere egemen olan hukukun ana kurallarına
olabildiğince uygun düşecek biçimde yorumlanması düşünülmelidir.
Öte
yandan, Anayasa yargısında bir yasa kuralının ihmal edilebilmesi için aynı
konuyu düzenleyen ve birbiriyle çelişen bir yasa ile Anayasa kuralının
bulunması ve yasa kuralının iptal edilebilir nitelikte olması gerekir. Geçici
15. madde nedeniyle iptali istenilemeyen kuralın ihmali de söz konusu olamaz.
Bu durumda çözümün Anayasa kuralları yönünden aranması doğaldır. Anayasa'nın
geçici 15. maddesinin varlığı, Anayasa'nın tümlüğü içinde bir çelişkiyi değil
ayrık bir durumu yansıtmaktadır. Geçici 15. maddenin içeriği, konuyu açık biçimde
ortaya koymuştur. Anayasa Mahkemesi'nin bu kuralı "yok" sayması
olanaksızdır.
Kaldı
ki, Siyasi Partiler Yasası'nın getirdiği yasaklar, Anayasa'nın 68. ve 69.
maddelerinde yer alan kapatılma nedenlerini somutlaştırmaktadır. Bu kurallar,
tekil ve ulusal devlet niteliğinin korunması ilkesinin yaptırımlarıdır. Çünkü
Anayasa'nın 69. maddesinin son fıkrasında "Siyasi Partilerin kuruluş ve
faaliyetleri, denetleme ve kapatılmaları yukarıdaki esaslar dairesinde kanunla
düzenlenir." denilmektedir. Yukarıda değinildiği gibi Anayasa Mahkemesince
bir yasa kuralın ihmali, ancak hakkında iptal davası açılmamış durumlarda o
kuralın Anayasa'ya aykırılık nedeniyle iptal edilebilecek nitelikte olması
koşuluna bağlıdır.
Yasakoyucu,
Anayasa'da öngörülen bir düzenlemeyi gerçekleştirmiştir.
Bu
nedenlerle Siyasi Partiler Yasası'nın kimi kurallarının ihmal edilmesi
yolundaki savunma yerinde değildir.
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU ve Mustafa GÖNÜL bu görüşlere katılmamışlardır.
3.
Yargılama'nın "Duruşmalı" Olarak Yapılması, Bu Yerinde Görülmezse
Parti Yetkililerinin Çağırılarak Sözlü Açıklamalarda Bulunmalarına Olanak
Verilmesi İstemi
Davalı
Siyasi Parti'nin bu istemi konusunda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Esas
Hakkındaki görüşünde özetle;
Anayasa'nın
149. maddesinin dördüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Yasa'nın 30. ve 33.
maddelerindeki "Yüce Divan sıfatıyla bakılan davalar dışında kalan işlerin
dosya üzerinde inceleneceği" açıklığı ve Siyasi Partiler Yasası'nın 98.
maddesinin bu kurallara koşut içeriği karşısında kapatma davalarının Ceza
Muhakemeleri Usulü Yasası uygulanarak dosya üzerinden incelenip karara
bağlanmasının gerekeceğini, sözlü açıklama konusunda ise taktirin Anayasa
Mahkemesi'nde olduğunu belirtmiştir.
Anayasa
Mahkemesi'nce 9.2.1993 günlü ara kararı ile, "Anayasal ve Yasal
olanaksızlık" bulunduğu gerekçesi ile duruşma istemi reddedilmiş ve
Mahkeme, kendiliğinden sözlü açıklama için davalı parti temsilcilerini
çağırmış, yetkili temsilci olarak gelen Ahmet TÜRK ve Feridun YAZAR'ın
açıklamaları dinlenmiştir.
4.
Davanın Siyasi Partiler Yasası'nın 9. Maddesine Aykırı Olarak Açılıp Açılmadığı
Sorunu
Davalı
Siyasi Parti, ön savunmasında kapatma nedenleri arasında gösterilen
"Kanunsuz siyasi faaliyetlere mihrak olma" iddiasının incelenebilmesi
için, Cumhuriyet Başsavcılığının Siyasi Partiler Yasası'nın 9. maddesine göre
partiye ihtarda bulunması gerekeceği, bu yapılmadığına göre iddianamenin geri
çevrilmesi ile davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmaktadır.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, esas hakkındaki görüşünde 2820 sayılı Yasa'nın 9.
maddesi gereğince partiye uyanda bulunmasına gerek olmadığını, davanın
Cumhuriyet Başsavcılığının partilerin faaliyetini izleyeceğini öngören Siyasi
Partiler Yasası Hükmüne dayandırıldığını bildirmiştir.
2820
sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 9. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı, kurulan partilerin tüzük ve programları ile kurucularının
hukuksal durumlarının Anayasa'ya ve yasa hükümlerine uygunluğunu ve ayrıca,
verilmesi gerekli bilgi ve belgelerin tamam olup olmadığını kuruluşlarından
sonra öncelikle ve ivedilikle incelemek durumundadır. Cumhuriyet Başsavcılığı,
aynı maddeye dayanarak saptadığı noksanlıkların giderilmesini, gerekli göreceği
ek bilgi ve belgelerin gönderilmesini yazı ile isteyebilecektir. Bu isteğe
uyulmamasının yaptırımı da, siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin hükümlerin
uygulanmasıdır. Böylece Cumhuriyet Başsavcılığı'nın partileri denetleme
görevinin içeriği ve sınırı belirlenmiş olmaktadır. Anılan maddede, kurulan
partilerin tüzük ve programlan ile kurucularının hukuksal durumlarının Anayasa
ve yasa hükümlerine aykırı olması ya da bunlarda noksanlıklar saptanması
durumları birbirinden ayrılarak değişik hukuksal sonuçlara bağlanmıştır. Şöyle
ki: Cumhuriyet Başsavcılığı saptanan noksanlıkların giderilmesi, gerekli
görülen ek bilgi ve belgelerin gönderilmesini belirten yazının tebliğinden
başlayarak 30 gün içinde noksanlık giderilmediği ya da istenen ek bilgi ve
belgeler gönderilmediği taktirde siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin
kuralların uygulanmasına karşı partilerin tüzük ve programlan ile kurucularının
hukuksal durumlarının Anayasa'ya ve yasa hükümlerine aykırı olması nedeniyle
kapatılmaları için dava açılması 104. maddeyle düzenlenmiştir. Başka bir koşul
öngörülmemiştir.
2820
sayılı Yasa'nın 103. maddesine aykırılık nedeniyle açılan kapatma davaları için
9. madde uyarınca ihtarda bulunmak zorunluluğu da yoktur. Bu nedenle davanın,
2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 9. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığınca uyan yapılmadan açılmış bulunduğu yolundaki davalı Parti
savunması, davanın 2820 sayılı Yasa'nın 4. kısmında yasaklanan parti
faaliyetlerinden kaynaklanması nedeniyle yerinde değildir.
5.
Siyasi Partiler Yasası'nda ve Anayasa'da Değişiklik Çalışmaları Yapılmakta
Olduğundan ve Türkiye Birleşik Komünist Partisi hakkında Anayasa Mahkemesi'nce
Verilen Kapatma Karan Avrupa insan Hakları Komisyonu'nda incelenmekte
Bulunduğundan, Davayı Etkileyecek Bu iki Hususun Bekletici Neden Sayılıp
Sayılmaması Sorunu
Davalı
Siyasi Parti bu konudaki savunmalarını Türkiye'nin de imza koyduğu,
"Birleşmiş Milletler insan Hakları Evrensel Bildirisi", "Avrupa
Konseyi insan Hakları ve Temel Özgürlüklerini Koruma Sözleşmesi",
"Helsinki Nihai Senedi", "Paris Şartı" gibi uluslararası sözleşmelere
aykırı olarak dava açıldığı görüşüne dayandırarak yinelemekte, Anayasa ve yasa
değişiklikleri çalışmaları ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna yapılmış
başvuru sonuçlarının beklenmesini istemektedir.
Hukukta
bekletici neden, bir davanın sonuçlandırılması kimi zaman o mahkemenin yetkisi
dışında kalan bir sorunun çözümlenmesine bağlı olduğu durumlarda ortaya çıkar.
Bu bakımdan ancak konunun o mahkemenin görev ve yetkisi dışında fakat davanın
esastan çözümüne etkisi olan uyuşmazlıktır. Bakılmakta olan bir dava sırasında,
ileri sürülen Anayasa'ya aykırılık savlan, bekletici neden olarak kabul
edilmiştir. Yargılama makamlarınca çözümleneceğinden, ortada yine yargılanacak
bir uyuşmazlık söz konusudur ve her iki uyuşmazlık nedeniyle yapılan
yargılamalar arasında bağlantı bulunmaktadır.
Oysa,
bekletici nedenle Siyasi Partiler Yasası'nda değişildik çalışmalarının
yapılmakta olması ve Türkiye Birleşik Komünist Partisi hakkında verilen kapatma
kararının Avrupa İnsan Hakları Komisyonumda incelenmekte bulunması, birbirinden
farklı durumlardır. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'nun vereceği karar ile
Siyasi Partiler Yasası'nın değiştirilmesi konusu bu dava için bekletici neden
sayılmaz.
B.
ESAS YÖNÜNDEN İNCELEME
1.
Genel Açıklama
Demokrasilerde
genel ve eşit oy hakkı, vatandaşların devlet yönetiminde etkili olmalarını
sağlarsa da, bu etkileme tek tek kendi güçleriyle tam olarak gerçekleşemez. Bu
nedenle bireysel iradeleri biraraya getiren, onlara yön veren ve ağırlık
kazandıran kuruluşlara gereksinim duyulmuştur. Bu kuruluşlar, dağınık siyasal
tercihlerin açıklık ve kesinlik kazanması, aynı zamanda devlet gücünün
sınırlanması, kişilere özgürlük ve güvenlik sağlanması yönünden vazgeçilmez
öneme sahip olan siyasal partilerdir.
Anayasa'nın
68. maddesinin ikinci fıkrasında "Siyasi partiler, demokratik siyasi
hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır." ilkesine yer verildikten sonra üçüncü
fıkrasında da "Siyasî Partiler önceden izin almadan kurulurlar ve Anayasa
ve kanun hükümleri içinde faaliyetlerini sürdürürler." denilmektedir.
Siyasal
Partilere ilişkin Anayasa kuralları gözden geçirilirse Anayasakoyucunun bu
konuya özel bir önem ve değer vermiş olduğu görülür.
Siyasal
partilerin kuruluş ve çalışmalarının özgürlük içinde olması temel ilkedir.
Siyasal partiler, belli siyasal düşünce ve erekler çerçevesinde birleşen
yurttaşların özgürce kurdukları ve özgürce katılıp ayrıldıkları kuruluşlardır.
Kamuoyunun oluşumunda önemli etkinliği olan siyasi partiler, yurttaşların istem
ve özlemlerinin gerçekleşmesine çalışan ve siyasal katılımları somutlaştıran
hukuksal yapılardır.
Demokrasinin
simgesi sayılan olmazsa olmaz koşulu olarak nitelenen, özgürlük ve
hukuksallığın ulusal araçları durumunda bulunan siyasi partilerin, devlet
yönetimindeki etkinlikleri ve ulusal istencin gerçekleşmesindeki rolleri
nedeniyle, Anayasakoyucu, onları öteki tüzelkişilerden farklı görerek,
kurulmalarından başlayıp çalışmalarında uyacakları esasları ve kapatılmalarında
izlenecek yöntem ve kuralları özel olarak belirlemekte kalmamış, Anayasa'nın
69. maddesinin son fıkrasında çalışma, denetleme ve kapatılmalarının Anayasa'da
belirlenen ilkeler çerçevesinde çıkarılacak bir yasayla düzenleneceğini
öngörmüştür.
Anayasa'nın
anılan buyurucu kuralı uyarınca 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası çıkarılmış;
siyasi partilerin kuruluşlarından başlayarak çalışmaları, denetimleri,
kapatılmaları konularında, belirli bir sistem içerisinde, çok ayrıntılı
kurallar getirmiştir. Getirilen sistemde, Anayasa'da da yer alan yasaklara
uymayan, siyasal partilerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca izleneceği ve
gerektiğinde kapatılmaları için Anayasa Mahkemesi'nde dava açılacağı
öngörülmüştür.
Siyasal
Partilerin, demokratik yaşamın vazgeçilmez öğeleri olmaları, devlet örgütü ve
kamu hizmetleriyle yoğun ilişki içinde bulunmaları, onların her istediklerini
yapabilecekleri anlamına gelmez. Siyasal partilerin baskı ve engellerden uzak
kalmalarını sağlamaya yönelik kurulma ve çalışma özgürlüğü, Anayasa ve bu alanı
düzenleyen yasalarla sınırlıdır. Bu belirleme aynı zamanda demokratik hukuk
devleti olmanın da bir gereğidir. Nitekim Anayasa'nın 2. maddesinde
"Türkiye Cumhuriyeti . . . demokratik. . . bir hukuk devletidir."
denilmektedir.
Hukuk
devleti, Anayasa Mahkemesi'nin bir çok kararında yinelenip vurgulandığı üzere
insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan, toplum yaşamında adalete ve
eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kurarak bu düzeni sürdürmekle kendisini yükümlü
sayan, tüm davranışlarında hukuk kurallarına ve Anayasa'ya uyan, işlem ve
eylemleri bağımsız yargı denetimine açık olan devlet demektir.
Varlığı
ve etkisi işlevleriyle ortaya çıkan devlet belirli topraklar üzerinde
yerleşmiş, bağımsız ve egemen aynı üstün güce bağlı örgütlü insanlar topluluğu
olarak tanımlanır. Bu tanıma göre, ülke ve ulus bütünlüğüyle egemenlik,
yasalara dayanan bir otoriteye bağlı örgütlenme ve eşitlik ilkesi bir devlet
için vazgeçilmez öğeler demektir. Her canlının ve insanların kendilerini koruma
içgüdüsünde olduğu gibi, devletlerin de saldın ve ondan doğacak tehlikelerden
kendi varlığını koruması, uluslararası hukuk düzeninde kabul edilmiş temel bir
haktır.
Devletler
hukukunda, genellikle, "devletin varlığını güçlendirerek sürdürmek,
bağımsızlığına ve geçerli yapısına yönelik tehlikelere karşı önlemler alıp
uygulamak" yetkisi biçiminde tanımlanan kendini koruma hakkı, insan hak ve
özgürlüklerinden başlayarak demokratik toplum düzenini bozucu, devletin
öğelerini yıkıcı eylemleri karşılayacak her tür çabayı kapsar. Bunların
başında, bireylerin ve devletin varlığını koruma hakkının bulunduğu
tartışmasızdır. Devletin temel dayanaklarını, sürekliliğini ve demokrasiyi yok
edici sakıncaları gidermek için yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi hukuk
devleti için en doğal davranıştır. Bu bakımdan Siyasi Partiler Yasası'nda yer
alan konuyla ilgili düzenlemeler, devletler hukukunda öngörülen devletin
kendini ve halkını koruma hakkının kapsamı içinde kalmaktadır. Durumun
demokrasi ilkeleriyle çatışan bir yönü yoktur. Dayandığı temelleri korumak
amacıyla hukuk içinde aldığı önlemler nedeniyle bir devletin kusurlu bulunup
suçlanması düşünülemez.
Konuya
açıklık kazandırmak için, devletin temel öğelerini belirlemek ve bunları
korumak amacıyla Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası'ndaki kimi düzenlemelerin
kaynağı Anayasa'nın aşağıdaki maddeleridir. Bunlar, toplumsal uzlaşmanın
temelini oluşturan, Anayasa'nın özünü ve ereğini de ortaya koymaktadır. Şöyle
ki:
"MADDE
1. - Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir."
"MADDE
2. - Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik laik ve sosyal bir hukuk
Devletidir."
"MADDE
3. - Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili
Türkçedir.
Bayrağı,
şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli Marşı
"İstiklal Marşı"dır. Başkenti Ankara'dır."
"MADDE
4. - Anayasa'nın 1. maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki
hüküm ile, 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri
değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez."
Görüldüğü
gibi Anayasakoyucu, yukarıdaki düzenlemelerle ulusal birliğimizin değişmez
ilkelerini ve devletin tekil yapısını ortaya koymuştur. Bu ilkeler arasındaki
öncelikli olanların ülke-ulus bütünlüğüyle Atatürk milliyetçiliği olduğu görülmektedir.
Vatana
ve ulusa bağlılığın, sevgi ve kardeşliğin içte ve dışta barışın simgesi sayılan
ve herkesi olduğu gibi kabul eden, eşitlik ve adalete dayalı, çağdaş evrensel
değerlerle birleşen bu ilkeler, ulusal yaşamın her alanda çağdaşlaşmasına ve demokratikleşmesine
kaynak ve dayanak olacak güçtedir.
2.
Anayasa'nın ve Siyasi Partiler Yasası'nın ilgili Kurallarının Bağlantısı
a.
Anayasa Kuralları
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, davalı Siyasi Parti'nin, Anayasa'nın Başlangıç'ıyla
2., 3., 14. ve 68. maddelerine aykırı davrandığını ileri sürmektedir. Bu konuda
Anayasa'nın 69. maddesi de önemli bir dayanaktır.
b.
Yasa Kuralları
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, dayanakları ve gerekçeleri ilgili bölümlerde
açıklandığı üzere davalı Halkın Emek Partisi'nin, Genel Başkan, Genel
Başkanvekili ve Genel Sekreterlerinin değişik yerlerde ve günlerde yapmış
oldukları konuşmalarda gazetelerde yayımlanan açıklamalarında ve imzaladıkları
bildirilerde Siyasi Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a), (b) bentleri ile
80. maddesi ve 81. maddesinin (a), (b) bentlerine aykırı davrandıkları, ayrıca
davalı Parti'nin, Siyasi Partiler Yasası'nın 103. maddesinde belirtildiği
biçimde kanunsuz siyasi faaliyetlerin mihrakı durumuna geldiği savıyla Siyasi
Partiler Yasası'nın 101/b ve 103/1 maddeleri gereğince kapatılmasını
istemiştir. 2820 sayılı Yasa'nın 78., 80. ve 81. maddeleri kimi eylemleri
yasaklamakta, 101/b ve 103. maddelerinde ise, bu yasak eylemlerin belli kişi
veya kurullarca işlenmesi durumunda ya da kimi koşullar gerçekleştiğinde
siyasal partinin kapatılacağı öngörülmektedir. Başka bir anlatımla 78., 80. ve
81. maddelerde eylem, 101. ve 103. maddelerde bunun yaptırımı yer almaktadır.
Öte yandan 2820 sayılı Yasa'nın 117. maddesinde, içinde 78., 80. ve 81.
maddelerin bulunduğu Dördüncü Kısmında yazılı yasak eylemleri işleyenlerin
eylemleri daha ağır cezayı gerektirmediği taktirde altı aydan az olmamak üzere
hapis cezası ile cezalandırılacakları da belirtilmiştir. Ayrıca, hem 2820
sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 98. ve hem de Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında 2949 sayılı Yasa'nın 33. maddeleri, siyasal
partilerin kapatılmasına ilişkin davaların Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası
hükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde inceleme yapılarak karara
bağlanacağını öngörmektedir.
2820
sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 78/a, b, 80. ve 81/a,b madde ve bentlerinde,
devletin tekliği ile ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünden söz
edilmektedir. Bu maddeler, Anayasa'da yazılı soyut "Bölünmez
bütünlük" ve "tekil devlet" kavramlarını açıklayarak
somutlaştırmaktadırlar. Eş anlatımla, Siyasi Partiler Yasası, devletin tekliği,
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak amacıyla, ayrılıkçı akımların
bir parti durumunda örgütlenmesini yasaklamakta ve yine siyasi partilerin
federal bir sistemi savunamıyacaklarını, azınlık yaratamıyacaklarını (özendirip
kışkırtamıyacaklarını), bölgecilik, ırkçılık yapamayacaklarını ve eşitlik
ilkesini korumak zorunda olduklarını vurgulamaktadır. Böylece Anayasal İlkeler
Siyasi Partiler Yasası'yla yaşama geçirilip yaptırımlara bağlanmıştır.
3.
Sav ve Savunmanın Kanıtları
a.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Savının Kanıtları
Sava
dayanak olan Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası, yanında kanıtlar, Partinin ber
kademesindeki görevlilerin değişik yer ve zamanlarda yapmış oldukları
konuşmaları içeren bant çözüm tutanakları, gazete küpürleri, izleme raporları,
görüntülü ses kayıtları, açılmış kamu davalarına ilişkin iddianamelerle mahkeme
kararları ve ilgililerce imzalanmış bildirilerdir.
İddianamedeki
sırası da gözetilerek, kanıtların ilgili bölümleri şöyledir:
a)
Eski Genel Başkan Fehmi IŞIKLAR'ın Sözleri:
1.
HEP Van il örgütünce 26.1.1991 gününde düzenlenen açılış konuşması.
2.
HEP Zeytinburnu ilçe örgütünce düzenlenen 23.2.1991 günlü "Barış ve
Özgürlük" toplantısındaki konuşması.
3.
HEP tarafından 21.3.1991 gününde İstanbul'da düzenlenen "Nevruz
Şenlikleri"ndeki konuşması.
4.
HEP İzmir il örgütünce 22.3.1991 gününde düzenlenen eğlence gecesindeki
konuşması.
5.
HEP Siirt il örgütünce 26.3.1991 gününde düzenlenen toplantıdaki konuşması.
6.
HEP Şişli ilçe örgütünce 8.5.1991 gününde düzenlenen "Dersim
Gecesi"ndeki konuşması.
7.
HEP Diyarbakır il örgütü Başkanı Vedat AYDIN'ın 10.7.1991 günü yapılan Cenaze
törenindeki konuşması.
8.
HEP Bursa il Örgütünce 7.9.1991 gününde düzenlenen eğlence gecesindeki
konuşması.
Konuşmaların
genel içeriği :
· Kürt
halkının özgürlük, demokrasi ve meşruiyet mücadeleleri verdiği üzerin de
durulup 2600 yıl önce Dehhak'ın zulmüne karşı ayaklanan Kawa efsanesiyle
paralellik kurularak Kawaların çoğaldığı,
· İlk
defa kendilerinin diyebileceği partinin doğduğu, bu partinin en çok sömürülen,
baskı altında tutulanların partisi olduğu,
· Nevruz
mücadele, başkaldırı özgürlük yükselme günü,
· Demokrasinin
önünde en büyük sorun olan Kürt sorunu çözülmeden Türk halkının özgür
olamıyacağı, Türkiye'de demokrasiden söz edilemiyeceği,
· Dünyada
çok güzel olaylar gelişirken ... halklar kendi kaderlerini tayin etmek isterken
ne yazık ki Türkiye'nin yeteri kadar etkilenmediği,
· Birleşmiş
Milletler ve onu oluşturan devletlere seslenerek en kısa zamanda Birleşmiş
Milletler Örgütünde bir Kürt Konferansı toplanması,
-
Kürt halkının verdiği mücadeleyle, işçi sınıfının güçlenen mücadelesinin
birleştirilmesi,
Yönündedir.
Bu konuşmalarında açıkça "Kürt halkı (Ulus anlamında) vardır.",
"Demokrasinin önündeki en büyük sorun Kürt sorunudur.", "Bize
Kürt partisi diyorlar biz ezilen sömürülen horlananların partisiyiz. Kürtler en
çok eziliyor sömürülüyorsa, biz Kürtlerin de partisiyiz.", "Halklar.
Kürt halkı da, kendi kaderlerini belirleme hakkına sahiptir. . ." Konuları
işlenmektedir.
bb)
Genel Başkanvekili Ahmet KARATAŞ'ın 15.12.1991 günlü konuşmasının içeriği
şöyledir:
Dünya
ve Ortadoğudaki konumun değiştiği, kutuplaşmanın kalktığı, NATO'nun gereği
kalmadığı, yeni süreç içinde kurtuluş hareketleri tabir edilen yeni bir
dengenin gelişeceğinin kuvvetle muhtemel görüldüğü,
Ortadoğudaki
halklarla, özellikle, Filistin halkı ile paralellik kurulmaya çalışıldığı,
Kürt
halkının tarihin mahkum ettiği yöntemlerle her uygulamanın mubah sayıldığı bir
özel savaş tarzı ile evinden yurdundan edildiği, vurgulanmış Kürt ve diğer
azınlık halklarının varlığından söz edilmiştir.
cc)
Genel Başkan Feridun Yazar'ın Sözleri:
1.
1-5 Şubat 1992 günlü Sabah Gazetelerinde yayımlanan, açıklanma
2.
HEP Sakarya İl Örgütü'nün açılışı sırasında 20.4.1992 günü yapılan konuşma
3.
1.6.1992 günlü Milliyet Gazetesi'ndeki açıklama
Konuşma
ve gazetelerde çıkan açıklamaların genel içeriği şöyledir;
· Cumhuriyet
döneminde bütün etnik gruplara karşı otoriter devlet ile asimilasyon politikası
uyguladığı,
· HEP'in
Bütün emik grupların Partisi olduğu savına karşın Cumhuriyet'in Türk ve Kürt
halkları tarafından kurulduğu, buradan kalkılarak diğer etnik grupları dışlayan
Türklerle Kürtlerin eşitliğine ve ırka dayalı toplum düzeni kurulmasının
gerekliliği,
· Devletin
kullandığı şiddet ortamı ve demokratik yolların tıkanmasından (PKK) Kürdistan
İşçi Partisi'nin zora karşı zor mantığıyla ortaya çıktığı,
· Türkiye'de
yaşayan vatandaşların değil, halkların eşitliğine dayalı bir sistem arayışı,
· Demokratikleşmenin
önünde en büyük engelin Kürt sorunu olduğu,
· Üniter
Devlet biçiminin değiştirilmesi, üzerinde durulmuştur.
dd)
Genel Sekreter İbrahim AKSOY"un beyanları:
1.
HEP Van il örgütünce 21.3.1991 günü düzenlenen "Irkçılıkla Mücâdele
Günü"nde,
2.
HEP Fatih ilçe örgütünce 25.5.1991 günü düzenlenen "Bahar ve
Özgürlük" Toplantısında,
(3)
HEP Konya İl Kongresinde 18.5.1991 günü yaptığı konuşmalarda, Konuşmaların
genel içeriği şöyledir;
· Kürt
halkının uluslararası anlaşmalardan doğan hiçbir hakkı kullanamadığı,
· Kürtlerin
okuma, yazma ve ilerleme hakkının olmadığı,
· Güneydoğu'daki
Devlet gücünün teröristlere karşı değil ulusal taleplerine sahip çıkan Kürt
halkına karşı oluşturulduğu,
· Doğu
sorununun ekonomik sorun olmadığı, Kürt halkının sorununun ulusal olduğu
üzerinde durulmakta ve Sovyetler Birliği'ndeki gelişmelerle Türk Ulusu için de
yeralan Kürt kökeninden gelen vatandaşlarımızın durumu arasında ilgi kurulması,
görüşlerine yer verilmiştir.
ee)
Ahmet Karataş'ın Genel Sekreter olarak sözleri:
1.
HEP İstanbul il örgütünce düzenlenen 21.3.1992 günlü "Bütün Halklar
Kardeştir. Katliama Son" mitingindeki konuşmasıyla,
2.
İmzalamak suretiyle içeriğine katıldığını Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi,
Cumhuriyet Savcılığı'ndaki 16.4.1992 günlü ifadesinde belirttiği ve böylece
yazılı beyanı durumuna gelmiş olan 2.4.1992 günlü "Birleşmiş Milletler,
Tüm Uluslararası Kurum ve Kuruluşlarına Deklarasyondur." başlıklı
bildirgede:
Kürt
halkının özgür olmak istediği, - Kürdistan'daki katliama engel olunması,
Teröristlerle mücadele görüntüsü ile Devlet tarafından Kürt halkına karşı silah
kullanıldığı,
-
Kemalist çizgilerin yıkılması, aşılması gereği,
· Terör
örgütüne karşı alınan yasal önlemlerin ve uygulamaların uluslararası bir savaş
ve bu savaşın taraflarından birinin PKK terör örgütü olduğu,
· Bu
örgüte mensup teröristlerin özgürlük savaşçısı gerillalar oldukları ve
haklarında uluslararası savaş hukukunun uygulanması gerektiği, ancak Türk
Hükümeti'nin bu kurallara kat'i surette uymadığı,
TC
Ordusu ve Güvenlik Kuvvetlerinin Kürt gerillalardan çok onlara kaynaklık eden Kürt
halk yığınlarını fiziki olarak ve büyük kitleler halinde yok etme peşinde
oldukları,
Belirtilerek
bu davranışın izlenmesi uluslararası kuruluşlardan istenilmektedir.
ff)
Partinin taşra teşkilatı görevlilerinin beyan, yayın ve eylemlerinin sıralaması
da aşağıdaki gibidir:
Konuşmalar
(1)
İstanbul İl Başkanı Osman Özçelik:
· Zeytinburnu
"Barış ve Özgürlük toplantısı 23.2.1991,
· İstanbul
- Nevruz, 21.3.1991,
· Fatih,
25.5.1991,
1.
Yaşar Kilerci - Küçükçekmece İlçe Bşk. 8.3.1991,
2.
Tunceli Merkez ilçe Bşk. Mehmet Gülmez "Değişim Gecesi" 8.5.1991-
İst.
3.
Fatih ilçe Bşk. Hikmet Can Özdemir, 25.5.1991,
4.
İzmir II Başkanı Bayram Özcan, 22.3.1991,
5.
Van Merkez ilçe Sekreteri İsmail Aydın, 24.3.1991,
6.
Van il Başkanı Remzi Kartal Milletvekili, 24,3.1991,
7.
Siirt H Başkanı Abdurrahim Deli, 20.4.1992,
8.
Muş il Başkanı Adayı (Milletvekili) Sırrı Sakık, 12.5.1991,
10.
Ağrı İl Başkanı Kemal Adıgüzel, 18.5.1991,
11.
Ağrı İl Örgütü üyesi Eyüp Duman, 18.5.1991,
12.
Feridun Yazar Genel Sekreter Yardımcısı iken Urfa'da - 19.2.1991,
13.
Manisa eski ilçe Başkanı Celil Bedikanlı, Turgutlu - 21.7.1991
14.
Bursa İl Başkanı Murat Dağdelen, 7.9.1991,
15.
Bursa İl Yönetimi K.üyesi Abdülkadir Gedik, 7.9.1991,
16.
15.12.1991 de, 1. Olağanüstü Büyük Kongre'deki Partililerin konuşmaları:
a.
Güven Özata - Divan Başkanı Antalya Merkez îlçe Üyesi,
b.
Kemal Okutan - Adana il Başkanı,
c.
Abdulmuhsin Melih - Urfa il Başkanı,
d.
Cabbar Gezici - İstanbul il Sekreteri,
(17)
Genel Sekreter Yardımcısı Kemal Okutan - Nazilli 28.2.92,
-
Adana, 12.4.1992
1.
Bursa İl Örgütü Bşk. Murat Dağdelen - Sakarya 20.4.1992,
2.
İstanbul İl Başkanı Felemez Başboğa İstanbul - 1.3.1992,
3.
Partili Milletvekillerinin Konuşmaları:
(a)
Mahmut Almak Eminönü - 16.3.1991,
Muş
- 12.5.1991
· Ağrı-
13.5.1991
(b)
Kenan Dönmez İstanbul (Milletvekili) Üsküdar - 17.3.1991,
1.
HEP İzmir İl Yönetim Kurulu'nun 3.1.1991 günlü kararıyla yayımlanan
"Yurtsever Demokratik Kamuoyuna" başlıklı bildiri,
2.
HEP Aydın İl Yönetim Kurulu'nun 1.1.1992 günlü kararıyla, tanıtım ve gelir
amacıyla bastırılan (1060 adet) duvar takvimi,
3.
Mardin ve Derik örgüt binalarında yapılan partili partisiz kişilerin katıldığı,
3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası'nı protesto etmeyi amaçlayan açlık
grevleri:
· Mardin
31.5.1991 - 5.6.1991 arası (sloganlar v.s. - izleme tutanakları), .
· Derik
- 31.5.1991 - 3.6.1991 arası.
Ayrıca,
iddianamenin 106-115. sayfalarına gerek parti kongrelerinde, gerekse taşra
örgütlerinin "şölen", "gece" gibi adlarla düzenledikleri
toplantılarda parti adına görev aldıkları anlaşılan sunucuların beyanları,
atılan sloganlar, yapılan eylemler, asılan afiş ve pankartlar üzerindeki
yazıların içerikleri üzerinde durulmuştur.
Bunlar,
çeşitli yer ve günlerdeki çok çeşitli sunuşlar, kürtçe şarkılar, sloganlar,
pankartlardaki sözler, sarı-kırmızı-yeşil renklerden oluşmuş eşarplarla
eylemler, aynı renkteki bayraklarla eylemler, Türk Bayrağının indirilmesi
eylemi, kışkırtıcı konuşmalar, Vedat Aydın'ın cenaze törenindeki olaylar
(pankart, slogan, karakola ateş edilmesi gibi), Terör örgütü PKK lideri Apo'nun
anasının, "hepimizin anası" olarak sunuluşu gibi eylemlerdir.
Ancak
ilgili görülen bölümleri alınmış olan konuşmalar ve diğer kanıtların
nitelikleri için iddianamenin 115. sayfasında aynen şöyle denilmektedir
"Bu
beyanların ve eylemlerin sahipleri her ne kadar parti tüzel kişiliğini doğrudan
doğruya sorumlu kılabilecek parti üyeleri değiller ise de, bu beyan ve eylemler
ile davalı partinin genel merkez yöneticilerinin davaya esas alınan beyanları
arasındaki ayniyeti ve işlenmekte olan ana fikrin etki alanını biçimini
gösterdiği cihetle zikre değer bulunmuştur."
Yargıtay
Başsavcılığının "esas hakkındaki görüşünde" de aynı sav
yinelenmektedir.
Davalı
Siyasi Parti ise tüm savunmalarında, 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın
101/b, d maddelerindeki açıklık karşısında partinin, ancak sorumlu kişilerinin
beyanları ile suçlanabileceğini, bunların dışındaki örgüt üyelerinin beyan ve
eylemlerinin doğrudan doğruya kapatma sebebi yapılamıyacağını, bu gibi
durumlarda uyulacak yöntemin Siyasi Partiler Yasası'nın 101/d maddesinde
gösterilmiş bulunduğunu ve buna uyulmamış olduğundan anılan kanıtların
değerlendirme dışı bırakılmasını istemiştir.
Yukarıda
belirtilen bu kanıtların esas yönünden partiyi sorumlu tutabilecek
görevlilerinin yaptıkları konuşmalardan bir farkı bulunmamakta, sorunlara ve
çözümlerine koşut bir yaklaşım sergilediği gözlenmekte, çoğunda ise yasa dışı
bir örgüt olan PKK'nın övülüp ve desteklendiği görülmektedir.
Konuya,
2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın getirdiği sistem yönünden yaklaşmak
gerekmektedir. Bu Yasa'nın 101. maddesinin (b) bendindeki koşulların
gerçekleşmesi durumunda doğrudan doğruya kapatma davası açılabilmekte, bu
bentte sayılanlar dışında kalan parti organ mercii veya kurulu tarafından 4.
Kısım'daki yasaklara aykırı davranılması durumunda ise maddenin (d) bendinin
uygulanması gerekmektedir. Bu bent gereğince kapatma davası açılabilmesi kimi
ön koşullara bağlanmıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, Siyasi Partiler
Yasası'nın 101. maddesinin (b) bendinde sayılanlar dışındaki organ, merci ya da
kurullarının 4. Kısım'daki yasaklara aykırı davrandıklarını saptadığında eylem
tarihinden itibaren iki yıl geçmemişse, organ, merci veya kurulların işten el
çektirilmesini, yasak eylemlerden hüküm giyen parti üyelerinin ise kesin olarak
çıkarılmasını isteyip 30 gün içinde yerine getirilmediği taktirde kapatma
davası açma olanağı vardır.
gg)
Diğer Kanıtlar
Davalı
Halkın Emek Partisi'nin, Adana, İçel, Şişli, Fatih, Derik, Şanlıurfa, Manisa,
Antalya, Aydın, İstanbul, Adapazarı il ve ilçe örgütlerinin çeşitli kademedeki
yöneticileri ve parti üyeleri hakkında bölücü eylemlerinden dolayı, 3713 sayılı
Terörle Mücadele Yasası'nın 8/1. maddesi uyarınca açılmış ve sürmekte bulunan
11 kamu davasına ilişkin iddianameler ve bunlara ilişkin hazırlık
soruşturmaları evrakı.
İddianamenin
145-149. sayfalarında geniş özeti alınan bu belgeler -ki yalnızca HEP Manisa
Merkez İlçe Örgütü Başkanı Celal Bedikanlı hakkında açılmış olan davanın 3713
sayılı Yasanın 8/1 maddesi uyarınca mahkumiyetle sonuçlandığı, Yargıtay'ca
onanarak kesinleşen bu karar üzerine Partiye uyarıda bulunulması sonucun da adı
geçen kişinin davalı partideki üyeliğine son verildiği, diğer kamu davalarının
henüz devam etmekte olduğu bildirilmektedir. davalı siyasi partinin
"kanunsuz siyasi faaliyetlerin mihrakı" olduğuna ve bu nedenle de,
2820 sayılı Yasa'nın 103. maddesi uyarınca kapatılması istemine kanıt olarak
gösterilmektedir. Aynı kapatma nedenine kanıt olarak "Esas hakkındaki
görüş" yazısının 50-53 sayfalarında özetlenen ve partinin çeşitli örgüt
yöneticileri ve üyeleri hakkında açılmış ve henüz sonuçlanmamış 5 ayrı kamu
davasından daha söz edilmektedir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, 3.7.1992'de açmış olduğu kapatma davasına ilişkin
olarak düzenlediği iddianamenin sunulmasından sonra, 9.10.1992 gün ve SP.Muh.
1992/229 sayılı yazısı ekinde, değişik makamlardan, bu arada, Ankara,
Diyarbakır, İzmir ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemeleri Savcılıkları'ndan
gönderilen belgeler, "Açılmış olan davayla bağlantılı görüldüğünden"
kanıt olarak sunmuş bulunmaktadır.
Yine
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 22.10.1992 günlü "Esas Hakkındaki
Görüşünde" öncekilere ek olarak:
1.
Genel Sekreter Yardımcısı Kemal Okutan'ın Bursa'daki 28.6.1992 ile 2.
Olağanüstü Kongredeki 19.9.1992 günlü,
2.
Parti Meclisi üyesi Abdülcabbar Gezici'nin yine 2. Olağanüstü Kongre'deki
19.9.1992 günlü,
3.
Genel Sekreter Yardımcısı Harun Çakmak'ın aynı yer ve günlü,
4.
HEP Bakırköy ilçe örgütü üyesi Mustafa Kemal Öztürk'ün aynı yer ve günlü,
5.
HEP Milletvekili Mahmut Alınak'ın aynı yer ve günlü,
6.
HEP Milletvekili Hatip Dicle'nin aynı yer ve günlü,
7.
HEP Milletvekili Ali Yiğit'in aynı yer ve günlü, konuşmalarından yaptığı
alıntılan yeni kanıt olarak sunmuş ve davalı Partinin Bursa ile Fatih
örgütlerince düzenlenen toplantılarda atılan sloganlarla 2. Olağanüstü Kongrede
yaşanan olayları tesbit eden tutanaklara da dayanmış bulunmaktadır.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının dayandığı kanıtlardan biri de, 7.1.1993 günlü ve
SP.31.Muh. 1993/2 sayılı yazılan ekinde gönderilen belgelerdir. Bunlar:
· İddianamenin
148. sayfasında (8) no da belirtilen Aydın İl Örgütü Yönetim Kurulu Başkan ve
Üyelerinden oluşan 10 kişi hakkında 3713 sayılı Yasa'nın 8/1 maddesi uyarınca
verilen mahkumiyet kararının onanmasına ilişkin Yargıtay 9, Ceza Dairesi'nin
4.12.1992 günlü, 1992/9988-10833 sayılı kararı,
· İddianamenin
69. sayfasında özetlenen 18.5.1991 günlü beyanı nedeniyle eski genel sekreter
İbrahim Aksoy hakkında, Konya DGM Savcılığı tarafından düzenlenen 14.12.1992
günlü iddianame,
· 22,10.1992
günlü Esas Hakkındaki Görüş'ün 24. sayfasında belirtilen, davalı partinin 19.9.1992'de
gerçekleştirdiği 2. Olağanüstü Kongreyle ilgili olarak, kimi parti görevlileri
ve üyeleri hakkında Ankara DGM Savcılığı'nca düzenlenen 13.11.1992 günlü
iddianamedir.
Bu
başlık altında sıralanan ve tümü dosyaya sonradan sunulan kanıtların çoğunluğu
kapatma davasının açılmasından (3.7.1992) sonraki günlerde gerçekleştiği öne
sürülen olaylara ilişkindir. Eş anlatımla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı,
3.7.1992 gününe kadar toplamış olduğu kanıtlara göre kapatma davasını açmış
ancak iddianamesini, hatta esas hakkındaki görüşünü verdikten sonra bile,
davalı Siyasi Parti hakkında yürütülen her türlü soruşturma evrakını, gazete
kupürlerini, "açılmış olan dava ile ilgisi nedeniyle" kanıt olarak
değerlendirmek üzere göndermiş bulunmaktadır.
b)
Savunmanın Kanıtları
Davalı
parti kanıt olarak bilgi ve belge sunmamış, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın verdiği kanıtlan çürütmeye yönelik 11 sayfalık, 3.9.1992 günlü
"Ön Savunma"; 16 sayfalık, 22.1.1993 günlü "Esas Hakkındaki
Savunma" ve 1,3.1993 günlü "Sözlü Açıklama" ile yetinmiştir.
Savunmalarda öne sürülen usûl sorunları daha önce çözümlenmiş olup, esas,
savunmaları değerlendirme bölümünde ele alınacaktır.
4.
Kanıtların Değerlendirilmesi
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesi ve aynı doğrultudaki Esas Hakkında Görüş
yazısı incelendiğinde davalı Halkın Emek Partisi'yle ilgili kapatma isteminin
başlıca iki nedene dayandırıldığı görülmektedir.
Bunlar:
-
Irk esasına dayanmak, Devletin tekliği ilkesini değiştirme amacını gütmek,
azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek ve Türk dili ve kültüründen başka dil ve
kültür leri korumak geliştirmek veya yaymak yoluyla ülke üzerinde azınlıklar
yaratarak "Devletin ülkesi ve Milletiyle bölünmez Bütünlüğünün
bozulması" amacını taşımak ve bu yolda faaliyette bulunmak,
-
Kanunsuz siyasi faaliyetlere mihrak olmak, biçiminde özetlenebilir.
Davalı
Siyasi Parti de, faaliyetlerinin suçlama konusu yapılamıyacağını, eylemlerinin
kapatma nedeni oluşturmayacağını savunmuştur.
a.
Kanunsuz Siyasi Faaliyetlere Mihrak Olma Nedeniyle Kapatma istemi
2820
sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın "Kanunsuz Siyasi faaliyetlere mihrak
olma sebebiyle kapatma" başlıklı, 3270 sayılı Yasa ile değişik 103.
maddesinde:
"
Bir siyasi partinin, bu kanunun 78-88 ve 97. maddeleri hükümlerine aykırı
fiillerin işlendiği bir mihrak haline geldiğinin sübuta ermesi halinde, o
siyasi parti Anayasa Mahkemesi'nce kapatılır.
Bir
siyasi partinin yukarıdaki fıkrada yazılı fiillerin mihrakı haline geldiği,
101. maddenin (d) bendinin uygulanması sonucunda bu fiillerin o partinin
üyelerince kesif bir şekilde işlenmiş olduğunun ve bu fiillerin kesif olarak
işlenmesinin o partinin büyük Kongre, merkez karar ve yönetim kurulu veya
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki grup genel kurulu yahut bu grubun yönetim
kurulunca zımnen veya sarahaten benimsendiğinin sübuta ermesiyle olur"
denilmektedir.
Maddenin
ikinci fıkrasında sözü edilen aynı yasanın, 3270 sayılı yasa ile değişik 101.
maddesinin (d) bendinin ilgili bölümü de aynen şöyledir:
"d)
1. (b) bendinde sayılanlar dışında kalan parti organı mercii veya kurulu
tarafından bu kanunun 4. kısmında yer alan maddeler hükümlerine aykırı fiilin
işlenmesi halinde, fiilin işlendiği tarihten başlayarak iki yıl geçmemiş ise,
Cumhuriyet Başsavcılığı sözkonusu organ, merci veya kurulun işten el çektirilmesini
yazı ile o partiden ister. Parti üyeleri 4. kısımda yer alan maddeler
hükümlerine aykırı fiil ve konuşmalarından dolayı hüküm giyerler ise,
Cumhuriyet Başsavcılığı bu üyelerin kesin olarak çıkarılmasını o partiden
ister.
Siyasi
parti, tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde istem yazısında belirtilen
hususu yerine getirmediği taktirde, Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasa
Mahkemesi'nde o siyasi partinin kapatılması hakkında dava açar. . ."
2820
sayılı Yasanın getirdiği bu düzenlemeye göre, Siyasi Partilerin, 101. maddenin
(b) bendinde sayılan organ ve görevlilerinin, Dördüncü Kısım'da yazılı
yasaklara aykırı davrandıklarının saptanması durumunda doğrudan doğruya kapatma
davası açılabilmesine karşın, aynı yasak eylemlerin (d) bendinde sayılan organ,
merci ya da kurullar, veya parti üyeleri tarafından işlenmesi durumunda kapatma
davasının açılabilmesi kimi koşullara bağlanmıştır. Bunlar, parti üyeleri
bakımından "hüküm giyme" ve bunun sonucunda üyelikten çıkarılması
için yasa metninde belirlenen "tebligat" ve buna karşın
"üyelikten çıkarma" koşuludur.
Cumhuriyet
Başsavcılığımın, Yasa'nın 103. maddesinin en önemli öğesi olan "101.
maddenin (d) bendinin uygulanmasını" gözetmediği, eş anlatımla, parti
üyelerinin Dördüncü Kısım'da yer alan hükümlere aykırı eylem ve konuşmalarından
dolayı "hüküm giyme" ile tebligatta bulunma ve buna karşın üyelikten
çıkarma koşulunu aramadığı ve parti üyeleri hakkında açılmış ve devam etmekte
olan kamu davalarının varlığını yeterli görerek davalı siyasi partinin kapatılmasını
istediği görülmektedir.
Bu
durumda, Siyasi Partiler Yasası'nın 103. maddesinde yazılı kapatma nedeninin
öğeler yönünden gerçekleşmediği açıktır. Buna dayalı kapatma isteminin reddi
gerekir.
b)
"Devletin Ülkesi ve Milletiyle Bölünmez Bütünlüğünün Bozulması" Amacını
Taşımak ve Bu Yolda Faaliyette Bulunmak, Nedenleriyle Kapatma istemi
Halkın
Emek Partisi'nin eski Genel Başkanları Fehmi IŞIKLAR ve Feridun YAZAR ile Genel
Sekreter İbrahim AKSOY ve bir süre Başkanvekilliği de yapan Eski Genel
Sekreteri Ahmet KARATAŞ'ın iddianameye aktarılmış bulunan konuşmalarıyla
gazetelerde yayımlanan açıklama ve imzaladıkları bildirilerin 2820 sayılı
Yasa'nın Dördüncü Kısmı'nda yazılı yasaklara aykırılık oluşturup
oluşturmadığının değerlendirmesinde gözönünde bulundurulmak üzere konu ile
ilgili kimi kavramların açıklanmasına yer verilecek ve bu amaçla öncelikle
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve Atatürk Milliyetçiliği
kavranılan ele alınacaktır.
"Bütünlük"
ilkesi ilk olarak Misak-ı Milli'nin birinci maddesinde ". . . İslam
çoğunluğu bulanan yerleşik toprak parçalarının tamamı hakikaten veya hükmen
hiçbir sebeple ayırma kabul etmez küldür." biçiminde yer almıştır.
İsmet
İnönü, Lozan Barış Andlaşması görüşmelerinde, bütünlük ilkesini "Büyük
Millet Meclisi Hükümeti; Türk Yurdu'nun birliğine ve bölünmezliğine en büyük
önemi vermekte, hakların ve ödevlerin, çıkarların ve yükümlülüklerin
yurttaşlarca eşit olarak paylaşılması gerektiğine inanmaktadır." biçiminde
açıklamıştır.
Devletin,
ülkesi ve milletiyle bölünmezliği ilkesi Anayasa'nın birçok maddesinde
özellikle vurgulanmış, Türk Milleti'nin bağımsızlığı ve bütünlüğüyle, ülkenin
bölünmezliğini korumak devletin temel amaç ve görevleri arasında
gösterilmiştir. (Madde 5), Ülke ve ulus bütünlüğünü korumak için temel hak ve
özgürlüklerin kısıtlanabileceği de kabul edilmiş, (Madde 13 ve 14) aynı amaçla
basın ve dernek kurma özgürlüklerine özel sınırlamalar getirilmiş (Madde 28,
30. 33), gençlerin bu anlayış doğrultusunda yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı
önlemler alınması devlete özel görev olarak verilmiş (Madde 58), bilimsel
araştırma ve yayında bulunma yetkisinin Devletin varlığı ve bağımsızlığıyla
ulusun ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliğine karşı kullanılamıyacağı
belirtilmiş (Madde 130), kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına bu
nedenlerle yönetimin müdahalesi uygun bulunmuş (Madde 135), birlik ve bütünlük
konusunda işlenecek suçlar için özel mahkemelerin kurulması öngörülmüş (Madde
143), aynı konu, TBMM üyeleri ve Cumhurbaşkanı yeminlerinin temel öğelerinden
birini oluşturmuş (Madde 81 ve 103), siyasi partilerin uyacakları esasların başlıcaları
arasında yine "bölünmez bütünlük" ilkesi yer almıştır. (Madde 69)
2820
sayılı Yasa'nın 78. maddesinin (a) bendi, siyasi partilerin, devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğü yanında, devletin resmi dilinin Türkçe olduğuna
ilişkin kuralı da değiştirmek amacını güdemiyecekleri açıldığını taşımaktadır.
Gerçekte,
bin yıldan beri birlikte yaşayan, vatanın her yerinde içice kaynaşan çeşitli
soy ve kökenden gelen bireyler arasında Türkçe en yaygın dildir. Sadece resmi
işlerde değil, ailede, günlük yaşamda ve eğitimde kısacası toplumsal
ilişkilerin her alanında kullanılan ortak bir dil olmuştur. Türkçeyi bilmeyen
ve kullanmayan çok az kişi vardır.
Ayrıca
kapalı ve açık özel ortamlarda, ev ve işyerinde, basın ve sanat alanında ana
dilin kullanılması da yasak değildir. Tersine savlar gerçek dışıdır.
Ulus
bütünlüğü içinde yer alan kimi etnik grupların kendi aralarında kullandıkları
yerel dillerin resmi dil yerine ortak iletişim ve çağdaş eğitim aracı olarak
tanınması olanaklı değildir. Özgün bir Kürt dili yoktur.
Anayasa'nın
26. maddesinin üçüncü fıkrasında "Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında
kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz" denilmektedir.
Türkiye'de özellikle yasaklanan bir dil kalmadığı gibi özel yaşamda bir çok dil
kullanılmaktadır. Anayasa'nın 42. maddesinin son fıkrasında, Türkçe'den başka
hiçbir dilin eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri
olarak okutulup öğretilemiyeceği, uluslararası andlaşmalar saklı tutularak
kurala bağlanmıştır. Bu anayasal gerek, öğretim ve eğitim birliği ile
ilköğretimin zorunlu olmasının ve bu yolla ulusal bütünlük ve dayanışmanın
taşıdığı öneme bağlanmalıdır.
Dil
konusunu kapsayan bir başka düzenleme de Anayasa'nın 14. maddesinin ilk
fıkrasındaki Anayasa'da yer alan, "hak ve hürriyetlerden hiçbirinin dil
ayrımı yaratma amacıyla kullanılamıyacağı" kuralıdır.
Devletin
bölünmez bütünlüğü ile dili konusundaki kurallar, yaptırmışız değildir.
Herşeyden önce Anayasa'nın 4, maddesine göre bu konularda genel ilkeyi koyan
Anayasa'nın 3. maddesi, "Değiştirilemez ve değiştirilmesi, teklif
edilemez". Öte yandan, Anayasa'nın 69. maddesi, bu sınırlamalara uymayan
devlet düzeni kurma yasağını içeren 14. maddeye aykırı davranan siyasi
partilerin temelli kapatılacağını öngörmektedir.
2820
sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın ilgili kuralları, bu anayasal çerçevede
değerlendirilmelidir. Yasa'nın 78. maddesinin (a) bendi, Anayasa'nın 4. maddesi
doğrultusunda bir kural koymuş, siyasi partilerin, diğer yasaklar yanında
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüyle diline ilişkin yukarda
değinilen Anayasa'nın 3. maddesini değiştirmek amacını da güdemiyeceklerini
belirlemiştir.
Uluslar,
varlıklarını tarihsel gelişmeler ve gerçeklerle kazanırlar. Ortak kültürün,
sosyal dayanışmanın ve birlikte yaşama duygusunun doğuşu, gelişip güçlenmesi
tarihe dayanır. Telç vücut durumunda ve tam ulus yapısı içinde bütünleşerek
Kurtuluş Savaşı'nı yapmış halkın vatanı, Türk Vatanı; Milleti, Türk Milleti;
Devleti de Türk Devleti'dir. Dünya, 11. yüzyıldan bu yana çağlar boyu Anadolu
için"Türkiye" ve burada yaşayanlar için "Türkler" adım
kullanmıştır. Bu durum, ulus bütünlüğü içinde yeralan farklı etnik grupları
görmeme anlamına gelmez.
Türk
Ulusu'nu oluşturan, binlerce yıl birarada yaşamış, kaynaşmış, ortak kültüre,
ahlaka ve dine sahip insanların tarihleri birdir. Vatanı üzerinde yaşamış bütün
geçmiş kuşaklar, ülkenin ve ulusun bütünlüğünü ve onurunu sürdüreceği kuşkusuz
olan, gelecek kuşaklarla birlikte düşünülmelidir. Her ulusun olduğu gibi
tarihsel gerçeklere dayanan Türk Ulusu'nun ortak kimliği ve kültürü de
savunmasız bırakılamaz.
Herşeyden
önce Türk Devleti'nin bağımsızlığına, kimliğine ve özbenliğine, ulusal
bütünlüğüne düşman olan tüm karşıtlıklarla uğraşmak uluslararası hukuksal
belgelerin benimsediği temel bir görev ve haktır.
Türkiye
Cumhuriyeti son yıllarda dışardan desteklenen silahlı bölücü terörün tehdidi
altındadır. Halkın Emek Partisi'nin dava konusu faaliyetleriyle, teröristlerin
gerçek istek ve savları başka bir biçimde belirtilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin
bütünleştirici ve tekil devlet esaslarından vazgeçilmesini, gerçekleştirilmesi
olanaksız değişiklikleri savunan ve eşit haklara sahip Türk Ulusu bütünlüğü
içinde yer alan vatandaşların bir kısmında azınlık ve ayrılık duygusu
yaralamaya yönelik kışkırtıcı ve yıkıcı çabalan demokrasinin ve çağın bir
gereği sayılamaz. Kaldıki, kendileri ayrı bir ırk ve ulus kimliğiyle devlet
çatısı altına sokulmak istenen vatandaşların Türk Ulusu ortak kimliğine ve
bütünlüğüne sağduyuyla ve kesin biçimde sahip çıktıkları belirgindir.
Yüzyıllardan
beri süregelen tarihsel ve manevi birliğe ek olarak, bütün yıkıcı ve bölücü
faaliyetlere karşı birlikte Ulusal Kurtuluş Savaşı'na katılıp Cumhuriyeti kuran
ve böylece kader ve gönül birliğini kanıtlamış bulunan; ülkenin her yöresindeki
vatandaşlar arasında ulusal bütünlük perçinlenerek, Türk Ulusu'nun siyasal ve
toplumsal birliği kurulmuştur.
Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşları, ortak tarihsel değerlere ve kültüre sahip, aynı
ulusal kimlik taşıyan ve tek vücut olan Türk Ulusu'nun bireyleridir. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu, yöneticisi ve koruyucusu olan bu ulus,
bölünmenin kendisine yarar getirmeyeceği bilinciyle özenli ve duyarlı
davranmaktadır.
Gerek
Anayasa'ya gerek Siyasi Partiler Yasası'na göre ülke ve ulus bütünlüğü,
devletin bölünmezliğinin temel öğeleridir. Faaliyet, ister ülke, ister ulus
bütünlüğüne yönelik olsun, sonuçta devletin bölünmez bütünlüğünün tehlikeye
girmesi söz konusudur. Ülke bütünlüğünün hedef alınmasının, ulus bütünlüğünü;
ulus bütünlüğünün hedef alınmasının ülke bütünlüğünü bozacağı kuşkusuzdur.
Anayasa ve Yasa, bu değerleri birlikte ve ödünsüz, mutlak olarak korumayı
amaçlamıştır.
"Millet"
kavramı; insanlığın gelişme süreci sonucunda vardığı en ilerlemiş birlikteliği
oluşturan toplumsal yapıyı anlatır. "Ulus" ve yerine göre
"Halk" sözcükleriyle de anlatılan bu yapı, bir gelişme düzeyini,
bilinçli ve kişilikli bireyler olgusunu gösterir. "Milliyetçilik"
ise, büyük bir toplumsal gerçek ve "millet düşüncesi"nin üzerine
kurulu olan çağın en etkin kültür ve politik anlayışıdır. Milliyetçilik,
Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk Devrimi'nin temel ve önde gelen ilkelerinden
biridir. Cumhuriyet döneminde "millet" ve "milliyetçilik"
kavranılan, başta, teokrasiden demokrasiye geçişi sağlayan Atatürk olmak üzere Cumhuriyetin
kurucularıyla, onların koyduğu temel ilkeler üzerinde Cumhuriyeti yöneten
kuşaklarca yorumlanmış ve 1924, 1961, 1982 Anayasalarında yer almıştır. 1982
Anayasası'nın Başlangıcı'nda ". . . Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik
anlayışı . . . ", 2. maddesinde ". . . Atatürk milliyetçiliği . .
,", 42. maddesinde ". . . Atatürk ilkeleri , . ." ve 134.
maddesinde "Atatürkçü düşünce . . ." sözcükleriyle Atatürk
milliyetçiliği güçlü biçimde yer almaktadır. Atatürk Milliyetçiliği, ayrımcı ve
ırkçı bir kavram değil, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkının, kökeni ne
olursa olsun, devlet yönünden tartışmasız eşitliği, içtenlikti birliği ve
birlikte yaşama istencini içeren çağdaş bir olgudur. Ayrımcılığı dışlayıp
"ulus" yapısı içinde kaynaşmayı öngören bu kavram; etnik kökenleriyle
kimliklerin ayrımcılığa varan resmi bir tanıtım belirtisi olarak söylenmesini
engellemektedir. Dil ve din birliği yanında önemli başka toplumsal bağlar
kurmuş toplulukların devletle olan hukuksal bağlarını koparacak bir girişim,
kışkırtma, toplumsal gerçeklere Anayasa'ya ve Siyasi Partiler Yasası'na uygun
bir tutum değildir. Türk Ulusu içinde "Kürt" kökenli yurttaşlarla
değişik boylardan gelen "Türkler" ve diğer değişik kökenliler
ayrımsız biçimde yer almakta Devletin temel öğesi olan "tek ulus"
olgusu böylece somutlaşmaktadır. Emik kökeni açıklamanın yasak olduğu savı da
gerçek dışıdır.
Ulus,
tarihsel ve sosyolojik yönden belirli aşamaları geçmiş ve belirli nitelikleri
kazanmış bir topluluktur. Türk Ulusu, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasıyla
sınırları çizilmiş "vatan" kavramına dayanır. Ulus; vatan üzerinde
yaşayan, geçmişten geleceğe doğru bir zaman akışı içinde ortak yaşam istek ve
amacına bağlanan kültür ve" ülkü birliğine dayanır. "Ulus"
kavramı, dar çerçeveli topluluk ve dinden başka toplumsal bir bağı olmayan ve
başka öğe aramayan ümmet kavramlarından çok farklıdır. Ulus, tarihsel ve sosyal
gelişmenin yarattığı birlikte yaşama olgusudur. Irk gibi antropolojik ve
filolojik niteliklere dayanan dar bir kavram da değildir. Ulus, ortak bir tarih
bilinci yaratmamış göçebe, yerli dil ve soy gruplarından oluşan sosyolojik bir
yapı olan kavim de değildir.
Bu
esaslar içinde "Türk Ulusu" ve "Atatürk milliyetçiliği"
kavramlarında aşağıdaki tarihsel ve toplumsal gerçekler vardır:
"Misak-ı
Milli" sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerinde kurulduğu
topraklar, bin yılı aşan uzun bir tarihsel gelişme sonunda üzerinde yaşayan
ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, hukuka ve eşit haklara sahip değişik kökenden
gelen insanlarla birlikte bir vatan ve ulus oluşturmuştur.
Onuncu
yüzyılda yoğunlaşan Türk göçü ile öncelikle Anadolu'daki insanlar, birlikte,
çeşitli devletlerin siyasal çatısı altında yaşamışlar ve Osmanlı
imparatorluğu'nun kuruluşundan sonra ise Kafkaslar, Balkanlar ve Arap
ülkelerine uzanan büyük bir birlik yaratmışlardır. Daha sonra, diğer
imparatorluklar gibi Osmanlı imparatorluğu da parçalanarak Trakya ve Anadolu'ya
çekilmiştir. Siyasal hükümranlık, Balkan, Kafkas ve Arap halkıyla uzun yıllar
birlikte yaşama, Anadolu insanını yeni yeni kültür ve insanlarla birleştirip
kaynaştırmıştır. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşayan insanlar değişik
kaynaklardan gelse bile ortak kültürleriyle tek bir yapı oluşturmuştur. Türkiye
Cumhuriyeti'nde dil ve kültürün bugünkü düzeye gelmesinde ülkenin her karış
toprağında, her kökenden ve soydan gelen vatandaşların payı vardır. Bu nedenle
de Türkiye'de emik ayrılığa dayanan çoğunluk ya da azınlık düşüncesiyle
görüşler geliştirmenin tarihsel ve bilimsel temelleri yoktur. Ülkenin her yeri
her yurttaşındır. Kurtuluş Savaşı'ndan önce, Anadolu'nun yer yer işgal
edildiği, bütün güç ve olanaklarına el konulduğu bilinmektedir. Bu çok kötü
koşullar içinde Anadolu'nun bir kısım topraklarının parçalanması için yoğun
çabaların sürdürüldüğü sıralarda, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkan Atatürk'ün
18.6.1919 günü, 1. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa'ya çektiği telgrafta:
"Bütün
Anadolu halkının milli bağımsızlığı kurtarmak için baştan aşağı tek bir vücut
gibi birleşmiş olduğu" belirtilmektedir.
Anadolu'da
yaşayanlar tarihin geçmiş günlerinde olduğu gibi, o karanlık günlerinde bölücü
propaganda ve desteklere kapılmadan, kendi özgür istençleriyle ve ortak
istekleriyle, çağların yarattığı ortak kültürde birleşmeyi ve Türk Ulusu'nu
oluşturmayı sağlamışlardır. Bu olgu, bugün de Ulusça bağlı olunan bir tür
ulusal ant ve toplumsal bir uzlaşmadır. Yasama, yürütme ve yargı organlarıyla
yönetim görevlerinde, yerleşimde, çalışma yaşamında, temel hak ve
özgürlüklerde, her konuda ve her yerde eşitliği kabul eden bu tarihsel
dayanışma, kaynaşma ve oluşum, Kurtuluş Savaşı'nda zafere ulaşmayı, ülkesi ve
ulusuyla bölünmez bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurmayı
başarmıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti'nin vatandaştan arasında etnik ya da diğer herhangi bir nedenle
siyasal veya hukuksal ayrılık söz konusu değildir. Bireysel düzeyde toplumun
bütün kesimlerinde gerçekleşen bu kutsal, tarihsel mirasın korunmasına yönelik
önlemler, toplumun huzur ve refahı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin güvenliği
ve varlığı ile ilgilidir. Nitekim, Türk Ulusu içinde yer alan her kökenden
vatandaş, hiçbir ayrım gözetilmeksizin istek ve basanlarına göre her görev ve
işte çalışmış, Türkiye'nin her yerinde, köyünde, kentinde yaşama, yerleşme,
okuma, evlenme, gelişme ve yükselme ile Türk dili ve kültüründen faydalanma ve
katkıda bulunma olanağına kavuşmuştur. Bu tarihsel oluşum; "Ülke ve
Milletin bölünmez bütünlüğü", Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana her
Anayasa'da vazgeçilmez ve ödün verilmez temel kural olarak yer almıştır.
Tarihin çok uzun bir gelişine süreci içinde gerçekleşen bu kaynaşma ve
bütünleşmeye dayanan "Türk Ulusu" gerçeğine ve insan haklarını üstün
tutan olgusuna karşı, ayrıcalığa, bölücülüğe ve sonuçta yok olmaya yol açacak
davranışları insan hakları kapsamında görmek olanaksızdır.
Türkiye'de;
Türk Ulusu'nun dengeli, tutarlı yaşamı ile hoşgörüsü, insan sevgisi ve
değerbilirliği, ulusal bütünlüğü adaletli biçimde sağlanmıştır. Ulusal
bütünlüğün temeli, ortak kültüre, laiklik ilkesiyle akla, bilime ve özgür
sağduyuya, adalete dayanan "Atatürk Milliyetçiliği'dir. Anayasa'da yer
alan bu ilke, Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi
resmiyette Türk adıyla tanıtan birleştirici ve bütünleştirici bir milliyetçilik
anlayışına sahiptir. Devletin, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü, bu çağdaş
milliyetçilik anlayışının belirgin niteliklerinden birini oluşturmaktadır.
Anayasa
Mahkemesi'nin siyasal partilere ilişkin 20.7.1971 günlü, Esas 1971/3, Karar
1971/3 sayılı kararında değinildiği gibi:
1921
Anayasasından 1961 Anayasası'na değin sürekli olarak üzerinde durulmuş bir ilke
olan (Türk Devleti'nin ulusu ve ülkesi ile bölünmezliği ilkesi, Erzurum ve
Sivas Kongreleri'nde saptanan biçimi ile Misak-ı Milli'nin gösterdiği sınırlar
içinde birbiriyle kaynaşmış olarak yaşayanların gerçekten ve hukukça ayrılık
kabul etmez bir bütün oldukları kesinlikle belirlenmiş ve bu bütünlük içinde
Kürt halkından hiçbir zaman söz edilmemiş olduğu gibi, Lozan Barış Andlaşması
görüşme ve kararlarında da, Misak-ı Milli'nin çizdiği sınırlar içindeki
azınlıklar sayılırken "Kürt" ayrımına yer verilmemiştir.
Bu
durum yalnızca bir olayın değil, doğrudan doğruya bir gerçeğin de anlatımı
olmaktadır. Bu gerçeği de en çağdaş anlamıyla Atatürk'ün ulus anlayışında
bulmaktayız. Atatürk'ün kendi el yazısı ile düzenlediği notlarında:
"Bugünkü Türk Milleti, siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine
Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri
propaganda edilmek istenmiş yurttaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin
istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış göstermeler hiçbir millet ferdi
üzerinde üzüntü ve kınamadan başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet
efradı da umum Türk Camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka ve hukuka
sahip bulunuyorlar" demiş ve "Ulus"u Türkiye Cumhuriyetini kuran
Türkiye halkına Türk Milleti denir." biçiminde tanımlanmıştır.
Anayasa
Mahkemesi'nin 27.11.1980 günlü, Esas 1979/31, Karar 1980/59 sayılı kararında
". . . Anayasa'da ırkçılık, turancılık ya da din veya mezhep doğrultusunda
bütünleşmeyi amaçlayan inanışları reddeden, Türk devletine vatandaşlık bağı ile
bağlı olan herkesi Türk sayan birleştirici ve bütünleştirici bir milliyetçilik
anlayışının" benimsendiği vurgulanmıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti, milliyetçiliğe büyük önem vermiş ve bu kuram Anayasalarda temel
ilke olarak yer almıştır. Atatürk Milliyetçiliği, ülke ve ulus bütünlüğünü
koruyan temel ilkedir. Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk Milliyetçiliğine içtenlikle
bağlıdır. Eşitlikçi ve birleştirici içeriğiyle çağdaş anlayışı yansıtan Atatürk
Milliyetçiliği toplumsal dayanışmanın güvencesidir. Atatürk Milliyetçiliği,
yaşamsal ve bilimsel gerçek olarak benimsenmiştir. Bu tarihsel ilke aynı
zamanda ulusal varlığın korunmasına ve yücelmesine hizmet edecek yaşam anlayışı
ve biçimidir, insancıl, uygar ve barışçıdır. Kardeşliği, sevgiyi, dayanışmayı
ve çağdaş evrensel değerleri kucaklar.
2820
sayılı Yasa'nın 78. maddesinin (a) bendi, siyasi partilerin Anayasa'nın 3.
maddesiyle konulan devletin bütünlüğüne ve diline ilişkin ilkeyi .değiştirme
amacını güdemiyeceklerini öngörmektedir. Bu Yasa'nın 81. maddesinin (a)
bendine, siyasi partilerin dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu
ileri süremiyecekleri kuralı konularak, Anayasa ilkeleri çerçevesinde devlet
yapısının, ülke ve ulus bütünlüğünün korunması için azınlık yaratmama yolundaki
duyarlılığının siyasi partilerce de paylaşılmasının sağlanması amaçlanmıştır.
Aynı maddenin (b) bendi ise, siyasi partilerin, Türk dili ve kültüründen başka
dil ve kültürleri korumak, geliştirmek ya da yaymak yoluyla ülkede azınlıklar
yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemiyeceklerini belirtmiştir.
Bu kurallar "yaratarak" sözcüğüyle, yapay oluşum çabalarının
önlenmesine yöneliktir.
81.
maddenin gerekçesinde:
"Ülkemizde
Lozan Andlaşması ile kabul edilen azınlıklar dışında bir azınlık yoktur.
Herhangi bir ülkede resmi dilin dışında bazı dillerin bilinmesi veya yer yer
konuşulması azınlık yaratmaz. Hele siyasi sosyal, ekonomik ve kültürel
alanlarda olduğu gibi her alanda bütün haklara sahip ve borçlarla eşit bir
şekilde yükümlü olan tek bir milletin evlatları arasında azınlıktan söz etmek
mümkün değildir." denilmektedir.
Bu
maddenin (a) bendinde, siyasi partilerin ulusal ya da dini kültür, mezhep, ırk
ya da dil ayrılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremiyecekleri
öngörülmektedir. Lozan Andlaşması ile kabul edilen azınlıklar kuşkusuz, bu
bendin kapsamı dışındadır. Nitekim, bu husus gerekçede de belirtilmiştir.
Özellikle belli büyüklükteki ülkelerin hemen tümünde, dil, din ve mezhepleri
farklı toplulukların bulunması doğaldır. Bu farklılık, kimi ülkelerde büyük
boyutlara ulaşabilir. Bunların herbirine azınlık statüsü tanımak ülke ve ulus
bütünlüğü kavramıyla bağdaşmaz. Öte yandan, başlangıçta kabul edilebilir
istekler gibi görünen ve "kültürel kimliğin tanınması istemleri" adı
altında geliştirilen bu bölücü çabalar, zamanla azınlık yaratma ve bütünden
kopma eğilimine girer. Bu nedenle yasakoyucu konuya özel bir özen göstermiştir.
Gerçekten
"Lozan Barış Andlaşması" ve 18 Ekim 1925 günlü, "Türkiye ve
Bulgaristan arasındaki Dostluk Antlaşmasında sayılanlar dışında Türkiye'de
"azınlık" ya da "ulusal azınlık" bulunmamaktadır. Diğer
kökenli yurttaşlar gibi Kürt kökenli yurttaşların da kimliklerini belirtmeleri
yasaklanmamış, azınlık ve ayrı ulus olmadıkları, Türk Ulusu dışında
düşünülemiyecekleri devlet bütünlüğü içinde anlatılmıştır. Lozan Barış
Andlaşması'na göre, ancak müslüman olmayanlar azınlık olarak kabul edilmiştir.
Müslüman olmayanlara da müslümanların yararlandıkları medeni ve siyasi
haklardan yararlanma olanağı sağlanıp yasalar önünde din ayrımı yapmaksızın
herkesin eşit olduğu belirtilmiştir. Bir ülkede dinsel ya da etnik yönden
farklı topluluklar yaşayabilir. Nüfus ağırlıkları da farklı olabilir. Bu
farklılıklar herhangi bir hak ya da azınlık sayılma savına dayanak yapılamaz.
Türkiye'de sosyolojik yapısı bakımından özgün nitelikli bir toplum yoktur.
Birliktelikler çok, ayrılıklar azdır. Kürt kökenlilerin toprağı sayılacak,
yalnız onların yerleştiği, belli, doğal ya da yönetsel sınırları olan bölge ve
kent yoktur. Birlikte girilip yerleşilen, birlikte savaşılıp kurtarılan,
birlikte yaşanan, her yöresinde devletin egemenliği tartışmasız bir ülke
vardır. Kentsel dokulaşmalarda etnik farklılık gözetilmemiş tir. Ülkenin her
yerinde her kökenden, değişik sayıda yurttaş yaşamaktadır. Bilimsel yönden
azınlık sayılmaya yeterli özellikler ve öğeler yoktur.
Müslüman
topluluklar arasındaki değişik gruplara azınlık statüsü tanınmadığı kuşku ve
duraksamaya yer bırakmayacak bir açıklıkta Lozan Barış Konferansı
tutanaklarında birçok kez vurgulanmıştır.
Alt
komisyon, önce, etnik azınlıkların, başka bir deyimle, müslüman olmayan
azınlıklar gibi müslüman azınlıkların da örneğin; Kürtlerin, Çerkezlerin ve
Arapların tasarıdaki koruma tedbirlerinden yararlanmalarında direnmiştir. Türk
temsilci heyeti, bu azınlıkların korunmaya ihtiyaçları olmadığını ve Türk
yönetimi altında bulunmaktan tamamiyle memnun olduklarını söylemiştir. Alt
komisyon, bu inandırıcı sözler üzerine koruma tedbirlerini yalnız, müslüman
olmayan azınlıklarla sınırlamayı kabul etmiştir.
Barış
görüşmeleri sırasında Komisyonda söz alan İsmet İnönü:
"Türkiye'de
hiçbir Müslüman nüfusun çeşitli unsurları arasında hiçbir ayrım
gözetilmemektedir" demiştir. Aynı Konferans'ın 20 Kasım 1922 günlü,
oturumunda, Rıza Nur Bey tarafından okunan bildiride şu görüşler yer almıştır
"Müttefiklerin tasarısı Müslüman azınlıklardan söz etmektedir; oysa
Türkiye'de bu gibi azınlıklar söz konusu olamaz; çünkü, tarihsel gelenekler,
moral düşünceler, görenekler, yapılagelişler, Türkiye'de yaşayan Müslümanlar
arasında en tam bir birlik yaratmaktadır.1"
Türk
Delegasyonunun bu görüşleri Konferans'ça benimsenmiş ve "Müttefik Temsilci
Heyetlerince Sunulan Azınlıkların Korunmasına ilişkin" 15 Aralık 1922
günlü tasarının 4., 6., 7. ve 8. maddelerinde geçen "Din ya da dil",
"soy, din ya da dil azınlıkları" sözcükleri yerini "gayrimüslim
ekalliyetler" sözcüklerine bırakmıştır. Böylece Türkiye'de değişik bir dil
kullanmanın ya da soy unsurunun bir grubun azınlık sayılmasında ölçü olarak
kabul edilemiyeceği Lozan Barış Andlaşması'yla kabul edilmiştir. Aynı
Konferans'ta, Kürt azınlığın yaratılması yönünde, özellikle Lord Curzon
tarafından gösterilen çabalar, Türk Delegasyonumun, "Kürtler, kaderlerinin
Türklerin kaderleriyle ortak olduğu görüşündedirler; azınlık haklarından
yararlanmak istememektedirler" gerçeğini bildirmeleri karşısında kabul
görmemiştir.
2820
sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 81. maddesinin (a) ve (b) bendleri, kimi
küçük değişikliklerle önceki 648 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 89.
maddesinin tekrarından ibarettir. Anayasa Mahkemesi'nin 648 sayılı Yasa'nın
yürürlükte olduğu dönemde bu maddeye dayanarak verdiği 20.07.1971 günlü, Esas
1971/3, Karar 1971/3 sayılı kararında aynen:
".
. . Türkiye'nin her bölgesinde gelişmiş ve gelişmemiş yerlere rastlandığına
göre, geri kalmışlığın doğuya özgü ve oradaki birtakım yurttaşların Türkçe'den
başka bir dil konuşmalarıyla bağlantılı bir siyasanın sonucu olarak halka
sunulması, bu yurttaşların bütünden soğutulması ve ayrılması gereğine yönelmiş
bir tutumdan başka nitelik göstermez." denilmektedir.
Türkiye
Emekçi Partisinin kapatılmasına ilişkin 8.5.1980 günlü, Esas 1979/1, Karar
1980/1 sayılı kararda da; adı geçen partinin programında yer alan "Ana
dili Türkçe olmayan okul çağındaki Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarına Milli
Eğitim Bakanlığı yönetiminde anadil ve kültür eğitiminin sağlanması"
tümcesine ilişkin olarak;
".
. . Bir kesim vatandaşta kendilerinin azınlık oldukları düşüncesini yaratmaya
çalışmak. . ." devletin ülkesi ve ulusuyla bütünlüğü temel ilkesine
kesinlikle aykırı düştüğünden, böylece azınlık yaratma amacı güden bir siyasal
partinin ulus bütünlüğüne ters düşmeyebileceği hele bu yoldan ulus bütünlüğünü
sağlamayı amaçlayabileceği biçimindeki savların, Anayasamızın belirtilen yapısı
içinde kabulü ne olanak yoktur.
Bu
bakımdan 89. maddenin ikinci fıkrasında geçen ". . . millet bütünlüğünün
bozulması amacını güdemezler." sözcüklerinin, davada ulus bütünlüğünün
bozulması amacının ayrıca kanıtlanması zorunluluğunu belirtmek için değil,
yalnızca azınlık yaratmayı amaçlamanın Anayasa'nın 57. maddesindeki anlamda
"ulus bütünlüğünün bozulması" sonucunu doğuracağını kesin biçimde
göstermek için maddeye konuldukları kuşkusuzdur."
denilmektedir.
Irk
ve dil farklılıklarına göre azınlık statüsü tanımak, ülke ve millet bütünlüğü
kavramıyla bağdaşmaz. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu
denir. Türk Ulusu'nu oluşturan etnik gruplar arasında çoğunluk ya da azınlık
biçiminde bir ayırıma yer verilmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne
vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi "Türk" sayan birleştirici ve
bütünleştirici milliyetçilik anlayışı kabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin hangi etnik gruptan olursa olsun
"Türk" sayılması, onun etnik kimliğini inkar anlamında değil;
Dünyaca, Devleti'ne "Türkiye Cumhuriyeti Devleti", Ulusuna "Türk
Ulusu" ve Vatanına "Türk Vatanı" denen ve toplum yapısında
çeşitli etnik gruplar bulunan ülkede bütün vatandaşlar arasında eşitliğin
sağlanması ve hepsi çoğunluk içinde bulunan etnik grupların azınlığa düşmesini
önleme amacına yöneliktir.
Diğer
kökenli yurttaşlar gibi Kürt kökenli yurttaşların da kimliklerini belirtmeleri
yasaklanmamış; ancak azınlık, ve ayrı ulus olmadıkları, Türk Ulusu dışında
düşünülmeyecekleri, devlet bütünlüğü içinde yer aldıkları ortaya konmuştur.
Azınlığın sosyolojik ve hukuksal tanımlarına uygun bir nitelik, Kürt kökenli
yurttaşlarda bulunmadığı gibi, onları öbür yurttaşlardan ayıran her hangi bir
kural yoktur. Türkiye'nin her yerinde her yurttaş hangi kurala bağlı ise onlar
da aynı kurala bağlıdır. Azınlıkların bağlı olduğu kuralların kaynağını
andlaşmalar oluşturmakta, Kürt kökenli yurttaşlarla öbür yurttaşlar arasında
hiçbir ayrım yapılmamakta, hak ve özgürlüklerden sınırsız biçimde
yararlanmalıdırlar. Esirgenen, yoksun kılınan, dar tutulan bir hak yoktur.
İşçi, işveren, hekim, avukat, memur, subay, yargıç, milletvekili, Bakan
Cumhurbaşkanı her şey olabilmektedirler. Kimi yerel ve etnik köken özellikleri
dışında, dil birliği, din birliği, tarihsel birlik vardır. Evlilikler nedeniyle
kan bağlılığı oluşmuştur. Aynı yörede birlikte yıllardır yaşamaktadırlar.
Sınırsız hakları, sınırlı haklara, ulusun kendisi olmayı azınlık olmaya
dönüştürmenin anlamsızlığı açıktır. Amacın, bölünmeyi gerçekleştirmek olduğu
anlaşılmaktadır. Kaldı ki, hangi demokratik hakkın verilmediği açıklanmamakta,
üstü kapalı konuşmalarla, her yurttaşın her yakınacağı güncel, ekonomik, genel
yaşam sorunlarına ve esasta ayrı bir ulus olmanın gerektirdiği ulusal haklara
değinilmektedir. Bu durum sorunun demokratik haklarla ilgili olmadığını
göstermektedir.
Anayasa'daki
ulus bütünlüğü, ilkesinden uzaklaşıp, Türk ve Kürt ulusları ayrımına gidilemez.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde, bir devlet ve bir ulus vardır. Bir devlette,
birden çok ulus olamaz. Türk ulusu içinde değişik kökenli bireyler olsa da
hepsi Türk yurttaşıdır. Tarihsel bir gerçek olan Türk Ulusu" olgusu yerine
ırkçılığa dayanan ayrılıklar ve Türk vatandaşlığı niteliğini değiştiren savlar
geçersizdir. Anayasa, bölgeler için özerklik ve özyönetim
yöntemlerine-biçimlerine kapalıdır.
Kimi
siyasal nedenlerle dış etkenlerden kaynaklanan, kimi varsayım, yorum ve
bahanelere dayanan, insan hakları ve özgürlük savlarıyla yoğunlaştırılan sakıncalı
amaçlara geçerlik tanınamaz. Devlet "TEK"dir, ülke TÜM"dür, ulus
"BİR" dir. Ulusal birlik; devleti kuran, ulusu oluşturan
toplulukların ya da bireylerin, etnik kökeni ne olursa olsun, yurttaşlık kurumu
içinde ayırımsız birliktelikleriyle gerçekleşir. Anayasa'da ve yasalarda
yurttaşlar arasında ayrımı öngören hiçbir kural bulunmadığı gibi, kimsenin soy
kökeninin yadsınması ya da kabul edilebilecek yeni bir savı da yoktur. Ulusal
ve tekil devlet etnik ayrılıklarla tartışılmaz. Herkesin, herzaman karşılaşabileceği
ve giderek hukuk devletinde giderilip karşılığı istenebilecek aykırılık,
çelişki, haksızlık ve yanlışlıklar, insan hakları alanında sömürü nedeni
yapılarak, gerçekler saptırılıp çarpıtılarak, üstü kapalı biçimde, ayrı ulus
yoluyla ayrı devlet amaçlanamaz. Tartışılamaz kavramlar ve değerlerle, ödün
verilmesi olanaksız ilke ve niteliklerin kaynağı Türkiye Cumhuriyetidir.
Çağımızda da farklı etnik grupların birlikte uluslaşması ve devletleşmesi
uluslararası düzeyde hukuksallığını korumaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti
için farklı düşünmenin haklı bir nedeni yoktur. Ulus birliğini bölmek; belli
toprak parçasını bir ırktan gelenlere maletmek, etnik arındırma yapmak anlamına
gelir ki, bunun çağdaş, insancıl değerlerle bağdaştırılması olanaksızdır. Ülkenin
her köşesinde her vatandaş aynı koşullar içinde yaşamaktadır. Vatandaşlık,
bölge özelliklerini ve etnik farklılığı aşan, bütünleştirici çağdaş bir
olgudur. Bu konuda bir kimsenin diğerinden farklı olmasına; din, kültür ve
etnik kökene ilişkin ayrıcalıklara yer yoktur. İnsan haklarının sadece bir
kişiye, sınıfa ve zümreye değil ayrımsız olarak bütün vatandaşlara eşit olarak
uygulanması esastır. Siyasal açıdan önemli olan soy değil, ulusal topluluktan
olmaktır. Eğer bir soy, vatandaşlık bağlamındaki insan hakları dışında özel
haklara sahip olmak isterse bu, onun ulus bütünlüğü içinde yalnız bir köken
değil aynı zamanda ayrı ulusal bir topluluk olması anlamına gelir. Bu ise, ulus
bütünlüğü ilkesiyle bağdaşmaz.
Devlet,
ülke, ulus konuları, her devlette farklılık gösteren, tarihsel süreçle
ulaşılan, yeniden değiştirilip biçimlendirilmesi olanaksız olgulardır. Ulusal
ve uluslararası hukuk düzeninde insanlığın mutluluğu için bu temel olguları
korumak üzere getirilen düzenlemelere siyasi partilerin uyma zorunluluğu
tartışılamaz.
Üzerinde
durulması gereken diğer bir husus da bölünmez bütünlük ilkesinin, egemenlik
kavramı ile yalan ilişkisidir. Türkiye Cumhuriyeti tekil devlet esaslarına göre
kurulmuş, bütünlüğe dayanan devlettir. Bir devletin içte ve dışta özgür davranma
yetkisi olan "Egemenlik" başlıklı Anayasa'nın 6. maddesinde
"Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk
Milleti, egemenliğini, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre, yetkili organları
eliyle kullanır.
Egemenliğin
kullanılması hiçbir surette, hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. .
." hükümleri yer almıştır. Bu kurala göre, egemenlik ulus bilincinde
birleşenlere aittir. Ulus, Yasama Organı'nı özgür İradesiyle belirleyecektir.
Hangi köken ya da soydan gelirse gelsin herkes ulus kapsamındadır. Böylece,
ülke, ulus ve egemenlik, bir bütünlük ve uyum içinde gözetilmesi gereken
kavramlar olarak ortaya çıkmakladır.
Bölünmez
bütünlük ilkesi, devletin bağımsızlığını ülke ve ulus bütünlüğünün korunmasını
da kapsar. Kuruluşundan beri tekil devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nin, bu
tarihsel niteliği Anayasalara yansımış olup korunması konusunda güçlü
yaptırımlar getirilmiştir. Özen ve duyarlıkla sürdürülen yapı, ulusun varlık
nedeni olup başka ülkelerin koşulları ile bir tutulamaz. Bu temel ilkeden ödün
verilemez. Gerçekte olmayan bir insan hakkı sorunu ileri sürülerek, devlete
parçalamaya yönelik girişime, azınlık bulunduğu bahanesi dayanak yapılamaz.
Tekil devlet esasına göre düzenlenen Anayasa'da federatif devlet sistemi
benimsenmemiştir. Bu nedenle siyasi partiler, Türkiye'de federal sistem
kurulmasını savunamazlar. Devlet yapısında "bölünmez bütünlük"
ilkesi; egemenliğin ulus ve ülke bütünlüğünden oluşan tek bir devlet yapısıyla
bütünleşmesini gerektirir. Ulusal devlet ilkesi, çok uluslu devlet anlayışına olanak
vermediği gibi böyle düzende federatif yapıya da olanak yoktur. Federatif
sistemde federe devletler tarafından kullanılan egemenlikler söz konusudur.
Tekil devlet sisteminde ise, birden çok egemenlik yoktur. "Devletin ülkesi
ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü" kuralı azınlık yaratılmamasını, bölgecilik
ve ırkçılık yapılmamasını ve eşitlik ilkesinin korunmasını içermektedir.
"Egemenlik" ve "devlet" kavramlarının, "ulus"
kavramıyla bütünleşmesi, devletin herhangi bir emik kökenden gelenlerle ya da
herhangi bir toplumsal sınıfla özdeşleştirilmesine engeldir. Bunun nedeni;
ulusun çeşitli toplumsal sınıflardan oluşmasına karşın smıflariistü bir kavram
olmasıdır. Bunun için, egemenliğin kullanılmasını tek bir toplumsal sınıfa
bırakan ya da bir toplumsal sınıfı egemenliğin kullanılmasından alıkoyan veya
egemenliği bölen düzenlemeler bölünmez bütünlük ve tekil devlet ilkesine ters
düşer. Anayasa'daki "Türk Milleti" tanımı içinde dinsel inanç ve emik
kökeni ne olursa olsun her yurttaş, tam eşitlikle yer almakta, bu tanım köken
özelliklerinin açıklanıp kullanılmasını asla yasaklamamaktadır. Tersine savlar,
yapay halk-ulus nitelemeleri, bölücülük ve ayrımcılık özendirmeleri olmaktan
öteye geçemez. Bu bağlamda kendi varlığını korumak ve güçlendirmek en doğal
görevi olan Devleti, düzen sağlayıcı, terör bastına, tüm yıkıcılığı ve hukuk
dışı kalkışmaları önleyici olağan çabaları nedeniyle zulüm, baskı, kirli savaş
suçlamalarıyla kötülemek terörü ve teröristi savunmakla birdir. Demokrasi,
demokrasiyi yıkarak savunulamıyacağı gibi Demokrasi, demokrasiye karşı ve onu
yoketmek için kullanılamaz. Demokratik haklar, despotizme araç yapılamaz.
Herkes için bağlayıcı olan Anayasa, siyasal partileri ve milletvekillerini
öncelikle bağlar.
Son
yıllar içinde kimi devletlerin yapısal değişime uğramasından esinlenilerek,
kimilerince Türkiye'de aynı değişikliğin olması gereğinin ortaya konulması,
Anayasa'da değiştirilmesi yasaklanan maddeler arasında bulunan devlet, ulus ve
ülke kavramlarının tartışmaya açılarak bu konularda olabilirlik umutlarının
yaratılması gerçeklerle çatışan tarihsel ve hukuksal yanılgılar olmuştur. Diğer
ülkelerde son yıllarda izlenen ve yeniden bağımsızlığı kazandıran yapısal
değişiklik, Türkiye'de Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması ile daha önce
yapılmış ve tamamlanmıştır. Cumhuriyetin tarihsel süreci bunun kanıtıdır.
Siyasî
Partiler Yasası, siyasi partilerle ilgili konuları düzenlemektedir. Bu Yasa'nın
2. maddesinde, "Bu Kanun, siyasi partilerin kurulmaları, teşkilatlanmaları,
faaliyetleri, görev, yetki ve sorumlulukları, gelir ve giderleri,
denetlenmeleri, kapanma ve kapatılmalarıyla ilgili hükümleri kapsar."
denilmektedir.
Anayasa'da
partiler diğer tüzel kişilerden ayrı düşünülmüş ve toplumsal önemlerinden ötürü
özel hükümler getirilmiş, partilerin kapatılması davalarına bakma görevi
Anayasa Mahkemesi'ne verilmiştir.
Devletin,
ülke bütünlüğünü, ulus birliğini koruma hakkı; yalnız devletin varlığıyla
sınırlı olmayıp demokratik ülkelerde, özellikle bir hukuk devleti niteliğine
uygun tutumla, insan haklarını ve özgürlüklerini korumayı da içerir. Demokratik
yaşamı tehdit eden, ondan yoksun kalmaya yolaçacak eylemlere girişen, bu tür
amaçları taşıyan siyasal partilere yaptırım uygulanması zorunluluğu doğal
karşılanmalıdır. Tersine düşünce, kargaşa getirebileceği gibi başka biçim ve
adla gerçekleştirilmesi olanaksız sakıncalı amaçların siyasal parti kimliğiyle
gerçekleştirilmesi çelişkisini açıklar. Demokratik düzenin, yıkıcı söz ve
faaliyetlere karşı kendini savunma hakkının varlığı, İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi'nin 30. maddesinde belirtilmiştir. Siyasal partiler konusunda bu
önlem, durdurulup giderilmesi olanaksız durumlarda "kapatılma" olarak
öngörülmüştür.
Yukarıda
isim ve görevleri yazılı parti sorumlularının konuşmalarının, bu açıklamalara
göre değerlendirilmelerine gelince:
Davalı
Siyasi Parti, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının savlarında geçen konuşma,
bildiri ve açıklamaların varlığını ve içeriklerinin doğru olduğunu kabul
etmiştir, iddianame ve Esas Hakkındaki Görüş yazısında irdeleme bu doğrultuda
yapılmış, savunma da aynı görüşten hareket etmiştir. Ancak, davalı Siyasi Parti
kendi amacına göre değerlendirme yaptığında farklı sonuçlara varmaktadır.
Tüm
konuşmalarda belirli görüşlerin partililere ve kamuoyuna sistemli biçimde
aktarılmaya çalışıldığı, işlenen konuların aynı olduğu açıktır. Kanıt yönünden
sorun yoktur. İzleme tutanakları, ses ve görüntü kayıtlarının çözümü, basında
yer alan demeçler, çeşitli soruşturmalar kaynak gösterilerek tümü iddianameye
alınan konuşmaların yapılmadığı ya da gerçeğe uygun olmadığı yolunda bir
savunma ile karşılaşılmamıştır. Genel Sekreter Ahmet Karataş'ın 2.4.1992 günlü,
"Birleşmiş Milletler, Tüm Uluslararası Kurum ve Kuruluşlara
Deklarasyondur" başlıklı metni, kendi adına imzaladığı savunulmakta ise
de, o tarihte Genel Sekreter olduğundan sözü edilen yazılı beyanın partiyi
bağladığında duraksanamaz.
İncelemelerde,
konuşmaların ve yazılı metinlerin Yasaya aykırılıkları bölümler üzerinde
durulmuş davalı Siyasi Parti ise savunmalarında konuşmaların böyle
nitelenemiyeceği yinelenmiştir. Böylece dolaylı biçimde Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın savları doğrulanmıştır. Burada önemli olan inceleme konusu söz
ve beyanların özü ve amacıdır. İddianameye tamamen aktarılan delillerin birbiriyle
çelişmediği, tersine birbirini doğrulayan ve tamamlayan bütünlük içinde olduğu
görülmektedir.
Konuşma,
açıklama ve bildirilerde genelde:
· Türkiye'de
zulüm altında ezilen kültürü, dili ayrı olan Kürt halkının olduğu
· Kürtlerin
okuma, yazma, ilerleme haklarının olmadığı ve kültürlerini geliştiremedikleri,
· Kürt
halkının özgürlük, demokrasi mücadelesi verdiği üzerinde durularak ve 2600 yıl
önce Dehhak'ın zulmüne ayaklanan Kawa efsanesi ile paralellik kurularak,
Kawaların çoğaldığı,
· Kürt
halkının kendi kaderini tayin hakkının olduğu,
· Kürt
halkının uluslararası anlaşmalardan doğan hiçbir hakkı kullanamadığı,
· Doğu
sorununun ekonomik olmadığı,
· Terör
örgütüne karşı alınan yasal önlemlerin ve uygulamaların uluslararası bir savaş
ve bu savaşın taraflarından birinin PKK terör örgütü olduğu,
· Bu
örgüte mensup teröristlerin özgürlük savaşçısı gerillalar oldukları ve
haklarında uluslararası savaş hukukunun uygulanması gerektiği, ancak Türk
Hükümeti'nin bu kurallara kati surette uymadığı,
· TC
ordusu ve güvenlik kuvvetlerinin, Kürt gerillalardan çok onlara kaynaklık eden
Kürt halk yığınlarım fiziki olarak ve büyük kitleler halinde yok etme peşin de
oldukları.
· SSCB'nin
dağılmasından sonraki gelişmelerle Türk Ulusu içindeki Kürt kökenli vatandaşlar
arasında ilgi ve Filistin halkının durumu ile paralellik kurulduğu,
· Cumhuriyetin,
Türk ve Kürt halkları tarafından kurulduğu, buradan hareketle diğer etnik
grupları dışlayan Türklerle Kürtlerin eşitliğine ve ırka dayalı bir toplum
düzeninin kurulmasının gerekliliği,
· Güneydoğudaki
Devlet gücünün teröristlere karşı değil, ulusal haklarına sahip çıkan Kürt
halkına karşı oluşturulduğu,
· Türkiye'de
ezilen Kürtlerin, işçilerin, sömürülen, ezilen diğer etnik grupların Arap,
Çerkez, Laz ve Arnavutların da partisi oldukları,
· En
kısa zamanda Birleşmiş Milletler Örgütü'nde bir Kürt Konferansı toplan ması
gerektiği,
· Kürt
halkı sorununun demokrasi önünde en büyük engeli oluşturduğu, bu sorun
çözülmedikçe Türkiye'de demokrasi sorununun çözülemiyeceği,
üzerinde
durulmuş ve bunlar yinelenmiştir.
Bu
özetlemelerde, Devleti yıkmaya demokratik olanaklardan yararlanıp demokrasiyi
yozlaştırmaya yönelik yazılı beyanlar ve sözlü eylemler saptanmıştır.
Savunmalarda yasaya aykırılıkları örtme ve bu aykırılıkların yaptırımlarından
kurtulma amaçlı sözcük oyunları gerçek durumu gizliyememiştir. Teröre dayanak
yapılan tutumlar belirgin biçimde yinelenmiştir. Özetle iddianamede yer alan
konuşmalarda ve bildirilerde, Terör örgütü PKK lehine sempati oluşması, ona
destek sağlanması ve bir siyasi kimlik kazandırılması amacı belirgin olarak
görülmektedir. HEP yetkilileri yaptıkları konuşmalarıyla bildiri ve
açıklamalarında PKK ile tabanlarının aynı olduğunu ortaya koymuşlardır. PKK'ya
karşı sürdürülen savaşın halkla Devlet arasındaki köprünün yıkılmasına neden
olduğu vurgulanmış ve güvenlik güçlerinin halkın üzerine saldırdığı, soykırım
ve katliam yaptığı, gerçek teröristin devlet olduğu, vergi ile alınan
kurşunları kendilerine sıkmaya hakkı olmadığı sözleriyle terörist hareketler
halk hareketi olarak gösterilmiştir.
Devlete,
demokrasiye, hukuka, kardeşlik ve barışa, özellikle ülkenin ve ulusun
bütünlüğüne saygı ve özen çağrısı yerine, kışkırtma izlenmektedir. Demokrasi,
sınırsızlık, yıkıcılık ve yapay ayrılık yaratıcılarının araç ve ortamı değildir.
Dünya barışı, ülke barışının ve demokratik yapının korunmasına bağlıdır, însan
hak ve özgürlüklerine dayanan çağdaş hukuk devleti, demokrasinin güncel adıdır.
Devleti ve Demokrasiyi koruma doğrultusundaki çabaların anti demokratiklikle
eleştirilmesi, demokrasiden yana olmayanların haksız suçlamalarıdır. Her yönden
eşit yurttaşları "Türk-Kürt-Laz" diye ırka dayalı olarak ayırdıktan,
böylece "vatandaşlık" kavramını tanımazlıktan gelerek ulusu
parçalamayı eyleme dönüştürdükten sonra "Irkçılık değil, sosyolojik
gerçektir." savunmasının, kardeşlikten ve bütünlükten söz etmenin geçerli
yanı yoktur. Anayasal kavram olan Türk Ulusu ortak kimliğine karşıt tavır
alınmaması kaydıyla esasen serbest olan, toplumsal renklilik ve zenginlik
biçiminde ulusça mutluluk, gurur ve saygınlık duyulan yerel dil, folklor ve
kültürün yasak olduğunu ileri sürmek gerçeklerle bağdaşmayan ulusal birliği
bozucu yanılgıdır.
Kürt
halkının yaşama, hak arama özgürlüğünün, olmadığını ileri sürmek, teröre
"özgürlük mücadelesi" demek; ülkenin ekonomik, sosyal kimi
sorunlarının içindeki durumları "Kürt Sorunu" diye siyasal alana
çekmek, "Kürt Partisi" diye ırk esasına dayalı terör özgürlüğüne
geçerlilik istemek, "Türk'üm diyen yaşar" sözüyle Kürt kökenlileri
ayırıp kışkırtmak, ayrı bir ulus varmışcasına "geleceğini belirleme"
önerisi altında ulusal birliği parçalamak, devleti "zorba-zalim"
tanıtmak, halk kitlelerini ayaklandırmayla başlayıp ölüm olaylarıyla süren
Nevruz ve saptırılan etkinliklerini coşkuyla kutlayıp selamlamak, bu acı
olayları "Kürt halkının dinamizmi" olarak tanımlamak ve "Kürt
ulusal sorunu" diye yapay bir sorunla ülkede çalkantı yaratmak;
"asimilasyon", "eritme" ve "dışlama" gibi gerçek
dışı anlatımları yinelemek; eşitlik olmadığı kanısını uyandırmak için
"Kürtlerin ve Türklerin eşitliğinden" söz etmek ve bu amaçları yeni
bir Anayasa isteyip "ulus"u "uluslar"a dönüştürmek; Anayasa
ve Siyasi Partiler Yasası'na aykırı eylemlerdendir. Dil, inanç, kültür
özgürlüğünü yadsıyıp Anayasa'ya karşın devlet yapısı içinde resmi dil dışında başka
dil ve eğitim isteği de böyledir. Yalnız Kürt kökenlileri değil, uyum ve huzur
içinde yaşayan değişik kökenlileri de kışkırtan sözler kapatma nedenidir.
"Kürtlere okuma ve yazma yasağı" uygulandığı savı gerçek değildir.
Gasbedilmiş hiç bir hak yokken bu söylentileri genişleterek yinelemek, devletin
terörle mücadelesini "Kürtlere karşı savaş" diye saptırıp yaymak,
devleti "halk düşmanı" olarak suçlamak, "Kürdistan" diye
yurdu ayırmak, Cumhuriyetin temeli olan ilkeleri yıkmaya uğraşmak, siyasal
içerikli, iyi niyetli düşünce açıklaması, çözüm üretimi ve demokratik öneri
niteliğinde algılanamaz. "Hükümetin Kürt halkına karşı silah kullandığını,
sivil halkın katledildiğini" söyleyerek Cenevre Sözleşmesi'yle savaş
hukuku uygulanmasını istemek, savunmayla çelişen ve onu geçersiz kılan sözlü
eylemlerdir.
Davalı
Parti, iddianamenin içerik yönünden Türkiye'nin imza koyduğu "Birleşmiş
Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi", "Avrupa Konseyi İnsan
Haklarını ve Temel Özgürlüklerini Koruma Sözleşmesi", "Helsinki Nihai
Senedi", "Paris Şartı" gibi uluslararası sözleşmelere
aykırılığını ileri sürmüştür.
Ulusal
ve tekil devletin, etnik farklılıklara göre tartışılmasına uluslararası
hukuksal belgeler olanak tanımamıştır. Anayasa Mahkemesi bir çok kararında,
insan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Avrupa insan Hakları Sözleşmesi'ne ve
Avrupa Sosyal Haklar Temel Yasası'na yollamada bulunmuştur. İnsan Haklarını ve
Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme kapsamındaki hak ve özgürlükler,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda da güvence altına alınmıştır.
HEP'in
kapatma nedeni sayılan dava konusu etkinliklerinin bu sözleşmede belirlenen
kurallara da aykırı olduğu kuşkusuzdur. Anılan Sözleşme'nin örgütlenme hak ve
özgürlüğüyle ilgili 11. maddesinin ikinci fıkrası aynen şöyledir:
"Bu
hakların kullanılması, demokratik bir toplulukta, zaruri tedbirler mahiyetinde
olarak milli güvenliği, amme emniyetinin, nizamı muhafazanın, suçun önlen
mesinin, sağlığın ve ahlakın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması
için ve ancak kanunla tahdide tabi tutulur.
Bu
madde, bu hakların kullanılmasında idare, silahlı kuvvetler veya zabıta
mensuplarının muhik tahditler koymasına mani değildir."
HEP,
kardeşlik ve birlik istediği görünümü vererek destek aramış, insan haklarından,
işçi haklarından ve diğer etnik grupların haklarından söz etmiş ise de gerçekte
vatandaşlar arasında ırk esasına dayalı kin ve husumet duyguları yaratmaya
çalışmış, Türk Ulusu'nun bütünlüğünü ırka dayalı bir görüşle Türk ve Kürt
olarak ikiye ayırıp ayrı devletler kurmayı öngörmüştür. Bu çabalarının ülke ve
millet bütünlüğünü yıkmayı amaçladığı açıktır.
HEP,
yukarda ilgili bölümlerde açıklandığı üzere insan Haklarını ve Ana Hürriyetleri
Korumaya Dair Sözleşme'nin 11. maddesinin ikinci fıkrasıyla 17. maddesinde yer
alan kurallarla bağdaşmayacak biçimde çabalarda bulunmuştur.
Sözleşme'nin
17. maddesi aynen şöyledir:
"Bu
sözleşme hükümlerinden hiçbiri bir devlete, topluluğa veya ferde, işbu
Sözleşmede tanınan hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya mezkûr sözleşmede
derpiş edildiğinden daha geniş ölçüde tahditlere tabi tutulmasını istihdaf eden
bir faaliyete girişmeye veya harekette bulunmaya matuf herhangi bir hak
sağlandığı şeklinde tefsir olunamaz."
Özellikle,
araçları farklı olmakla birlikte HEP"nin amacının teröristlerin amacı ile
benzerlik gösterdiği de dikkat çekicidir. HEP, Türkiye Cumhuriyeti topraklan
üzerinde yaşayan ayrı dili ve kültürü olan ve özellikle de "Kendi kaderini
tayin hakkına sahip, ezilen bir Kürt Halkı'nın varlığını ileri sürmekte bu
konuda Atatürk'ün konuşmaları da dayanak gösterilmektedir. Ancak,
Atatürk,
konuşmalarında Kurtuluş Savaşı'nın tüm bir ulus birliğine dayandığını, herhangi
bir etnik yapılaşmanın söz konusu olmadığını dile getirmiştir. Halkın Emek
Partisi'nin savunmalarında üzerinde durulduğu üzere ulusu oluşturan emik
gruplardan zaman zaman söz edişi onlara bir ayrıcalık tanınmasını düşündüğü ya
da dışladığı anlamına gelmez.
Bu
durumda, üzerinde durulması gereken önemli bir konu da, yazılı ve sözlü
savunmalarda Kürt Ulusu'nun kendi kaderini tayin hakkının, ileri sürülmesidîr.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türkiye'de tek bir ulus vardır. O da Türk
Ulusu'dur. Kürt kökeninden gelen vatandaşlar, diğer etnik kökenden gelen
vatandaşlarla "ulus" bütünlüğünü oluşturmuştur. Ayrı bir ulus, ayrı
bir halk ya da bir azınlık varmış gibi bölünmeyi amaçlayan öneri, üstelik
terörle desteklenip gündemde tutulmaktadır "Kendi kaderini tayin
hakkı" yeni bir kavram değildir. Uluslararası hukuk düzeninde devam
edegelen bir olgudur. Türk Ulusu, bu konuyu Lozan Barış Andlaşması'yla
gündeminden çıkarmıştır. Ülke ve ulus bütünlüğünü koruma hakkı, Lozan Barış
Andlaşmasında olduğu gibi bugün de uluslararası hukuk düzeninde geçerlidir.
Nitekim,
dayanak gösterilen Helsinki Nihai Senedi'nin ilkeleri arasında;
1.
Devletin egemen eşitliği ve egemenliğin üzerindeki haklara saygı,
2.
Sınırların dokunulmazlığı,
3.
Devletlerin toprak bütünlüğüne saygı,
4.
İçişlerine karışmama, ilkeleri de yer almıştır.
Hukuksal
yönden bağlayıcılığı olmayan Paris Şartı'nda da:
"Tüm
ilkeler, herbiri diğerleri dikkate alınmak suretiyle yorumlanarak, kayıtsız
şartsız ve aynı derecede uygulanır. Bu ilkeler ilişkilerimizin temelini
oluşturur."
............................
"Taraf
devletlerin bağımsızlığını, egemen eşitliğini ya da toprak bütünlüğünü ihlal
eden faaliyetlere karşı demokratik grupları savunmak hususunda işbirliği
yapmaya kararlıyız. Dışarıdan yapılan baskı, zora başvurma ve yıkıcılık gibi
yasadışı faaliyetler burada söz konusu olan özelliklerdir."
................................
"Her
türlü terörist eylemleri, yöntemleri ve uygulamaları açıkça suç olarak kınıyor
ve bunların ikili olduğu kadar çok taraflı işbirliği ile ortadan kaldırılması
için çalışmaya kararlı olduğumuzu ifade ediyoruz."
...................................
"Taraf
devletler, halkın iradesiyle özgürce kurulmuş olan demokratik düzeni, kendi
yasaları uyarınca ve yüklendikleri uluslararası insan hakları görevleri ve
uluslararası taahhütleri uyarınca, bu düzeni ya da başka bir taraf devletin
düzenini yıkmayı amaçlayan terörizm ya da şiddete başvuran ya da terörizmden
veya şiddetten vazgeçmeyi reddeden kişilerin, grupların ve teşkilatların
faaliyetlerine karşı savunmak ve korumak sorumluluğunu taşıdıklarını kabul
ederler." kuralları da yer almaktadır.
O
halde devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez tümlüğünü bozmaya yönelik
girişimlere olanak vermeyen Helsinki Nihai Senedi ile Paris Şartı'nın dayanak
gösterilmesi bu belgelerin hukuksal niteliklerinin içerik tümlüğü ile
amaçlarının gözardı edilmesi doğru değildir.
Görülmektedir
ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin de taraf olduğu "Yeni Bir Avrupa için Paris
Şartı", ırkçılığı, etnik düşmanlığı ve terörizmi kınamış, ülke bütünlüğünü
ve demokratik düzeni yıkmayı amaçlayan hareketlere girişen kişi, grup ve
örgütlere karşı koruma ve kollama sorumluluğunu uluslararası bir çağrı olarak
kabul etmiştir. Devleti yıkmaya yönelik faaliyetlerin demokratik haklar
kapsamında ve bir özgürlük olarak değerlendirilmesi olanaksızdır. Demokrasi,
hak ve özgürlüklerin güvenceye bağlandığı, demokratik işlerliğin her alanda
yaşandığı, çoğulcu, katılımcı bir kurallar ve kurumlar düzenidir. Her türlü
baskı, adaletsizlik, sömürü ve kargaşaya karşı olup toplumsal barışı ve refahı
amaçlar. Demokratik istemler, demokratik yol ve yöntemlerle açıklanır.
Ayaklanmaya, silahla sonuç almaya yönelik faaliyetlerle, ırk ayrımcılığı bu kapsamda
düşünülemez. Kışkırtma, kavga, kargaşa, yaralayıp öldürme, yakma-yıkma, gözdağı
ve devlete karşı silahlı eylemlerle demokratik çözüm isteklerini bağdaştırmak
olanaksızdır. Demokrasiden söz ederek demokrasiyi ortadan kaldırma, barış
içinde yaşayan ulusu acıyla izlenen olaylarla bölme çabaları, dış destekli
sınır olaylarıyla da ülkeyi parçalama boyutunda sürmektedir. Demokrasiyle
bağdaşmayan eylemlerle kışkırtma çabalarındaki HEP sorumlularının sık sık
yineledikleri konuların gerçek dışı savlara dayanması; suçlama ve saldırı
ağırlığıyla kışkırtıcı içeriği, teröre hoşgörü yanında terörü haklı bulma ve
hızlandırma niteliğindedir.
Demokrasilerde,
ırk ayrımcılığı, bir siyasal partinin ve Milletvekilinin dayanağı, amacı ve
ereği olamaz. Irk ayrımcılığının aracı durumuna düşen partinin varlığını
sürdürmesi yasalar karşısında olanaksızdır. Devletin ülkesi ve ulusuyla
birlikte bütünlüğünü koruması en doğal hakkı olup, kamu düzenini ve insan
haklarını koruma yönünden de savsaklanmayacak görevidir.
Burada
üzerinde özenle durulması gereken bir diğer husus; ülkedeki etnik
farklılıkların ve bunların dil ve kültürünün yasaklanması değildir. Çeşitli
kökenden gelen yurttaşlarımız kendi dil ve kültürüne sahip bulunmakta, onları
geliştirmektedir. Günlük yaşamda bu açıkça görülmekte, ülke ve ulus bütünlüğü
içinde onurlu yerini almakta ve saygı görmektedir. Bin yıldır birlikte yaşamış
tarihi, dini, gelenek ve görenekleri aynı olan, birbirinden ayrılması ve
koparılması olanaksız kültürleri güçlü biçimde ulusal kültürde yerini alan bir
topluluğun bireyleri arasında ayrılığı gerektirecek düzeyde kültür ayrılığı
olduğunu ileri sürmek ve ortak ulusal kültürü yadsıyıp dışlamak gerçeklerle
bağdaşmaz. Kürt kökenli Türk yurttaşı ile başka kökenli Türk yurttaşı arasında
temel hak ve özgürlüklerden yararlanma açısından hiçbir fark yoktur. Türk
vatandaşlığı, ayrımları önleyen ve herkesi insan hak ve özgürlüklerde
birleştiren bir kurumdur. "Kürtlerin kültürel ve ulusal hakları"
sözleri azınlık yaratmaya ve buna bağlı olarak somut ayrılıkları gündeme
getirmeye yöneliktir. Kürt kökenli yurttaşların dillerini, gelenek ve
göreneklerini özel yaşamlarında sürdürmelerine hiçbir engel yoktur. Davalı
Parti'nin amacının Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü yıkarak
devlet yapısını değiştirmek ve ırk esasına dayanan oluşumları gerçekleştirmek
olduğu anlaşılmaktadır. Buna Anayasa olur vermemektedir. Türkçe'nin çeşitli
etnik soydan gelen vatandaşlar arasında resmi dil olması yanında ortak iletişim
aracı, kültür ve eğitim dili olduğu, bu olgunun tarihi ve sosyolojik gerçeklere
dayandığı gözardı edilmemelidir.
Yukarıda
belirtildiği gibi, yasaklanan, farklılıkların açıklanması değil, bunların
Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde olmayan azınlıklara özendirerek, zorla
azınlık yaratmaya çalışarak ulus bütünlüğünün bozulması ve buna dayalı yeni bir
devlet düzeni kurma amacını gütmektir. Bunun hiçbir ulusal ve bireysel yaran
yoktur, istekler, insan haklarına dayalı vatandaşlık hakları ile ilgili
değildir, istenilen kültürel haklar da, etnik bir grup haklarının üstünde
ulusal varlığının temeli olarak ileri sürülmekte ve ulusal özgürlük olarak
ortaya konmaktadır. Oysa, haklar ve özgürlükler yönünden yurttaşlar arasında
ayrım ve bir yurttaşa eksik ya da fazla verilen bir hak yoktur.
Siyasi
partileri kapatma diğer çağdaş demokratik ülkelerde de vardır. Anayasanın temel
ilkesi, hak ve özgürlükleriyle, çoğulculuğun korunması için Anayasal hakları
yok edecek bir siyasi rejini kurulmasının önlenmesidir. Demokratik toplum
düzeninde, siyasi parti faaliyetlerinin güvence altına alınması, Anayasa'ya
uygun kurulan ve faaliyet gösteren siyasi partilerin Anayasa'ya dayalı hukuk
devletinin sağladığı tüm hak ve ayrıcalıklarından faydalanmaları anlamına
gelir. Siyasî partiler Anayasa'da değiştirilmesi yasaklanan uluslararası üstün
hukuk kurallarına da uygun olan devletin tekliği, ülkenin bütünlüğü ile ulusun
birliğini değiştirmeyi amaçlayan çalışmalarda bulunamazlar. Bunların siyasal
tercih kapsamına alınması olanağı yoktur. Anayasa'nın 81. maddesi uyarınca bu konuda
and içmiş milletvekillerinin de bu yasakla bağımlı oldukları tartışılamaz.
Anayasa'nın 84. maddesindeki yaptırımın dayanağı budur. Siyasi partiler ve
milletvekilleri devletin temel ilkelerine karşı olamaz.
Etnik
grupların kültürel kimliklerinin korunması ve gelişmesine bağlı haklar,
Uluslararası Avrupa hukuk düzeninde demokratik toplum düzenine aykırı siyasal
kimliğe bağlı ulusal haklara dönüştürülmemesi kaydına bağlanmıştır. Yine ırka
dayalı milliyetçilikler ve uluslaşmalar Avrupa hukuk düzeninde reddedilmiştir.
Federal
Almanya Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi de Federal Cumhuriyetin varlığını
tehlikeye atan veya temel demokratik düzeni yok etmeye yönelik faaliyetlerde
bulunan siyasal partileri kapatma ve benzer örgütlerin kurulmasını engelleme
yetkisine sahiptir.
Fransız
Anayasa Konseyi Korsika'ya özel statü tanıyan Yaşatan iptali ile ilgili
kararında bütün Fransız vatandaşlarından oluşan "Fransız Halkı"
kavramının değiştirilmesine olanak vermemiş, hatta "Fransız Halkının
mütemmim cüzü (tamamlayıcısı) olan "Korsika Halkı" kavramını
reddederek, söylenmesi gereken şeyin "kanunen bölünmesi mümkün olmayan
Fransız Halkı" olduğunu vurgulamıştır.
Kararın
VII. Bölümünde yer alan GEREKÇE'den başlayarak yapılan açıklamalar, sav ve
savunmalar bir arada gözetilerek yapılan değerlendirmede;
Kararın
VII. B, 3. a. (ff) ve (gg) bendlerinde yer alan kanıtlar için 2820 sayılı
Yasa'nın 101. maddesinin (d) bendinde belirtilen koşulların yerine
getirilmediği görülmüştür.
Bu
kanıtların bir bölümü bu davanın açıklanmasından (3.7.1992) sonraki günlerde
gerçekleştiği ileri sürülen olaylara ilişkindir. Bunların davada kanıt olarak
değerlendirilmesi öncelikle 2820 sayılı Yasa'nın 98. ve 2949 sayılı Yaşatan 33.
ve CMUK'un 257. maddeleri karşısında olanaksızdır.
Bu
nedenlerle söz konusu kanıtlar dikkate alınmıştır.
Böylece,
Halkın Emek Partisi'nin eski Genel Başkanları Fehmi IŞIKLAR ile Ferudun YAZAR,
eski Genel Başkanvekili ve Genel Sekreteri Ahmet KARATAŞ ile Genel Sekreter
İbrahim AKSOY tarafından aynı amaca yönelik olarak; düzenlenen toplantılarda
yapılan konuşmalarla, imzalanan bildiri ve gazetelerde çıkan yazılarda geçen
kimi sözlerin, kararın ilgili bölümlerinde yer alan Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın iddianamesi ve Esas Hakkındaki Görüşü'nde belirlendiği üzere
Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası'na aykırılık oluşturduğu saptanmıştır.
Şöyle
ki:
a)
Türkiye Cumhuriyeti'nde sadece Türklerin varlığı kabul edilip diğer bütün etnik
yapıların reddedildiği, "baskıcı otoriter bir asimilasyon"
uygulandığı; resmî ideolojinin iflas ettiği; Kürt halkının dinamizminin
yükseldiği; Türk Halkı ile Kürt Halkı'nın eşitliğine dayanan bir düzenin
kurulmasının gerektiği, Kürt halkının özgürlük mücadelesi verdiği;
· Terör
örgütüne karşı alınan yasal önlemlerin ve uygulamaların uluslararası bir savaş ve
bu savaşın taraflarından birinin PKK terör örgütü olduğu;
· Bu
örgüte mensup teröristlerin özgürlük savaşçısı gerillalar oldukları ve
haklarında uluslararası savaş hukukunun uygulanması gerektiği ancak Türk
Hükümeti'nin bu kurallara kati surette uymadığı,
· TC
ordusu ve güvenlik kuvvetlerinin Kürt gerillalardan çok onlara kaynaklık eden
Kürt halk yığınlarını fiziki olarak ve büyük kitleler halinde yok etme peşin de
oldukları,
Kürt
halkının uluslararası anlaşmalardan doğan biç bir ulusal hakkı kullanamadığı;
Doğu sorununun ekonomik değil Kürt Halkının ulusal sorunu olduğu üzerinde
durularak emik grupları ulus olarak gösterip ısrarla ayrımın işlediği ve
"idari federasyon" adı verilen modelden başlayıp Kürtlerin kendi
kaderlerini tayin hakkını kullanmalarına varan bir süreç içerisinde Kürtlerin,
Anayasa'ca benimsenmiş ulus bütünlüğünden ayrılmaları ve ayrı bir Kürt
Ulusu'nun oluşturulmasıyla bu amaçla kaderlerini belirleme esasının
benimsendiği görülmektedir.
Oysa,
tarihsel bir gerçeğin ifadesi olan "Türk Ulusu" bütünlüğü olgusunun
ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak ırkçılığa dayanan ayrılıklar ve Türk
vatandaşlığı niteliğini değiştiren iddialar ileri sürülemez. Aksine davranış,
2820 sayılı Yasa'nın 78. maddesinin (a) bendine aykırılık oluşturmuştur.
a.
İlk kez "İçlerine sine sine içinde yer alabilecekleri, bizim"
diyebilecekleri bir partinin doğduğunu, partinin en çok ezilen, sömürülen,
baskı altında tutulan ve zulme uğrayan halk Kürtler ise onların da partisi
olduklarını, bundan onur duydukla rını, gerçekte ekonomik ve etnik
özelliklerinden dolayı en fazla ezilenlerin Kürt halkı olduğunu, Türkiye'deki
bütün emik yapılan da halk olarak gösterip onların da partisi olduklarını
söylemişlerdir. Böylece Türk Ulusu içinde yeralan vatandaşların değil, etnik
grupların kendi görüşleriyle yaratılan ayrı halkların (ulusların) eşitliğine
dayalı bir düzen arayışını ortaya koymak suretiyle ırk esasına dayanılmış ve
Siyasi Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (b) bendine aykırı davranılmıştır.
b.
Halkların eşitliğine dayalı bir düzen istenilmesi, Kemalist çizgilerin yıkılıp
aşılması, Türkiye'de bugüne kadar uygulanan üniter devletin sorunları
çözmediği, bu nedenle merkeziyetçi devlet sisteminin otonom bölgeler veya
federasyon yahut idari federasyon biçiminde değişmesi gerektiği, bu durumda o
bölgenin yönetim biçimi nin, kullanılacak dilin, yapılacak yayınların o yerde
belirleneceği, vergilerin toplandığı yerde harcanacağı, ancak bir kısmının
devlete gönderileceğinin söylendiği, bununla da, 2820 sayılı Yasa'nın 78/b ve
80. maddelerine aykırı olarak Devletin tekliği ilkesinin değiştirilmesi
amacının güdüldüğü açıkça anlaşılmıştır.
c.
Türk ile Kürt'ü omuz omuza birleştirip demokrasi mücadelesi verme gibi bir
görevlerinin olduğu; Nevruz'un Kürt halkının özgürlük bayramı olup direnme
ruhunu, mücadele geleneğini simgeleyerek yeniden doğuşu dile getirdiğini;
HEP'nin Kürt, Arap, Çerkez, Laz, Arnavut, Pomak gibi, ezilen sömürülen, baskı
altında tutulanların partisi olduğunu, Kürt halkının yıllardan beri insanlık
haklarını kullanamadığını; Kürt, Türk ve diğer bütün azınlık halklarının ortak
sesi olduklarım Kürt sorunu'nun baştan beri var olduğunu; Cumhuriyetin Türk ve
Kürt halkları tarafından birlikte kurulmuş olmasına karşın daha sonra Kürt
halkının tamamen dışlandığını, ifade etmek suretiyle, Siyasi Partiler
Yasası'nın 81. maddesinin (a) bendine aykırı biçimde T.C. ülkesi üzerinde dil
ve ırk ayrılığına dayanan azınlıklar bulunduğu ileri sürülmüştür.
d.
Kürt halkının özgürlük tutkusundan hiç bir zaman vazgeçmediği, kültürünü ve
ulusal değerlerini hep ayakta tutmasını bildiği, Kürtlere okumanın, yazmanın,
Kürt kültürünü araştırmanın, yasak olduğu, Kürt halkının kendi ulusal ve
kültürel kimliğini korumak ve geliştirmek istemesine karşın inkarcı
politikalarla Kürtlerin eritilmek istendiği; Kürt sorununun çözümü için
öncelikle Kürt halkının kendi ulusal ve kültürel kimliğini ifade edebilmesinin
önündeki engellerin kaldırılmasının gerekti ği; yeniden yapılacak bir
Anayasa'da Kürtlerin dil, inanç ve kültür özgürlükleriyle Kürtçe eğitimi,
öğrenimi ve diğer haklarını kullanmalarına olanak verecek yeni yasal
düzenlemelerin topluma ve devlete benimsetilmesi gerektiği; etnik kökeni, dili
ve kültürü farklı da olsa, tüm insanların kendilerini, kendi dil ve
kültürleriyle ifade edebilecekleri, belirtilmek suretiyle de Türk dili ve
kültüründen başka bir dili ve kültürü korumak, geliştirmek yoluyla azınlık
yaratılarak ulus bütünlüğünün bozulması amacı güdülmüş ve 2820 sayılı Yasa'nın
81. maddesinin (b) bendine aykırı davranılmıştır.
Halkın
Emek Partisi'nin Türk Ulusu'nu ırk esasına dayalı olarak "Türk ve Kürt
Ulusları" biçiminde ikiye böldüğü, böylece Kürt kökenli yurttaşları gerçek
dışı biçimde "ezilen bir ulus" olarak nitelendirerek, devlete karşı
kışkırtarak zulme karşı özgürlük mücadelesi veriyor gösterdiği, "kendi
kaderini tayin hakkının tanınması" önerisiyle ve öbür çalışmalarıyla da
Anayasa'ya ve Siyasi Partiler Yasası'na aykırı olarak bölücülük yaptığı
anlaşılmıştır.
2820
sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın Dördüncü Kısmı'nda yer alan yasaklara aykırı
davranılmasının yaptırımı, aynı Yasa'nın 101. maddesinin (b) bendiyle
belirlenmiştir.
Buna
göre davalı Halkın Emek Partisi'nin kapatılmasına karar verilmesi
gerekmektedir.
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
5.
Kapatma Kararının Sonuçları
Eylem
ve sözleriyle Parti'nin kapatılmasına neden olan davalı Siyasi Parti'nin eski
Genel Başkanları Fehmi IŞIKLAR ile Feridun YAZAR, eski Genel Başkanvekili ve
Genel Sekreteri Ahmet KARATAŞ ile eski Genel Sekreter İbrahim AKSOY'dur.
Anayasa'nın
84. maddesinin son fıkrasında aynen şöyle denilmektedir:
"Anayasa
Mahkemesi'nin kararında partinin kapatılmasına eylem ve sözleri ile sebebiyet
verdiği belirtilen milletvekilinin üyeliği ile temelli olarak kapatılan siyasi
partinin, kapatılmasına ilişkin davanın açıldığı tarihte, parti üyesi olan
diğer milletvekillerinin üyeliği, kapatma kararının Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı'na tebliğ edildiği tarihte sona erer"
Bu
yaptırım, Anayasa'nın 81. maddesi uyarınca Devletin varlığını, vatanın ve
milletin bölünmez bütünlüğünü koruyacağına and içen milletvekillerini,
Anayasa'nın değiştirilmeyecek kuralları arasında bulunan dava konusu konularda
çok dikkatli olmaya çağırmaktadır. Kararda bu konuya yer verilmesi, sözleri ve
eylemleriyle Parti'nin kapatılmasına neden olanlardan Fehmi IŞIKLAR'ın
milletvekili bulunması karşısında, ilgili ve yetkili TBMM'nin Anayasa gereği
durumdan bilgi edinmesini sağlamaya yöneliktir. Anayasa'nın 84. maddesinin
birinci fıkrasındaki "üyeliğin düşmesi" ile üçüncü fıkrasındaki
"üyeliğin sona ermesi" birbirinden ayrı durumlardır. Düşme kararını
TBMM verir. Anayasa Mahkemesi böyle bir karar veremez. Ancak, bir siyasal parti
kapatılınca, sözleri ve eylemleriyle buna neden olan milletvekilinin üyeliği,
Anayasa Mahkemesi'nin partiyi kapatma kararını TBMM'ne tebliğ etmesiyle
kendiliğinden sona erer. Bunun için Anayasa Mahkemesi'nin ya da TBMM'nin ayrı
bir kararına ve işlemine gerek yoktur. Anayasa Mahkemesi'nin açıklayıcı
belirlemesi, karar tümlüğünün, doğal sonucudur.
Anayasa
Mahkemesi, Anayasa maddelerini hukuksal yönden irdeler, eleştirir ama ona uyar
ve onu uygular. Yürürlükteki Anayasa kuralını savsaklayamaz. Birini öbürüne
yeğleyerek maddeleri sıralayıp seçemez. Kurallar dizininde Anayasa Maddelerinin
önceliği-sonralığı değil, olayı ilgilendirenin uygulanması söz konusudur.
Anayasa maddelerinin birbirine karşılığı, tersliği ve çelişkisi düşünülemez.
Hukuk devleti yönünden somutlaşan sonuç, Anayasa'nın amacı ve gereğidir.
VIII.
SONUÇ:
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının 3.7.1992 günlü, SP.31.Hz.1992/59 sayılı
iddianamesi'nde Halkın Emek Partisi'nin, Anayasa'nın Başlangıç'ına ve 2., 3.,
14., 68. maddeleriyle 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 78., 80. ve 81.
maddelerine aykırı olarak, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı amaçladığı ve Yasa'ya aykırı siyasi faaliyetlerin mihrakı olduğu
savıyla Siyasi Partiler Yasası'nın l0l/b ve 103. maddeleri gereğince
kapatılmasına karar verilmesi istenmekle gereği düşünüldü:
1.
Davalı Siyasi Parti'nin 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 103. maddesi
gereğince kapatılması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2.
Halkın Emek Partisi'nin faaliyetlerinin Anayasa ile 2820 sayılı Siyasi Parti
ler Yasası'na aykırı olduğuna ve 2820 sayılı Yasa'nın 101. maddesinin (b) bendi
uyarınca davalı Parti'nin KAPATILMASINA, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU'nun karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
3.
Anayasa'nın 84. maddesi gereğince:
Eylemleri
ve sözleriyle Parti'nin kapatılmasına neden olan Fehmi IŞIKLAR, Feridun YAZAR,
Ahmet KARATAŞ ve İbrahim AKSOY'dan halen Milletvekili bulunanlarla, kapatma
davasının açıldığı 3.7.1992 gününde Parti üyesi diğer milletvekillerinin
milletvekilliklerinin de, kapatma kararının TBMM Başkanlığı'na tebliğ edildiği
tarihte sona ereceğine, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU'nun "Bu maddenin uygulamaya
ilişkin bulunduğu ve bu konuda bir karar verilmesine yer olmadığı";
Mustafa GÖNÜL'ün ise "Cezaların kişiselliği ilkesiyle bağdaşmaması
nedeniyle Parti üyesi olan diğer milletvekillerinin üyeliklerinin sona
ermeyeceği" yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
1.
Davalı Parti'nin tüm mallarının 2820 sayılı Yasa'nın 107. maddesi uyarınca
Hazine'ye geçmesine, OYBİRLiĞİYLE,
2.
Gereğinin yerine getirilmesi için karar örneğinin, Milletvekilleri yönünden
TBMM Başkanlığı'na, yasal işlemler yönünden, 2820 sayılı Yasa'nın 107.
maddesine göre Başbakanlığa ve ayrıca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesine, OYBİRLİĞİYLE,
14.7.1993
gününde karar yerildi.
|
|
|
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Başkanvekili
Güven DİNÇER
|
Üye
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
|
|
|
Üye
Mustafa GÖNÜL
|
Üye
Oğuz AKDOĞANLI
|
Üye
İhsan PEKEL
|
|
|
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
|
|
Üye
Mustafa BUMİN
|
|