ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1983/2 (Parti
Kapatma)
Karar Sayısı:1983/2
Karar Günü:25.10.1983
R.G.
Tarih-Sayı:15.10.1984-18546
Davacı
: Cumhuriyet Başsavcılığı
Davalı
: Huzur Partisi
Davanın
Konusu : Huzur Partisi'nin kurulurken verdiği programın, 2820 sayılı Siyasi
Partiler Kanunu'nun dördüncü kısmında yer alan, 78, 84, 85, 86, 87 ve 90.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek, aynı Kanunun 101/a maddesi
gereğince, partinin kapatılmasına karar verilmesi istenmiştir.
I-
İDDİANAME :
Cumhuriyet
Başsavcılığının, 28.7.1983 günlü, SP-14-2 sayılı iddianamesi şöyledir :
"Kuruluş
bildirgesini 22.7.1983 tarihinde İçişleri Bakanlığına vermek suretiyle tüzel
kişilik kazanan (Türkiye Huzur Partisi) nin tüzük ve programının incelenmesi
sonunda Anayasa'da benimsenen ilkelere ve yürürlükteki Kanunlara aykırı
davrandığı tespit edilmiş ve aşağıdaki nedenlerle kapatılması için bu davanın
açılması gerekmiştir.
A)
Lâiklik ilkesine aykırı davranış :
1-
Türkiye Huzur Partisi'nin programının 12 nci maddesinde :
(Eğitim
ve Öğretim Kurumları ile üniversitelerimizin bazı sosyalist ülkelerdeki gibi
lâik olması fikrine inanmıyor ve bunu benimsemiyoruz. Üniversiteler milli
karakterin aynası olmalıdırlar. Bu manada din eğitimi ve öğretiminin
üniversitelere de batıdaki örneklere uygun olarak tatbikine taraftarız.)
17
nci maddesinde :
(Milli
eğitim müesseselerimizde ilkokuldan itibaren kaynağını ahlâk, fazilet ve Türk
İslam geleneklerinden alan bir sistemle vatan ve milletini seven .... nesiller
yetiştirmek gayemizdir.)
21nci
maddesinde de,
(....
dini... değerlere önem veren bir tedrisat sistemi getirilecektir.)
denilrnek
suretiyle Partice eğitimde lâiklik ilkesinin benimsenmediği açıkça ifade
olunmuştur.
Türkiye
Cunhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal
bir hukuk Devletidir.
Anayasa'da
yer alan hak ve hürriyetlerden hiç biri din ve mezhep ayırımı yaratmak veya
sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir Devlet düzenini
kurrnak amacında kullanılamazlar.
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın Başlangıcında, -hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk
milli menfaatlerinin, Türk varlığının Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının,
Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliğinin karşısında
korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği kutsal din duygularının,
Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı- açıkça
belirlenmiştir.
Atatürk,
milli karakterimize ve ihtiyaçlarımıza uygun bir eğitim sistemine geçilmesi
gereğini vurgulamış ve milletimizin bugünkü haliyle içtimai ve hayati
ihtiyaçlarıyla çevrenin şartları ve içinde yaşadığımız yüzyılın icaplarıyla
uyumlu hale getirilmesini istemiştir.
Nitekim
1739 sayılı Milli Eğitim Kanunu'nun 12. maddesinde (Türk eğitiminde lâiklik
esastır.) hükmüne yer verilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 24 üncü
maddesinde de, din ve vicdan hürriyeti etraflı olarak açıklanmış, din kültürü
ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler
arasında olduğu belirtildikten sonra bunun dışında din eğitim ve öğretimi ancak
kişilerin kendi isteğine küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlı
kılınmış ve kimsenin Devletin hukuki temel düzenini kısmen de olsa din
kurallarına dayandıramayacağı ifade edilmiştir.
Lâik
Devlet, ilkelerini, hükümet icraat ve prensiplerini, kanun ve nizamlarını, dini
kayıtlar ve düşüncelerle bağlı olmayarak doğrudan doğruya ilmin ve tekniğin
verilerinden yararlanarak, kişi ve toplum gereksinmelerini gözönünde
bulundurarak oluşturur. Dini kurallar Devlet yönetim ve prensiplerinden tamamen
ayrılır ve kişilerin vicdanlarında yerini bulur. İşte bu ilke dini inanç
konusunda Devletin tarafsızlığını teşkil eder.
Lâik
Devlet bu ilke doğrultusunda vatandaşların din ve vicdan hürriyetini bilfiil
temin için din ile ilgili bazı konularla meşgul olur. Bu nedenle lâik Devletin
din öğretimi alanlarına karışmaması söz konusu olamaz. Eğitimde lâik Devlet
ilkesinin tanınmaması ve eğitimin bu ilke doğrultusunda yapılmaması bu alanın
cemaatlere terk etmesi sonucunu doğurur. Din eğitimi de lâik Devlet anlayışına,
Türk inkılabının temel ilkelerine, çağdaş bilime, bilimsel düşünce kurallarına
aykırı şekilde yapılamaz.
Lâik
bir Devletten söz edilebilmesi için bütün kuruluşlarında ve işlevlerinde olduğu
gibi Devletin temel işlevlerinden olan eğitimin de lâiklik ilkesi esas alınarak
yapılması Anayasa ve kanunlarımızın gereğidir.
Esasen
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 174 üncü maddesinde (... Türkiye
Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden) inkılap kanunlarının
korunması değişmez kural olarak benimsenmiştir.
İnkılap
kanunlarından olduğu ve korunması öngörülen 3 Mart 1340 tarihli, 430 sayılı
Tevhidi Tedrisat Kanunu ile (Eğitim ve Öğretim Birliği) sağlanmış ve böylece
eğitimde de laiklik ilkesinin değişmeyeceği öngörülmüştür. Bu Kanun lâik Devlet
statüsüne geçişte bir atılım olarak önem taşır.
"Atatürk'ün
başlıca amacı Türk Milletini milli bir şuura ulaştırmak ve Devleti bağımsız,
milli ve lâik bir hale getirmekti.
Devlet,
lâik bir sistem içinde vatandaşların karşılaştıkları problemleri bilimsel
yollarla çözecek, bilim dışı açıklamalara gereksinim duymayacaklardır."
"Eğitim
modern Devletin millete sağladığı en büyük ve önemli hizmetlerden birisidir.
Büyüktür zira, hitabettiği çocuk, genç, yetişkin sayısı fazladır, tüm ulusunu
ilgilendirir. Hiçbir mesleğin hitabettiği nüfus, eğitim kadar yaygın değildir.
Önemlidir, zira, eğitim yoluyla yaratılan rahatsızlıkların iyileşmesi birkaç
kuşak sürer."
"Eğitim
atılımlarının başarısı Atatürk'ün eğitim liderliği ile gerçekleşmiştir. Yeni
bir eğitim sistemini, batılılaşmanın ilk koşulu olarak gördüğünden, önce eğitim
sistemini lâikleştirmekle işe başlamıştır. Türkiye Cumhuriyetinin kurulması
ile, eğitim sisteminin lâikleştirilmesi paralel gelişmiştir. Eğitim sistemi, bu
yenileşmenin hem yayıcısı, hem de koruyucusu olmuştur."
"Lâiklik,
siyasal olduğu kadar eğitsel ve daha geniş deyimiyle, kültürel yaşantıya yön
veren bir role sahiptir. Yüce Atatürk'ün önderliğini yaptığı bu başarılı
girişim ile Türk Ulusu, bireysel ve toplumsal bakımdan açık ve aydınlık bir
düzeye çıkarılmıştır."
Açıklanan
bu duruma verilere rağmen Türkiye Huzur Partisi Kurucuları düzenledikleri
programlarında amaçlarını açık ve seçik oyarak açıklamış;
a)
Eğitim ve öğretim kurumları ile üniversitelerin lâik olması fikrine
inanmadıklarını ve bunu benimsemediklerini,
b)
Din eğitim ve öğretiminin üniversitelere de tatbiki suretiyle üniversitelerin
milli karakterin aynası olmasına taraftar olduklarını, (m. 12)
c)
Milli Eğitim müesseselerimizde ilkokuldan itibaren kaynağını ...Türk İslam
geleneklerinden alan bir sistemle... nesiller yetiştirmenin gayelerini
olduğunu, (m. 17)
d)
... dini değerlere önem veren bir tedrisat sistemi getireceklerini (m. 21)
belirtmişlerdir.
Bu
görüşler, düşünüşler ve amaçlanan eylemler Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın
Başlangıç kısmı ile birinci kısmında yer alan Cumhuriyetin niteliklerine, Temel
Hak ve Hürriyetlerin kötüye kullanılmaması, Din ve Vicdan Hürriyeti, İnkılap
Kanunlarının korunması ilkelerine aykırı olduğu gibi, din ayrımı yaratmak amacı
güdüldüğü, Atatürk ilke ve inkılaplarının ve lâik Devlet niteliğinin korunması
ilkesine aykırı olduğu ve böylece din istismarcılığına yönelindiği görülmektedir.
Bu
itibarla 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 78, 84, 86, 87 nci maddelerine
aykırı davranılmıştır.
2-
Türkiye Huzur Partisi programının 16 ncı maddesinin ikinci fıkrasında,
(...
dokuz heceli olan Türk Alfabesine dokuzuncu sesli harfi koymak istiyoruz.
Eski
Türk alfabelerinin neden otuzbeş harfli olduğunu yeni baştan ve Atatürkçü bir
ruh ve anlayışla araştıracağız.)
denilmiştir.
1
Teşrinisani 1928 tarih ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki
Hakkında Kanunun birinci maddesinde (şimdiye kadar Türkçe'yi yazmak için
kullanılan Arap harfleri yerine Latin esasından alınan ve merbut cetvelde
şekilleri gösterilen "Türk Harfleri" unvanı ve hukuku ile kabul
edilmiştir.) denilmiş ve ekli cetvelde 29 harf belirlenmiştir.
2820
sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 84 üncü maddesinde Türk Harflerinin Kabul ve
Tatbiki Hakkında Kanunun (Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma
amacı) güttüğü vurgulanmıştır.
Böylece
Türkiye Huzur Partisi'nin programının 16 ncı maddesinin ikinci fıkrasında amaçlanan
gayenin ne olduğu açıkça belirlenmekte ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 174
üncü maddesi ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 84 üncü maddesine
aykırı davranılmıştır.
3-
Türkiye Huzur Partisi programına aldığı ve yukarıda iki bölümde değinilen
nedenlerle eğitimde lâikliğe karşı olduğunu açıkça amaçladığını ifade ettiği
gibi (Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini korumak amacını güden) Türk
Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanunun da değişmesini öngörmektedir.
Sözü
edilen Partinin asıl amacı ambleminin incelenmesi ile de açık ve seçik olarak
belirlenmektedir.
Amblemdeki
kitap, yazının benzetilmek istenilen türü ve kalemin gidiş yönü calibi
dikkattir.
B)
Siyasi Partiler Kanunu ile Dernekler Kanununa aykırı davranış :
Siyasi
Partinin adı kurucular tarafından (Türkiye Huzur Partisi) olarak
belirlenmiştir.
2820
sayılı Siyasi Partiler Kanununun 122 nci maddesi delaletiyle uygulanması
gereken 1630 sayılı Dernekler Kanununun 53 üncü maddesine göre (Türkiye)
kelimesinin ad olarak kullanılması Bakanlar Kurulu kararına bağlıdır.
Bakanlar
Kurulundan bu yolda alınmış bir karar mevcut olmadığı halde (Türkiye)
kelimesini isim olarak kullanmak suretiyle 2820 sayılı Siyasi Partiler
Kanununun 90 ıncı maddesine aykırı davranılmıştır.
C)
SONUÇ :
Türkiye
Huzur Partisi'nin kurucular kurulunca düzenlenen program ve tüzüğü yukarıda
değinilen nedenlerle 2820 sayılı Kanununun dördüncü kısmında belirtilen ve
yukarıdaki bölümlerde yazılı 78, 84, 86, 87 ve 90 ıncı maddelerine aykırı
olduğundan, sözü edilen Kanunun 101 inci maddesinin (a) fıkrası gereğince
Türkiye Huzur Partisi'nin kapatılmasına karar verilmesi arz ve talep olunur.
28.7.1983"
II-
İLK SAVUNMA :
Anayasa
Mahkemesinin 26.8.1983 günlü ara kararı gereğince tebliğ edilen iddianame
örneğine karşı Huzur Partisi tarafından verilen 7.9.1983 günlü savunma
dilekçesi şöyledir :
"A)
1- Programımızın 12. maddesindeki lâiklik ilkesi gayet açık olarak Anayasadaki
lâiklik ilkesine ve yürürlükteki kanunlara uygun olarak gösterilmiştir.
Halen
ilk ve orta öğretimde kabul ve tatbik edilen din eğitimi ve öğretiminin
üniversitelerde de tatbiki öngörülmüştür. Bu görüş batı devletlerinde örneğin:
Fransa, Belçika, Hollanda, Almanya, İngiltere ve Amerika üniversitelerinde
halen din eğitimi yapılmaktadır. Bu nedenlerle programımızın 12. maddesi
tamamen Atatürk'ün işaret ettiği uygarlık düzeyine çıkmanın şartlarındandır.
Lâikliğe aykırılık söz konusu değildir.
Programın
17. maddesine gelince, halihazırda tatbik edilen eğitim sistemi eksik ve
kifayetsiz denilerek birçok kitaplar değiştirilmekte ve ahlaka fazilete ve Türk
İslam geleneklerine uygun olarak hazırlanan kitaplar yeni baştan, vatan ve
milletini seven nesiller yetiştirmeyi hedef almıştır. Maddede (İslâm) kelimesi
Türk'ten ayrılamaz ve onun lazımı gayri müfarikidir. Başka bir ifade ile yüzde
doksandokuz Müslüman olan (Türk) Milletine (Türk İslâm) geleneklerini fazla
görmek Anayasamızın kabul ettiği din ve vicdan hürriyetine aykırı olur.
Arz
edilen 17. maddede geçen İslam kelimesini lâikliğe aykırı bir mefhum olarak
almaya imkan yoktur.
Programımızın
21. maddesi tamamen Anayasa doğrultusunda eğitimi öngörmüştür. Ve bu eğitimin
sapık ideolojilerin tesirinden gençliği kurtarmanın neler olabileceğini
göstermiş ve (Anayasa doğrultusunda dini ve ahlaki değerlere önem veren bir
tedrisat sistemi) hedef olarak ele almıştır.
Şimdi
bu maddedeki bütün ilkeleri yok farzetmek (...dini...) ele alarak Partimizi
suçlamak yersiz ve manasızdır. Bir kelime yalnız başına değil evvel ve
ahirindeki diğer kelimelerle birlikte kıymet ifade eder. Aksi halde bektaşi
fıkrasında olduğu gibi (Latakrabus Selate) deki gibi sakim bir düşünceye
varırız ki akıl ve mantık bunu asla kabul etmez.
Binaenaleyh
Partimiz Atatürk ilkelerine, lâik esaslara bağlı Cumhuriyetçi Devlet sistemini
kabul etmiştir. Milletin dini tedrisatı Anayasada yasaklanmamıştır.
Partimiz
bu ilkeden hareketle, iktidara geldiğimizde Anayasanın Türk milletine
bahşettiği bu hakkı nasıl kullanacağını göstermiştir.
Partimiz,
Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Demokratik, Lâik ve Sosyal bir hukuk devletini
benimsemiştir.
Lâik
olan devlettir. Milletin dini tedrisatı serbesttir.
Anayasamız
bu hakkı kabul etmiştir. Aksi halde milletin dinine müdahale etmek lâikliğe
aykırı olur.
Partimizin
programı tatbik edildiğinde, Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiç
birini hususi maksatla kullanma cihetine gitmemiş, din ve mezhep ayırımı
yaratmak ve sair yollardan giderek başka bir devlet düzeni kurmayı hedef
almamıştır. Ve yukarıda da arz ettiğimiz gibi, dini ve dini duyguları devlet
işlerine ve politikaya karıştırmayı sureti katt'iyede kabul etmemiş ve ancak
tedrisatın hedefini göstermiştir.
Yukarıda
arz ettiğimiz gibi, Atatürk'ün hedef olarak gösterdiği batı uygarlığı din
tedrisatını kabul etmiştir. Anayasa ve kanunlarımız da bunu kabul etmiştir.
Partimiz hali hazırdaki tatbikatın haricinde dini tedrisatın üniversitelere de
teşmilini hedef olarak almıştır.
1739
sayılı Milli Eğitim Kanunu'nun 12. maddesinde (Türk eğitiminde Lâiklik
esastır.) hükmü ve Anayasanın 24. maddesindeki din ve kültürü ders olarak kabul
ettiğine göre, mevcut tatbikatın haricinde Partimiz devletin hukuki temel
düzenini dini kurallara dayandırma gibi bir hedef göstermemiştir.
Bunun
haricinde Partimizin programı tatbik edildiğinde görülecektir ki, ilim, sanat
ve her türlü ilmi çalışma ve muassır medeniyet seviyesine yükselme hedef
alınmış, Anayasa ve yürürlükteki kanunların haricine çıkılmamıştır. Ancak 12
Eylül 1980'den evvelki Türkiye'nin geçirmiş olduğu buhran gözönüne alınarak
Milli Eğitimde sapık ve Devleti yok etmeye matuf ideolojilere yer verilmeyeceği
gösterilmiştir.
Partimiz
kadına her türlü imkanı ve yetişmesini hedef olarak almış bulunmaktadır.
Partimizde
cemaatlere yer verilmemiştir. Böyle bir düşünce halihazırdaki dini tedrisatın
da aynı sonucu doğurmasını gerektirir ki Cumhuriyet Başsavcılığının bu
düşüncesi Anayasaya aykırıdır. Başka bir ifadeyle mevcut dini tedrisat
cemaatleri doğuramayacağına göre, Partimizin dini tedrisatı üniversiteye
teşmili de cemaatlerin doğmasına neden olamaz.
Anayasa
lâikliği esas olarak kabul etmiştir. Partimiz bu ilkeyi benimseyerek Anaysaya
ve kanunlar dairesinde eğitimin lâik ilkesi esas alınarak yapılmasını uygun
görmüştür.
Programımızda
Tevhidi Tedrisat Kanununa karşı gelindiğine dair herhangi bir madde yoktur. Ve
Atatürk'ün kabul ettiği Türk Milletini milli bir şuura ulaştırmalı. Milli ve
lâik bir hale getirmek amacını gütmüş ve her türlü problemlerin bilimsel
yollarla çözüleceğini kabul etmiştir.
Programımızda
yukarıda da arz edildiği gibi Anayasa ve mevcut kanunlara aykırı herhangi bir
husus benimsenmemiştir. İlk ve orta okullardaki dini tedrisatın üniversitede de
devamı uygun görülerek, gençliğin ilk ve orta tedrisatta aldığı bilginin devamı
istenmiştir.
Yukarıda
arz edilen mülahazalar muvacehesinde Partimiz iddia hilafına;
a)
Eğitim ve öğretim kurumları ile üniversitelerin lâik olması fikrine karşı
değildir. Devlet lâiktir. Partimiz gençlerin sapık ideolojilere dönmemesi için
yapılması lazım geleni benimsemiştir.
b)
Dini eğitim ve öğretimin üniversitelerde tatbiki mevcut üniversitelerin milli karakterine
aykırı düşmeyeceği gibi, bilakis ilk ve orta tedrisattaki milli karakterin
üniversiteye de intikal suretiyle aydınlığa erişeceği kanaatındadır. Ve bu
görüş Anayasa ve kanunlara aykırı değildir.
c)
Milli Eğitimde mevcut dini tedrisata müsaade ettiğine göre, programımızın 17.
maddesi mevcut düzene aykırı kabul edilmez. Aksi halde bugünkü Milli Eğitim
tatbikatının Anayasaya aykırı olduğu neticesine varılır ki, Cumhuriyet
Başsavcılığının bunu kabul ettiğini bildirir bir iddia mevcut değildir.
d)
Milli Eğitim sisteminde dini tedrisat kabul ve tatbik edildiğine göre
programımızın 21. maddesinde öngörülen hususların Anayasaya ve mevcut kanunlara
aykırı olduğu iddiası da mücerrettir. Yukarıda 3. maddede arz edilen hususlarda
burada tekrarlanabilir.
Bu
itibarla Partimiz Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının başlangıç kısmı ile birinci
kısımda yer aîan Cumhuriyetin niteliklerine, temel hak ve hürriyetlere bağlı,
din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasına inanan, inkılap kanunlarının
korunmasını kabul eden, din ayrımı amacı gütmeyen, Atatürk ilke ve
inkılaplarına sadık ve Devletin lâiklik niteliğini koruyan bir programın
sahibidir.
İddianamedeki
hususların hiç birisi bir mesnede dayandırılmadan ele alınan bazı kelimeleri
abartmak suretiyle Partimizi kapatmaya yönelik iddialardan ibarettir. Ve parti
programımız 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununa aykırı değildir.
2-
Programımızın 16. maddesi tatbik edildiğinde görülecektir ki, burada Arap
harflerine dönüş söz konusu değildir. Arap harfleri 28'dir. Programda alfabelerinin
yeni baştan Atatürkçü bir ruh ile ele alınmasını öngörmüş olup, Siyasi Partiler
Kanununun 84. maddesine ve Anayasanın 174. maddesine aykırılık söz konusu
değildir.
3-
Partimizin ambleminde görülen kitap ve kalemin Cumhuriyet Başsavcılığınca calibi
dikkat görülmesi kanaatımızca iddianamenin hangi maksatla ele alındığını
gösterir. Ve hakikaten calibi dikkat bir husustur.
Çünkü
biz bu amblemde ilme ve kaleme verdiğimiz ehemmiyeti vurgulamak istedik. Bunun
haricindeki görüş Partimizin görüşü değildir.
Öküz
altında buzağı aramanın manası yoktur.
B)
Partimiz bidayette (Türkiye) kelimesini ad olarak kullanmıştır. Sonradan bunun
izne bağlı olduğu görülerek Partimizin adı (Huzur Partisi), kısaltılmış şekli
de (HZP) olarak düzeltilmiş ve Türkiye kelimesi kaldırılmıştır. Keyfiyet
9.8.1983 gün ve (9) sayılı müşterek yazımızla İçişleri Bakanlığına ve
Cumhuriyet Başsavcılığna resmen bildirilmiştir.
Nitekim
Yüksek Mahkemeniz Partimizi (Huzur Partisi) olarak kabul etmiş ve bu şekilde
tebligat yapmış bulunduğuna göre, Türkiye kelimesinden dolayı ileri sürülen ve
istenilen Partimizin kapatılması talebi de yerinde değildir.
C)
Sonuç :
Yukarıda
arzedildiği gibi, Partimiz, Anayasanın başlangıcındaki ilkeleri ve Anayasanın
bütün hükümlerini kabul ile Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, Demokratik, Lâik ve
Sosyal bir hukuk Devletinin savunucusu ve Türkiye'nin bir daha 12 Eylül 1980
tarihinden önceki günlere dönmemesi için yapılması gerekenleri gösteren, hiç
bir sınıf ve zümreye imtiyaz tanımayan, muasır medeniyet seviyesine yükselmeyi
hedef alan bir programa sahip olup, bunun haricinde Cumhuriyet Başsavcılığının
mesnetsiz ve calibi dikkat iddiaları yersiz olduğundan, iddiaların reddi ile
Partimizin faaliyetinin devamına karar verilmesini saygılarımızla arz
ederiz."
III-
Cumhuriyet Başsavcılığının Esas Hakkındaki Düşüncesi :
Mahkemenin
29.9.1983 günlü ara kararı gereğince alınan Cumhuriyet Başsavcılığının
3.10.1983 günlü SP-14-2 sayılı "Esas Hakkındaki Görüş"ünde de,
iddianamedekiler tekrar edilmekte, ayrıca "dava açıldıktan sonra Kurucular
Kurulu 9.8.1983 tarihinde, tüzüğün birinci maddesindeki (Türkiye) kelimesini
kaldırmış ve onun yerine Huzur Partisi ve kısa adı (HZP) olarak ismini
değiştirmiş ve böylace Siyasi Partinin adına yönelik kapatma nedenini
gidermiştir." denilmektedir.
IV-
Son Savunma Özeti :
Cumhuriyet
Başsavcılığının esas hakkındaki görüşüne karşı Huzur Partisince 11.10.1983
gününde verilen iki sayfalık son savunmada özet ve sonuç olarak :
"Cumhuriyet Başsavcılığının programdan aldığı bazı maddelerdeki cümleler
hakkındaki görüşlerimizi, 7.9.1983 gün ve 15 sayılı cevabi yazımızda
bildirmiştik.
Tekrarından
sarfınazar ederek deriz ki: Partimiz Anayasa ilkelerine karşı olmayıp,
mektepleri kapayıp medrese açmayı, mevcut Latin harflerini değiştirmeyi, din ve
mezhep ayırımı yapmayı hiçbir zaman düşünmemiştir. Ve düşünemeyecektir.
İddiaların
reddi ile Partimizin faaliyetinin devamına karar verilmesini saygılarımızla arz
ederiz." denilmiştir.
V-
İnceleme ve Gerekçe :
Dosyadaki
bütün kağıtlar ve öteki belgeler incelendi gereği görüşülüp düşünüldü :
A)
İşin esasının incelenmesine geçilmeden önce aşağıdaki önsorunların çözümlenmesi
zorunlu görülmüştür.
1-
Cumhuriyet Başsavcılığınca Siyasi Partiler Kanununun 8. maddesi hükmü
dairesinde bir uyarıda bulunulmamış olması :
22.4.1983
günlü, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 9. maddesine göre, Cumhuriyet
Başsavcılığı, kurulan partilerin tüzük ve programları ile kurucularının hukuki
durumlarının Anayasaya ve kanun hükümlerine uygunluğunu ve ayrıca, verilmesi
gerekli bilgi ve belgelerin tamam olup olmadığını inceleyecektir. Aynı maddede
Cumhuriyet Başsavcılığının bu denetleme görevi ile ilgili yetkisi de
gösterilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, tespit ettiği noksanlıkların
giderilmesini, lüzum göreceği ek bilgi ve belgelerin gönderilmesini yazı ile
isteyebilecektir. Bu yetkinin, yaptırımını da, siyasi partilerin kapatılmasına
dair hükümlerin uygulanması oluşturmaktadır. Böylece, Cumhuriyet
Başsavcılığının partilerin kuruluşunu denetleme görevinin içeriği ve sınırı
belirlenmiş olmaktadır.
Anılan
maddede, kurulan partilerin tüzük ve programları ile kurucularının hukuki
durumlarının Anayasa ve kanun hükümlerine aykırı olması ile bunlarda
noksanlıklar tespit edilmesi halleri birbirinden ayrılmış ve bu durumlar
değişik hukuki sonuçlara bağlanmıştır. Şöyle ki; Cumhuriyet Başsavcılığınca
tespit edilen noksanlıkların giderilmesi, lüzum görülen ek bilgi ve belgelerin
gönderilmesi, yazı ile istenmedikçe, bu nedene dayanılarak siyasi partilerin
kapatılmasına dair hükümlerin uygulanamamasına, yani yazılı istemin dava
açmanın bir önkoşulu niteliği almış olmasına karşın, kurulan partilerin tüzük
ve programları ile kurucularının hukuki durumlarının Anayasaya ve kanun
hükümlerine aykırı olması dolayısıyla kapatılmaları için dava açılması, 104.
madde ayrık olmak üzere, böyle bir önkoşula bağlı tutulmamıştır.
Öte
yandan, kanunun 9. maddesindeki Cumhuriyet Başsavcılığına noksanlıkların
giderilmesiyle ilgili olarak tanınan yetkinin yasaya aykırılıklara da teşmil
edilerek bu hususun bir dava koşulu olarak kabul edilmesi, siyasi partilerin
tüzük ve programlarındaki kimi hükümlerin, kanunun dördüncü kısmındaki
"Siyasi Partilerle İlgili Yasaklar"a açıkça aykırı olmaları
hallerinde, bu koşul yerine getirilmedikçe, doğrudan 100. ve 101. maddelerdeki
nedenlerle kapatma davası açılmasına olanak vermeyeceğini açıkça ortaya koyar
ki, bu durumun Siyasi Partiler Kanununun kabul ettiği esaslarla çeliştiğinde
duraksanamaz.
Bir
siyasi parti yasalara aykırı olarak kurulmuşsa, bunu saptayacak ve gereklerini
yerine getirecek merci, herhalde Anayasa Mahkemesidir.
Bu
nedenlerle, Cumhuriyet Başsavcılığınca 22.4.1983 günlü, 2820 sayılı Siyasi
Partiler Kanunu'nun 9. maddesi hükmü dairesinde bir uyarıda bulunulmamış
olması, Huzur Partisi'nin kapatılması için açılan davanın görülüp karara
bağlanmasına engel olamayacağına Muammer Turan'ın karşıoyuyla ve oyçokluğuyla;
2-
Huzur Partisi'nin münfesih bulunup bulunmadığı :
Siyasi
Partiler Kanununun 8. maddesine göre kuruluş bildirisinin ve buna ekli
belgelerin İçişleri Bakanlığı'na verilmesiyle siyasi partiler tüzel kişilik
kazanırlar. Aynı Kanunun geçici 4. maddesi gereğince, Milli Güvenlik Konseyi,
siyasi partilerin kurucuları üzerinde incelemede bulunmak yetkisine sahip olup
bu inceleme işlemi, kuruluş bildirisini İçişleri Bakanlığına verilmesiyle
birlikte siyasi partinin tüzel kişilik kazanması hakkını önlemez ve
geciktirmez. Hakkında olumsuz karar alınan kurucu yerine diğer kurucular
tarafından yenileri önerilebilir.
Kurucuların,
kuruluş bildirisi ile açıklanan iradeleri sonucunda siyasi parti tüzel kişilik
kazanmış olduğundan, siyasi partinin kendiliğinden dağılmış sayılabilmesi için
Siyasi Partiler Kanununun 121. maddesinin yollamada bulunduğu Türk Medeni
Kanununun 70. ve Dernekler Kanununun 51. maddesindeki koşulların oluşması
gerekir. Bu koşulların oluştuğu Cumhuriyet Başsavcılığınca ileri sürülmediği
gibi, dosyada, böyle bir belge ya da delil yer almış da değildir. Söz konusu
partinin 35 kişiden oluşan kurucularından 27'sinin kuruculuğu Milli Güvenlik
Konseyinin 9 Ağustos 1983 günlü, 108 sayılı kararıyla uygun görülmemiş ve
bunların kuruculukla olan ilgileri 11 Ağustos 1983 gününde kesilmiş ise de,
bunlardan, siyasi partilere üye olmaları Anayasa ve yasa hükümleriyle
yasaklanmamış olanların üyelik sıfatlarının devam edeceği de açıktır.
Bu
nedenlerle Huzur Partisi'nin münfesih bulunmadığı, Nahit Saçlıoğlu ve Muammer
Turan'ın karşıoyu ile ve oyçokluğuyla;
3-
Dava konusu hakkında, Huzur Partisi ilgililerinden sözlü açıklamada
bulunmalarının istenmesine gerek görülmediği, H. Semih Özmert, Nahit Saçlıoğlu,
Muammer Turan, Mehmet Çınarlı, Necdet Darıcıoğlu ve Yılmaz Aliefendioğlu'nun,
parti ilgililerinin dinlenmesi gerektiği yolundaki karşıoylarıyla ve
oyçokluğuyla;
kararlaştırılmıştır.
B)
Esasın İncelenmesi :
1-
Huzur Partisi Programının Dava ile ilgili 12, 17/1 ve 21. madde metinlerinin
değerlendirilmesi :
Bu
metinler şöyledir :
"Madde
12- Eğitim ve öğretim kurumları ile üniversitelerimizin bazı sosyalist
ülkelerdeki gibi lâik olması fikrine inanmıyor ve bunu benimsemiyoruz.
Üniversiteler milli karakterin aynası olmalıdırlar. Bu manada din eğitim ve
öğretiminin üniversitelere de batıdaki üniversitelere uygun olarak, tatbikine
taraftarız"
"Madde
17/1- Milli eğitim müesseselerimizde ilkokuldan itibaren kaynağını ahlak,
fazilet ve Türk islam geleneklerinden alan bir sistemle vatan ve milletini
seven, çalışkan, dürüst, kendisine, ailesine ve cemiyete faydalı nesiller
yetiştirmek gayemizdir."
"Madde
21- Eğitim ve öğretim programları taklitçilikten kurtarılarak memleket
gerçeklerine ve milli bünyeye uygun halde yeniden tanzim edilecek, bu
programlarda gençliğe sapık ideolojilerin sızmaması için Anayasa doğrultusunda
dini ve ahlaki değerlere önem veren bir tedrisat sistemi getirilecektir."
Yapılan
araştırma ve incelemelerin ortaya koyduğu veriler, Türkiye'deki lâiklik
ilkesinin anlamıyla uygulamasının hiçbir sosyalist ülkedeki lâiklik anlayışı
ile ilgi ve ilişkisi olmadığını, batıdaki Hıristiyan ülkelerin lâiklik
anlayışından da farklı bir yapı ve düşünce biçimine sahip olduğunu
açıklamaktadır.
Lâikliğin,
dinle devlet ilişkilerini düzenleyen bir ilke olması nedeniyle, her ülkenin
içinde bulunduğu ve her dinin bünyesini oluşturan koşullardan esinleneceği, bu
koşullar arasındaki üyum ya da uyumsuzluğun lâiklik anlayışına da yansıyarak
farklı ve değişik modelleri ortaya çıkarması doğal sayılmalıdır.
Hukuki
yönden ve klasik anlamda lâiklik, dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılması
anlamına gelmektedir. Buna rağmen, Hıristiyan ve İslâm dinlerinin koşulları,
inanç ve gerekleri aynı olmadığından, ülkemizde ve batı ülkelerinde oluşan
durumlar ve ortaya çıkan sonuçlar birbirinin aynı olmamış, aksine büyük
farklılıklar göstermiştir. Dini ve din anlayışı tamamen farklı olan hir
ülkenin, lâikliği, o ülke batı medeniyetine açık olsa dahi batı ülkelerdeki
anlayış içinde benimsemesi esasen düşünülemez ve beklenemez. Bu durum, koşullar
ve kurallar arasındaki farklılıkların doğal bir sonucu olarak görülmelidir.
Kaldıki, aynı dini benimseyen batı ülkelerinde dahi devletlerin lâiklik
anlayışı birbirinin aynı olmamıştır.
Osmanlı
İmparatorluğu, temeli dine dayanan bir devlet düzeni öngörülerek kurulmuştur.
Bu nedenle İslâm kuralları, yalnız fertlerin manevi hayatını, yani inanç
alanını değil, aynı zamanda toplum ilişkilerini, devlet faaliyetlerini ve
hukuku da düzenlemiştir. Lâiklik ilkesinin kabul edilmediği devirlerde din,
toplum hayatının bütün alanlarına, devletin karar ve hareketlerine daima
müdahale ederek egemen olmak istemiş, din sömürüsü ve onun kötüye kullanılması,
bu alanda son derece katı bir taassuba neden olmuş ve bu yüzden medeniyetin
ilerleme aşamalarında ortaya çıkan her icat ve yeni buluş dine aykırıdır
fetvalarıyla karşılaşmış, hatta bu fetvalar düşman istilasına uğrayan
vatanımızı kurtarma çabalarını dahi engellemek için pervasızca kullanılmıştır.
Bu yüzden toplumumuzun gelişmesi için en lüzumlu olan buluşlar ülkemize
girememiş, bunun doğal sonucu olarak da medeniyetin ilerleyişine ayak
uydurulamamış, böylece devlet zaafa ve gerilemeye uğratılarak parçalanmaya
kadar sürüklenmiştir.
Bugün
dahi bazı kimselerle örgütlerin, dini kötüye kullanmak ve böylece din
sömürüsünden bir takım çıkarlar sağlamak eğiliminde oldukları bilinen bir
gerçektir. Bu nedenle Anayasa ve yasa koyucuları bu alanı düzenlemişler ve
kötüye kullanmaya set çekmişlerdir :
a)
Türkiye Cumhuriyeti Anayasaları ile kabul edilen lâiklik ilkesi geçirilen
tarihi tecrübelere, devrimlere, ulusun dini ve siyasi özelliklerine ve yurdumuz
koşullarına uygun bir anlam taşımaktadır. 7.11.1982 günlü, 2709 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının; "Başlangıç"ında "Türkiye
Cumhuriyetinin kurucusu ve eşsiz kahraman Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik
anlayışı ve O'nun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda; ...hiçbir düşünce ve
mülahazanın Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının Devleti ve ülkesiyle
bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk
milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma
göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği kutsal din duygularının devlet
işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı" na işaret edildikten
sonra 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri tanımlanırken Türkiye
Cumhuriyetinin lâik bir devlet olduğu da belirtilmiş; 14. maddesinde
"Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, ...din ve mezhep
ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan
bir devlet düzenini kurmak amacıyla kullanılamazlar"; 24. maddesinde
"...kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamaz ve suçlanamaz.
Din
ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din
kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu
dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak,
kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.
Kimse,
Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa,
din kurallarına dayandırma veya siyasi, kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama
amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince
kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz" denilmiş;
"Siyasi partilerin uyacakları esaslar" başlığını taşıyan 69.
maddesinde "Siyasi partiler, .... Anayasanın 14 üncü maddesindeki
sınırlamalar dışına çıkamazlar; çıkanlar temelli kapatılır" hükmü yer
almış; Yükseköğretim kurumlarından sözeden 130. maddesinde "Çağdaş
eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin
ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı
çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık
yapmak" ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan
kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından
kanunla kurulur.... öğreniminin ve öğretimin hürriyet ve teminat içinde ve
çağdaş bilim ve teknoloji gereklerine göre yürütülmesi,..... kanunla
düzenlenir" hükmüne yer verilmiş; 174. maddesinde de "Türk toplumunu
çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik
niteliğini koruma amacını güden .... inkılap kanunları" gösterilerek
Anayasa'nın hiçbir hükmü, bu kanunların "Anayasaya aykırı olduğu şeklinde
anlaşılamaz ve yorumlanamaz" denilmiştir.
b)
Anayasa'nın bu hükümlerine paralel olarak 22.4.1983 günlü, 2820 sayılı Siyasi
Partiler Kanunu'nun "Siyasi Partilerle İlgili Yasaklar" başlıklı
dördüncü kısmının 78. maddesinde "Siyasi Partiler : .... din ve mezhep
ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan
bir devlet düzeni kurmak amacını güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette
bulunamazlar, başkalarını bu yolda tahrik ve teşvik edemezler .... din, mezhep
veya tarikat esaslarına dayanamaz veya adlarını kullanamazlar" hükmü yer
almış, 84-89 uncu maddeleri kapsayan dördüncü kısmın üçüncü bölümünde
"Atatürk ilke ve inkılâplarının, lâik devlet niteliğinin korunması"na
ait çeşitli hükümleri öngörülmüş; ezcümle; 84. maddesinde " Siyasi
partiler Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmak ve Türkiye
Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini korumak amacını güden :
a-
3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu,
............
f-
1 Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1353 sayılı "Türk Harflerinin Kabul ve
Tatbiki Hakkında Kanun.... hükümlerine aykırı amaç güdemezler ve faaliyette
bulunamazlar."; 86. maddesinde, "Siyasi partiler, Türkiye
Cumhuriyetinin lâiklik niteliğinin değiştirilmesi ve halifeliğin yeniden
kurulması amacını güdemez ve bu amaca yönelik faaliyetlerde bulunamazlar";
87. maddesinde, "Siyasi partiler, Devletin sosyal veya ekonomik veya
siyasi veya hukuki temel düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara
uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek
maksadıyla dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet
ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapamaz, istismar edemez veya
kötüye kullanamazlar" denildiği gibi 90. maddesinde de; "Siyasi
partilerin tüzük, program ve faaliyetleri Anayasa ve bu kanun hükümlerine aykırı
olamaz" hükmüne yer verilmiş, 101. maddenin "a" fıkrasında da
"Parti tüzüğünün veya programının yahut partinin faaliyetlerini düzenleyen
ve yetkili parti organları veya mercilerince yürürlüğe konulmuş olan diğer
parti mevzuatının bu Kanunun dördüncü kısmında yer alan hükümlerine aykırı
olması" hallerinde Anayasa Mahkemesince o siyasi parti hakkında kapatma
kararı verileceği açıklanmıştır.
c)
Özet olarak : Anayasa ve yasa hükümlerine göre;
aa
) Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.
bb)
İlk ve orta öğretim kurumlarında okutulan din kültürü ve ahlak öğretimi
dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de
kanuni temsilcilerinin talebine bağlıdır.
cc)
Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerin hiçbiri bu arada din ve vicdan
hürriyeti, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu
kavram ve görüşlere dayanan bir Devlet düzeni kurmak amacıyla kullanılamaz.
dd)
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini kısmen de olsa,
din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama
amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince
kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.
ee)
Bu hükümler, sınırlamalar ve yasaklar dışına çıkan partiler temelli kapatılır.
d)
Cumhuriyet Başsavcılığınca esas hakkındaki düşüncede "Programdaki maddeler
birlikte incelendiğinde, lâik devlet ilkesi, Atatürk ilkeleri ve inkılapları
doğrultusunda değerlendirildiğinde siyasi partinin amacı belirlenmektedir"
denilmektedir. Bu nedenle, lâik devlet ilkesiyle Atatürk ilke ve inkılaplarına
1982 Anayasasının verdiği değeri ve önemi belirttikten sonra din ve vicdan
hürriyetini düzenleyen 24. maddeye de Anayasanın bütünlüğü içinde bakmakta yarar
ve zorunluluk görülmüştür. Konuyu daha yakından görebilmek için bu sorunlar ve
meseleler hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararlarının bazılarından alıntılar
yapmak, Atatürk ilkeleri ve bilimsel özerklikten ne anlaşıldığnı ortaya koymak
da yerinde bulunmuştur.
Anayasa
Mahkemesinin 11, 12, 13, 14 ve 15 şubat 1975 günlü, Esas 1973/37 Karar 1975/22
sayılı kararında (Kararlar Dergisi, Sayı.13, Sayfa.116)
"...Cumhuriyetimiz, milli şuur ve bütünlük içinde, barışa ve insan hak ve
özgürlüğüne dayalı memleket kalkınmasını sosyal Adalet ve Atatürk devrimleri
ilkeleri doğrultusunda amaçlayan siyasal bir varlıktır. Burada özellikle
Atatürk devrimleri deyimi üzerinde durmak gerekir. Devrim kavramı, sözcüğün
açık anlamından da belirleneceği üzere durgunluğun, alışkanlığın, hareketsizliğin
tersidir. Devrimcilikte hiçbir zaman duraksama yoktur. Bilim ve tekniğin
gelişmesiyle modern toplum yaşamının koşulları da sürekli olarak değişikliğe
uğrar. Kendisini bu değişmeye uyduramayan, yani devrim yapamayan sosyal
topluluklar çağın gerisinde kalmaya ve ileri toplumların sömürgesi olmaya
mahkumdurlar. İşte Atatürk devrimlerinde temel amaç geri kalmışlıktan
kurtulmak, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktır. Belirli bir süre geçtikten
sonra Atatürk Devrimlerinin amaçlarına ulaştığı ve artık yeni bir atılıma
gereksinme duyulmayacağını kabul etmeye olanak yoktur. Çünkü, Atatürk
Devrimleri, çağdaş uygarlık düzeyi doğrultusunda sürekli hareket halindedirler
ve birbirini ara vermeden izlerler. Bilim özgürlüğü devrim kavramını oluşturan
temel öğelerden biridir..." denilmektedir.
Bu
hususu açıkça belirtmek gerekir ki, Atatürk Devrimlerinin hareket noktasında
lâiklik ilkesi yatar ve devrimlerin temel taşını bu ilke oluşturur. Başka bir
anlatımla lâiklik ilkesi açısından verilecek en küçük bir ödün Atatürk
Devrimlerini yörüngesinden saptırarak, yok olması sonucunu doğurabilir. Bu
nedenledir ki Anayasanın "Hiçbir düşünce ve mülahazanın ...Atatürk
milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma
göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği kutsal din duygularının, devlet
işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı;" yolunda kesin bir
buyruğa "başlangıç" ta yer vermek zorunluğunu duymuş bulunmaktadır.
Sözü edilen Anayasa Mahkemesi kararında da açıklandığı gibi Atatürk Devrimleri
kavramını oluşturan ve ona anlam kazandıran teme1 öğelerden biri de bilim
özgürlüğüdür.
Anayasa
Mahkemesinin 12.1.1971 günlü, Esas 1969/31, Karar 1971/3 sayılı kararında
(Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı.9, Sayfa.143) "çağdaş uygarlığın
temeli, insanların davranışlarında, eylemlerinde aklı egemen kılmalarıdır.
Bunun yolu ise bilimsel çalışma yoludur; bu yolun kılavuzu olan ilke de
bilimin, insanların yaşamında gerçek yol gösterici sayılması ilkesidir. Bu
ilkenin eylemli olarak uygulanabilmesi için toplumun yapısının kilit yerlerinde
bilimsel gerçeği arayıp bulabilecek, uygulayabilecek ve bütün düşünce ve
davranışlarında bilimsel gerçeğin isterlerinden ayrılmayacak kişilerin
bulunması, bunun sağlanması için de bu nitelikte kişilerin yetiştirilmiş olması
zorunludur. Bilimsel çalışma, yalnız aklın ve gözlemin biçimlendirdiği bir
çalışma olması dolayısıyla böyle bir çalışmaya ve bilimsel yolda eyleme
yönelecek kişilerin bilimsel gerekler dışında bir etki ile karşılaşmaksızın
yetiştirilmeleri temel bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Yalnız bilimsel ve
nesnel ölçülere göre biçimlendirilmiş bir öğretim ve eğitimin
gerçekleştirilmesi, toplumsal açıdan büyük önem gösteren alanlardaki yüksek
öğretim ve eğitimin gerek siyasal çevrelerin ve özellikle siyasal iktidarın,
gerek toplumdaki çeşitli kümelerin etkisi dışında bir öğretim ve eğitim düzeni
ile olabilir".
Bilimsel
ve nesnel ölçülere göre biçimlendirilmiş üniversiter bir öğretim ve eğitimin
gerçekleştirilmesi, sözü geçen bu kararda da açıklandığı gibi, o öğretim ve
eğitimin sadece bilimsel isterler doğrultusunda yapılması, doğmalardan ve
bilime ters düşen öteki etkilerden uzak tutulması suretiyle sağlanabilir. Bu
itibarla Anayasanın 24. maddesinin dördüncü fıkrasında ifadesini bulan
"din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında
yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında
okutulan zorunlu dersler arasında yer alır, bunun dışındaki din eğitim ve
öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine küçüklerin de kanuni temsilcisinin
talebine bağlıdır" yolundaki kural, Atatürk ilke ve inkılaplarıyla daha
açık bir anlatımla Türk Devrimleriyle birlikte ele alınıp değerlendirilmelidir.
Çünkü, Türk Devrimi, Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen ulusal
bağımsızlığın ve çağdaşlaşma hareketinin adıdır ve bu düşünce sistemi 1982
Anayasasının temel dayanağını ve felsefesini oluşturmuştur. Anayasamızın kabul
ettiği lâiklik ilkesi, soyut bir kavram değil, Devletin, hukukun ve eğitimin
lâikleşmesini içeren sistemler topluluğudur. Bu nedenledir ki Anayasamızın 24.
maddesinin dördüncü fıkrası hükmüne başka manalar izafe etmek, Atatürkçü
düşünceye ve Türk Devrimine ters düştüğü kadar bizatihi hükmün açık olan ve
yoruma elverişli bulunmayan beyanına ve ayrıca bilimsel özerkliği ilke olarak
benimseyen Anayasa kurallarına da aykırı olur.
Yukarıdan
beri yapılan açıklamalar, Partinin programında yer alan hükümlerin 22.4.1983
günlü, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 78., Atatürk ilke ve
inkılaplarını koruyan 84., lâiklik ilkesini koruyan 86. ve dini istismar konusu
yapmayı yasaklayan 87. maddelerine aykırılıklar taşıdığını ortaya koymaktadır.
Orhan
Onar, Mehmet Çınarlı ve Necdet Darıcıoğlu programda yer alan hükümlerde kanuna
aykırılık olmadığını, H. Semih Özmert bu hükümlerin Kanunun 84., Yılmaz
Aliefendioğlu da Kanunun 84. ve 87. maddelerine aykırı bulunmadığını öne
sürmüşlerdir.
2-
Programın 16. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının değerlendirilmesi :
Bu
maddeler şöyledir :
"Madde
16/2,3: Dil çalışmaları için Çağatay, Azeri, Uygur ve Oğuz olmak üzere dört ana
Türk lehçesinin ve bu lehçelerdeki kelime köklerinin incelenmesine taraftarız.
Keza tekamülü için önce alfabenin geliştirilmesinde zaruret görüyoruz. Dokuz
heceli olan Türk alfabesine dokuzuncu sesli harfi koymak istiyoruz.
Eski
Türk alfabelerinin neden otuzbeş harfli olduğunu yeni baştan ve Atatürkçü bir
ruh ve anlayışla araştıracağız."
"Dokuz
heceli olan Türk alfabesi" sözü ile ne kastedildiğini, hangi "Eski
Türk alfabesinin otuzbeş harfli" olduğunu, ne program ne de savunmalar
açıklamış değildir.
Yapılan
araştırma ve incelemeler sonunda: Dokuz heceli ve otuzbeş harfli olan bis eski
Türk alfabesinin varlığı saptanamamıştır.
Huzur
Partisi, programındaki gerçeğe aykırı bu metinlerle, Türk toplumunu çağdaş
uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik
niteliğini koruma amacını güden inkılap kanunlarından birisi olan, bu nedenle
Anayasanın 174 ve Siyasi Partiler Kanunu'nun 84. maddeleriyle, Anayasanın
hiçbir hükmünün bu yasalara aykırı olduğu şeklinde anlaşılamayacağı ve
yorumlanamayacağı ve siyasi partilerin bu kanun hükümlerine aykırı amaç
güdemeyeceği ve faaliyette bulunamayacağı belirtilen, 1 Teşrinisani 1928
tarihli ve 1553 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun'un:
"Şimdiye kadar Türkçe'yi yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Latin
esasından alınan ve merbut cetvelde şekilleri gösterilen harfler (Türk
Harfleri) unvan ve hukuku ile kabul edilmiştir" şeklindeki 1. maddesi
hükmüne, dolayısıyla Anayasanın 174 ve Siyasi Partiler Kanunu'nun 84. maddesi
hükümlerine aykırı tutum ve davranış içerisinde olduğunu burada da göstermiş;
bu nedenle de kapatılması gerekmiştir.
H.
Semih Özmert, Orhan Onar, Mehmet Çınarlı, Necdet Darıcıoğlu ve Yılmaz
Aliefendioğlu bu görüşe katılmamışlardır.
V-
SONUÇ :
1-
Tüzük değişikliği yoluyla adından "Türkiye" sözcüğünün çıktığı
Cumhuriyet Başsavcılığının yazısıyla bildirilen ve savunmalar ile de bu
sözcüğün çıkarıldığı kabul edilen Huzur Partisi'nin programındaki 12., 17. ve
21. maddelerinin 22.4.1983 günlü, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 78.,
84., 86. ve 87. maddelerine aykırı bulunduğun, Orhan Onar, Mehmet Çınarlı ve
Necdet Darıcıoğlu'nun programda yer alan hükümlerin sözü edilen Kanuna
aykırılığı oluşturmadığı ve bu nedenle davanın reddi gerektiği yolundaki
karşıoyları; H. Semih Özmert'in programın bu hükümlerinin Kanunun 84.
maddesine, Yılmaz Aliefendioğlu'nun sözü edilen program metinlerinin Kanunun
84. ve 87. maddelerine aykırı bulunmadığı görüşüyle ve oyçokluğuyla;
Programın
16. maddesinde yer alan düzenlemenin sözü edilen Kanunun 84. maddesine aykırı
olduğuna H. Semih Özmert; Orhan Onar, Mehmet Çınarlı, Necdet Darıcıoğlu ve
Yılmaz Aliefendioğlu'nun, programda yer alan 16. maddenin Siyasi Partiler
Kanununa aykırı olmadığı ve bu nedenle davanın reddi gerektiği yolundaki
karşıoylarıyla ve oyçokluğuyla;
Saptanan
bu aykırılıklar sebebiyle Huzur Partisi'nin sözü edilen Kanunun 101. maddesinin
(a) bendi uyarınca temelli kapatılmasına oyçokluğuyla,
2-
22.4.1983 günlü, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 107. maddesi uyarınca
Huzur Partisi'nin bütün mallarının Hazineye geçmesine,
3-
Huzur Partisi'nin "Türkiye" sözcüğünü Bakanlar Kurulu'ndan izin
almadan kullanmasının Siyasi Partiler Kanunu'nun 90. maddesine aykırılığı iddia
edilerek kapatılması istenmiş olmasına karşın, Esas Hakkındaki Düşüncede,
"Dava açıldıktan sonra Kurucular Kurulu 9.5.1983 tarihinde Tüzüğün birinci
maddesindeki "Türkiye" kelimesini kaldırmış ve onun yerine Huzur
Partisi ve kısa adı (HZP) olarak ismini değiştirmiş ve böylece Siyasi Partinin
adına yönelik kapatma nedenini gidermiştir" denilmektedir. Söz konusu
aykırılığın siyasi partilerle ilgili, başka yasaların emredici kuralları
yönünden oluşması ve Kanunun 90. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
hükmünün bu manada anlaşılarak Cumhuriyet Başsavcılığınca, Kanunun dördüncü
kısmına giren aykırılıklar nedeniyle kapatma davası açması, dördüncü kısmın
dışında kalan kanunların emredici kurallarına aykırılık halinde de 104. madde
uyarınca başvuruda bulunması gerekmekte ise de, anılan Partinin kapatılmasına
karar verilmiş olmakla bu konu hakkında ayrıca karar ittihazına yer olmadığına,
4-
Kararın kanuni gereği yerine getirilmek üzere Başbakanlığa ve Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmesine, ayrıca bu kararın Huzur Partisi'ne tebliğine
oybirliğiyle;
25.10.1983
gününde kesin olarak karar verildi.
Başkan
Ahmet H.
BOYACIOĞLU
|
Başkanvekili
H. Semih
ÖZMERT
|
Üye
Nahit
SAÇLIOĞLU
|
Üye
Hüseyin
KARAMÜSTANTİKOĞLU
|
Üye
Osman Mikdat
KILIÇ
|
Üye
Mithat ÖZOK
|
Üye
Kenan
TERZİOĞLU
|
Üye
Orhan ONAR
|
Üye
Selahattin
METİN
|
Üye
Muammer TURAN
|
Üye
Mehmet ÇINARLI
|
Üye
Mahmut C.
CUHRUK
|
Üye
Necdet
DARICIOĞLU
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Üye
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
KARŞIOY
YAZISI
Esas
Sayısı : 1983/2
Karar
Sayısı : 1983/2
1-
Anayasamızda din kültürü ile din eğitim ve öğretimi birbirinden ayrı iki kavram
olarak kabul edilmiştir.
Din
kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu
dersler arasında yer almış; bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak
kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin istemine bağlı
kılınmıştır.
Programının
12., 17. ve 21. maddeleri bir arada değerlendirildiğinde, dini değerlere önem
veren bir tedrisat sisteminin her derecedeki öğretim kurumlarında egemen
kılınması; bunun doğal sonucu olarak da üniversiteler de dahil olmak üzere
öğretim kurumlarında dini öğretim ve eğitimin tatbik edilmesi, Huzur
Partisi'nce siyasi bir amaç olarak kabul edilmiştir.
Bu
amaç, programda '.... din eğitim ve öğretiminin üniversitelere de batıdaki
örneklere uygun olarak tatbikine taraftar..." oldukları; "....
kaynağını ahlak, fazilet ve Türk-İslâm geleneklerinden alan bir sistemle vatan
ve milletini seven, çalışkan, dürüst, kendisine, ailesine ve cemiyete faydalı
nesiller..." yetiştirilmesinin gaye edinildiği; "Eğitim ve öğretim
programları taklitçilikten kurtarılarak memleket gerçeklerine ve milli bünyeye
uygun halde yeniden tanzim edilerek, bu programlarda gençliğe sapık
ideolojilerin sızmaması için Anayasa doğrultusunda dini ve ahlaki değerlere
önem veren bir tedrisat sistemi...." getirileceği biçimindeki ifadeleriyle
gizlenmek istenmektedir.
Bu
nedenledir ki programın anılan maddeleri, lâiklik ilkesinin gereği kutsal din
duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağını
belirten Anayasanın Başlangıç kısmına; 2. maddede belirlenen lâik Cumhuriyet
ilkesine; Din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24. maddesine; Siyasi partilerin
14. maddedeki sınırlamalar dışına çıkamayacağı hakkındaki 69. maddesine aykırı
bulunmaktadır. Bu itibarla, programın söz konusu maddeleriyle 2820 sayılı
Siyasi Partiler Kanunu'nun 78, 86 ve 87. maddeleri hükümleri ihlâl edilmiştir.
Bu maddelere dayanılarak Huzur Partisi'nin kapatılması hakkındaki çoğunluğun
görüşüne katılıyorum.
Ancak,
programın 12., 17. ve 21. maddeleri ülkemizde eğitim ve öğretim birliğini
sağlamaya yönelik Anayasanın 174. maddesiyle korunan 3 Mart 1340 tarihli ve 430
sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu hükümlerine aykırı bir nitelik taşımadığından
anılan parti hakkında, ayrıca Siyasi Partiler Kanunu'nun 84. maddesinin de
uygulanmasına ilişkin çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
2-
Parti programının 16. maddesinin metninden, Huzur Partisi'nin Türk alfabesinde
ne gibi bir değişiklik yapılmasını istediği anlaşılamadığı gibi bu madde
hükmünün programa konulmasıyla ulaşılması düşünülen amacın ne olduğu da açık
bir şekilde ortaya konulamamıştır. Dava dosyasında bu hususu aydınlatacak
başkaca bir delil ve belgeye de rastlanamamıştır. İddia zan ve tahminden ileri
gidememiştir.
Bu
itibarla programın 16. maddesinin söz konusu ikinci ve üçüncü fıkraları
hükümlerinin 1 Teşrinisani 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul
ve Tatbiki Hakkında Kanun'un 1. maddesi hükmüne, dolayısıyla Siyasi Partiler
Kanunu'nun 84. maddesine aykırı olduğu savı sabit olmamaktadır.
Bu
bakımdan, Parti programının 16. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları nedeniyle
de Huzur Partisi'nin kapatılması gerektiği hakkında çoğunluk görüşüne
katılmıyorum.
|
|
|
|
H. Semih
ÖZMERT
Başkanvekili
|
KARŞIOY
YAZISI
Esas
Sayısı : 1983/2
Karar
Sayısı : 1983/2
Dava
konusu Huzur Partisi ilgililerinin sözlü açıklamada bulunmalarının olayın daha
iyi aydınlanmasına yardım edeceği düşüncesiyle bu noktada aksine oluşan
çoğunluk oyuna karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Esas
Sayısı : 1983/2
Karar
Sayısı : 1983/2
1-
Kapatılmasına çoğunlukla karar verilen "Huzur Partisi" programının
12. maddesinde "Eğitim ve Öğretim kurumları ile üniversitelerimizin bazı
sosyalist ülkelerdeki gibi lâik olması fikrine inanmıyor ve benimsemiyoruz.
Üniversiteler milli karakterin aynası olmalıdır. Bu manada din eğitimi ve
öğretiminin üniversitelere de batıdaki örneklere uygun olarak tatbikine
taraftarız." denilmektedir.
Bu
program maddesinin birinci cümlesinde üniversitelerimizin bazı sosyalist
ülkelerdeki gibi lâik olması fikrine inanılmadığı belirtiliyor. Burada dikkat
edilecek husus, parti programında mücerret lâikliğin değil, bazı sosyalist
ülkelerde uygulanmakta olan lâikliğin reddedilmiş olmasıdır. "Türkiye'deki
lâiklik fikri, ilkesi ve uygulamasının hiçbir sosyalist ülkedeki lâiklik
anlayışı ile ilgisi" bulunmadığı, çoğunluk kararında özellikle
vurgulanmaktadır. Parti programında bu gerçeğin tekrar edilmiş olması, gereksiz
bir söz (bir haşiv) olarak kabul edilebilir; fakat Parti'yi, lâikliğe aykırı
davranış içinde bulunmakla suçlamaya dayanak yapılamaz.
Çoğunlukla
Parti'nin kapatılmasına sebep gösterilen üçüncü cümleye gelince: Bu cümlede din
eğitim ve öğretiminin üniversitelere de, batıdaki örneklere uygun olarak,
tatbikine taraftar olunduğu belirtiliyor. Anayasamızın 24. maddesinin dördüncü
fıkrasında "Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi
altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında
okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve
öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin
talebine bağlıdır" denilmektedir. Anayasamız, "din kültürü ve ahlak
öğretiminin ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu olduğunu belirttikten
sonra, bunun dışındaki din eğitim ve öğretimini yasaklamıyor, sadece isteğe
bağlı tutuyor.
Parti
programında üniversitelere zorunlu din dersleri konulacağı söylenseydi,
Anayasa'ya aykırılıktan söz edilebilirdi. Zorlamayı (mecburiyeti) ifade edecek
bir ibare metinde yer almamıştır. Üniversitelerde kişinin talebine bağlı
olarak, din eğitim ve öğretimi yapılması Anayasa'ya aykırı düşmez. Nitekim,
üniversitelerimizde halen ilâhiyat fakülteleri vardır. Bazı gençlerimiz, hiçbir
zorunluluğa tabi olmadan, bu fakültelerde okumaktadırlar.
Hukukta
iyi niyet asıl olduğuna göre, parti programında üniversitelere tatbikine
taraftar olunduğu bildirilen din eğitim ve öğretiminin de mecburi değil,
ihtiyari olacağını düşünmek ve Partinin, programın o maddesini hazırlarken Anayasa'da
yer alan sınırlamalara bağlı kaldığını -aksi sabit olmadıkça- kabul etmek
gerekir.
2-
Huzur Partisi Programı'nın 16. maddesinde "İlimde ve edebiyatta dünya
seviyesine ulaşmak için Türk dilini ve akademik çalışmaları geliştirmek ve
zenginleştirmek gerektiğine inanıyoruz. Dilimiz ve edebiyatımız, Atatürk
devrinden çok gerilerde, O'nun gösterdiği nurlu yoldan çıkarak dikenli bir
çığıra düşmüştür.
Dil
çalışmaları için Çağatay, Azeri, Uygur ve Oğuz olmak üzere, dört ana Türk
lehçesinin ve bu lehçelerdeki kelime köklerinin incelenmesine taraftarız. Keza
tekamülü için önce alfabenin geliştirilmesinde zaruret görüyoruz. Dokuz heceli
Türk alfabesine dokuzuncu sesli harfi koymak istiyoruz.
Eski
Türk alfabelerinin neden otuzbeş harfli olduğunu yeni başkan ve Atatürkçü bir
ruh ve anlayışla araştıracağız" denilmektedir.
Programın
bu maddesinde, yurdumuzda halen uygulanmakta olan Türk alfabesinin
"değiştirilmesinden" değil, "geliştirilmesinden" söz
edilmektedir. Siyasi Partiler Kanunu'nun 84. maddesine aykırı hareket
edildiğinin ileri sürülebilmesi için, 1 Kasım 1928 tarihli ve 1353 sayılı
Kanunla, Lâtin esasından alınarak kabul edilen Türk harflerinin kaldırılıp,
yerine başka harflerin (özellikle Arap harflerinin) konulması amaçlanmış
olmalıdır. Lâtin Alfabesi'nden gelen bugünkü Türk Alfabesi'nin
"geliştirileceğini" söylemek, harf inkılâbına aykırı bir davranış
olarak ele alınamaz.
Yazıldığı
gibi okunma esasına dayanan bugünkü alfabemize bazı eklemeler yapmak gereği
zaman zaman ilim adamlarınca da ileri sürülmüştür. Mesela, yabancı anlamına
gelen "el" le, insanın bir organını ifade eden "el"in
yazılış ve okunuşunu birbirinden ayırmaya bugünkü alfabemiz elverişli değildir.
Anadolu ağzında genizden söylenen bir (n) harfi vardır. Biz harfin alfabemizde
bir karşılığının bulunması, bazı mahalli şiveleri yazıya aktarmada yardımcı
olacaktır. Buna benzer eklemelerle Türk Alfabesi'nin zenginleştirilmesini
istemek, harf inkılabımıza aykırı bir davranış olarak kabul edilemez.
Anayasa
Mahkemesi'nin bazı kararlarında Atatürk İnkılaplarının gelişmeye kapalı, donmuş
kalıplar olarak kabul edilemeyeceği önemle belirtildiği gibi, bu seferki
çoğunluk kararının gerekçesinde de aynı görüş tekrar edilmiştir.
Hem
Atatürk İnkılapları'nın gelişmeye açık olduğunu söyleyip, hem de "Türk
Alfabesi'ni geliştireceğim" diyen Parti'yi Atatürk'ün harf inkılâbına
aykırı hareket etmekle suçlamak, kanaatımızca, birbiriyle çelişen iki davranış
olmaktadır.
Programın
bu maddesinde, Atatürk'ün gösterdiği "nurlu yoldan" bahseden, eski
Türk Alfabeleri üzerindeki araştırmalarını "Atatürkçü bir ruh ve
anlayışla" yapacağını söyleyen Parti'nin samimiyetsiz olduğunu ve bu
sözleri asıl maksadını gizlemek için söylediğini kanıtlayacak deliller de
elimizde mevcut değildir.
3-
Huzur Partisi Programının 17. maddesinde "Milli eğitim müesseselerimizde
ilkokuldan itibaren kaynağını ahlâk, fazilet ve Türk-İslam geleneklerinden alan
bir sistemle vatan ve milletini seven, çalışkan, dürüst, kendisine, ailesine ve
cemiyete faydalı nesiller yetiştirmek gayemizdir", 21. maddesinde
"Anayasa doğrultusunda dini ve ahlâki değerlere önem veren bir tedrisat
sistemi getirilecektir" denilmiş olması da Parti'nin, esas itibariyle din
işlerinin devlet işlerinden ayrılması anlamına gelen lâiklik ilkesine aykırı
hareket edeceğinin delili olamaz.
Programda
yer alan bu hükümlerle neyin amaçlanmış olduğu, 17. ve 21. maddelerin öteki
fıkralarında açıklanmıştır. 17. maddede "Milli Eğitim Politikasında ana
hedefimiz, materyalist temayülleri bertaraf ederek, madde ve manaya aynı
ölçülerde kıymet veren, ilmin haysiyetine inanmış, hür düşünceli, demokrasiye
bağlı, şahsiyetli, branşlarında derinliğine bilgi sahibi, hünerli vatandaşlar
yetiştirerek iktisadi kalkınmaya da faydalı olmaktır" denilmekte, 21.
maddede ise "dini ve ahlaki değerlere önem veren bir tedrisat
sistemi"nin Anayasa doğrultusunda (ve elbette Anayasa'nın esas aldığı
lâiklik anlayışına ters düşmeden) getirileceği açıklanmakta, "gençliğe
sapık ideolojilerin sızmaması için" bu yola gidilmek istendiği de
belirtilmektedir.
Yukarıda
açıkladığımız gerekçelerle, Huzur Partisi programının 12., 16., 17. ve 21.
maddelerinin, Siyasi Partiler Kanunu'nun 78., 84., 86. ve 87. maddelerine
aykırı bulunmadığı kanaatında olduğumuzdan, adıgeçen Parti'nin kapatılması
yolundaki çoğunluk kararına katılmıyoruz.
Orhan ONAR
Üye
|
Mehmet ÇINARLI
Üye
|
KARŞIOY
YAZISI
Esas
Sayısı : 1983/2
Karar
sayısı : 1983/2
1)
7.11.1982 gün ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 69 uncu
maddesinde : "Cumhuriyet Başsavcılığı, kurulan partilerin tüzük ve
programlarının ve kurucularının hukuki durumlarının Anayasa ve kanun
hükümlerine uygunluğunu, kuruluşlarını takiben ve öncelikle denetler;
faaliyetlerini de takip eder" hükmü yer aldığı gibi; 22.4.1983 gün ve 2820
sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 9 uncu maddesinde: "Cumhuriyet
Başsavcılığı, kurulan partilerin tüzük ve programlarının ve kurucuların hukuki
durumlarının Anayasa ve kanun hükümlerine uygunluğunu ve belgelerinin tamam
olup olmadığını kuruluşlarını takiben öncelikle ve ivedilikle inceler. Tespit
ettiği noksanlıkların giderilmesini, lüzum göreceği ek bilgi ve belgelerin
gönderilmesini yazı ile ister. Bu yazının tebliğ tarihinden başlayarak otuz gün
içinde noksanlık giderilmediği veya istenen ek bilgi ve belgeler gönderilmediği
takdirde, siyasi partilerin kapatılmasına dair hükümler uygulanır"
denilmekte; kanunun bu maddesinin atıfta bulunduğu ve "Siyasi Partilerin
Kapatılması" başlığını taşıyan "Beşinci Kısım" ise 98 inci
maddeden 108 inci maddeye kadarki hükümleri içermektedir.
Bu
hükümlerden de anlaşılacağına göre Cumhuriyet Başsavcılığı, partilerin
kuruluşunu denetlerken ve faaliyetlerini takip ederken, ilk önce "tespit
ettiği noksanlıkların giderilmesini yazıyla isteyecek; bu yazının tebliğ
tarihinden başlayarak otuz gün içinde noksanlık giderilmediği takdirde siyasi
partilerin kapatılmasına dair hükümler uygulanacaktır. Buradaki
"noksanlık" sözcüğünün kapsamına kanuna aykırılıklar da girmektedir.
Kanunun
101 inci maddesi : "Anayasa Mahkemesince bir siyasi parti hakkında kapatma
kararı" verilecek bir kısım "halleri" belirtmekte; fakat bu
kapatma kararının verilebilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığınca açılacak davanın
şart, usul ve yöntemlerini öngörmemekte; bu şart, usul ve yöntemler Beşinci
Kısmın diğer maddelerinde gösterilmektedir. O maddelerde hatta kanunun hiçbir
maddesinde, 9 uncu maddeye göre, partinin tüzük ve programı üzerinde Cumhuriyet
Başsavcılığınca "öncelikle ve ivedilikle" yapılacak inceleme sonunda
tespit edilecek Anayasa ve kanun hükümlerine uygunsuzlukların giderilmesinin
yazı ile isteme ve ancak bu isteğe uyulmadığı takdirde "siyasi partilerin
kapatılmasına dair hükümlerin uygulanması" yöntemi değiştirilmemekte; 9
uncu maddeye uyulmadan ve belirtilen ilk işlemler tamamlanmadan dava açılması
emredilmektedir.
Başlıca
bu nedenlerle, Cumhuriyet Başsavcılığınca, 2820 sayılı Siyasi Partiler
Kanununun 9 uncu maddesindeki şart, görev ve yetkilerin yerine getirilmeden
açıldığı anlaşılan işbu davanın bu yönden reddi gerektiği düşüncesiyle karara
karşıyım.
2)
Huzur Partisi, 22.7.1983 tarihinde 35 kişi ile kurulmuş ise de, bu kuruculardan
27'si Milli Güvenlik Konseyince, 9.8.1983 gün ve 108 sayılı kararla; daha sonra
bildirilen iki kurucunun da 13.9.1983 gün ve 153 sayılı kararla "Bu
görevler için uygun görülmediği; uygun görülmeyenler yerine bugüne kadar yeni
kurucu isimleri bildirilmediği gibi partiye, usulüne uygun olarak, başka üye
kaydı da yapılmadığı, partinin veto edilenler dışında sekiz üyesinin kaldığı;
Cumhuriyet Başsavcılığı ve İçişleri Bakanlığının yazılarından ve bu makamlar
nezdindeki dosyaların incelenmesinden anlaşılmıştır.
Bu
duruma göre; Siyasi Partiler Kanunu'nun 121 inci maddesinin atıfta bulunduğu
Türk Kanunu Medenisi'nin 70 inci; 1630 sayılı Dernekler Kanunu'nun 21 ve 44
üncü, 2908 sayılı Dernekler Kanununda 23 ve 51 inci maddelerin gereğince
partinin infisah etmiş (dağılmış) olduğunun saptandığına karar verilmesi
gerekir.
Bu
nedenlerle de karara karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Esas
Sayısı : 1983/2
Karar
sayısı : 1983/2
1-
Huzur Partisi Programının 12., 17. ve 21. maddeleri, 22.4.1983 günlü, 2820
sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 101. maddesinin (a) bendine dayanılarak
uygulama yapılmasını gerektirmemektedir.
Din
ve ahlak olguları karşısında kayıtsız kalmamak din eğitim ve öğretimi ile
ilgili ilkeleri de saptamak amacıyla oluşturulduğu anlaşılan söz konusu Program
maddelerinin, anlatım yönünden yetersiz oldukları açıkça gözlenmekle beraber
Huzur Partisi'nin temelli kapatılmasına neden olacak anlam ve amaçlar
taşıdıkları kesinlikle söylenemez.
Her
hangi bir hukuk kuralının tek başına değil, içinde bulunduğu metnin tümü
gözönünde tutularak yorumlanması hukuk biliminin kabul ettiği ve Anayasa
Mahkemesinin de benimsediği ilkeler arasında yer almaktadır. Bu açıdan
bakıldığında ve belirtilen ilke doğrultusunda değerlendirme yapıldığında Huzur
Partisi'nin temelli kapatılmasını gerektirecek yasal nedenlerin bu evrede
oluşmadığı görülmektedir.
Programın,
lâiklik umdesinin hiçbir şekilde istismarına müsaade edilmeyeceğini, fertlerin
dini inançlarıyla "lâik devlet" ilkesinin birbirine
karıştırılmamasına taraftar olduklarını; din ve mezhep tefriki yapan
cereyanlarla milletin içtimai, kültürel ve fikri inkişafını önleyecek teokratik
taassup ve hurafelerden kitleleri uzak tutmayı gaye bildiklerini belirleyen 10.
ve 11. maddelerinin açık ifadeleri, Huzur Partisi'nin temelli kapatılmasına
neden olan 12., 17. ve 21. maddelerinin Siyasi Partiler Kanununun 78., 84., 86.
ve 87. maddelerine aykırı olduğu yolunda yorumlanıp değerlendirilmesini
gerçekten olanaksız kılmaktadır.
2-
Huzur Partisi Programının, dokuz heceli olan Türk Alfabesine dokuzuncu sesli
harfi koymak istediklerini, eski Türk Alfabelerinin neden otuzbeş harfli
olduğunu yeni baştan ve Atatürkçü bir ruh ve anlayışla araştıracaklarını ifade
eden 16. maddesiyle ilgili olarak oyçokluğuyla verilen karar da inceleme konusu
maddenin anlam ve esprisine uygun düşmemektedir.
16.
maddenin, ilimde ve edebiyatta dünya seviyesine ulaşmak için Türk Dilini de
akademik çalışmalarla geliştirmek ve zenginleştirmek gerektiğine
inanıldığından, dilimiz ve edebiyatımızın Atatürk devrinden çok gerilerde,
O'nun gösterdiği nurlu yoldan çıkarak dikenli bir çığıra düştüğünden, dil
çalışmaları için Çağatay, Azeri, Uygur ve Oğuz olmak üzere dört ana Türk
lehçesinin ve bu lehçelerdeki kelime köklerinin incelenmesine taraftar
olduklarından söz eden; ayrıca, tekâmülü için önce "alfabenin
geliştirilmesinde" zaruret gördüklerini vurgulayarak belirleyen cümleleri,
bu madde ile gerçekleştirilen düzenlemenin Siyasi Partiler Kanununun 84. maddesi
hükümlerini, özellikle bu maddenin (f) fıkrarsını ihlal ettiği yolundaki görüşe
hak verdirmemektedir.
Kısmen
kapalı ve anlaşılması oldukça zor ifade ve içeriğine rağmen 16. madde, Lâtin
esasına dayalı Türk Alfabesinin kaldırılmasına ve Arap harflerinin yeniden
yürürlüğe konulmasına ilişkin ve Siyasi Partiler Kanununun öngördüğü yasaklara
bu bakımdan aykırı bir amaca yönelik bulunmamaktadır.
Huzur
Partisi'nin temelli kapatılmasıyla ilgili karara yukarıda açıklanan nedenlerle
katılmamaktayım.